Dairesi
Karar Yılı
Karar No
Esas Yılı
Esas No
Karar
Tarihi
ONİKİNCİ
DAİRE
2006
540
2005
6353
22/02/2006
KARAR METNİ
Davacıya isnad edilen fiillerin
ve bu fiillerin emniyet örgütü disiplin tüzüğünün hangi maddeleri kapsamına
girdiğinin tek tek belirtilmeden verilen cezada hukuka uyarlık bulunmadığı hk.
Danıştay Onikinci Dairesinin
22.2.2006 gün ve E:2005/6353, K:2006/540 sayılı kararı.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı): ?
Vekili : Av?
Karşı Taraf : İçişleri Bakanlığı - ANKARA
İsteğin Özeti : Bursa 2. İdare Mahkemesinin 31.3.2005 günlü, E:2004/764,
K:2005/413 sayılı kararının dilekçede yazılı nedenlerle temyizen incelenerek
bozulması isteminden ibarettir.
Savunmanın Özeti : Temyizi istenen kararın usul ve kanuna uygun olduğu, ileri
sürülen nedenlerin 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesine
uymadığı, bu nedenle istemin reddi gerekeceği yolundadır.
Danıştay Tetkik Hakimi : M.Önder Tekin
Düşüncesi : Dava; Bursa ? Bölge Trafik İstasyon Amirliği'nde polis memuru olarak
görev yapmakta iken,23.2.2004 tarihinde emekli olan davacının,açılan soruşturma
sonucunda Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü'nün 5/A-6,7/B-1 maddeleri ile 8.
maddesinin 6.,7. ve 12. fıkralarında belirtilen disiplin suçlarını işlediği
sabit görülerek "üç günlük aylık kesimi","16 ay uzun süreli durdurma" ve
"meslekten çıkarma" cezaları ile cezalandırılmasına ilişkin olarak alınan
Emniyet Genel Müdürlüğü Yüksek Disiplin Kurulu kararının iptali istemiyle
açılmıştır.
Dosyanın incelenmesinden,7.7.2003 tarihli Bursa Valiliği Makamına hitaben
yazılan ihbar mektubu üzerine,ihbar mektubunda yer alan iddiaların gerçekliğinin
ortaya konulabilmesi amacıyla görevlendirilen Polis Başmüfettişlerince yapılan
soruşturma sonucunda düzenlenen 12.11.2003 günlü ve 2003-242 sayılı raporun
davacının işlediği iddia edilen fiillerle ilgili değerlendirme bölümünde;
davacının da imzasının bulunduğu bazı "Trafikten Men Edilen Araç Belgesi" ve
"Trafik Ceza Tutanakları"nda farklı ceza maddelerinin yazılmış
olması,bazılarında trafik ceza maddesinin yazılmamış olması ve trafikten men
edilen araçların,eksikliklerinin giderildiği açık bir şekilde gösterilmeden
trafiğe çıkmalarına izin vermiş olmasının Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü'nün
5/A-6 maddesinde belirtilen "görevde kayıtsızlık göstermek,görevi savsaklamak",
7/B-1 maddesinde yer alan,"Hizmet içinde resmi sıfatının gerektirdiği saygınlığı
ve güven duygusunu sarsacak eylem ve davranışlarda bulunmak",8/6. maddesinde
düzenlenen "sahtecilik" ve 8/12. maddesinde yer alan "gerçek dışı tutanak
düzenleyip imza etmek" fiili kapsamında bulunduğu ve bu maddeler uyarınca
cezalandırılmasının teklif edildiği,Emniyet Genel Müdürlüğü Yüksek Disiplin
Kurulu'nun 24.2.2004 günlü ve 2004/11-44 sayılı kararında da,soruşturma
raporunda yapılan değerlendirme gibi davacının her bir eyleminin Emniyet Örgütü
Disiplin Tüzüğü'nün ilgili maddesi ile örtüştüğü yönünde değerlendirmede
bulunulmaksızın,davacının eylemlerinin Karayolları Trafik Kanunu ve ilgili
Yönetmeliğe aykırı olduğu ve anılan Tüzüğün 5/A-6 maddesi gereğince "3 günlük
aylık kesimi",7/B-1 maddesi uyarınca "16 ay uzun süreli durdurma cezası" ve
8/6,8/7 ve 8/12. maddeleri hükümleri uyarınca"meslekten çıkarma" cezası ile
cezalandırıldığı anlaşılmaktadır.
İdare mahkemesi kararında; soruşturma raporunda,soruşturulan polis memurları ile
tanıkların ifadelerine yer verildiği,raporun sonuç kısmında ise,maddi olay ile
tanık ifadeleri ve disiplin cezasının dayanağı diğer deliller ile birlikte
değerlendirilmek suretiyle isnat edilen ve Tüzüğün ilgili maddelerinde yer alan
disiplin suçlarının hangi fiillere dayalı olarak ne şekilde sübut bulduğu
ayrımının yeterince yapılmadığı,isnat edilen suçun dayanağı olarak gösterilen
trafikten men edilen araçlara ait men belgesi,ceza tutanakları gibi belgelerle
ilgili olarak soruşturulan emniyet mensuplarının ifadelerine yer verilerek genel
ifadelerle Tüzüğün ilgili maddelerinde yer alan ve Karayolları Trafik Kanunu ve
Yönetmeliğine aykırı olduğu belirtilen fiillerin birlikte sübuta erdiğinden
bahisle ceza teklifinde bulunulduğu,ayrıca birden fazla ceza önerilen emniyet
mensuplarında,her bir cezanın hangi maddi olaya dayandığı yönünde net bir ayrım
ve değerlendirme yapılmadığının görüldüğü belirtilerek; davacıya verilen
disiplin cezasının dayanağı olarak gösterilen,görev sırasında trafikten men
edilen araçlara ait men belgesi,ceza tutanakları gibi belgeler ve toplanan diğer
deliller dikkate alınarak isnat edilen fiilin,disiplin cezasını gerektirmesi
halinde Tüzüğün hangi madde veya maddeleri kapsamında kaldığına yönelik
değerlendirmeler yapılacağı belirtilerek,davacının işlediği iddia edilen
fillerin Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü'nün ilgili maddeleri kapsamında disiplin
suçu oluşturduğu kanaatine varılarak davanın reddine karar verilmiştir.
Mahkemece, 11.6.2002 tarihinde trafikten men edilen bir aracın davacı tarafından
hangi nedenle trafiğe çıkmasına izin verildiği hususunun açık olarak
gösterilmemesi eyleminin,soruşturma raporunda "Meslekten çıkarma" cezasını
gerektirdiğine yönelik bir teklifte bulunulmadığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü
Yüksek Disiplin Kurulu kararında da böyle bir ayrıma gidilerek disiplin cezası
verilmediği halde; bu eylemin "Meslekten çıkarma" cezasını gerektirmediği
sonucuna varılarak karar verildiği görülmektedir.
Davacıya verilen
disiplin cezalarının dayanağı olarak gösterilen eylemlerin Emniyet Örgütü
Disiplin Tüzüğü'nde yer alan hangi disiplin suçu kapsamında olduğu ve bu
maddeler uyarınca cezalandırılmaları gerektiğine yönelik olarak soruşturmacı
tarafından bir belirlemede bulunulmadan ceza teklifinde bulunulması ve Emniyet
Genel Müdürlüğü Yüksek Disiplin Kurulu'nca da teklif doğrultusunda ceza verilmiş
olmasının "Hak arama özgürlüğü","Suç ve cezalara ilişkin genel
esaslar","Mahkemelerin bağımsızlığı","Adil yargılanma hakkı" ve "Silahların
eşitliği" ve "Çelişmeli yargılama" ilkelerine uygun olup olmadığının irdelenmesi
gerekmektedir.
Davacının eylemleri nedeniyle Bursa Ağır Ceza Mahkemesinin E.2003/305 sayılı
esasında açılan kamu davasında yargılandığı ve henüz karar verilmediği
anlaşılmaktadır.Ceza kanunları açısından "suç" sayılan bir eylem,kamu hizmetini
yürüten görevliler açısından da disiplin suçu teşkil edebilmektedir.
Disiplin cezaları,kamu
görevlilerinin mevzuata,çalışma düzenine,hizmetin gereklerine aykırı eylemlerine
karşı düzenlenen idari yaptırımlardır.Kamu hizmetlerinden sürekli
uzaklaştırılabilmek gibi ağır sonuçlara uzanan disiplin cezaları,ağırlığı ve
önemi sebebiyle Anayasanın 38. maddesindeki suç ve cezalara ilişkin kurallara
tabi tutulmuşlardır.
Anayasa Mahkemesi birçok
kararında disiplin cezalarını Anayasanın 38. maddesinde yer alan "suç ve
cezalara ilişkin genel esaslar" kapsamında değerlendirmiştir.Anayasa Mahkemesi
19.4.1988 günlü,E:1987/16,K:1988/8 sayılı kararında; yönetsel yaptırımların
yönetimin karar ve işlemlerinin denetiminin zorunlu olanlarından olduğunu,suç ve
cezaların Anayasaya uygun olarak yasayla konulabileceği,..."Kanunsuz suç ve ceza
olmaz" ilkesi uyarınca bir hukuk devletinde,ceza yaptırımına bağlanan her
eylemin tanımının yapılması ve suçların kesin bir şekilde ortaya konulması
gerektiği,anılan ilkenin özünün yasanın ne tür eylemleri yasakladığının hiçbir
kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirtmesi ve buna göre cezasının da yasayla
saptanmasının zorunlu olduğunu vurgulamıştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'de,bir disiplin soruşturması sonucunda hapis
cezası,diğer bir deyişle ciddi bir biçimde kişi özgürlüğünün kaybını içeren bir
ceza verilme ihtimali varsa,bu durumun "hukuk devletini tanıyan bir toplumda"
isnadın ceza hukuku anlamında bir suç olduğunu gösterdiğini vurgulamıştır.
(Engel,Hollanda) Ceza davalarında adil yargılama hakkına ilişkin olarak
uygulanan birçok ilke ve kuralın,disiplin cezalarına karşı açılan davalarda da
uygulanması gerekmektedir.
Adil yargılama hakkı, temel insan haklarından biri olması dolayısıyla 1948
yılında dünya devletlerince kabul edilen ve bir başlangıç teşkil eden İnsan
Hakları Evrensel Bildirisinde tanınmış ve uygulanabilir evrensel bir ilke olarak
kendine yer bulmuştur. 1948'den bu yana
uluslararası
bir gelenek haline gelmiş olan bu hak, takip eden yıllarda Kişisel ve Siyasal
Haklar Uluslararası
Sözleşmesi ve diğer sözleşmelerle yaygınlık kazanmıştır.
Çeşitli sözleşmelerle zamanla
ayrıntılı düzenlemelere gidilen,bağlılığı artan bu hak, ulusal alanlarda da
etkisini göstermiş ve devletlerin bu yapı içinde muhakemenin ulusal yasalara
uygun olup olmadığı, ulusal yasaların
uluslararası
adil yargılanma güvenceleriyle uyumlu olup olmadığı ve yasaların uygulanma
biçiminin uluslararası
standartlara aykırılık taşıyıp taşımadığı noktalarında yasaların
uluslararası
uzlaşmaya uyumlaştırma çabalarını getirmiştir.
Anayasanın "Hak Arama Hürriyeti"
başlıklı 36. maddesinde; herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı kimliğiyle sav ve savunma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Sav ve savunma hakkı birbirini tamamlayan
ve birbirinden ayrılması olanaksız niteliğiyle hak arama özgürlüğünün temelini
oluşturur. Önemi nedeniyle hak arama özgürlüğü yalnız toplumsal barışı
güçlendiren dayanaklardan biri değil aynı zamanda bireyin adaleti bulma, hakkı
olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Bu hakkın
kullanılması, yerine getirilmesi olabildiğince kolaylaştırılmalı, olumlu ya da
olumsuz sonuç almayı geciktiren, güçleştiren engeller kaldırılmalıdır.
Kişinin karşılaştığı bir
suçlamaya karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir eylem
veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin en etkili ve
güvenceli yolu,yargı mercileri önünde dava hakkını kullanmak ve bu davada
kullanabilecek kanıtları mahkeme önüne getirebilmektir. Bu kural "adil yargılama
hakkı"nın temelini oluşturmaktadır.
Türkiye'de adil yargılanma
hakkının içerdiği pek çok ilke ve hak, Anayasa'nın 36, 38, 125, 138 ve 142.
maddesinde yer almasına rağmen, 2001 yılında Anayasa'da yapılan değişiklikle
kavram olarak 36. maddede yer verilmek suretiyle Anayasa'nın bir parçası haline
getirilmiştir.
Anayasa'nın 90. maddesinin, "usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası
antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasa'ya aykırılık iddiası ile
Anayasa Mahkemesine başvurulamaz" biçimindeki son fıkrasına "usulüne göre
yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası
antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle
çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır."
cümlesinin eklenmesi nedeniyle "hak arama özgürlüğü" açısından bu konunun
değerlendirilmesi gerekmektedir.
Uluslararası
Sözleşmelerin Türk hukukundaki yerini doğrudan doğruya düzenleyen hüküm
Anayasa'nın 90. maddesinin yukarıda yer verilen son fıkrasıdır. Bu hükümle
birlikte, Anayasanın 15,16,42 ve 92. maddelerinde de
uluslararası
hukuka, dolayısıyla
uluslararası sözleşmelere
göndermede bulunulmuştur.
Anayasanın yukarıda yer verilen
hükümleri ile uluslararası
hukuk kuralları, dolayısıyla
sözleşmeler ile ilgili
düzenlemeler yapılmıştır. Bu maddelerde belirtilen konulara ilişkin kurallar
getiren sözleşme hükümlerini garanti altına alarak bunlara anayasal bir değer
yüklenmiştir.
Uluslararası
sözleşmelerin iç hukukta geçerliliği ve Anayasa'da önceden de yer alan
düzenlemeler ile ilgili bu açıklamalardan sonra son Anayasa değişiklikleri ile
yeni oluşan hukuksal durum ve iç hukuk kurallarına etkisi üzerinde
değerlendirmede bulunulması şarttır.
Yasa koyucu temel hak ve
özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı
hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklar demek suretiyle yargı
yetkisini Türk milleti adına kullanan "adli, idari ve askeri yargı" yerleri ile
birlikte yasama ve yürütme organının da yeni kural çerçevesinde hareket etmeleri
gerektiğini belirtmiştir.
Yargı yetkisini kullanan
mahkemelerin yetkilerinin kullanımı ile ilgili düzenlemeler Anayasa'nın 9. ve
138. maddelerinde yer almaktadır. Anayasanın 9. maddesinde, yargı yetkisinin
Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı, 138. maddesinde de,
yargıçların görevlerinde bağımsız olduklarını, Anayasa,yasa ve hukuka uygun
olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm vereceklerini, hiçbir organ, makam, merci
ve kişinin, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve yargıçlara emir ve
talimat veremeyeceklerini ve genelge gönderemeyeceklerini, tavsiye ve telkinde
bulunulamayacağını kesin bir dille kurala bağlamaktadır.
Anayasanın 138. maddesinde yer
alan "hukuka" uygun karar vermenin iç hukuk yanında
uluslararası
hukuk da dahil olarak anlamak gerekir. Ulusal üstü hukuk herhangi bir şekilde
ulusal hukuka dahil olmuşsa yargı yetkisini kullanan hakimlerin bunu göz önünde
bulundurması zorunludur.
Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesinin III. Bölümünde yer
alan "Adil yargılama hakkı" başlıklı 14. maddesinde; herkesin mahkemeler ve
yargı yerleri önünde eşit oldukları, herkesin hakkındaki bir suç isnadının veya
hak ve yükümlülükleri ile ilgili bir hukuki uyuşmazlığın karara bağlanmasında,
hukuken kurulmuş yetkili, bağımsız ve tarafsız bir yargı yeri tarafından adil ve
aleni olarak yargılanma hakkına sahip oldukları belirtilmiştir.
Sözleşmenin yukarıda yer verilen
maddesi ile "hak arama özgürlüğü" güvenceye alınmıştır. Temel insan haklarından
olan bu hakkın kullanılabilmesi için hiçbir kısıtlamaya tabi olmaması gerekir.
Mahkemeye etkili olarak başvurabilme ve sav ve savunma hakkını kullanabilme
yönünde engel teşkil eden tüm işlem ve uygulamaların Sözleşme'ye de aykırı
olacağı tartışmasızdır. Adil yargılanma hakkının tam ve koşulsuz
gerçekleşmesi,sav ve savunma hakkının etkin kullanabilmesinin güvenceye alınması
konularında sınırsız hükümler içermesi nedeniyle birçok ulusal ve
uluslararası
kurallara göre ileri durumda bulunan Sözleşmenin uyuşmazlıkların çözümünde
uygulanması çağdaş hukuk anlayışının doğal bir sonucudur.
Dolayısıyla, davacıya verilen
disiplin cezalarının dayanağı olarak gösterilen eylemlerin Emniyet Örgütü
Disiplin Tüzüğü'nde yer alan hangi disiplin suçu kapsamında olduğu ve bu
maddeler uyarınca cezalandırılmaları gerektiğine yönelik olarak soruşturmacı
tarafından bir belirlemede bulunulmadan ceza teklifinde bulunulması ve Emniyet
Genel Müdürlüğü Yüksek Disiplin Kurulu'nca da teklif doğrultusunda ceza verilmiş
olması nedeniyle, davacının işlediği iddia edilen eylemlerinin karşılığında
haklılığını ortaya koyabilecek,disiplin suçunu işlemediğini
kanıtlayacak,eylemlerinin karşılığında verilen cezaların eylemle örtüşmediğini
ortaya koyacak savunma hakkından yoksun bırakılması, davacının "Hak arama
özgürlüğü"'nü kullanırken "Adil yargılanma hakkı"ndan yoksun bırakmaktadır.
Davacının bu haktan yoksun bırakılması Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal
Haklar Sözleşmesinin 14. maddesine aykırılık teşkil etmektedir.
Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin "adil yargılama" ile ilgili genel kuralı koyan 6. maddesinin
birinci fıkrasında,bu kavramı oluşturan hak ve ilkelerin bir kısmı açıkça
sayılmıştır.Bunlar;yargılamanın kanunla kurulan bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
önünde, makul sürede,açık ve hakkaniyete uygun olarak yapılmasıdır.Öte
yandan,hakkaniyete uygun yargılama kavramından yola çıkılarak başka pek çok ilke
ve hak da belirlenmiştir. Örneğin, silahların eşitliği,çelişmeli yargılama,
gerekçeli karar bunlar arasında sayılabilir.
Çelişmeli yargılama ilkesi,dava
sırasında mahkemenin kararını etkilemek amacıyla sunulan delil veya mütalaalar
ya da görüşlerin her biri hakkında bilgi sahibi olma ve bunlar hakkında yorum
yapma imkanının taraflara tanınması olarak özetlenebilir.
Çelişmeli yargılama
ilkesi,silahların eşitliği ilkesi ile yakından ilgilidir. Bu iki ilke Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında birbirini tamamlar nitelikte
kullanılmaktadır. Çünkü çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmesi, davasını
savunabilmesi açısından taraflar arasındaki dengeyi bozabilmektedir.
Çelişmeli yargılama,davanın
karşı tarafının sunduğu delil veya dosyada bulunan her türlü mütalaa veya
görüşten tarafların haberdar olması ve yorum yababilme imkanına sahip olması
demektir.
Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi,Ruiz-Mateos(İspanya) kararında çelişmeli yargılama ilkesini şöyle
tanımlamaktadır: "Çelişmeli yargılama, tarafların,diğer tarafça sunulan delil
veya dosyada yer alan mütalaalar hakkında,bilgi sahibi olma ve bunlar hakkında
yorum yapma imkanına sahip olması demektir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 466
sayılı Yasaya dayanarak tazminat istemiyle dava açan Mehmet Göç isimli kişinin;
Yargıtay Başsavcısının esas hakkındaki mütalaasının kendisine gönderilmediğinden
ve tazminat talebiyle ilgili olarak duruşma hakkından yoksun bırakıldığı
iddiasıyla yaptığı başvuru sonucunda verdiği kararında (Göç,Türkiye);
başvurucunun milli mahkemeler önünde duruşma hakkına sahip olmadığı dikkate
alındığında, mütalaanın tebliğinin zorunlu hale geldiğini, Cumhuriyet
Başsavcısının Yargıtay'a sunduğu mütalaanın başvurucuya tebliğ edilmemesinin
Sözleşmenin 6/1. maddesini ihlal ettiği kanaatine varmıştır.
Olayda, davacının soruşturma
raporunda hakkında isnat edilen eylemlerin Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü'nün
hangi maddelerini ihlal ettiği açık bir şekilde ortaya konulmadan disiplin
cezaları ile cezalandırılmasına karşın,davacının varsayıma dayalı suçlamaya
karşınhaklılığını kanıtlayabilmek için delillerden hareketle dava hakkını
kullanmasının engellenmiş olması "Silahların eşitliği" ve "Çelişmeli yargılama"
ilkelerine aykırıdır.
Davanın,"Bağımsız ve Tarafsız
Mahkemede Yargılanma Hakkı" ilkesine uygunluğu yönünden yapılacak
değerlendirmelere gelince; Anayasa'nın "Mahkemelerin Bağımsızlığı" başlıklı 138.
maddesinde, hakimler görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka
uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. " hükmüne yer
verilmiştir.
Hakimlerin görevlerini bağımsız
olarak yapabilmeleri ve Anayasa'ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani
kanaatlerine göre karar verirken hak kaybına neden olabilecek,adalet duygusunu
zedeleyen,hak arama özgürlüğünü engelleyen,adalet terazisinde hak açısından her
zaman eşit olması gereken davacı ile davalı arasında adil yargılama hakkına ters
düşen varsayımlardan hareketle tesis edilen işlemler üzerinden yargılama
sürecini yürüterek karar vermek zorunda bırakılmamaları gerekir. Hukuk
devletinde mahkemelerin bağımsızlığı ilkesinin bir yansıması da böyle
gerçekleşmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinin 1.fikrasında temel bir kural
vardır.Bu kurala göre, "her şahıs...bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından
davasının...dinlenmesini istemek hakkına haizdir.", Bu kurala göre,herkesin
davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından hakkaniyete uygun olarak
görülebilmesi için,hakkında isnad edilen eylemlerin hangi kuralları ihlal ettiği
açık bir şekilde ortaya konulmalı,mahkemelerin de yargılama sürecinde,davacı ve
davalının ileri sürdükleri sav ve savunmaları üzerinden hakkaniyete uygun karar
vermeleri gerekir.Varsayıma dayalı olarak idari yargıda hak arayan davacının
yargılamasının eldeki delillere göre "mahkemelerin bağımsızlığı" ilkesine uygun
bir şekilde değerlendirilmesi olanağı bulunmamaktadır.
Bu durumda, davacı hakkında
isnad edilen eylemlerin Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü'nün ilgili görülen
maddeleri uyarınca değerlendirilerek birbiri ile örtüşecek şekilde disiplin
cezası teklifinde bulunulmaması ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nce de aynı
doğrultuda disiplin cezası verilmiş olduğu gözetildiğinde, davacının varsayıma
dayalı cezalandırmaya karşı açtığı davasında hakkaniyete uygun bir yargılama
yapılamayacağından,"Hak arama özgürlüğü", "Adil Yargılanma hakkı", "Mahkemelerin
bağımsızlığı", "Silahların eşitliği" ve "Çelişmeli yargılama" ilkeleri
uyarınca,idarenin yerine geçerek davacı hakkında isnad edilen eylemlerin Emniyet
Örgütü Disiplin Tüzüğü'nün hangi maddesi kapsamında kaldığına yönelik
değerlendirmelerden sonra davacının disiplin suçu işlediği kanaatine varılarak
davanın reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararının bozulması gerekeceği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : Yaşar Uğurlu
Düşüncesi : Bursa-? Bölge Trafik İstasyon amirliğinde polis memuru olarak görev
yapmakta iken 23.2.2004 tarihinde emekli olan davacının görevde bulunduğu
dönemde hakkında yapılan soruşturma sonucuna göre Emniyet Örgütü Disiplin
Tüzüğü'nün 5/A-6, 7/B-1 maddeleri ile 8.maddenin 6,7, ve 12. fıkralarında
belirtilen suçları işlediği nedeniyle 3 günlük aylık kesimi cezası, 16 ay süreli
durdurma ve meslekten çıkarma cezası ile cezalandırılmasına ilişkin Emniyet
Genel Müdürlüğü Yüksek Disiplin Kurulu'nun 24.2.2004 gün ve 2004/11-44 sayılı
kararının iptali istemiyle açılan davayı reddederek dava konusu işlemi onayan
İdare Mahkemesi kararının davacı tarafından temyiz yoluyla bozulması
istenilmektedir.
Davacının savunma veremediği
yolundaki iddiaları yerinde görülmemiştir.
Esasa gelince;
Emniyet Örgütü Disiplin
Tüzüğü'nün 5/A-6 maddesinde; Görevde kayıtsızlık göstermek, görevi savsaklamak
veya geçerli bir özrü olmaksızın belirtilen sürede bitirmemenin üç günlüğe kadar
aylık kesimi cezasını gerektirdiği, 7/B-1 maddesinde, hizmet içinde resmi
sıfatının gerektirdiği saygınlığı ve güven duygusunu sarsacak eylem ve
davranışlarda bulunmanın ise 16 ay uzun süreli durdurmayı gerektirdiği, aynı
tüzüğün "meslekten çıkarma" başlığını taşıyan 8.maddenin 6.fıkrasında,
hırsızlık, gasp, dolandırıcılık, irtikap rüşvet, zimmet ihtilas, ırza geçme,
ırza tasaddi, sahtecilik, kalpazanlık, kasden adam öldürme veya bu suçları
işlemeye teşebbüs etmek, emniyeti suistimal, yalan yere tanıklık, yalan yere
yemin etme suç tasnii, iftira, 7.fıkrasında ise yetkisini veya nüfusunu
kendisine veya başkalarına çıkar sağlamak amacıyla veya kin veya dostluk
nedeniyle kötüye kullanmak, aynı maddenin 12.fıkrasında ise, kasıtlı olarak
gerçek dışı rapor vermek veya tutanak düzenleyip imza etmek veya ettirmenin
meslekten çıkarmayı gerektirdiği belirtilmiş olup, 2918 sayılı Karayolları
Trafik Kanununda trafik hizmetlerinin yürütülmesi ile ilgili olarak
5.maddesinde,Emniyet Genel Müdürlüğünün trafik kuruluşları ile bu kuruluşlarının
görev ve yetkilerinin sayıldığı,114.maddesinde suç ve ceza tutanaklarının nasıl
düzenleneceğine yer verildikten sonra Karayolları Trafik Yönetmeliğinin
125.maddesinde de, trafikten men ve alıkonma işleminin uygulanmasına ilişkin
kurallar açıklanmıştır.
Dosyanın ve Danıştay 12. Dairesinin 2005/4681 Esas numarasında kayıtlı dava
dosyasına ekli soruşturma dosyasının incelenmesinden, Bursa-Karacabey Bölge
Trafik İstasyon Amirliğinde görevli başkomiser ile isimleri belirtilen bir kısım
polis memurlarının birlikte hareket ederek halkı sömürdüğü, başkomiserin
istasyon amirliğindeki ekiplerden zorla para aldığı, yine başkomiserin eksik
belgeli araçları otoparka çektirdikten sonra sürücü ile anlaşarak para aldığı ve
aracı serbest bıraktığı, yine araç nakliyecileri ve kooperatif başkanlarından
serbest geçiş parası aldığı, büyük meblağlarda menkul ve gayrimenkul mal
varlığının bulunduğu yolunda verilen bir ihbar mektubu üzerine, mektupda ismi
geçen başkomiser ve polis memurları ile bazı sivil şahıslara ait işyeri ve
evlerde arama yapılmasından sonra düzenlenen tutanaklar, istasyon amirliğinde el
konulan defter ve kayıtlar ile 157 adet aracın trafikten men belgeleri, ile bu
belgeler üzerinde yaptırılan kriminal inceleme sonrası düzenlenen ekspertiz
raporu, sanık ve tanık ifadeleri değerlendirilerek açılan soruşturma sonucunda
düzenlenen soruşturma raporuna göre, toplanan delillerin büyük çoğunluğunun
başkomisere ait olduğu, rüşvet iddiası ile ilgili olarak davacının rüşvet aldığı
yönünde bir kanıt elde edilemediği, ancak davacı ile birlikte diğer polis
memurlarının Karacabey Bölge Trafik İstasyon Amirliğinde görev yaparken
eksikliği tespit edilen araçların men belgesi tanzim edilerek otoparka
çekilmesi, ceza tutanağı düzenlenmesi ve tekrar bırakılması sırasındaki işlenen
usulsüzlüklerin değerlendirilerek yukarıda sözü edilen tüzüğün ilgili maddelere
göre cezalandırıldığı, ayrıca görevi, ihmal, görevi kötüye kullanmak ve resmi
evrakta sahtekarlık suçlaması nedeniyle davacı ve diğer polis memurları hakkında
Bursa Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davasının açıldığı anlaşılmaktadır.
Soruşturma raporunda belirtilen ve Davacının söz konusu disiplin cezası ile
cezalandırılmasına ilişkin suçlamalarla ilgili olarak 5.6.2002 tarihinde
bağlanan ? plakalı motosiklet sürücü ehliyetinin ve ruhsatın olmaması nedeniyle
trafikten men ettiğini, motosikleti Başkomiser Yılmaz Keskin'in talimatı ile
bıraktığını, bağlama kağıdına kanun maddesinin neden yazılmadığını şu an
hatırlayamadığını, 11.6.2002 tarihinde trafikten men edilen ? plakalı aracın
mali zorunluluk sigortasının bulunmaması nedeniyle 2918 sayılı Yasanın 91.
maddesine göre düzenlenen tutanağın davacı tarafından düzenlendiği belirtilmişse
de, söz konusu tutanağın ? tarafından düzenlendiği, araçla ilgili olarak araç
sahibinin ifadesinde ise rüşvet verilmediği, ? plakalı kamyonla ilgili olarak,
bağlama kağıdına neden açıklama yapılmadığına ilişkin soruya, 5.9.2002 tarihinde
Polis memuru ? tarafından 2918 sayılı Kanunun 30/1-a maddesine göre trafikten
men edilen söz konusu kamyonun bağlama kağıdının men maddesi bölümündeki 30/1-a
yazısının kendine ait olduğunu, işlem yapılması nedeniyle bırakıldığını, işlemde
bir usulsüzlük bulunmadığını, 7.8.2002 tarihinde polis memuru Emrullah Tarı
tarafından trafikten men edilen ? kamyonun serbest bırakılması ile ilgili olarak
verdiği ifadesinde, sözü edilen aracı istasyon amirinin talimatı üzerine
bıraktığını, serbest bırakmada bir usulsüzlük bulunmadığı ifadeleri karşısında,
davacının disiplin suçu işlediği kabul edilerek yukarıda sözü edilen tüzüğün
ilgili maddelerine göre cezalandırılma yoluna gidildiği anlaşılmaktadır.
Disiplin hukukunda,bir kamu görevlisi hakkında disiplin cezası verilebilmesi
için,ilgilinin kanıtlanan eylemi ile ceza tertibine esas alınan maddelerde suç
olarak tanımlanan fiilin birbirine uyması ve ilgilinin disiplin suçu oluşturan
bir fiili bulunduğunun kanıtlanması gerekmektedir.
Olayda davacının görevli bulunduğu dönemlerde sözü edilen araçlarla ilgili
olarak bazı eksikliklerden dolayı davalı idarece davacının disiplin suçu
işlediği nedeniyle yukarıda sözü edilen Tüzüğün ilgili maddelerine göre disiplin
cezalarının verildiği ve bu cezalara ilişkin işleme karşı İdare mahkemesince
fiillerin subuta erdiğinden bahisle açılan dava reddedilmiş ise de, gerek
soruşturma raporundaki davacı ve araç sahiplerinin ifadeleri ve gerekse muhakkik
tarafından düzenlenen soruşturma raporundaki tanık ifadeleri ve diğer delillerin
birlikte değerlendirilmesi sonucunda, davacıy a isnat edilen suçların hangi
fiillere dayalı olarak ne şekilde sübut bulduğu, her bir cezanın hangi olaya
dayandığı yönünde net bir ayırımyapılmadığından, davacının sadece görevinde
kayıtsızlık ilgisizlik gösterildiğinden söz edilerek davayı reddeden idare
mahkemesi kararında hukuka uygunluk görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulü ile İdare Mahkemesi kararının
bozulmasının gerekeceği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onikinci Dairesince duruşma için önceden belirlenen
22.2.2006 tarihinde davacı ?'nın geldiği, vekilinin gelmediği davalı idareyi
temsilen Hukuk Müşaviri ?'ın geldiği görülerek Danıştay Savcısı Yaşar Uğurlu
hazır olduğu halde açık duruşmaya başlandı.Taraflara usulüne göre söz verilip
dinlendikten ve Savcının düşüncesi alındıktan sonra duruşmaya son verildi.Dava
dosyasındaki belgeler incelenerek işin gereği düşünüldü:
Dava; Bursa ? Bölge Trafik İstasyon Amirliği'nde polis memuru olarak görev
yapmakta iken, 23.2.2004 tarihinde emekli olan davacının,açılan soruşturma
sonucunda Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü'nün 5/A-6,7/B-1 maddeleri ile 8.
maddesinin 6.,7. ve 12. fıkralarında belirtilen disiplin suçlarını işlediği
sabit görülerek "üç günlük aylık kesimi", "16 ay uzun süreli durdurma" ve
"meslekten çıkarma" cezaları ile cezalandırılmasına ilişkin olarak alınan
Emniyet Genel Müdürlüğü Yüksek Disiplin Kurulu kararının iptali istemiyle
açılmıştır.
Bursa 2. İdare Mahkemesinin 31.3.2005 günlü, E:2004/764, K:2005/413 sayılı
kararıyla; bir ihbar mektubuna dayanılarak Bursa-? Trafik İstasyon Amirliği'nde
görevli Başkomiser ve trafik polis memurları hakkında yapılan soruşturma sonucu
düzenlenen raporda getirilen teklifin ? Bölge Trafik İstasyon Amirliği'nde ekip
görevi ya da istasyon amirliğinde görev yaparken eksikliği tesbit edilen
araçların men belgesi düzenlenerek otoparka çekilmesi,ceza tutanağı düzenlenmesi
ve yeniden bırakılması sırasında işlenen usulsüzlüklerin değerlendirilmesine
dayandığı,davacının ise,getirilen teklife uygun olarak Emniyet Örgütü Disiplin
Tüzüğü'nün 5/A-6,7/B-1 ve 8/6,8/7 ve 8/12.maddelerinde düzenlenen disiplin
suçlarını işlediği sabit görülerek "üç günlük aylık kesimi", "16 ay uzun süreli
durdurma" ve "meslekten çıkarma" cezası ile cezalandırıldığı, rapor içeriğinde,
soruşturma kapsamında bulunan polis memurları ile tanıkların ifadelerine yer
verildiği,sonuç kısmında ise,maddi olay ile tanık ifadeleri ve disiplin
cezasının dayanağı diğer deliller ile birlikte değerlendirilmek suretiyle isnad
edilen Tüzüğün ilgili maddelerinde yer alan disiplin suçlarının hangi fiile
dayalı olarak ne şekilde sübut bulduğu ayrımının yeterince yapılmadığı,isnat
edilen suçun dayanağı olarak gösterilen trafikten men edilen araçlara ait men
belgesi,ceza tutanakları gibi belgelerle ile ilgili olarak soruşturulan emniyet
mensuplarının ifadelerine yer verilerek genel ifadelerle Tüzüğün ilgili
maddelerinde yer alan ve Trafik Kanunu ve Yönetmeliğine aykırı olduğu belirtilen
fiillerin birlikte sübuta erdiğinden bahisle ceza teklifinde bulunulduğu,ayrıca
birden fazla ceza önerilen emniyet mensuplarında,her bir cezanın hangi maddi
olaya dayandığı yönünde net bir ayrım ve değerlendirme yapılmadığının
görüldüğü,bu nedenle,soruşturma dosyasında davacıya verilen disiplin cezasının
dayanağı olarak gösterilen; görev sırasında trafikten menedilen araçlara ait men
belgesi,ceza tutanakları ile belgeler ve toplanan diğer deliller dikkate
alınarak isnat edilen fiilin,disiplin cezasını gerektirmesi halinde Tüzüğün
hangi madde veya maddeleri kapsamında değerlendirilmesi gerektiği hususunun
incelendiği ve bu inceleme sonucu, davacının mesleki tecrübesi ve ifadesi
içeriğinde söz ettiği fiiller gözönüne alındığında kendisine isnat edilen herbir
eylemin disiplin cezasını gerektirdiği ve Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü'nün
5/A-6,7/B-1 ve 8/7 ve 8/12. maddeleri kapsamında bulunduğu ve ilgili maddeler
uyarınca cezalandırılmasında hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın
reddine karar verilmiştir.
Davacı, geniş kapsamlı
soruşturmada tüm delillerin toplanmadığını, savunma hakkının kısıtlandığını,
aynı eylem nedeniyle adli yargıda açılan ceza davası sonuçlanmadan disiplin
cezası verildiğini, İdare Mahkemesinin kararını soruşturmacının ifadesine
dayandırdığını,kurumda çalışan personel sayısından daha fazla kişinin disiplin
cezası ile cezalandırılmasının hukuk kuralları ile bağdaşmadığını,Mahkemenin
fiillerin değerlendirmesini yaparken varsayımdan hareket ettiğini,son altı
yıllık sicil notu ortalamasının 90 ve üzeri olduğu halde Tüzüğün 15. maddesinin
uygulanmamasının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmekte ve İdare Mahkemesi
kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.
Anayasanın "Hak Arama Hürriyeti"
başlıklı 36. maddesinde; herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı kimliğiyle sav ve savunma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Sav ve savunma hakkı birbirini tamamlayan
ve birbirinden ayrılması olanaksız niteliğiyle hak arama özgürlüğünün temelini
oluşturur. Önemi nedeniyle hak arama özgürlüğü yalnız toplumsal barışı
güçlendiren dayanaklardan biri değil aynı zamanda bireyin adaleti bulma, hakkı
olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Bu hakkın
kullanılması, yerine getirilmesi olabildiğince kolaylaştırılmalı, olumlu ya da
olumsuz sonuç almayı geciktiren, güçleştiren engeller kaldırılmalıdır.
Kişinin karşılaştığı bir
suçlamaya karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir eylem
veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin en etkili ve
güvenceli yolu,yargı mercileri önünde dava hakkını kullanmak ve bu davada
kullanılabilcek kanıtları mahkeme önüne getirebilme olanağına sahip olması
gerekmektedir.
Disiplin cezası ile
cezalandırılan kamu görevlisinin disiplin suçu oluşturan eylemi açık bir şekilde
belirlenmeli, disiplin suçu oluşturan bu eyleminin hangi disiplin kurallarını
ihlal ettiği ortaya konulmalıdır. Aksi halde, kamu görevlileri isnad edilen
eylemleri gerçekleştirmediklerini, dolayısıyla disiplin suçunu işlemediklerini
kanıtlayamayacakları gibi,bu uyuşmazlıklara karşı açılan davalarda yapılacak
hukuki nitelendirmeler de hakkaniyete uygun olmayacaktır.
Dosyanın
incelenmesinden,7.7.2003 tarihli Bursa Valiliği Makamına hitaben yazılan ihbar
mektubu üzerine,ihbar mektubunda yer alan iddiaların gerçekliğinin ortaya
konulabilmesi amacıyla görevlendirilen Polis Başmüfettişlerince yapılan
soruşturma sonucunda düzenlenen 12.11.2003 günlü ve 2003-242 sayılı raporun
davacının işlediği iddia edilen fiillerle ilgili değerlendirme bölümünde;
davacının da imzasının bulunduğu bazı "Trafikten Men Edilen Araç belgesi" ve
"Trafik Ceza Tutanakları"'nda farklı ceza maddelerinin yazılmış
olması,bazılarında trafik ceza maddesinin yazılmamış olması ve trafikten men
edilen araçların,eksikliklerinin giderildiği açık bir şekilde gösterilmeden
trafiğe çıkmalarına izin vermiş olması eylemlerinin Emniyet Örgütü Disiplin
Tüzüğü'nün hangi maddesi kapsamında disiplin suçu oluşturduğuna yönelik bir
değerlendirme yapılmaksızın Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü'nün 5/6,7/B-1 ve
8/6,8/7 ve 8/12. maddeleri uyarınca cezalandırılması teklifinde
bulunulduğu,Emniyet Genel Müdürlüğü Yüksek Disiplin Kurulu'nun 24.2.2004 günlü
ve 2004/11-44 sayılı kararı ile,soruşturma raporunda yapılan değerlendirme
dikkate alınarak davacının herbir eyleminin Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü'nün
ilgili olabilecek maddeleri ile örtüştüğü yönünde değerlendirmede
bulunulmaksızın,davacının eylemlerinin Karayolları Trafik Kanunu ve ilgili
Yönetmeliğe aykırı olduğu ve anılan Tüzüğün 5/A-6 maddesi gereğince "3 günlük
aylık kesimi",7/B-1 maddesi uyarınca "16 ay uzun süreli durdurma cezası" ve
8/6,8/7 ve 8/12. maddesi uyarıncada meslekten çıkarma cezası ile
cezalandırıldığı anlaşılmaktadır.
Davacı, geniş kapsamlı
soruşturmada tüm delillerin toplanmadığını, savunma hakkının kısıtlandığını,
aynı eylem nedeniyle adli yargıda açılan ceza davası sonuçlanmadan disiplin
cezası verildiğini, İdare Mahkemesinin kararını soruşturmacının ifadesine
dayandırdığını,kurumda çalışan personel sayısından daha fazla kişinin disiplin
cezası ile cezalandırılmasının hukuk kuralları ile bağdaşmadığını,Mahkemenin
fiillerin değerlendirmesini yaparken varsayımdan hareket ettiğini,son altı
yıllık sicil notu ortalamasının 90 ve üzeri olduğu halde Tüzüğün 15. maddesinin
uygulanmamasının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmekte ve İdare Mahkemesi
kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.
Anayasanın "Hak Arama Hürriyeti"
başlıklı 36. maddesinde; herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı kimliğiyle sav ve savunma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Sav ve savunma hakkı birbirini tamamlayan
ve birbirinden ayrılması olanaksız niteliğiyle hak arama özgürlüğünün temelini
oluşturur. Önemi nedeniyle hak arama özgürlüğü yalnız toplumsal barışı
güçlendiren dayanaklardan biri değil aynı zamanda bireyin adaleti bulma, hakkı
olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Bu hakkın
kullanılması, yerine getirilmesi olabildiğince kolaylaştırılmalı, olumlu ya da
olumsuz sonuç almayı geciktiren, güçleştiren engeller kaldırılmalıdır.
Kişinin karşılaştığı bir
suçlamaya karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir eylem
veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin en etkili ve
güvenceli yolu,yargı mercileri önünde dava hakkını kullanmak ve bu davada
kullanılabilcek kanıtları mahkeme önüne getirebilme olanağına sahip olması
gerekmektedir.
Disiplin cezası ile
cezalandırılan kamu görevlisinin disiplin suçu oluşturan eylemi açık bir şekilde
belirlenmeli, disiplin suçu oluşturan bu eyleminin hangi disiplin kurallarını
ihlal ettiği ortaya konulmalıdır. Aksi halde, kamu görevlileri isnad edilen
eylemleri gerçekleştirmediklerini, dolayısıyla disiplin suçunu işlemediklerini
kanıtlayamayacakları gibi,bu uyuşmazlıklara karşı açılan davalarda yapılacak
hukuki nitelendirmeler de hakkaniyete uygun olmayacaktır. ..
Davacıya verilen disiplin
cezalarının dayanağı olarak gösterilen eylemlerin Emniyet Örgütü Disiplin
Tüzüğü'nde yer alan hangi disiplin suçu kapsamında olduğu ve bu maddeler
uyarınca cezalandırılmaları gerektiğine yönelik olarak soruşturmacı tarafından
bir belirlemede bulunulmadan ceza teklifinde bulunulması ve Emniyet Genel
Müdürlüğü Yüksek Disiplin Kurulu'nca da teklif doğrultusunda ceza verilmiş
olması nedeniyle,davacının işlediği iddia edilen eylemlerinin karşılığında
haklılığını ortaya koyabilecek,disiplin suçunu işlemediğini
kanıtlayacak,eylemlerinin karşılığında verilen cezaların eylemle örtüşmediğini
ortaya koyacak savunma hakkından yoksun bırakılmış olması ve disiplin cezasının
hukuka uygunluk denetimini yerine getirecek yargı yerinin hakkaniyete uygun
etkin bir şekilde bu denetimi yerine getirmesi imkanının ortadan kaldırılmış
olması hususları birlikte ele alınıp değerlendirildiğinde, davacının işlediği
iddia edilen fiillerin Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü'nün ilgili maddeleri
kapsamında disiplin suçu oluşturduğu kanaatine varılarak davanın reddi yolunda
verilen İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davacının
temyiz isteminin kabulüyle, Bursa 2. İdare Mahkemesince verilen 31.3.2005 günlü,
E:2004/764, K:2005/413 sayılı kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 49.maddesinin 1/b fıkrası uyarınca bozulmasına, davacı vekili
duruşmaya katılmadığından Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümleri uyarınca
275.- YTL avukatlık ücretinin davalı idareden alınarak davacıya
verilmesine,anılan maddenin 3622 sayılı Yasa ile değişik 3. fıkrası gereğince ve
yukarıda belirtilen hususlar gözetilerek yeniden bir karar verilmek üzere
dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine 22.2.2006 tarihinde oybirliği ile
karar verildi.
(DAN-DER; SAYI: 113)
B?/Aİ
Danıştay Onikinci
Dairesinin 22.2.2006 gün ve E:2005/6353, K:2006/540 sayılı kararı.