Yeni Sayfa 2
Yeni Sayfa 5
Radyoloji personelinin
hukuka aykırı olarak mesai saatlerinin günlük 9 saate çıkarılmasına dair
düzenleme hakkında Danıştay 5. DAİRE ile 12. DAİRE müşterek heyet yaparak
aldıkları kararagöre yürütmenin durdurulmasına karar verilmiştir.
Bu kararın Sağlık
Bakanlığına tebliğ edildiği halde halen uygulanmadığı anlaşılmaktadır. Oysa
aşağıda yapılan açıklamalara göre bu kararın geçikmeksizin işlem tesis edilerek
uygulanması gerekmektedir.
İdari yargı kararlarının
en geç 30 gün içinde uygulanacağına dair kural ancak kararın uygulanması için
kurul toplanması ya da bu iş için yasada özel bir prosedürün olması halinde
geçerli olur. Yoksa bu örnekte olduğu gibi idari bir işlem ile yargı kararının
uygulanması mümkün olduğundan gecikmeksizin kararın uygulanması gerekirdi.
Öte yandan, Sağlık
Bakanlığınca yürütmenin durdurulması kararına itiraz edilecek olması da kararın
uygğulanmasına engel değildir. Yürütmenin durdurulması kararına itiraz
edildiğinden bahisle kararın uygulanmaması kişileri manevi tazminat ödemekten
kurtaramaz.
Bu konuda geçmiş haberler
için
tıklayınız.
Yeni Sayfa 6
2577 sayılı idari Yargılama Usulü kanunu’nun 28. maddesinde;
“KARARLARIN SONUÇLARI:
Madde 28 - 1 .
(Değişik bent: 10/06/1994 - 4001/13 md.) Danıştay, bölge idare mahkemeleri,
idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin
kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya
eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden
başlayarak otuz günü geçemez. Ancak, haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile
ilgili davalarda verilen kararlar hakkında, bu kararların kesinleşmesinden sonra
idarece işlem tesis edilir.
2. (Değişik bent:
10/06/1994 - 4001/13 md.) Tam yargı davaları hakkındaki kararlardan belli bir
miktarı içerenler genel hükümler dairesinde infaz ve icra olunur.
3. Danıştay, bölge
idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis
edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili
idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabilir.
4. Mahkeme
kararlarının (otuz) gün içinde kamu görevlilerince kasten yerine getirilmemesi
halinde ilgili, idare aleyhine dava açabileceği gibi, kararı yerine getirmeyen
kamu görevlisi aleyhine de tazminat davası açılabilir.
5. Vergi
uyuşmazlıklarına ilişkin mahkeme kararlarının idareye tebliğinden sonra bu
kararlara göre tespit edilecek vergi, resim, harçlar ve benzeri mali yükümler
ile zam ve cezaların miktarı ilgili idarece mükellefe bildirilir.
6. Tazminat ve
vergi davalarında kararın idareye tebliğinden itibaren infazın gecikmesi
sebebiyle idarece kanuni gecikme faizi ödenir.” Hükmü yer almaktadır.
Anayasa'nın 125.maddesinin son bendinde idarenin, kendi
eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu, 138.maddesinde de,
yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uymak zorunda
bulundukları, bu organlar ve idarenin, mahkeme kararlarını hiçbir suretle
değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesini geciktiremeyeceği
öngörülmüştür.
Sözü edilen yasa hükümlerine göre idare, yargı ilamının
hüküm ve icaplarına göre işlem ve eylem tesis etmeye mecbur olup, yargı
kararlarına göre eylem ve işlem tesis etmeyen idare aleyhine reddi ve manevi
tazminat davası açılabileceği açıktır.Yükümlüler yargı kararlarının infazını,
idareden genel zaman aşımı süresi olan 10 yıl içerisinde, her zaman
isteyebilirler. İdare yargı kararına uymak ve icaplarını hiç bir duraksamaya
meydan vermeden yerine getirmek mecburiyetindedir.
Yargı yeri kararlarının yerine getirilmesi zorunluluğunun
Anayasamızdan kaynaklandığında kuşku bulunmamaktadır. 2577 sayılı Kanunun
28.maddesinin (3) işaretli fıkrasında yer alan, idare ve vergi mahkemeleri
kararlarına göre işlem tesis edilmeyen hallerde idare aleyhine maddi ve manevi
tazminat davası açılabileceğine ilişkin kural da bu zorunluluğa dayanmaktadır.
Kanunda, maddi ve manevi tazminat davasının hangi süreye
tabi olduğuna ilişkin açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Farklı görüşler de
olmakla birlikte öğretide ve idari yargı uygulamasında, ilama bağlanmış
alacakların on yıllık yeni zamanaşımına tabi olduğunu düzenleyen Borçlar
Kanununun 135.maddesinin ikinci fıkrası kuralına koşut olarak, idari yargılamada
da bu sürenin uygulanabileceği kabul edilmektedir. Bu cümleden olarak, idare ve
vergi mahkemelerince verilen karaların yerine getirilmemesi sebebiyle
ilgililerin, on yıllık süre içinde uğradıkları zararın tazminen ödenmesini
isteyebilecekleri sonucuna varılmaktadır.
Hiç kuşkusuz böyle bir başvuru, idareyi karar gereğini
yerine getirme yükünden kurtarmayacaktır. Ancak, yargı kararının yerine
getirilmemesi nedeniyle doğan zararın giderilmesi istemiyle ilgililerce idareye
başvurulduğu takdirde, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 10 ve
11.maddelerinde yazılı işleyiş başlamış olacağından, tazminat davasının
açılabileceği süre başlangıcının bu tarihe göre saptanarak sürenin sözü geçen
kurallar ile Kanunun 7.maddesine göre hesabı gerekir.
İdarenin mahkeme kararlarına uymak zorunda olduğu ve bu
kararları yerine getirmede gecikmemeleri gerektiği Anayasa'nın 138.maddesinde de
ifade edilmiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 28. maddesine
göre idare mahkemelerinin yürütmenin durdurulmasın XE “Yürütmenin Durdurulması"
a ilişkin kararlarının icaplarına göre belediyeler ya da valilikler,
gecikmeksizin işlem tesis etmeye mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın
idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez. İdare mahkemesince verilen
yürütmenin durdurulması kararlarına göre işlem tesis edilmemesi halinde idare
aleyhine aynı İdare Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat davası açılabilir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun
22.10.1979 gün ve E: 1978/7, K: 1979/2 sayılı kararına göre, yargı kararının
uygulanmaması halinde bu husus kararı uygulamayan kamu görevlisinin tazminat
ile sorumlu tutulabilmesi için yeterlidir. Kamu görevlisinin sorumlu olabilmesi
için ayrıca kin, hınç, düşmanlık ve benzeri duyguların etkisi altında olup
olmadıklarının araştırılmasına gerek yoktur. Yürütmenin durdurulması XE
“Yürütmenin Durdurulması"
kararını uygulamayan görevliye karşı hukuki sorumluluk yüklenebilmesi
için yürütmenin durdurulması XE “Yürütmenin Durdurulması" kararının verildiği
iptal davasının sonuçlanmasına gerek yoktur.
1982 Anayasası’nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin
hukuk devleti XE
“Hukuk Devleti"
olduğu vurgulanmakta ve 138. maddesinin son fıkrasında, yasama ve yürütme
organları ile idarenin, mahkeme kararına uymak zorunda olduğu; bu organlar ile
idarenin, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremeyeceği ve bunların
yerine getirilmesini geciktiremeyeceği yolunda açık, kesin ve emredici bir
kurala yer verilmiştir. Bu hüküm 2577 sayılı Yasanın 28. maddesinde de
bulunmaktadır.
Bu kurallara bakıldığında, Anayasaya uygun işleyen bir
hukuk devletind XE
“Hukuk Devleti"
e, idare makamlarının yargı kararlarını süresi içinde yerine getirmemesi
düşünülemez. Bu durum olsa olsa kamu görevlisinden kaynaklanır. Danıştay, son
dönemlerde verdiği kararlarda, böyle durumlarda yani mahkeme kararının
uygulanmaması nedeniyle açılan tam yargı davalarında, mahkeme kararının süresi
içinde uygulanmadığı sonucuna varılıp tazminata hükmedilmesi halinde, davacının
talebi olmasa dahi, hükmedilen tazminat tutarını, mahkeme kararını uygulamayan
görevli ya da görevlilere rücu edilmek üzere vermektedir.
Anayasanın
138. maddesinin son fıkrasında “... yasama ve yürütme organları ile idare,
mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını
hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez”
kuralı yer almış, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun Kararların
Sonuçları başlıklı 28. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “Danıştay, Bölge İdare
Mahkemeleri, İdari ve Vergi Mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına
ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye
veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye
tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez” hükmü ile Anayasanın 2. maddesinde yer
alan “Hukuk Devleti” ilkesine ve 138. maddesine uygun bir düzenleme yapılmıştır.
Yasanın belirtilen maddesi hükmü
ile kararların derhal uygulanması ilkesi konulmuş her durumda bu sürenin 30 günü
aşamayacağı belirtilmiş, kararların uygulanması için idarenin gereksinim
duyduğu sürenin nihayet otuz günle sınırlı bulunduğu öngörülmüştür. Yürütmenin
durdurulması kararı da Anayasada ve İdari Yargılama Usulü Yasasında belirtilen
nitelikte bir yargı kararı olduğuna göre, bu yolda karar verilmiş bir davada
idarenin; esas kararın verilmesini, bu karar temyiz edilmiş veya kararın
düzeltilmesi yoluna başvurulmuş ise verilecek kararı beklemesi, bu yolla,
verilen yürütmenin durdurulması kararını sürüncemede bırakması, savsaklaması ve
etkisiz kılması gibi seçeneği bulunmamaktadır.
Yine Yasanın belirtilen
maddesinde yer alan “Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi
mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan
hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi
tazminat davası açılabilir.
Mahkeme
kararlarının otuz gün içinde kamu görevlilerince kasten yerine getirilmemesi
halinde ilgili, idare aleyhine dava açılabileceği gibi, kararı yerine
getirmeyen kamu görevlisi aleyhine de tazminat davası açılabilir...” yolundaki
düzenlemeleri kararların uygulanması halinde davacının yalnızca tazminat davası
açabileceği şeklinde yorumlamak Anayasanın belirtilen hükmü ile bağdaşmaz. Bir
hukuk devletinde aslolan idarenin yargı kararını kendiliğinden uygulamasıdır.
Ancak davacı da kararın uygulanması için idareye başvurabilir. Bu başvurunun
reddedilmesi halinde idare hukuku bakımından tek yanlı irade beyanı içeren ve
ilgili hakkında hukuki sonuç yaratan bir işlem tesis edilmiş olacağından bu
işleme karşı iptal davası açılabileceği kuşkusuzdur. Öte yandan, yargı
kararlarının uygulanmamasının hem bir iptal nedeni hem de ağır hizmet kusuru
oluşturduğu açıktır.
Anayasanın 2. maddesinde; Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti olduğu
vurgulanmakta ve 138. maddesinin son fıkrasında “Yasama ve Yürütme organları ile
idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme
kararlarını hiçbir suretle değiştirilemez ve bunların yerine getirilmesini
geciktiremez.” yolunda açık, kesin ve buyurucu bir kurala yer verilmektedir.
Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 4001 sayılı Kanunla
değişik 28. maddesinin 1. fıkrası; Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve
Vergi Mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının
icaplarına göre idarenin, en geç otuz gün içinde işlem tesis etmeye veya eylemde
bulunmaya mecbur olduğu şeklindeki kuralıyla Anayasanın 2. maddesinde yer alan
“Hukuk Devleti” ilkesine uygun bir düzenleme getirmiş olup, 3. fıkrasında da;
Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemeleri kararlarına göre
işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine
Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabileceği
hükme bağlanmıştır.
Anayasanın 2. maddesinde yer
alan “Hukuk Devleti” ilkesinin doğal sonucu olarak idarenin mahkeme kararlarını
“aynen” ve “gecikmeksizin” uygulamaktan başka bir seçeneği bulunmamaktadır. Bu
kural, idareye kararın tebliğ tarihinden başlayıp otuz günün dolmasına kadar
süren bir uygulamama yetkisi tanıyan bir hüküm değildir. Aksine maddede
kararların derhal uygulanması ilkesi benimsenmiş olup, her durumda bu sürenin
otuz günü aşamayacağı, kararların uygulanması için idarelerin gereksinim
duydukları sürenin nihayet otuz günle sınırlı bulunduğu hükme bağlanmıştır.
Diğer taraftan Anayasanın 11. maddesinde; Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme
ve yargı organlarını idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan
temel hukuk kuralları olduğu belirtilerek Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü
kamu görevlileri yönünden tekrar ve teyit edilmiştir. Bu nedenle bir kamu
hizmetinin yürütülmesi sırasında, hukuk kurallarına uyulmaması hizmeti yürüten
idarenin ağır hizmet kusuru işlediğini gösterir ve tazmin sorumluluğunu doğurur.
[1]
Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 17.3.1992 gün ve E:1990/245, K:1992/827
sayılı kararı.
[2]
Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu’nun 18.6.1993 gün ve
E:1992/301 K:1993/74 sayılı kararı.