İlamı uygulamamak Anayasaya Aykırı. Danıştay kararı.
Tarih: 25.06.2007 Saat: 11:13
Konu:


Yeni Sayfa 2

Mahkeme kararını uygulamayan kamu görevlisi tazminatı hazırlasın.
İşte Hürriyetin Haberi:

Danıştay devrim niteliğinde örnek bir karara imza attı: Rücu şartlı tazminat



Yeni Sayfa 1

Hükümet’le, görevden alınan Kızılay eski Başkanı Ertan Gönen arasında üç yıldır süren hukuk savaşında, Danıştay devrim niteliğinde örnek bir karara imza attı.

Danıştay, yargı kararını uygulanmadığı için tazminata hükmetti ve bunun bürokrasideki sorumlulara rücu edilmesini istedi. Gönen, kendisini görevden alan Bakanlar Kurulu kararının yürütmesinin durdurulmasına ilişkin yargı kararı uygulanmadığı için Başbakanlık, İçişleri ve Ankara Valiliği aleyhine Danıştay 10. Dairesi’nde, 100 bin YTL’lik manevi tazminat davası açtı. Daire, Gönen’in tazminat talebini, "Yargı kararını uygulamayan ve bu konuda kişisel kusuru bulunan kişi veya kişilere rücu edilmek kaydıyla" ve kısmen 30 bin YTL olarak kabul etti. Karar, kusurlu kişilere "rücu edilmek" üzere Maliye Bakanlığı’na da tebliğ edildi. Danıştay, bu yöndeki ilk örnek kararını, Anayasa’nın "Tazminat cezalarını rücu" uygulaması getiren 129. maddesine dayandırdı. Kararda, "İdarelerin yargı kararını uygulanmasını sağlamayan, uygulamadan kaçınan yetkili ve görevlilere Anayasa’nın 129. maddesi uyarınca adli yargıda dava açmak suretiyle rücu etmesi gerektiği açıktır" denildi. Bu karar yargı kararını uygulamayan bakan ve üst düzey bürokratlara devletin ödediği tazminatı rücu etmesinin zorunlu ve "Anayasal bir ödev olduğunun" tescili anlamına geliyor.

Hürriyet

 Danıştay daha önce de benzeri kararları vermişti. Örneğin;

 

Kayseri İd. Mah.’nin 5.4.2002 gün ve
E: 2001/1383, K: 2002/351 s.k.
115

Kararın Özeti

Anayasaya göre, idarelerce yargı kararının uygulanmamasından söz edilemeyeceği, yargı kararını ancak kişilerin uygulamayabileceği hk.

Anayasanın 2. maddesinde; Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti olduğu vurgulanmakta ve 138. maddesinin son fıkrasında “Yasama ve Yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştirilemez ve bunların yerine getirilmesini geciktire­mez.” yolunda açık, kesin ve buyurucu bir kurala yer verilmektedir. Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 4001 sayılı Kanunla değişik 28. maddesinin 1. fıkrası; Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahke­melerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idarenin, en geç otuz gün içinde işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mec­bur olduğu şeklindeki kuralıyla Anayasanın 2. maddesinde yer alan “Hukuk Dev­leti” ilkesine uygun bir düzenleme getirmiş olup, 3. fıkrasında da; Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edil­meyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabileceği hükme bağlanmıştır.

Anayasanın 2. maddesinde yer alan “Hukuk Devleti” ilkesinin doğal sonucu olarak idarenin mahkeme kararlarını “aynen” ve “gecikmeksizin” uygulamaktan başka bir seçeneği bulunmamaktadır. Bu kural, idareye kararın tebliğ tarihinden başlayıp otuz günün dolmasına kadar süren bir uygulamama yetkisi tanıyan bir hüküm değildir. Aksine maddede kararların derhal uygulanması ilkesi benimsen­miş olup, her durumda bu sürenin otuz günü aşamayacağı, kararların uygulanması için idarelerin gereksinim duydukları sürenin nihayet otuz günle sınırlı bulunduğu hükme bağlanmıştır. Diğer taraftan Anayasanın 11. maddesinde; Anayasa hüküm­lerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu belirtilerek Anayasanın bağlayı­cılığı ve üstünlüğü kamu görevlileri yönünden tekrar ve teyit edilmiştir. Bu nedenle bir kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında, hukuk kurallarına uyulmaması hizmeti yürüten idarenin ağır hizmet kusuru işlediğini gösterir ve tazmin sorumluluğunu doğurur.

Dosyanın incelenmesinden; Davacının ..... İdare Mahkemesi Üyeliğine atanması nedeniyle bu göreve başladıktan sonra 30.11.1999 günlü dilekçesi ve lojman talep formu ile boş olan ya da boşalacak olan dairelerden birinin kendisine tahsis edilebilmesi için ..... Adli Yargı Adalet Komisyonuna başvurduğu, başvuru­sunun boş daire olmadığı gerekçesiyle 13.1.2000 günlü, 11 sayılı karar ile redde­dildiği, lojman tahsis talebinde bulunan hakimlerin lojman talep formundaki be­yanlarına göre yapılan puanlama neticesinde Hakim İA’ın 54.75 puanla birinci, Hakim CE’in ise 45.1 puanla ikinci sırada yer aldığı ve bundan sonra lojmanda daire boşalması halinde puanlama sırasına göre tahsis işlemi yapılmasının Komis­yonun 13.1.2000 günlü 12 sayılı kararı ile kararlaştırıldığı, ..... Hakimi YY’ın Ko­misyonun 15.7.1999 günlü 353 sayılı kararı ile tahsis edilen ..... İli ..... Mahallesi ..... Caddesindeki Adliye Lojmanının 24 no.lu dairesine taşınmayarak 25.1.2000 günlü dilekçesi ile lojman hakkından feragat etmesi üzerine 13.1.2000 günlü, 12 sayılı karar ile yapılan puanlama sonucunda birinci sırada bulunan ..... Hakimi İA’a boş olan 24 no.lu dairenin tahsisine Komisyonun 27.1.2000 günlü 36 sayılı kararı ile karar verildiği, bunun üzerine davacı tarafından ..... Adli Yargı Adalet Komis­yonunun 13.1.2000 günlü ve 12 sayılı kararının, bu karara yapılan itirazın reddine ilişkin 17.2.2000 gün ve 87 sayılı kararın ve Hakim İA’a lojman tahsisine ilişkin kararın iptalleri istemi ile Mahkememizin E: 2000/255 sayısına kayden dava açıl­dığı, dava açılmasından sonraki aşamada ..... Bölge İdare Mahkemesi Başkanı CK’nın 14.4.2000 günlü dilekçesi ile lojmanın 14 no.lu dairesini 15.4.2000 gü­nünde boşaltacağını bildirmesi üzerine boşalan 14 no.lu dairenin Komisyonun 20.4.2000 günlü ve 195 sayılı kararı ile davacıya tahsisine karar verildiği, Mahke­memizce yapılan yargılama sonucunda 20.5.2000 gün ve E: 2000/255, K: 2000/402 sayılı kararla davacının puanına göre birinci sırada olması ve dava konusu edilen karar ile Hakim İA’a tahsis edilen 24 no.lu dairenin davacıya tahsis edilmesi gere­kirken Komisyonun 13.1.2000 günlü ve 12 sayılı kararı ile yapılan hatalı puanla­maya ve sıralamaya dayanarak 27.1.2000 günlü ve 36 sayılı Komisyon kararı ile yapılan tahsis işleminde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu edilen puanlamaya ve lojman tahsisine ilişkin kararların iptaline hükmedildiği, anılan kararın davalı Komisyon Başkanlığına 15.6.2000 tarihinde tebliğ edildiği, davacının kararın uygulanması yönünde 13.6.2000 tarihli dilekçe vermesi ve Mah­keme kararının kendilerine tebliği üzerine Komisyon Başkanlığınca; davanın yü­rütüldüğü sırada davacıya lojman tahsis edildiği, ortada menfaat çatışması kalma­dığından davanın da konusuz kaldığı dolayısıyla kararın uygulanma özelliği olma­dığı, İdare Mahkemesi kararına göre yeniden işlem yapılmasında hem pratik açıdan yarar görülmediği hem de hukuki ve fiili imkansızlık oluştuğu, bu nedenle isteğin yerinde görülmediği yolunda 22.6.2000 günlü ve 2000/321 sayılı karar verildiği anlaşılmaktadır.

Her ne kadar davalı idarece E: 2000/255 sayılı dava açıldıktan sonra dava­cıya başka bir lojman tahsis edildiği ve davanın konusuz kaldığı iddia edilmekte ise de yargılamanın bu hususta dikkate alınarak devam ettirildiği ve sonuçta Hakim İA’ya tahsis edilen 24 no.lu dairenin davacıya tahsis edilmesi gerekliliği vurgulana­rak tahsis işlemlerinin iptallerine hükmedildiği, davalı idarenin mahkeme kararını uygulama ve icaplarını yerine getirme noktasında Anayasa ve Yasa hükümleri ile bağımlı ve zorunlu kılındığı, bu yükümlülüğün ancak kararın aynen uygulanma­sıyla yerine getirilebileceği, davalı idarenin uyuşmazlığı kendisi tanımlayıp buna bağlı olarak yaptığı tasarruf mahkeme kararının yerine getirilmesi olarak nitelendi­remeyeceği, hareket noktasının mahkeme kararı ve bunun uygulaması olması ge­rektiği kuşkusuz olup, olayın belirtilen gelişimi hukuki olarak değerlendirildiğinde Mahkememizce verilen iptal kararına ve Anayasanın yukarıda sözü edilen açık hükmüne rağmen davalı idarenin yargı kararını uygulamaktan kaçındığı ve böyle­likle hizmet kusuru işlediği açıktır.

Doktrinde de kabul edildiği üzere manevi tazminat, patrimuanda meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı olmayıp, manevi tatmin aracıdır. Başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunla hale getirmektedir. Olayın geli­şimi ve sonucu ilgilinin durumu itibariyle uğradığı manevi zarara karşılık takdir edilecek manevi tazminatın, manevi tatmin aracı olmasından dolayı zenginleşmeye yol açmayacak miktarda, fakat idarenin olaydaki kusurun niteliğini ve ağırlığını ifade edecek ölçüde saptanması zorunlu bulunmaktadır.

Bu açıklamalar ışığında mahkeme kararı gereğinin yerine getirilmemesi su­retiyle Hukuk Devleti ilkesinin zedelenmesi ve ağır hizmet kusuru işlenmiş olması göz önüne alınarak davacıya, olay nedeniyle duyduğu elem ve ızdırabı karşılayacak şekilde ve idarenin olaydaki kusurunun niteliği ve ağırlığı ölçüsünde takdiren 750.000.000 lira manevi tazminat ödenmesi gerekmektedir.

Ancak idare adına verilen kararlarla ortaya çıkan ve yukarıda idarenin ağır hizmet kusuru olarak nitelendirilen “yargı kararını uygulamama ve/veya uygula­maktan kaçınma” eyleminin, gerçekte bu konuda idare adına yetki kullanan kamu görevlilerinin kişisel kusurlarından doğduğu açıktır. Çünkü bir hukuk devletinde, Anayasanın ve yasaların açık hükmüne karşın, hiçbir hukuki veya maddi sebep gösterilmeden bilinçli olarak sergilenen keyfi bir davranışın idareden kaynaklandı­ğını kabul etmek olanaksızdır.

Diğer yandan davacının manevi tazminata temerrüt tarihinden itibaren yasal faiz işletilmesi istemi ise manevi tazminatın niteliği gereği yerinde görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle davalı idarece olayda kişisel kusuru bulunan ilgililere rücu edilmek kaydıyla davacının 750.000.000 lira manevi tazminat ödenmesi yo­lundaki isteminin KABULÜNE.

- - · - -

D. Beşinci D’nin 17.3.2003 gün ve
E: 2002/1907, K: 2003/838 s.k.

Kararın Özeti

Yargı kararının uygulanmamasında hükmedilen manevi tazminatın kişisel kusuru bulunanlara rücu edilebileceği hk.

İdare ve Vergi Mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile in­celenerek bozulabilmeleri, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. mad­desinde belirtilen nedenlerden birinin varlığına bağlıdır. ..... İdare Mahkemesince verilen 5.4.2002 günlü, E: 2001/1383, K: 2002/351 sayılı karar ve dayandığı ge­rekçe hukuk ve yönteme uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir neden de bu­lunmadığından temyiz isteminin reddi ile anılan kararın ONANMASINA.


 

115 Bu karar D. Beşinci D’nin 17.3.2003 gün ve E: 2002/1907, K: 2003/838 sayılı kararı ile onanmıştır.

Kararın Özeti

Yargı kararının uygulanmamasında hükmedilen manevi tazminatın kişisel kusuru bulunanlara rücu edilebileceği hk.

İdare ve Vergi Mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile in­celenerek bozulabilmeleri, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. mad­desinde belirtilen nedenlerden birinin varlığına bağlıdır. ..... İdare Mahkemesince verilen 5.4.2002 günlü, E: 2001/1383, K: 2002/351 sayılı karar ve dayandığı ge­rekçe hukuk ve yönteme uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir neden de bu­lunmadığından temyiz isteminin reddi ile anılan kararın ONANMASINA.







Bu haberin geldigi yer: Imar Hukukcusu
http://www.imarhukukcusu.com

Bu haber icin adres:
http://www.imarhukukcusu.com/modules.php?name=News&file=article&sid=585