Yeni Sayfa 17
Yeni Sayfa 16
T.C.
Y A R G I T A
Y
Ceza Genel
Kurulu
Esas No :
2007/38
Karar No : 2007/44
Karar Tarihi : 20.02.2007
Van Cumhuriyet Başsavcılığının 03.03.2006 tarih ve 750-31 sayılı
iddianamesi ile; devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmaya yönelik eylemde
bulunmak, bir kişiyi öldürmek, iki kişiyi öldürmeye kalkışmak ve suç işlemek
için anlaşmak suçlarını işlediklerinden bahisle, 5237 sayılı Yasanın; 302/1. ve
3713 sayılı Yasanın 5. maddeleri, 5237 sayılı Yasanın 302/2. maddesi
yollamasıyla 82/1-c maddesi, 5237 sayılı Yasanın 302/2. maddesi yollamasıyla iki
kez olmak üzere 82/1-c ve 35/1.maddeleri, 5237 sayılı Yasanın 316/1. maddesi
ve 5237 sayılı Yasanın 53. ve 63. maddeleri uyarınca cezalandırılmaları için
haklarında kamu davası açılmış bulunan sanıklar Ali, Özcan ve Veysel’in
yargılamaları sonunda; sanık Veysel hakkındaki kamu davasının ayrılmasına,
sanıklar Ali ve Özcan’ın “…işledikleri sabit olan, dosyası ayrılan diğer sanık
Veysel ile birlikte suç işlemek için kurulmuş örgütün üyesi olmak suçundan;
5237 sayılı Yasanın 220/2, 220/3 ve 62/1. maddeleri uyarınca 1 yıl 10 ay 27 gün
hapis; mağdur Seferi’ye karşı suç işlemek için kurulmuş silahlı örgütün
amaçları doğrultusunda bomba ile tasarlayarak adam öldürmeye kalkışmak suçundan;
5237 sayılı Yasanın 37/1. maddesi yollamasıyla 82/1-(a)-(c),35/2 ve 62.
maddeleri uyarınca 12 yıl 6 ay hapis; maktul Mehmet’e karşı suç işlemek için
kurulmuş ve silahlı örgütün amaçları doğrultusunda bomba ile olası kastla adam
öldürmek suçundan; 5237 sayılı Yasanın 37/1. 82/1-(c), 61/2. madde
yollamasıyla 21/2 ve 62/1. maddeleri uyarınca 25 yıl hapis; mağdur Metin’e karşı
suç işlemek için kurulmuş silahlı örgütün amaçları doğrultusunda bomba ile
olası kastla adam yaralama suçundan, 5237 sayılı Yasanın 37/1. 86/2,
86/3-(e), 61/2. madde yollamasıyla 21/2. ve 62/1. maddeler uyarınca 6 ay hapis
cezası ile cezalandırılmalarına, hak yoksunluklarına, mahsuba, tutukluluk
hallerinin devamına, olayda kullanılan devlet malı silahların H... İl Jandarma
Alay Komutanlığına iadesine, zoralıma, suç eşyası olmayan bir kısım eşyanın suç
delili olarak saklanmasına, bir kısmının sahibine iadesine, yargılama giderine,
5237 sayılı Yasanın 50. ve 51. maddelerinin uygulanmasına yer olmadığına..”
dair 5271 sayılı Yasanın 250. maddesince özel yetkili Van 3. Ağır Ceza
Mahkemesi’nce 19.06.2006 gün ve 45-74 sayı ile ve oyçokluğuyla verilen karar;
sanık Özcan müdafii ve sanık Ali müdafii tarafından lehte, müdahiller
vekillerince aleyhte ve yerel Cumhuriyet savcısı tarafından soruşturmayı
genişletme ve görevsizlik gerekçelerini de içerecek şekilde lehte temyiz
edilmiştir.
Dosya, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 16.10.2006
gün ve 211049 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay 1.Ceza Dairesine gönderilmiştir.
Dosyayı inceleyen 1. Ceza Dairesince duruşma
yapıldıktan sonra 01.02.2007 gün ve 6157-21 sayı ile;
“İddianamedeki tavsife, temyiz kapsamına ve tavsife uygun sevk
maddesine göre; Devletin birliğini ve Ülke bütünlüğünü bozmaya yönelik eylemde
bulunmak suçundan 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302/1. maddesi, 3713 sayılı
Yasanın 5. maddesi, adam öldürmek ve adam öldürmeye teşebbüs etmek suçlarından
5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302/2. maddesi yollamasıyla 82/1-c maddesi, Türk
Ceza Kanununun 302/2. maddesi yollamasıyla 82/1-c, 35/1. maddesi (2 defa) ve suç
işlemek için anlaşmak suçundan Türk Ceza Kanununun 316/1. maddesi uyarınca
açılan kamu davalarından kurulan hükümlerle ilgili temyizen inceleme görevi
Yargıtay Yüksek 9. Ceza Dairesinin görevine girdiğinden, Yargıtay Kanununun 14.
maddesi uyarınca Dairemizin GÖREVSİZLİ?İNE, dosyanın 9. Ceza Dairesine
gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına (TEVDİİNE)..” oyçokluğu
ile karar verilirken;
Daire Başkanvekili M. Yalçın ile Daire Üyesi S.Z. İskender;
“1-İddianamede olay; H… Jandarma Komutanlığında görevli astsubay olan
sanıkların gerçek amaçlarının, olaydan önceki tarihlerde ?… İlçe merkezinde
bomba patlatılması, 5 askerin şehit olması, güvenlik güçlerinden ve
vatandaşlardan yaralananların olması ile sonuçlanan olayların sorumlusu olarak
gördükleri, 1984 yılında PKK terör örgütünce ?… İlçe Jandarma Komutanlığına
yapılan silahlı saldırıda kılavuzluk yapmak, Devletin birliğini ve Ülke
bütünlüğünü bozmak suçlarından yargılanıp ceza alan, bir süre cezaevinde yatan
Seferi’ye, onun ve bağlı olduğu PKK terör örgütünün başvurduğu yöntem ile yanıt
vermek olduğu; aralarında anlaşan sanıkların, Seferi’yi öldürmek veya ona zarar
vermek amacıyla ona ait kitapevine iki adet el bombası attıkları, Mehmet’in
öldüğü, Metin’in yaralandığı, Seferi’nin isabet almadığı; PKK terör örgütü ile
bu şekilde mücadele etmenin örgütün istediği sonuçları elde etmesine uygun bir
ortam yarattığı, somut olay ve sonrası meydana gelen toplumsal olaylar nedeniyle
kamu düzeninin bozulduğu biçiminde anlatılmıştır.
2-İddianame başlığında sanıklara atılı suçlar ve uygulanması gereken
yasa maddeleri olarak;
a)Devletin birliğini ve Ülke bütünlüğünü bozmaya yönelik eylemde
bulunmak (5237 sayılı TCK. m. 302/1),
b)Adam öldürmek (5237 sayılı TCK. m. 302/2,82/1-c),
c)Adam öldürmeye kalkışmak (5237 sayılı TCK. m. 302/2,82/1-c,35/1(iki
kez)),
d) Suç işlemek için anlaşmak (5237 sayılı TCK. m. 316/1),
Gösterilmiştir.
3-İddianamede olayın anlatılış biçiminden, öldürme ve öldürmeye
kalkışmak suçlarından dava açıldığını kabul etmek mümkündür.
Devletin birliğini ve Ülke bütünlüğünü bozmak suçundan dava
açıldığından söz edilebilmesi için, sanıkların;
A)Devletin birliğini ve Ülke bütünlüğünü bozmaya yönelik bir
fiili işleyen kişilerden olmaları (5237 sayılı TCK. m. 37/1),
B)Bu suçu işleyeni araç olarak kullanmaları (5237 sayılı TCK. m. 37/2),
C)Başkasını bu suçu işlemeye azmettirmeleri (5237 sayılı TCK. m. 38/1),
D)Bu suçun işlenmesine;
a-“Bu suçu işlemeye teşvik etmek veya suç işleme kararını
kuvvetlendirmek veya fiilin işlenmesinden sonra yardımda bulunacağını vaat
etmek,
b-Bu suçun nasıl işleneceği hususunda yol göstermek veya fiilin
işlenmesinde kullanılan araçları sağlamak,
c-Suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında yardımda bulunarak
icrasını kolaylaştırmak” suretiyle yardım etmeleri gerekmektedir (5237 sayılı
TCK. m. 39).
Oysa, iddianamede olayın anlatılış biçiminden, olayda bu
koşullardan herhangi birisinin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, Devletin
birliğini ve Ülke bütünlüğünü bozmak suçundan dava açıldığını, öldürme ve
öldürmeye kalkışma suçlarının bu suçun işlenmesi sırasında işlendiğini kabul
etmek mümkün değildir.
4-2797 sayılı Yargıtay Yasasının 14. maddesinde;
a) Kasten adam öldürme suçlarına (5237 sayılı TCK. m. 81,82) ilişkin
hükümleri inceleme ve karara bağlama görevinin Yargıtay Birinci Ceza Dairesine
ait olduğu,
b) Ceza Dairelerinin görevlerinin belirlenmesinde, iddianamede olayın
anlatılış biçiminin esas alınacağı,
c) Birden çok suçlarla ilgili davalarda en ağırını incelemeye yetkili
dairenin görevli olduğu,
Belirtilmiştir.
5-Açıldığı kabul edilen davalardan en ağır cezayı gerektireni adam
öldürme suçuna ilişkin davadır (m. 82).
6-İnceleme görevle sınırlı olarak yapıldığından ve Dairemizin görevini
etkilemediğinden, “suç işlemek için anlaşmak” suçuna ilişkin dava hakkında
görüş bildirilmemiştir.
7-SONUÇ;
Temyize konu hükümleri inceleme ve karara bağlama görevinin Dairemize
ait olduğu düşüncesiyle, çoğunluğun görevsizlik kararına katılmıyoruz.”
?eklinde karşıoy kullanmışlardır.
Yargıtay 1.Ceza Dairesinin kararı üzerine, Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığınca 02.02.2006 gün ve 211049 sayı ile;
“CMK. nun 308. maddesinde, “Yargıtay ceza dairelerinden birinin
kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, re’sen veya istem üzerine, ilamın
kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kurulu’na
itiraz edebilir. Sanığın lehine itirazda süre aranmaz” denilmek suretiyle
olağanüstü kanun yolu olarak itiraz müessesesi düzenlenmiştir.
Madde metninde, itiraz yoluna başvurulacak karar yönünden bir
kısıtlamaya gidilmemiştir. Buna göre, hükmün bozulması, onanması, düzeltilerek
onanması, temyiz isteminin reddi ve tetkiksiz iade kararlarının yanı sıra,
eksikliğin giderilmesinden sonra iade edilmesi için dosyanın mahalline
gönderilmesi ve görevsizlik kararları maddede yer alan daire kararları
kapsamındadır. Bu nedenle, dairenin her türlü kararına karşı itiraz yoluna
başvurulabilir. Dairenin kendisini görevsiz görüp dosyanın görevli daireye
gönderilmesi kararına karşı itiraz yolunun açık olduğunda kuşku yoktur
Dairelerin görevleri Yargıtay Yasasının 14. maddesinde düzenlenmiş,
1. bölümünde Hukuk, 2. bölümünde ise, Ceza Dairelerinin görevleri ve ayrıntıları
gösterilmiş, dairelerin çalışma esaslarına da 40. maddede yer verilmiştir.
14. maddenin, son iki fıkrasına göre, Ceza Dairelerinin görevinin
tayininde davadaki tavsif (dava açan belgedeki suçun nitelemesi) esas alınır;
Muhtelif suçlara ait davalarda, en ağırını incelemeye yetkili daire
görevlidir. Davaya konu suçların cezalarının aynı olması halinde ise, görev
yetkili dairelerden birine aittir.
14. madde, Hukuk Dairelerinin işinin tayininde görevi esas almasına
rağmen, Ceza Daireleri arasındaki görevi iş bölümü esasına dayandırmıştır. Genel
olarak dairelerin görevleri ve çalışma esaslarını düzenleyen 40. maddede yer
alan “görev ve iş bölümü” sözcüklerinden “iş bölümü” sözcüğünün, Ceza
Dairelerine yönelik olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu
26.12.1988 tarih ve 1-325/566 sayılı kararında aynı esası kabul etmiş, Ceza
Daireleri arasındaki görevin iş bölümü olduğuna vurgu yapmıştır.
14. maddenin “Bir dava dosyasının incelenerek eksikliklerinin
giderilmesinden sonra geri çevrilmesi için mahalline gönderilmesi veya
duruşmasının yapılmış olması o dosyanın görevli daireye gönderilmesine engel
teşkil etmez” hükmünü taşıyan 8. fıkrası paralelinde bir hükme Ceza Dairelerinin
görevlerini belirleyen 2. bölümde yer verilmemiştir. Bu durumda Hukuk Daireleri
dosyayı kabul edip duruşma yapsalar da görevsizlik kararı verecek, Ceza
Daireleri ise, dosyayı kabul edip duruşma yaptıktan sonra görevsizlik kararı
veremeyeceklerdir. Nedeni ise, yukarda açıklandığı üzere 14. maddenin 1.
kısmında hüküm bulunması, Ceza Daireleri arasında görev yönünden iş bölümü
esasının hakim olmasıdır.
Bu yasal tespitler bağlamında davanın dairenin görevi yönünden
değerlendirilmesinde:
İddianamenin ikinci sayfasında şüphelilere yüklenen suçların devletin
birliği ve ülkenin bütünlüğüne yönelik eylemde bulunmak, adam öldürmek, adam
öldürmeye teşebbüs ve suç için anlaşmak şeklinde gösterildiği ve buna uygun
öyküleme ve tavsifte bulunulduğu, ancak devletin birliği ve ülkenin bütünlüğüne
yönelik eylemde bulunmanın ağırlıklı olarak anlatıldığı, tasarlayarak adam
öldürme ve adam öldürmeye teşebbüs suçlarına da bunun içinde yer verildiği,
ikinci sayfada gösterilen suçlara esas olacak şekilde tavsif yapıldığı, 5237
sayılı TCK. nun 302/1 ve 82/1-c şeklinde gösterilen sevk maddelerinin de bu
anlatım ve tavsife uygun bulunduğu, her iki sevk maddesinde de ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezasının öngörüldüğü, bu durumda temyiz davasının hem 1. Ceza
Dairesinin, hem de 9. Ceza Dairesinin görevlerinde olduğu, ancak dairelerden
birinin temyiz davasına bakması gerektiği, daha ağır olan tasarlayarak adam
öldürmekten verilen ceza dolayısıyla (mahkemece 5237 sayılı TCK. nun 302/1.
maddesinden hüküm kurulmamış olması dikkate alınarak) 1. Ceza Dairesine
tebliğname düzenlendiği açıkça görülmektedir.
İddianamedeki nitelendirme ve sevk maddeleri dikkate alındığında
tebliğnamenin 1. Ceza Dairesine gönderilmesi Yargıtay Yasasında öngörülen görev
esaslarına uygun bulunmaktadır.
Öte yandan, Daire, 40. madde uyarınca temyiz davasını kabul ederek
duruşma günü vermiş ve duruşmayı da gerçekleştirmiştir. Artık duruşma
gerçekleştirildikten sonra dairenin görevsizlik kararı vermesi, yukarda
açıklandığı üzere yasal yönden mümkün değildir.” Açıklamasıyla, Yüksek Yargıtay
1. Ceza Dairesinin 23.1.2007 gün ve 2006/6157 Esas, 2007/21 Karar sayılı
görevsizlik kararının kaldırılarak, dosyanın Yargıtay 1. Ceza Dairesine
tevdiine karar verilmesi.” nin yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle itiraz yasa
yoluna başvurulmuştur.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel
Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Görüldüğü gibi; 1. Ceza Dairesi ile Yargıtay Başsavcılığı arasındaki
uyuşmazlık Özel dairenin görevsizlik kararı vererek dosyayı 9. Ceza Dairesine
gönderip gönderemeyeceği konusuyla ilişkilidir.
Özel Daire, “5237 sayılı Yasanın 302/2. maddesi yollamasıyla 82/1-c
maddesi, 302/2. maddesi yollamasıyla iki kez 82/1-c, 35/1. maddeleri ve suç
işlemek için anlaşmak suçundan 316/1. maddesi uyarınca açılan kamu davalarından
kurulan hükümlerle ilgili temyiz davasını inceleme görevinin Yargıtay Yüksek 9.
Ceza Dairesine ait bulunduğu” görüşüyle görevsizlik kararı verirken karşı
düşünce serdeden Başkanvekili ve Üye ise; “…iddianamedeki anlatım karşısında
5237 sayılı Yasanın 302. maddesinden açılmış bir davanın varlığı kabul
edilemeyeceğinden görevin 82. maddeden kurulmuş olan hükmü incelemeye yetkili
Yargıtay 1. Ceza Dairesine ait olacağı..” görüşünü savunmuşlardır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın görüşü daha farklıdır. Başsavcılık,
5237 sayılı Yasanın 302. ve 302. madde delaleti ile 82. maddelerinin uygulanması
istemiyle açılmış kamu davalarının bulunduğunu, her iki maddedeki suçun da
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirmeleri nedeniyle, hem 302.
maddedeki suçtan kurulan hükmü incelemekle görevli olan Yargıtay 9. Ceza
Dairesinin, hem de 82. maddeden kurulan hükmü incelemekle görevli olan Yargıtay
1. Ceza Dairesinin temyiz davasını tetkikte görevli olacağını ancak, 302/1.
maddeden kurulmuş bir hüküm bulunmadığı nazara alındığında, duruşma yapmak
suretiyle işi sahiplendiği görülen 1.Ceza Dairesinin artık bundan sonra
görevsizlik kararı veremeyeceğini, Yargıtay Yasası uyarınca hukuk dairelerine
tanınan ve duruşmadan sonra görevsizlik kararı verilerek dosyayı bir diğer
daireye gönderebilme hakkı veren yetkinin ceza dairelerine tanınmamış olduğunu
ileri sürmekte ve Yargıtay 1. Ceza Dairesinin dosyayı 9. Ceza Dairesine tevdii
eden görevsizlik kararının kaldırılmasını talep etmektedir.
Konunun Genel Kurulca müzakeresinde; Yargıtay Başsavcılığının itiraz
nedenlerinin yerinde olup olmadığının değerlendirilmesi öncesinde 5271 sayılı
CYY.nın 308. maddesiyle Başsavcıya tanınan “olağanüstü itiraz yasa yolu
yetkisi”nin Yargıtay ceza daireleri arasındaki görevsizlik kararlarını kapsayıp
kapsamadığı hususunun Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 27. maddesi uyarınca “ön
mesele” olarak halli gerektiği, Başkanlık ve ilgili daire üyelerince ileri
sürülmüş ve konu bu kapsamla sınırlı biçimde öncelikle değerlendirilmiştir.
Yargıtay Dairelerinin görevleriyle ilgili işbölümü 2797 sayılı Yargıtay
Yasasının 14. maddesinde düzenlenmiş, Yargıtay İç Yönetmeliğinin 32/2. maddesi
ise; Yargıtay Başkanlar Kurulu’na bazı koşullarda Dairelerin görevlerine giren
suç türleri ile ilgili temyiz incelemelerinin bir daireden alınıp diğerine
verilmesi doğrultusunda değişiklik yapma yetkisi tanımıştır.
Yargıtay daireleri arasındaki görev uyuşmazlığının ne şekilde
çözüme kavuşturulacağı hususu 5271 sayılı CYY.nda düzenleme konusu
yapılmamıştır. Buna karşılık, 2797 sayılı Yargıtay
Yasası’nın 17. maddesinde Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun görevleri düzenlenmiş,
anılan maddenin 1. bendinde; hukuk ve ceza
daireleri arasında meydana gelen görev ve iş bölümü uyuşmazlıklarını kesin
olarak karara bağlamak ve fiili veya hukuki imkansızlık sebebiyle bir dairenin
görevine giren işe bakamaması halinde bir başka daireyi görevlendirmek Yargıtay
Başkanlar Kurulu’nun görevleri arasında sayılırken, maddenin 3. bendinde, ceza
daireleri arasında meydana gelen görev ve işbölümü uyuşmazlıklarını karara
bağlamak görevi, Ceza Daireleri Başkanlar Kurulu’na tevdii edilmiştir. Maddenin
son cümlesinde ise, Başkanlar Kurullarının itiraz üzerine veya doğrudan doğruya
verdikleri tüm kararların kesin olduğu ve bu kararlar aleyhine başka bir yargı
merciine başvurulamayacağı amir hükmüne yer verilmiştir.
Yargıtay Başkanlar Kurullarının ne şekilde oluşacağı Yargıtay
Yasası’nın 9. maddesinde gösterilmiştir. Anılan norma göre; Yargıtay’da;
1- Birinci Başkan, Birinci Başkanvekilleri ve hukuk ile ceza
daire başkanlarından oluşan Başkanlar Kurulu,
2- Birinci Başkan ile hukuk dairelerinden seçilen Birinci
Başkanvekili ve hukuk daireleri başkanlarından oluşan Hukuk Daireleri Başkanlar
Kurulu,
3- Birinci Başkan ile ceza dairelerinden seçilen Birinci
Başkanvekili ve ceza daireleri başkanlarından oluşan Ceza Daireleri Başkanlar
Kurulu bulunmakta ve anılan kurullar Yasa ile kendilerine verilen görevleri ifa
etmektedir.
Yargıtay Yasasının 7. maddesinde ise; Hukuk ve Ceza Genel
Kurullarının oluşumu düzenlenmiştir. Buna göre; Ceza Genel Kurulu, Birinci
Başkanın başkanlık etmediği veya bulunmadığı zamanlarda Ceza Birinci
Başkanvekilinin başkanlığı altında ceza dairelerinin başkan ve üyelerinden
oluşur. Aynı düzenlemeye Yargıtay İç Yönetmeliğinin 22. maddesinde de yer
verilmektedir.
İdari bir kurum niteliğindeki Ceza Daireleri Başkanlar Kurulunun tüm görevleri Yargıtay’ın iç işleyişine yönelik iken; Yargıtay Ceza Genel Kurulu; Yargıtay Yasası’nın 15. maddesinde ve bu maddedeki atıf sebebiyle diğer yasalarda kendisine verilen yargısal görevleri yerine getirmek ve kesin nitelikte karara bağlamakla yükümlendirilmiştir.
Yargıtay ceza daireleri arasındaki görev ilişkisinin iç işleyişle alakalı iş bölümü niteliğinde bulunduğu, Ceza Genel Kurulu’nun yerleşik içtihadıdır. Bu bağlamda olmak üzere; 26.12.1988 gün ve 325-566 sayılı Ceza Genel Kurulu kararında Prof. Dr. İlhan Postacıoğlu ve Prof. Dr. Baki Kuru’nun eserlerine de atıf yapılmak suretiyle; “…Dava dosyasının Yargıtay’da gideceği Daireyi tayin etmek ve bu Dairenin selahiyetini münakaşa etmek yetkisi taraflara tanınmadığına göre, bu Dairenin selahiyetini görev olarak nitelendirme imkanı yoktur. Esasen, Yargıtay Kanununda her bir Daire bakımından gösterilen iş sahasının kat’i nitelik arzetmemesi ve anılan Yasanın 17. ve Yargıtay İç Yönetmeliğinin 32/2. maddesi gereğince kanun değişikliğine gidilmeden iş hacminin icaplarına göre, daireler arasında iş dengesi sağlamak üzere bir daireye ait muayyen işlerden bazı kategorileri, takvim yılı başında toplayıp başka bir daireye nakletmek hususunda Başkanlar Kuruluna tanınan yetki de görev mefhumu ile telif edilemez. Çünkü görevi kanun tayin eder ve görevin hudutlarında bir değişiklik yapılmak gerekirse bunu yine kanun yapar. Daireler arasındaki görev bölümünde göz önünde tutulan asli gaye işbölümü dengesi olduğuna ve ihtisas mevzuu ikinci planda kaldığına göre, Yargıtay daireleri arasında iş taksimine dair ilişki “görev” değil, “işbölümü” ilişkisidir. Ayrıca daireler arasında sulh, asliye, ağır ceza gibi görev derecelendirmesi de söz konusu değildir….” görüşü benimsenmiş ve içtihadın oluşumuna konu olayda 9. Ceza Dairesinin görevine giren temyiz davasının 1. Ceza Dairesince karara bağlanmış olmasında yasaya aykırılık bulunmadığı kabul edilerek Yargıtay C.Başsavcılığının, 1. Ceza Dairesinin kararının kaldırılmasına ve meselenin 9.Ceza Dairesince karara bağlanmasının sağlatılmasına ilişkin istemi reddedilmiştir.
Bu ve benzeri kararlarda; Yargıtay daireleri arasındaki ilişkinin gerçek anlamda bir görev değil, işbölümü ilişkisi olduğu öteden beri kabul edilegelmekte; ceza daireleri arasında işbölümüne ilişkin olarak ortaya çıkabilecek benzer uyuşmazlıkların çözümü, Ceza Daireleri Başkanlar Kurulu’nca idari görev cümlesinden olmak üzere karara bağlanmaktadır. Bu kabulün doğal sonucu olarak ceza yargılaması müessesesi olan “görev” kamu düzenini ilgilendirdiği ve kamu davasının taraflarının takip ve denetimine tabi bulunduğu halde, ceza daireleriyle ilgili “işbölümü”nün, Yargıtay’ın iç düzenini ilgilendirdiği ve tarafların takip ve denetimine konu olamayacağı kabul edilmektedir.
1412 sayılı CYUY.nın 322. maddesinin 4. fıkrasında düzenlenen “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı”, 5271 sayılı CYY.nın 308. maddesinde “olağanüstü itiraz yasa yolu” adı altında benzer düzenlemeye konu edilmiştir.
Her iki yasadaki düzenlemeye bakıldığında; bu müesseseye, 1412 sayılı Yasada temyize ilişkin hükümler içerisinde yer verilmesine rağmen, 5271 sayılı Yasada olağanüstü yasa yolları arasında yer verildiği görülmektedir. 1412 sayılı Yasanın 322/4. maddesi; “Ceza dairelerinden birinin kararına karşı Cumhuriyet Başsavcısı, ilamın kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kuruluna itiraz edebilir.” biçiminde iken; 5271 sayılı Yasanın 308. maddesi; “Yargıtay ceza dairelerinden birinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, re’sen veya istem üzerine, ilamın kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kuruluna itiraz edebilir. Sanığın lehine itirazda süre aranmaz.” hükmünü taşımaktadır. Görüldüğü gibi, madde metinleri arasında önemli bir fark bulunmamakta, 308. maddede yer alan “lehe itirazda süre aranmayacağına” ilişkin cümle dışında, metinler benzerlik arzetmektedir.
Madde metnindeki anlatımın ayrık ifade içermemesi sebebiyle, ceza dairelerinden verilecek her türlü karara karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından “olağanüstü itiraz yasa yolu”na gidilebileceği, bu bağlamda, bir dairenin dosyayı diğer daireye gönderme kararının da itiraza konu edilebileceği görüşü, ilk nazarda savunulabilir görülmekte ise de bu görüşün benimsenebilir nitelikte olmadığı, yasal düzenlemelerle çelişeceği ve Ceza Genel Kurulu’nun ceza yargılaması sistemindeki konumuyla da bağdaşmayacağı ortadadır.
Gözardı edilmemelidir ki;
Yargıtay Yasasının 17. maddesi uygulamasında, ceza dairelerinden birinin kendisini görevli kabul etmeyerek dosyayı diğer daireye göndermesi durumunda, muhatap dairenin kabullenip görevi üstlenmesi halinde hiçbir çelişki doğmamakta, eğer daire bu kararı benimsemez ve karşı görevsizlik kararı verirse doğacak selbi uyuşmazlığın Yargıtayın iç idari kurullardan biri olan Ceza Daireleri Başkanlar Kurulunca çözümlenerek temyiz davasına bakacak dairenin bu kurulca kesin olarak belirlenmesi usulü benimsenmektedir. Anılan madde ile öngörülen bu düzenlemede Ceza Genel Kurulu görev üstlenmemektedir.
Yargıtayın iç çalışma düzeniyle ilgili olan, kamu davasının taraflarını ilgilendirmeyen ve iç idari kurullardan birisi durumundaki Ceza Daireleri Başkanlar Kurulu’nun müdahalesi ile çözümlenmesi öngörülen böyle bir meselenin, kamu davasının taraflarıyla ilişkili son karar mercii olan ve yargılama görevi dışında bir ödev üstlenmeyen Ceza Genel Kurulunca çözüme bağlanması, Yasa Koyucunun gerek Yargıtay Yasasıyla gerekse Ceza Yargılaması Yasasıyla güttüğü amaçla bağdaşmamaktadır.
Tartışılmaz bir gerçektir ki, Ceza Genel Kurulu, ceza yargılaması merciidir ve “Mahkeme-Yargıtay Ceza Dairesi” kurulumunun üstünde yer alır. Ceza Genel Kurulu’nun vermiş olduğu tüm kararlar “yargısaldır” ve bağlayıcı nitelikte olup, “son hüküm” mahiyetini taşır. Ceza Genel Kurulu kararlarının bir başka yargı makamınca denetlenmesi olanaksızdır. Bu kararların idari bir kurumun denetimine konu edilmesi fikrinin ise savunulabilir yönü bulunmamaktadır.
Öte yandan, gerek Ceza Yargılama Yasası gerekse Yargıtay Yasası, Ceza Genel Kurulu’na yargılama ödevi dışında, Yargıtay’ın iç çalışma düzeniyle ilgili bir işbölümü görevi yüklememektedir.
Oysa, Yargıtay C.Başsavcılığının olağanüstü yasa yolu niteliğindeki itirazının usul yönünden görüşülebilir ve karara bağlanabilir sayılması, tüm bu nitelikleri bozacaktır. Ceza Genel Kurulu, kendisini itirazı incelemeye yetkili saydığında, işbölümüyle ilişkili bir görevi çözümleyecek, Yargıtay Yasası ve İç Yönetmeliğiyle Ceza Daireleri Başkanlar Kuruluna tevdi edilen idari sorumluluğu üstlenecek ancak ne var ki, gerektiğinde itibar görmeyecek bir karara da zorlanmış olacaktır.
Örnekleme ile açıklama gerekirse;
Konu olayda, 1. Ceza Dairesinin görevsizlik kararı itiraz üzerine incelendikte, Ceza Genel Kurulu’nun 9. Ceza Dairesini görevli sayan bir karar vermesi halinde bu dairenin, anılan kararla bağlı olmasını gerektiren ve selbi uyuşmazlık yaratma hak ve yetkisini elinden alan bir yasal düzenleme bulunmadığından, Ceza Genel Kurulu kararının bağlayıcılığı ortadan kalkacak, oluşacak selbi uyuşmazlığı çözümleme görevi Ceza Daireleri Başkanlar Kurulu’na ait olacaktır. Böylece, Ceza Birinci Başkanvekilinin başkanlığında onbir Ceza Dairesi Başkanının katılımıyla oluşan, oniki kişilik “idari kurul”, Birinci Başkan, Birinci Başkanvekilleri, Ceza Daireleri Başkanları ve tüm Ceza Daireleri Üyelerinden oluşabilecek Ceza Genel Kurulu’nu denetleyen ve gerektiğinde kararlarını isabetsiz sayabilen bir yetki ile donatılmış bulunacak, idari kurul en üst ceza yargılama kurumunun üstüne çıkartılacaktır.
Karşı görüşün, anılan sakıncaları telafi düşüncesiyle, “Ceza Genel Kurulu’nun vereceği karara Dairelerin uyma zorunluluğuyla meseleyi çözümlemek önerileri” ise Yasa Koyucu yerine geçmek ve Yargıtay Yasasının açık normuyla dairelere ve Ceza Daireleri Başkanlar Kuruluna tanınan yetkileri kaldırarak yeni bir yasa yapmak olur ki, bu görüşün kuvvetler ayrılığı temel ilkesi karşısında benimsenebilir ölçü taşımayacağı açıktır.
Sadece bu gerekçelerle değerlendirildiğinde dahi Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının usulen kabul edilemez olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır.
“Ön mesele”nin çerçevesi, Yargıtay C.Başsavcılığının itiraz yetkisi olup olmamasıyla sınırlı bulunduğundan, Ceza Genel Kurullarının müzakere disiplini gereği, 1. Ceza Dairesinin duruşma açtıktan sonra görevsizlik kararı vermesinin isabetli olup olmadığını tartışmak yersiz ve olanaksız bulunduğu gibi, Yerel C.Savcılığının iddianamesinin yasal yöntemle ve usulüne uygun mahiyette hazırlanıp hazırlanmadığını, iddianamenin Yerel Mahkemece kabulünün isabetli olup olmadığını, temyiz davasının kapsamının ne olduğunu ya da hangi dairenin görevli olması gerektiğini bu evrede inceleme ve tahlile tabi tutmanın icaplı olmayacağı açıktır.
Açıklanan nedenlerle; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının; Özel Dairece verilen görevsizlik kararına karşı 5271 sayılı Yasanın 308. maddesindeki yetkiye dayanarak “olağanüstü itiraz yasa yolu”na başvurma yetkisi bulunmamaktadır. Bu itibarla itirazın reddi gerekir.
_____________________________________
İtirazın değişik gerekçe ile reddini isteyen bir kısım Genel Kurul Üyesi ise; 5271 sayılı Yasanın 308. maddesi ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına verilen yetki çerçevesinde başvurulabilecek olan itiraz yasa yolunun, olağanüstü yasa yolları arasında yer aldığını ve görevsizlik kararlarının olağanüstü yasa yolunun konusunu oluşturmayacağını belirterek, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının anılan görevsizlik kararına karşı itiraz yetkisinin bu nedenle bulunmadığı ve itirazın bu gerekçe reddedilmesi gerektiği yönünde görüş ileri sürmüşlerdir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan;
Kurul Üyelerinden Yusuf Kenan Doğan, Hamdi Yaver Aktan ve
Mehmet Hulûsi Özek;
“Van Cumhuriyet Başsavcılığının 3.3.2006 tarihli, 2005/750 soruşturma
ve 2006/331 sayılı kararıyla sanıklar hakkında açılan kamu davasında suç tarihi
9.11.2005 olarak gösterilmiş; anılan tarihin öncesi olmadığı iddianame
başlığında açıkça belirtilmiştir.
İddianame öncesi başlatılan soruşturmadaki maddi olay, söz konusu
tarihte ?… İlçe Merkezinde bulunan bir kitabevine bomba atılması sonucu bir
kişinin ölümü ve bir kişinin yaralanmasıdır. Nitekim, 1. Ceza Dairesinin
1.2.2007 gün ve 2006/6157 esas ve 2007/21 sayılı kararındaki karşıoy yazısında
bu yön açık olarak ifade edilmektedir. Gerçekten de karşıoy yazısında;
“İddianamede olay; H... Jandarma Komutanlığında görevli Astsubay olan
sanıklarının gerçek amaçlarının, olaydan önceki tarihlerde ?... İlçe Merkezinde
bomba patlatılması, 5 askerin şehit olması, güvenlik güçlerinden ve
vatandaşlardan yaralananların olması ile sonuçlanan olayların sorumlusu olarak
gördükleri, 1984 yılında PKK terör örgütünce ?… İlçe Jandarma Komutanlığına
yapılan silahlı saldırıda kılavuzluk yapmak, Devletin birliğini ve Ülke
bütünlüğünü bozmak suçlarından yargılanıp ceza alan, bir süre cezaevinde yatan
Seferi’ye, onun ve bağlı olduğu PKK terör örgütünün başvurduğu yöntem ile yanıt
vermek olduğu; aralarında anlaşılan sanıkların, Seferi’yi öldürmek veya ona
zarar vermek amacıyla ona ait kitabevine iki adet el bombası attıkları,
Mehmet’in öldüğü, Metin’in yaralandığı, Seferi’nin isabet olmadığı, PKK terör
örgütü ile bu şekilde etmenin örgütün istediği sonuçları elde etmesine uygun bir
ortam yarattığı somut olay ve sonrası meydana gelen toplumsal olaylar nedeniyle
kamu düzeninin bozulduğu…”
şeklinde anlatılmıştır.
Kuşkusuz ki iddia, yargılama sonunda kuşkuya yer bırakmayacak ölçüde
açıklığa kavuşacaktır./kavuşturulmalıdır!
Suç tarihinin tek bir tarih olarak gösterilmesine, soruşturmanın bu
yönde yapılmasına karşın; Türkiye Büyük Millet Meclisinden alınan bir ifade
tutanağı ile açık kimliklerinin doğru olup olmadığı
değerlendirilmeden/doğrulatılmadan, dilekçe sahiplerinin bilgilerine
başvurulmadan, dilekçe içerikleri test edilmeden, araştırılmadan doğrudan
doğruya ve bütünüyle hiçbir iddianamede görülemeyecek, iddianame düzenleme
sorumluluğuyla bağdaşmayacak ölçüde ihbar dilekçeleri birbirine eklenerek,
?...’deki olayla bağlantısı somut olarak gösterilmeden soruşturma konusu maddi
olayın iki katı uzunluğunda bir takım çözümlemeler yapılarak iddianame
tamamlanmış ve özel yetkili mahkemeye tevdi edilmiştir.
Ancak, yasadışı örgüt iddianamelerinde ve doğru olarak yapıldığı halde;
uyarlanması olanağı mevcut olmamasına karşın, sanıklar, PKK-Kongra-Gel Terör
örgütü üyesi gibi kabul edilerek, örgütün analizi yapıldıktan sonra;
“Temelde Devlet denilen bürokratik aygıt ile seçilerek gelen siyasi
hükümetler arasında bir gerilim mevcuttur. Bu gerilim zaman zaman gizli ve açık
çatışmaya dönüşebilmektedir.”
?eklindeki varsayımdan hareketle bu kez
“seçilmişler-atanmışlar” gibi gereksiz ve yapılmaması gereken bir tartışma
iddianameye taşınmış; çözümlemeden dolaylı olarak “seçilmişler” yanında tavır
alınmak suretiyle siyasal kimlik takınılarak iddianame yazım tekniğinden
uzaklaşılmıştır. Gerçekten de, “devletin bekasını korumak ve temsil etmekle
görevli olan bürokratik aygıt içerisine sızmalar olması halinde bürokrasinin
kendisi Devletin bekasını tehdit eder noktaya gelebilir.” değerlendirmesi,
yaptığımız yorumu haklı kılmaktadır.
Öte yandan;
“Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan ve Cumhuriyetin ilanında da kabul
edilerek devam ettirilen modernlik projesi Kürt milliyetçiliğinin ve siyasal
İslam’ın devletin temel yaklaşımlarına hakim olmasını temel tehdit unsurları
olarak belirlemiştir. Bugün kimi çevrelere göre siyasetin gizli ajandası bu iki
temel tehdidi içermektedir. Ayrıca çevreden gelerek merkezi ele geçirme çabası
içerisinde olan unsurlar modernlik projesinin sahibi olan sivil/askeri
bürokratik etiği oldukça rahatsız etmektedir. O halde devlet içerisinden kimi
ideolojik gruplaşmaların çıkar çevreleri ile işbirliği içerisinde temel risk
faktörü olarak gördükleri siyasi iktidara karşı tavır geliştirmesi
beklenmeyen bir durum olmalıdır.” analizi ise doğruluğu tartışmalı olsa da bir
sosyoloğun değerlendirmesini anımsatmakta ve toplumbilimsel olarak karşı
görüşlerin olabileceği gerçeğini yok saymaktadır. Türkiye Cumhuriyetini kuran
kadronun, kuruluştan kaynaklanan, ulus ve ulus-devlet yaratma projesinin
getirdiği ve iddianamede “siyasetin gizli ajandası” şeklindeki
nitelemeyle adeta suçlama konusu yapılan duyarlılıkların doğruluğunun
tartışılacağı yerin iddianame olamayacağı düşünülmediği gibi siyasal İslam ve
etnik milliyetçiliğin tehlike yaratmayacağı üstü örtülü şekilde vurgulanarak bu
hassasiyetlerin yanlış olduğu izlenimi verilmekte ve dahası siyasal söylem yüklü
değerlendirme yapılmaktadır.
Bu denli yersiz değerlendirmelerle yüklü iddianame, öyle anlaşılıyor
ki, CMK.nun 174. maddesi içeriği göz önüne alınmadan mahkemece de kabul
edilmiştir.
Birinci Ceza Dairesinin yine karşıoyunda açıklandığı üzere;
“Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak suçundan dava
açıldığından söz edebilmesi için sanıkların;
“A) Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmaya yönelik bir fiili
işleyen kişilerden olmaları (5237 sayılı TCK.nun 37/1)
B) Bu suçu işleyeni araç olarak kullanmaları (5237 sayılı TCK.nun 37/2)
C) Başkasını bu suçu işlemeye azmettirmeleri (5237 sayılı TCK.nun 38/1)
D) Bu suçun işlenmesine;
a- Bu suçu işlemeye teşvik etmek veya suç işleme kararını
kuvvetlendirmek veya fiilin işlenmesinden sonra yardımda bulunacağını vaat
etmek,
b- Bu suçun nasıl işleneceği hususunda yol göstermek veya fiilin
işlenmesinde kullanılan araçları sağlamalı,
c- Suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında yardımda bulunarak
icrasını kolaylaştırmak.. suretiyle yardım etmeleri gerekmektedir. (5237 sayılı
TCK.nun 39)”
Oysa, iddianame olayın anlatılış biçiminden, olayda bu koşullardan
herhangi birisinin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, Devletin birliğini
ve ülke bütünlüğünü bozmak suçundan dava açıldığını, öldürme ve öldürmeye
kalkışma suçlarının bu suçun işlenmesi sırasında işlendiğini kabul etmek mümkün
değildir.”
Maddi olay; Yargıtay C.Başsavcılığınca da bu nitelikte görüldüğü için
tebliğname Birinci Ceza Dairesine düzenlenmiş ve dosya tevdi edilmiştir.
2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 40. maddesinin 3. fıkrası “Yargıtay
incelemesi için dairelere gelen dosyalar bekletilmeksizin görev ve iş bölümü,
temyiz kabiliyetinin bulunup bulunmadığı, temyiz isteminin süresi içinde olup
olmadığı, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönlerinden ön incelemeye tabi
tutulur.” hükmünü getirmektedir.
Anılan maddenin 4. fıkrasına göre de;
“Ön inceleme sırasında, temyiz incelemesinin başka daireye ait olduğu,
temyiz kabiliyetinin bulunmadığı, temyiz isteminin süresi içinde olmadığı,
temyiz şartının yerine getirilmediği veya diğer usul eksiklikleri bulunduğu
saptanan dosyalar dairede öncelikle incelenip karara bağlanır.”
Yargıtay Kanununun 40. maddesinin 3. ve 4. fıkralarına göre inceleme
yapıldıktan sonra ve eksiklik görülmemiş olacak ki, Birinci Ceza Dairesi bu
dosyada duruşma günü tespit etmiş, sanık müdafilerine bildirmiş ve nihayet
duruşma yapmıştır.
Hukuk Dairelerinin görevlerini düzenleyen Yargıtay Kanununun 14.
maddesinde 1-f yeralan “Bir dava dosyasının incelenerek eksikliklerinin
giderilmesinden sonra geri çevrilmesi için mahalline gönderilmesi veya
duruşmasının yapılmış olması o dosyanın görevli daireye gönderilmesine engel
teşkil etmez.” şeklindeki hükmün, ceza daireleri için düzenlenmediği de
unutulmamalıdır. Kaldı ki, hukuk daireleri için yasayla öngörülen bu kural dahi
mutlak olmayıp, Başkanlar Kurulunca hukuk dairelerinin görevlerinin
değiştirilebilmesi olanağı mevcuttur. (2797 S.K.M. 17.)
Yargıtay Daireleri arasındaki dosyaya bakma görevi, iş bölümü esasına
dayanır. 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 17. ve Yargıtay İç Yönetmeliğinin 32/2.
maddeleri içeriğinden işbölümü esası olduğu anlaşılmaktadır.
Birinci Ceza Dairesi ön inceleme yaptıktan sonra bir karar yani
Dokuzuncu Ceza Dairesine tevdi kararı vermemiştir; duruşma gününü tespit
ettikten ve duruşma yaptıktan sonra dosyayı Dokuzuncu Ceza Dairesine
göndermiştir. Bu süreç içinde, yani ön inceleme yapıldıktan sonra duruşma günü
tespiti, müdafilere duruşma gününü bildirme ve duruşma yapmak bir yargılama
faaliyetidir. Bu faaliyet içinde 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunun
Yargıtay’daki duruşmalarla ilgili Duruşmada Usul başlıklı 300. maddesinin
2. fıkrasına göre de Yargıtay C.Savcısının görüşü sorulmak durumundadır.
Bu emredici hükmün gereği de yerine getirilmemiştir.
Bütün bu hükümler ile yargılama faaliyeti ve eksiklik yine bir
yargılama faaliyeti yapacak olan Ceza Genel Kurulunda denetlenebilmelidir.
Ceza Muhakemesi Kanunun 308. maddesi “Yargıtay Ceza dairelerinden
birinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, re’sen veya istem
üzerine, ilamın kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel
Kuruluna itiraz edebilir. Sanığın lehine itirazda süre aranmaz” hükmünü
getirmektedir.
Madde gerekçesine göre “itiraz, daire kararında gerek maddi ve gerek
usul hukukuna aykırı olduğu saptanan hususlara yönelik olabilir.” ‘Prof. Dr.
Cumhur ?ahin: Ceza Muhakemesi Kanunu GAZİ ?erhi, Ankara, 2005, S. 905.)
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 308. maddesi daire kararları arasında bir
fark gözetmediğini içeriğiyle açıkladığı gibi, gerekçesiyle de pekiştirmektedir.
1412 sayılı Ceza Muhakemesi Usul Kanunun 322/4. madde-fıkrasında
düzenlenen müessese aynen Ceza Muhakemesi Kanununun 308. maddesi olmuştur. Her
iki yasa döneminde de bu tür itiraz, olağanüstü itiraz olarak nitelendirilmekte
ve Yargıtay Ceza Dairelerinin tüm kararlarını kapsadığına öğretide birlik
bulunmaktadır. (Prof. Dr. Öztekin Tosun, Suç Muhakemesi Hukuk Dersleri, Cilt 2,
1976, İstanbul, S. 253-255, Prof. Dr. Faruk Erem: Ceza Genel Usulü Hukuku,
Ankara, 1973, S. 571 vd: Prof. Dr. Nurullah Kenter: Ceza Muhakemesi Hukuku,
İstanbul, 1974 5. Baskı, S. 751; Prof. Dr. Bahri Öztürk – Dr. Veli Özer Özbek –
Dr. Mustafa Ruhan Erdem: Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuk, Ankara, 2001, S. 821
vd.)
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra da
öğretide aynı açıklamalar yapılarak, ceza dairelerinin kararları arasında bir
ayrım olmadığı vurgulanmıştır, (Prof.Dr. Bahri Öztürk- Doç.Dr. Mustafa Ruhan
Erdem: Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, Ankara, 2006, s.723 vd; Prof Dr.
Erdener Yurtcan: Ceza Muhakemesi Kanunu ?erhi, İstanbul, 2005, s.844.)
Çoğunluğun görüşünün kabulü CMK.nun 308. maddesinde ve gerekçesinde
olmayan bir ayrımın, var olduğunu benimsemek anlamına gelmektedir. Olağanüstü
itirazı düzenleyen CMK.nun 308. maddesi Ceza dairelerinin kararlarından
sözetmesine karşın, çoğunluk en azından “şimdilik” görevsizlik/tevdi
kararlarını dışlamaktadır. Bu görüş pozitif düzenlemeye uygun düşmemektedir.
Gerektiğinde başvurulan gerekçeden de bu sonuca varılması olanağı
bulunmamaktadır. Ve yine bu görüşe göre, ceza dairelerinin ancak bazı
kararlarına olağanüstü itiraz mümkündür; ya da bir başka ifadeyle ceza
dairelerinin bazı kararlarına, somut olarak bakıldığında başka bir daireye
görevsizlik/tevdi kararına olağanüstü itiraz mümkün değildir.!(?)
Oysa, 1412 sayılı Ceza Muhakemesi Usulü Kanunu evresinde 322/4. madde
ve fıkrasına göre yapılan olağanüstü itirazda Yargıtay Ceza Daireleri arasındaki
ilişkinin işbölümü olduğu kabul edilerek itiraz reddedilmişken, “itiraz
edilemez” gibi bir görüş ortaya çıkmamıştır. Gerçekten de Ceza Genel Kurulu’nun
6.10.1986 tarih ve 208/422 sayılı Kararının içeriğinden bu husus o kadar açıktır
ki, tartışmasız bir şekilde itiraz edilebilirlik benimsenmiştir. Anılan kararda,
bir dosyayı Birinci Ceza Dairesi karara bağlanmış, ancak itirazın konusunun
Dokuzuncu Ceza Dairesinin görevine girdiği gerekçesiyle itiraz edilmiş ise de,
Ceza Genel Kurulu, işbölümü esasına dayanarak itirazı bu noktadan
reddetmiştir. Yoksa itiraz edilemezlik noktasından tartışmaya dahi girmemiştir.
(Mehmet Uygun –Vural Savaş- Sadık Mollamahmutoğlu: Ceza Genel Kurulu Kararları,
Ankara, 1991- s.8- 11)
Aradan geçen sürede, pozitif düzenlemeler her nekadar iki ayrı yasada
olsa da, aynı olmasına karşın ayrı ayrı karar çıkması Ceza Genel Kurulu’nun
“istikrar” aranması gereken kararlarındaki doğrultuyu da bozmaktadır. Teknik
düzeyi yüksek bir konuda farklı kararlar bulunması kuşkusuz ki istikrar olduğu
anlamına gelmeyecektir.
“Görevsizlik/tevdi kararlarına itiraz edilemez, Başkanlar Kurulu çözüme
kavuşturacaktır.” görüşünün de benimsenmesini yerinde görmemekteyiz. Ortada
görev uyuşmazlığı çıkmamıştır ki, bu düşünce haklı olabilsin! Yargılama
faaliyeti sonunda verilen karar yine yargılama faaliyeti sonunda
denetlenmelidir.
Birinci Ceza Dairesinin görevsizlik/tevdi kararını itiraz edilebilir
nitelikte görüyor ve çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
Kurul Üyesi Ali Rıza Çınar;
“Yüce Ceza Genel Kurulun kararında da özetlendiği üzere, atılı
suçlardan hüküm giyen sanıklar hakkındaki kararları, Yüksek 1.Ceza Dairesi,
yargılama makamı olarak, temyiz yargılamasını/incelemesini duruşmalı olarak
yaptıktan sonra, “temyizen inceleme görevi, Yargıtay Yüksek 9. Ceza Dairesinin
görevine girdiğinden” görevsizliğine oyçokluğuyla karar vermiştir.