T.C.
D A N I Ş T A Y
İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU
Esas No : 007/2255 Karar No : 012/801
Temyiz İsteminde Bulunan (Davalı)_
: Çankaya Belediye Başkanlığı
ANKARA
Vekil i_________________________
: Av... -Aynı
adreste
Karşı Taraf
(Davacılar)_____________
: 1- ...
2- ...
Vekilleri________________________
: Av....
İstemin Özeti__________________
: Ankara 6.
İdare Mahkemesinin 23.5.2007 günlü,
E:2007/458, K:2007/1032 sayılı
ısrar kararının temyizen incelenerek bozulması, davalı idare tarafından
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti_______________
: Savunma
verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi ….'nun Düşüncesi : Temyiz isteminin reddi ile ısrar kararının onanması
gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı …'nın Düşünces i________
: İdare ve vergi
mahkemelerince verilen kararların
temyizen incelenerek
bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin
birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne
sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine
uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme ısrar kararının
onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İdari
Dava Daireleri Kurulunca dosya incelendi, gereği görüşüldü:
Dava; Çankaya Belediye
Meclisinin 2.8.1996 günlü, 150 sayılı kararı ile değiştirilen 1/1000 ölçekli
imar planında park alanında kalan Ankara, Çankaya, 1. Bölge, 6049 ada, 3,4,5
sayılı parsellerin kamulaştırılarak bedellerinin ödenmesi, kamulaştırılmaması
halinde imar planı değişikliğinden önceki duruma dönülerek yapılaşma izni
verilmesi istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin Çankaya Belediye
Başkanlığı işleminin iptali istemiyle açılmıştır.
Ankara 6. İdare Mahkemesinin
31.10.2003 günlü, E:2002/766, K:2003/1721 sayılı kararıyla; davacının imar planı
değişikliği isteminin belediye meclisine iletilerek bu meclis tarafından bir
karar verilmesi gerekirken, istemin doğrudan belediye başkanlığınca
reddedilmesinde yetki yönünden hukuka uyarlık bulunmadığı; diğer yandan,
taşınmazların park alanına dönüştürüldüğü tarihten itibaren beş yılı aşan bir
süre geçtiği halde davacıların kamulaştırma yapılmasına ilişkin istemleri,
anılan taşınmazların kamulaştırma programına alınmadığından
kamulaştırılamayacağı gerekçesi ile reddedilmiş ise de, beş yılı aşan bir süre
boyunca kamulaştırma yapılmamasının, 3194 sayılı Yasanın 13. maddesinin 1. ve 3.
fıkralarının Anayasa Mahkemece iptaline ilişkin 29.12.1999 günlü, E:1999/33,
K:1999/51 sayılı kararda ortaya konulan değerlendirmeler çerçevesinde mülkiyet
hakkının özünü zedelediği sonucuna varıldığı gerekçesiyle dava konusu işlemin
iptaline karar verilmiştir.
Danıştay Altıncı Dairesi'nin
7.3.2007 günlü, E:2006/4077, K:2007/1377 sayılı kararıyla; anılan İdare
Mahkemesi kararının, dava konusu işlemin imar planı değişikliği isteminin reddi
yolundaki kısmının iptali yolundaki hükmü onanmış; dava konusu işlemin,
kamulaştırma yapılması isteminin reddine ilişkin kısmının iptali yolundaki hükmü
ise, 2577 sayılı Yasanın 2. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, davalı idarenin
yargı kararı ile işlem tesisine zorlanamayacağı, İdare Mahkemesince Anayasa
Mahkemesi kararına dayanılarak, kamulaştırma yoluna gidilmemesiyle mülkiyet
hakkının özünün zedelendiği sonucuna varılarak, idareyi işlem tesisine zorlayıcı
nitelikte iptal kararı verilmesinde hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle
bozulmuş ise de, İdare Mahkemesi, bozma kararına uymayarak, dava konusu işlemin,
kamulaştırma yapılması isteminin reddine ilişkin kısmının iptali yolundaki ilk
kararında ısrar etmiştir.
Davalı idare, Ankara 6. İdare
Mahkemesinin 23.5.2007 günlü, E:2007/458, K:2007/1032 sayılı ısrar kararını,
hukuka aykırı olduğunu öne sürerek, temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedir.
Yerleşme yerleri ile bu
yerlerdeki yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun
teşekkülünü sağlamak amacıyla hazırlanarak yürürlüğe konulan 3194 sayılı İmar
Kanununun; 7. ve 8. maddeleriyle, belirli koşullarla, belediyelere ve
valiliklere yerleşim yerlerinde imar planlarını hazırlama ve yürürlüğe koyma
yükümlülüğü getirilmiştir.
Aynı Kanunun 10. maddesinde;
"Belediyeler; imar planlarının yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde, bu
planı tatbik etmek üzere 5 yıllık imar programlarını hazırlarlar. Beş yıllık
imar programlarının görüşülmesi sırasında ilgili yatırımcı kamu kuruluşlarının
temsilcileri görüşleri esas alınmak üzere Meclis toplantısına katılır. Bu
programlar, belediye meclisince kabul edildikten sonra kesinleşir. Bu program
içinde bulunan kamu kuruluşlarına tahsis edilen alanlar, ilgili kamu
kuruluşlarına bildirilir. Beş yıllık imar programları sınırları içinde kalan
alanlardaki kamu hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan yerleri ilgili kamu
kuruluşları, bu program süresi içinde kamulaştırırlar. Bu amaçla gerekli ödenek
kamu kuruluşlarının bütçelerine konulur. İmar programlarında, umumi hizmetlere
ayrılan yerler ile özel kanunları gereğince kısıtlama konulan gayrimenkuller
kamulaştırılıncaya veya umumi hizmetlerle ilgili projeler gerçekleştirilinceye
kadar bu yerlerle ilgili olarak diğer kanunlarla verilen haklar devam eder"
hükmüne yer verilmek suretiyle, belediyelere, imar planlarını uygulamak üzere
belirtilen süre içerisinde imar programını hazırlama; programı uygulamaya koyma,
ilgili yatırımcı kamu kuruluşlarına ise imar programlarında kendi görev
alanlarındaki kamu hizmeti için ayrılan özel mülkiyete ait arsaları kamulaştırma
zorunluluğu yüklenmiştir.
Anılan Kanunun 13. maddesinin,
ilk halinde ise, "Resmî yapılara, tesislere ve okul, cami, yol, meydan, otopark,
yeşil saha, çocuk bahçesi, pazar yeri, hal, mezbaha ve benzeri umumî hizmetlere
ayrılan alanlarda inşaata ve mevcut bina varsa esaslı değişiklik ve ilaveler
yapılmasına izin verilmez. Ancak imar programına alınıncaya kadar mevcut
kullanma şekli devam eder.
Ancak, parsel sahibi imar
planlarının tasdik tarihinden itibaren beş yıl sonra müracaat ettiğinde imar
planlarında meydana gelen değişikliklerden ve civarın özelliklerinden dolayı
okul, cami ve otopark sahası ve benzeri umumî hizmetlere ayrılan alanlardan
ilgili kamu kuruluşunca yapımından vazgeçildiğine dair görüş alındığı takdirde,
tüm belirli çevredeki nüfus, yoğunluk ve donatım dengesini yeniden irdeleyerek
hazırlanacak yeni imar plânına göre inşaat yapılır. Bu Kanunun yayımı tarihinden
önce yapılan imar planlarında, bahsedilen
beş yıllık süre bu Kanunun
yürürlük tarihinden itibaren geçerlidir.. " kuralına yer verilerek bir yandan ,
imar planında kamunun kullanımına ayrılan taşınmazların maliklerine yönelik
olarak, taşınmazlarını tasarruf etme konusunda kısıtlamalar getirilirken, diğer
yandan, taşınmaz maliklerinin mülkiyet haklarının uzun süre kısıtlanmaması
amacıyla, imar planının onaylanmasından itibaren beş sene geçmesi şartıyla,
taşınmaz maliklerine belli haklar tanınmış ise de; Anayasa Mahkemesinin
29.12.1999 günlü, E:1999/33, K:1999/51 sayılı kararı ile "Demokratik bir
toplumda temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamanın, bu sınırlamayla
güdülen amacın gerektirdiğinden fazla olması düşünülemez.
Demokratik hukuk devletinde
güdülen amaç ne olursa olsun, kısıtlamaların, bu rejimlere özgü olmayan
yöntemlerle yapılmaması ve belli bir özgürlüğün kullanılmasını önemli ölçüde
zorlaştıracak ya da ortadan kaldıracak düzeye vardırılmaması gerekir.
3194 sayılı Yasa'nın 13.
maddesinin itiraz konusu birinci fıkrasında imar planlarında, resmi yapı, okul,
cami, yol, meydan gibi umumi hizmetlere ayrılan yerlerin, imar programına
alınıncaya kadar mevcut kullanma şeklinin devam edeceği öngörülmüştür. Yasa'nın
10. maddesinde de belediyelerin, imar plânlarının yürürlüğe girmesinden en geç 3
ay içinde bu planı uygulamak üzere 5 yıllık imar programlarını hazırlayacakları
belirtilmiş, ancak Yasa'da bu plânların tümünün hangi süre içinde programa
alınarak uygulanacağına ilişkin bir kurala yer verilmemiştir.
13. maddenin birinci fıkrası
uyarınca imar planlarında umumi hizmetlere ayrılan yerlerin mevcut kullanma
şekillerinin ne kadar devam edeceği konusundaki bu belirsizliğin, kişilerin
mülkiyet hakları üzerinde süresi belli olmayan bir sınırlamaya neden olduğu
açıktır.
İmar planlarının uygulamaya
geçirilmesindeki kamusal yarar karşısında mülkiyet hakkının sınırlanmasının
demokratik toplum düzeninin gerekleriyle çelişen bir yönü bulunmamakta ise de,
itiraz konusu kuralın neden olduğu belirsizliğin kişisel yarar ile kamu yararı
arasındaki dengeyi bozarak mülkiyet hakkını kullanılamaz hale getirmesi,
sınırlamayı aşan hakkın özüne dokunan bir nitelik taşımaktadır." gerekçesiyle,
3194 sayılı Yasanın, 13. maddesinin 1. fıkrasının iptaline,1. fıkrasının iptali
nedeniyle uygulanma olanağı kalmayan 3. fıkrasının da iptaline, iptal edilen
kurallar nedeniyle meydana gelen hukuksal boşluk kamu düzenini tehdit ve kamu
yararını ihlal edici nitelikte görüldüğünden, Anayasa'nın 153. maddesinin üçüncü
fıkrası gereğince iptal hükmünün, kararın Resmi Gazete'de yayımlanmasından
başlayarak 6 ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin aktarılan
iptal kararının, esas itibarıyla, 3194 sayılı Yasanın 13. maddesinin 1.
fıkrasında öngörülen kısıtlamaların neden olduğu belirsizliğin kişisel yarar ile
kamu yararı arasındaki dengeyi bozarak mülkiyet hakkını kullanılamaz hale
getirdiği gerekçesine dayandığı, aynı maddenin, mülkiyet hakkı kısıtlanan
kişilere bazı güvenceler sağlayan 3. fıkrasının ise, 1. fıkranın iptali sonucu
uygulanma olanağı kalmaması nedeniyle, zorunlu olarak iptal edildiği , bu
iptalin doğuracağı hukuki boşluk öngörülerek yasama organına yeni bir yasal
düzenleme yapılması amacıyla süre verildiği anlaşılmaktadır.
Anılan Anayasa Mahkemesi
kararı; 29.06.2000 günlü, 24094 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanmış ve bugün
itibarıyla altı aylık süre dolmuş ise de, henüz oluşan hukuki boşluğu doldurmak
amacıyla herhangi bir yasal düzenleme yapılmamıştır.
Anayasa Mahkemesince verilen
iptal kararı ve bu iptal kararının doğurduğu hukuki boşluğu giderecek yeni bir
yasal düzenlemenin halen yapılmaması sonucunda ortaya çıkan mevcut hukuksal
durumda, bir yandan, imar planlarında kamunun kullanımına ayrılmış taşınmazlar
üzerinde, maliklerin ne gibi tasarruflarda bulunacağı ya da bulunamayacağı
konusu belirsiz hale gelmiş; diğer yandan, kamunun kullanımına ayrılmış olmakla
birlikte henüz kamulaştırılmamış olan taşınmazlarla ilgili olarak da malikler
tamamen güvenceden yoksun kalmıştır. Her ne kadar, 3194 sayılı Yasanın yukarıda
metnine yer verilen 10 maddesinde, imar planlarının yürürlüğe girmesinden
itibaren en geç 3 ay içinde, bu planı tatbik etmek üzere 5 yıllık imar
programlarının hazırlanacağı ve program kapsamındaki taşınmazların ilgili kamu
kuruluşlarınca kamulaştırılacağı öngörülmüş ise de, yukarıda yer verilen Anayasa
Mahkemesi kararında da açıklandığı gibi, imar programlarının; dayanağı imar
planlarının tümünü kapsaması hukuken zorunlu olmadığından; imar programı dışında
kalan taşınmazların hukuki durumu, bu taşınmazların kamulaştırılacağı zaman,
malikin mülkiyet hakkı üzerindeki kısıtlamaların süresi konularındaki
belirsizliğin uzun süre devam etmesi olasıdır.
Nitekim, uygulamaya
bakıldığında; imar planlarında kamunun kullanımına ayrılmış olan yerlerde kalan
taşınmazlar üzerinde, maliklerin ileriye dönük tasarruflarda bulunamadıkları,
taşınmazları kamulaştırma işlemine konu teşkil edeceğinden satış değerlerinin
düştüğü, bu arsaların rayiç değerinden satılamadığı, ancak kamulaştırma bedelini
almak suretiyle yarar sağlamalarının mümkün olduğu; diğer taraftan,
Belediyelerin veya ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının, ödenek yetersizliği gibi
nedenlerle, kamunun kullanımına ayrılmış taşınmazları kamulaştırmada uzun süre
geciktikleri; ayrıca, kamu hizmeti gereklerine uygun olarak ikame edecek başka
bir yeri belirleme ve yer değişikliği için ilgili yatırımcı kuruluşun görüşünü
alma mükellefiyetinden dolayı, belediyelerin uzun süre kamulaştırılmayan özel
mülkiyetteki taşınmazları, imar planlarında değişiklik yapmak suretiyle plandan
çıkarmayı istemedikleri
görülmektedir.
Aktarılan hukuksal durum ve
uygulamada karşılaşılan diğer sorunların, kişilerin mülkiyet hakkını kısıtladığı
ve bu nedenle, Türkiye tarafından 18.5.1954 tarihinde onaylanan Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi Eki 1. Protokolün 1. maddesinin 1. bendinde "Her gerçek ve
tüzel kişi, maliki olduğu şeyleri barışçıl bir biçimde kullanma hakkına
sahiptir. Kamu yararı gerektirmedikçe ve uluslararası hukukun genel ilkeleri ile
hukukun aradığı koşullara uyulmadıkça, hiç kimse mülkiyetinden yoksun
bırakılamaz.." hükmüne aykırı durumların ortaya çıkmasına yol açabileceği
açıktır.
Nitekim, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin, benzer bir mülkiyet hakkı ihlali iddiasıyla açılmış olan, Hakan
Arı/Türkiye Davasında (Başvuru No:13331/07) 11.1.2011 gününde verdiği kararda ,
".... başvuran mülkiyet hakkına karşı orantısız bir müdahalenin yapıldığını öne
sürmektedir.
Hükümet mülkiyetten yoksun
bırakma gibi bir durumun sözkonusu olmadığını ve başvuranın arazisini kullanmaya
ve fidanlık olarak ekip biçmeye devam edebileceğini savunmaktadır.
AİHM'ye göre başvuranın
mülkiyet hakkına yönelik bir müdahale sözkonusudur. Taşınmazın şehir imar
planında okul yapımı için öngörülmesi yalnızca imar yasağından etkilenmesine yol
açmamış, aynı zamanda araziden istifade edilmesini de olanaksız hale
getirmiştir. Geriye Ek 1 No'lu Protokol'ün 1. maddesinin ihlal edilip
edilmediğini tespit etmek kalmaktadır.
AİHM başvuranın taşınmazına el atılmaması nedeniyle
re'sen gerçekleşmiş bir müdahalenin olmadığını gözlemlemektedir. AİHM bunun yanı
sıra mülkiyetin transferinin gerçekleşmemiş olduğu ihtilaf konusu davayı
görünenlerin ötesine geçerek gerçek yüzüyle inceleyeceğini belirtmektedir (...).
AİHM bu bağlamda, başvuran tarafından öne sürülen durumun etkilerinin mülkiyet
hakkına yönelik kısıtlamalardan ileri geldiğini, gayrimenkulün değeri ile
ilintili olduğunu ve sonucu itibarıyla bütün olarak taşınmazın
kullanılabilirliğini azalttığını anımsatır. AİHM buna karşın, özüne yönelik
kayba uğrasa da mezkur hakkın kaybolmadığını not etmektedir. Dile getirilen
bütün bu tedbirlerden başvuranın mülkiyet hakkından yoksun bırakıldığı gibi bir
çıkarımda bulunulamamaktadır. Başvuran ne taşınmazına erişim hakkını ne de onun
maliki olmayı kaybetmiş, esasen taşınmazın satışı konusunda sıkıntı
yaşamıştır
AİHM yine de başvuran
tarafından dile getirilen durumun Ek 1 No'lu Protokol'ün 1. maddesinin ilk
cümlesi kapsamına girdiğini ifade etmektedir (....).
AİHM kamu yararının gerekleri
ile başvuranın temel haklarının korunması arasında hüküm sürmesi gereken adil
dengenin gözetilip gözetilmediğini incelemeye alacaktır (…..)
Başvuranın imar iznini elde
etme konusunda meşru bir beklentisi bulunmaktadır. Zira okul inşaatının
öngörüldüğü şehir imar planını müteakip kamulaştırma amacıyla sonradan araziye
imar yasağı getirilmiştir. Bu yasak halen sürmektedir....
AİHM başvuranın ilgili bütün
bu dönem boyunca mülkiyetinin akıbeti konusunda bir belirsizliğe itildiğini
gözlemlemektedir. İlk etapta idari bütçe kaynaklarının yetersizliği nedeniyle
mezkur arazi kamulaştırılamamış, ikinci süreçte belediyenin 22 Eylül 2005
tarihinde kabul ettiği yeni şehir imar planına göre başvuranın taşınmazı bir kez
daha okul yapımı kararından etkilenmiştir.
AİHM bu bağlamda, Hükümet
tarafından iç hukukta başvuranın taşınmazının belirsizliğini telafi edecek
herhangi bir hukuki kararın alındığı dile getirilmemiştir.
AİHM sözkonusu bu durumun
başvuranın mülkiyet hakkından tam anlamıyla yararlanması önünde engel teşkil
ettiğine ve arazinin satış şansı da dahil, sonucu itibarıyla taşınmazın değerini
hatırı sayılır ölçüde azalttığına itibar etmektedir.
Ayrıca başvuranın uğradığı
kayıp hiçbir tazminat miktarı ile giderilmemiştir.
Bütün bu sözü edilenler
AİHM'yi başvuranın, kamu yararının gerekleri ile mülkiyet hakkı arasında
gözetilmesi gereken adil dengeyi bozan alışılmışın dışında ve ölçüsüz bir yüke
katlanmak zorunda kaldığı yönünde düşünmeye sevk etmektedir ....
AİHM bu nedenle Ek 1 No'lu
Protokol'ün 1. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmaktadır." gerekçesiyle
Türkiye'yi tazminat ödemeye mahkum etmiştir.
Bu arada, benzer
uyuşmazlıkların adli yargıda dava konusu edilmeleri üzerine adli yargı
yerlerinin ve bu yargı kolunun yüksek mahkemesi olan Yargıtayın ,konuyu çözümsüz
bırakmamak amacıyla uyuşmazlıklara medeni hukuk kuralları çerçevesinde çözümler
getirmeye çalıştığı görülmektedir. Konunun en belirgin şekilde tartışıldığı ve
karara bağlandığı örnek ise Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:
2010/5-662 K: 2010/651 sayılı kararıdır. Bu kararda, "....uzun yıllar programa
alınmayan imar planının fiilen hayata geçirilmemesi nedeniyle kamulaştırma ya da
takas cihetine gitmeyen davalı İdarenin, malikin taşınmaz üzerindeki tasarruf
hakkını belirsiz bir süre için kullanılamaz hale getirdiği, dolayısıyla malikin
taşınmazdan mülkiyet hakkının özüne uygun şekilde yararlanma olanağı kalmadığı,
taşınmaz malikinin mülkiyet hakkının hukuksal bir nedene dayanılmadan İdarece
engellendiği kuşkusuzdur.
Yukarıda açıklandığı üzere,
malikin taşınmaz üzerindeki egemenliği hukuk düzeninin sınırları içinde üçüncü
kişilere karşı korunmuş ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 683. maddesinde
malike, hukuka aykırı olarak müdahalenin önlenmesini isteme hakkı tanınmıştır.
Bir kişinin taşınmazına eylemli olarak el atıp tamamen veya kısmen
kullanılmasına engel olunması ile imar uygulaması sonucu o kişinin mülkiyetinde
olan taşınmaza hukuken kullanmaya engel sınırlamalar getirilmesi arasında sonucu
itibari ile bir fark bulunmamakta her ikisi de kişinin mülkiyet hakkının
sınırlandırılması anlamında aynı sonucu doğurmaktadır.
Ancak, bundan da öte; uzun
yıllar programa alınmayan imar planının fiilen hayata geçirilmemesi nedeniyle
kamulaştırma ya da takas cihetine gitmeyen davalı İdarece, pasif ve suskun
kalınmak ve işlem tesis edilmemek suretiyle taşınmaza müdahale edildiği; bu
haliyle İdarenin eyleminin, mülkiyet hakkının özüne dokunan ve onu ortadan
kaldıran bir niteliğe sahip bulunan kamulaştırmasız el koyma olgusunun varlığı
için yeterli bulunduğu, her türlü izahtan varestedir." gerekçesiyle , söz konusu
uyuşmazlıkları "kamulaştırmasız el koyma" kapsamında değerlendirmiş ve idarenin
hukuka aykırı eylemiyle mülkiyet hakkı engellenen taşınmaz mal sahibinin, dava
yoluyla kamulaştırmasız el koyma hükümleri doğrultusunda mülkiyetin bedele
çevrilmesini, eş söyleyişle idareden değer karşılığının verilmesini
isteyebileceği sonucuna varmıştır.
Bununla birlikte, benzer
uyuşmazlıklarla ilgili olarak yine adli yargıda açılan davalarda, görev
itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkmış, uyuşmazlığı
inceleyen Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından da, 9.4.2012 günlü, E:2012/41,
K:2012/77 sayılı ve 9.4.2012 günlü, E:2011/238 , K:2012/63 sayılı kararlarda
olduğu gibi, yukarıda belirtilen konularda idari yargı görevli bulunmuştur.
Gelinen bu noktada, ortaya
çıkan hukuki boşluğun doğurduğu uyuşmazlıklar, uyuşmazlıklarla ilgili olarak
adli yargıda açılan davalarda Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından idari yargının
görevli görülmesi; bu uyuşmazlıklarla ilgili olarak verilen Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi kararları; Anayasa Mahkemesi kararından sonra ortaya çıkan hukuki
boşluğun, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 1. maddesinde yer alan "Kanunda
uygulanabilir bir hüküm yoksa, hakim, örf ve adet hukukuna göre, bu da yoksa
kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar
verir." kuralı gereğince, idari yargı organlarınca doldurulmasını zorunlu
kılmaktadır.
Bu nedenle, uyuşmazlık,
açıklanan çerçevede incelenmiştir.
Anayasanın 35. maddesinde;
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı
amacıyla, kanunla sınırlanabilir." hükmü yer almış; yine Anayasanın 13.
maddesinde " Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik
toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı
olamaz." hükmüne yer verilmiştir.
Anayasanın 90/4. maddesi
uyarınca, içhukukumuz bakımından da bağlayıcı olan Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin 1 No'lu ek Protokolünün 1. maddesinde de, "Her gerçek ve tüzel
kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır.
Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve
uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun
bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun
olarak kullanılmasını düzenlemek (...) için gerekli gördükleri yasaları uygulama
konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." düzenlemesi yer almıştır.
Dosyanın incelenmesinden,
davacıların maliki oldukları Ankara , Çankaya, 1. Bölge, 6049 ada, 3,4,5 sayılı
parsellerin, Çankaya Belediye Meclisinin 2.8.1996 günlü, 150 sayılı kararı ile
değiştirilen 1/1000 ölçekli imar planında park alanında kaldığı; park alanında
kalması nedeniyle davalı belediyece yapılaşma izni verilmediği, ancak bugüne
kadar da kamulaştırılmadığı; imar planı değişikliği üzerinden 5 yıldan fazla bir
süre geçmesi üzerine söz konusu parsellerin kamulaştırılarak bedellerinin
ödenmesi, kamulaştırılmaması halinde imar planı değişikliğinden önceki duruma
dönülerek yapılaşma izni verilmesi istemiyle yapılan başvurunun Çankaya Belediye
Başkanlığı işlemi ile reddi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Davacılara ait söz konusu
parsellerin , imar planında kamunun kullanımı için park alanı olarak ayrılması
nedeniyle bu parsellerde artık yapılaşmaya gidilemeyeceği ve bu nedenle
maliklerinin tasarruf haklarının kısıtlandığı açıktır. İdareye başvuru tarihi
itibarıyla beş yıldan fazla bir süre geçmiş olmasına karşın davalı idarece
kamulaştırma yapılmadığı gibi ne zaman yapılabileceği konusunda da davacılara
bir bilgi de verilmemiştir. Bu nedenle, davacıların maliki oldukları parsellerin
durumu ve mülkiyet hakkından yararlanma olanakları belirsizlik içindedir.
Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi, yukarıda da yer verilen, Hakan Arı/Türkiye Davasında (Başvuru
No:13331/07) verdiği kararda, sözkonusu bu durumun başvuranın mülkiyet hakkından
tam anlamıyla yararlanması önünde engel teşkil ettiği ve arazinin satış şansı da
dahil, sonucu itibarıyla taşınmazın değerini hatırı sayılır ölçüde azalttığı
değerlendirmesinde bulunarak, malikin, kamu yararının gerekleri ile mülkiyet
hakkı arasında gözetilmesi gereken adil dengeyi bozan alışılmışın dışında ve
ölçüsüz bir yüke katlanmak zorunda kaldığı sonucuna varmış ve Türkiyenin ilgili
kişinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğine karar vermiştir.
Bu bağlamda, uyuşmazlık konusu
olayda da, davacıların mülkiyet haklarının belirsiz bir süre ile kısıtlandığı
açık olup bu kısıtlamanın kaldırılmaması sonucunu doğuran işlemlerde bu yönüyle
hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Diğer yandan, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi aynı kararında, böylesi karmaşık ve düzenleme yapılmasını
gerektiren alanlarda Devletlerin şehir planlamasına yönelik politikalarında
belirli bir takdir payından yararlanmalarının doğal olduğunu, güdülen amaç
çerçevesinde, mülkiyet hakkına yönelik müdahalede genel kamu menfaatlerine
riayet edildiği değerlendirmesinde de bulunmuştur. Keza, Anayasa Mahkemesi, İmar
plânlarının uygulamaya geçirilmesindeki kamusal yarar karşısında mülkiyet
hakkının sınırlanmasının demokratik toplum düzeninin gerekleriyle çelişen bir
yönü bulunmadığını belirtmiştir.( Anayasa Mahkemesinin 29.12.1999 günlü,
E:1999/33, K:1999/51 sayılı kararı)
Bu nedenle, kamu yararının
gerekleri ile mülkiyet hakkı arasında gözetilmesi gereken adil dengenin
bozulduğundan ve mülkiyet hakkının kullanımının belirsizliğe itildiğinden
sözedilebilmesi için, imar planının onaylanmasından sonra kamulaştırmanın ne
kadar zaman içinde yapılması gerektiği belirlenmelidir.
Bugün itibarıyla, mevzuatta bu
konuyu düzenleyen açık bir düzenleme yer almamaktadır.
3194 sayılı Yasanın 13.
maddesinin, Anayasa Mahkemesince iptal edilen 3. fıkrasında, imar planının
onaylanmasından itibaren, beş yıl sonra müracaat edildiğinde, umumî hizmetlere
ayrılan alanlarda , hizmet ile ilgili yapıların yapımından vazgeçildiğine dair
görüş alınması şartıyla, taşınmaz maliklerine bazı haklar tanınmıştır.
Diğer yandan, 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanununun 23. maddesinde, kamulaştırma bedelinin kesinleşmesi
tarihinden itibaren
beş yıl içinde,
kamulaştırma ve devir amacına uygun hiç bir işlem veya tesisat yapılmaması veya
kamu yararına yönelik bir ihtiyaca tahsis edilmeyerek taşınmaz malın olduğu gibi
bırakılması şartıyla malike taşınmazını geri alma hakkı öngörülmüştür.
Görüldüğü üzere, yasa koyucu,
mülkiyet hakkını ilgilendiren konularda, idarenin beş yıl boyunca hareketsiz
kalmasını, malikler lehine bazı haklar doğması bakımından yeterli görmüştür.
Yasa koyucunun bu eğiliminin,
uyuşmazlık konusu olayda da kıyasen uygulanması hukuka ve hakkaniyete uygun
olacağından, imar planlarının onaylanmasından itibaren beş geçmesine karşın,
ilgili idarelerce kamunun kullanımına ayrılan taşınmazların kamulaştırılmaması
durumunda, mülkiyet hakkının kullanımının belirsizliğe itildiğini, dolayısıyla,
kamu yararının gerekleri ile mülkiyet hakkı arasında gözetilmesi gereken adil
dengenin bozulduğunu kabul etmek gerekmektedir.
Uyuşmazlık konusu olayda da,
söz konusu beş yıllık süre geçmiştir.
Bu itibarla, davacıların
başvurusu üzerine 3194 sayılı İmar Kanununun 10. maddesi hükmü uygulanmak
suretiyle maliki oldukları taşınmazın davalı belediyece imar programına alınması
, bu program dahilinde geciktirilmeksizin kamulaştırılması zorunludur.
Dava konusu olan uyuşmazlığa
ilişkin olarak yukarıda açıklanan hukuki sonuca varıldıktan sonra, davalı
idarenin, özellikle İstanbul, Ankara gibi metropoller için yapılmış imar
planlarında kamunun kullanımına ayrılmış olan yerlerin tümünün aynı anda imar
programlarına alınamayacağı , dolayısıyla hepsinin birden kamulaştırılamayacağı,
mali ve idari yönden bunun imkan dahilinde olmadığı yolundaki iddialarının da
değerlendirilmesi gerekli görülmüştür. 5393 sayılı Belediye Kanunun 14.
maddesinde, hizmetlerin yerine getirilmesinde öncelik sırasının belirlenmesinde,
belediyenin malî durumu yanında hizmetin ivediliğinin dikkate alınacağı kuralına
yer verilmiştir. Ayrıca 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 3. maddesinde,
idarelerce yeterli
ödenek
temin edilmeden kamulaştırma işlemlerine başlanılamayacağı kuralı yer almıştır.
Bu kurallar uyarınca, imar planlarını hazırlamakla yükümlü olan idarelerin ,
ilgili diğer idarelerle koordinasyon içinde hareket ederek, gerek imar
planlarının, gerek imar programlarının hazırlanması aşamasında, kamu hizmetleri
için ihtiyaç duyulan ve kamulaştırılması gereken taşınmazları belirlerken,
ödenek durumunu ve hizmete duyulan ihtiyaç çerçevesinde hizmetin aciliyetini
dikkate alarak kamunun kullanımına ayrılacak taşınmazları belirlemesi, kamu
yararının gerekleri ile mülkiyet hakkı arasında gözetilmesi gereken adil
dengenin bozulmaması ve mülkiyet hakkının kullanımının belirsizliğe itilmemesi,
dolayısıyla uyuşmazlıklara neden olunmaması için hukuka uygun bir yöntem
olacaktır.
Bu durumda, aksi yöndeki dava
konusu işlemde hukuka uyarlık görülmemiştir.
Açıklanan nedenle, davalı
idarenin temyiz isteminin reddine, Ankara 6. İdare Mahkemesinin 23.5.2007 günlü,
E:2007/458, K:2007/1032 sayılı kararının yukarıda yer verilen gerekçeyle
ONANMASINA, 24.5.2012 gününde oybirliği ile karar verildi.