İDARİ YARGI KARARLARININ UYGULANMASI
Tarih: 26.03.2007 Saat: 10:00
Konu: imar planı davaları


Bu çalışma http://www.danistay.gov.tr/idari_yargi_kararlarinin_uygulanmasi.htm den alınmıştır.

İDARİ YARGI KARARLARININ UYGULANMASI (GENEL RAPOR) Uluslararası Yüksek İdari Yargı Mercileri Derneği VIII. Kongresi Madrid, 26-28 Nisan 2004 ÖNSÖZ Dünya çapında farklı idari yargı kurumları arasında, ikili ilişkiler dışında, görüş alışverişini sağlayacak uluslararası düzeyde bir örgütlenmeye gidilmesi fikri ilk kez, Uluslararası İdari Bilimler Enstitüsü’nün İspanya’nın başkenti Madrid’de 1 Haziran 1980 tarihinde yapılan Kongresinde tartışılmış ve bir uluslararası dernek kurulması önerilmiştir. Öneri 1983 yılında uygulamaya konularak merkezi Fransa’nın başkenti Paris’te olan Uluslararası Yüksek İdari Yargı Mercileri Derneği[1] kurulmuştur. Derneğin 1983 yılında Paris’te yapılan ilk Kongresine gözlemci olarak katılan Danıştayımız, 3.12.1987 tarih ve 87/12321 sayılı Bakanlar Kurulu kararı[2] ile verilen izinle derneğe üye olmuştur. Dernek her üç yılda bir, önemli idare hukuku ve idari yargı konularının tartışıldığı bir Kongre yapmaktadır. Danıştayımız, derneğin kuruluşundan günümüze kadar düzenlenen sekiz Kongreye de hazırladığı raporlarla katılmıştır. Günümüzde 55 mahkeme ve uluslararası kuruluş derneğin üyesidir. Ayrıca 15 mahkeme ve kuruluş gözlemci, 25 mahkeme ve uluslararası kuruluş da davetli statüsündedir. 2001 yılında Senegal’in başkenti Dakar’da yapılan 7. Kongre’de derneğin yönetim kurulu üyeliğine seçilen Danıştay, Ankara’da düzenlenen 2003 yılı yönetim kurulu toplantısına da ev sahipliği yapmıştır. Çalışma dilleri İngilizce ve Fransızca olan derneğin üç yılda bir yapılan Kongreler sonrası, Kongrelerin genel raporlarını ve Kongrelerde tartışılan konu ile ilgili üye devletlerin yüksek idari yargı mercilerinin kararlarını içeren bir dergisi de bulunmaktadır. Derginin 3. sayısı 2003 yılında basılmış olup bu sayıda 2001 yılında Dakar’da yapılan Kongrenin teması olan “İnsan Hak ve Özgürlüklerinin İdari Yargıç Tarafından Korunması” konusu işlenmiştir. Derneğin 26-28 Nisan 2004 tarihleri arasında Madrid’de yapılan 8. Kongresinde ise, "İdari Yargı Kararlarının Uygulanması" konusu tartışılmış; üç ayrı komisyondaki değerlendirmeler, Kongre bitiminde bir genel rapor haline getirilmiştir. 1. Komisyon, "İdari Yargı Kararlarının Hukuksal Sonuçları" ana başlığı altında, üye ülkelerdeki farklı idari geleneklerin ve yargı kararlarının ülkeden ülkeye değişen niteliklerinin yargısal denetim üzerindeki etkilerini; idari yargı kararlarının geriye yürürlüğü ile bağlı ve ilgili işlemler üzerindeki etkisi bağlamında, yargı kararlarının uygulanması-hukuksal güvence ilişkisini ve idari yargı kararlarının kesin hüküm niteliği ile buna getirilen içtihadi ve yasal sınırlamaları tartışmıştır. 2. Komisyonda, "İdari Yargı Yerlerinin Kararların Uygulanması Konusunda Sahip Olduğu Yetkiler" konusu ele alınmıştır. Üye ülkelerin hukuk düzenlerinde, yargı kararlarının uygulanmasının sağlanması ve uygulamamanın caydırılması amacıyla ne gibi önlemler alındığı ve hangi yaptırımların uygulandığı hususları, bu komisyonda karşılaştırmalı bir değerlendirmeye tabi tutulmuştur. 3. Komisyon ise, "Etkili Uygulamanın Güvenceleri" kapsamında, yargı dışı çözüm yolları ve infaz yargıcı gibi kurumlara değinmiş ve üye ülkelerdeki değişik uygulamaları ele almıştır. Genel rapor, esas itibariyle Kıta Avrupasına hakim olan idari yargı modeli ile Anglo-Sakson hukuk sistemini karşılaştırmalı olarak değerlendirmiş, ancak Anglo-Sakson sistemine bağlı kimi ülkelerde son dönemlerde ortaya çıkan ve idari yargı sistemine yaklaşan uygulamalarla, bu üç yaklaşımın dışında değerlendirilmesi gereken özgün modelleri de gözardı etmemiştir. Raporda, yalnızca hukuk düzenleri arasındaki farklılaşmalar ve bunun sonuçlarına değinilmemiş; değişik sistemlerde yer alan ortak noktalara da işaret edilmiştir. Genel hatlarıyla da olsa, raporda yer alan birçok husus; idari yargı yerlerince verilen kararların uygulanması konusunda zaman zaman sorunlarla karşılaşılan ülkemizde, idari yargının yapılanması ve yargılama usulüne ilişkin konulardaki çalışmalarda karşılaştırmalı bir değerlendirme olanağı verebilecek niteliktedir. Fransızca ve İngilizce metinlerdeki farklılıkların yol açabileceği anlam kaymalarını ve eksiklikleri önlemek amacıyla, her iki metni gözönüne alarak Türkçe'ye çevirdiğimiz genel raporun idari yargı ile ilgilenenlere faydalı olacağını umuyoruz. Namık Kemal Özlem ERGANİ ERDEM KARAHANO?ULLARI Kıdemli Tetkik Hakimi Tetkik Hakimi ?ehnaz Mustafa GENÇAY KARABULUT KARABULUT Tetkik Hakimi Tetkik Hakimi İÇİNDEKİLER TOC o "1-8" f h z u ÖNSÖZ. PAGEREF _Toc99780381 h 1 GİRİ?.. PAGEREF _Toc99780382 h 4 I – İDARİ YARGI KARARLARININ HUKUKSAL SONUÇLARI PAGEREF _Toc99780383 h 4 1 – Çeşitlilik. PAGEREF _Toc99780384 h 4 A – İdari Geleneklerin Farklılığı ve Bunun Yargısal Denetim Üzerindeki Sonuçları PAGEREF _Toc99780385 h 4 B – Yargı Kararlarının Farklılığı ve Bunun Yargısal Denetim Üzerindeki Sonuçları PAGEREF _Toc99780386 h 6 2 – İnfaz ve Hukuksal Güvence İlkesi PAGEREF _Toc99780387 h 9 A – İdari Yargı Kararları ve Geriye Yürürlük. PAGEREF _Toc99780388 h 9 B – İdari Yargı Kararlarının Bağlı ve İlgili İşlemler Bakımından Kapsamı PAGEREF _Toc99780389 h 11 3 – Kesin Hükmün Sınırları PAGEREF _Toc99780390 h 12 A – İdare Hukukunda İçtihat PAGEREF _Toc99780391 h 12 B – Kesin Hükmün Yasal Sınırları: Olağanüstü Kanun Yolları ve Yasama Müdahalesi PAGEREF _Toc99780392 h 13 II – İDARİ YARGI YERLERİNİN KARARLARIN UYGULANMASI KONUSUNDA SAHİP OLDU?U YETKİLER.. PAGEREF _Toc99780393 h 15 1 – İdari Yargı Kararlarını Uygulamakla Görevli Merciler. PAGEREF _Toc99780394 h 16 2 – İdarenin Yargı Kararlarını Uygulamamasını Caydırıcı Önlemler. PAGEREF _Toc99780395 h 19 A – Önleyici Yollar PAGEREF _Toc99780396 h 19 B – Hukuka Uygunluğu Yeniden Sağlayıcı Araçlar PAGEREF _Toc99780397 h 21 a – Doğrudan Yargısal Uygulama. PAGEREF _Toc99780398 h 21 b – Diğer Uygulama Araçları PAGEREF _Toc99780399 h 22 aa – İdari İşlemin İptali PAGEREF _Toc99780400 h 22 bb – İdareye İşlem Yapma Yükümlülüğü Getirilmesi PAGEREF _Toc99780401 h 23 cc – Para Cezası Verilmesi PAGEREF _Toc99780402 h 24 3 – Uygulamayı Teşvik Edici Veya Uygulanmamayı Caydırıcı Diğer Önlemler. PAGEREF _Toc99780403 h 26 4 – Uygulamamanın Yaptırımı: Zorla Uygulama (Cebri İcra) PAGEREF _Toc99780404 h 27 A – Para Cezası Uygulanması PAGEREF _Toc99780405 h 29 B – Disiplin Cezaları ve Hapis. PAGEREF _Toc99780406 h 30 C – Tamamlayıcı Uygulama. PAGEREF _Toc99780407 h 31 D – Devletin Sorumluluğu. PAGEREF _Toc99780408 h 31 III – ETKİLİ UYGULAMANIN GÜVENCELERİ PAGEREF _Toc99780409 h 32 1 – Yargı – Dışı Yollar. PAGEREF _Toc99780410 h 32 2 – İnfaz Yargıcına Başvuru. PAGEREF _Toc99780411 h 34 3 – Yargı – Dışı Çözümlerin Uygulanması PAGEREF _Toc99780412 h 34 GİRİ? Aşağıdaki değerlendirmeler, Uluslararası Yüksek İdari Yargı Mercileri Derneği'nin 8. Kongresine sunulan yirmi yedi ulusal rapora dayanan karşılaştırmalı bir analizin sonucudur. Değerlendirmenin konusu, yani idari yargı kararlarının uygulanması konusu, daha önce Yönetim Kurulunca belirlenen çatıya uygun olarak üç ana bölüme ayrılmıştır. Öncelikle birkaç metodolojik soruya işaret etmek gerekir. Ulusal raporların sayıca çok olması nedeniyle, bu raporlarda yer alan ulusal hukukla ilgili her ayrıntıya yer vermekten kaçınılmıştır. Raporlarda ana hatları ortaya konulan temel özellikler harmanlanmış, ancak sonuç itibariyle karşılaştırmalı bir değerlendirme yapılmıştır. Dolayısıyla, değerlendirmede farklı raporlarda yer alan genel ortak nitelikler tanımlanmış ve dava örneklerine yer verilmiştir. Olabildiğince çok ulusal hukuk örnekleri verilmesine özen gösterilmiş, ancak bazı durumlarda seçici olmak gerekmiştir. Değerlendirmede, ulusal raporların içeriğine sıkı sıkıya bağlı kalındığını da belirtmek gerekir. Özellikle belirtilmiş olan birkaç istisna dışında, tanımlamalarda Kongre'ye sunulan yazılı metinlerdeki bilgilere bağlı kalınmıştır. Derneğe üye diğer ülkelerin sistemleriyle ilgili bilgiler de son derece önemli olmakla birlikte, belirtildiği gibi, bu değerlendirme sunulan raporlara dayanmaktadır. I – İDARİ YARGI KARARLARININ HUKUKSAL SONUÇLARI 1 – Çeşitlilik A – İdari Geleneklerin Farklılığı ve Bunun Yargısal Denetim Üzerindeki Sonuçları İdare hukukundaki farklı gelenekler, çeşitli ve hemen görülebilen bir karşıtlık içindedir. Bu yüzden, idari yargıçların kararlarının hukuksal sonuçları üzerinde yapılacak karşılaştırmalı bir analiz, herşeyden önce halen yürürlükte bulunan yargısal denetim modellerindeki temel yapısal farklılıkları ortaya koymalıdır. Dolayısıyla bu çalışmanın 1.B bölümünde, yargısal denetimde izlenen usule ilişkin yargı kararlarının karşılaştırmalı bir değerlendirmesi yer alacaktır. Belirtildiği üzere; yargısal denetimdeki farklılıklar, zengin ve hayli gelişmiş bir görünüm sunmakta ve yargı kararlarının uygulanma gücü üzerinde etkiye sahip bulunmaktadır. Öncelikle, iki farklı kamu hukuku geleneği arasında bir hat çizilmelidir. İdare hukukunun çok büyük etkisi ve idari yargı modeli, yargısal ve idari konular arasında katı bir ayırım getirerek, birçok ülkenin hukuk siteminde yer almıştır.[3] Bu ayırım, yargısal kararların içeriği ve uygulanması konularında belirleyici bir etkiye sahip olabilir. Diğer taraftan, idare hukuku geleneğinin olmadığı sistemler, yargının daha güçlü bir üstünlüğü ve bu özellik nedeniyle bazan daha yoğun bir denetim karakteri ortaya koyar.[4] Elbette, bu genel kural değildir; bazı ülkeler, çoğunlukla usuli noktalarda minimum denetim standartlarının uygulandığı yargısal (idari olmayan) denetim sistemleri geliştirmişlerdir.[5] Bu farklı yargı denetimi gelenekleri nedeniyle, idari yargı mercileri anayasal gereklere uygun olarak bir dizi sınırlamalara tabi tutulmuşlardır. Güçler ayrılığı ilkesinin sıkı uygulandığı hallerde, yargı kararlarının uygulanması konusunda, bazı durumlarda, mahkemelerin yetkisinin sınırlanması sonucu ortaya çıkmaktadır. Bunun aksine, idare mahkemeleri bazen, kararlarının idari değil yargısal nitelikte olduğunun bilincinde, daha geniş bir hareket alanına sahip olabilirler. Bu farklı yaklaşım, yargı kararlarının uygulanması konusunda mahkemelerin yetki alanını da belirlemektedir. Farklılaşmaya başka bir örnek, idarenin yargı kararlarını uygulama derecesi ve bu konudaki az veya çok yapısal eğilimi ile ilgili olarak verilebilir. Bir kısım raporlarda yargı kararlarının uygulanması konusunda idarenin tavrına iyimser yaklaşılırken, bazı ulusal raporlarda ise bu hususta endişeler belirtilmiştir. Bununla birlikte idarenin kabul düzeyi, yargı kararlarının uygulanması konusundaki yetkiler ve başvuru yolları üzerinde etkili olacaktır. Bu konu raporun ilerleyen bölümlerinde tartışılacak olup, bazı ülkelerde yargı dışı mekanizmaların uygulanması sonucunu doğurmuştur. Ancak, bu farklılıklar kendi koşulları içinde değerlendirilmelidir. Bu yüzden, sözü edilen gelenekler arasındaki benzerliklere de işaret etmek gerekir. En kayda değer buluşma noktası yaklaşım sorunu ile ilgilidir: İdari organlarla hüküm ve karar organları arasındaki kesin işlevsel ayırım. İkincisinin genel mahkeme olduğu hallerde, güçler ayrılığına ilişkin anayasal kurallar bu işlevsel ayırım üzerinde açık bir etkiye sahiptir. Bununla birlikte, Fransız Danıştayı veya İngiliz ve Avustralya "tribunal”leri gibi organlar söz konusu olduğunda, idari tasarrufların denetimi çok farklı bir tarzda gerçekleşecektir. Bu ortak özellik, anılan organların uygulama yetkileri konusunda açık etkilere sahip olacak ve yargı kararlarının uygulanmasına ilişkin usulleri biçimlendirecektir. B – Yargı Kararlarının Farklılığı ve Bunun Yargısal Denetim Üzerindeki Sonuçları Yargısal denetimdeki farklı model ve gelenekleri genel olarak irdeledikten sonra, yargı kararlarındaki çeşitlilik ve kararların kapsamı üzerinde durmalıyız. Yargı denetimindeki genel mahkeme – idare mahkemesi modellerini akılda tutarak, yargı kararlarını, mahkemelerin sahip olduğu "(idarenin) yerine geçme" (ikame) yetkisini gözönüne almak suretiyle sınıflandırabiliriz. Bu özellik, mahkemelerin kararların infazı konusundaki yetkilerini belirleyen çok önemli bir ölçüt oluşturabilir. Bu nitelikteki kararlar idarenin yetki alanına gireceği gibi, uygulanmaları mahkemelerin tam bir idareye dönüşmesine de yol açabilecektir. Ulusal raporlarda da etkili başvuru yollarına sahip olma hakkı ile kesin güçler ayrılığı arasındaki denge, çeşitli biçimlerde vurgulanmıştır. Yerine geçme nitelikli kararlar, yargı denetiminin en etkin biçimini oluşturmakta olup; bu raporda, yargı kararlarının değişik formlarını ve sonuçlarını tanımlamak için yerine geçme nitelikli kararlar ve bu niteliği taşımayan kararlar ayırımı kullanılacaktır. Elbette, ulusal raporlarda belirtilen görüşler doğrultusunda tam bir görünüm ortaya koymak için diğer farklılıklar da ana hatlarıyla ortaya konulmalıdır. Bununla beraber, bu farklılıkların çoğu, uygulama bakımından benzer sonuçlar doğuracaktır. Birçok ülke, kararları, bildirici, kurucu ve bir işlem veya eylemi gerektiren kararlar gibi tipik sınıflandırmalara tabi tutmaktadır. Bu kararlar, ya bir idari tasarrufun iptali veya hukuka uygunluğunun saptanması, ya hukuksal bir ilişkinin varlığı veya yokluğunun bildirilmesi ya da eylemde bulunma, veya işlem tesisi konusunda talimat verilmesi sonucunu doğuracaktır. Bu özellikler, ulusal raporlarda da belirtildiği üzere, çoğu ülkelerde ortaktır. İşaret edildiği gibi, en belirgin farklılık yargı yerinin "yerine geçme" yetkisinde yatmaktadır. Raporlar, farklı düzeylerde yerine geçme yetkisinin varlığını göstermektedir. İdarenin yargı kararını uygulamaması üzerine açılan idari davalar söz konusu olduğunda verilecek kararın yerine geçme niteliğinde olduğu kabul edilirse, rapor sunan ülkelerin %50'sinde mahkemelerin bu nitelikte karar verme yetkisine sahip olduğunu söyleyebiliriz. Elbette, idareye belli bir konuda eylemde bulunma veya işlem tesis etme talimatı verir nitelikteki kararların, yerine geçme niteliğinde bulunup bulunmadığı tartışılabilir. Ancak, kararın sonuçlarına bakarak denilebilir ki, mahkeme idari işlem veya eylemin şeklini açıkça belirttiği gibi, bu eylem veya işlemin içeriği de mahkeme kararında önceden saptanmış olacaktır. Yukarıdaki ölçütü uyguladığımızda, Kanada, Kongo, Mısır, Finlandiya, Mali, Nijerya, Norveç, Polonya, İsveç ve İngiltere'de yerine geçme nitelikli kararların hiçbir biçimine izin verilmediği söylenebilir. Belçika, Benin ve Kolombiya raporlarında bu hususa açıkça yer verilmemiş olmakla birlikte, rapor metinlerinden ve bu ülkelerdeki idari yargı sistemlerinin diğer özelliklerinden yola çıkarak, anılan ülkelerde de yerine geçme nitelikli kararlar verilemeyeceği sonucuna varılabilir. Sıkı bir güçler ayrılığı, yargısal ve idari işlevler arasında bir sınır yaratmış olup, yargı kararları her halükarda "negatif idare" rolü ile sınırlandırılmalıdır. Bunun aksine, Avustralya, Avusturya, Bulgaristan, Çin, Fransa, Almanya, Yunanistan, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, İspanya, İsviçre ve Türkiye raporlarında, idare mahkemelerinin belirli ölçüde yerine geçme nitelikli kararlar verme yetkisinden bahsedilmektedir.[6] Bununla birlikte, bu yetki mutlak ve geniş anlamda yorumlanmamalı, fakat sınırlı biçimde ve ülke bazında göreceli olarak yorumlanmalıdır. Böylece, raporların ışığında çeşitli düzeydeki yetkileri yansıtan kararlara değinebiliriz. Yerine geçme yetkisinin en yoğun biçimi, mahkemelerin yaptırım içeren idari işlemlerin yerine kendi kararlarını koyabildikleri hallerde söz konusudur. Çin raporu, idari disiplin işlemleri üzerinde etkili bir denetime ve mahkemelerin disiplin işlemini değiştirme yetkilerine işaret etmektedir. Böyle bir yetki, disiplin yaptırımının açıkça haksız olduğu durumlarda kullanılabilmekte, ancak önceden verilmiş olan cezanın azaltılabilmesi veya arttırılabilmesi yetkisini içermektedir. İspanyol içtihadına göre de, idari işlemlerle ilgili yerine geçme kararları verilmesi mümkün olmakla birlikte, bu yetki ancak yaptırımın azaltılmasına izin verilen hallerle sınırlandırılmıştır. Yerine geçme yetkisinin daha gevşek bir biçimi, bir işlem veya eylemi gerektiren kurucu kararlarda bulunabilir. Bu durumlarda, mahkeme bir hukuksal ilişkiyi saptadıktan sonra belirli bir idari işlemin tesisi konusunda talimat verebilir. Kurucu nitelikteki kararlar mevzuata dayalı olarak önceden tanımlanmış nitelikte bulunduğundan, bu nitelikteki kararlar yerine geçme yetkisine yumuşak bir yaklaşımı oluşturur. Bununla birlikte, son sözü mahkeme söylemiş olmakla ve kararının uygulanmasını denetleyecek olması nedeniyle, sonuç açıkça bir yerine geçme yetkisinin kullanımıdır. Bu, iptal yetkisinin içerdiği doğal bir özelliktir. (Örneğin: Fransa, Yunanistan, Hollanda ve Türkiye) Aynı özellik, idare mahkemelerinin davacının önceki hukuksal statüsünü tesis etme yetkisinin bulunduğu Kolombiya, Almanya, İtalya ve İspanya gibi ülkelerde de söz konusudur. Yerine geçme yetkisinin diğer bir gevşek örneği Avusturya ve Alman hukuk sistemlerinde bulunabilir. Almanya'da bir idari işlemin tesisini sağlamak amacıyla açılan davalarda, mahkeme, takdir yetkisi dahilinde tesis edilecek nitelikte olsa bile, bu işlemi öncelemesi gereken başka bir işlemin tesisi konusunda ilgili mercie talimat verme yetkisine sahiptir. Bununla birlikte, takdir yetkisine dayalı bir işlemin tesisi söz konusu ise, mahkemeler kendilerini sınırlamakta ve idareye durumu değerlendirmesi talimatını vermektedirler. Mahkemenin bu tür bir kararı bireyin istemine bir yanıt oluşturmasa da, mahkemenin talimatı bağlayıcı nitelikte olduğundan, idarenin sahip olduğu takdir yetkisini kesinlikle sınırlamış olmaktadır. Avusturya ve Alman hukukunda bu özel dava, genel bir edim davası ile tamamlanır. Bu davada, kişi bireysel bir idari işlemin tesisini talep etmez, fakat mahkemece belirlenecek somut bir eylemin yapılmasını ister. Avusturya raporunda "Säumnisbeschwerde" olarak adlandırılan bu davaların özellikleri hakkında bilgi verilmektedir. Alman sisteminin aksine, Avusturya'da idare mahkemesi, konuyu idari mercie iade etmeksizin, hukuka aykırı idari işlemin yerine kendi kararını ikame ederek davayı esastan çözebilmektedir. Son olarak, yerine geçme yetkisi mahkemelere özel yasa hükümleri ile verilebilir. İtalya'da mahkemeler, eğer yasal düzenlemede öngörülmüşse özel durumlarda yerine geçme etkili kararlar verebilir. Benzer bir durum, mahkemeye iptal yetkisinin yanısıra, idari işlemi düzeltme yetkisinin tanındığı Lüksemburg'da da sözkonusudur. Bu yetkinin yasal düzenleme ile tanınması gerekmektedir. Lüksemburg raporuna göre, yasal düzenleme kesin ölçütler içermediğinden, geniş bir yelpazede yer alan birçok davada, mahkemeler yerine geçme etkili kararlar verebilmektedir. 2 – İnfaz ve Hukuksal Güvence İlkesi A – İdari Yargı Kararları ve Geriye Yürürlük Raporları üzerinde çalışılan ülkelerde idare mahkemesi kararları, en azından genel anlamda, kesin hüküm etkisine sahiptir. Bu nitelik davanın konusuna ve taraflarına ilişkin olduğu kadar, başka bir sonuç da doğurur: Kararın geriye yürürlüğü ve böylece davanın taraflarının hukuksal statülerinin kısmen veya tamamen önceki hale dönmesi. Raporların çoğunda idari yargının bu özelliğine açık göndermeler yapılmış, ancak bilhassa hukuksal güvence ilkesinin sonuçları uyarınca bu özelliğe getirilen kısıtlamalara da değinilmiştir. Aşağıdaki bölümde temel kısıtlamalar ana hatlarıyla ortaya konulacak ve değişik ülkelerde soruna getirilen farklı ve çelişen çözümler zikredilecektir. Kısıtlamalar, aşağıdaki durumların ışığı altında kabataslak bir biçimde sınıflandıralabilir: Maddi ve hukuksal koşullarda uygun değişiklikler olması, önceki durumların pekişmiş olması, genel düzenleyici işlemlerin iptal edilmiş olması ve yasamanın müdahalesi. Koşullardaki bir değişiklik, idare mahkemesi kararının geriye yürürlüğüne kısıtlama getirebilir. Fransız Danıştayı Colonna davasında (14.2.1997) bu olasılığı ortaya koyarak, yeni tesis edilecek idari işlemin bir kamu otoritesinden alınacak danışma niteliğinde bir rapor gerektirmesi nedeniyle, kararının geriye yürürlüğünün sınırlı olduğuna hükmetmiştir. Colonna davasındaki soru şu idi: Yeni tesis edilecek işlem için görüş bildirecek kamu danışma organının, iptal edilen işlem için görüş bildiren organla aynı üyelerden oluşturulması zorunlu mu idi? Fransız Danıştayı, danışma prosedürünün aynen uygulanması, ancak yargı kararı doğrultusunda tesis edilecek işlemin onay tarihindeki duruma göre hareket edilmesi yönünde karar vererek, kararının geriye yürürlüğü konusunda ılımlı bir tutum benimsemiştir. İtalyan Danıştayı da, iptal tarihindeki hukuksal durumun gereklerini göz önüne alarak, geriye yürürlük ilkesine önemli istisnalar tanımıştır. İtalya ve Avusturya raporları, özellikle karardan önce tesis edilen idari işlemler söz konusu olduğunda, geriye yürürlük ilkesine nasıl sınırlama getirildiğine ilişkin içtihatlarından bahsetmişlerdir. Bu tür işlemler tam bir geriye yürürlüğe uygun olmadığı takdirde, istisnalara izin verilebilmektedir. İspanya'da olduğu gibi, uygulamanın maddi veya hukuki imkansızlıklarla karşılaştığı durumlarda İdari Yargılama Usulü Kanununun 105. maddesinde düzenlendiği üzere, mahkeme, kararının uygulanması için gerekli işlemleri yeniden değerlendirebilir. 105. madde, taraflar dinlenildikten sonra, mahkemenin bir kararla, uygulamanın mümkün olan en üst derecede gerçekleşmesini sağlayacak işlemleri belirttiği özel bir usül öngörmektedir. İkinci olarak, önceki durumların pekişmiş olduğu hallerde istisnalar getirilebilmektedir. Çeşitli raporlarda, bu istisnalara ilişkin farklı durumlar ve özellikle kamu görevlileri ile ilgili davalardan örnekler verilmektedir. Belçika ve Mali'de, özellikle bir memurun atanmasına ilişkin davalarda, "fiili memur" doktrini, mahkemelerin kararlarının geriye yürürlüğü ilkesine istisna getirmelerine neden olabilmektedir. Bu davalarda, görevden alınan memur hukuka aykırı olarak elde ettiği maaşını geri ödemek zorunda değildir. Aynı şekilde, hukuka aykırı olarak bir göreve atanan memurun görev süresince tesis ettiği işlemler de varlığını ve etkisini sürdürecektir. Belçika Danıştayı’nın Tibax davasında belirttiği gibi, bu tür davalarda hukuksal güvence ilkesi kararın sonuçlarını sınırlandırabilecektir: "…Gerçekten, Danıştay kararları geçmişteki bir zamanı, toplumsal veya hukuksal ilişkiler kapsamında yeniden yaratan bir tür zaman makinesi işlevi göremez. …Önceki hukuksal durumun tam olarak tesis edilmesi, özellikle hukuka aykırılığın oluşmasında sorumluluğu bulunmayan kişiler bakımından yarardan çok zarara yol açabilecek ve böylece başkalarının neden olduğu bir iptal kararının vebalini yüklenmelerine neden olacaktır…." Bununla birlikte, hukuksal güvence ilkesinin yoğun biçimde gözetilmesine yol açan durumlar, genel düzenleyici işlemlerin mahkemelerce iptali halinde gözlemlenir. Bu tür davalarda mahkemelerin çoğu, iptal edilen düzenleyici işlemin uygulama işlemleri üzerindeki etkisini gözeterek, kararlarının geriye yürürlük etkisini sınırlandıran içtihatlar geliştirmişlerdir. İspanya ve Belçika gibi kimi ülkelerde bu sınırlama, parlamentolarınca çıkarılan düzenlemelerde yer almıştır. Diğer ülkelerde ise bu konu içtihatlarla çözüme bağlanmıştır. Örneğin, Türk Danıştayı’nın yerleşik içtihadına göre, düzenleyici işlemlerin iptali ancak dava konusu edilen uygulama işlemi yönünden hüküm ifade edecektir. Fransız Danıştayı da Caussidéry davasında aynı sonuca ulaşmıştır. Ancak, Yunanistan ve Kolombiya'da olduğu gibi kimi ülkelerde, iptal edilen düzenleyici işlemler söz konusu olduğunda, herhangi bir sınırlamadan nasıl kaçınıldığına da işaret etmek gerekir. Bu ülkelerde, idare mahkemesi kararlarının koşulsuz ve tam olarak yerine getirilmesini sağlamak amacıyla, düzenleyici işlemlerin iptali halinde kararın tüm sonuçlarıyla uygulanması söz konusudur. Son olarak, karmaşık ve geniş kapsamlı bir iptal kararı söz konusu olduğunda, parlamentonun rolünü açıklayan Yunanistan raporuna işaret etmek gerekir. Bu tür davalarda, idare mahkemesi kararının sonucunu sınırlamak için parlamentonun müdahalesi söz konusu olabilmektedir. B – İdari Yargı Kararlarının Bağlı ve İlgili İşlemler Bakımından Kapsamı Bir iptal kararı etkisini davaya konu edilen idari işlemin dışında (ötesinde) da gösterebilir. İster bağlı işlemler isterse ikincil derecede işlemler olarak adlandırılsın, birden fazla idari işlemin birbirine bağlı olduğu durumlara yönelik olarak çoğu ülke raporunda kendi hukuksal sistemlerinin yukarıda açıklanan bu özelliğinin altı çizilmiştir. Fransız hukukunda “actés lies”, İspanyol hukukunda ise “actos conexos” olarak adlandırılan bağlı işlemler, farklı hukuk sistemlerinde farklı sonuçlar doğurmaktadır. Ulusal raporlar, bu konuda iki farklı uygulamanın varlığını ortaya koymaktadır. İlk uygulamada, verilen iptal kararının sonucu olarak iptale konu işleme bağlı işlemler doğrudan doğruya iptal edilebilmekte; ikinci yöntemde ise bağlı işlemlerin iptali ikinci bir dava ile olmaktadır. Her iki yöntemin ayrıntısına aşağıda değinilmiştir. Polonya, Yunanistan, Fransa gibi ülkelerde bağlı işlemler, iptale konu işlem hakkında verilen iptal kararına bağlı olarak iptal edilebilir. “Sonuç yoluyla iptal” olarak adlandırılan bu yöntem Fransa’da geleneksel olarak kullanılmaktadır. Bir idari işlemin diğer bir idari işlemin uygulama işlemi niteliğinde olması ya da bir idari işlemin diğer bir işleme sıkı sıkıya bağlı olması ve her iki işlemin birbirinden ayrı olarak düşünülememesi durumunda bu yöntem uygulanmaktadır. Polonya İdari Yargılama Kanunu’nun 135. maddesinde Polonyalı yargıçların bağlı işlemler konusundaki yetkisine yer verilmiştir. Buna göre, olayda hukukiliğe varabilmek için herhangi bir usulle bağlı olmaksızın yargıç, her tür idari işlemi incelemeye tabi tutabilir. İkinci yöntem daha sınırlı olmakla birlikte, bağlı işlemler konusunda bir çözüm getirmektedir. Belçika ve Avusturya’da uygulanan bu yöntemde, yargıç bağlı işlemin hukuka uygunluğu konusunda bir karar verebilmekte, ancak bu işlemin biçimsel açıdan iptali için yeni bir davanın açılmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Belçika Danıştayı bağlı işlemelere karşı açılacak davalarda süreyi iki ay olarak öngörmektedir. Bu konuda Avusturya yargı sistemi de benzer bir yöntem belirlemiştir. Avusturya’da bağlı işlemlerin hukuka aykırı olduklarına karar verilebilir, ancak bu işlemler geçerliklerini hemen kaybetmezler. Bu yöntemin katılığının farkına varan Avusturya’da içtihat yoluyla bu sisteme bazı istisnalar getirilmiştir. Bağlı işlemler dava konusu edilen idari işleme sıkı sıkıya bağlı ise, asıl işlem hakkında verilen iptal kararı bağlı işlemi de doğrudan etkileyecektir. Görüldüğü üzere, Avusturya yukarıda açıklaması verilen ilk yönteme aşamalı olarak geçmiştir. Ancak, mekanizma hala ikinci bir dava temelinde yürütülmektedir. Bir kararın doğurduğu etkinin yaygınlaşmasının üçüncü kişilerin hukuksal durumunu olumsuz yönde etkileyeceği bilinen bir gerçektir. Bu nedenle çoğu ülkenin hukuk sisteminde üçüncü kişilerin haklarını korumak amacıyla çeşitli yöntemler geliştirilmiştir. İtalya, Kongo, Fransa, Yunanistan, Mali ve Almanya’da “üçüncü kişinin itirazı” adlı kanun yolu geliştirilerek bu yolla, dava sonucundan etkilenecek olan tarafların davaya katılması sağlanmaktadır. Burada dava konusu edilen bağlı işlemler de olabilir. Her iki durumda da, dava konusu edilen işlemden etkilenen üçüncü kişilerin menfaati korunmuş olmaktadır. Burada, bağlı işlem öğretisi ile ilişkisi yakın olmamakla beraber, İspanyol hukukuna özgü ve farklı bir bakış açısına dayanan durumdan söz etmek gerekmektedir: Her İspanyol vatandaşı, verilen kararın kendi hukuksal durumuna uygulanmasını isteme hakkına sahiptir. Yargı kararının etkisini genişletme yollarından biri olan bu yöntem, İdari Yargı Kanunu’nun 110. maddesinde, vergi ve kamu görevlileriyle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin olarak öngörülmüştür. Bunun için, üçüncü kişinin davanın taraflarıyla aynı hukuki durunda olması ve kararı öğrenme tarihinden itibaren bir yıl içinde istemde bulunması gerekir. Yukarıda da değinildiği üzere, bu yöntem yalnızca vergi ve kamu görevlileri ile ilgili uyuşmazlıklarda öngörülmekle birlikte, gerek öğretide gerekse yargıçlar arasında anılan hükmün her iki tür uyuşmazlıkta da oldukça geniş şekilde yorumlanması düşüncesi ağır basmaktadır. 3 – Kesin Hükmün Sınırları A – İdare Hukukunda İçtihat Kesin hükme ve kesin hükmün sınırlarını incelemeye geçmeden önce, idare hukukunda içtihat öğretisinin etkisine değinmekte yarar vardır. İçtihat uygulamasına sıkı sıkıya bağlı gelenekten gelen ülkelerde, yargı kararları hukukun her alanında olağanüstü bir etkiye sahiptir. Bu ülkelerde yargı kararının normatif gücü yasanınkine yakın durumdadır. İngiltere ve Galler’de yargıçların kararlarını dayandırdığı ve özel durumlara uyguladığı içtihat, hukukun vazgeçilmez kaynaklarından biridir. İçtihat açısından Avustralya’nın da aynı sistemi benimsediğini ve içtihadı, kesin hükmü ve yargı kararlarının hukuksal gücünü tanımlamakta bir araç olarak kullandığını görmekteyiz. İçtihat öğretisi, kesin hüküm açısından diğer hukuk sistemleriyle, özellikle Fransız idare hukukuna yakın sistemlerle, bağdaşmazlık içinde değildir. Tüm ülke raporlarında, yargı kararlarının kesin hüküm haline geldiğinde “herkese sari” ve bağlayıcı olduğuna dikkat çekilmektedir. Bu durum, İngiltere, Galler ve Avustralya’daki içtihat hukukunun işleyişine benzemektedir. Belki de her iki sistemdeki temel farklılık, kararların gerekçelendirilmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Kara Avrupası ülkelerinde içtihadın değişmesi ve gelişmesi yasaya bağlı iken, Anglo Sakson hukukunda olayları ayırt etme gerekliliği esastır. Bu durum yargıca büyük bir sorumluluk yüklemektedir. Zira yargıç, olayın içtihattan ayırdedilebilir ve edilemez unsurlarını ortaya koymak durumundadır. B – Kesin Hükmün Yasal Sınırları: Olağanüstü Kanun Yolları ve Yasama Müdahalesi Ülke raporlarının tümünde, bütün yargı düzenlerinde geçerli genel ilke olarak, idare hukukunda kesin hükmün doğurduğu sonuçlara ayrı bir önem verildiğini görmekteyiz. Yargı kararları davanın tarafları için kesindir ve nedeni, konusu ve tarafları aynı olan bir dava için yeniden yargı yoluna başvurmak mümkün değildir. Bilindiği üzere kesin hüküm, kararın türüne ya da karara karşı kanun yolunun açık olup olmamasına göre farklı sonuçlar doğurmaktadır. Bu konuda birçok ülke, Kara Avrupası’nda geçerli olan; şekli anlamda kesin hüküm, maddi anlamda kesin hüküm farklılaştırmasını kullanmaktadır. Buna göre, bir kararın kesin hüküm halini alması tebliğinden itibaren belli bir sürenin geçmesine bağlanmışsa şekli anlamda kesin hüküm; konusu, tarafları ve sebebi aynı olan bir çekişmenin dava konusu yapılamaması halinde ise maddi anlamda kesin hükümden söz edilir. Ancak bir kararın doğurduğu sonuç ve gücü pek çok nedenden dolayı sınırlanabilir. Bu nedenlerden bazılarına yukarıda, geriye yürürlük ile ilgili bölümde değinilmişti. Yargı kararını sınırlayan diğer bir neden, çoğu ülke raporunda dile getirildiği üzere, yasamanın müdahalesidir. Bu müdahale, kesin hükmün yukarıda açıklanan özelliğine rağmen, yargı kararlarını geçersiz kılacak uygulamalar ya da hukuka aykırı olduğuna mahkemece karar verilen bir idari işleme yasama organınca geçerlik kazandırılması şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu durumda, “geçerli kılma yasaları” olarak adlandırılan yasalarla, yargı kararının aksine uygulamalar yasa haline getirilmektedir. Yargı kararını geçersiz kılan uygulamalar; Bulgaristan, Yunanistan, İspanya, Norveç ve Polonya’nın ulusal raporlarında tanımlanmıştır. Bu uygulamaları haklı gösteren nedenler, genellikle adaletin gereklerine bağlanmaktadır. Sözgelimi, yargıcın kararda hataya düşmesi, yanlış bir delilin karara dayanak alınması, yeni bir delilin ortaya çıkması gibi. Raporlarda bu sürecin istisnai niteliğinden bahsedilerek, İspanya’da olduğu gibi kimi ülkelerde dava açma belli bir süre koşuluna bağlanmıştır. Kesin hükmü sınırlayan ve yargı kararını geçersiz kılan uygulamaların ikincisi ise yukarıda kısaca değindiğimiz geçerli kılma yasalarıdır. Burada yasamanın üstünlüğü o kadar geniş yorumlanmaktadır ki, yargı kararına aykırı bir yasa yasama organı tarafından kabul edilebilmektedir. Hatta bazı durumlarda yasa, hukuka aykırılığına karar verilmiş bir idari işlemi meşrulaştırma, onu geçerli kılma aracı olarak kullanılmaktadır.[7] Mısır, Bulgaristan, Fransa, İtalya ve Yunanistan’ın ulusal raporlarında, bu olgu karşısındaki kaygılar ifade edilmiştir. Bu kaygı karşısında üretilen çözümlerin her hukuk sisteminde farklılaşması da dikkat çekicidir. Yasama organının müdahalesinin geçmişte nasıl yaşandığına değinilen Mısır ve Belçika ulusal raporlarında, gerek Yüksek Mahkemede gerekse öğretide bu konuda duyulan kaygı dile getirilmiştir. Bununla beraber, yasama organının yapacağı düzenlemenin sınırına ilişkin olarak Fransız, İtalyan ve Yunan yargı organlarının bulduğu çözüm dışında bir çözüm de üretilmiş değildir. Fransa’da Anayasa Konseyi “Validation d’actes administratifs” kararında bu konuda önemli bir açılım ortaya koymuştur. 22.7.1980 tarihli bu kararı, 28.12.1995 tarihli “Loi de fin” kararı izlemiştir. Anayasa Konseyi’nin yerleşik içtihadına göre; yasama organı yasalar aracılığıyla bir idari işleme meşruiyet kazandırma yoluna ancak, çıkartılacak yasa “kamu yararı amacı” na yönelik olma ve “adil yargılanma açısından tüm hukuki güvenceleri sağlama” koşullarını taşıyorsa başvurabilecektir. Bu içtihada uygun olarak Fransız Danıştayı, kullanılan meşruiyet aracının anılan koşulları taşıyıp taşımadığını inceleme yetkisine sahiptir. Fransız mahkemeleri, anayasanın gerçek kapsam ve anlamını geliştirmek için, Parlamento’nun üstünlüğü ilkesine önemli bir istisna getirmiştir. 90’lı yılların ortalarında İtalyan Danıştayı geçerli kılma yasalarının uygulanmasını kısıtlayıcı benzer bir içtihat geliştirmiştir. Yine 1991’den bu yana Yunanistan’da Danıştay, Yunan Anayasasının 26. maddesinde hükme bağlanan güçler ayrılığı ilkesini temel alan benzer bir gerekçeye kararlarında yer vermektedir. Ülke raporlarında değinilmemekle birlikte, Avrupa Topluluğu hukukunun üye ülkelerin yargı ve hukuk düzenleri üzerindeki etkisine de yer vermek gerekmektedir.[8] Avrupa Topluluğu Adalet Divanı’na göre, kesin hüküm halini alan ve Divan’ın içtihadına uygun olamayan üye ülke yargıçlarının kararları, Adalet Divanı’nın bu kararlardan sonra aldığı bir kararla ortadan kaldırılabilir (Kühne and Heitz C-453/00, 13-1-2004). Görüldüğü üzere, topluluk hukukunun üstünlüğü Adalet Divanı’nın içtihatlarını da etkilemekte, bu içtihatlara göre, kesin hüküm haline gelen ulusal yargıcın kararına rağmen, aynı konuda taraflar yeni bir yargılama süreci başlatabilmektedirler. Bu açıdan bakıldığında, kararlarının işlevselliğini sağlamak için Adalet Divanı’nın oldukça katı kurallar benimsediği açıktır.[9] Her halükarda bu, Avrupa Topluluğu Hukuku’nun ulusal hukukla ilişkisinin gücünü ve niteliğini gösteren canlı bir örnektir. II – İDARİ YARGI YERLERİNİN KARARLARIN UYGULANMASI KONUSUNDA SAHİP OLDU?U YETKİLER Yargı kararlarının uygulanmasında yargıcın (mahkemelerin) sahip olduğu yetkiler konusunda her ülkede farklı mekanizmalar bulunmaktadır. Hayli gelişmiş bu mekanizmalar yanında, diğer ülkelerin hukuk sistemlerinin etkisine açık ve bu tür usulleri henüz yerleştirememiş modeller de vardır. Kongo’nun hazırladığı raporun bir bölümünde bu konuda şu düşüncelere yer verilmiştir: “Yargıca kararını uygulama konusunda yetkiler tanınması idari yargının öneminin ve saygınlığının artmasına katkıda bulunduğu gibi; ortaya çıkan uyuşmazlığın çözümünü yargı yerlerinde arama açısından idare edilenleri de cesaretlendirmektedir.” Aynı konuda Bulgaristan’ın raporunda “Bulgaristan’da son yıllarda gerçekleştirilen idari yargı reformunun, Bulgar idari mevzuatının diğer Avrupa ülkeleri mevzuatına uyumu açısından, Bulgaristan Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliğine entegrasyonu sürecinden önemli şekilde etkilendiği” açıklanmıştır. Tüm ülke raporlarında ortak olan noktalardan bir diğeri de; yargı kararlarının uygulanmasının etkin bir yargısal korumanın, hukuk devletinin ve hukuki güvenlik ilkesinin göstergelerinden olduğudur. Bu husus özellikle, Almanya, Mısır, İspanya, Portekiz, İsviçre ve Türkiye raporlarında açıklanmıştır. Yargı kararlarının uygulanması konusunda tek istisna “yargı kararlarının uygulanmasının kamu düzenini sarsması, kolektif ve kişisel özgürlüklere ağır şekilde zarar vermesi, hukuk devleti ve demokrasi için ciddi bir tehdit oluşturması” hallerinde hukuk sisteminin tarihsel ve toplumsal gelişim koşullarının etkisiyle Mali’de karşımıza çıkmaktadır. Çoğu raporda değinildiği üzere, idarenin kendi lehine olan kararları uygulamasında bir sorunla karşılaşılmamaktadır. Asıl sorun idarenin aleyhine olan kararların uygulanmasındadır. İdare ya yargı kararını uygulamamakta ya da hatalı uygulamaktadır. 1 – İdari Yargı Kararlarını Uygulamakla Görevli Merciler Bu başlık altında açıklığa kavuşturulması gerekli kavramsal boyutta çeşitli sorunlar karşımıza çıkmaktadır. Bilindiği üzere “İdari Yargı Yerlerinin Kararların Uygulanması Konusunda Sahip Olduğu Yetkiler” konulu bu Kongre’de tartışılacak alt başlıklardan biri de “İdari Mahkemelerinin Yargı Kararlarının Uygulanması Konusundaki Yetkileri” olarak belirlenmiştir. Her iki başlıkta yer alan kavramlar idare hukukuna ve idari yargıya özgü kavramlardır. Ancak birkaç ülke raporlarında değinildiği ve raporun I.1 bölümünde de açıklandığı üzere, bazı ülkeler idare hukuku dahil hukukun değişik alanlarına göre farklılaşan bir yargı sistemine sahip değildir. Örneğin Nijerya bu kavramsal sorunu, “Nijerya, idare mahkemesi ya da idari yargıç olarak adlandırılabilecek idari yargı alanında yetkili ve görevli ayrı bir mahkemeye sahip değildir.” şeklinde ifade etmektedir. Avustralya ve Kanada gibi Fransız ya da Alman hukuk sistemine uzak bir hukuki geleneğe sahip olan devletler, bu açıdan özellik taşımaktadır. Bu ülkelerde idari mahkemeler olmakla beraber, bu mahkemeler yargı organı olmaktan çok idari bir organ niteliğine daha yakın kurumlardır. Bu nedenle, bu ülke raporlarında öncelikle idari işlemlerin denetlenmesine yer verilmiş, ardından yargı kararlarının uygulanması konusuna değinilmiştir. Burada altı çizilmesi gereken ortak nokta, yargı kararlarının idare tarafından uygulanmaması riskinin bulunduğu benzer sorunların her zaman yaşandığıdır. Kararın doğrudan yargıç tarafından uygulanmasının öngörüldüğü durumlar bir yana bırakılacak olursa, asıl olan kararın gereğinin yerine getirilmesi görevinin idarede olduğudur. Ancak, uygulamayla görevli idarenin belirlenmesi bir hukuk sisteminden diğerine farklılaşmaktadır. Çoğu hukuk sisteminde, kararı uygulamakla görevli organ, uyuşmazlık konusu idari işlemi tesis eden idaredir. İsviçre’de kural, idari kararı alan organın yargı kararını uygulaması olmakla beraber; yargıç, kararın uygulanması için başka bir organ belirleyebilir. Ayrıca, bazı kantonlar yargı kararlarının uygulanması konusunda çeşitli idari otoriteleri yetkilendirmektedirler. Bazı hukuk düzenlerinde, yargıç diğer kamu otoritelerinden, kararın uygulanmasının hangi yolla yapılacağı konusunda yardım isteyebilir. Kongo’da yargı kararlarının uygulanması için yargıç, Cumhurbaşkanı’na başvurabilmektedir. Finlandiya’da ise Adalet Bakanlığı yargı kararlarının uygulanmasını denetlemektedir. Bunların yanı sıra, yargı kararlarının uygulanması konusunda kimi hukuk alanlarında çeşitli yasal düzenlemelerin de olduğunu görüyoruz. Örneğin Bulgaristan’da Vergi Usul Kanunu’nda kamu alacaklarının tahsili için bir kuruluş öngörülmüştür. Özellikle sosyal güvenlik ve vergi ile ilgili uyuşmazlıklarda verilen kararların uygulanmasında sosyal güvenlik kuruluşları ve mali idareler sorumluluk taşımaktadır. Yasa koyucu aynı zamanda, yargı kararlarının uygulanmasını ve idari organlar arasında kararların gereklerinin yerine getirilmesinde işbirliğini sağlayıcı bir organ da öngörmektedir. Yargı kararlarının uygulanması konusunda kurumlar arasında işbirliği İsviçre’de olduğu gibi diğer bazı ülkelerde de söz konusudur. Yargı kararlarının uygulanması, ister doğrudan ister diğer kuruluş ya da ajanlar aracılığıyla olsun, yargı organı tarafından denetlenmektedir. Bu açıdan İspanyol Anayasası’nda bir yetkilendirmeye yer verilmiştir. Buna göre yargıç ve mahkemeler karar vermek ve bu kararları uygulatmak yetkisine sahiptirler. Anayasa’da öngörülen bu açık yetki aynı zamanda, yargıcın kararların uygulanması konusunda sahip olduğu yetkiyi yorumlamak ve yargı yerinin göreceli olarak daha fazla özgürlüğe sahip olduğunu ortaya koymak bakımından önemlidir. Mısır ve Türkiye raporlarında da benzer Anayasal hükümlere atıfta bulunulmuştur. Örneğin, Portekiz Anayasası’nda yargı kararlarının uygulanması idarenin görevleri arasında sayılmıştır. Yargı kararlarının uygulanmasını denetlemekle görevli yargısal organ açısından hukuk sistemleri arasında farklılıklar olduğunu belirtmek gerekmektedir. Örneğin İspanya’da kararın uygulanmasını denetlemekle görevli organ, uyuşmazlığın esasını karara bağlayan ilk ya da son derece mahkemesidir. Almanya’da bu işle görevli yargı yerleri ilk derece mahkemeleri iken; Yunanistan’da Danıştay bünyesinde görev yapan “Kararların Uygulanmasını İzleme Komitesi” mevcuttur. Sözü edilen Kurul’un yetkileri oldukça sınırlıdır. Sözgelimi Kurul, yargı kararlarının gereğinin yerine getirilmesi için gerekli önlemlerin alınması konusunda bir yetki ile donatılmış değildir. Çeşitli yargı düzenlerinde yargıçlar ya da uyuşmazlıkları çözmekle yetkili organlar, yargı kararlarının uygulanması konusunda yetki sahibi değildirler. Örneğin, Avustralya’da idari yargı alanında en yüksek organ olan İdari İstinaf Mahkemesi’nin tam bir yargı yeri niteliği bulunmadığından, kararların uygulanması konusunda zorlayıcı bir yetkisi de yoktur. Bu nedenledir ki, yargı kararlarının uygulanması konusunda idare tam bir serbestiye sahiptir. Bu tür bir sisteme sahip ülkelerde idarenin yargı kararlarını uygulaması açısından başvurulacak yol, hukuk mahkemelerinde dava açılmasıdır. Benzer bir düzene sahip Kanada’da idari mahkemeler, kararların uygulanması konusunda yetki sahibi değildirler. İngiltere, Galler, Avustralya, Kanada ve Nijerya gibi Anglo-Sakson hukuk sisteminden gelen ülkeler, özellikle yargısal yapılanma ve idari işlemlerin denetlenmesi açısından yukarıda açıklanan sistemlerle karşılaştırıldığında farklı özellikler taşımaktadırlar. İngiltere ve Galler’in raporlarında yargı kararlarının uygulanması açısından hemen hemen hiçbir sorunla karşılaşılmadığı ifade edilmiştir. Dahası, idari yargı kararlarının uygulanmasında kullanılan mekanizma hukuk ve ceza mahkemelerinin kararlarının uygulanmasında kullanılandan farklı değildir. Özellikle Almanya gibi çeşitli ülkelerde, idari yargıya ilişkin uyuşmazlıkların çözümünde yalnızca belirli açılardan hukuk usulünden yararlanılırken; Fransa gibi idare hukukunun içtihat hukuku olarak geliştiği ülkelerde, yargıç idare ile yurttaşlar arasında çıkan uyuşmazlıkların çözümünde, idare hukukuna özgü kurallar bütünü oluşturmak için, hukuk usulünden yararlanmaktadır. Bu sistemlerin tersine İngiltere ve Galler’de, kararların uygulanmasında kamu hukuku ve özel hukuk için özdeş model belirlenmiştir. Bunun doğurduğu sonuçlardan ilki, kararların uygulanmaması durumunun kararı uygulamakla görevli idari ajanın sorumluluğunu doğurması; ikincisi ise, kararların uygulanması konusunda görev ve sorumluluğun yargıca değil, özerk yetkili ayrı bir idari ajana ait olmasıdır. Burada sözü edilen idari ajana İngiltere, Galler ve Nijerya’dan “şerif”i örnek verebiliriz. İngiltere ve Galler’de kararın uygulanmasıyla görevli bir infaz yargıcı söz konusu değildir. Ancak yargıç, kararın uygulanmasını, uygulayıcı konumunda bulunan “şerif”, “bölge mahkemelerinin icra memurları”, “sertifikalı ve özel icra memurları” ve “haciz memurları”ndan isteyebilir. Anılan kişilerin kararın uygulanması konusundaki işlevleri hukukun her alanında hayati olmakla birlikte, özel hukukta ve özellikle mülkiyet ve tazminata ilişkin konularda, idare hukukunda olduğundan daha önemlidir. Bu konuların dışında, kararların uygulanması konusunda müdahaleleri çok azdır. Almanya, Finlandiya ya da Norveç gibi kodifiye edilmiş hukuk sistemlerine sahip ülkelerde yargı kararlarının uygulanması için, yargıçtan farklı bir uygulayıcı belirlemek mümkündür. İtalya’da idarenin kararı uygulamaması halinde, kararın uygulanmasını sağlamak için yargıca yardımcı olmak amacıyla bir sistem geliştirilmiştir. “Commisaire ad acta” olarak adlandırılan ve halen yasal statüsü tam olarak tanımlanmamış olan bu kişi, yargı mensubu ya da avukat olabileceği gibi, mahkemenin uygun görmesi halinde, kararın konusuyla ilgili bir görevde çalışan yetkili bir memur da olabilir. İtalyan raporunda altı önemle çizildiği üzere, bu kişinin işlemeleri idari işlemler değildir. Çünkü, yargıcın talimatları doğrultusunda yargı kararlarının uygulanmasını sağlamakla görevlidir. Bu kişinin kararlarına karşı yargıya itirazda bulunulabilir. Diğer bazı hukuk sistemleri de bu tip bir yapılanmaya olanak vermektedir. Örneğin Lüksemburg’da Danıştay’ın Dava Daireleri Kurulu, kararın uygulanması konusunda, bu işle görevli bir komiser belirleyebilir. Lüksemburg sistemine ilham kaynağı oluşturan Belçika hukukunda da, yerel yönetimlerin yetkilerinin kontrolüne ilişkin olarak özel komiserler görev yapmaktadır. Son olarak, İsveç’te ister idari ister adli olsun tüm yargı kararlarının uygulanması için idari otoriteler mevcuttur. İcra Kanunu uyarınca, idare mahkemesi kararlarından kaynaklanan özel yükümlülükler, bu yöntemle yerine getirilir. Bu nedenle, mahkeme kararlarında, her davada yükümlülüğün içeriğinin ne olduğunun açıkça belirtilmesi gerekmektedir. 2 – İdarenin Yargı Kararlarını Uygulamamasını Caydırıcı Önlemler Birçok rapor, ulusal idari makamların genellikle idare mahkemesi kararlarıyla bağlı olduğunu, bu kararların uygulandığını belirtmektedir. (Almanya, İngiltere, Finlandiya, Fransa ve İtalya). Bununla birlikte, bu raporlarda idari yargı kararlarının uygulanmasının garanti altına alınması için yeterli önlemlerin gerekliliği vurgulanmaktadır. Özellikle idari makamların yargı kararlarını uygulamayı açıkça veya zımni olarak reddettiği veya eksik veya hatalı uyguladığı durumlarda bu önlemlerin gerekliliği belirtilmektedir. Sadece, İsviçre bu konuyla ilgili endişesini ifade etmekte ve yargı kararlarının etkili uygulanmasının gereklilikleri ile bireyin çıkarlarının yasal olarak korunması arasında bir denge sağlayacak araçlara ilişkin daha fazla araştırmayı önermektedir. İsviçre önerisi şu tespitten bir sonuca varmaktadır: “Yargı kararlarının uygulanmasını gerçekleştirecek usullerin incelenmesi, bu usullerin ve yasal sürecin genişlemesine doğru bir eğilim bulunduğunu ve bunların yargı kararlarının uygulanmasını geciktirme amacıyla kullanılması riskini taşıdığını göstermektedir.” Aşağıda açıklanacak uygulama araçlarından başka, idarenin yargı kararını uygulamamasını önlemenin en kolay yollarından biri (caydırıcı nitelikte bir araç), idarenin kararları uygulama yükümlülüğünü içermek kaydıyla, yargı kararlarının yayımlanmasıdır. İspanya, Fransa ve Türkiye bu yöntemi önermektedir. A – Önleyici Yollar Mahkeme kararı verilmeden önce, davacı taraf yargı kararının uygulanmama riskinin ortadan kaldırılması için önceden belirlenmiş bir geçici kararın verilmesini isteyebilir ve mahkeme de bu yönde bir karar verebilir. Fransa’da bu nitelikteki kararlar “acil usuller”, “acil önlemler” veya “geçici önlemler” olarak adlandırılmaktadır. Acil önlem kararları, bir hakkın doğuşuyla mahkeme tarafından tanınmasına kadar geçecek kaçınılmaz sürenin sonucudur. Diğer bir ifadeyle, bu süre, genellikle mahkeme kararı uygulandığı zaman sona erer. Fransız raporu, Fransa’da gerçekleştirilen 30 Haziran 2000 günlü son reforma atıfta bulunmaktadır. Bu raporda, iki kurum üzerinde durulmaktadır. Yürütmenin ertelenmesi veya yürütmenin geçici olarak durdurulması ve temel hakların korunmasına ilişkin geçici önlemler. Diğer raporlar bu modeli örnek olarak nitelendirmektedir. Örneğin Kongo, Fransız geçici önlem kararlarının tam bir analizini yapmaktadır. Yunanistan raporunda da, sözleşme aşamasının öncesine ilişkin geçici önlemlerin yanısıra, yargı kararlarının uygulanmasından kaçınılmasını önlemek amacıyla belirli bir süreyle sınırlı tutulan usuller üzerinde durulmaktadır. Sözleşme aşamasının öncesine ilişkin geçici önlem kararları, yakın zamanda Avrupa Birliği hukukundan türetilmiştir ve tarafların haklarını garanti altına almaktadır. Bu yönteme göre, taraflardan biri, sözleşme hükümlerinin, bu hükümler yasaya (gerek ulusal gerekse Topluluk düzeyinde) aykırılık taşıyorsa, askıya alınmasını isteyebilir ve bu yol başarıyla uygulanmaktadır. Alman hukuk sisteminin bir özelliği dikkate alınırsa, (Alman hukukunda acil önlemler gibi yolları uygulamak mümkündür) mahkeme bir idari işlemin yargısal denetiminin yapılmasına karar verdiğinde, bu karar idari işlemin uygulanmasının otomatik olarak durmasına yol açar. (Benzer bir yol Finlandiya’da da bulunmaktadır). Diğer taraftan yürütmeyi durdurmanın dışındaki geçici önlemler, bütün hukuk düzenleri için ortak nitelikteki olağan geçici yolları ifade eder ve bunun için iki koşul gereklidir: Önlem, haklarla ve çıkarlarla ilgili ciddi ve telafisi olanaksız zararlara yol açmamalıdır ve yargısal denetime tabi tutulan idari işlemin hukukiliğine ilişkin ciddi kuşkular bulunmalıdır. Bu iki unsur kamu yararı ile bireysel yarar dikkate alınarak dengelenmelidir. Anılan kriterler (ciddi ve telafisi imkansız zarar, idari işlemin hukukiliğine ilişkin ciddi kuşkular ve çıkarların dengelenmesi) yasayla düzenlenmiş geçici önlemlerin uygulanması için, mahkemelerin dikkate alması gereken koşullardır. (Almanya, İspanya ve Portekiz yasalarında belirtildiği gibi). Acil önlemlerin dışında, mahkemeler, kısa ve açık ifadelerle, idari makamların görevlerini belirterek yargı kararının uygulanmama riskini azaltabilir veya sınırlandırabilirler. (İngiltere, Mısır, Yunanistan ve Lüksemburg raporları). Ayrıntılı yazılmış, gerekçeli yargı kararları gelişmeye de katkıda bulunabilir. (Bu husus, Fransa tarafından önerilmiştir). B – Hukuka Uygunluğu Yeniden Sağlayıcı Araçlar İdare mahkemelerinin kararlarının uygulanmasına ilişkin olarak farklı makamların uygulama gücünü açıkladıktan sonra, mahkemelerin bu tür kararların uygulanmasındaki işlevine dönebiliriz. Bazı mahkemeler, kendi yetkileri sayesinde yargı kararlarını uygulayabilmektedir, bu yol esasa ilişkin kararlarla veya diğer tür kararlarla mümkündür. Ayrıca, mahkemeler, idari makamların veya başka yolların aracılığıyla dolaylı olarak da yargı kararlarını uygulayabilmektedir. Belçika, Almanya ve İspanya raporlarında belirtildiği gibi, bir yargı kararının uygulanması, uygulanma zorunluluğu olan bir hükmün varlığını gerektirir. Esasa ilişkin yargı kararı, kendi başına uygulama gücüne sahip bir hükümdür, ancak diğer tür kararlar da, yürütmenin durdurulması veya geçici önlemler gibi, hüküm sonucunu doğurabilir. Bu kararların hüküm olarak kabul edilmeleri, uygulanma gücüne sahip olmaları anlamına gelmektedir ki, bu halde, eğer gerekiyorsa, uygulamayı sağlayacak zorlayıcı araçların kullanılması mümkündür. a – Doğrudan Yargısal Uygulama Bir mahkeme, içeriği açık olan ve herhangi bir yorum gerektirmeyen kararlarını doğrudan kendisi uygulayabilir. İnşaat ruhsatı verilmesi gibi kişisel hakları tanıyan veya tespit eden yargı kararları böyledir. Avustralya, yargı kararının yargıç tarafından uygulanmasına iyi bir örnektir. Avustralya İdari İstinaf Mahkemesi (yargı yeri değildir ve kararın uygulanması konusunda herhangi bir yetkisi bulunmamaktadır) idarenin yerine geçerek karar alabilir. Ancak, idarenin kararı uygulamaması durumunda zorlama yetkisi yoktur. Kolombiya’da Danıştay ve idare mahkemeleri kararlarının doğrudan uygulanması sadece seçimlere ilişkin uyuşmazlıklarda verilen kararlar için mümkündür. Polonya’da yargıç, kararın uygulanması için bir süre belirler ve bazı zorunluluklar getirebilir. İdarenin hareketsiz kalması durumunda uyuşmazlığın esasını karara bağlayabilir. Yargıcın kararı doğrudan uygulama yetkisinin bulunmadığı ülkeler için doğrudan uygulama şaşırtıcı bir yol olarak görülebilir. Öncelikle, güçler ayrılığı anlayışının geçerli olması (ki bu ilkeye göre yargıcın idarenin yerine geçerek karar alması ya da ona nasıl davranması gerektiğini söylemesi mümkün değildir) böyle bir düşüncenin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Raporunda bu konuya dikkat çeken Belçika, Danıştayın bu alanda uyguladığı ve mahkemelerin yetkisini giderek genişleten bir içtihata da değinmiştir. Bu içtihat, yargı kararlarının uygulanması konusunda yargıcın yetki sahibi olmasının yolunu açmaktadır. Böylece, Danıştay kararlarında kararın uygulanmasında idarenin alması gerekli önlemlerin neler olduğuna somut bir şekilde yer verilmektedir. Bu önlemler öğretide “yarı yargısal emir” ya da “örtülü yazılı emir” olarak adlandırılmaktadır. Ancak, bunlar idareyi bağlayıcı nitelikteki diğer yargısal kararlardan farklıdır, çünkü bunlar uygulama gücüne sahip hükümler olarak kabul edilmezler. Bu sınırlamanın temel nedeni, idarenin ve yargının takdir yetkisine saygıdır, bu durumdan kaynaklı olarak yargının idareye emir veremediği ülkeler arasında Mısır, Yunanistan, İtalya, Hollanda ve Türkiye sayılabilir. Son olarak söz edilmesi gereken, idarenin mahkemeden kararın uygulanması için gerekli yöntemlerin neler olduğunu belirlemesini istemesidir. Fransa’da uygulanan bu yöntemde, ilgili kamu kurumları Danıştay’a başvuruda bulunarak hem Danıştay’ın hem de idari mahkemelerin verdiği kararların nasıl uygulanması gerektiği konusunda açıklama isteyebilirler. Bu hususta yetkili olan Danıştay’ın “Raporlar ve Etüdler Dairesi” kararın uygulanması konusunda gerekli açıklamaları yapar. Mali’de ise, konuyla ilgili bakan, Yüksek Mahkemenin İdari Dairesinden bir kararın yorumlanmasını isteyebilir. (Yüksek Mahkeme, hukukun her dalına ilişkin uyuşmazlıklarda görevli ve yetkili olup, Mahkeme içinde yer alan idari daire, idari yargıyla ilgili uyuşmazlıkların çözümüyle görevlidir). b – Diğer Uygulama Araçları Yukarıda açıklanan ve kararın doğrudan yargıç tarafından uygulanmasına ilişkin sistemlerin dışında kalan sistemler, idari yargı kararının mahkemenin ya da bu iş için oluşturulmuş organın denetiminde idare tarafından uygulanmasını öngörmektedir. Bu organlara örnek olarak, daha önce sözü edilen, İsveç Uygulama Otoritesi ile Yunan Danıştayı’nda bulunan Kararların Uygulanmasını İzleme Komitesi verilebilir. Kararın uygulanmasında, yukarıda belirtilen bu organlar tarafından kullanılan araçlar idare mahkemesinin verdiği kararın niteliğine göre değişmektedir. İptal kararları veya idareye bir görev verilmesi, bu kararın gereğinin yerine getirilmesi açısından farklı çözümlerin bulunmasına yol açmaktadır. aa – İdari İşlemin İptali Birçok raporda açıklandığı gibi, idare yargı kararlarını genellikle yerine getirmekte ve uygulamama ya da yanlış uygulamaya dair hemen hemen hiçbir sorunla karşılaşılmamaktadır. Gerçekten, bazı durumlarda, idare herhangi bir işlem tesis etmekten kaçınırsa mahkeme kararı uygulanmış olacaktır. Belçika’da bu durum iptal kararının “yasaklayıcı etkisi” olarak adlandırılmaktadır. Mahkeme kararının sonuçlarına uyulmadan, iptal edilmiş bir işlemin uygulanması halinde, bu işlem Mali’de ihlal olarak nitelendirilmektedir. Asıl sorun, iptal edilmiş idari işlemin yerine yeni bir idari işlemin tesis edilmesi gerektiğinde ortaya çıkmaktadır. Mahkemenin, bu konuda yeni bir işlem tesis etme yetkisinin sınırlılığını bir tarafa bırakırsak, burada önemli olan husus idarenin bu durumda hangi koşullar altında ve nasıl hareket edeceğinin saptanmasıdır. Fransız Danıştayı’na göre, iptal kararından sonra idarenin tesis edeceği yeni idari işlemin, bu işlemin tesis edildiği tarihteki maddi ve hukuki koşullara uygun olması zorunludur. Ancak, kazanılmış hakların korunmasının gerekli olması durumunda, iptal edilen işlemin tesis edildiği koşullar dikkate alınmalıdır. Belçika’da, önceki işlemin yerini alacak başka bir idari işlemin tesisine gerek duyulduğunda, iptal kararlarının “inşai” etkiye sahip olduğu belirtilmektedir. Bu işlev, kaynağını bir yasadan, düzenleyici işlemden veya olayın somut koşullarından almaktadır. Bunun aksine, Mali raporu, tarafların hukuksal durumlarının yeniden kurulması veya yeni işlem tesisi için gerekli süre gibi sorunlara yasal veya yargısal bir çözümün gerekliliğini belirtmektedir. Yeni tesis edilen işlemin sınırları veya özellikleri nelerdir? Bazı yasal düzenlemeler idareye belirli bir dereceye kadar özgürlük tanır. Örneğin, Fransa’da kararın uygulanması sırasında, idarenin belirli görevleri yapması öngörebilir. Bu durum İngiltere için de geçerlidir. Mahkemeler, idari makamların mutlaka uyması gereken, ayrıntıları açıklanmış belirli emirleri verebilirler. Hollanda’da, mahkemeler bu yetkiyi kullanmasa da, idareye belirli emirler vermeyi öngören bir yol bulunmaktadır. Hollanda mahkemeleri erteleme kararı da verebilir, böylece idare yeni idari işlem tesis edebilir ve hatta idarenin, yargı kararının gereğini yerine getirmesine kadar geçici önlemler niteliğinde kararlar verebilir. Diğer bir yöntem, para cezası verilmesidir, ancak bu zorunlu uygulama araçlarından değildir. (Bölüm II – 3 – 4 – A’da belirtildiği gibi) İdare yargı kararını uygulamazsa başvurulan bir araçtır. Son olarak, mahkeme, kendiliğinden yeni bir idari işlem tesis edebilir ve bu yeni işlem önceki idari işlemin yerine geçer. Bu halde de, idarenin takdir yetkisine müdahale sorunu ortaya çıkar. Belçika’da, mahkeme bir idari işlemi iptal ettiğinde, idarenin takdir yetkisinin nasıl kaldırıldığını belirtmek ilginç olacaktır. Bu gibi durumlarda, idare, mahkeme kararında sınırları çizilmiş niteliklerde belirli bir karar almak zorundadır. bb – İdareye İşlem Yapma Yükümlülüğü Getirilmesi Önceki idari işlemin yerine tesis edilen yeni bir idari kararın onaylanmasıyla birlikte, mahkeme idareye belirli bir görev de verebilir. Alman raporuna göre, bu tür görevler verilmesi uzun bir süre boyunca kabul edilemez görülmüştür, hatta, bu konuda, “devletin saygınlığına zarar verildiği ve yürütme alanına tehlikeli bir müdahale yapıldığı” ileri sürülmüştür. Bu geleneksel anlayış yüzünden Alman uygulama sistemi, açık bir şekilde, para cezaları da içermek suretiyle bu tür görev vermeleri (emirleri) yargısal kararlardan ayırmaktadır. Gerçekten, Alman hukukunda belirli görevleri öngören yargısal kararları vermeye olanak tanıyan - İdari Yargılama Kanunu m.172 - bir hüküm bulunmakla birlikte, bu hükmün uygulanması sınırlıdır. Hatta, bu alanda Hukuk Usulü Kanununun uygulanmasında sınırlamalar bulunmaktadır, bu durum ise, bir idare mahkemesi, idareye belirli bir görev verdiğinde yasal boşluklar ortaya çıkarmaktadır. İspanya’da mahkemelerin iptal edilen işlemin yerine kendi kararlarını ikame etme konusunda yetkileri bulunmaktadır, kararın uygulanmasını mahkeme bu şekilde yerine getirmektedir. İspanya Anayasa Mahkemesi bu yolu uygun görmektedir. Bu yolun dolaylı olarak uygulanması ise, olağan uygulamaya eşdeğer etkileri olan bir yargısal tasarrufu ifade eden başka bir uygulama biçimidir. Öte yandan, tamamlayıcı uygulama yoluna başvurmak da mümkündür. Bu yol, idareye rağmen, mahkemenin kamu organlarından veya özel kişilerden işbirliği yapmalarını istemelerini gerektirmektedir. Bu ilişki, genel uygulama kurallarına aykırı değildir, çünkü İspanya Anayasası, kararlarının uygulanması konusunda mahkemelere yetki tanımakta ve bu yetki hem doğrudan hem de dolaylı uygulamayı içermektedir. cc – Para Cezası Verilmesi İdare mahkemesi, idareye para cezası da verebilir. Bu durumda, çoğu hukuk düzeni, idare hukukunun genel ilkeleri de dahil – kamu mallarının haczedilememe imtiyazı ve bütçe alanında yasallık ilkesi gibi – oldukça gelişmiş kurallara sahiptir. Örneğin, Kolombiya’da, kamu düzeninin zarar görmesi halinde, uygulamaya yasak koyma da dahil bu konuda bazı düzenlemeler yapılmıştır. Aynı zamanda, mahkeme kararının uygulanması amacıyla bütçe düzenlemelerini yapabilmek için belirli süreler öngörülebilir. Mahkeme idareye para cezası verince, bütçeyle görevli bölüm bilgilendirilir ve böylece gerekli önlemlerin alınması sağlanır. (Portekiz’de bütçe mahkeme kararını da içermelidir). Eğer verilen cezalar bütçede yer almamışsa, ilgili idari makamların bütçeyi onaylaması veya uygulaması yasaklanır. Bütçe uygulamasında, yargı kararıyla hükmedilen para cezalarının ödenmesindeki gecikme (diğer bütçe kalemlerinin tersine) faiz ödenmesini gerektirir. Bazı devletler, para cezaları öngören yargısal kararlara sınır koymaktadır. Mali’de, 300.000 dava dolayısıyla, devlet 300.000 franklık bir sınıra kadar sorumludur. Bunun aksine, diğer devletlerde, örneğin Almanya’da, Anayasa Mahkemesi para cezalarına sınır konulmasını, yargı kararlarının etkili uygulanmasının (dolayısıyla etkili başvuru yollarının varlığının) ihlali olarak değerlendirmektedir. Son olarak, Benin’de, devlet ne zaman ciddi bir miktar içeren yargısal bir para cezası ödemeye zorunlu olsa, taraflar genellikle bir anlaşmaya varmaktadırlar. İspanya’daki uygulama yöntemi, İdari Yargılama Kanununun gereği olarak sıkı bir şekle bağlıdır. Para cezalarının uygulanmasıyla ilgili olarak, bazı istisnai durumlar bulunmakla birlikte, Parlamento ödemenin yapılmasını belirli bir süreye bağlamıştır. Ayrıca, belirtmek gerekir ki, taraflar, İspanyol Medeni Kanununun ilgili hükümlerine göre, kişisel kredilerini karşılık gösterme yetkisine sahiptir. Son olarak, idare yükümlülüklerini ihmal ederse, mahkeme kararının icra yoluyla uygulanması mümkündür. Bu noktada, kamu mallarının haczedilememesi sorun oluşturabilir. Almanya’da, Medeni Usul Kanunu hükümleri, İdari Yargılama Kanununda yapılan atıf nedeniyle idari yargı kararlarının uygulanmasında dayanak alınacak kurallardır. Davacı, ilk derece idare mahkemesinden yasal gerekçelere sahip, diğer bir ifadeyle uygulama niteliği bulunan bir hükmün gereğinin yerine getirilmesini istemelidir. Hukukçular, özel hukuk alanında bulunan ve idare hukukuna uyarlanabilecek genel bir kurala göre, idareye altı aylık bir sürenin verilmesi gerektiğine inanırlar. Ayrıca, Medeni Usul Kanunu, mahkeme tarafından alınabilecek bazı önlemleri içermektedir ve önlem niteliğindeki emirler yasada yer almamaktadır. Gerçekten, mahkeme, karar verirken en etkili, fakat en az ağır olan önlemi dikkate almakla yükümlüdür. Bu gereklilik, ölçülülük ilkesinin bir gereği olarak, Belçika ve Finlandiya gibi diğer ülkelerde de görülebilmektedir. Kamu mallarının haczedilememesi nedeniyle, bu tür bağışıklıktan yararlanan malların belirlenmesi gereklidir. Örneğin, 3068/2002 sayılı yakın tarihli Yunan yasası, mahkeme kararının gereği parasal yükümlülüklere ilişkin olarak devletin veya ilgili tüzel kişilerin özel mallarını etkileyebilecek nitelikte zorlayıcı uygulama sistemini öngörmektedir. Yunan raporu, özel malları tanımlayan kesin unsurları belirlemenin şimdilik erken olduğuna da yer vermektedir. Bununla birlikte, İspanyol sistemine bir gönderme yapıldığında, Anayasa Mahkemesi, bir yargı kararının zorla uygulanmasının idarenin hangi mallarını etkileyebileceğini açıklamaktadır. Kamunun kullanımına ayrılmış mallar (genel yarara uygun faaliyetlere ayrılmış), ortak mallar, finans kaynakları ve kamu hizmetinin yürütülmesine ayrılmış mallar –sahipsiz mallar- yargı kararından etkilenmez. Ancak, bir kamu hizmetinin yürütülmesi için ayrılmış olan sahipsiz mallar, yargı kararının uygulan





Bu haberin geldigi yer: Imar Hukukcusu
http://www.imarhukukcusu.com

Bu haber icin adres:
http://www.imarhukukcusu.com/modules.php?name=News&file=article&sid=277