Dairesi
Karar Yılı
Karar No
Esas Yılı
Esas No
Karar Tarihi
İDARİ DAVA DAİRELERİ
2006
353
2006
109
02/12/2005
KARAR METNİ
T.İMAR BANKASINA, BANKANIN MEVDUAT KABUL ETME İZNİ
KALDIRILIP, FAALİYETİ SONA ERDİRİLMEDEN ÖNCE DEVLET İÇ BORÇLANMA SENET BEDELİ
OLARAK ... YTL YATIRAN DAVACININ, BANKADA ÖDEDİ?İ BEDELİN KARŞILI?I SENEDİN
OLMADI?INI, ARACI KURULUŞ YETKİSİ OLMAYAN BANKANIN AÇI?A SATIŞ YAPTI?INI
Ö?RENMESİ ÜZERİNE; ADI GEÇEN BANKANIN AÇI?A SATIŞ YAPMASINI ENGELLEMEYEN,
YETERLİ DENETİM YAPMAYAN DAVALI İDARELERİN HİZMETİ KUSURU İŞLEDİKLERİ İDDİASIYLA
U?RADI?INI İDDİA ETTİ?İ ZARARIN TAZMİNİ İSTEMİYLE AÇTI?I DAVANIN; İDARİ İŞLEMDEN
DE?İL, İDARİ EYLEMDEN DOLAYI AÇILMIŞ BİR TAM YARGI DAVASI OLDU?U HK.<
Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı): ...
Vekili: Av. ?
Temyiz İsteminde Bulunan (Davalılar): 1- Sermaye Piyasası Kurulu
Vekilleri: Av. ?, Av. ?
2- Bankacılık Düzenleme ve Denetleme
Kurumu
Vekilleri: Av. ?, Av. ?, Av. ?, Av. ?
3- Başbakanlık-ANKARA
Davaya Katılma İstemiyle Kararı Temyiz Eden: İstanbul Menkul Kıymetler Borsası
Vekilleri : Av. ?, Av. ?
İstemin Özeti : Danıştay Onüçüncü Dairesinin 2.12.2005 günlü, E:2005/2625,
K:2005/5753 sayılı kararını taraflar karşılıklı olarak temyiz etmekte ve
bozulmasını istemektedirler.
Davacı Savunmasının Özeti : Yerinde olmadığı ileri sürülen davalı idarelerin
temyiz istemlerinin reddi gerektiği savunulmaktadır
Davalı İdarelerin Savunmasının Özeti : Yerinde olmadığı ileri sürülen davacı
temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi Yakup Bal'ın Düşüncesi : Dava konusu edilen 29.12.2003
günlü, 2003/6668 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile dairece sorumlulukları
saptanan idarelerin eylemlerinden kaynaklanan ve tazmini istenen zarar arasında
2577 sayılı Kanunun 5. maddesinde öngörülen maddi veya hukuki yönden bağlılık
yada sebep - sonuç ilişkisi bulunmadığından bir dilekçe ile dava açılması mümkün
olmadığından dilekçe ret kararı verilerek davaların ayrıştırılması gerekirken,
işin esasına girilerek verilen daire kararının bozulması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Ünal Demirci'nin Düşüncesi : 4.7.2003 tarih ve 25158 mükerrer
sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'nun
3.7.2003 tarih ve 1085 sayılı kararı ile yükümlülüklerini vadesinde yerine
getirmeyen, alınması istenen tedbirleri almayan, faaliyetine devamı mevduat
sahiplerinin hakları ve mali sistemin güven ve istikrarı bakımından tehlike arz
eden Türkiye İmar Bankası T.A.Ş.'nin 4389 sayılı Bankalar Kanununun 14.
maddesinin (3) numaralı fıkrası hükmü uyarınca bankacılık işlemleri yapma ve
mevduat kabul etme izni kaldırılmış ve Bankalar Kanununun 16.maddesinin 1.
fıkrası uyarınca Bankanın yönetim ve denetimi Fona intikal etmiştir.
5021 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Bankalar Kanunu Hükümlerine
İstinaden Bankacılık İşlemleri Yapma ve Mevduat Kabul Etme İzni Kaldırılan
Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketi Hakkında Tesis Edilecek Bazı İşlemler
Hakkında Kanunun 1. maddesinde "18.6.1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar
Kanununun 14 üncü maddesinin (3) numaralı fıkrası veya (5) numaralı fıkrasının
(a) bendinin (aa) alt bendi uyarınca bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul
etme izni kaldırılan bankalarda bulunan tasarruf mevduatı sigortası kapsamındaki
tasarruf mevduatı, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından ödenir. Mevduat
tutarlarına bağlı olarak defaten veya taksitler halinde ödeme, taksitler halinde
ödemede faiz uygulanması durumunda esas alınacak faiz oranları, ödemelerle
ilgili olarak mudiler ve hak sahiplerinden alınacak taahhütnamelerde yer alacak
hususlar ile ödemelere ilişkin diğer hususlar, Hazine Müsteşarlığı ve Tasarruf
Mevduatı Sigorta Fonunun müşterek önerisi üzerine Bakanlar Kurulu tarafından
belirlenir.
Ancak, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun bankacılık işlemleri yapma ve
mevduat kabul etme iznini kaldırdığı tarihten geriye doğru bir ay içinde, kıyı
bankalarındaki hesapları Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunca sağlanan mevduat
güvencesi kapsamına almak amacına matuf olarak, bankacılık işlemleri yapma ve
mevduat kabul etme izni kaldırılan bankaların yurt içi kayıtlarına, muhabir
bankaca karşılığı nakden veya bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme
izni kaldırılan banka dışındaki bir banka aracılığıyla ödenmeksizin aktarıldığı
tespit edilen hesaplar ile muvazaalı olduğu Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu
tarafından tespit edilen hesaplar için Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunca
herhangi bir ödeme yapılmaz." kuralına yer verilmiştir.
Aktarılan yasa hükmü uyarınca düzenlenen dava konusu 2003/6668 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararının 3. maddesinin 1. fıkrasında, Banka kayıtlarında tasarruf
mevduatı olarak izlenen ve madde devamında belirtilen hesapların Kanunun 15 ve
16. maddeleri uyarınca sigorta kapsamındaki tasarruf mevduatı olarak kabul
edilmeyeceği ve bu hesaplara ilişkin olarak Fon tarafından herhangi bir ödeme
yapılmayacağı belirtilmiştir.
Dava dosyasının incelenmesinden; T. İmar Bankası T.A.Ş.'den hazine bonosu satın
alan davacının, 2003/6668 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının iptalini ve hazine
bonosu karşılığının faiziyle birlikte ödenmesini isteği ile bakılan davayı
açtığı, Danıştay Onüçüncü Dairesince, davanın Bakanlar Kurulu Kararının iptaline
ilişkin kısmının reddine, tazminat isteminin kabulü ile söz konusu tutarın yasal
faiziyle birlikte tazminine, fazlaya yönelik faiz talebinin reddine karar
verildiği anlaşılmaktadır
Dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesinden, İmar Bankası T.A.Ş.'nin
yükümlülüklerini vadesinde yerine getiremediği, alınması gereken tedbirleri
almadığı, bankanın faaliyetine devam etmesi halinde, mevduat sahiplerinin
hakları ve mali sistemin güven ve istikrarı bakımından tehlike arz edecek duruma
geldiği hususlarının saptanması üzerine, anılan bankanın bankacılık işlemleri
yapma ve mevduat kabul etme izninin kaldırılmasına ilişkin BDDK kararının
alındığı, Bankalar Kanununun 16/1. maddesi hükmü uyarınca anılan bankanın
yönetim ve denetiminin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna İntikal ettiği ve Fon
tarafından T. İmar Bankasının iflasının talep edildiği anlaşılmakta olup; İcra
ve İflas Kanunu hükümlerine göre başlatılan işlemlerle, mevzuat ve iptal kararı
gereği idarece gerçekleştirilecek işlemlerin henüz sonuçlanmamış olması
nedeniyle bu aşamada gerçekleşmiş bir zararın varlığından söz etmeye olanak
bulunmadığından, davacının tazminat talebinin kabulü yolunda verilen Daire
kararında hukuka uyarlık görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulüyle Daire kararının bozulmasına
karar verilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca 2577 sayılı Kanunun 17.
maddesine göre davalı idarelerden Sermye Piyasası Kurulu ile Bankacılık
Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun duruşma istemi kabul edilmeyerek ve dosyanın
tekemmül etmiş olduğu anlaşıldığından aynı idarelerin yürütmenin durdurulması
istemi hakkındaki talepleri görüşülmeksizin dosya incelendi, gereği görüşüldü:
Dava, 3.1.2004 günlü, 25335 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 29.12.2003 günlü,
2003/6668 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının iptali, anılan kararın dayanağı olan
5021 sayılı Kanunun Anayasaya aykırı olduğu ileri sürülerek iptali için Anayasa
Mahkemesine başvurulması, davacının T.İmar Bankası T.A.Ş. (Banka) aracılığıyla
satın almış olduğu ? YTL tutarındaki Devlet İç Borçlanma Senet bedelinin vade
sonunda ulaşacağı nominal bedelin vade bitiminde vade tarihine kadar işlemiş ve
dava süresince işleyecek en yüksek ticari faiz oranıyla zararının oluşumunda
hizmet kusuru bulunan idarelerden müteselsilen tahsiline karar verilmesi
istemiyle açılmıştır.
Danıştay Onüçüncü Dairesi 2.12.2005 günlü, E:2005/2625, K:2005/5753 sayılı
kararıyla, 5021 sayılı Kanunun Anayasaya aykırı olduğuna ilişkin iddianın ciddi
bulunmadığı, dava konusu Bakanlar Kurulu kararında, banka tarafından ikincil
piyasada satışı yapılan Devlet İç Borçlanma Senedi hakkında herhangi bir
düzenleme yapılmadığı ve bu durumun kapsam dışı bırakıldığı, bu nedenle dayanağı
5021 sayılı Kanuna uygun bulunduğu, Devlet İç Borçlanma Senedi'nin birincil ve
ikincil piyasada satışına ilişkin yasal düzenlemeler ve davalı idarelere kuruluş
kanunları ile verilen görev ve yetkilerin değerlendirilmesinden İstanbul Menkul
Kıymetler Borsası, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, Hazine Müsteşarlığı ve T.C.
Merkez Bankasının hasım konumundan çıkarılarak davanın Başbakanlık yanında
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu husumetiyle
incelendiğini belirterek; Sermaye Piyasası Kurulu kararı ile borsa üyelik ve
aracılık faaliyetlerinde bulunma yetkisi kaldırılan bankanın, yetkisi olmadığı
halde ilan ve reklam vererek yatırımcılara gerek Devlet İç Borçlanma Senedi
satışı gerekse bu ad altında satış yapmasını zamanında önlem alarak engel
olmayan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ile Sermaye Piyasası Kurulunun
olayda kusurlu davranışları bulunduğu, anılan idarelerin davacının dosyada
bulunan ve banka'dan Devlet İç Borçlanma Senedi aldığını gösteren belgedeki
yatırdığı tutar miktarındaki zararını hizmet kusuru bulunduğunun tespit edilmesi
nedeniyle tazmin etmeleri gerektiği gerekçesiyle, davacının tazminat isteminin
kabulüne ? YTL'nin hizmet kusurları saptanan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme
Kurumu ile Sermaye Piyasası Kurulu tarafından yarı yarıya, dava tarihinden
itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine, davacının
fazlaya ilişkin ana para ve faiz istemiyle davanın Bakanlar Kurulu kararının
iptali istemine ilişkin kısmının reddine karar vermiştir.
Başbakanlık, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu
anılan kararın temyizen incelenerek esas yönünden, İstanbul Menkul Kıymetler
Borsası vekalet ücreti yönünden bozulmasını, davacı ise, ? YTL zararına ticari
faiz uygulanmak suretiyle tazminine karar verilmesi gerektiğini ileri sürerek
temyiz dilekçesinde, ayrım yapmaksızın Danıştay Onüçüncü Dairesi kararının
davanın reddine ilişkin bölümünün bütünüyle bozulmasını istemektedirler.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 14/3 maddesinde, dilekçelerin görev
ve yetki, idari merci tecavüzü, ehliyet, idari davaya konu olabilecek kesin ve
yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı, süre aşımı, husumet ve aynı kanunun
3 ve 5. maddelerine uygun olup olmadıkları yönlerinden sırasıyla inceleneceği
belirtilmiştir. Aynı Kanunun 15/1-d maddesinde ise; dilekçelerin 3 ve 5.
maddelere uygun olmadıklarının tespiti halinde, yeniden dava açılmak üzere
dilekçenin reddedileceği hükmüne yer verilmiştir.
2577 sayılı Kanunun "Aynı Dilekçe ile Dava Açılabilecek Haller" başlığını
taşıyan 5. maddesinin 1. fıkrasında ise; her idari işlem aleyhine ayrı ayrı dava
açılabileceği ancak aralarında maddi ve hukuki bakımdan bağlılık yada
sebep-sonuç ilişkisi bulunan birden fazla işleme karşı bir dilekçe ile dava
açılabileceği belirtilmiştir.
Yukarıda belirtilen hükme göre birden fazla işleme karşı tek dilekçe ile dava
açabilmek için maddi ve hukuki bağlılık koşulunun birlikte değerlendirilmesi
gerekmektedir.
Sadece maddi olay ve unsurlarda bağlılık bulunması, tek dilekçe ile dava
açılmasına olanak vermemektedir. Maddi birlik yanında hukuki bağlılığın varlığı
da zorunludur. Hukuksal bağlılıktan söz edebilmek için de, dava konusu
işlemlerin yargısal denetiminin aynı yargı yerinin görev ve yetkisi içinde
bulunması gerekmektedir.
Öte yandan 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda, idari işlemler ve bu
işlemlerin uygulanması ile idari eylemler sonucu meydana gelen hak ihlallerinin
giderilmesi istemiyle açılacak tam yargı davaları için ayrı usül hükümleri
öngörülmüştür. Kanunun 13. maddesi uyarınca, idari eylemler nedeniyle uğranılan
zararın tazmini için idareye belli süreler içinde başvurulması ve başvurunun
kısmen, tamamen veya zımnen reddi halinde tam yargı davası açılması gerekirken;
12. maddedeki düzenlemeye göre, idari işlemlerin yol açtığı hak kayıplarının
giderilmesi istemiyle açılacak davalarda idareye başvuru zorunluluğu
bulunmamaktadır. Bu nedenle zarara yol açtığı ileri sürülen tasarrufların idari
işlem mi yada eylem mi olduğunun belirlenmesi gerekmektedir.
İdari işlemler, idari makam ve mercilerin idari faaliyet alanında idare hukuku
çerçevesinde, tek taraflı irade açıklamasıyla hukuk aleminde sonuç doğuran kesin
ve yürütülmesi zorunlu nitelikte tasarruflarıdır. Temelinde bir idari karar veya
işlem olmayan, fizik alanında görülen iş, hareket, ameliye ve çalışmalar ile
idarenin hareketsiz kalması ise, idari eylem olarak adlandırılmaktadır. İdari
işlemler hukuk aleminde değişiklik, yenilik doğuran irade açıklamalarını
yansıttığı halde hukuk alanında yenilik ve değişiklik yapmayan idari eylemler,
sadece ilgililerin hak ve yetkilerini kullanmaları koşuluyla hukuki etki ve
sonuçlar doğurabilir.
T.İmar Bankasına, Bankanın mevduat kabul etme izni kaldırılıp, faaliyeti sona
erdirilmeden önce 20.3.2003 tarihinde Devlet İç Borçlanma Senet bedeli olarak ?
YTL yatıran davacı, Bankada ödediği bedelin karşılığı senedin olmadığını, aracı
kuruluş yetkisi olmayan Bankanın açığa satış yaptığını öğrenmesi üzerine, adı
geçen Bankanın açığa satış yapmasını engellemeyen, yeterli denetim yapmayan
davalı idarelerin hizmeti kusurlu işlettikleri iddiasıyla Bankaya ödediği Devlet
İç Borçlanma Senet bedelini tahsil edememesi nedeniyle uğradığı ? YTL zararın
tazmini istemiyle bu davayı açmıştır.
Bu haliyle dava, herhangi bir idari işlemden dolayı değil, davalı idarelerin
T.İmar Bankasının karşılığı olmadığı halde açığa Devlet iç borçlanma senedi
satışını engellememeleri, yeterli denetim yapmayıp, hareketsiz kalmaları, bir
başka ifadeyle idari eylemleri nedeniyle açılmış bir tam yargı davasıdır. Zira
yukarıda da ifade edildiği gibi, idarelerin denetim eksikliği veya
hareketsizliği, idari eylem niteliğini taşımaktadır.
Diğer taraftan, Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 15.3.1979 günlü,
E:1971/9, K:1979/5 sayılı kararında 521 sayılı Danıştay Kanununun 72. maddesi
uyarınca ilgili idareye başvurulmaksızın doğrudan doğruya Danıştay'da tamyargı
davası açılması halinde dilekçenin davanın her safhasında ilgili mercie tevdi
edileceği belirtilmiştir. 521 sayılı Danıştay Kanununun yürürlükte olduğu
dönemde alınan bu içtihadı birleştirme kararı, 2577 sayılı Kanunun 13.
maddesinde idari eylemlerden dolayı dava açma süresinin 521 sayılı Kanunun 72.
maddesindeki gibi düzenlenmiş olması nedeniyle geçerliliğini korumaktadır.
İptali istenilen Bakanlar Kurul Kararı ise; 5021 sayılı Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılması ve Bankalar Kanunu Hükümlerine İstinaden Bankacılık
İşlemleri Yapma ve Mevduat Kabul Etme İzni Kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk
Anonim Şirketi Hakkında Tesis Edilecek Bazı İşlemler Hakkında Kanuna istinaden
çıkarılmış olup; T.İmar Bankasında tasarruf mevduatı bulunan ilgililer hakkında,
kimlere nasıl ödeme yapılacağının usul ve esaslarını belirlemektedir. İçeriği
belirtilen Bakanlar Kurulu Kararı, T.İmar Bankasına yatırılan Devlet İç
borçlanma senedi bedellerini kapsam dışında tutmakla birlikte, 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanununun 13. maddesine göre ön karar niteliğini taşımamakta;
davacı tarafından zarara yol açtığı öne sürülen davalı idare eylemleri ile
ilgili bulunmamaktadır. Anılan Bakanlar Kurulu kararı ile sadece Devlet iç
borçlanma senet bedellerinin, mevduat olarak kabul edilemeyeceği ve karşılığı da
olmaması nedeniyle ödenemeyeceği ortaya çıkmıştır.
Bu durumda aralarında maddi veya hukuki yönden bağlılık yada sebep-sonuç
ilişkisi bulunmayan davacı istemlerine yönelik olarak ayrı ayrı dava açılması
gerekeceğinden, Dairece 2577 sayılı Kanunun 15. maddesinin 1/d fıkrası hükmü
uyarınca dilekçenin reddine karar verilmesi gerekirken davanın esasına girilerek
karar verilmesinde hukuki isabet görülmemiştir.
Yukarıda belirtilen gerekçe üzerine Dairece yeniden bir karar verileceğinden, bu
aşamada İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nın temyiz istemini inceleme olanağı
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesi
uyarınca davalı idarelerden Sermaye Piyasası Kurulu ve Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurumu ile davacının temyiz isteminin kabulüne Danıştay Onüçüncü
Dairesinin 2.12.2005 günlü, E:2005/2625, K:2005/5753 sayılı kararının
bozulmasına 4.5.2006 günü oyçokluğu ile karar verildi.
K A R Ş I O Y
Devlet iç borçlanma senet bedeli olarak 9.999,97 YTL'nı T.İmar Bankasına yatıran
davacı, Bankanın açığa satış yaptığını, ödediği bedelin karşılığında senet
olmaması nedeniyle Hazinece kendisine ödeme yapılamayacağını öğrenmesi üzerine,
adı geçen Bankanın Devlet iç borçlanma senedi satıyormuş gibi görünüp para
toplamasını engellemeyen, yeterli ve etkili denetim yapmayan davalı idarelerin
olayda hizmet kusuru bulunduğu iddiasıyla davalı idarelerin idari eylemlerinden
doğduğunu öne sürdüğü zararın tazminini istemektedir.
Davacının, davalı idarelerin zarara yol açtığını öne sürdüğü idari eylemleri
nedeniyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 13 üncü maddesine göre
ilgili idarelere başvurup, ön karar almadan bu tam yargı davasını açtığı
anlaşılmaktadır. Ancak Bakanlar Kurulunun 29.12.2003 tarih, 2003/6668 sayılı
kararı ile mevduat toplama izni kaldırılıp, faaliyeti durdurulan T.İmar
Bankasına para yatıran ilgililerden, kimlere ne şekilde ödeme yapılacağı
düzenlenmiş; karşılıksız yatırıldığı ortaya çıkan Devlet iç borçlanma senet
bedeli tutarları ise kapsam dışı bırakılmıştır. Böylece Bakanlar Kurulu, davalı
idareleri de bağlayıcı biçimde söz konusu tutarların ödenmeyeceği yolundaki
iradesini ortaya koymuştur. Nitekim davacı, zararının tazmin edilemeyeceğinin,
sulhen ödeme yapılamayacağının açıklanması nedeniyle anılan Bakanlar Kurulu
kararının da iptalini istemektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 13 üncü maddesi, idari eylemler
nedeniyle tam yargı davası açılmadan önce idareye başvuru ve ön karar
alınmasını, ortaya çıkan zararın idarece ödenebileceği, olayla ilgili olarak
idarenin olumsuz bir tavrı ortaya çıkmadan uyuşmazlığın doğmuş sayılamayacağı
gerekçeleriyle zorunlu kılmıştır.
Olayda ise, 4353 sayılı Yasaya göre yargıya intikal etmiş yada etmemiş
uyuşmazlıkları sulh yoluyla nihai olarak çözmeye, ilgililerin uğradıkları
zararları tazmine yetkili Bakanlar Kurulu, T.İmar Bankası ile ilgili olarak
aldığı yukarıda belirtilen kararında, Devlet iç borçlanma senet bedeli olarak
yatırılıp, karşılığı senet bulunmayan tutarların Hazinece ödenmeyeceği yolundaki
iradesini açıklamıştır.
Bu itibarla; davacının uğradığını iddia ettiği zararın tazmini istemiyle
birlikte Bakanlar Kurulu kararının da iptalini isteyebileceğinin, anılan
Bakanlar Kurulu kararının bu davada, davacının uğradığını iddia ettiği zararın
ödenmeyeceği yolunda alınmış ön karar niteliğini de taşıdığının kabulü; ilgili
idarelere başvuru ve ön karar aranmaksızın davanın esasının incelenmesi
gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle işin esasının incelenmesi gerektiği oyu ile çoğunluk
görüşüne katılmıyoruz.
(DAN-DER; SAYI:113)
BŞ/Aİ
Dairesi
Karar Yılı
Karar No
Esas Yılı
Esas No
Karar Tarihi
ONUNCU DAİRE
2005
7597
2004
446
12/12/2005
KARAR METNİ
2577 SAYILI İDARİ YARGILAMA USULÜ KANUNUNUN 13.
MADDESİNDE ÖNGÖRÜLEN SÜRELERİN, TAZMİNİ İSTENİLEN ZARARIN TERÖR EYLEMİNDEN
KAYNAKLANDI?ININ Ö?RENİLDİ?İ TARİHTEN İTİBAREN BAŞLAYACA?I HK.<
Kararın Düzeltilmesini İsteyen ( Davacılar): Kendi adına asaleten, ?, ?, ?,
?, ?, ?, ?, ? ?'a ve ?'a vekaleten ?
Vekili : Av. ?
Karşı Taraf (Davalı) : İçişleri Bakanlığı - ANKARA
İstemin Özeti : Danıştay Onuncu Dairesince verilen 9.4.2003 tarih ve
E:2002/4438, K:2003/1261 sayılı kararın; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 54. maddesi uyarınca düzeltilmesi istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : İstemin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi : Erkan Yılmaz
Düşüncesi : Dava konusu olayda, tazmini istenilen zararı doğuran eylemin
2.3.2000 tarihinde davacılar tarafından öğrenildiği açık olup, bu tarih
itibariyle açılan davada süre aşımı bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenle, davanın süre aşımı yönünden reddi yolunda verilen kararın
bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : Mehmet Karaoğlu
Düşüncesı : Kararın düzeltilmesi dilekçesinde ileri sürülen hususlar, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 54. maddesinde yazılı nedenlerden
hiçbirisine uymadığından istemin reddi gerekeceği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onuncu Dairesince, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 54. maddesine uygun bulunan karar düzeltme istemi yerinde
görüldüğünden, 9.4.2003 tarih ve E:2002/4438, K:2003/1261 sayılı Dairemiz kararı
kaldırılarak davacılar temyiz istemi yeniden incelenip gereği görüşüldü:
Dava, davacıların murisinin 31.5.1992 tarihinde Silvan'da silahlı saldırı
sonucunda ölmesi nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen toplam 57.000.000.000.-
lira maddi ve manevi zararın yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle
açılmıştır.
Diyarbakır İdare Mahkemesince; 2577 sayılı Kanunun 13.maddesi uyarınca zarar
doğuran eylemi öğrenme tarihinden itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden
itibaren beş yıl içerisinde idareye başvurularak ön karar alınması gerekirken,
31.5.1992 tarihinde gerçekleşen ölüm olayından itibaren Kanunda öngörülen süre
içinde idareye başvurulmadığı, bu itibarla yasal başvuru süresinden sonra
12.4.2000 tarihinde yapılan başvurunun zımnen reddi üzerine 1.8.2000 tarihinde
açılan davanın süresi içinde açılmadığı gerekçesiyle süre aşımı yönünden reddine
karar verilmiştir.
Davacılar tarafından, hukuka aykırı olduğundan bahisle anılan mahkeme kararının
temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 13. maddesinde, idari eylemlerden
hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı
bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve
her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak
haklarının yerine getirilmesini istemelerinin gerekli olduğu, bu isteklerin
kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden
itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren dava süresi içinde dava açılabileceği hükme
bağlanmıştır.
Yukarıda aktarılan Kanunun 13. maddesinde öngörülen sürelerin, idarenin tazmin
borcunu doğurabilecek nitelikteki eyleminin ve bu eylemden kaynaklanan zararın
öğrenildiği tarihten itibaren başlayacağı açıktır.
İdarenin tazmin borcunun doğabilmesi için, ilgililer tarafından uğranıldığı
ileri sürülen zararın, hizmet kusuru, kusursuz sorumluluk veya sosyal risk
ilkesi uyarınca tazmin edilebilir nitelikte olması gerekmektedir. İdari
eylemlerden veya terör eylemlerinden kaynaklanan ve ölümle sonuçlanan olaylarda,
söz konusu eylemler ile zararlı sonuç (ölüm) genellikle ilgililer tarafından
aynı anda öğrenilmekle birlikte; kimi zaman bu eylemlerin idariliği veya sosyal
risk ilkesi kapsamında değerlendirilebilecek bir terör eylemi olup olmadığı
bazen çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılaması sonucu
ortaya çıkmaktadır.
Dosyanın incelenmesinden, davacıların eşi ve babası olan ?'ın, 31.5.1992
tarihinde Diyarbakır İli, Silvan İlçe Merkezinde uğradığı silahlı saldırı sonucu
öldürüldüğü, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcısının
1.3.2000 tarihli yazısında, Malatya Emniyet Müdürlüğünce 27.2.2000 tarihinde
yapılan operasyonda yakalanan ve Hizbullah terör örgütü üyesi olan ?'ın Silvan
İlçesinde adıgeçen örgüt adına gerçekleştirdiği eylemlerle ilgili olarak yer
gösterme yapılmasının istenilmesi üzerine Silvan Cumhuriyet Başsavcılığınca
düzenlenen yer gösterme tutanağında, sanık tarafından gösterilen yere gelindiği
ve sanık tarafından davacılar murisi ?'ın diğer örgüt mensupları ile birlikte
öldürüldüğünün ifade edildiği, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi
Başsavcılığınca hazırlanan 1.5.2001 tarihli iddianamede ise, 31.5.1992 tarihinde
Silvan İlçesi, Diyarbakır Caddesi üzerinde ? isimli şahsın öldürülmesi
talimatını Şeyhmus kod adlı ? adlı şahsın verdiği, eylemin ise ? ve ? tarafından
gerçekleştirildiği hususlarının yer aldığı, davacılar ise, dava dilekçesine ekli
2.3.2000 tarihli ? Gazetesi'nde yer alan haber üzerine babalarının Hizbullah
terör örgütü mensuplarınca öldürüldüğünü öğrendikleri, uğranılan maddi ve manevi
zararın tazmini istemiyle 12.4.2000 tarihinde davalı idareye başvurdukları,
istemlerinin davalı idarece zımnen reddi üzerine 1.8.2000 tarihinde sosyal risk
ilkesi uyarınca uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle tam yargı
davası açtıkları anlaşılmaktadır.
Bu durumda, davacılar tarafından uğranıldığı ileri sürülen zararın terör
eyleminden kaynaklandığının 2.3.2000 tarihi itibariyle öğrenildiği açık olup, bu
tarihten itibaren 2577 sayılı Yasanın 13. maddesinde öngörülen bir yıllık süre
içinde 12.4.2000 tarihinde yapılan başvurunun zımnen reddi üzerine 1.8.2000
tarihinde açılan davanın süresinde olduğu görülmektedir.
İdare Mahkemesince, ölüm olayının (zararın) gerçekleştiği 31.5.1992 tarihi esas
alınmak suretiyle davanın süre aşımı yönünden reddine ilişkin olarak verilen
kararda hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Yasanın 49. maddesine uygun bulunan davacılar
temyiz isteminin kabulüne, Diyarbakır İdare Mahkemesinin 6.12.2001 tarih ve
E:2000/753, K:2001/1179 sayılı kararının bozulmasina, yeniden karar verilmek
üzere dosyanın adıgeçen İdare Mahkemesine gönderilmesine, 12.12.2005 tarihinde
oybirliğiyle karar verildi.
(DAN-DER; SAYI : 112)
BŞ/ÖEK
Dairesi
Karar Yılı
Karar No
Esas Yılı
Esas No
Karar Tarihi
ONUNCU DAİRE
2006
2572
2003
2606
20/04/2006
KARAR METNİ
GÖREVSİZLİK KARARI ÜZERİNE OTUZ GÜNLÜK SÜRE İÇİNDE İDARİ
YARGIDA DAVA AÇILMAMIŞ İSE, DAVANIN Dİ?ER YARGI YERLERİNDE AÇILMIŞ OLAN DAVA
DİKKATE ALINMADAN, 2577 SAYILI KANUNUN 13. MADDESİ UYARINCA DAVANIN SÜRESİ
İÇİNDE AÇILMADI?ININ İNCELENMESİ GEREKTİ?İ HK.<
Temyiz Eden (Davacılar) : ?'a velayeten kendi adlarına asaleten
1- ?, 2- ?
Vekili : Av. ?
Karşı Taraf ( Davalı) : Erciyes Üniversitesi Rektörlüğü-KAYSERİ
Vekili : Av. ?
İstemin Özeti : Kayseri İdare Mahkemesince verilen 18.7.2002 tarihli ve
E:2001/68, K:2002/736 sayılı kararı hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek
temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma verilmemiştir.
D.Tetkik Hakimi : Birgül Kurt
Düşüncesi : İdari eylemden zarar gören ilgililerin, 2577 sayılı Yasanın 13.
maddesi uyarınca idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri
zorunlu olup, bu yönde yapılan başvuru açılacak olan davanın süresine de
başlangıç oluşturmaktadır.Başvuru yapıldıktan sonra süreç başlamış olduğundan,
maddede öngörülen süre içerisinde dava açılması gerekmektedir.İdareye
başvuruları söz konusu olmamak koşulu ile idari yargının görev alanına giren bir
tam yargı davası nedeniyle adli veya askeri yargı merciilerine açılan tam yargı
davalarında verilen görev yönünden ret kararından sonra, 2577 sayılı Yasanın 9.
maddesinde belirlenen 30 günlük süre içinde yada dava hakkı ihlal edilenlerin
eylemi öğrenmelerinden itibaren bir yıllık (her halde eylem tarihinden itibaren
beş yıl içinde) süre geçmemiş ise idareye başvurularak veya doğrudan anılan
Yasanın 13.maddesinde belirlenen süre içerisinde dava açılması mümkün ise de;
2577 sayılı Yasada idareye başvuru yapmadan önceki döneme ilişkin olarak
öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin, idareye başvurularak dava açma süresinin
başlatılmasından sonra yeniden dikkate alınmasına olanak bulunmamaktadır.
Dosyanın incelenmesinden; davacıların davalı idareye 1.6.2000 tarihinde
başvurarak maddi ve manevi tazminat istediği, istemlerinin cevap verilmeyerek
reddedildiği, Sosyal Sigortalar Genel Müdürlüğü, Erciyes Üniversitesi ve Erciyes
Üniversitesinde görevli üç doktor aleyhine tazminat davası açtıkları dava
sonucu, Kayseri 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 11.12.2000 tarihinde kesinleşen
kararı ile davanın Erciyes Üniversitesi ile ilgili kısmının görev yönünden,
doktorlarla ilgili kısmının husumet nedeniyle reddine, Sosyal Sigortalar Kurumu
ile ilgili olarak ise dava dosyasının ayrılmasına karar verildiği, davacıların
2577 sayılı Yasanın 9. maddesinde öngörülen otuz günü geçirerek 12.01.2001
tarihinde bu davayı açtığı bu davanın 2577 sayılı Yasanın 13. maddesinde
öngörülen süre içinde de açılmadığı gerekçesiyle temyize konu kararın ile
bozulması gerektiği düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı : Radiye Tiryaki
Düşüncesi : Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen nedenlerden
hiçbirisine uymayıp İdare Mahkemesince verilen kararın dayandığı hukuki ve yasal
nedenler karşısında anılan kararın bozulmasını gerektirir nitelikte
görülmemektedir.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin reddiyle İdare Mahkemesi kararının
onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği görüşüldü:
Dava, vaktinden önce doğan ?'a yanlış tedavi uygulaması sonucu gözlerinin görme
yetisini kaybettiğinden bahisle yasal faiziyle maddi ve manevi tazminat
verilmesi istemiyle açılmıştır.
Kayseri İdare Mahkemesince, davacıların tazminat ödenmesi istemiyle adli yargıda
açtıkları davanın görev yönünden reddi yolunda verilen kararın kesinleşmesinden
sonra 2577 sayılı Yasanın 9. maddesinde öngörülen 30 günlük süre içinde bu
davanın açılmadığı ancak idari dava açma süresi aşılmadığından, davada süre
aşımı bulunmadığı, ?'un gözlerinin görme unsurunda eksiklik meydana gelmesinde,
davalı idareye bağlı ? Hastanesinde yapılan tedavinin etkisinin olup olmadığının
tespiti amacıyla dava dosyasının Adli Tıp Kurumu Başkanlığına gönderildiği, bu
Kurumun 2. İhtisas Kurulunca verilen 27.5.2002 tarihi raporda, Rabia Koç'un her
iki gözünde bulunan retrolental fibroplazi hastalığının (ROP), bebeğin vaktinden
önce ve düşük doğum tartılı doğmasına bağlı olarak ana karnında gelişmesini
tamamlayamaması, retina damarlarının normal konsantrasyonunda da olsa oksijenle
temas etmesi halinde , göz içi retina hasarlarının meydana gelebileceğinin
tıbben bilindiği, ? Tıp Fakültesi Hastanesinde yapılan tıbbi işlemlerin usulüne
uygun olduğu ve bebeğin gözlerinde ortaya çıkan arızanın bakım kusuru veya
hatalı tedaviden kaynaklanmadığının bildirildiğinin anlaşıldığı, ?'un tedavi ve
bakımında davalı idareye yüklenebilecek bir kusur bulunmadığı, dolayısıyla
bebeğin gözlerinin zarar görmesinin asıl nedeninin prematüre doğmuş olmasından
kaynaklandığı anlaşıldığından, davacılar tarafından talep edilen maddi ve manevi
tazminatın kabulüne olanak bulunmadığı sonucuna varıldığı gerekçesiyle davanın
reddine karar verilmiştir.
Davacılar, anılan kararın temyizen incelenerek bozulmasını istemektedirler.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 9.maddesinde;
"1. Çözümlenmesi Danıştayın, idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girdiği
halde, adli ve askeri yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev
noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların kesinleşmesini izleyen günden
itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabilir. Görevsiz yargı
merciine başvurma tarihi, Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine başvurma
tarihi olarak kabul edilir.
2. Adli veya askeri yargı yerlerine açılan ve görevsizlik sebebiyle reddedilen
davalarda, görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra birinci fıkrada yazılı
otuz günlük süre geçirilmiş olsa dahi, idari dava açılması için öngörülen süre
henüz dolmamış ise bu süre içinde idari dava açılabilir. "hükmü yer almıştır.
Anılan yasa hükmü, görevsiz yargı yerine başvuru halinde ilgililere görevli
yargı yerinde dava açma hakkını tanımakta; süresi içinde dava açılmak şartıyla
görevsiz yargı yerinde açılan davanın, görevli yargı merciinde açılmış
sayılmasına olanak sağlamaktadır..Ancak görev ret kararı üzerine otuz gün içinde
dava açılmaması halinde, anılan yasa hükmünün uygulanamayacağı, ilgililerin
diğer yargı merciine açtıkları davanın idari yargıda açılmış sayılamayacağı da
açıktır.Dolayısı ile görevsizlik kararı üzerine otuz günlük süre içinde idari
yargıda dava açılmamış ise, davanın diğer yargı yerlerinde açılmış olan dava
dikkate alınmadan yukarıda anılan madde hükmü uyarınca, doğrudan doğruya tam
yargı davası açılması halinde dava açma süresini düzenleyen, 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanununun 13. maddesinde belirtilen dava açma süresi içinde
açılıp açılmadığının belirlenmesi gerekmektedir.
2577 sayılı Yasanın 13. maddesiyle ise ;"1. İdari eylemlerden hakları ihlal
edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine
veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem
tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine
getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi
halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek
hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.
2. Görevli olmayan adli ve askeri yargı mercilerine açılan tam yargı davasının
görev yönünden reddi halinde sonradan idari yargı mercilerine açılacak
davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz" düzenlemesi
yapılmıştır.
Davanın incelenmesinden, ?'un 24.9.1999 tarihinde Kayseri ? Hastanesinde dünyaya
geldiği, aynı gün ? Hastanesine sevk edildiği, bilateral retrolentral fibroplazi
tanısıyla 25.4.2000 tarihinde ? Göz Hastanesine sevk edildiği, bu hastanece
yapılan incelemeler sonucu retrolental fibroplazi (ROP) hastalığı tanısı
konulduğu, davacıların 1.6.2000 tarihinde maddi ve manevi tazminat istemiyle
yaptıkları başvurunun cevap verilmeyerek reddedildiği, Sosyal Sigortalar Genel
Müdürlüğü, Erciyes Üniversitesi ve Erciyes Üniversitesinde görevli üç doktor
aleyhine açılan tazminat davası sonucunda, Kayseri 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin
11.12.2000 tarihinde kesinleşen kararı ile davanın Erciyes Üniversitesi ile
ilgili kısmının görev yönünden ,doktorlarla ilgili kısmının husumet nedeniyle
reddine, Sosyal Sigortalar Kurumu ile ilgili olarak ise dava dosyasının
ayrılmasına karar verildiği, davacıların 2577 sayılı Yasanın 9. maddesinde
öngörülen otuz günlük süreyi geçirerek 12.01.2001 tarihinde bu davayı açtıkları
anlaşılmıştır.
Bu durumda, 2000 yılı Nisan ayında ?'un görme yetisini kaybettiğini öğrenerek
yanlış tedavi (fazla oksijen verilmesi nedeniyle görme kaybına uğranıldığı)
nedeniyle zarara uğradıklarından bahisle tazminat verilmesi istemiyle, Erciyes
Üniversitesi Rektörlüğü'ne 1.6.2000 tarihinde başvuran ve istemlerine altmış gün
içinde cevap verilmeyen davacıların, 2577 sayılı Yasanın 13. maddesinde
öngörülen ikinci altmış günün sonu olan 29.9.2000 tarihine kadar dava açmaları
gerekirken, 12.1.2001 tarihinde açtıkları davada süre aşımı bulunmaktadır.
Açıklanan nedenler ile davacıların temyiz isteminin reddiyle 2577 sayılı Kanunun
49. maddesi uyarınca Kayseri İdare Mahkemesinin verilen 18.7.2002 tarihli ve E:
2002/68, K:2002/736 sayılı kararının yukarıda belirtilen gerekçeyle sonuç
itibariyle onanmasına, 20.4.2006 oybirliğiyle karar verildi.
(DAN-DER; SAYI: 113)
BŞ/Aİ
Dairesi
Karar Yılı
Karar No
Esas Yılı
Esas No
Karar Tarihi
ONUNCU DAİRE
2006
2598
2004
9784
21/04/2006
KARAR METNİ
2577 SAYILI YASA'NIN 13. MADDESİNDE ÖNGÖRÜLEN 1 VE 5
YILLIK SÜRENİN, EYLEMİN İDARİLİ?İNİN ORTAYA ÇIKTI?I TARİHTEN İTİBAREN
HESAPLANMASI GEREKTİ?İ; DAVA KONUSU OLAYDA EYLEMİN İDARİLİ?İNİN, KÖTÜ MUAMELEDE
BULUNDU?U İDDİA EDİLEN SANIK POLİSLERİN YARGILANMASI SONUCU, CEZA MAHKEMESİ
KARARININ SONUCUNDA ORTAYA ÇIKTI?I; DAVA SÜRESİNİN DE BUNA GÖRE ARAŞTIRILIP,
DAVA SÜRESİNDE İSE UYUŞMAZLI?IN ESASININ İNCELENMESİ GEREKTİ?İ HK.<
Temyiz Eden (Davacı) : ?
Vekili : Av. ?
Karşı Taraf (Davalı) : İçişleri Bakanlığı
İstemin Özeti : Davacının, ifade vermek üzere götürüldüğü karakolda görevli
polis memurlarından kötü muamele gördüğü iddia edilerek uğranıldığı öne sürülen
50.000.000.000-TL manevi zararın 4.12.1998 tarihinden itibaren işleyecek yasal
faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılan dava sonucunda; Malatya İdare
Mahkemesince davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen kararın, davacı
tarafından temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Yerinde olmadığı ileri sürülen temyiz isteminin reddi
gerektiği savunulmaktadır.
D.Tetkik Hakimi : Aydın Akgül
Düşüncesi : Dava, davacının ifade vermek üzere götürüldüğü karakolda görevli
polis memurlarından kötü muamele gördüğü iddia edilerek uğranıldığı öne sürülen
manevi zararın yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.
2577 sayılı Yasayla öngörülen tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle
uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle tam yargı davasının
açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması
zorunludur.
İdarenin yürüttüğü faaliyet alanındaki eylemlerin idariliği ve bu eylemlerden
doğan zarar, bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok
sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya
çıkabilmektedir.
Bu itibarla, 2577 sayılı Yasa'nın 13. maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık
sürenin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması
zorunludur. Aksi yorumun, zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla
kulanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama
özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır.
Olayda, eylemin idariliği kötü muamelede bulunduğu iddia edilen sanık polislerin
yargılanması sonucu, ceza mahkemesi kararının sonucunda ortaya çıkmıştır.
Dolayısıyla dava süresinin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarih olan sanık
polislerin yargılandığı ceza mahkemesi kararının sonucunun, davaya müdahil olan
davacıya hangi tarihte tebliğ edildiği veya davacı tarafından öğrenildiği
tarihten itibaren hesaplanması gerekmekte; davacının 11.2.2002 tarihli
başvurusunun ceza mahkemesi kararının tebliği veya söz konusu kararın
öğrenilmesi tarihinden itibaren 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca 1 yıl
içerisinde yapılıp yapılmadığı araştırılarak, dava süresinde ise uyuşmazlığın
esasının incelenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenle, İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : Nevzat Özgür
Düşüncesi : İdare ve Vergi Mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49.
maddesinin 1. fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, sözkonusu maddede belirtilen
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile bozma kararına uyularak
verilen temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği görüşüldü:
Dava, davacının, ifade vermek üzere götürüldüğü karakolda görevli polis
memurlarından kötü muamele gördüğü iddia edilerek uğranıldığı öne sürülen
50.000.000.000-TL manevi zararın 4.12.1998 tarihinden itibaren işleyecek yasal
faiziyle birlikte tazmini istemiyle istemiyle açılmıştır.
Malatya İdare Mahkemesince; davacının 5.12.1998 tarihinde ifadesi alınmak üzere
karakola götürüldüğü sırada kötü muameleye uğraması nedeniyle manevi zararın da
aynı tarihte öğrendiğinin kabulü gerekeceği, bu tarihten itibaren bir yıl içinde
idareye başvuruda bulunulmadığından, bu süre geçtikten sonra yapılan 11.2.2002
tarihli başvurunun zımnen reddi üzerine açılan davada süre aşımı bulunduğu
gerekçesiyle; davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir.
Davacı tarafından, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek anılan mahkeme kararının
temyizen incelenerek bozulmasını istenilmektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesinde, idari eylemlerden
hakları ihlal edilen ilgililerin, idari eylemleri öğrendikleri tarihten itibaren
bir yıl ve herhalde idari eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili
idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği hükme
bağlanmıştır.
Anılan Yasa hükmünde idareye başvuru için öngörülen en geç beş yıllık sürenin
hangi tarihten itibaren başlatılacağı zaman zaman duraksamalara yol açtığından,
bu hususun irdelenmesi gerekmektedir.
Yasayla öngörülen tam yargı davaları idari eylem nedeniyle uğranılan zararın
tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı davasının açılabilmesi için
eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.
İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir davranışı, bir tutumu
veya hareketsizliği; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle
öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları
ifade etmektedir.
Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla
birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve
hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.
Özellikle kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği
ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine
izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ancak yine de resmi yetki, görev ve
olanaklardan yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de
idaresinden tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle
doğan zararların tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin
idariliği, bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu yoksa görev
kusuru sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra
saptanabilmektedir.
Bu itibarla, 2577 sayılı Yasa'nın 13. maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık
sürenin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması
zorunludur. Aksi yorumun, zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla
kulanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama
özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır.
Dava ve temyiz dosyasının birlikte incelenmesinden; davacının 5.12.1998
tarihinde sevk ve idaresinde bulunan kamyoneti bir bayanın üzerine sürdüğünden
bahisle yapılan şikayet üzerine ? Karakoluna götürüldüğü, davacının burada
görevli polis memurlarının kötü muamelesine maruz kaldığı ve hakkında 15 gün iş
ve gücüne mani olduğuna ilişkin 14.12.1998 tarihli kati raporun verildiği,
davacının 7.12.1998 tarihli şikayet dilekçesi sonrası Bingöl Cumhuriyet
Savcılığınca kötü muamelede bulunduğu iddia edilen polisler hakkında kamu davası
açıldığı ve davacının 5.4.1999 tarihinde davaya müdahil olduğu, Bingöl Asliye
Ceza Mahkemesinin E:1996/36 sayılı dosyasında görülen davada, anılan Mahkemenin
25.1.2001 tarih ve E:1996/36, K:2001/171 sayılı kararı ile sanık polisler
hakkında açılmış bulunan kamu davasının 4616 sayılı Yasa uyarınca Şartla
Ertelenmesine karar verildiği, davacı tarafından uğranıldığı ileri sürülen
manevi zararın tazmini istemiyle 11.2.2002 tarihli dilekçe ile davalı idareye
yapılan başvurunun zımnen reddi üzerine bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Dava konusu olayda tazmini istenen zarar, kötü muamele sonucu uğranılan zarar
olduğuna göre, davacının zararının kötü muamele nedeniyle meydana gelip
gelmediğinin, kötü muamele eylemini idarenin personelinin resmi görev ve
yetkisini kullanarak gerçekleştirip gerçekleştirmediğinin belirlenmesine
bağlıdır. Bu itibarla olayda, eylemin idariliği, kötü muamelede bulunduğu iddia
edilen sanık polislerin yargılanması sonucu, ceza mahkemesi kararının sonucunda
ortaya çıkmıştır.
Dolayısıyla, olayda eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarih olan sanık
polislerin yargılandığı ceza mahkemesi kararının sonucunun, davaya müdahil olan
davacıya hangi tarihte tebliğ edildiğinin veya davacı tarafından öğrenildiğinin
tespiti gerekmekte olup; davacının 11.2.2002 tarihli başvurusunun, ceza
mahkemesi kararının tebliği veya söz konusu kararı öğrenmesi tarihinden itibaren
2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca 1 yıl içerisinde yapılıp yapılmadığı
araştırılarak, dava süresinde ise uyuşmazlığın esasının incelenmesi
gerekmektedir.
Bu durumda, yukarıda belirtilen hususlar araştırılarak davanın süresinde olup
olmadığının tespit edilmesi, davanın süresinde olması durumunda ise esasının
incelenerek bir karar verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı nedeniyle reddi
yolunda verilen temyize konu İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Yasa'nın 49. maddesine uygun bulunan davacı
temyiz isteminin kabulüyle Malatya İdare Mahkemesinin 16.1.2004 tarih ve
E:2002/879, K:2004/22 sayılı kararının BOZULMASINA, dosyanın yeniden bir karar
verilmek üzere anılan mahkemeye gönderilmesine 21.4.2006 tarihinde oyçokluğuyla
karar verildi.
K A R Ş I O Y
Usul ve hukuka uygun bulunan idare mahkemesi kararının onanması gerektiği
görüşüyle aksi yöndeki çoğunluk kararına katılmıyorum.
(DAN-DER; SAYI: 114)
BŞ/Aİ
Dairesi
Karar Yılı
Karar No
Esas Yılı
Esas No
Karar Tarihi
ONUNCU DAİRE
2006
6592
2003
3454
20/11/2006
KARAR METNİ
İDARİ EYLEMLER NEDENİYLE AÇILIP, ADLİ VEYA ASKERİ YARGI
YERLERİNCE GÖREVSİZLİK SEBEBİYLE REDDEDİLEN TAM YARGI DAVALARINDA, GÖREVSİZLİK
KARARININ KESİNLEŞMESİNDEN SONRA, OTUZ GÜNLÜK SÜRE GEÇİRİLMİŞ OLSA DAHİ, İDARİ
EYLEMİN YAZILI BİLDİRİMİ VEYA BAŞKA SURETLE Ö?RENİLDİ?İ TARİHTEN İTİBAREN BİR
YILLIK SÜRE HENÜZ DOLMAMIŞ İSE BU SÜRE İÇİNDE DAVA AÇILABİLECE?İNİN KABULÜ
GEREKTİ?İ HK.<
Temyiz Eden (Davalı ) : Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü
Vekili : Av. ?
Karşı Taraf (Davacı) : ?
Vekili : Av. ?
İstemin Özeti : Davacının, Denizli İli, Sarayköy İlçesi, Tekke Köyü ? ada, ?ve ?
parsel sayılı taşınmazlarında ekili ürününün, davalı idareye ait barajlardan
fazla su bırakılması nedeniyle zarar gördüğünden bahisle uğranıldığı ileri
sürülen 2.968.869.000-TL maddi, 1.000.000.000-TL manevi zararın olay tarihinden
itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılan dava
sonucunda; Denizli İdare Mahkemesince maddi tazminat isteminin kabulü, manevi
tazminat isteminin ise reddi yolunda verilen kararın, davalı idare tarafından,
kabule ilişkin kısmının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi : Aydın Akgül
Düşüncesi : 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 9. maddesinde görevli
olmayan yargı yerlerine yapılacak başvuru sonrasına ilişkin düzenlemelere yer
verilmiş; yasa koyucu tarafından, ilgililerin hak arama özgürlüğünün
kısıtlanmaması amacıyla, adli veya askeri yargı yerlerine açılan ve görevsizlik
sebebiyle reddedilen davalarda, görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra,
anılan maddenin birinci fıkrasında yazılı otuz günlük sürenin geçirilmesi
durumunda dahi, idari dava açılması için öngörülen sürenin henüz dolmaması
halinde bu süre içinde idari dava açılabilmesine olanak tanınmıştır. Ancak, yasa
koyucunun belirlediği 30 günlük sürenin geçirilmesinden sonra, sınırını çizdiği
"idari dava açılması için öngörülen süre"nin yorumlanması gerekmekte olup; bu
yorumun, Anayasa ile güvence altına alınan "hak arama hürriyeti" ve 2577 sayılı
Yasa çerçevesinde yapılması gerekeceği tabiidir.
Tam yargı davaları, 2577 sayılı Yasanın 2. maddesinde idari dava türleri
arasında sayılmıştır. Dolayısıyla, görevli olmayan yargı yerinde açılan tam
yargı davalarında, anılan Yasada özel olarak düzenlenen 13. maddedeki dava açma
süresine ilişkin hükümlerin göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
Olayda, davacı, davalı idareye ait barajlardan Büyük Menderes Nehrine aşırı su
bırakıldığını ve anılan nehirin 7.7.2001 tarihinde taşması nedeniyle zarara
uğradığını iddia etmekte; idarece bu tarihin aksi ileri sürülmemektedir. Davacı,
Sarayköy Asliye Hukuk Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kesinleşmesi
üzerine 30 gün içinde dava açmamakla birlikte; idari eylemin meydana geldiği
7.7.2001 tarihinden itibaren bir yıl içinde 17.6.2002 tarihinde kayda geçen
dilekçe ile bu davayı açtığı anlaşıldığından, bu davanın süresinde olduğunun
kabulü gerekmektedir.
Temyiz isteminin reddi ile usul ve hukuka uygun bulunan mahkeme kararının,
yukarıda belirtilen gerekçeyle onanması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : Mehmet Karaoğlu
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar , söz konusu maddede yazılı nedenlerden
hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen mahkeme kararının
onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği görüşüldü:
Dava, davacının, Denizli İli, Sarayköy İlçesi, Tekke Köyü ? ada, ? ve ? parsel
sayılı taşınmazlarında ekili ürününün, davalı idareye ait barajlardan fazla su
bırakılması nedeniyle zarar gördüğünden bahisle uğranıldığı ileri sürülen
2.968.869.000-TL maddi, 1.000.000.000-TL manevi zararın olay tarihinden itibaren
işletilecek yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.
Denizli İdare Mahkemesince; davacının ürünlerinin zarar görmesinde idarenin
hizmet kusurunun bulunduğu, adli yargı yerinde tespit ettirilen zararın hizmet
kusuru ilkesi uyarınca davacıya ödenmesinin gerektiği gerekçesiyle
2.968.869.000-TL maddi tazminat isteminin dava açma tarihinden itibaren
hesaplanacak yasal faiziyle birlikte kabulü, manevi tazminat verilmesini
gerektirecek koşulların bulunmaması nedeniyle manevi tazminat isteminin ise
reddine karar verilmiştir.
Davalı idare tarafından, dava konusu olayda hizmet kusurunun oluşmadığı ve
davanın süresinde açılmadığı ileri sürülerek , İdare Mahkemesi kararının
temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Görevli Olmayan Yerlere Başvurma"
başlıklı 9. maddesinde; "1. Çözümlenmesi Danıştayın, idare ve vergi
mahkemelerinin görevlerine girdiği halde, adli ve askeri yargı yerlerine açılmış
bulunan davaların görev noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların
kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava
açılabilir. Görevsiz yargı merciine başvurma tarihi, Danıştaya, idare ve vergi
mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul edilir. 2. Adli veya askeri yargı
yerlerine açılan ve görevsizlik sebebiyle reddedilen davalarda, görevsizlik
kararının kesinleşmesinden sonra birinci fıkrada yazılı otuz günlük süre
geçirilmiş olsa dahi, idari dava açılması için öngörülen süre henüz dolmamış ise
bu süre içinde idari dava açılabilir." hükümlerine yer verilmiştir.
Görüldüğü üzere, yasa koyucu ilgililerin hak arama özgürlüğünün kısıtlanmaması
amacıyla, adli veya askeri yargı yerlerine açılan ve görevsizlik sebebiyle
reddedilen davalarda, görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra, anılan
maddenin birinci fıkrasında yazılı otuz günlük sürenin geçirilmesi durumunda
dahi, idari dava açılması için öngörülen sürenin henüz dolmaması halinde bu süre
içinde idari dava açılabilmesine olanak tanımıştır. Ancak, yasa koyucunun
belirlediği 30 günlük sürenin geçirilmesinden sonra, sınırını çizdiği "idari
dava açılması için öngörülen süre"nin yorumlanması gerekmekte olup; bu yorumun,
Anayasa ile güvence altına alınan "hak arama hürriyeti" ve 2577 sayılı Yasa
çerçevesinde yapılması gerekeceği tabiidir.
2577 sayılı Yasanın "Doğrudan Doğruya Tam Yargı Davası Açılması" başlıklı 13.
maddesinde; " 1. İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava
açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle
öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren
beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini
istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu
konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış
gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava
süresi içinde dava açılabilir." hükümlerine yer verilmiştir.
2577 sayılı Yasanın 9. ve 13. maddeleri birlikte yorumlandığında; idari eylemler
nedeniyle açılıp, adli veya askeri yargı yerlerince görevsizlik sebebiyle
reddedilen tam yargı davalarında, görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra,
otuz günlük süre geçirilmiş olsa dahi, idari eylemin yazılı bildirimi veya başka
suretle öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık süre henüz dolmamış ise bu süre
içinde dava açılabileceğinin kabulü gerekmektedir. Bir yıllık dava açma
süresinin geçirilmiş olması halinde de, İdare Mahkemesince, davanın süre aşımı
nedeniyle reddine karar verilecektir. Nitekim, Danıştay İdari Dava Daireleri
Kurulunun ve Danıştay İdari Dava Dairelerinin yerleşik uygulamalarında, tam
yargı davalarına ilişkin uyuşmazlıklarda, idari eylemin yazılı bildirimi veya
başka suretle öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık süre içinde dava
açılmaması durumunda, davanın süre yönünden reddine karar verilmesi gerektiği
belirtilmekte; böylece, bir yıllık süre, dava açma süresi olarak kabul
edilmektedir. Dava dosyasının incelenmesinden; davacının, Denizli İli, Sarayköy
İlçesi, Tekke Köyü ? ada, ? ve ? parsel sayılı taşınmazlarında ekili ürününün,
davalı idareye ait barajlardan Büyük Menderes Nehirine aşırı su bırakılması ve
nehirin 7.7.2001 tarihinde taşması nedeniyle zarar gördüğünden bahisle
uğradığını öne sürdüğü zararın tazmini istemiyle Sarayköy Asliye Hukuk
Mahkemesinde dava açtığı, anılan Mahkemenin 17.10.2001 tarih ve E:2001/200,
K:2001/232 sayılı kararı ile davanın görev yönünden reddine karar verildiği, bu
kararın 9.1.2002 tarihinde kesinleşmesine karşın, davacının, 2577 sayılı Yasanın
9. maddesinin birinci fıkrasında öngörülen 30 günlük süreyi geçirdikten sonra
17.6.2002 tarihinde kayda geçen dilekçe ile bu davayı açtığı anlaşılmaktadır.
Olayda, davacı, 7.7.2001 tarihinde davalı idareye ait barajlardan fazla su
bırakılması nedeniyle zarara uğradığını iddia etmekte; idarece bu tarihin aksi
ileri sürülmemektedir. Davacı, Sarayköy Asliye Hukuk Mahkemesince verilen
görevsizlik kararının kesinleşmesi üzerine 30 gün içinde dava açmamakla
birlikte; idari eylemin meydana geldiği 7.7.2001 tarihinden itibaren bir yıl
içinde 17.6.2002 tarihinde kayda geçen dilekçe ile bu davayı açtığı
anlaşıldığından, bu davanın süresinde olduğunun kabulü gerektiğinden, davalı
idarenin süre defi yerinde görülmemiştir.
İdare ve Vergi Mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozulması 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinde yer alan sebeplerden birinin
varlığı halinde mümkündür.
Temyizen incelenen karar, usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen
temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğinden
temyiz isteminin reddi ile Denizli İdare Mahkemesinin 5.2.2003 tarih ve
E:2002/790, K:2003/73 sayılı kararının ONANMASINA, 20.11.2006 tarihinde
oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Davacının, Denizli İli, Sarayköy İlçesi, Tekke Köyü ? ada, ? ve ? parsel sayılı
taşınmazlarında ekili ürününün, davalı idareye ait barajlardan fazla su
bırakılması nedeniyle zarar gördüğünden bahisle uğradığını öne sürdüğü zararın
tazmini istemiyle Sarayköy Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açtığı, anılan
Mahkemenin 17.10.2001 tarih ve E:2001/200, K:2001/232 sayılı kararı ile davanın
görev yönünden reddine karar verildiği, bu kararın 9.1.2002 tarihinde
kesinleşmesine karşın, davacının, 2577 sayılı Yasanın 9. maddesinin birinci
fıkrasında öngörülen 30 günlük süreyi geçirdikten sonra 17.6.2002 tarihinde
kayda geçen dilekçe ile bu davayı açtığı dosyadan anlaşılmaktadır.
Bu durumda, 2577 sayılı Yasanın 9. maddesinin birinci fıkrasında öngörülen 30
günlük süre geçirildikten sonra 17.6.2002 tarihinde kayda geçen dilekçe ile
açılan davanın, süre yönünden reddi gerekirken, davanın esasına girilerek
verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmadığından, temyiz
isteminin kabulü ve mahkeme kararının kabule ilişkin kısmının bozulması
gerektiği oyu ile çoğunluğun kararına karşıyım.
BŞ/ÖEK