Anasayfaya
dönmek için tıklayın
DANIŞMA
KARARLARI VE İDARİ UYUŞMAZLIKLARA İLİŞKİN KARARLAR
İDARİ
İŞLER KURULU KARARLARI
T.C.
D
A N I Ş T A Y
İdari
İşler Kurulu
Esas No : 2006/13
Karar
No :
2006/13
Özeti
: Kamu
tüzel kişileri ve kurumları arasında bedele ilişkin sebebe dayanarak taşınmaz
devrine muvafakat edilmemesine ilişkin ihtilafın, 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu'nun 30'uncu maddesi uyarınca karara bağlanması gerektiği
hakkında.
Başkent Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi (BEDAŞ) Genel Müdürlüğü ile
Keçiören Belediye Başkanlığı arasında çıkan uyuşmazlığın, 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu'nun 30'uncu maddesi hükmüne göre çözümlenmesi istemi
üzerine, Birinci Dairece verilen 4/7/2006 günlü ve E:2006/455, K:2006/689 sayılı
karar, Danıştay Başkanı tarafından 2575 sayılı Danıştay Kanunu'nun 46'ncı
maddesinin 1/e bendi uyarınca Kurulumuza iletilmekle incelendi.
Gereği görüşülüp düşünüldü:
Üyeler …, …, …, …, …, … ile …'in, "Dosyanın incelenmesinden, Ankara İli,
Keçiören İlçesi, Atapark Mahallesi … ada, … parsel sayılı
Bu durumda, Başkent Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi (BEDAŞ) Genel
Müdürlüğü ile Keçiören Belediye Başkanlığı arasında yukarıda konumu belirtilen
taşınmazın 2942 sayılı Kanunun 30'uncu maddesi uyarınca devri konusunda çıkmış
bir anlaşmazlık mevcut olmadığından, BEDAŞ Genel Müdürlüğünün devir istemi
hakkında karar verilmesine yer olmadığı yolunda verilen Daire kararının onanması
gerekmektedir." yolundaki ayrışık oylarına karşılık,
2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 30'uncu maddesinde, kamu
tüzelkişilerinin ve kurumlarının sahip oldukları taşınmaz
mal, kaynak veya irtifak haklarının diğer bir kamu tüzelkişisi ya da kurumunca
kamulaştırılamayacağı, bunlara ihtiyacı olan idarenin 8'inci maddeye göre tespit
edilen bedeli ödeyeceğini de belirterek mal sahibi idareye yazılı olarak
başvuracağı, mal sahibi idare devire muvafakat etmez veya altmış gün içinde
cevap vermez ise anlaşmazlığın alıcı idarenin başvurusu üzerine Danıştay ilgili
idari dairesince incelenerek kesin karara bağlanacağı kuralına yer verilmiştir.
İnceleme konusu olayda, Keçiören Belediye Başkanlığına ait Ankara İli,
Keçiören İlçesi, Atapark Mahallesi … ada, … parsel sayılı
Taşınmaz mal sahibi Belediye Başkanlığı bedel konusundaki ihtilaf
nedeniyle taşınmazın devrine muvafakat etmediğinden, taşınmaz mala ihtiyacı olan
Genel Müdürlük, taşınmazın devri konusunda anlaşmazlığın 2942 sayılı Kanunun
30'uncu maddesi uyarınca çözümlenmesi isteğiyle Danıştaya başvurmuştur.
2942 sayılı Kanunun 30'uncu maddesinde, taşınmaz mala ihtiyacı olan
idarenin, ödeyeceği bedeli de belirtmek suretiyle taşınmazın devri istemiyle mal
sahibi idareye yaptığı başvurunun altmış gün içinde cevaplanmaması veya mal
sahibi idarece devre muvafakat edilmemesi halinde, taraflar arasında devir
konusunda ortaya çıkan anlaşmazlığın alıcı idarenin başvurusu üzerine Danıştayca
incelenerek kesin karara bağlanacağı hükme bağlanmıştır. Bu hükümde, devre
muvafakat etmeyen mal sahibi idarenin, hangi gerekçeyle ve hangi sebeple devre
izin vermediği hususunda bir ayrım yapılmadan, gerekçesi ne olursa olsun mal
sahibi idarenin devre muvafakat etmemesi durumunda, ortaya çıkan anlaşmazlığın
alıcı idarenin başvurusu üzerine Danıştayca çözümlenmesi gerektiği
öngörülmüştür. Söz konusu maddenin, kamu tüzelkişileri ve kurumları arasındaki
taşınmaz mal devri, kaynak veya irtifak hakkı tesisi konusunda ortaya çıkan
ihtilafları çözümleme amacıyla düzenlendiği, alıcı idarenin, kendi görev
alanıyla ilgili kamu hizmetlerinin yerine getirilmesi ya da yürütülmesi amacıyla
diğer bir idareye ait taşınmaz mala ihtiyaç duyduğu hallerde, kamu hizmetlerinin
aksamadan ifasını temin için kanun koyucunun, taraflar arasındaki devre ilişkin
anlaşmazlığın Danıştayca kesin karara bağlanması için altmış gün gibi sınırlı
bir süre tanıdığı dikkate alındığında, Danıştay tarafından yapılacak incelemede,
anlaşmazlığın bedele ilişkin olup olmadığı gibi sebebe yönelik bir irdeleme
yerine, maddede belirtilen yasal şartların oluşup oluşmadığı, taşınmaz mala
hangi kamu hizmetinin ifası için hangi idarenin daha çok ihtiyacı olduğu
hususlarına yönelik bir irdeleme yapılarak hüküm kurulması gerektiği sonucuna
ulaşılmaktadır. Bu nedenle söz konusu maddenin devamında, tarafların bedelde
anlaşamamaları halinde izlenecek prosedür belirtilmiş, öncelikle devir
konusundaki anlaşmazlığın taraflar arasında mutabakat sağlanarak ya da Danıştay
kararıyla çözümlenerek giderilmesine, bu aşama tamamlandıktan sonra bedele
ilişkin anlaşmazlığın çözümlenmesine yönelik hükümler
öngörülmüştür.
Bu bağlamda, Keçiören Belediye Başkanlığına ait söz konusu taşınmazın
BEDAŞ Genel Müdürlüğüne devri konusunda, 2942 sayılı Kanunun 30'uncu maddesi
kapsamında bir anlaşmazlık bulunduğu, bu anlaşmazlıkta Keçiören Belediye
Başkanlığının taşınmazın bedeline ilişkin sebebe dayanarak devre muvafakat
etmediği, devre ilişkin bu ihtilafın Danıştayca 2942 sayılı Kanunun 30'uncu
maddesi uyarınca devir isteminin kabulü veya reddi şeklinde kesin karara
bağlanması ve Danıştay kararından sonra BEDAŞ Genel Müdürlüğünün bedele ilişkin
anlaşmazlığın çözümü için mahkemeye başvurması gerektiği sonucuna
ulaşılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, Daire kararının kaldırılmasına, yukarıda konumu
belirtilen taşınmazın devri konusunda Başkent Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi
Genel Müdürlüğü ile Keçiören Belediye Başkanlığı arasında ortaya çıkan
uyuşmazlığın 2942 sayılı Kanunun 30'uncu maddesi uyarınca çözümlenmesi ve devir
istemi hakkında karar verilmesi için dosyanın Birinci Daireye iadesine
15/11/2006 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
DANIŞMA
VE İDARİ UYUŞMAZLIKLAR İLE MEMURLAR VE DİĞER KAMU GÖREVLİLERİNİN
YARGILANMALARINA İLİŞKİN KARARLAR
BİRİNCİ
DAİRE KARARLARI
DANIŞMA
VE İDARİ UYUŞMAZLIKLARA İLİŞKİN KARARLAR
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Birinci
Daire
Esas No : 2005/1187
Karar
No :
2006/174
Özeti
: İş
Sağlığı ve Güvenliği Tüzüğü Taslağı hakkında.
T
U T A N A K
Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca hazırlanarak Başbakanlığın 11.11.2005 günlü,
Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğü 4935 sayılı yazısıyla gönderilen "İş
Sağlığı ve Güvenliği Tüzüğü Taslağı" Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Baş İş
Müfettişleri … ve …, İş Müfettişi …, İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğünde
Şube Müdürü …, Sağlık Bakanlığı Hukuk Müşaviri …, aynı Bakanlıkta Şube Müdürü …,
Bakanlık Görevlileri … ve …, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu Avukatı
…, Türk-İş Hukuk Danışmanı … ile
Hak-İş Hukuk Müşaviri …'in katıldıkları toplantıda incelendi.
Gereği Görüşülüp Düşünüldü
:
4857 sayılı İş Kanununun 78 inci maddesinin 1 inci fıkrasında; "Sağlık
Bakanlığının görüşünü alarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, işyerlerinde
iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınması, makineler, tesisat, araç ve
gereçler ile kullanılan maddeler sebebiyle ortaya çıkabilecek iş kazaları ve
meslek hastalıklarının önlenmesi, yaş, cinsiyet ve özel durumları sebebiyle
korunması gereken kişilerin çalışma şartlarının düzenlenmesi amacıyla tüzük ve
yönetmelikler çıkarır" hükmü yer almıştır.
İş Kanunu Tasarısının Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda
görüşülmesi sırasında 78 inci maddeyle ilgili olarak verilen değişiklik
önergesinde "Avrupa Birliği Direktifinde de yer aldığı üzere iş sağlığı ve
güvenliğine ilişkin temel ilkelerin tüzükle düzenlenmesi, yönetmeliklerin ise bu
temel ilkelerin detaylandırılması amacıyla kullanımı sağlıklı bir mevzuat çatısı
kurulması bakımından isabetli olacaktır." gerekçesiyle anılan maddeye,
"yönetmelikler" sözcüğünden önce gelmek üzere "tüzük ve" ibaresinin eklenmesi teklif
edilmiş ve önerge kabul edilerek 78 inci madde bu haliyle
yasalaşmıştır.
Bu durumda, yasa koyucunun iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin temel
ilkelerin tüzükle düzenlenmesini amaçladığı
tartışmasızdır.
Bakanlıkça hazırlanan Tüzük
Taslağının incelenmesinde;
1- İş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınması,
2- Makineler, tesisat, araç ve gereçler ile kullanılan maddeler sebebiyle
ortaya çıkabilecek iş kazaları ve meslek hastalıklarının
önlenmesi,
3- Yaş, cinsiyet ve özel durumları sebebiyle korunması gereken kişilerin
çalışma şartlarının düzenlenmesi,
konularında Tüzük Taslağında yer alması zorunlu bulunan temel ilkelerin;
Yasada öngörülen amacı gerçekleştirmeye yönelik olarak, iş sağlığı ve
güvenliğine ilişkin her aşamada alınacak önlemler bakımından içeriği belli,
somut ve etkin kurallar halinde düzenlenmediği, soyut ve doğrudan uygulama gücü
olmayan bir biçimde ifadelendirildiği, risklerin önlenmesi, değerlendirilmesi ve
mesleki riskler konusunda standartların belirlenmediği, işçi ve işveren
kesiminin bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesine yönelik yeterli koruyucu
hükümleri içermediği,herkesin farklı
yorumlayabileceği şekilde düzenlendiği, uygulamada karışıklığa ve
duraksamaya neden olabileceği
anlaşıldığından, bu haliyle incelenmesine olanak bulunmayan İş Sağlığı ve Güvenliği Tüzüğü
Taslağının Başbakanlığa iade edilmek üzere Danıştay Başkanlığına sunulmasına 10.2.2006 gününde
oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Birinci
Daire
Esas No : 2005/1246
Karar
No :
2006/178
Özeti
: Patlayıcı,
Parlayıcı, Tehlikeli ve Zararlı Maddelerle Çalışan İşyerlerinde Ve İşlerde
Alınacak Tedbirler Hakkında Tüzüğün yürürlükten kaldırılmasına dair tüzük
tasarısı hakkında.
T
U T A N A K
Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca hazırlanarak Başbakanlığın 30.11.2005 günlü,
Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğü 5268 sayılı yazısıyla gönderilen "
Parlayıcı, Patlayıcı, Tehlikeli ve Zararlı Maddelerle Çalışılan İşyerlerinde ve
İşlerde Alınacak Tedbirler Hakkında Tüzüğün Yürürlükten Kaldırılmasına Dair
Tüzük Tasarısı" Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı Baş İş Müfettişleri … ve …, İş Müfettişi …, İş Sağlığı ve
Güvenliği Genel Müdürlüğünde Şube Müdürü …, Sağlık Bakanlığı Hukuk Müşaviri …,
aynı Bakanlıkta Şube Müdürü …, Bakanlık Görevlileri … ve …, Türkiye İşveren
Sendikaları Konfederasyonu Avukatı …,
Türk-İş Hukuk Danışmanı … ile Hak-İş Hukuk Müşaviri …'in katıldıkları
toplantıda incelendi.
Gereği Görüşülüp Düşünüldü :
Dosyanın incelenmesinden, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca
hazırlanarak Başbakanlığın 30.11.2005 günlü, KKGM 5268 sayılı yazısıyla
gönderilen " Parlayıcı, Patlayıcı, Tehlikeli ve Zararlı Maddelerle Çalışılan
İşyerlerinde ve İşlerde Alınacak Tedbirler Hakkında Tüzüğün Yürürlükten
Kaldırılmasına Dair Tüzük Tasarısı"nın gerekçesinde, 22.5.2003 günlü, 4857
sayılı İş Kanununun 120 nci maddesi ile 25.8.1971 günlü, 1475 sayılı İş
Kanununun 14 üncü maddesi hariç diğer maddelerinin yürürlükten kaldırıldığı,
Geçici 2 nci maddesinde ise 1475 sayılı Kanuna göre halen yürürlükte bulunan
tüzük ve yönetmeliklerin bu Kanun hükümlerine aykırı olmayan hükümlerinin yeni
yönetmelikler çıkarılıncaya kadar yürürlükte kalacağının öngörüldüğü, 4857
sayılı İş Kanununun 78 inci maddesine dayanılarak hazırlanan Patlayıcı
Ortamların Tehlikelerinden Çalışanların Korunması Hakkında Yönetmelik, Kimyasal
Maddelerle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik ile
Kanserojen ve Mutajen Maddelerle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri
Hakkında Yönetmeliğin 26.12.2003 günlü ve 25328 sayılı Resmi Gazetede
yayımlanarak yürürlüğe girdiği, bu durumda mülga 1475 sayılı İş Kanununun 74
üncü maddesine dayanılarak çıkarılmış olan Parlayıcı, Patlayıcı, Tehlikeli ve
Zararlı Maddelerle Çalışılan İşyerlerinde ve İşlerde Alınacak Tedbirler Hakkında
Tüzüğün yürürlükten kaldırılması gerektiğinin bildirildiği anlaşılmıştır.
4857 sayılı İş Kanununun 78 inci maddesinin 1 inci fıkrasında; "Sağlık
Bakanlığının görüşünü alarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, işyerlerinde
iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınması, makineler, tesisat, araç ve
gereçler ile kullanılan maddeler sebebiyle ortaya çıkabilecek iş kazaları ve
meslek hastalıklarının önlenmesi, yaş, cinsiyet ve özel durumları sebebiyle
korunması gereken kişilerin çalışma şartlarının düzenlenmesi amacıyla tüzük ve
yönetmelikler çıkarır" hükmü yer almıştır.
İş Kanunu Tasarısının Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda
görüşülmesi sırasında 78 inci maddeyle ilgili olarak verilen değişiklik
önergesinde "Avrupa Birliği Direktifinde de yer aldığı üzere iş sağlığı ve
güvenliğine ilişkin temel ilkelerin tüzükle düzenlenmesi, yönetmeliklerin ise bu
temel ilkelerin detaylandırılması amacıyla kullanımı sağlıklı bir mevzuat çatısı
kurulması bakımından isabetli olacaktır." gerekçesiyle anılan maddeye,
"yönetmelikler" sözcüğünden önce gelmek üzere "tüzük ve" ibaresinin eklenmesi
teklif edilmiş ve önerge kabul edilerek 78 inci madde bu haliyle yasalaşmıştır.
Bu çerçevede yasa koyucunun iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin temel
ilkelerin tüzükle düzenlenmesini amaçladığı
tartışmasızdır.
Diğer yandan, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca 4857 sayılı Kanunun
78 inci maddesine dayanılarak çıkarılan ve 9.12.2003 günlü, 25311 sayılı Resmi
Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren "İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği"nin
şekil yönünden tamamının ve ayrıca 7,9,14 ve 16 ncı maddelerinin iptali ve
yürütmesinin durdurulması istemiyle açılan davada, Danıştay Onuncu Dairesinin
24.5.2004 günlü, E: 2004/1942 sayılı kararıyla, 4857 sayılı Kanunun 78 inci
maddesi uyarınca iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili ilkelerin öncelikle üst
hukuk normu olan bir tüzükle düzenlenmeksizin doğrudan yönetmelikle
düzenlenmesini anılan Kanun hükmüne aykırı bularak, İş Sağlığı ve Güvenliği
Yönetmeliğinin yürütülmesinin durdurulmasına karar verilmiştir.
4857 sayılı Kanunun 78 inci maddesinin yasalaşma evresindeki gerekçesi ve
Danıştay Onuncu Dairesinin anılan kararı da dikkate alındığında, maddede
belirtilen hususların düzenlenmesi amacıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığının tüzük ve yönetmelik çıkaracağı hükmünün, Anayasamızın 115 inci
maddesine göre Bakanlar Kurulunca çıkarılabilecek olan tüzükle düzenlenmesi
gereken hususları yönetmelikle düzenleyebileceği yolunda Bakanlığa bir takdir
yetkisi tanıdığı şeklinde yorumlanmasının mümkün olmadığı, yapılacak düzenleyici
işlemin öncelikle tüzük olması gerektiği, yönetmelikle getirilecek
düzenlemelerin ise ancak maddede belirtilen hususları kapsayan bir tüzüğün
çıkarılmasından sonra yapılabileceği, 78 inci maddeye dayanılarak çıkarılmak
istenen İş Sağlığı Ve Güvenliği Tüzüğüne ilişkin Taslağın da Dairemizin
10.2.2006 günlü ve E: 2005/1187, K: 2006/174 sayılı kararıyla iade edildiği
görüldüğünden, Parlayıcı, Patlayıcı Tehlikeli ve Zararlı Maddelerle Çalışılan
İşyerlerinde Ve İşlerde Alınacak Tedbirler Hakkında Tüzüğün, bu Tüzükte
belirtilen konuları yeterli bir biçimde içinde barındıran başka bir tüzüğün
çıkarılması suretiyle kaldırılması gerekirken, yerine, Patlayıcı Ortamların
Tehlikelerinden Çalışanların Korunması Hakkında Yönetmelik, Kimyasal Maddelerle
Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik ve Kanserojen ve
Mutajen Maddelerle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında
Yönetmeliğin çıkarıldığından bahisle kaldırılmak istenilmesinde hukuki isabet
bulunmamaktadır.
Bu nedenle, incelenmesine olanak bulunmayan Tasarının iade edilmek üzere
Danıştay Başkanlığına sunulmasına 10.2.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Birinci
Daire
Esas No : 2006/336
Karar
No :
2006/572
Özeti
: Mülhak
vakıflara ait taşınmazların kat karşılığı yoluyla satışında, 2886 sayılı Devlet
İhale Kanununun uygulanıp uygulanmayacağı hususunda oluşan duraksamanın
giderilmesi hakkında.
Mülhak vakıflara ait taşınmazların kat karşılığı yoluyla satışında 2886
sayılı Devlet İhale Kanununun uygulanıp uygulanmayacağı hususunda oluşan
duraksamanın giderilmesi amacıyla istişari düşünce istemine ilişkin
Başbakanlığın 19.4.2006 günlü, Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğü
B.02.0.KKG/174-39 sayılı yazısıyla gönderilen Vakıflar Genel Müdürlüğünün
10.2.2006 günlü, 2225 sayılı yazısında aynen:
"İdaremiz 227 sayılı Vakıflar Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 1. maddesine göre kurulmuş olup görev
alanımızı 2762 sayılı Kanunda düzenlenen mazbut, mülhak, cemaatlere ve esnafa
mahsus vakıflar ile Türk Medeni Kanununun 101-117. maddeleri arasında düzenlenen
Türk Medeni Kanunu Hükümlerine göre kurulan yeni vakıflar ile ilgili iş ve
işlemler oluşturmaktadır.
Vakıflar Kanununun 1. maddesinde; "4 Birinci Teşrin 1926 tarihinden önce
vücud bulmuş vakıflardan,
A- Bu Kanundan önce zebtedilmiş bulunan vakıflar,
B- Bu Kanundan önce idaresi zabtedilmiş olan
vakıflar,
C- Mütevelliği bir makama şart edilmiş olan
vakıflar,
D- Kanunen veya fiilen hayri bir hizmeti kalmamış olan vakıflar,
E- Mütevelliliği vakfedenlerin ferilerinden başkalarına şart edilmiş
vakıflar,
mazbut
vakıflar olarak tanımlanmış ve bunların Vakıflar Umum Müdürlüğünce idare
olunacağı hükme bağlanmıştır. Mazbut vakıfların her türlü iş ve işlemleri
idaremiz tarafından yürütüldüğü için idaremizin tabi olduğu statüler bu vakıflar
için de aynen uygulanır.
Mütevelliliği vakfedenlerin fer'ilerine şart edilmiş vakıflar da mülhak
vakıflar olup bunlar idaremiz tarafından değil, aynı maddeye göre mütevellileri
tarafından idare edilir.
Vakıflar Kanununun 1. maddesine göre mütevelliler Vakıflar Genel
Müdürlüğünün ve Genel Müdürlük de İdare Meclisinin kontrolü altındadır. Bu
hükümden de anlaşılacağı üzere mülhak vakıflarla ilgili işleri yapma yetkisi
İdaremize değil mütevelliye aittir. Mülhak vakıflar bu anlamda mazbut
vakıflardan farklı ve özel hukuk statüsüne tabi vakıflardır.
Vakıflar Kanununun 6. maddesine göre "Mülhak vakıflar, Vakıflar Genel
Müdürlüğünce niyabeten idare olunsa bile ayrı birer hükmi şahsiyet sayılır.
Bunlar kendi taahhütleri ile ilzam olunur. Ve borçlarını kendi malları ile
öderler. "Bu hükme göre her mülhak vakıf birbirinden ve ayrıca İdaremizden ayrı
başlı başına bir tüzel kişiliktir.
Türk Medeni Kanununun 48. maddesine göre tüzel kişiler, cins, yaş,
hısımlık gibi yaradılış gereği insana özgü niteliklere bağlı olanlar dışındaki
bütün haklara ve borçlara ehildirler. Bu hükümlerden yola çıkıldığında;
mütevellileri ile yönetilen, idaremizin sadece denetleme görevi bulunduğu mülhak
vakıfların kat karşılığı inşaat işlemlerinin, özel hukuk kişilerinin tabi olduğu
statüye göre yürütülmesi gerektiği halde bu işlemler, Danıştay 1. Dairesinin
17.11.1992 tarihli 1992/282 E: 1992/350 sayılı istişari görüşü nedeniyle bu güne
kadar Devlet İhale Kanununa göre yapılmaktadır. Bahsi geçen istişari görüşte;
"Vakıflar Kanununun 12. maddesinde yer alan "Mevkilerine ve temin ettikleri
menfaate göre kalmaları gerekli görülmeyen mazbut ve mülhak vakıflara ait akar
ve toprakları idare Meclisinin kararı ile satmaya veya başka gayrimenkulle
değiştirmeye Umum Müdürlük salahiyetlidir. ...Mülhak vakıflarda, İdare Meclisi
karar vermeden evvel o vakfın mütevellisinin mütalaasını alır." hükmüne
dayanılmaktadır.
Mülhak vakıflarda esasen vakıflar idaresinin bir murakebe ve nezaret
hakkı varsa da bu hakkın hudut ve şümulü kanun ve nizamla sınırlandırılmıştır.
Vakıflar Kanununun 12. maddesinde yer alan "idare meclisinin kararı" alınması
şartı mülhak vakfın kat karşılığı inşaat işlemini yapma salahiyetinin
mütevelliye ait olmadığı şeklinde yorumlanamaz. İdaremizin bu işlemdeki yetkisi,
12. maddeye göre idari denetim yetkisinin bir gereğidir. İcrai nitelikteki
işlem, yani kat karşılığı inşaat sözleşme yapma yetkisi mütevelliye aittir.
İdaremiz ayrı bir özel hukuk tüzel kişisi olan mülhak vakıf adına kat karşılığı
inşaat sözleşmesi yapamaz.
Genel Müdürlük, mazbut vakıflar bakımından Vakıflar Kanununun 12. maddesi
ile taşınmaz satışlarında tam yetkili kılınmışken, mülhak vakıf taşınmazlar
bakımından tam yetkili kılınmamıştır. Çünkü kanun koyucunun da isabetle
belirttiği üzere mülhak vakıfların her biri ayrı birer tüzel kişiliğe sahiptir
ve bu tüzel kişilik bir özel hukuk tüzel kişiliğidir. Kanun, mülhak vakıflarda
mütevellinin görüşünün alınacağını belirtmektedir. Burada kastedilen, satışa
ilişkin önerinin mütevelliye ait olması, Genel Müdürlüğün ise bir onay makamı
mevkiinde bulunmasıdır.
Anlaşılacağı üzere mülhak vakıflara ait taşınmazların satımında Vakıflar
Genel Müdürlüğü'ne ait yetki, ilk elden bir satış yetkisi olmayıp, mütevellinin
satışa ilişkin talebi üzerinde, vakıf menfaatlerinin korunması amacıyla bu
talebe onay verip vermemek konusunda tanınmış denetim yetkisidir.
Benzer bir hüküm, yine idaremizden ayrı bir özel hukuk tüzel kişiliğine
sahip Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre kurulan yeni vakıflar ile ilgili
olarak Türk Medeni Kanununun 113. maddesinde ve Türk Medeni Kanunu Hükümlerine
Göre Kurulan Vakıflar Hakkında Tüzüğün 27. maddesinde yer almaktadır. Türk
Medeni Kanununun 113. maddesinin son fıkrasında "Amaca özgülenen mal ve hakların
daha yararlı olanları ile değiştirilmesini veya paraya çevrilmesini haklı kılan
sebepler varsa mahkeme, vakfın yönetim organı veya denetim makamının başvurusu
üzerine diğerinin yazılı görüşünü aldıktan sonra gerekli değişikliğe izin
verebilir."
Tüzüğün 27. maddesinde de; "Geliri giderini karşılayamayan veya kıymetini
uygun gelir getirmeyen vakıf mallarının, vakıf senedinde aksine bir hüküm
bulunsa bile, vakıf yönetiminin önerisi Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıflar
Meclisinin uygun görüşünden sonra yetkili asliye hukuk mahkemesince daha yararlı
bir mal veya parayla değiştirilmesine karar verilebilir." hükümleri yer
almaktadır.
Gerek 113. maddedeki "yazılı görüş" gerekse tüzüğün 27. maddesindeki
"Vakıflar Meclisinin uygun görüşü" koşulu, aynı Vakıflar Kanununun 12.
maddesindeki gibi vesayet ve denetim yetkisinin gereği olup Türk Medeni Kanununa
göre kurulan yeni vakıflar, kat karşılığı inşaat işlemlerini özel hukuk
çerçevesinde ve Devlet İhale Kanunu hükümlerine tabi olmadan yürütmektedir.
Aynı hukuki statüde bulunan, her ikisi de özel hukuk tüzel kişisi olan
vakıflardan yeni vakıfların kat karşılığı inşaat işlemlerinde Devlet İhale
Kanunu uygulanmazken, yine özel hukuk tüzel kişisi olan mülhak vakıfların bu tür
işlemlerinde Devlet İhale Kanunu hükümlerinin uygulanması, eşitler arasında
eşitsizliğe de neden olmaktadır.
Devlet İhale Kanununun 1. maddesinin 1. fıkrasında "Genel bütçeye dahil
dairelerle katma bütçeli idarelerin, özel idare ve belediyelerin alım, satım,
hizmet, yapım, kira, trampa, mülkiyetin gayri ayni hak tesisi ve taşıma işleri
bu Kanunda yazılı hükümlere göre yürütülür." hükmü yer almaktadır. 2886 sayılı
Devlet İhale Kanununun kapsamında bulunan kuruluşlar arasında, bir özel hukuk
tüzel kişisi olduğu tartışmasız olan mülhak vakıflar bulunmamaktadır. Bu nedenle
mülhak vakıfların kat karşılığı inşaat işlemlerinde 2886 sayılı Devlet İhale
Kanununun uygulanmaması gerektiği değerlendirilmektedir.
Danıştay 1. Dairesinin 8.11.2001 tarihle ve 2001/101 E. 2001/160 sayılı
istişari görüşünde de mütevelli tarafından idare olunan mülhak vakıflar adına
tapıda kayıtlı mera vasıflı taşınmazların özel mülk niteliğinde olduğu
belirtilmiştir.
Yukarıda belirtilen hususlar nazara alınarak mütevellileri eli ile
yönetilen mülhak vakıfların kat karşılığı inşaat işlemlerinin Devlet İhale
Kanununa tabi olup olmadığı hususunda Danıştay'dan istişari görüş alınması
hususunu takdirlerinize arz ederim." denilmektedir.
Dairemizce yapılan çağrı üzerine gelen Vakıflar Genel Müdürlüğü Hukuk
Müşaviri ..., Şube Müdürleri ... ve ...'nun açıklamaları dinlendikten sonra konu
incelenerek,
Gereği Görüşülüp
Düşünüldü:
İstem, mülhak vakıflara ait taşınmazların kat karşılığı yoluyla satışında
2886 sayılı Devlet İhale Kanunu hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı hususuna
ilişkin bulunmaktadır.
2762 sayılı Vakıflar Kanununun 12 nci maddesinde, mevkilerine ve temin
ettikleri menfaate göre kalmaları gerekli görülmeyen mazbut ve mülhak vakıflara
ait akar ve toprakları idare meclisinin kararı ile satmaya veya başka
gayrimenkul ile değiştirmeye Vakıflar Genel Müdürlüğünün yetkili olduğu, bu
satışlarla elde edilecek paraların tercihan mahallerinde akar satın almaya veya
yaptırmaya veya o vakfın mevcut akarının tamirine sarf olunacağı ve mülhak
vakıflarda, idare meclisinin kararını vermeden önce o vakıf mütevellisinin
görüşünü alması gerekeceği hükme bağlanmıştır.
Anılan madde hükmünden, tüzelkişiliği ve organları olmaması nedeniyle
Vakıflar Genel Müdürlüğünce idare olunan mazbut vakıflar ile kendi taahhütleri
ile borçlanan ve borçlarını kendi varlığıyla ödeyen, dolayısıyla da
tüzelkişiliği olması nedeniyle kendi organları ile idare olunan mülhak vakıflar
arasında bir ayırıma gidilmediği, her iki tür vakfa ait taşınmazların satımı
veya başka taşınmazlarla değiştirilmesi sonucunu doğuran hukuki tasarruflara
idare meclisinin yetkili olduğu ve karar gereğini yerine getirmekle Vakıflar
Genel Müdürlüğünün görevli bulunduğu sonucuna varılmıştır.
Nitekim, Kanunun Adliye Encümeni mazbatasında ve gerekçesinde, bu hükmün
vakıfların aynen korunmaları ve amaçlarına uygun biçimde kullanılmaları için
getirildiği, mülhak vakıflarda vakıf mütevellisinin Genel Müdürlükten farklı
düşünmesi halinde genel hükümlere göre Danıştayda dava açmasının mümkün olduğu
açıklanmak suretiyle, mülhak vakıflara ait taşınmazların satışı veya başka
taşınmazlarla değiştirilmesi konusunda vakıf mütevellisinin yetkisinin sadece
görüş bildirmekten ibaret olduğu, idare meclisi kararına göre taşınmazları
satmaya veya başka taşınmazlarla değiştirmeye Genel Müdürlüğün yetkili olduğu
yadsınamayacak biçimde ortaya konulmaktadır.
2886 sayılı Devlet İhale Kanununun 1 inci maddesinde, genel bütçeye dahil
idarelerle katma bütçeli idarelerin, il özel idaresi ve belediyelerin alım,
satım, hizmet, yapım, kira, trampa, mülkiyetten gayri ayni hak tesisi ve taşıma
işlerinin bu Kanunda yazılı hükümlere göre yürütüleceği, 2762 sayılı Vakıflar
Kanununun 5 inci maddesinde, Vakıflar Genel Müdürlüğünün katma bütçeli bir idare
olduğu hükme bağlanmıştır. 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununa
ekli (II) sayılı Cetvelin "Özel Bütçeli Diğer İdareler" başlıklı (B) bendinin 11
inci sırasında Vakıflar Genel Müdürlüğünü özel bütçeli idareler arasında
gösterilmiş ise de, 24.12.2005 günlü, 26033 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe giren 5436 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Bazı Kanun
ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanunun Geçici
3 üncü maddesinin son fıkrasında, ilgili mevzuatında gerekli düzenleme
yapılıncaya kadar, mevzuatta katma bütçeli idarelere yapılan atıflar, katma
bütçeli idare iken 5018 sayılı Kanunla özel bütçeli idareler kapsamına alınan
kamu idareleri bakımından ilgisine göre bu idarelere yapılmış sayılacağı
yolundaki hüküm nedeniyle 2886 sayılı Kanun kapsamında bulunduğuna şüphe
bulunmayan Vakıflar Genel Müdürlüğünce mülhak vakıflara ait taşınmazların kat
karşılığı yoluyla satışında, 2886 sayılı Kanun hükümlerine uyulması zorunlu
bulunmaktadır.
Mülhak vakıflara ait taşınmazların 2762 sayılı Vakıflar Kanununun 12 nci
maddesine göre değerlendirilmesinden sonra anılan taşınmazların kat karşılığı
yoluyla satışında 2886 sayılı Devlet İhale Kanununun uygulanıp uygulanmayacağı
hususunda oluşan duraksamanın giderilmesi amacıyla istişari düşünce istemine
ilişkin Başbakanlığın 6.8.1992 günlü, Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğü
B.02.KKG/174-60/05857 sayılı yazısı ile gönderilen Vakıflar Genel Müdürlüğü
yazısı üzerine Dairemizin 17.11.1992 günlü, E:1992/282, K:1992/350 sayılı
kararında da, mülhak vakıflara ait taşınmazların kat karşılığı yoluyla satışında
2886 sayılı Devlet İhale Kanununun uygulanması gerektiği şeklinde görüş
bildirilmişti.
Diğer taraftan, tapuda kişi veya vakıf adına kayıtlı olan mera, yaylak
veya kışlak vasfındaki taşınmazlar hakkında 4342 sayılı Mera Kanunu hükümlerinin
uygulanıp uygulanmayacağı hususunda istişari görüş istemine ilişkin
Başbakanlığın 20.7.2001 günlü, Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğü 3559 sayılı
yazısına ekli Tarımsal Üretim ve Geliştirme Genel Müdürlüğünün 12.6.2001 günlü,
4697-6657 sayılı yazısı üzerine Dairemizce verilen 8.11.2001 günlü, E:2001/101,
K:2001/160 sayılı kararda, mütevellileri tarafından idare olunan mülhak vakıflar
adına tapuda kayıtlı mera vasıflı taşınmazların özel mülk niteliğinde olduğunun
vurgulanması suretiyle bu vakıflara ait mera, yaylak ve kışlakların, 4342 sayılı
Mera Kanunu hükümlerine tabi olmaması gerektiği yönündeki düşüncenin konusu özel
mülk niteliğindeki mera vasıflı mülhak vakıf taşınmazlarının Mera Kanunu
hükümlerine tabi olmadığı hususu ile sınırlı olduğundan Dairemizin 17.11.1992
günlü, E:1992/282, K:1992/350 sayılı kararında belirtilen istişari düşüncenin
konusuyla benzerliğinden ya da aykırılığından söz edilmesi mümkün
değildir.
Açıklanan nedenlerle mülhak vakıflara ait taşınmazları, idare meclisinin
kararı ile satmaya veya başka taşınmazlarla değiştirmeye yetkili olduğu
tartışmasız olan Vakıflar Genel Müdürlüğünce, sözkonusu taşınmazların kat
karşılığı yoluyla satışında 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu hükümlerinin
uygulanması gerektiği sonucuna varılarak dosyanın Danıştay Başkanlığına
sunulmasına 5.6.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Birinci
Daire
Esas No : 2006/203
Karar
No :
2006/719
Özeti
: İzmir
Büyükşehir Belediyesi ile İzmir Deniz İşletmeciliği Nakliye, Turizm ve Ticaret
Anonim Şirketi arasında akdedilen "İzmir Körfezinde Araç ve Yolcu Toplu
Taşımacılığına İlişkin İmtiyaz Sözleşmesi Taslağı"
hakkında.
İzmir Büyükşehir Belediyesi ile İzmir Deniz İşletmeciliği Nakliye, Turizm
ve Ticaret Anonim Şirketi arasında akdedilen "İzmir Körfezinde Araç ve Yolcu
Toplu Taşımacılığına İlişkin İmtiyaz Sözleşmesi Taslağı" hakkında İzmir
Büyükşehir Belediye Başkanlığının 7.3.2006 günlü, 200/5566 sayılı yazısında
aynen:
"Özelleştirme Yüksek Kurulu'nun 04.02.2000 tarih ve 2000/6 sayılı kararı
doğrultusunda TDİ.A.Ş.İzmir İşletmesi faaliyet gösterdiği İzmir Körfezindeki
yolcu ve araç taşıma hizmetlerinden çekilerek 8 adet yolcu ve 3 adet arabalı
vapuru İzmir Büyükşehir Belediyesine satmış 7 adet iskelesinin de kullanım
hakkını Belediyeye devretmiştir.(Ek.1)
Belediyemiz TDİ A.Ş. den devraldığı gemilerle yapacağı yolcu ve araç
taşıma işinin organizasyonunu sermayesinin %98 i Belediyeye % 2 si de Belediye
şirketlerinden olan İZULAŞ (İzmir Ulaşım Hizmetleri ve Makine Sanayi A.Ş.) ve
İZBETON (İzmir Büyükşehir Belediyesi Beton ve Asfalt Enerji Üretim ve Dağıtım
Tesisleri Su Kanalizasyon San.A.Ş.) ye ait olan Deniz İşletmeciliği Nakliyat ve
Turizm Ticaret A.Ş. (İZDENİZ) ye Belediye Meclisimizin 30.03.2005 tarihine kadar
olan süreyi kapsayan sözleşme ile vermiştir. (Ek.2)
Sözleşmenin sona ermesi ve mevcut işin devamı gerektiğinden İzmir
Büyükşehir Belediye Meclisinin 10/10/2005 tarih ve 892 sayılı kararı ile
23.12.2005 tarih ve 1198 sayılı sözleşmenin 5 yıllık olacağı ve Danıştay onayına
sunulacağı ibarelerini belirten düzeltme kararlarıyla (Ek.3) 10.10.2005
tarihinden başlamak üzere körfezdeki yolcu ve araç taşıma işinin 5393 sayılı
Belediye Kanununun 15/f maddesindeki "Toplu taşıma yapmak; bu amaçla otobüs,
deniz ve su ulaşım araçları, tünel raylı sistem dahil her türlü toplu taşıma
sistemlerini kurmak, kurdurmak, işletmek ve işlettirmek" hükmüne ve 5216 sayılı
Büyükşehir Belediyesi Kanununun 7/f maddesindeki yetkilere, Ayrıca Metro
taşımacılığının Belediyemiz Şirketlerinden Metro A.Ş. eliyle müşterek emanet
usulüyle yürütülmesinde "Kamu zararı yoktur" yargı kararına istinaden;
(Ek.4)
Körfezdeki yolcu ve araç taşıma işi İZDENİZ A.Ş. ne ekte sunulan İmtiyaz
Sözleşmesi taslağı çerçevesinde imtiyaz verilmek suretiyle
üstlendirilecektir.
Hizmetin bu çerçevede yürütülebilmesi amacıyla alınan Meclis Kararları ve
hazırlanan imtiyaz sözleşmesi taslağı ekte sunulmuştur.
(Ek.5)
5393 sayılı Belediye Kanununun 15.maddesinin 3.fıkrası gereğince
görüşlerinize arz ederim." denilmektedir.
Dairemizce yapılan çağrı üzerine gelen İçişleri Bakanlığı Mahalli
İdareler Genel Müdür Yardımcısı …, İzmir Büyükşehir Belediyesi Deniz Ulaşım Şube
Müdürü … ve Avukat …'un açıklamaları dinlendikten sonra konu incelenerek,
Gereği Görüşülüp Düşünüldü :
İzmir Büyükşehir Belediyesi ile İzmir Deniz İşletmeciliği Nakliye, Turizm
ve Ticaret Anonim Şirketi arasında akdedilen "İzmir Körfezinde Araç ve Yolcu
Toplu Taşımacılığına İlişkin İmtiyaz Sözleşmesi Taslağı" hakkında görüş
bildirilmesi istenilmektedir.
5393 sayılı Belediye Kanununun 15 inci maddesinin birinci fıkrasının (f)
bendinde, toplu taşıma yapmak; bu amaçla otobüs, deniz ve su ulaşım araçları,
tünel, raylı sistem dâhil her türlü toplu taşıma sistemlerini kurmak, kurdurmak,
işletmek ve işlettirmek belediyenin yetkileri arasında yer almakta, ikinci
fıkrasında da belediyenin, (e), (f) ve (g) bentlerinde belirtilen hizmetleri
Danıştayın görüşü ve İçişleri Bakanlığının kararıyla süresi kırkdokuz yılı
geçmemek üzere imtiyaz yoluyla devredebileceği hükme
bağlanmaktadır.
Öte yandan, 5393 sayılı Belediye Kanununun "şirket kurulması" başlıklı 70
inci maddesinde, belediyenin kendisine verilen görev ve hizmet alanlarında,
ilgili mevzuatta belirtilen usûllere göre şirket kurabileceği öngörülmüş, 4734
sayılı Kamu İhale Kanununun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinde,
belediyelerin doğrudan veya dolaylı olarak birlikte ya da ayrı ayrı sermayesinin
yarısından fazlasına sahip bulundukları her çeşit kuruluş, müessese, birlik,
işletme ve şirketlerin, belediyelerin kullanımında bulunan her türlü kaynaktan
karşılanan mal veya hizmet alımları ile yapım işlerinin ihalelerinin bu Kanun
hükümlerine göre yürütüleceği belirtildikten sonra aynı Yasa'nın 3 üncü
maddesinin (g) bendinde, 2 nci maddenin birinci fıkrasının (b) ve (d)
bentlerinde sayılan kuruluşların, ticarî ve sınaî faaliyetleri çerçevesinde;
doğrudan mal ve hizmet üretimine veya ana faaliyetlerine yönelik ihtiyaçlarının
temini için yapacakları, Hazine garantisi veya doğrudan bütçenin transfer
tertibinden aktarma yapmak suretiyle finanse edilenler dışındaki yaklaşık
maliyeti ve sözleşme bedeli üç trilyon üçyüzotuzbeş milyar yedi milyon Türk
Lirasını aşmayan mal veya hizmet alımlarının bu Kanuna tabi olmadığı hükmü
getirilmiştir.
Sözü edilen hükümlere göre, belediyelerin otobüs, deniz ve su ulaşım
araçları, tünel, raylı sistem dahil her türlü toplu taşıma sistemleri kurmak,
kurdurmak, işletmek ve işlettirmek konusunda tekel niteliğinde yetkileri
bulunmaktadır. Hükümde geçen kurmak ve işletmek şeklindeki ifade ile bu
hizmetlerin kurulması ve işletilmesinde faaliyetin belediye tüzel kişisi
tarafından, kendi örgüt, araç- gereç, personel ve malvarlığı ile yürütülmesi
demek olan "emanet" usulüne işaret edilmekte, kurdurmak ve işlettirmek ifadesi
ile de, bu hizmetlerin kurulması ve işletilmesinin emanet usulü dışında kalan
usullerden herhangi biri tercih edilerek kamu hizmetinin gördürülmesine olanak
sağlanmak istendiği izlenimi yaratılmakta ise de, kamu hizmetinin görülmesine
ilişkin emanet usulü dışındaki diğer usullerden sadece imtiyaz usulünden söz
edilen 5393 sayılı Belediye Kanununun 15 inci maddesinin ikinci fıkrası hükmü
karşısında, toplu taşıma sistemleri kurmak ve işletmek konusunda sadece "emanet"
veya "imtiyaz" usullerinin uygulanabileceği sonucuna ulaşılmaktadır.
İdare hukuku doktorininde, kamu hizmetinin görülüş biçimleri olarak,
"emanet", "imtiyaz", "ruhsat", "müşterek emanet" ve "iltizam" usullerinin
bulunduğundan söz edilmekte, kamu hizmetinin sözleşme ile özel kişilere
gördürülmesine yönelik olarak yeni sözleşme türlerinin geliştirilmesi
gerektiğine de değinilmektedir.
Yerel hizmetlerde idarenin, finansman ve günlük yönetim bakımından
sınırlayıcı kuralların yarattığı sıkıntılardan kurtarılması bir ihtiyaç olarak
kendini göstermekte ise de, imtiyaz dışındaki diğer usullerin uygulanış
biçimlerine ilişkin kurallar manzumesi, yasa hükümleriyle belirgin bir şekilde
düzenlenmemiştir. 5393 sayılı Belediye Kanununun 70 inci maddesinde yer alan,
"belediyenin kendisine verilen görev ve hizmet alanlarında, ilgili mevzuatta
belirtilen usullere göre şirket kurabileceği" yolundaki hükmün; bu şirketlerin;
Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre kurulan, faaliyetlerini kendi yönetim ve
karar organlarının iradelerine göre yürüten, gerektiğinde sorumluluk durumlarına
göre malları haczedilebilen ve iflasa tabi olan özel hukuk tüzel kişiliğine
sahip oldukları da dikkate alındığında, belediyenin kendisine verilen görev ve
hizmet alanlarında hangi hukuki rejime tabi olarak ve hizmetin asıl sahibi olan
Belediye ile nasıl bir hukuki bağ kurmak suretiyle faaliyette bulunabilecekleri
konusu, netlik kazanmamaktadır.
Bu açıklamalardan sonra, dosyadaki olaya ve Dairemizden istenilen hususa
gelince, İzmir Büyükşehir Belediyesi ile İzmir Deniz İşletmeciliği Nakliye,
Turizm ve Ticaret Anonim Şirketi arasında akdedildiği belirtilerek "İzmir
Körfezinde Araç ve Yolcu Toplu Taşımacılığına İlişkin İmtiyaz Sözleşmesi Taslağı
" hakkında İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığının görüş isteminde bulunduğu
görülmektedir.
2575 sayılı Danıştay Kanununun, Danıştayın, Dairemizin ve İdari İşler
Kurulunun görevlerini belirleyen 23/d, 42/c ve 46/b maddelerinde, kamu
hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerini inceleyerek düşünce
bildirmek görevi verilmiştir.
Bu maddelerde geçen "imtiyaz sözleşmeleri" terimi, teknik anlamda İdare
Hukukunda, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi kararlarında geniş bir şekilde işlenmiş
bulunan "imtiyaz" usulünü ve imtiyazla ilgili işlemleri belirtmektedir. Bilinen
tanımına göre kamu hizmeti imtiyazı; bir kamu hukuku kişisinin bir gerçek veya
tüzel özel hukuk kişisi konumundaki ve genel olarak özel kesim sermaye şirketi
olan tüzel kişiyle yaptığı sözleşmeyle bir kamu hizmetinin belirli ve uzun bir
süre içinde kurulması ve işletilmesinin, hizmetten yararlananlardan ücret ya da
bedel alınmak ve giderleriyle kar ve zararı özel girişimciye ait olmak üzere,
idarenin kendi buyruğu ve sorumluluğu altında gerçekleştirilmesini sağlayan bir
yönetim biçimidir. "İltizam" ve "Müşterek Emanet" usullerinde de idarenin bir
kamu hizmetini özel kişiye gördürmesi için belirli süreli bir sözleşme yapması
söz konusudur.
Ancak imtiyaz usulünün en belirgin özelliği, kamu hizmetinin imtiyaz
sahibi tarafından kurulması ve bu hizmetin görülmesinde gerekli olan sermaye,
personel, yatırım malları, araç-gereç ve her türlü diğer donanımın imtiyaz
sahibi tarafından sağlanmasıdır. Hizmet için gerekli tesislerin, idare
tarafından kurulmuş ya da sağlanmış olması halinde imtiyaz usulünden ayrı bir
yöntem uygulamaya konulmuş olur. Bu yöntem sözleşme hükümlerinin
değerlendirilmesine göre emanet, iltizam ya da müşterek emanet olarak
nitelendirilebilir.
Ayrıca İmtiyaz usulünde, imtiyaz sahibinin kamu hizmetinin görülmesini
aksatması halinde, idarenin geçici olarak imtiyaz sahibinin yerine geçerek,
hizmeti risk ve zararı imtiyaz sahibine ait olmak üzere sürdürmesi sözleşme
hükümlerine dayalı olarak söz konusu olabilmekte, imtiyaz sonunda imtiyaz sahibi
tarafından kamu hizmetine özgülenmiş malların sözleşmede öngörülen biçimde
idareye geçmesi ya da paylaşılması da gerekmektedir.
Olayımızda ise, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisinin 10.10.2005 günlü,
05.892 sayılı kararı ile, İzmir Körfezinde Araç ve Yolcu Toplu Taşımacılığı
İşinin İzmir Deniz İşletmeciliği Nakliye, Turizm ve Ticaret Anonim Şirketi'ne
(İZDENİZ A.Ş.) 10.10.2005 tarihinden itibaren başlamak üzere 5 yıllığına
devredilmesine ilişkin İzmir Büyükşehir Belediyesi ile İZDENİZ A.Ş. arasında
İmtiyaz Sözleşmesi Taslağının akdedildiği, bir özel hukuk tüzel kişisi olan
İZDENİZ A.Ş.'nin sermayesinin %98 oranı İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne, %2 oranı
da Belediye şirketlerinden olan İzmir Ulaşım Hizmetleri ve Makine Sanayi A.Ş.
(İZULAŞ) ile İzmir Büyükşehir Belediyesi Beton ve Asfalt Enerji Üretim ve
Dağıtım Tesisleri Su Kanalizasyon Sanayi A.Ş.'ne (İZBETON) ait olduğu, toplu
deniz taşımacılığı hizmetlerini yerine getirmek ve bunu sağlamak amacıyla
olanakları hazırlamak, düzenlemek, düzenlenenlere katılmak, işletmek,
işlettirmek amacıyla kurulan İZDENİZ A.Ş.'nin genel kurulu ile yönetim ve
denetim kurulu üyelerinin Belediyenin görevlilerinden oluştuğu ve şirketin
tamamıyla Belediyenin mal varlığı içinde ve hakimiyeti altında bulunduğu
anlaşılmaktadır. Ayrıca, İZDENİZ A.Ş. 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun 2 nci
maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi ile 3 üncü maddesinin (g) bendi
kapsamındadır.
Öte yandan, 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun
kapsamında, Özelleştirme Yüksek Kurulunun 4.2.2000 günlü, 2000/6 sayılı
kararıyla, Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş. İzmir İşletmesi Körfez hattında
faaliyet gösterdiği yolcu ve araç taşıma işinden çekilerek anılan bölgedeki bu
hizmetler ile 8 adet yolcu gemisi ve 3 adet arabalı vapur bedeli karşılığında,
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığına devredilmiş, bu devir işleminde
iskelelerin tahsisi ve bu işde çalışan tüm personelin devri de
gerçekleştirilmiştir.
Bu durumda, İzmir Körfezinde araç ve yolcu taşımacılığı işini yapacak
olan Şirketin sermayesinin tamamının belediyeye ait olduğu, Özelleştirme
İdaresinden 4046 sayılı Yasa uyarınca alınan deniz ulaşım vasıtalarının bedeli
ödenerek, iskelelerin kullanım haklarıyla birlikte belediyenin malı haline
geldiği, Türkiye Denizcilik İşletmelerinden özelleştirme nedeniyle devralınan ve
bu hizmette kullanılan personelin de kamu personeli statüsünde oldukları,
dolayısıyla sözü edilen kamu hizmetinin esasen belediye tarafından kurulmuş bir
şekilde, kamu mallarının, kamu personelinin kullanılması suretiyle yine kamu
sermayesiyle kurulmuş bir şirkete sadece işletmesinin verilmesi şeklindeki bir
yöntemin "imtiyaz" yöntemi olarak değerlendirilmesi mümkün olmadığı gibi, bir
sözleşmenin adının imtiyaz sözleşmesi olarak belirlenmiş olması da sözleşmeye bu
niteliği kazandırmaz.
Açıklanan nedenlerle "İzmir Körfezinde Araç ve Yolcu Toplu Taşımacılığına
İlişkin İmtiyaz Sözleşmesi Taslağı" nın konusu ve içeriği itibariyle imtiyaz
usulünün koşullarını taşımaması karşısında, imtiyaz sözleşmesi olarak kabulü
mümkün görülmediğinden Dairemizce incelenerek görüş bildirilmesine olanak
bulunmadığına, 2575 sayılı Danıştay Kanununun 46 ncı maddesinin (b) bendi
uyarınca İdari İşler Kurulunda görüşülmek üzere dosyanın Danıştay Başkanlığına
sunulmasına 6.7.2006 tarihinde esasta oybirliği, gerekçede oyçokluğuyla karar
verildi.
K
A R Ş I O Y
Kamu hizmetlerinin özel kişilere sözleşme ile gördürülmesinin klasik
yöntemi imtiyazıdır. Ancak son yıllarda iltizam, müşterek emanet ve imtiyaz gibi
klasik yöntemler uygulama alanını yitirirken, yeni yöntemlerin ortaya çıktığı
görülmektedir. Örneğin değişik yasal düzenlemelerle işletme hakkı verilmesi
sözleşmesi, yap-işlet-devret modeli, görev ve devir gibi farklı sözleşme türleri
yaratılmıştır. Sözkonusu sözleşmelerin, idareye kamusal yetki ve ayrıcalıklar
veren kurallar içermesi nedeniyle idari sözleşmelerin özelliklerini taşıdığı
açıktır.
Bu sözleşmeleri öteki idari sözleşmelerden ayıran, sonuçları kendisine
ait olmak üzere, imtiyaz alan özel hukuk tüzel kişisi ya da gerçek kişinin
hizmeti kurması koşulu artık aranmamakta, hizmetin gerektirdiği yatırımların bir
bölümü ya da tümünün idare tarafından üstlenilebildiği gibi hizmetin görülmesi
sırasında imtiyaz sahibine yardım yoluna da
gidilebilinmektedir.
Örneğin, TEK dışında özel hukuk hükümlerine tabi sermaye şirketlerinin
elektrik üretim, iletim, dağıtımı ve ticareti ile görevlendirilmesini düzenleyen
3096 sayılı Kanunla elektrik üretimi yapacak tesisi kurma ve işletmeye ilişkin
görev sözleşmesi yanında kamu kurum ve kuruluşlarınca yapılmış veya yapılacak
üretim, iletim, dağıtım tesislerinin işletme haklarının da görevli şirketlere
verilmesi mümkün kılınmıştır.
Nitekim, Danıştay Birinci Dairesinin E: 1999/19, K: 1999/78 sayılı, E:
1996/177, K:1997/134 sayılı kararlar ile benzeri kararlarda TEDAŞ'a ait dağıtım
tesislerinin imtiyaz sahibi şirkete devri öngörülmüştür.
Bu durumda, imtiyaz sahibinin ayni, hukuki, mali nitelikte haklarına
karşılık idarenin, hizmetle ilgili taşınır ve taşınmaz mallarını, araç ve
gereçlerini, imtiyaz süresince şirkete devredebileceği de açıktır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın "imtiyaz" ve "emanet" e ilişkin
tanım ve gerekçelerine katılmıyorum.
NOT
: Birinci Dairece Verilen 06/07/2006 tarihli ve E:2006/203, K:2006/719 Sayılı
Karar; İdari İşler Kurulu’nun 15/11/2006 tarihli ve E:2006/14, K:2006/14 sayılı
kararı ile onanmıştır.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Birinci
Daire
Esas No : 2006/451
Karar
No :
2006/1014
Özeti
: Düzenleyici
ve denetleyici kurumlar ile bazı özel bütçeli idarelerin, 5018 sayılı Kamu Mali
Yönetimi ve Kontrol Kanununun 81 inci maddesi karşısında, 6245 sayılı Harcırah
Kanununa tabi olup olmayacakları hususunda düşülen duraksamanın giderilmesi
hakkında.
Düzenleyici ve denetleyici kurumlar ile bazı özel bütçeli idarelerin 5018
sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun 81 inci maddesi karşısında 6245
sayılı Harcırah Kanununa tabi olup olmayacakları hususunda düşülen duraksamanın
giderilmesine ilişkin Başbakanlığın 22.5.2006 günlü Kanunlar ve Kararlar Genel
Müdürlüğü 2594 sayılı yazısına ekli Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel
Müdürlüğünün 10.5.2006 günlü 8172 sayılı yazısında aynen;
"İlgi (a) yazımız ile, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol
Kanununun "Yürürlükten kaldırılan hükümler" başlıklı 81 inci maddesinde;
"Bu Kanunun geçici maddelerindeki hükümleri saklı kalmak
kaydıyla;
...
c) Bu Kanun kapsamındaki kamu idarelerine ilişkin olarak, 4.1.1961
tarihli ve 211 sayılı Kanunun 98- 106 ncı maddeleri hariç olmak üzere diğer
kanunlarla 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanunu, 6245 sayılı Harcırah Kanunu ve
832 sayılı Sayıştay Kanununa tabi olunmadığına dair istisna veya muafiyet
getiren hükümleri,
...
Yürürlükten kaldırılmıştır."
hükmüne yer verilmiş bulunduğu belirtilerek, 5018 sayılı Kanuna ekli (II)
sayılı cetveldeki bazı özel bütçeli idareler ile düzenleyici ve denetleyici
kurumların, 6245 sayılı Harcırah Kanununa tabi olup olmadıkları ile ilgili
olarak tereddütler oluştuğu ifade edilmiş, ayrıca düzenleyici ve denetleyici
kurumların Harcırah Kanununa tabi olup olmadıkları hususunda Başbakanlık ile
Bakanlığımız arasında farklı görüş olması nedeniyle, konu hakkında Danıştaydan
istişari görüş talebinde bulunulmuştu.
Ancak, ilgi (b) yazınızda, Danıştay Birinci Dairesinin 14.9.2005 tarihli
ve Esas No: 2005/830, Karar No: 2005/981 sayılı Kararına istinaden istişari
görüş isteminde bulunduğumuz konu hakkında Bakanlığımız Başhukuk Müşavirliği ve
Muhakemat Genel Müdürlüğünün de görüşünün alınması ve bu görüş ile Bakanlığımız
görüşü arasında biir fark bulunması halinde bunun gerekçesinin belirtilmesi
gerektiği ifade edilmiştir.
Bu çerçevede, Bakanlığımız Başhukuk Müşavirliği ve Muhakemat Genel
Müdürlüğünden konu hakkında görüş isteminde bulunulmuş olup, bir örneği yazımız
ekinde gönderilen ilgi (c) yazıda; 31.1.2002 tarihli ve 24657 Mükerrer sayılı
Resmi Gazetede yayımlanan 4743 sayılı Mali Sektöre Olan Borçların Yeniden
Yapılandırılması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 7 nci
maddesinin üçüncü fıkrasının, Anayasa Mahkemesinin 14.3.2006 tarihli ve 26108
sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 25.6.2002 tarihli ve Esas No: 2002/31 Karar No:
2002/58 sayılı Kararıyla iptal edildiği, düzenleyici ve denetleyici kurumların
5018 sayılı Kanun ile merkezi yönetim bütçesi kapsamına alınmakla 6245 sayılı
Harcırah Kanununa tabi olmalarının zorunlu hale gelmiş olduğu, düzenleyici ve
denetleyici kurumlar ile özel bütçeli idarelerin 6245 sayılı Kanunda yer alan
genel düzenlemenin dışında tutulamayacağı, ancak farklı bir düzenlemenin
öngörülmesi halinde ise bunun yine aynı Kanuna ek olarak yapılacak bir düzenleme
ile mümkün olacağı belirtilmiş ve diğer bazı hususlara yer verilmiştir.
Ancak, düzenleyici ve denetleyici kurumlara ilişkin Bakanlığımız görüşü
Başhukuk Müşavirliği ve Muhakemat Genel Müdürlüğünden farklı olup, Rekabet
Kurumu tarafından düşülen tereddüde yönelik olarak Bakanlığımızca (Bütçe ve Mali
Kontrol Genel Müdürlüğü) yazılan 20.12.2005 tarihli ve 28584 sayılı cevabi
yazıda; düzenleyici ve denetleyici kurumların 5018 sayılı Kanunda tabi olacağı
maddelerin aynı Kanunun 2 nci maddesinde açıkça sayıldığı ve 81 inci maddenin
ise bu sayılan maddeler arasında yer almadığı, dolayısıyla, düzenleyici ve
denetleyici kurumların 5018 sayılı Kanunun 81 inci maddesinin (c) bendi
kapsamında olmadığı, ancak harcırah uygulaması açısından 631 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamenin 14/ a maddesi uyarınca işlem yapılması gerektiğinin
değerlendirildiği şeklinde mütalaa verilmiştir.
5018 sayılı Kanuna tabi özel bütçeli idarelerin ise sözkonusu Kanunun 8/c
maddesi hükmü uyarınca 6245 sayılı Kanuna tabi oldukları değerlendirilmekle
birlikte, ilgi (a) yazımızda belirtildiği gibi, özel bütçeli idarelerin kendi
mevzuatlarında yer alan farklı düzenlemeler karşısında uygulamanın nasıl olacağı
hususundaki tereddüt devam etmektedir.
Bu itibarla, düzenleyici ve denetleyici kurumlar ile özel bütçeli
idarelerin, 5018 sayılı Kanunun 81 inci maddesi karşısında Harcırah Kanununa
tabi olup olmadıkları ve bu kapsamda özel bütçeli idarelerin kendi
mevzuatlarında yer alan harcıraha ilişkin farklı düzenlemeler karşısında
uygulamanın nasıl olacağı hususundaki tereddüdün giderilmesi amacıyla, ilgi (a)
yazımızda da belirtildiği üzere 2575 sayılı Danıştay Kanununun 23 üncü
maddesinin (c) bendi ve 42 nci maddesinin (f) bendi delaletiyle istişari
görüşleri alınmak üzere konunun Danıştay Başkanlığına havalesini arz ederim."
denilmektedir.
Dairemizce yapılan çağrı üzerine gelen Başbakanlık Hukuk Müşaviri …,
Uzman …, Maliye Bakanlığı Baş Hukuk Müşavirliği ve Muhakemat Genel Müdürlüğü
Avukatı …, Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü Daire
Başkanları … ve …, Sermaye Piyasası Kurulu Hukuk İşleri Daire Başkanı …, Daire
Başkan Yardımcısı …, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu Hukuk İşleri Daire
Başkanı … Daire Başkanı …, Rekabet Kurumu Avukatı …, Enerji Piyasası Düzenleme
Kurumu Daire Başkan Vekili … ve Enerji Uzmanı …'nin sözlü açıklamaları
dinlendikten sonra konu incelenerek,
Gereği Görüşülüp Düşünüldü
:
Başkan …'in "5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun
yürürlükten kaldırılan hükümler, başlıklı 81 inci maddesinin c bendinde "Bu
Kanun kapsamındaki kamu idarelerine ilişkin olarak, 4.1.1961 tarihli ve 211
sayılı Kanunun 98-106 ncı maddeleri hariç olmak üzere, diğer kanunlarla 1050
sayılı Muhasebei Umumiye Kanunu, 6245 sayılı Harcırah Kanunu ve 832 sayılı
Sayıştay Kanununa tabi olunmadığına dair istisna veya muafiyet getiren hükümler
yürürlükten kaldırılmıştır" hükmüne yer verilmiştir. 5018 sayılı Kanunun 3 üncü
maddesinin "b" bendinde III sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici
kurumlar merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri arasında sayılmış, Kanuna
ekli III sayılı cetvelde düzenleyici ve denetleyici kurumlar ismen sayılarak
belirtilmiş, 12 nci maddesinde ise III sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve
denetleyici kurumların merkezi yönetim bütçesi içinde yer aldıkları
açıklanmıştır. 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi Kontrol Kanununun 2 nci maddesinin
üçüncü fıkrasında, düzenleyici ve denetleyici kurumların bu Kanunun hangi
maddelerine tabi oldukları sayma yoluyla belirtilmiş ve aralarında Harcırah
Kanununun da yer aldığı bazı kanunlara tabi olunmadığına dair istisna veya
muafiyet getiren hükümlerin yürürlükten kaldırılmasına ilişkin düzenleme getiren
81 inci madde, bu maddeler arasında sayılmamış ise de; 81 inci maddede 6245
sayılı Harcırah Kanununda istisna ve muafiyet sağlayan özel kanun hükümlerinin
5018 sayılı Kanun kapsamına dahil idareler bakımından yürürlükten kaldırılmış
olduğu açıkça belirtilmiş, diğer taraftan Kanun yapma tekniği bakımından
yürürlükten kaldırılan hükümler, geçici maddeler ve yürürlük maddeleri ayrı bir
kısımda toplanmış, Kanununun, yürürlükten kaldırılan hükümler, geçici maddeleri
ve yürürlük maddesinin yer aldığı dokuzuncu kısım hükümleri de düzenleyici ve
denetleyici kurumlar yönünden uygulanacak maddeler arasında sayılmamıştır. Bu
kurumlara aynı kısımda yer alan 81 inci maddenin uygulanmayacağının kabul
edilmesi halinde, söz konusu maddeler arasında sayılmayan geçici maddeler ile
yürürlük ve yürütme maddelerinin de bu kurumlar bakımından geçerli olmadığı
sonucuna ulaşılacaktır ki böyle bir kabulün yorum kurallarıyla telif edilebilir
olmaktan uzak olduğu, bu nedenle kapsam maddesindeki sayma yoluyla belirlemenin
amacı dışında yorumlanmaması gerektiği, Kanunun aralarında 81 inci maddenin de
bulunduğu yürürlükten kaldırılan hükümler, geçici maddeler ve yürürlük başlıklı
dokuzuncu kısmının bu Kanun kapsamındaki kamu idarelerinin tümü için uygulanması
gereken kurallar olduğu, bu bağlamda düzenleyici ve denetleyici kurumların 6245
sayılı Harcırah Kanununa tabi olmadıklarına dair istisna ve muafiyet getiren
hükümlerin, 5018 sayılı Kanunun 81 inci maddesinin (c) bendi hükmü karşısında
yürürlükten kaldırılmış olduğu, harcırah uygulamaları yönünden Harcırah Kanununa
tabi idareler arasındaki uygulama farklarını ortadan kaldırmayı amaçlayan 81
inci madde hükmünün, düzenleyici ve denetleleyici kurumların mali yada idari
herhangi bir özerklikleriyle bağlantısının bulunmadığı, aksi takdirde bu
kurumlarla ilgili maaş, ücret, harcırah gibi konularda yasal düzenleme ile de
olsa herhangi bir sınırlama getirilmesinin söz konusu olamayacağı, bu nedenle
düzenleyici ve denetleyici kurumların da 6245 sayılı Harcirah Kanunu hükümlerine
tabi olması gerekeceği görüşüyle kararın düzenleyici ve denetleyici kurumlara
ilişkin kısmına katılmıyorum." yolundaki ayrışık oyuna karşın;
İstem, düzenleyici ve denetleyici kurumlar ile bazı özel bütçeli
idarelerin 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun 81 inci maddesi
karşısında 6245 sayılı Harcırah Kanununa tabi olup olmayacakları hususunda
düşülen duraksamanın giderilmesine ilişkindir.
5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nun 2 nci maddesinde;
"Bu Kanun, merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri, sosyal güvenlik
kurumları ve mahalli idarelerden oluşan genel yönetim kapsamındaki kamu
idarelerinin mali yönetim ve kontrolünü kapsar.
Avrupa Birliği fonları ile yurt içi ve yurt dışından kamu idarelerine
sağlanan kaynakların kullanımı ve kontrolü de uluslararası anlaşmaların
hükümleri saklı kalmak kaydıyla, bu Kanun hükümlerine tabidir.
Düzenleyici ve denetleyici kurumlar, bu Kanunun sadece 3, 7, 8, 12, 15,
17, 18, 19, 25, 42, 43, 44, 47, 48, 49, 50, 51, 52, 53, 54, 68, 76 ve 78 inci
maddelerine tabidir." hükmü yer almıştır.
5018 sayılı Kanunun genel gerekçesinde düzenleyici ve denetleyici
kurumların Kanunda sayılan sınırlı sayıdaki maddeye tabi olmakla birlikte genel
olarak Kanun kapsamı dışında tutuldukları, mali özerkliklerini zedeleyecek
herhangi bir hükme yer verilmediği vurgulanmıştır.
Aynı Kanunun 81 inci maddesinin c bendinde Bu Kanun kapsamındaki kamu
idarelerine llişkin olarak 4.1.1961 tarihli ve 211 sayılı Kanunun 98-106 ncı
maddeleri hariç olmak üzere, diğer kanunlarla 1050 sayılı Muhasebei Umumiye
Kanunu, 6245 sayılı Harcırah Kanunu ve 832 sayılı Sayıştay Kanununa tabi
olunmadığına dair istisna veya muafiyet getiren hükümlerinin yürürlükten
kaldırıldığı hükme bağlanmıştır.
5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu gerekçesiyle birlikte
değerlendirildiğinde yasa koyucunun düzenleyici ve denetleyici kurumların mali
özerkliklerini korumayı amaçladığı, bu kapsamda tabi olacakları sınırlı sayıdaki
düzenlemenin de sayma yoluyla belirtildiği, yukarıda anılan 81 inci maddenin
düzenleyici ve denetleyici kurumların tabi olacakları maddeler arasında yer
almadığı, bu itibarla düzenleyici ve denetleyici kurumlara ilişkin olarak 6245
sayılı Harcırah Kanununa tabi olunmadığına dair istisna veya muafiyet getiren
hükümlerin yürürlükten kaldırıldığının kabulüne olanak bulunmadığı açıktır.
Bazı özel bütçeli idarelerin 5018 sayılı Kanun karşısındaki konumlarına
gelince; özel bütçeli idareler Kanuna ekli II sayılı cetvelde sayılmış, Kanunun
3 üncü maddesinin (b) bendinde II sayılı cetvelde sayılan kamu idareleri merkezi
yönetim kapsamında sayılmış, 2 nci maddesinde de bu Kanunun merkezi yönetim
kapsamındaki kamu idarelerinin mali yönetim ve kontrolünü kapsayacağı hükme
bağlanmıştır.
Bu durumda özel bütçeli idarelerin bu Kanun kapsamında olduğu ve Yasanın
81 inci maddesinin c bendinin bu Kanun kapsamındaki kamu idarelerine ilişkin
olarak uygulanacağı açık olduğundan özel bütçeli idarelere ilişkin 6245 sayılı
Harcırah Kanununa istisna ve muafiyet getiren hükümlerin yürürlükten
kaldırıldığı, özel bütçeli idarelerin kendi Kanunlarında 6245 sayılı Kanuna tabi
olunmayacağına veya Kanunun bazı hükümlerinin farklı uygulanacağına dair
hükümlerin de bu kapsamda yürürlükten kaldırıldığı açıktır.
Diğer taraftan sonraki yasa- önceki yasa ve özel yasa - genel yasa
çatışmalarında sonraki özel kanunun uygulanacağı ilkesi gereği 5018 sayılı
Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra özel kanunlarla 6245 sayılı Kanun
hükümlerine istisna ve muafiyet getirilmesi durumunda yasa koyucunun sonraki
iradesini yansıtan özel kanunun uygulanması doğaldır.
Bu durumda düzenleyici ve denetleyici kurumların 5018 sayılı Kamu Mali
Kontrol Kanununun 81 inci maddesinin c bendinde yer alan 6245 sayılı Harcırah
Kanununa tabi olunmayacağına dair istisna ve muafiyet getiren hükümlerin
yürürlükten kaldırılmasına ilişkin düzenlemeye tabi olmadıkları, özel bütçeli
idarelere ilişkin istisna ve muafiyet getiren hükümlerin ise bu yasa kapsamında
yürürlükten kaldırıldığı sonucuna varılarak dosyanın Danıştay Başkanlığına
sunulmasına 8.11.2006 gününde düzenleyici ve denetleyici kurumlar yönünden
oyçokluğuyla özel bütçeli idareler yönünden oybirliğiyle karar
verildi.
MEMURLAR
VE DİĞER KAMU GÖREVLİLERİNİN YARGILANMALARINA İLİŞKİN
KARARLAR
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Birinci
Daire
Esas No : 2006/553
Karar
No :
2006/820
Özeti
: Şikayetçinin
avukatı olduğu mevsimlik işçilerin hak ve alacaklarının tahsili amacı ile
belediyeye vermek istediği dilekçelerin, Belediye Başkanı ve Yazı İşleri Müdürü
tarafından alınmamak suretiyle görevi kötüye kullanmaları
hakkında.
K
A R A R
Hakkında Soruşturma İzni İstenenler :
1-… - Kastamonu İli, … Belediyesi
Başkanı
2-… -
"
"
Yazı İşleri Müdürü
İtiraz Edilen Karar : Hakkında
soruşturma izni istenenler için soruşturma izni verilmesine ilişkin İçişleri Bakanının 6.3.2006
günlü, 2006/00074 sayılı kararı
Karara İtiraz Edenler :
Hakkında soruşturma izni verilenlerin Vekilleri: Av. …, Av. …, Av.
…
Soruşturulacak Eylem :
Şikayetçinin Avukatı olduğu mevsimlik işçilerin hak ve alacaklarının tahsili
amacı ile Belediyeye vermek istediği dilekçelerin, Belediye Başkanı ve Yazı
İşleri Müdürü tarafından alınmamak suretiyle görevi kötüye kullanmak
Eylem Tarihi :
27.7.2004
İçişleri Bakanlığının 21.06.2006 günlü, 6204 sayılı yazısı ile gönderilen
dosya, İçişleri Bakanının 6.3.2006 günlü, 2006/00074 sayılı soruşturma izni
verilmesine ilişkin kararı ve bu karara yapılan itiraz, Tetkik Hakimi Halime Hacıoğlu'nun
açıklamaları dinlendikten sonra, 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu
Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca
incelendi;
Gereği Görüşülüp Düşünüldü
:
3071 sayılı Dilekçe Hakkının
Kullanılmasına Dair Kanunun 7 nci maddesinde, yapılmakta olan işlemin
safahatı veya sonucu hakkında, yetkili makamlarca dilekçe sahiplerine en geç otuz gün içinde
gerekçeli olarak cevap verileceği ve sonucunun ayrıca bildirileceği hükme
bağlanmış, 24.01.2004 tarih ve 25356 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak
yürürlüğe giren 2004/12 sayılı Başbakanlık genelgesinin 1/a maddesinde de,
dilekçelerde bulunması gereken hususlar tek tek sayılarak usulüne uygun yapılan
başvurunun en kısa sürede cevaplandırılacağı hususu zorunluluk olarak
belirtilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden, şikayetçi Avukat tarafından 23.1.2004 tarihinde
… Belediyesine gidilerek verilmek istenilen dilekçenin üzerinde, " yazıları
tebellüğ etmiyorum kendileri Belediyemizden işten çıkarılmamıştır. " yazısının
bulunduğu, Yazı İşleri Müdürünün vermiş olduğu ifadede söz konusu yazının
kendisi tarafından yazıldığının kabul edildiği, ancak dilekçenin şikayetçi
tarafından işlem tamamlanmadan çekilip alındığının, dilekçe kabul etmeme gibi
bir amacının olmadığının belirtildiği, Belediye Başkanının ifadesinde de aynı
hususların tekrar edildiği, bu belirlemelere ek olarak olay günü avukata
vekaletnamesinin sorulduğu ve vekaletnamenin dosyada olduğunun öğrenildiğinin
ifade edildiği, itiraz dilekçesinde söz konusu dilekçelerin kabul edilmeme
gerekçesi olarak, dilekçelerin
2004/12 sayılı Başbakanlık Genelgesinin 1/a maddesinde belirtilen
hususları ihtiva etmemesinin gösterildiği, ancak dosyada bunu doğrulayacak bilgi
ve belge bulunmadığı, bu durumda
ilgililere isnat edilen eylemin, haklarında hazırlık soruşturması
yapılmasını gerektirecek nitelikte bulunduğu anlaşıldığından, soruşturma izni
verilmesine ilişkin yetkili merci kararına yapılan itirazların reddine, dosyanın
... Cumhuriyet Başsavcılığına, kararın birer örneğinin İçişleri Bakanlığı ile
itiraz edenlere gönderilmesine 29.9.2006 gününde oyçokluğuyla karar
verildi.
K
A R Ş I O
Y
Dosyanın incelenmesinden, 23.01.2004 tarihli dilekçelerin Belediye
Başkanlığına yapılan müracaat sırasında şikayetçi Avukat tarafından dilekçeler
üzerine işlem yapılmadan Belediyeden geri alındığı, söz konusu dilekçelerin
Belediye Başkanlığına başka
yollarla da iletilmesinin mümkün olduğu anlaşıldığından iddia edilen eylemin,
cezai yönü itibariyle soruşturma açılmasını gerektirecek nitelikte olmadığı
görüşüyle çoğunluk kararına katılmıyorum.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Birinci
Daire
Esas No : 2006/797
Karar
No :
2006/870
Özeti
: Yaptığı
inceleme ve soruşturmada, şikayet dilekçesindeki iddialarla ilgili sekiz ayrı ön
inceleme raporu düzenleyerek, adı geçen hakkında çok sayıda soruşturma olduğu
kanaatini uyandırmaya çalışmak, şikayetçiyi uzun süre soruşturma tehdidi altında
bırakmak, yanlı rapor düzenlemek suretiyle, görevi kötüye kullanan ilgiliye
isnat edilen eylemin; hakkında hazırlık soruşturması yapılmasını gerektirecek
nitelikte bulunduğu hakkında.
K
A R A R
Hakkında Soruşturma İzni İstenen:
… - İçişleri Bakanlığı Mülkiye Başmüfettişi
İtiraz Edilen Karar : … hakkında soruşturma izni verilmemesine
ilişkin İçişleri Bakanının 20.3.2006 günlü, 2006/39 sayılı
kararı
Karara İtiraz Eden :
Şikayetçi …
Soruşturulacak Eylem :
Şikayetçinin Siirt İli, Kurtalan İlçesi Kaymakamı olarak görevli olduğu döneme
ilişkin yaptığı inceleme ve soruşturmada, şikayet dilekçesindeki iddialarla
ilgili sekiz ayrı ön inceleme raporu düzenleyerek adı geçen hakkında çok sayıda
soruşturma olduğu kanaatini uyandırmaya çalışmak, şikayetçiyi uzun süre
soruşturma tehdidi altında bırakmak, yanlı rapor düzenlemek
Eylem Tarihi : 2002- 2004
Yılları
İçişleri Bakanlığının 9.8.2006 günlü 7935 sayılı yazısı ile gönderilen
dosya, İçişleri Bakanının 20.3.2006 günlü, 2006/39 sayılı soruşturma izni
verilmemesine ilişkin kararı ve bu karara yapılan itiraz, Tetkik Hakimi Hüseyin
Oğuz'un açıklamaları dinlendikten sonra 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu
Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca
incelendi;
Gereği Görüşülüp Düşünüldü
:
Dosyanın incelenmesinden, şikayetçinin Siirt İli, Kurtalan İlçesi
Kaymakamı olarak görevli olduğu döneme ilişkin biri sahte isimle diğeri isimsiz
iki adet şikayet dilekçesinde ileri sürülen iddiaların araştırılması gerekiyorsa
4483 sayılı Yasaya göre ön inceleme yapılması görevinin Bakanlık makamının
18.10.2002 günlü ve PGM-159 sayılı emriyle ilgiliye verildiği, anılan emir
uyarınca benzer nitelikteki iki şikayet dilekçesindeki iddialarla ilgili olarak
şikayetçi kaymakam hakkında 8 ayrı ön inceleme yapıldığı, bu 8 ön inceleme
raporunda getirilen soruşturma izni verilmesi yönündeki öneriler doğrultusunda
Siirt Valisi tarafından 8 adet soruşturma izni verildiği, Siirt Valisince
soruşturma izni verilmesi kararlarının kaldırılması istemiyle şikayetçi
tarafından Gaziantep Bölge İdare Mahkemesine itiraz edildiği, bu itirazlar
üzerine Valiliğin 7 adet kararının adı geçen Mahkemece kaldırıldığı, 3.2.2003
günlü, 2003/19 sayılı soruşturma izni verilmesi kararına ise süresinde itiraz
edilmediği için dosyanın Cumhuriyet Savcılığına gönderildiği ve Siirt Ağır Ceza
Mahkemesinde dava açıldığı, bu davaya dayanak olan ve ilgili tarafından
düzenlenen 29.1.2003 günlü ön inceleme raporunda "Kurtalan İlçesi ve Köylerine
Hizmet Götürme Birliğinin Devlet Demir Yollarından işyeri yapmak üzere kiralanan
taşınmazın bir bölümünü bir vatandaşa ihale yapılmadan Birlik Yönetim Kurulu
kararıyla verildiği, ayrıca Kurtalan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı
tarafından üretilen ürünlerin tanıtımı amacıyla İspanya'nın Barcelona kentinde
gerçekleştirilen 1.Türk İhraç Ürünleri fuarına katılan şikayetçi kaymakam ve
ailesinin özel harcamalarının Birlik bütçesinden karşılandığı" görüşüyle
soruşturma izni verilmesi önerisinde bulunulduğu ancak, Siirt Ağır Ceza
Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda "Birliğin 2886 sayılı Devlet İhale
Kanunu ile 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanununa tabi olmadığından Birlik
Yönetim Kurulu kararıyla Birliğin yararı düşünülerek yapılan kiralama işleminde
ve Barcelona kentinde gerçekleştirilen fuarda şikayetçinin ve ailesinin özel
harcamalarının Birlik bütçesinden karşılandığını gösteren hiç bir delilin
bulunmadığı gerekçesiyle görevin kötüye kullanıldığı suçunun unsurları
itibariyle oluşmadığından sanıkların beraatlerine" karar verildiği, ilgili
tarafından Barcelona kentinde yapılan fuarda şikayetçinin ve ailesinin kişisel
harcamalarının Birlik bütçesinden karşılandığı belirtilmesine rağmen Siirt Ağır
Ceza Mahkemesinin kararında bu konuya ilişkin hiç bir delilin olmadığının
saptandığı, Kurtalan İlçesi ve Köylerine Hizmet Götürme Birliği 2886 sayılı
Yasaya tabi olmamasına rağmen Birlikçe yapılan bazı kiralama ve yapım işlerinde
salt ihale yapılmadığı beliritilerek kamu zararı oluşup oluşmadığı tespit
edilmeden üçüncü kişilere çıkar sağlandığı kanaatine ulaşıldığı, şikayetçi
hakkında ön inceleme raporu düzenlemekle yükümlü bulunan ilgilinin düzenlediği
raporlarda bazı bulguları ve gerçekleri saptırdığı, benzer nitelikteki iki
şikayet dilekçesindeki iddialarla ilgili olarak şikayetçi hakkında 8 ayrı ön
inceleme yaparak hakkında çok sayıda soruşturma olduğu kanaatini uyandırmaya
çalıştığı, şikayetçiyi ilk ön inceleme raporunun düzenlendiği 17.12.2002 tarihi
ile son ön inceleme raporunun düzenlendiği 7.5.2003 tarihleri arasında uzun bir
süre soruşturma tehdidi altında bıraktığı, bu nedenle, ilgiliye isnat edilen
eylemin, hakkında hazırlık soruşturması yapılmasını gerektirecek nitelikte
bulunduğu anlaşıldığından, itirazın kabulüyle İçişleri Bakanının 20.3.2006
günlü, 2006/39 sayılı soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararının
kaldırılmasına, dosyanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına, kararın bir örneğinin
İçişleri Bakanlığı ile itiraz edene gönderilmesine 10.10.2006 gününde
oyçokluğuyla karar verildi.
K
A R Ş I O Y
Dosyanın incelenmesinden, ilgilinin Bakanlık Makamının emriyle ön
inceleme yapmakla görevlendirildiği, şikayet dilekçelerindeki iddiaları 8 ayrı
ön inceleme raporu çerçevesinde değerlendirmenin ilgilinin takdirinde olduğu,
düzenlenen ön inceleme raporlarında bulguların saptırılması ve karartılması
hallerinin bulunmadığı, düzenlenen raporlarda getirilen tekliflerden, karar
verme konumunda olmaması nedeniyle ilgilinin sorumlu tutulmasına hukuken olanak
olmadığı, bu nedenle, aldıkları ifadelere ve belgelere dayalı olarak ön inceleme
raporu düzenleyen ilgiliye isnat edilen eylemin, hakkında hazırlık soruşturması
yapılmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığı anlaşıldığından, soruşturma izni
verilmemesine ilişkin yetkili merci kararına yapılan itirazın reddine karar
verilmesi gerektiği görüşüyle çoğunluk kararına
katılmıyorum.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Birinci
Daire
Esas No : 2006/958
Karar
No :
2006/885
Özeti
: 5345
sayılı Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun uyarınca
kurulan Gelir İdaresi Başkanlığının, taşra teşkilatında görev yapan memurlar ve
diğer kamu görevlileri için, 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin
Yargılanması Hakkında Kanunun 3 üncü maddesine göre soruşturma izni vermeye
yetkili merciin il valileri mi yoksa Gelir İdaresi Başkanı mı olduğu konusunda
düşülen duraksamanın giderilmesi hakkında.
5345 sayılı Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun uyarınca kurulan Gelir İdaresi Başkanlığının taşra teşkilatında görev
yapan memurlar ve diğer kamu görevlileri için 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu
Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun 3 üncü maddesine göre soruşturma
izni vermeye yetkili merciin il valileri mi yoksa Gelir İdaresi Başkanı mı
olduğu konusunda düşülen duraksamanın giderilmesine yönelik istişari düşünce
istemine ilişkin Başbakanlığın 22.9.2006 günlü, Kanunlar ve Kararlar Genel
Müdürlüğü 4480 sayılı yazısına ekli İçişleri Bakanlığının 29.8.2006 günlü ve
8575 sayılı yazısında aynen;
"16.05.2005 tarih ve 25817 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 5345 sayılı
Yasa ile Maliye Bakanlığına bağlı Gelir İdaresi Başkanlığı kurulmuş, 5345 sayılı
Yasanın 23, 24 ve 25 nci maddelerinde taşra teşkilatı
düzenlenmiştir.
3046 sayılı Yasanın 8 nci maddesinde belirtilen taşra teşkilatlarından,
"doğrudan merkeze bağlı" taşra teşkilatı niteliğinde olan Gelir İdaresi
Başkanlığı taşra teşkilatında çalışan memur ve diğer görevliler ile ilgili
olarak 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında
Kanuna göre "ön inceleme yaptırma ve soruşturma izni verilmesi/verilmemesi"
yetkisinin hangi mercide olduğu konusunda Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi
Başkanlığı Hukuk Müşavirliği ile Hukuk Müşavirliğimizin görüşleri arasında
uyuşmazlık çıkmıştır.
Gelir İdaresi Başkanlığının Maliye Bakanlığı imzalı, 30.03.2006 tarih ve
B.07.1.GİB.0.95/950-T.022916 sayılı yazısı ekinde gönderilen Gelir İdaresi
Başkanlığı Hukuk Müşavirliğinin 06.03.2006 tarih ve B.07.1.GİB.0.16/1620-39
sayılı konuya ilişkin görüşünde; taşra teşkilatlarının "doğrudan merkeze bağlı"
olduğu, bu teşkilatların 5345 sayılı Yasanın 25 nci maddesi gereği işlerin
yürütülmesi bakımından başkanlığa karşı sorumlu olduğunun düzenlendiği, Yasanın
33 üncü maddesinde diğer mevzuatlarda mülki idare amirine yapılan atıfların,
Vergi Dairesi Başkanlığına yapılmış sayılacağının belirtildiği, 09.02.2006
tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan Gelir İdaresi Başkanlığı Disiplin ve Sicil
Amirleri Yönetmeliğine göre disiplin ve sicil amirliğinin mülki idare amirlerine
verilmediği, gerekçeleri ile Gelir İdaresi Başkanlığı taşra teşkilatında çalışan
memur ve diğer görevliler için 4483 sayılı Yasaya göre verilen "ön inceleme
yaptırma ve izin verme/vermeme" yetkisinin Gelir İdaresi Başkanlığına ait
olduğunu savunmuştur.
Ancak Bakanlığımız aşağıda belirttiğimiz gerekçelerle bu görüşe
katılmayıp, Gelir İdaresi Başkanlığının taşra teşkilatı çalışanları hakkında
4483 sayılı Yasaya göre verilen "ön inceleme yaptırma ve izin verme/vermeme"
yetkisinin İl Valilerinde olduğu kanaatindedir.
Anayasanın 123 üncü maddesinde, "İdarenin kuruluş ve görevleri ile bir
bütün" olduğu belirtilirken; 126 ncı maddesinde ise merkezi idare kuruluşu
bakımından coğrafi durumuna, ekonomik şartlara ve kamu hizmeti gereklerine göre,
illere ve diğer kademeli bölümlere ayrılacağı, illerin idaresinin yetki
genişliği esasına göre yönetileceği, kamu hizmetlerinin verimli ve uyumlu
yürütülmesini sağlamak amacıyla birden çok İli içine alan merkezi idare
teşkilatı kurulabileceği hüküm altına alınmıştır.
5442 sayılı Yasanın 4 üncü maddesinde, Valinin İl İdaresinin başı olduğu,
9 uncu maddesinde; Valinin Devletin ve hükümetin temsilcisi ve ayrı ayrı her
Bakanın mümessili ve bunların idari ve siyasi yürütme organı olduğu, 13 üncü
maddesinde, Valinin adli ve askeri daireleri hariç Bakanlıklar ve tüzel kişiliğe
haiz genel müdürlüklerin il teşkilatında çalışan bütün memur ve müstahdemlerinin
en büyük amiri olduğu hükme bağlanmıştır.
4483 sayılı Yasanın izin vermeye yetkili merciler başlıklı 3 üncü
maddesinin (c) bendinde "Bölge düzeyinde teşkilatlanan kurum ve kuruluşlarda
görev yapan memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında görev İlin Valisi"
olduğu hususu hükme bağlanmıştır.
5345 sayılı Yasayla Maliye Bakanlığının "Bağlı Kuruluşu" niteliğinde
"Gelir İdaresi Başkanlığı" kurulmuş ve Yasanın 23, 24 ve 25 inci maddesi ile
Gelir İdaresi Başkanlığı taşra teşkilatı düzenlenmiştir.
3046 sayılı Yasanın 8 nci maddesinde Bakanlıkların üç çeşit taşra
teşkilatının bulunabileceği, bunların a) İl Valisine bağlı İl Kuruluşları, b)
Kaymakama bağlı İlçe Kuruluşları c) Doğrudan merkeze bağlı kuruluşlar olduğu
hüküm altına alınmıştır.
Öncelikle kanunlarımızın uygulanması konusunda çıkan tereddütleri
gidermek amacıyla görüş oluştururken Anayasa hükümlerinin, konumuzun bağlamında
Anayasa'nın yukarıda belirtilen 123 ncü ve 126 ncı maddelerinin göz önünde
tutulması gerektiği;
5442 sayılı Kanunun 4,9 ve 13 ncü maddelerinin, Anayasa'mızın 126 ncı
maddesinde hüküm altına alınan "yetki genişliği" ilkesi çerçevesinde
değerlendirildiğinde, işlerin yürütülmesi bakımından doğrudan merkeze bağlı olan
Gelir İdaresi Başkanlığı taşra teşkilatı üzerinde 5345 sayılı Yasada belirtilen
hükümler dışında Devlet ve hükümetin temsilcisi olan İl Valilerinin "yetki
genişliğinden" doğan yetkilerinin devam ettiği;
Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yargılama usulüne 4483 sayılı Yasa
ile yeni bir düzenleme getirildiği, 4483 sayılı Yasada taşrada görev yapan memur
ve diğer kamu görevlileri için yasa kapsamında verilecek "ön inceleme yaptırma
ve izin verme/vermeme" yetkisinin taşrada Devletin ve/veya hükümetin temsilcisi
olan Vali veya Kaymakamlara verildiği;
4483 sayılı Yasanın, 3046 sayılı Yasanın 8 nci maddesinde sayılan taşra
teşkilatları arasında herhangi bir ayrım gözetmediği; İl Valisine bağlı taşra
teşkilatı olan İl Milli Eğitim Müdürlüğü memurlarına ilişkin "ön inceleme yapma
ve izin verme/vermeme" yetkisinin il Valilerinde olduğu gibi, işlerin
yürütülmesi bakımından doğrudan merkeze bağlı Karayolları Bölge Müdürlüğü, Orman
Bölge Müdürlüğü çalışanlarına ilişkin "ön inceleme yapma ve izin verme/vermeme"
yetkisi de İl Valilerine ait olduğu; bu nedenle 3046 sayılı Yasanın 8 inci
maddesine göre işlerin yürütülmesi bakımından doğrudan merkeze bağlı taşra
teşkilatları gurubuna giren, 5345 sayılı Yasanın 23 üncü maddesinde Gelir
İdaresi Başkanlığının taşra teşkilatı olduğu hüküm altına alınan Vergi Daire
Başkanlığı ve Vergi Daire Müdürlükleri memur ve diğer çalışanlarına ilişkin
olarak verilecek olan "ön inceleme yaptırma ve izin verme/vermeme" yetkisinin de
İl Valilerinde olduğu;
Kaldı ki 4483 sayılı Yasa kapsamında İl Valilerine verilen yetkinin idari
bağlılıkla hiçbir ilişkisi bulunmadığı, Yasanın, yargılama usulüne ilişkin bir
yasa olduğu, bu açıdan bakılınca Anayasa'mıza göre Merkezi İdare dışında
örgütlenmiş, ayrı bütçeleri ve tüzel kişilikleri bulunan, yönetim organları
seçimle iş başına gelen, bir nevi özerkliği bulunan, Belediyelerin Başkanlarına
ve diğer çalışanlarına ilişkin olarak bile "ön inceleme yaptırma ve izin
verme/vermeme" yetkisini kullanan il valilerinin "işlerin yürütülmesi bakımından
doğrudan merkeze bağlılık " kavramına dayanılarak, merkezi idarenin bir parçası
olan Gelir İdaresi Başkanlığı taşra teşkilatı çalışanlarına ilişkin olarak "ön
inceleme yaptırma ve izin verme/vermeme" yetkisi olmadığını düşünmenin yersiz
olduğu; bu Teşkilatın Sicil amirleri Valilerin olmamasının da Valilerin konuya
ilişkin yetkilerinin olmadığı düşüncesine dayanak teşkil etmeyeceği, bu durumun
doğrudan merkeze bağlı Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü Sicil Amirleri
Yönetmeliğinde İl valilerinin Sicil amiri olarak yetkilendirilmesi örneğinde
olduğu gibi Sicil Amirliği Yönetmeliğini çıkaran idarenin tercihi ile ilgili bir
sorun olduğu;
5345 sayılı Gelir İdaresi Yasasında Mülki İdare Amirine yapılan atıfların
Vergi Dairesi Başkanlığına yapılmış sayılacağı hususunun sadece işlerin yürütümü
bakımından anlam ifade edeceği, bu birimlerin 3046 sayılı Yasanın 8 nci
maddesinde il valisine bağlı, taşra teşkilatı iken, doğrudan merkeze bağlı taşra
teşkilatına dönüştüğü anlamına geldiği, bu durumunda il valilerinin 4483 sayılı
Yasa ve 5442 sayılı Yasadan ve diğer yasalardan doğan yetkilerinin aynı konumda
olan diğer teşkilatlar (Karayolları ve Orman Bölge Müdürlükleri vs.) üzerinde
kullandığı gibi, Genel İdare Başkanlığı taşra teşkilatında da devam ettiği;
5345 sayılı Yasanın, 4483 sayılı Yasaya ilişkin olarak herhangi bir özel
hüküm getirmediği, 4483 sayılı Yasada ise daha önce belirtildiği gibi taşrada
görevli memur ve diğer görevlileri ile "ön inceleme yapma ve izin verme/vermeme"
yetkisinin İl Valileri ve Kaymakamlara ait olduğunun açıkça belirtildiği;
Yetkinin İl Valilerince kullanılmak suretiyle tesis edilen idari
işlemlerin, Adana Bölge İdare Mahkemesinin E: 2006/80, K: 2006/84 sayılı kararı
örneğinde olduğu gibi idari yargı mercilerince onanmış olmasının görüşümüzün
doğruluğunu kanıtladığı kanaatindeyiz.
5345 sayılı Yasa ile kurulan "Gelir İdaresi Başkanlığı" taşra teşkilatı
memur ve diğer çalışanlara ilişkin olarak 4483 sayılı Yasaya göre verilen "ön
inceleme yaptırma ve izin verme" yetkisinin İl Valilerinde mi, yoksa Gelir
İdaresi Başkanında mı olduğu hususunda Danıştay Başkanlığının görüşüne ihtiyaç
duyulmuştur. Yapılacak işlemlerin hukuka uygunluğunun sağlanması açısından önem
taşıyan ve uygulamada tereddüt ve anlaşmazlık yaratan konuya ilişkin Danıştay 1.
Daire Başkanlığının görüşünün alınması hususunda gereğinin yapılmasını arz
ederim." denilmektedir.
Dairemizce yapılan çağrı üzerine 16.10.2006 gününde yapılan toplantıya
gelen Başbakanlık Uzmanı Aydın Bingöl, İçişleri Bakanlığı Hukuk Müşaviri Zeki
Karaca, Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı 1. Hukuk Müşaviri Abdurrahman
Tehtap, Hukuk Müşaviri Sema Göktürk ve Daire Başkanı Bülent Büyükdığan'ın sözlü
açıklamaları dinlendikten sonra konu incelenerek,
Gereği Görüşülüp Düşünüldü
:
5345 sayılı Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun uyarınca kurulan Gelir İdaresi Başkanlığının taşra teşkilatında görev
yapan memur ve diğer kamu görevlileri için 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu
Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun 3 üncü maddesine göre soruşturma
izni vermeye yetkili merciin il valileri mi yoksa Gelir İdaresi Başkanı mı
olduğu konusunda düşülen duraksamanın giderilmesi istenilmektedir.
4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında
Kanunun "Amaç" başlıklı 1 inci maddesinde, bu Kanunun amacının memurlar ve diğer
kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı
yargılanabilmeleri için izin vermeye yetkili mercileri belirlemek ve izlenecek
usulü düzenlemek olduğu, "İzin vermeye yetkili merciler" başlıklı 3 üncü
maddesinin (a) bendinde, ilçede görevli memurlar ve diğer kamu görevlileri
hakkında kaymakamın, (b) bendinde, ilde ve merkez ilçede görevli memurlar ve
diğer kamu görevlileri hakkında valinin, (c) bendinde, bölge düzeyinde
teşkilatlanan kurum ve kuruluşlarda görev yapan memurlar ve diğer kamu
görevlileri hakkında görev yaptıkları il valisinin, (d) bendinde ise,
Başbakanlık ve bakanlıkların merkez ve bağlı ve ilgili kuruluşlarında görev
yapan diğer memur ve kamu görevlileri hakkında o kuruluşun en üst idari amirinin
soruşturma izni vermeye yetkili olduğu hükme bağlanmıştır.
Öte yandan, 3046 sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında
174 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 174 Sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve
Görev Esasları Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin
Kaldırılması ve Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında 202 Sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanunun "Amaç" başlıklı 1
inci maddesinde, bu Kanunun amacının kamu hizmetlerinin düzenli, süratli, etkin,
verimli ve ekonomik bir şekilde yürütülebilmesi için bakanlıkların kurulmasına,
teşkilat, görev ve yetkilerine ilişkin esas ve usullerin düzenlenmesi olduğu,
"Bakanlık bağlı kuruluşları" başlıklı 10 uncu maddesinin (3) üncü fıkrasında,
bağlı kuruluşların taşra teşkilatının bölge, il ve ilçe kuruluşları veya
doğrudan kendine (merkeze) bağlı olarak kurulabileceği, 5345 sayılı Gelir
İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun "Amaç" başlıklı 1
inci maddesinde, bu Kanunun Maliye Bakanlığına bağlı Gelir İdaresi Başkanlığının
kurulması, teşkilat, görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin esasları
düzenlemesi olduğu, "Teşkilat" başlıklı 3 üncü maddesinin (1) inci fıkrasında,
Başkanlığın merkez ve taşra teşkilatından meydana geldiği, "Taşra teşkilatı"
başlıklı 23 üncü maddesinin (1) inci fıkrasında ise, Başkanlığın taşra
teşkilatının doğrudan merkeze bağlı vergi dairesi başkanlıkları ile vergi
dairesi başkanlığı bulunmayan yerlerde vergi dairesi müdürlüklerinden oluştuğu
hükmüne yer verilmiştir.
4483 sayılı Yasa; etkin, verimli ve süratli bir şekilde kamu hizmetinin
sunulması ve kamu otoritesinin saygınlığının zedelenmemesi amacıyla bu hizmeti
sunan memurlar ve diğer kamu görevlilerinin, bu görevleri sebebiyle işledikleri
suçlardan dolayı doğrudan doğruya ceza soruşturmasına tabi tutulmamasını,
haklarında adli makamlarca soruşturma yapılmasından önce idarenin inceleme
yapmasını ve bu incelemenin sonucuna göre olayın yetkili ve görevli cumhuriyet
başsavcılığına intikal etmesini öngören bir izin sistemi getirmektedir. Yasa ile
ceza soruşturması açılmadan önce idare tarafından yapılan ön incelemeye göre
karar verilmesi esasının getirilmesi suretiyle Memurin Muhakematı Hakkında
Kanunu Muvakkat uygulamasından farklı olarak soruşturmanın kurullar elinde
sürüncemede kalmasının önlenmesi, başka bir ifade ile soruşturma izni verilmesi
veya verilmemesi kararlarının etkin ve hızlı bir şekilde karara bağlanması
amaçlanmaktadır.
Bu genel amaca uygun olarak 4483 sayılı Yasanın 3 üncü maddesinin (a) ve
(b) bentleri, yetkili merciin belirlenmesinde memurlar ve diğer kamu
görevlilerinin görev yaptığı yeri temel kıstas olarak kabul etmiştir. Buna göre,
memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görev yaptıkları yer mülki idare amirini
yetkili merci olarak belirlemesi nedeniyle ilçede görev yapan tüm memur ve diğer
kamu görevlileri hakkında kaymakam, ilde ve merkez ilçede görev yapan tüm memur
ve diğer kamu görevlileri hakkında ise vali soruşturma izni vermeye yetkili
makamdır. Anılan maddenin (c) bendinde, (a) ve (b) bentlerinde yer alan genel
kuralın uzantısı olarak hizmet bakımından doğrudan merkeze bağlı olmak ve il
idaresi içerisinde yer almamakla birlikte bölge düzeyinde teşkilatlanan kamu
kurum ve kuruluşlarında görev yapan memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında
da görev yapılan il valisinin yetkili merci olduğu açıkça düzenlemiştir. İdari
izin sisteminin hızlı ve etkin bir şekilde yürümesini hedefleyen 4483 sayılı
Yasa, ilçede ve ilde görevli memurlar ve diğer kamu görevlilerinin idari
hiyerarşi içinde bağlı bulunduğu makamından bağımsız olarak yetkili mercii
belirleme yoluna gitmiştir. Bu bağlamda, Yasanın 3 üncü maddesinde yer alan
istisnalar hariç olmak üzere ilde veya ilçede görev yapan memur ve diğer kamu
görevlilerinin disiplin, sicil ve atamaya yetkili amirlerinin mülki idare
amirleri olup olmadıklarına bakılmaksızın haklarında soruşturma izni vermeye
yetkili merciin vali ve kaymakam olduğu kabul edilmiştir.
Bunun yanında, Yasanın 3 üncü maddesinin (d) bendinde yer alan,
Başbakanlık ve bakanlıkların merkez ve bağlı kuruluşlarında görev yapan diğer
memurlar ve kamu görevlileri hakkında o kuruluşun en üst idari amirinin yetkili
merci olduğuna ilişkin hüküm, bakanlıkların merkez kuruluşlarında ve bağlı
kuruluşlarında görev yapan diğer memurlar ve kamu görevlilerini kapsamaktadır.
Diğer sözcüğü ile ifade edilmek istenilen personelin, ilçede ve ilde görevli
olan memur ve kamu görevlilerinin dışında kalanlar olduğu açıktır. Bu bakımdan 3
üncü maddenin (d) bendinde yer alan hükmün, Başbakanlık ve bakanlıklar ile bağlı
ve ilgili kuruluşların il ve ilçede görevli olmayan, merkez teşkilatında yer
almakla birlikte ortak kararla veya Bakanlar Kurulu kararıyla atanmayan memurlar
ve diğer kamu görevlilerini kapsadığı açık bir biçimde anlaşılmaktadır. En üst
idari amirin, Başbakanlık ve bakanlıklar ile bağlı ve ilgili kuruluşların kendi
kuruluş yasalarında merkez teşkilatı olarak düzenlenen idari birimlerinde görev
yapan memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında yetkili merci olması nedeniyle
Gelir İdaresi Başkanlığının merkez teşkilatında görev yapan diğer mermurlar ve
kamu görevlileri hakkında Gelir İdaresi Başkanının ön inceleme yaptırmaya ve
soruşturma izni vermeye yetkili merci olacağı tabiidir.
Gelir İdaresi Başkanlığının taşra teşkilatının doğrudan merkeze bağlı
vergi dairesi başkanlıkları ile vergi dairesi başkanlığı bulunmayan yerlerde
vergi dairesi müdürlüklerinden oluştuğuna ilişkin hükmü içeren 5345 sayılı
Yasanın 23 üncü maddesi ile vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin tarh, tahakkuk
ve tahsil işlemlerini yürütmekle görevli Başkanlığa bağlı etkin bir taşra
teşkilatının oluşturulması ve bu teşkilatın yönetsel anlamda doğrudan merkeze
bağlı olması yoluyla daha verimli ve merkezle eşgüdüm içinde hizmet sunulmasını
amaçladığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle, taşra teşkilatının hizmetin işleyişi
bakımından doğrudan merkeze bağlı olarak kurulmasına imkan veren bu hükmün,
memurların ve diğer kamu görevlilerinin yargılanmasında izin vermeye yetkili
mercileri açık bir biçimde belirleyen 4483 sayılı Yasanın 3 üncü maddesinin (a)
ve (b) bentlerinde yer alan düzenlemeyi berteraf edecek şeklinde
yorumlanamayacağı açıktır.
Bu nedenlerle 5345 sayılı Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun uyarınca kurulan Gelir İdaresi Başkanlığının taşra
teşkilatında görev yapan memur ve diğer kamu görevlilerinin görevlerine ilişkin
olarak işledikleri suçlar için ön inceleme başlatmaya ve soruşturma izni vermeye
veya vermemeye yetkili merciin, 4483 sayılı Yasanın 3 üncü maddesinin (a) ve (b)
bentleri uyarınca ilçede görevli memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında
kaymakam, ilde ve merkez ilçede görevli memurlar ve diğer kamu görevlileri
hakkında ise vali olduğu sonucuna ulaşılarak dosyanın Danıştay Başkanlığına
sunulmasına 16.10.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Birinci
Daire
Esas No : 2006/783
Karar
No :
2006/938
Özeti
: Şikayet
dilekçesi üzerine, 2547 sayılı Yasanın 53/c maddesi hükmü gereğince soruşturma
emri verilmesiyle başlayan ve hazırlanan soruşturma raporuna dayalı olarak
yetkili kurulun kararı ile tamamlanan ceza soruşturması evresi sonunda verilen
men-i muhakeme veya lüzum-u muhakeme kararlarının, hakkında karar verilenlere ve
şikayetçi olduğunu ileri sürerek istemini yetkili mercilere iletenlere de tebliğ
zorunlu olduğu hakkında.
K
A R A R
Celal Bayar Üniversitesi Rektörlüğünün 1.8.2006 günlü, 6666-4971 sayılı
yazısı ekinde gönderilen soruşturma dosyası ile Celal Bayar Üniversitesi
Rektörlüğünce oluşturulan Kurulun Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel
Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ... ve İç Hastalıkları Anabilim Dalı
Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı Hekimleri ... ile … hakkındaki 28.7.2006
günlü men-i muhakeme kararı, Tetkik Hakimi Serkan Kızılyel'in açıklamaları
dinlendikten sonra, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 53 üncü maddesi uyarınca
incelendi;
Gereği Görüşülüp Düşünüldü :
2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 53 üncü maddesinin (c) bendinde,
yükseköğretim üst kuruluşları başkan ve üyeleri ile yükseköğretim kurumları
yöneticilerinin, kadrolu ve sözleşmeli öğretim elemanlarının ve bu kuruluş ve
kurumların 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi memurlarının görevleri
dolayısıyla ya da görevlerini yaptıkları sırada işledikleri ileri sürülen suçlar
hakkında uygulanacak ceza soruşturması usulü düzenlenmiş, aynı bendin 8 inci alt
bendinde, bu Kanunda yer almamış hususlarda Memurin Muhakematı Hakkında Kanun
hükümlerinin uygulanacağı, 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin
Yargılanması Hakkında Kanunun 16 ncı maddesinde, Kanunlarda Memurin Muhakematı
Hakkında Kanunu Muvakkatın uygulanacağı belirtilen hallerde bu Kanun
hükümlerinin uygulanacağı, 9 uncu maddesinin 1 inci fıkrasında ise, yetkili
merciin soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararının
hakkında ön inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa
şikayetçiye bildirileceği hükme bağlanmıştır.
Belirtilen yasal düzenlemelere göre, şikayet dilekçesi üzerine, 2547
sayılı Yasanın 53/c maddesi hükmü gereğince soruşturma emri verilmesiyle
başlayan ve hazırlanan soruşturma raporuna dayalı olarak yetkili kurulun kararı
ile tamamlanan ceza soruşturması evresi sonunda verilen men-i muhakeme veya
lüzum-u muhakeme kararlarının, hakkında karar verilenlere ve şikayetçi olduğunu
ileri sürerek istemini yetkili mercilere iletenlere de tebliği zorunludur.
Olayda, incelemeye konu Celal Bayar Üniversitesi Rektörlüğünce
oluşturulan Kurulun Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi
Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ... ve İç Hastalıkları Anabilim Dalı Endokrinoloji
ve Metabolizma Bilim Dalı Hekimleri …
ile … hakkındaki 28.7.2006
günlü men-i muhakeme kararının şikayetçi Mualla Senan'a tebliğ edilmediği
anlaşıldığından, yukarıda yapılan açıklamalar uyarınca tebliğ işlemlerinin
usulüne uygun olarak tamamlanması, tebliğ alındılarının ve şikayetçinin itiraz
etmesi halinde itiraz dilekçesinin de eklenmesi, itiraz edilmediği takdirde Yasa
gereği kendiliğinden incelenmek üzere Dairemize gönderilmesi için dosyanın Celal
Bayar Üniversitesi Rektörlüğüne iadesine 20.10.2006 gününde oybirliğiyle karar
verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Birinci
Daire
Esas No : 2006/834
Karar
No :
2006/975
Özeti
: İlgililer
hakkında soruşturma izni verilmesi gerektiği önerilmesine rağmen, yetkili merci
tarafından ilgililerin suç işleme kasdı olmadığı belirtilerek, soruşturma izni
verilmemesine karar verilmiş ise de; şüphelilerin suç işleme kasıtlarının
bulunup bulunmadığının tespitinin yargı mercilerine ait olması gerektiği
hakkında.
K
A R A R
Hakkında Soruşturma İzni
İstenenler :
1- … -Ulaştırma Bakanlığı Sivil Havacılık Genel
Müdürü
2-… -
"
"
"
"
"
"
3-… -
"
"
"
"
Genel Müdür Yardımcısı
4-… -
"
"
"
"
Genel Müdürlüğü Daire Bşk.
İtiraz Edilen Karar :
Hakkında soruşturma izni istenenlerin tümü için soruşturma izni verilmemesine
ilişkin Ulaştırma Bakanının 5.7.2006 günlü, B.11.0.TKB.0.06/535 sayılı
kararı
Karara İtiraz Eden : Ankara
Cumhuriyet Savcısı
Soruşturulacak Eylem
:
Air Anatolia A.Ş. nin
teminat mektubu ve mali yapısındaki sorunlar konusunda firmaya tanınması gereken
sürelerin bitiminde herhangi bir yaptırım uygulamamak, firmanın ruhsatının hemen iptal edilmesi
gerekirken uzunca bir süre faaliyette bulunmasına göz yummak ve ruhsat
iptalinden sonra firmanın teminat mektubunun nakde dönüştürülmesine engel olmak
suretiyle adı geçen firma lehine davranmak
Eylem Tarihi : 2001 Yılı ve
devamı
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 1.8.2006 günlü, Sor.No:2006/125972
sayılı itiraz dilekçesi ekinde gönderilen dosya, Ulaştırma Bakanının 5.7.2006
günlü, B.11.0. TKB.0.06/535 sayılı soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararı
ve bu karara yapılan itiraz, Tetkik Hakimi Sebahattin Ünal 'ın açıklamaları
dinlendikten sonra, 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin
Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca incelendi;
Gereği Görüşülüp Düşünüldü
:
Dosyanın incelenmesinden, Ulaştırma Bakanlığı Müfettişi tarafından
düzenlenen 22.6.2006 günlü, 2006/19-1 sayılı ön inceleme raporunda yer alan
Bakanlık çalışanlarının ifadeleri ve rapor eki belgelere göre ilgililer hakkında
soruşturma izni verilmesi gerektiği önerilmesine rağmen yetkili merci tarafından
ilgililerin suç işleme kasdı olmadığı belirtilerek soruşturma izni verilmemesine
karar verilmiş ise de, şüphelilerin suç işleme kasıtlarının bulunup
bulunmadığının tespitinin yargı mercilerine ait olması nedeniyle ilgililere
isnat edilen eylemin, haklarında hazırlık soruşturması yapılmasını gerektirecek
nitelikte bulunduğu anlaşıldığından itirazın kabulüyle, Ulaştırma Bakanının 5.7.2006 günlü,
B.11.0.TKB.0.06/535 sayılı soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararının
kaldırılmasına, dosyanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına, kararın bir örneğinin
Ulaştırma Bakanlığına gönderilmesine 2.11.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Birinci
Daire
Esas No : 2006/733
Karar
No :
2006/982
Özeti
: Danıştay
1. ve 2. Dairesinin bozma kararlarında belirtildiği halde illiyet bağı olanların
tespiti yapılmadan ifadeleri ve savunmaları alınmadan düzenlenen fezlekeye
dayalı olarak suçun zaman aşımına uğratılmasından sonra yetkili kurulca karar
verildiği, sorumlu olanlar hakkında gerekli işlem yapılması için suç duyurusunda
bulunulduğu, bu görevlilerin bu işlemleri yaparken soruşturmaya konu olayın
zaman aşımına uğramasına sebebiyet vererek görevlerini ihmal ettikleri
hakında.
K
A R A R
Şüpheliler :
1- …- İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nefrolojisi Bilim Dalı
Başkanı
2- … - "
Siyasal Bilgiler
Fakültesi Öğretim
Üyesi
3- … - "
Orman Fakültesi
"
4- … - "
Fen Edebiyat Fakültesi
"
5-… -
"
Hukuk Fakültesi
"
6- …-
"
İktisat Fükültesi Dekanı
7- … - "
Hukuk Fakültesi
Dekanı
8- … - "
Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı
9- … - "
İletişim Fakültesi "
Suç : Suçu zamanaşımına uğratmak suretiyle
görevi ihmal etmek
Suç Tarihi : 6.1.2004- 31.8.2005
İncelenen Karar : İstanbul
Üniversitesi Rektörlüğünce oluşturulan Kurulun 5.6.2006 günlü, 20 sayılı
men-i muhakeme
kararı
Karara İtiraz Eden : Yok
İnceleme Nedeni: Yasa
gereği
kendiliğinden
İstanbul Üniversitesi Rektörlüğünün 21.7.2006 günlü, 32735 sayılı yazısı
ekinde gönderilen soruşturma dosyası ile yukarıda belirtilen Kurul kararı Tetkik
Hakimi Tanju Kızılkuş 'un açıklamaları dinlendikten sonra, 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanununun 53 üncü maddesi
uyarınca incelendi;
Gereği Görüşülüp Düşünüldü :
Dosyanın incelenmesinden, 2.7.2000 tarihinde kızamık ve bronkopnomoni ön
tanısı ile Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesine yatırılan ...'ın bir süre tedavi
gördükten sonra 31.8.2000 tarihinde öldüğü, babası tarafından 10.3.2003
tarihinde Fatih Cumhuriyet Başsavcılığına şikayet dilekçesi verildiği, anılan
Başsavcılığın 2.6.2003 günlü, Hz.No: 2003/6208, K: 2003/156 sayılı görevsizlik
kararı ile dosyanın İstanbul Üniversitesi Rektörlüğüne gönderildiği, Rektörlükçe
görevlendirilen soruşturmacı tarafından düzenlenen 12.11.2003 tarihli fezleke
üzerine yetkili kurul tarafından 9.1.2004 günlü, 61 sayılı men-i muhakeme kararı
verildiği, Yasa gereği Danıştaya gönderilen dosyanın incelenmesi sonucu Danıştay
İkinci Dairesinin 9.4.2004 günlü, E: 2004/200, K: 2004/311 sayılı kararıyla
gerçek sorumluların tespiti yapılmadan fezleke düzenlendiği belirtilerek
sanıkların tesbiti ve olayın açıklığa kavuşturulabilmesi için uzman hekimlerden
oluşturulacak bilirkişi incelemesi yaptırılmasının zorunlu bulunduğu
gerekçesiyle yetkili kurul kararının bozularak dosyanın İstanbul Üniversitesi
Rektörlüğüne iade edildiği, bu karar üzerine soruşturmacı tarafından yaptırılan
bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen 6.11.2004 günlü fezlekeye dayalı
olarak yetkili kurul tarafından 16.12.2004 günlü, 13 sayılı men-i muhakeme
kararı verildiği, Yasa gereği Danıştaya gönderilen dosyanın incelenmesi sonucu
Dairemizin 31.3.2005 günlü, 2005/97, K: 2005/459 sayılı kararında olayla illiyet
bağı olan sanıkların tespit edilmediği, yoğun bakım ve acil servis sorumlusu
öğretim üyeleri ... ile ...'ın ifadelerinin bilirkişilerce alınması ile
yetinilerek buna göre fezleke düzenlendiği ve bu fezlekeye dayanılarak yetkili
kurul tarafından karar verildiği belirtilerek Kurul kararının bozulduğu ve
zamanaşımı da dikkate alınmak suretiyle olayla bağlantısı olan kişilerin
saptanarak savunmalarının alınması, varsa tanık ifadelerine başvurulması, ...'ın
tedavisi ile ilgilenen ve ismi belirtilen doktorların olayla illiyet bağının
bulunup bulunmadığının belirlenerek fezleke düzenlenmesi ve yetkili kurulca
yeniden karar verilmesi için dosyanın Rektörlüğe iade edildiği, soruşturmacı
tarafından düzenlenen 15.6.2005 günlü fezleke üzerine yetkili kurulca Danıştay
Birinci Dairesi kararında isimleri belirtilen doktorlara ulaşılamaması nedeniyle
ifadelerinin alınamadığı, ancak ... ile ...'ın ifadelerine göre bu doktorların
gereken tedaviyi uyguladıkları belirtilerek soruşturulan doktorların kusurlu
olmadıkları gerekçesiyle 26.9.2005 günlü men-i muhakeme kararı verildiği, Yasa
gereği ve şikayetçinin itirazı üzerine dosyanın Dairemize gönderildiği, yapılan
inceleme sonucunda;
1- Şüphelilerin, üstlerine atılı suçun, işlendiği tarihte yürürlükte
bulunan mülga TCK'nın 455 inci maddesiyle ilgili olduğu ve suçun ölüm olayının
meydana geldiği 31.8.2000 tarihi itibariyle işlendiği bu nedenle dikkatsizlik ve
tedbirsizlik sonucu ölüme neden olmak suçunun anılan Kanunun 102 nci maddesine
göre zamanaşımına uğradığı anlaşıldığından, 5237 sayılı TCK'nun 7 nci maddesi
uyarınca Yetkili Kurulun 26.9.2005 günlü, sayısız men-i muhakeme kararının
bozulmasına ve zamanaşımı nedeniyle oybirliğiyle kovuşturmaya yer olmadığına,
2- Dosyadaki bilgi ve belgelerden Danıştay Birinci ve İkinci
Dairelerininin bozma kararlarında belirtildiği halde olayla illiyet bağı
olanların tespiti yapılmadan ifadeleri ve savunmaları alınmadan düzenlenen
fezlekeye dayalı olarak suçun zamanaşımına uğratılmasından sonra yetkili kurulca
karar verildiği anlaşıldığından, sorumlu olanlar hakkında gerekli işlemin
yapılması için oyçokluğu ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda
bulunulmasına, dosyanın İstanbul Üniversitesi Rektörlüğüne, kararın birer
örneğinin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı ile şikayetçiye gönderilmesine
15.12.2005 gününde karar verildiği, bu kararımız üzerine İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığının soruşturma No: 2006/6101,Büro No: 2006/82, Karar No: 2006/110-10
sayılı görevsizlik kararıyla "Danıştay 1. Dairesinin 15.12.2005 tarih ve
2005/1129 Esas, 2005/1506 nolu kararıyla dosyadaki bilgi ve belgelerden Danıştay
1. ve 2. Dairelerinin bozma kararlarında belirtildiği halde olayla illiyet bağı
olanların tespiti yapılmadan ifadeleri ve savunmaları alınmadan düzenlenen
fezlekeye dayalı olarak suçun zaman aşımına uğratılmasından sonra yetkili
kurulca karar verildiği anlaşıldığından sorumlu olanlar hakkında gerekli işlemin
yapılması için suç duyurusunda bulunulması üzerine yapılan inceleme sonucunda,
şikayetçisi ... olan Prof. Dr. ..., Prof Dr. ... ve Doç.Dr. ... hakkındaki 2547
Sayılı Yüksek Öğretim Kanununun 53. maddesi uyarınca yapılan soruşturmada
soruşturmacının Prof.Dr. ... olduğu, ...'in düzenlediği 12.11.2003 tarihli ceza
fezlekesi üzerine soruşturma komisyonunu oluşturan Prof. Dr. ..., Prof. Dr. ...
ve Prof. Dr. ... tarafından 09.01.2004 tarih ve 61 sayılı son soruşturma
raporuyla son soruşturma açılmasına gerek olmadığı kararının verildiği, bu
kararın Danıştay 2. Dairesinin 9.4.2004 tarih ve 2004/200 Esas, 2004/311 nolu
kararıyla bilirkişi kuruluna inceleme yaptırılması, gerçek sanıklar tespit
edilip gerekiyorsa yeniden soruşturma yapılması istenerek varsa tanık
ifadelerine de başvurularak yeniden fezleke düzenlenmesi, yetkili kurulca
yeniden karar verilmesi gerekçesiyle dosyanın yerine çevrilmesine kararı
verildiği, bu karar üzerine soruşturmacı olan Prof. Dr. ... tarafından
06.11.2004 tarihinde fezleke düzenlendiği ve bu fezlekeden sonra soruşturma
komisyonunu oluşturan Prof. Dr. ..., Prof. Dr. ... ve Prof.Dr. ... tarafından
16.12.2004 tarih ve 13 sayılı soruşturma raporuyla son soruşturmanın açılmasına
yer olmadığına kararının verildiği, bu kararın Danıştay Birinci Dairesinin
31.03.2005 tarih ve 2005/97 Esas, 2005/459 nolu karar ile bozulmasına, zaman
aşımı da dikkate alınmak suretiyle olayla bağlantısı olan kişilerin saptanarak
savunmalarının alınması varsa tanık ifadelerine başvurulması, ...'ın tedavisi
ile ilgilenen doktorlardan ..., ..., ..., ..., ...'ın olayla illiyet bağının
bulunup bulunmadığının belirlenmesi, illiyet bağı olanların ifadelerinin
alınması suretiyle fezleke düzenlenmesi, bu fezlekeye göre oluşturulacak yetkili
kurulca karar verilmesi gerekçesiyle son soruşturma açılmasına gerek olmadığı
kararının bozulmuş olduğu, Danıştay 1. Dairesinin bu kararından sonra
soruşturmacı Prof. Dr. ... tarafından 15.06.2005 tarihli ek fezlekenin
düzenlenmiş olduğu, bu fezleke üzerine soruşturma komisyonunu oluşturan Prof.
Dr. ..., Prof. Dr. ... ve Prof. Dr. ... tarafından 26.9.2005 tarihli karar ile
son soruşturmanın açılmaması gerektiğine karar verilmiş olduğu, bu karar üzerine
Danıştay 1. Dairesinin 15.12.2005 tarih ve 2005/1129 Esas, 2005/1506 nolu karar
ile soruşturmaya konu olayın zaman aşımına uğraması nedeniyle Kovuşturmaya Yer
Olmadığına, dosyadaki Danıştay 1. ve 2. Dairelerinin bozma kararlarında
belirtildiği halde illiyet bağı olanların tespiti yapılmadan ifadeleri ve
savunmaları alınmadan düzenlenen fezlekeye dayalı olarak suçun zaman aşımına
uğratılmasından sonra yetkili kurulca karar verildiği belirtilerek sorumlu
olanlar hakkında gerekli işlem yapılması için suç duyurusunda bulunulduğu
haklarında suç duyurusunda bulunulan yukarıda isimleri sayılan soruşturmacı ve
soruşturma komisyonunu oluşturan görevlilerin bu işlemleri 2547 Sayılı Yüksek
Öğretim Kanununun 53. maddesi gereğince yapmış oldukları, bu görevlilerin bu
işlemlerin yaparken soruşturmaya konu olayın zaman aşımına uğramasına sebebiyet
vererek görevlerini ihmal ettikleri iddiasından dolayı yapılacak soruşturmanın
2547 Sayılı Yüksek Öğretim Kanununun 53. maddesi gereğince yapılması
gerektiğinden ve bu soruşturmayı yapmakla İstanbul Üniversitesi Rektörlüğünün
görevli olduğunun anlaşılması nedenleriyle Cumhuriyet Başsavcılığımızın
görevsizliğine karar verilerek soruşturma evrakının İstanbul Üniversitesi
Rektörlüğüne gönderilmesine" şeklinde karar verildiği, Savcılığın bu kararından
sonra Rektörlükçe yapılan soruşturma sonucu hazırlanan fezlekeyle, haklarında
soruşturma açılan kişilerin suçun zamanaşımına uğramasında herhangi bir
kusurlarının, kasıt veya ihmallerinin bulunmadığı kanaatiyle son soruşturmanın
açılmasına gerek olmadığı yönünde öneride bulunulduğu, Yetkili Kurulun 5.6.2006
günlü, 20 sayılı kararıyla da ilgililer hakkında men-i muhakeme kararının
verildiği anlaşılmakta ise de, Danıştay 2. Dairesinin 9.4.2004 günlü, E:
2004/200, K: 2004/311 sayılı kararıyla ve yine Dairemizin 31.3.2005 günlü, E:
2005/97, K: 2005/459 sayılı kararıyla zamanaşımı hususuna da dikkat çekilerek
olayla bağlantısı olan kişilerin saptanarak savunmalarının alınması, tanık
ifadelerine başvurulması, hastanın tedavisiyle ilgilenen ve Dairemiz kararında
ismen belirtilen doktarların olayla illiyet bağının bulunup bulunmadığının
belirlenmesi, illiyet bağı olanların ifadelerinin alınması suretiyle fezleke
düzenlenmesi için yetkili kurul kararlarının bozulmasına karşın, 2547 sayılı
Yasanın 53 üncü maddesine göre üniversite öğretim elemanlarının görevleri
nedeniyle bir suç işledikleri iddiasının gerçekleşip gerçekleşmediğinin
araştırılması görevi Rektörlükçe atanan soruşturmacı ile yine Rektörlükçe atanan
yetkili kurula verilmiş olup bu görevin gereğinin de soruşturulan eylemin tüm
yönleriyle araştırılması ve eylemle illiyet bağı olanların eksiksiz biçimde
ortaya konulmasını sağlamak olduğu halde, zamanaşımına uğrayan suçla ilgili
olarak soruşturmacı tarafından hazırlanan fezlekeler ve bu fezlekeler
doğrultusunda karar veren yetkili kurullarca 1. ve 2. Dairenin ayrı ayrı
kararlarıyla belirtilen hususların araştırılması ve ortaya konulmasından ısrarla
kaçınıldığı, bu kararlar görmezden gelinerek eksik inceleme yapılmasına ve
yetkili kurullarca Daire kararlarıyla eksik incelemeye dayalı olduğu açıkça
ortaya konan fezlekeler doğrultusunda karar verilmeye devam edildiği ve bu süreç
içerisinde de suçun zamanaşımına uğratıldığı bu nedenle, şüphelilerin üstlerine
atılı suçu işlediklerini doğrulayacak ve haklarında kamu davasının açılmasını
gerektirecek yeterli kanıtın dosyada mevcut olduğu anlaşıldığından, İstanbul
Üniversitesi Rektörlüğünce oluşturulan Yetkili Kurulun 5.6.2006 günlü, 20 sayılı
men-i muhakeme kararının bozulmasına, şüphelilerin lüzum-u muhakemelerine,
eylemlerine uyan Türk Ceza Kanununun 257 nci maddesi gereğince yargılanmalarının
İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinde yapılmasına, dosyanın İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığına, kararın bir örneğinin İstanbul Üniversitesi Rektörlüğüne
gönderilmesine 2.11.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Birinci
Daire
Esas No : 2006/989
Karar
No :
2006/1074
Özeti
: Üniversite
tarafından yapılan soruşturmada; soruşturma komisyonunca yalnızca araştırma
komisyonu başkanı sıfatıyla ve araştırma komisyonu adına … ifadesinin alındığı,
diğer şüpheliler … ve … ifadesinin alınmadığı, ve bu yönüyle eksik soruşturma
raporu düzenlendiği anlaşıldığından yetkili kurulun kararının bozulması
hakkında.
K
A R A R
Şüpheliler :
1- … - Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Rektör Yardımcısı
2- … -
"
"
"
Orman Fakültesi Dekanı
3- … -
"
"
"
Fen Bilimleri Enst.Müdürü
Suç : Öğretim üyesi …
hakkında yürüttükleri araştırmada araştırma görevlisi … tarafından hazırlanan
gerçek dışı belgeyi delil kabul etmek
Suç Tarihi : 2005 yılı
İncelenen Karar :
Yükseköğretim Kurulu Başkanlığınca oluşturulan Kurulun 22.9.2006 günlü,
2006/17sayılı men-i muhakeme kararı
Karara İtiraz Eden : Yok
İnceleme Nedeni : Yasa gereği
kendiliğinden
Yükseköğretim Kurulu Başkanlığının tarihsiz ve 5738 sayılı yazısı ekinde
gönderilen soruşturma dosyası ile yukarıda belirtilen Kurul kararı, Tetkik
Hakimi Arzu Bozkurt Şen'in
açıklamaları dinlendikten sonra, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 53
üncü maddesi uyarınca incelendi;
Gereği Görüşülüp Düşünüldü :
Dosyanın incelenmesinden; öğretim üyesi …'in şüphelilerin, öğretim üyesi
… hakkında araştırma komisyonu olarak hazırladıkları raporda, araştırma
görevlisi … tarafından hazırlanan gerçek dışı belgeyi delil kabul ettikleri
yolunda Kahramanmaraş Cumhuriyet Başsavcılığına şikayette bulunması üzerine,
Kahramanmaraş Cumhuriyet Başsavcılığının 16.6.2006 günlü, 2006/4798 sayılı
yazısı üzerine üniversite tarafından yapılan soruşturmada; soruşturma
komisyonunca yalnızca araştırma komisyonu başkanı sıfatıyla ve araştırma
komisyonu adına …'ın ifadesinin alındığı, diğer şüpheliler … ve … ifadesinin
alınmadığı, ve bu yönüyle eksik soruşturma raporu düzenlendiği anlaşıldığından
Yetkili Kurulun şüphelilerin men-i muhakemelerine ilişkin 22.9.2006 günlü,
2006/17 sayılı kararının bozulmasına sözü edilen eksiklikler tamamlanarak
Yetkili Kurulca yeniden bir karar verilmesi, gerekli bildirimler yapıldıktan
sonra kararın türüne göre Yasa gereği veya itiraz edilmesi halinde itiraz
dilekçeleri de eklenerek incelenmek üzere Dairemize gönderilmesi için dosyanın
Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına iadesine 21.11.2006 gününde oybirliğiyle karar
verildi.
YARGI
KARARLARI
DANIŞTAY
BAŞKANLAR KURULU KARARLARI
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Başkanlar
Kurulu
Esas No : 2006/17
Karar
No :
2006/23
Özeti
: Özel
bir dershanede öğretmen olarak görevlendirilmek istenen davacıya, yeterlilik
belgesi verilmemesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın, kamu
görevlilerine ait mevzuattan doğan uyuşmazlıkları çözümlemekle görevli dairece
sonuçlandırılması gerektiği hakkında.
… tarafından, Milli Eğitim Bakanlığına karşı açılan ve Danıştay İkinci
Dairesince Sekizinci Daireye gönderilen davada, Danıştay Sekizinci ve Onikinci
Daireleri arasında çıkan görev uyuşmazlığına ilişkin dosya incelendi.
Gereği görüşülüp düşünüldü:
Üçüncü Daire Başkanı …, Birinci Daire Başkanı …, Onuncu Daire Başkanı …,
Onikinci Daire Başkanı …, Dördüncü Daire Başkanı … ile İkinci Daire Başkan
Vekili …'nın, "Özel öğretim kurumlarında görev yapabilmek için aranılan
yeterlilik (ön izin) belgesinin verilmemesine ilişkin işlem ve bu işlemin
dayanağı Talim ve Terbiye Kurulu kararının iptalini isteyen davacının, devlet
memuru ya da kamu görevlisi statüsünde bir göreve atanma isteminin bulunmaması
karşısında, uyuşmazlığın, kamu görevlilerine ait mevzuattan doğan dava ve işler
kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir. Konusu itibarıyla eğitim ve
öğretim işlerine ilişkin olup 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu ve ilgili
mevzuatın uygulanmasından kaynaklanan davanın görümü ve çözümü görevinin, 2575
sayılı Danıştay Kanunu'nun 32'nci maddesinin (f) bendi uyarınca öğrenci ve
öğrenim işlerine ilişkin uyuşmazlıkları çözümlemekle görevli Danıştay Sekizinci
Dairesine ait bulunduğundan, dosyanın anılan daireye gönderilmesi
gerekmektedir." yolundaki ayrışık oylarına karşılık,
Dava, özel bir dershanede matematik öğretmeni olarak görevlendirilmek
istenen davacıya, alan bilgisi yönünden teklif edildiği branşta
görevlendirilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle, yeterlilik (ön izin) belgesi
verilmemesine ilişkin Milli Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Genel
Müdürlüğünün 30/9/2004 günlü ve 27505 sayılı işlemi ile bu işlemin dayanağı
Talim ve Terbiye Kurulu'nun 12/7/2004 günlü ve 119 sayılı, "Milli Eğitim
Bakanlığına Bağlı Eğitim Kurumlarına Öğretmen Olarak Atanacakların Atamalarına
Esas Olan Alanlar ile Mezun Oldukları Yüksek Öğretim Programları ve Aylık
Karşılığı Okutacakları Derslere İlişkin Esaslar"ı yürürlüğe koyan kararının
iptali istemiyle açılmıştır.
2575 sayılı Danıştay Kanunu'nun 34/B maddesi uyarınca kamu görevlilerine
ait mevzuattan doğan uyuşmazlıklara ilişkin davaları çözümlemekle görevli
Danıştay Onikinci Dairesinin bakacağı dava ve işler, Başkanlar Kurulunun
17/1/1995 günlü ve 1995/8 sayılı kararı ile belirlenmiş ve Onikinci Dairenin:
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nda düzenlenmiş olan; Devlet memurluğuna
alınma, memurluğun sona ermesi, ilerleme ve yükselme, çalışma saatleri ve izin
ile kamu görevlilerine ait disiplin işlerine ilişkin davalar ve 657 sayılı
Kanunun yukarıda anılan konularında düzenleme yapan kamu görevlileri ile ilgili
mevzuatın uygulanmasından doğan davaları çözümleyeceği kurala bağlanmıştır.
625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu'nun 1'inci maddesinde, Bu
Kanunun, Türkiye Cumhuriyeti uyruklu gerçek kişiler, özel hukuk tüzelkişileri
veya özel hukuk hükümlerine göre yönetilen tüzelkişiler tarafından açılan okul
öncesi eğitim, ilköğretim, ortaöğretim kurumları ve bu düzeyde haberleşme ile
öğretim yapan kuruluşlar, çeşitli kurslar, dershaneler, öğrenci etüd eğitim
merkezleri, özel eğitim ve rehabilitasyon merkezleri, biçki dikiş kursları ve
benzeri kurumların kurum açma, öğretime başlama, eğitim, öğretim, yönetim,
denetim ve gözetimi ile yabancılar tarafından açılmış bulunan özel öğretim
kurumlarının eğitim, öğretim, yönetim, denetim ve gözetimi konularındaki
hükümlerini kapsayacağı belirtilmiş, 21'inci madde de, her derece ve tipteki
özel öğretim kurumlarının yöneticilik ve eğitim-öğretim hizmetlerinde, en az
dengi resmi öğretim kurumlarına atanabilmek için gerekli nitelik ve şartları
taşıyanların; resmi dengi bulunmayan özel öğretim kurumlarının yöneticilik ve
eğitim-öğretim hizmetlerinde ise, Milli Eğitim Bakanlığınca tespit edilecek
nitelik ve şartları taşıyanların görevlendirileceği öngörülmüştür. Yine aynı
Kanunun 47'nci maddesinde, özel öğretim kurumlarının yönetici ve öğretmenleri
hakkında, kurumun bünyesine göre, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun, 1702
sayılı İlk ve Orta Tedrisat Muallimlerinin Terfi ve Tecziyeleri Hakkında
Kanun'un, 4357 sayılı Hususi İdarelerden Maaş Alan İlkokul Öğretmenlerinin
Kadrolarına Terfi, Taltif ve Cezalandırılmalarına ve Bu Öğretmenler İçin Teşkil
Edilecek Sağlık ve İçtimai Yardım Sandığı ile Yapı Sandığına ve Öğretmenlerin
Alacaklarına Dair Kanunda yazılı olan ve bu kurum öğretmenlerinin özelliklerine
göre uygulanabilen ödül ve ceza hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiş, 49'uncu
maddesinde ise; özel öğretim kurumlarının yönetici ve öğretmenlerinin suç
işlemeleri halinde veya görevlerinden ötürü kendilerine karşı işlenen suçlardan
dolayı Türk Ceza Kanununun uygulanması ve ceza kovuşturması bakımından memur
sayılacağı kuralına yer verilmiştir.
Bu bağlamda, 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu uyarınca, özel
öğretim kurumlarında görev yapacak yönetici ve öğretmenlerin nitelik ve atama
şartları, dengi resmi öğretim kurumlarında görev yapan yönetici ve öğretmenler
ile eşitlenerek aynı esaslara tabi tutulmuş ve buna bağlı olarak da iptal
istemine konu işlemin dayanağı Talim ve Terbiye Kurulu kararı ile öğretmen
olarak atanacakların atamalarına esas olan alanlar ile mezun oldukları
yükseköğretim programları itibarıyla okutacakları dersler resmi ve özel tüm
eğitim kurumları için birlikte belirlenmiştir.
İnceleme konusu olayda, özel bir dershanede matematik öğretmeni olarak
görevlendirilmek istenilen davacıya, yeterlilik (ön izin) belgesi verilmemesine
ilişkin işlemin, yukarıda anılan kamu görevine atama esaslarını düzenleyen
mevzuat uyarınca tesis edildiği ve uyuşmazlığın da bu mevzuatın uygulanmasından
kaynaklandığı tartışmasızdır.
Buna göre, öğretmenlik mesleğine gireceklere yönelik genel düzenlemeye ve
bu genel düzenlemeye bağlı olarak, davacının özel bir dershanede öğretmen olarak
görevlendirilmesi isteminin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan
davanın, kamu görevlilerine ait mevzuattan doğan uyuşmazlıklara ilişkin davaları
çözümlemekle görevli Danıştay dava dairesince incelenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, uyuşmazlığın görümü ve çözümü görevinin, 2575
sayılı Danıştay Kanunu'nun 34/B maddesi ile 17/1/1995 günlü ve 95/8 sayılı
Danıştay Başkanlar Kurulu kararı uyarınca Onikinci Daireye ait bulunduğuna,
dosyanın anılan Daireye gönderilmesine 9/6/2006 gününde oyçokluğu ile karar
verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Başkanlar
Kurulu
Esas No : 2006/22
Karar
No :
2006/29
Özeti
: Özelleştirme
kapsamındaki kuruluşlarda görev yapmakta iken 4046 sayılı Kanun hükümleri
uyarınca kamu kurumlarına atananların, bu kuruluşlarda çalıştığı süreye ilişkin
kıdem tazminatı, izin ücreti ve ikramiyeye ilişkin uyuşmazlıkların, Onbirinci
Dairece çözümlenmesi gerektiği hakkında
… tarafından, Sümer Holding Anonim Şirketi Genel Müdürlüğüne karşı açılan
dava sonucunda, Ankara 1. İdare Mahkemesince verilen 22/12/2004 günlü ve
E:2004/860, K:2004/1685 sayılı kararın temyizen incelenmesi aşamasında, Danıştay
Onbirinci ve Beşinci Daireleri arasında çıkan görev uyuşmazlığına ilişkin dosya
incelendi.
Gereği görüşülüp düşünüldü:
Onbirinci Daire Başkanı … ile Dokuzuncu Daire Başkanı …'in, "
Özelleştirme sonucu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına araştırmacı olarak
atanan davacının, Sümer Holding Anonim Şirketi ve Turban Turizm Anonim
Şirketinde çalıştığı süreye ilişkin kıdem tazminatı, izin ücreti ve ikramiye
ödenmesi ve bu ikramiyenin maaş nakil belgesine yansıtılması yolunda yaptığı
başvurunun reddine ilişkin işlemin, özelleştirme uygulamalarından kaynaklanması
ve uyuşmazlığın da 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine ve
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
hükümleri çerçevesinde çözümlenecek olması nedeniyle, davanın görümü ve çözümü
görevinin, 2575 sayılı Danıştay Kanunu'nun 29'uncu ve Danıştay Başkanlar
Kurulunun 17/1/1995 günlü ve 1995/8 sayılı kararı uyarınca Beşinci Daireye ait
bulunmaktadır." yolundaki ayrışık oylarına karşılık,
Dava,
Sümer Holding Anonim Şirketi Genel Müdürlüğünde görev yapmakta iken, 4046 sayılı
Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükümleri uyarınca, Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığına atanan davacının, Sümer Holding Anonim Şirketi ile
Turban Turizm Anonim Şirketinde görev yaptığı süreye karşılık gelen kıdem
tazminatı ile kullanmadığı izinlerinin karşılığı olan ücretin ve 2003 yılının
ikinci döneminde ait ikramiyenin ödenmesi ve bu ikramiyenin maaş nakil belgesine
yansıtılması istemiyle yaptığı 12/9/2003 günlü başvurunun cevap verilmemek
suretiyle reddine ilişkin işlemin iptali ile yoksun kaldığı parasal hakların ödenmesine
karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
Danıştay Başkanlar Kurulunun 17/1/1995 günlü ve 1995/8 sayılı kararı ile,
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nda düzenlenmiş olan, Devlet memurluğuna
alınma, memurluğun sona ermesi (özelleştirme uygulaması ile ilgili davalar
hariç) ilerleme ve yükselme, sicil ve çalışma saatleri, izin ve parasal haklar
konularına ilişkin davaların ve 657 sayılı Kanunun yukarıda belirtilen
konularında düzenleme yapan kamu görevlileri ile ilgili mevzuatın
uygulanmasından doğan davaların Onikinci Dairede görülüp çözümlenmesi
öngörülmüş; Danıştay Başkanlar Kurulunca verilen 6/11/2000 günlü ve 2000/28
sayılı karar ile de, Danıştay Onikinci Dairesinde görülmekte bulunan davalardan,
kamu görevlilerinin parasal haklarına (Göstergeler, vekalet görevi, ikinci
görev, ders görevi, mali hükümler, aylık, katsayı, vekalet aylığı, ikinci görev
aylığı, ders ve konferans ücreti, fazla çalışma ücreti, temsil giderleri,
parasal ödül, makam tazminatı, yabancı dil tazminatı, lojman tazminatı, ek
tazminat, ek ödenek, taban ve kıdem aylığı ile bunlar dışında kalan iş sonu
tazminatı ve 657 sayılı Kanunun mülga 213'üncü maddesinden sonra gelen Ek Madde
ve bununla ilgili Bakanlar Kurulu Kararları ile düzenlenmiş olan zam ve
tazminatlar dahil olmak üzere aynı nitelikteki tazminat ve ödemeler) ilişkin
davaların görümü ve çözümü görevi Danıştay Onbirinci Dairesine devredilmiştir.
Başkanlar Kurulunun, daireler arası iş ve dosya devrine ilişkin yukarıda
anılan kararı uyarınca, parasal haklara ilişkin bir uyuşmazlığın, Beşinci
Dairenin görev alanına girebilmesi için, parasal hakkın 4046 sayılı Kanunda
düzenlenen parasal haklar arasında yer alması ve uyuşmazlığın da 4046 sayılı
Kanun kuralları uygulanarak çözümlenmesi gerekmektedir.
İnceleme konusu olayda uyuşmazlık, Sümer Holding Anonim Şirketinde kapsam
dışı personel statüsünde Bütçe Bilanço Müdür Yardımcısı olarak görev yapmakta
iken 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlemesine Dair Kanun uyarınca
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına araştırmacı olarak atanan davacının,
nakilden önce Turban Turizm Anonim Şirketi ile Sümer Holding Anonim Şirketinde
görev yaptığı döneme ilişkin, almaya hak kazandığını ileri sürdüğü kıdem
tazminatı, izin ücreti ve ikramiyeye ilişkin parasal hakların tazminine karar
verilmesi istemine ilişkin bulunmaktadır.
4046 sayılı Kanunda, özelleştirme kapsamındaki kuruluşlarda görev yapan
personele kıdem tazminatı, izin ücreti ve ikramiyenin hangi hallerde verileceği
ve bunların hak sahiplerine ne şekilde ödeneceğine ilişkin kurallara yer
verilmemiştir. Bu nedenle anılan talep konularının 4046 sayılı Kanun hükümleri
uyarınca değil, ilgilinin görev yaptığı dönemde tabi olduğu mevzuat ve parasal
haklara ilişkin genel kurallar çerçevesinde incelenip değerlendirilmesi
gerekmekte, ikramiyenin maaş nakil belgesine yansıtılması yolundaki istemin ise,
söz konusu ikramiyeye hak kazanılıp kazanılmadığının sonucuna bağlı
bulunmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, kamu görevlilerine ait parasal haklara ilişkin
mevzuatın uygulanmasından kaynaklanan davanın görümü ve çözümü görevinin,
16/11/2000 günlü ve 2000/28 sayılı Başkanlar Kurulu kararı uyarınca Onbirinci
Daireye ait bulunduğuna, dosyanın anılan Daireye gönderilmesine 9/6/2006 gününde
oyçokluğu ile karar verildi.
İDARİ
DAVA DAİRELERİ KURULU KARARLARI
BANKALAR
VE ŞİRKETLER
T.C.
D
A N I Ş T A Y
İdari
Dava Daireleri
Kurulu
Esas No: 2006/1258
Karar
No: 2006/804
Özeti
: Yargı
kararları ve bu nedenle çıkarılan Bakanlar Kurulu Kararı ile kıyı bankalarındaki
hesapları yurt içi mevduat hesaplarına dönüştürülen hak sahiplerinin hukuki
durumları, tasarruf mevduatı sigortası kapsamındaki hesap sahiplerinin hukuki
durumları ile eşitlendiğinden bu yeni hukuki durum değerlendirildikten sonra
karar verilmesi gerektiği hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan
(Davalılar) :
1-Başbakanlık - ANKARA
2-Tasarruf Mevduatı Sigorta
Fonu
Vekili : Av. …
Temyiz İsteminde
Bulunan(Davacı) :
…
İstemin Özeti :
Danıştay Onüçüncü Dairesinin 16.1.2006 günlü, E:2005/2031, K:2006/37 sayılı
kararının temyizen incelenerek bozulması taraflar tarafından
istenilmektedir.
Başbakanlığın Savunmasının Özeti
: Danıştay Onüçüncü Dairesince verilen kararın redde ilişkin kısmının usul ve hukuka uygun bulunduğu
ve davacının temyiz dilekçesinde öne sürülen nedenlerin, kararın bozulmasını
gerektirecek nitelikte olmadığı belirtilerek temyiz isteminin reddi gerektiği
savunulmaktadır.
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun
Savunmasının Özeti : Savunma verilmemiştir.
Davacının Savunmasının Özeti : Davalı idarenin temyiz isteminin reddi
gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi Tuncay
Dündar'ın Düşüncesi : Dava konusu Bakanlar Kurulu Kararının 3/a-1.
maddesinde yer alan kural yargı kararıyla iptal edilmiş olup, iptal kararlarının
sonucu olarak muvazaalı oldukları Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından
saptanan hesaplar dışında kıyı bankalarındaki hesaplarını İmar Bankasındaki
mevduat hesabına dönüştürenler ile tasarruf mevduatı sigortası kapsamındaki
mevduat sahipleri arasında fark kalmamıştır.
Yargı kararının uygulanabilmesi amacıyla 3.8.2006 günlü, 26248 sayılı
Resmi Gazete'de 2006/10727 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı yayımlanmış olup, dava
konusu hesapların ödeneceği, ödemeye ilişkin usul ve esaslarda 3.1.2004 günlü,
25335 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 2003/6668 sayılı Bakanlar Kurulu
Kararındaki maddelerin uygulanacağı öngörülmüştür.
Bu durumda, davacıya mevduat hesabının ödenmesiyle ilgili 2006/10727
sayılı Bakanlar Kurulu Kararı yargı kararının uygulanmasının gereği olup,
uyuşmazlık hakkında belirtilen hususlar dikkate alınarak bir karar verilmesi
gereklidir.
Açıklanan nedenlerle temyize konu kararın Bakanlar Kurulu Kararı'nın
3/a-1. bendinin iptali istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına, kararın
davacının tazminat isteminin kabulü ile yasal faiz uygulanmasına ilişkin
kısmının ise Dairesince oluşan bu yeni hukuki durumuna göre karar verilmek
üzere bozulmasına karar verilmesi
gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Emin Celalettin
Özkan'ın Düşüncesi : Temyizen incelenerek bozulması istenilen Daire kararına
konu uyuşmazlıkta, öncelikle, dava
konusu Bakanlar Kurulu Kararı'nın yargı kararıyla iptali üzerine mevduat
karşılığının tazminat olarak davacıya ödenip ödenemiyeceği hususunun açıklığa
kavuşturulması gerekmektedir.
Davacının, kıyı bankasındaki hesabının, Banka'nın bankacılık işlemleri
yapma ve mevduat kabul etme izninin kaldırılmasından önce, Bankanın yurt içi
hesabına aktarılarak "mevduat hesabına" dönüştürüldüğü hususu; benzer konularda
açılan davalarda Danıştay 13. Dairesince davacıların tazminat istemlerinin
kabulü yolunda verilen kararların gerekçesini
oluşturmaktadır.
Bu haliyle, davacının kıyı bankasındaki hesabından mevduat hesabına
dönüştürülen tutarın, aynı bankanın diğer mevduat sahiplerine yapılacak
ödemelerde uygulanacak usule ve mevzuata tabi olacağı
kuşkusuzdur.
Davacının mevduatının da, bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul
etme izni kaldırılan bankalarda bulunan tasarruf mevduatı sigortası kapsamındaki
tasarruf mevduatının defaten veya taksitler halinde ödenmesi ve taksitler
halinde ödeme durumunda esas alınacak faiz oranlarını yasayla belirleme
konusunda verilen yetki çerçevesinde çıkarılan Bakanlar Kurulu kararında
belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde ödenmesi söz konusu olup; Anayasa
Mahkemesince verilen karara paralel olarak, Danıştay 13. Dairesince dava konusu
Bakanlar Kurulu Kararı'nın iptal edilmiş olması. mevduat karşılığının tazminat
olarak davacıya ödenmesini gerektiren bir sonuç
doğurmamaktadır.
Öte yandan, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı'nın iptal edilmesine bağlı
olarak ilgililerin mevduatları karşılığının tazminat olarak ödenebileceğinin
kabulü; birikimlerini tasarruf mevduatı hesabında değerlendiren kişiler zamana yayılan bir ödeme planı
çerçevesinde Bakanlar Kurulu Kararında belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde
alacaklarını tahsil ederken; kıyı bankasında açtırdıkları hesabı daha sonradan
mevduat hesabına dönüştüren kişilere tazminat olarak mevduatın tamamının
faiziyle birlikte ödenmesi, kişiler arasında eşitsizliğe yol açan bir
uygulamanın doğmasına yol açacaktır.
Belirtilen nedenle, temyize konu Daire kararının davacının Bakanlar
Kurulu Kararı'nın 3.maddesinin (a) fıkrasının 1.bendinin iptali istemi hakkında
karar verilmesine yer olmadığına ilişkin bölümünün onanmasına, davacının
tazminat isteminin kabulüne ilişkin bölümünün ise bozulmasına, karar verilmesi
gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca dosyanın tekemmül
ettiği anlaşıldığından, davalı idarelerden Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun
yürütmenin durdurulması istemi görüşülmeksizin işin esası incelendi, gereği
görüşüldü:
Dava, 3.1.2004 günlü, 25335 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 29.12.2003
günlü, 2003/6668 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının 3. maddesinin (a) fıkrasının
1. bendinin iptali, 10.500,00 YTL mevduat tutarının vade tarihine kadar mevduat
faizi, vade tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar
verilmesi istemiyle açılmıştır.
Danıştay Onüçüncü Dairesi 16.1.2006 günlü, E:2005/2031, K:2006/37 sayılı
kararıyla, 5021 sayılı Yasa'nın 1. maddesinin son paragrafında yer alan kuralla,
kıyı bankalarında hesap açtıran, ancak Türkiye'deki bankanın bankacılık
işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin kaldırıldığı tarihten itibaren
geriye doğru bir ay içinde bu hesaplardaki paraların karşılıkları muhabir banka
ya da bir başka banka aracılığıyla Türkiye'deki bankada karşılıksız olarak
açılan mevduat hesaplarının Fon tarafından ödenmeyeceği belirtilerek kıyı
bankalarındaki hesapların Yasa kapsamı dışında bıraktığı; bu kuralın, 23.06.2005
tarih ve 25854 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 04.05.2005 tarih, E:2004/4,
K:2005/25 sayılı Anayasa Mahkemesi kararıyla, BDDK' nun bankacılık işlemleri
yapma ve mevduat kabul etme izninin kaldırıldığı tarihten geriye doğru bir ay
içinde kıyı bankalarındaki hesaplarında bulunan mevduatı, bankacılık işlemleri
yapma ve mevduat kabul etme izni kaldırılan bankaların yurt içi kayıtlarına
muhabir banka veya diğer bankalarca karşılığı nakden ödenmeksizin aktarılan
mevduat sahiplerinin, söz konusu mevduatlarının Türkiye'deki muhatabı olduğu
bankaya ödenip ödenmediğini takip etme zorunluluklarının bulunmadığı, muvazaalı
olduğu Fon tarafından tespit edilen hesaplar için Fon'ca herhangi bir ödeme
yapılmayacağı, bu konuda uyuşmazlık çıkması durumunda da konunun yargı
organlarınca karara bağlanacağının kuşkusuz olduğu, bu nedenlerle, mudinin
bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin kaldırıldığı tarihten
geriye doğru bir ay içinde karşılığı ödenmeksizin aktarılan hesaplarının Fon'ca
ödenmeyeceğinin kurala bağlanmasının hukuk devletinde kuralların sonuçlarının
öngörülebilir olmasını gerektiren hukuk güvenliği ilkesiyle bağdaşmadığı, kıyı
bankalarındaki hesaplarından bankacılık işlemi yapma ve mevduat kabul etme izni
kaldırılan bankaların yurt içi kayıtlarına karşılığı nakden ödenmeksizin
aktarılan mevduat sahipleriyle aynı bankanın diğer mevduat sahipleri arasında
Fon'dan yararlanma açısından bir fark bulunmadığından, bunlar arasında muvazaalı
durumlar dışında ayırım yapılmasının eşitlik ilkesine aykırılık oluşturduğu
gerekçeleriyle, Anayasanın 2. ve 10. maddelerine aykırı bulunarak iptal
edildiği; Dairenin 8.07.2005 günlü E:2005/3760, K:2005/3421 sayılı kararıyla da,
5021 sayılı Yasanın verdiği yetki uyarınca ve Yasa hükmüne koşut olarak Bakanlar
Kurulunca düzenlenen dava konusu kararın 3. maddesinin (a) fıkrasının 1.
bendinde yer alan kuralın, dayanağı Yasa kuralının Anayasa Mahkemesince iptal
edilmesi sonucunda hukuki geçerliğini yitirdiği gerekçesiyle iptal edildiği
gerekçesiyle davacının Bakanlar Kurulu Kararının 3/a-1. bendi yönünden karar
verilmesine yer bulunmadığı; davacının kıyı bankasındaki hesabından mevduat
hesabına dönüştürülen tutarın ödenmesi istemi hakkında ise; Anayasa'nın 125.
maddesinin son fıkrasında yer alan hüküm uyarınca idare, kendi eylem ve
işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü tutulduğu, buna göre, idarenin
hukuka aykırılığı yargı kararıyla saptanmış bir işlemi sonucunda bir hakkın
ihlâline neden olması durumunda sorumlu tutulması hukuk devleti ilkesinin gereği
olduğu, davacının kıyı bankasındaki hesabının, Banka'nın bankacılık işlemleri
yapma ve mevduat kabul etme izninin kaldırılmasından önce, Bankanın yurt içi
hesabına aktarılarak mevduat hesabına dönüştürüldüğünün dosyada bulunan mevduat
cüzdanı örneğinden anlaşılması ve bu işlemin muvazaalı olduğunun idarece
kanıtlanamaması nedeniyle davacının zararının mevduat hesabındaki tutar
karşılığı, iptal edilen düzenleyici işlemi tesis eden Bakanlar Kurulu'nu
temsilen Başbakanlık ve yasal düzenleme uyarınca tasarruf mevduatını ödemekle
yükümlü bulunan Fon tarafından tazmin edilmesi gerektiği gerekçesiyle davanın
davacının, Bakanlar Kurulu Kararının 3. maddesinin (a) fıkrasının 1.
bendinin iptali istemine ilişkin
kısmı hakkında karar verilmesine yer olmadığına, davacının tazminat isteminin
kabulüyle mevduat hesabındaki
10.500,00.-YTL'nin Başbakanlık ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu
tarafından davanın açıldığı 23.02.2004 tarihinden itibaren hesaplanacak yasal
faiziyle birlikte davacıya ödenmesine, karar vermiştir.
Davalı idareler, 5021 sayılı Yasa'ya dayalı olarak düzenlenen Bakanlar
Kurulu Kararının mevzuata uygun olduğu, bu işlemin iptalinin davacının kıyı
bankasındaki hesabının mevduat tutarına dönüştürülen tutarının ödenmesi sonucunu
doğurmayacağı; ayrıca Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu kararda hasım konumunda yer
almaması gerektiği ve harçtan muaf olduğu, dolayısıyla yargı harcının kendisine
yükletilemeyeceği; davacı ise faizin başlangıç tarihine davanın açıldığı tarih
değil mevduatın açıldığı veya idareye başvuru yapıldığı tarihin esas alınması
gerektiği savıyla kararı temyiz etmekte ve bozulmasını
istemektedirler.
Daire kararında belirtilen Danıştay Onüçüncü Dairesinin 8.7.2005 günlü,
E:2005/3760, K:2005/3421 sayılı kararı temyiz edilmesi üzerine Danıştay İdari
Dava Daireleri Kurulunca incelenmiş ve 17.11.2005 günlü, E:2005/2399,
K:2005/2641 sayılı kararı ile onanmış olup, bu kararın düzeltilmesi istemi de
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 28.9.2006 günlü, E:2006/2216, K:2006/794
sayılı kararıyla reddedildiğinden Daire Kararının, Bakanlar Kurulu Kararının
3/a-1. maddesinin iptali istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına
ilişkin kısmında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Davanın, davacının tazminat isteminin kabulü ile kıyı bankasındaki
hesabından mevduat hesabına dönüştürülen tutarın yasal faziyle birlikte
ödenmesine karar verilmesine ilişkin kısmına gelince;
Anayasa'nın 138. maddesinde, yasama ve yürütme organları ile idarenin,
mahkeme kararlarına uymak zorunda oldukları, bu organların ve idarenin mahkeme
kararlarını hiçbir surette değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesini
geciktiremeyeceği hükmüne yer verilmiş, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 28. maddesinde de idari yargı yerlerince verilen kararların uygulanma
zorunluluğu belirtilmiştir.
İdarenin yargı kararlarına uyması ve bu kararların gereklerine göre işlem
ya da eylemde bulunmak zorunda olması, aynı zamanda Anayasa'nın 2. maddesinde
yer alan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir.
Olayda, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararının 3/a-1. maddesinde yer alan
ve İmar Bankasının Bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin
kaldırıldığı tarihten geriye doğru bir ay içinde (3.6.2003 tarihi dahil) kıyı
bankalarındaki hesapları Fon'ca sağlanan mevduat güvencesi kapsamına almak
amacına yönelik olarak Bankanın yurt içi kayıtlarına muhabir bankaca karşılığı
nakden veya Bankanın dışındaki bir başka banka aracılığıyla ödenmeksizin
aktarıldığı tespit edilen hesaplar için Fon'ca herhangi bir ödeme
yapılamayacağına ilişkin kuralın, Danıştay Onüçüncü Dairesince iptal edilmesi
üzerine, 3.8.2006 günlü, 26248 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 3.7.2006 günlü,
2006/10727 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile 3.1.2004 günlü, 2003/6668 sayılı
Bakanlar Kurulu Kararında değişiklikler yapılmıştır.
Yeni düzenlemede, yukarıda belirtilen hesapların hak sahiplerine
ödeneceği belirtilmiş, ödeme usul ve esasları açıklanmıştır. 3.8.2006 günü
itibariyle yürürlüğe giren 2006/10727 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile;
kararnamenin yürürlüğe girdiği tarih itibariyle, 2003/6668 sayılı Kararın 6. ve
7. maddeleri uyarınca hesaplanacak ödeme tutarları ile 8. madde uyarınca
hesaplanacak faiz ödemeleri tutarları toplamının müracaatta bulunmuş hak
sahiplerine 1 ay içinde ödeneceği, kalan tutarın ise yine 2003/6668 sayılı
kararın 7. ve 8. maddelerinde belirlenmiş olan usul ve esaslar ile bu Kararda
belirtilen esaslar çerçevesinde ödeneceği kuralı getirilmiştir. Dolayısıyla getirilen bu
düzenleme ile Danıştay Onüçüncü Dairesinin anılan iptal kararı uygulanmak
suretiyle kıyı bankalarındaki hesapları yurt içi mevduat hesaplarına
dönüştürülen hesap sahipleri ile anılan 2003/6668 sayılı Bakanlar Kurulu
Kararında yer alan tasarruf mevduatı sigortası kapsamındaki hesap sahipleri
arasındaki farkın ortadan kaldırıldığı, diğer bir ifadeyle belirtilen hesap
sahiplerinin hukuki durumlarının
eşitlendiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda kıyı bankalarındaki hesapları yurt içi mevduat hesaplarına
dönüştürülen hak sahiplerinin hukuki durumları, 2003/6668 sayılı Bakanlar Kurulu
Kararında yer alan tasarruf mevduatı sigortası kapsamındaki hesap sahipleriyle
yukarıda belirtilen yargı kararı uyarınca çıkarılan 2006/10727 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı uyarınca eşitlenmiş olduğundan, oluşan bu yeni hukuki durum
Dairesince değerlendirildikten ve bu arada ana paranın tamamının ilgilisine
ödenip ödenmediği de belirlendikten sonra karar verilmesi, ayrıca göndermede
bulunulan 2003/6668 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının öngördüğü faiz hesaplama
yöntemine karşı açılmış davaların sonucunun da dikkate alınması gerektiği
açıktır.
Dairesince, davacının mevduat hesabına dönüştürülen hesap tutarının
faiziyle birlikte ödenmesine ilişkin istemi hakkında yeniden bir karar
verileceğinden, davacının temyiz istemi ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'nun
yargı harcının kendisine yükletilmemesi gerektiği yönündeki temyiz istemi bu
aşamada incelenmemiştir.
Açıklanan nedenlerle davalı idarelerin temyiz istemlerinin kısmen
kabulüne, kısmen reddine temyize konu Danıştay Onüçüncü Dairesinin 16.1.2006
günlü, E:2005/2031, K:2006/37 sayılı kararın karar verilmesine yer olmadığına
ilişkin kısmının ONANMASINA kararın davacının mevduat hesabının tamamının
def'aten tazminat olarak ödenmesine ve yasal faiz uygulanmasına ilişkin kısmın
BOZULMASINA 28.9.2006 günü oybirliği ile karar verildi.
ÇİFTÇİ,
TARIM VE TOPRAKLANDIRMA İŞLERİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
İdari
Dava Daireleri
Kurulu
Esas
No: 2005/1553
Karar
No: 2006/729
Özeti
: Geçici
hak sahipliği listesi ile birinci incelemede hak sahibi olmayanlara ait listenin
ve 20.2.2003 gününde askıya çıkartılarak 5 gün süreyle ilan edilen kesin hak
sahibi olanlara ait listenin, Sulama Alanlarında Arazi Düzenlenmesine Dair Tarım
Reformu Kanunu Uygulama Yönetmeliği uyarınca ilan edilerek, ilgililere
bildirimin sağlanmış olması karşısında yazılı bildirimden amaçlanan "öğrenme"
hususunun gerçekleşmiş olduğunun kabulü gerekmekte olup, bu durumda, 2577 sayılı
Yasanın 7. madde hükmüne göre belirtilen dava açma süresi geçtikten sonra açılan
davanın süre aşımı nedeniyle esasını inceleme olanağının bulunmadığı
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan
(Davalı)
: Tarım Reformu Genel Müdürlüğü
Vekilleri
: Av.
…
Karşı Taraf (Davacı)
: …
İstemin Özeti
:
Davacının Konya İli, ... İlçesi ... Kasabasında yapılan hazine arazilerinin
dağıtımında ilgili yerde ikamet etmediğinden bahisle kesin hak sahibi olamadığı
yönünde tesis edilen 17.10.2003 günlü, 4-2885-3892 sayılı işlemin iptali istemi
ile açılan davada; Konya 2. İdare Mahkemesince verilen ve Danıştay Sekizinci
Dairesinin 10.1.2005 günlü, E:2004/2278, K:2005/36 sayılı bozma kararına
uyulmayarak dava konusu işlemin iptali yolundaki ilk kararında ısrar edilmesine
ilişkin bulunan 28.2.2005 günlü, E:2005/299, K:2005/183 sayılı kararı davalı
idare temyiz etmekte ve kararın bozulmasını istemektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma
verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi Pınar
Kara'nın Düşüncesi : Konya 2. İdare Mahkemesinin, Danıştay Sekizinci
Dairesinin 10.1.2005 günlü, E:2004/2278, K:2005/36 sayılı bozma kararına
uymayarak vermiş olduğu dava konusu işlemin iptali yolundaki kararında ısrarına
ilişkin bulunan 28.2.2005 günlü, E:2005/299, K:2005/183 sayılı karara yönelik
temyiz isteminin kabulü ile Mahkeme kararının Daire kararı doğrultusunda
bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Radiye
Tiryaki'nin Düşüncesi :
İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek
bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu
maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
ısrar kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca gereği
görüşüldü:
Dava, davacının Konya İli, ... İlçesi, ... Kasabasında yapılan hazine
arazilerinin dağıtımında ilgili yerde ikamet etmediğinden bahisle kesin hak
sahibi olmadığı yönünde tesis edilen 17.10.2003 günlü, 4-2885-3892 sayılı davalı
idare işleminin iptali istemiyle açılmıştır.
Konya 2. İdare Mahkemesi 19.4.2004 günlü, E:2003/683, K:2004/429 sayılı
kararıyla; 3083 sayılı Kanun ve Kanunun uygulama yönetmeliğinde belirtilen
hukuki duruma göre hak sahibi olabilmek için öncelikle o yerde ikamet etme
koşulunun yerine getirilmesi ve tarım dışı işlerde sigortalı işçi olunmamasının
gerektiği, herhangi bir tereddütün doğması durumunda diğer hususların
araştırılabileceği, bakılan davada, davacının, ... İlçesi, ... Kasabasında
yapılan toprak dağıtımında hak sahibi olmadığını öğrenmesi üzerine 16.10.2003
günlü dilekçesi ile Konya Tarım Reformu Bölge Müdürlüğüne başvuruda bulunarak
hak sahibi olamama nedenlerini sorduğu, bu dilekçesine verilen 17.10.2003 günlü,
3093 sayılı yazı ile toprak dağıtılacak yerde ikamet etmediğinden bahisle hak
sahibi olamadığının bildirilmesi üzerine ... Kasabası ... Mahallesinde ikamet
ettikleri gerekçesiyle söz konusu işlemin iptalinin istenildiği, davalı idarece,
her ne kadar hak sahiplerine ilişkin kesin hak sahibi listelerinin
20.2.2003-24.2.2003 tarihlerinde askıya çıkarılmış olduğu, bu tarihlere göre
davanın süresinde açılmamış olduğu iddia edilmekte ise de; davacının başvurusu
öncesinde hak sahibi olamayan davacıya bu konuda herhangi bir işlemin tebliğ
edilmemiş olması nedeniyle davalı idarenin bu iddiasının yerinde görülmediği,
dava dosyasında yer alan davalı idare savunması ile dava konusu işlemden;
davacının toprak dağıtılacak yerde ikamet etmediği gerekçesiyle hak sahibi
olamadığının anlaşılması üzerine yapılan 14.1.2004 tarihli ara kararı ile ...
Kaymakamlığından davacının ... Kasabası ... Mahallesinde sürekli olarak ikamet
edip etmediğinin tespitinin istenildiği ve yapılan tespite ilişkin olarak
gönderilen 11.2.2004 günlü, 11 sayılı yazıda davacının ... Kasabası ...
Mahallesinde ikamet ettiğinin bildirildiği, bu durumda; davacının ... İlçesi,
... Kasabası ... Mahallesinde ikamet ediyor olması nedeniyle toprak dağıtılacak
yerde ikamet etmediğinden bahisle 2003 yılında ... Kasabasında yapılan toprak
dağıtımında hak sahibi olmaması yönünde tesis edilen 17.10.2003 günlü, 3892
sayılı işlemde mevzuata uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin
iptaline karar vermiştir.
Anılan karar yapılan temyiz incelemesi sonucunda; Danıştay Sekizinci
Dairesinin 10.1.2005 günlü, E:2004/2278, K:2005/36 sayılı kararıyla; 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Yasasının Dava Açma Süresi başlıklı 7. maddesinde, dava
açma süresinin, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay ve
İdare Mahkemelerinde altmış gün olduğu ve bu sürenin idari uyuşmazlıklarda
yazılı bildirimin yapıldığı tarihi izleyen günden başlayacağının hükme
bağlandığı, Sulama Alanlarında Arazi Düzenlenmesine Dair Tarım Reformu Kanunu
Uygulama Yönetmeliğinin, Hak Sahipliği Listesi başlıklı 38. maddesinde ise, "Hak
sahipliği tespit komisyonunun, verilen beyanname ve belgelerin gerçeğe uygun
olup olmadıklarını inceleyerek yapacağı değerlendirmeye göre geçici hak sahibi
listesini hazırlayacağı ve bu listeyi onbeş gün süre ile askıya çıkartacağı,
askı süresi içinde yapılan itirazların, komisyonca değerlendirilerek geçici hak
sahipliği listesinde gerekli değişikliklerın yapılacağı, Genel Müdürlüğün
bölgenin özelliği ve güvenliği açısından, ilgili güvenlik kuruluşlarının
görüşünü alarak bu listede değişiklik yapmaya yetkili olduğu, kesinleşen
listenin, mahallinde alışılmış usullerle ilan edileceği, bu ilanda, hak
sahiplerinin öncelik sırası, kimliği, arazi varlığı ve III üncü sınıfa tahvil
edilmiş miktarı ile verilmesi gereken arazi miktarının belirtileceği, kesinleşen
listelere yapılacak itirazların dikkate alınmayacağı, ancak gerçeğe aykırı bilgi
ve belgelerle hak sahibi olanların, gerçeğin anlaşılması halinde, uygulamanın
hangi safhasında olursa olsun hak sahipliğinden düşürüleceği, bunların yerine
hak sahipliği listesinde yer alan yedeklerin, sırasıyla getirileceği" hükmüne
yer verildiği, dosyanın incelenmesinden, Konya ili, ... İlçesi, ... Kasabasında
3083 sayılı Yasa uyarınca yapılan toprak dağıtımıyla ilgili olarak Geçici Hak
Sahipliği Listesi ile birinci incelemede hak sahibi olmayanlara ait listenin 15
gün süreyle ilan edilerek 10.09.2002 tarihinde askıdan indirildiği ve davacının
1. incelemede hak sahibi olmayanlar listesinin 2. sayfası ve 43. sırasında
olduğu, bu listelere 76 kişi tarafından süresi içinde itiraz edilirken davacının
itiraz etmediği, öte yandan kesin hak sahibi olanlara ait listelerin 20.2.2003
günü askıya çıkarılarak 5 gün süreyle ilan edildiği, bu arada davacının "köyde
ikamet etmemek" ten dolayı hak sahibi olamayacakları kesinlik kazananlara ait
listenin 1. sayfasının 43. sırasında yer aldığı, daha sonra 16.10.2003 tarihli
dilekçesiyle hak sahibi olamama nedenin tarafına bildirilmesi istemiyle yaptığı
başvuru üzerine verilen 17.10.2003 gün ve 2885-3892 sayılı dava konusu edilen
yanıt üzerine 21.10.2003 tarihinde iş bu davayı açtığının anlaşıldığı, İdare
Mahkemesince, davacıya hak sahibi olmadığına ilişkin bir işlem tebliğ edilmediği
gerekçesiyle davanın süresinde açıldığının kabulü ile işin esasına girilerek bir
karar verilmiş isede, gerek Geçici Hak Sahipliği Listesi ile 1. incelemede hak
sahibi olmayanlara ait listenin ve gerekse de 20.2.2003 gününde askıya
çıkartılarak 5 gün süreyle ilan edilen Kesin Hak Sahibi olanlara ait listenin
yukarıda belirtilen yönetmelik uyarınca ilan edilerek ilgililere bildiriminin
sağlanmış olması karşısında yazılı bildirimden amaçlanan "öğrenme" hususun
gerçekleşmiş olduğunun kabulünün gerektiği, bu durumda, yukarıda anılan yasa
hükmüne göre belirlenen dava açma süresi geçtikten sonra açılan davanın süre
aşımı nedeniyle esasını inceleme olanağı bulunmadığından, işin esasına girilerek
verilen dava konusu işlemin iptaline ilişkin mahkeme kararında hukuka uyarlık
görülmediği gerekçesiyle bozulmuş ise de, Konya 2. İdare Mahkemesi, Danıştay
Sekizinci Dairesinin anılan bozma kararına uymayarak, dava konusu işlemin iptali
yolundaki kararında ısrar etmiştir.
Davalı idare, Konya 2. İdare Mahkemesinin 28.2.2005 günlü, E:2005/299,
K:2005/183 sayılı ısrar kararının temyizen incelenerek bozulmasını
istemektedir.
Danıştay Sekizinci Dairesinin bozma kararında belirtildiği gibi, geçici
hak sahipliği listesi ile birinci incelemede hak sahibi olmayanlara ait listenin
ve 20.2.2003 gününde askıya çıkartılarak 5 gün süreyle ilan edilen kesin hak
sahibi olanlara ait listenin, Sulama Alanlarında Arazi Düzenlenmesine Dair Tarım
Reformu Kanunu Uygulama Yönetmeliği uyarınca ilan edilerek ilgililere bildirimin
sağlanmış olması karşısında yazılı bildirimden amaçlanan "öğrenme" hususunun
gerçekleşmiş olduğunun kabulü gerekmekte olup, bu durumda, 2577 sayılı Yasanın
7. madde hükmüne göre belirtilen dava açma süresi geçtikten sonra açılan davanın
süre aşımı nedeniyle esasını inceleme olanağının bulunmadığı sonucuna
ulaşıldığından, İdare Mahkemesinin işin esasına girerek dava konusu işlemin
iptali yolunda verdiği ısrar kararında hukuki isabet
görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulü ile Konya
2. İdare Mahkemesinin 28.2.2005 günlü, E:2005/299, K:2005/183 sayılı ısrar
kararının Danıştay Sekizinci Dairesinin bozma kararı doğrultusunda BOZULMASINA,
dosyanın adıgeçen Mahkemeye gönderilmesine, 15.6.2006 günü oyçokluğu ile karar
verildi.
K
A R Ş I O Y
3083 sayılı Sulama Alanlarında Arazi Düzenlenmesine Dair Tarım Reformu
Kanununun "Arazi Dağıtımı" başlıklı 8. maddesinin 5. fıkrasında; "Tarım
toprağının dağıtımından faydalanacaklar ile bunlarda aranacak şartlar ve
dağıtımda gözönünde bulundurulacak sıra ve öncelikler, yönetmelikle tespit
edilir." hükmüne, 25. maddesinde de; "Bu kanunda yönetmelikle düzenlenmesi
öngörülen hususlar ile bu Kanunun uygulanmasına dair diğer düzenlemeler, Kanun
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde Bakanlar Kurulu tarafından
çıkarılacak bir yönetmelik ile belirlenir" hükmüne yer
verilmiştir.
Sulama Alanlarında Arazi Düzenlenmesine Dair Tarım Reformu Kanunu
Uygulama Yönetmeliğinin "Hak sahipliği listesi" başlıklı 38. maddesinde; Hak
sahipliği tespit komisyonunun, verilen beyanname ve belgelerin gerçeğe uygun
olup olmadıklarını inceleyerek yapacağı değerlendirmeye göre geçici hak sahibi
listesini hazırlayacağı ve bu listeyi köy veya beldede 15 gün süre ile askıya
çıkartacağı, askı süresi içinde yapılan itirazların komisyonca değerlendirilerek
geçici hak sahipliği listesinde gerekli değişikliklerin yapılacağı, Genel
Müdürlüğün bölgenin özelliği ve güvenliği açısından, ilgili güvenlik
kuruluşlarının görüşünü alarak, bu listede değişiklikler yapmaya yetkili olduğu,
kesinleşen listenin, mahallinde alışılmış usullerle ilan edileceği, bu ilanda
hak sahiplerinin öncelik sırası, kimliği, arazi varlığı ve III üncü sınıfa
tahvil edilmiş miktarı ile verilmesi gereken arazi miktarının belirtileceği,
kesinleşen listelere yapılacak itirazların dikkate alınmayacağı, ancak gerçeğe
aykırı bilgi ve belgelerle hak sahibi olanların gerçeğin anlaşılması halinde,
uygulamanın hangi safhasında olursa olsun hak sahipliğinden düşürüleceği" hükme
bağlanmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun Dava Açma Süresi başlıklı 7.
maddesinde; dava açma süresinin, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen
hallerde Danıştay ve İdare Mahkemelerinde altmış gün olduğu, bu sürenin idari
uyuşmazlıklarda yazılı bildirimin yapıldığı tarihi izleyen günden başlacağı
belirtilmiştir.
Buna göre idari davalar 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda ve
özel kanunlarda gösterilen süreler içinde açılabilmekte olup, dava açma süresi
kamu düzeni ile ilgili, hak düşürücü bir süre olduğundan, süresinde
kullanılmayan dava hakkının düşeceği ve yargı yolunun kapanacağı
tabiidir.
Dava açma hakkına süre bakımından getirilen sınırlamanın ancak kanunla
olabileceği, kanun düzenlemesi dışındaki hiçbir düzenlemeyle bu konuya ilişkin
kural getirilemeyeceği, dava konusu uyuşmazlıkta olduğu gibi, Kanunun
yönetmelikle düzenlenmesini öngördüğü hususlarda ise, süre konusunda açıkça atıf
yapılması gerektiği şüphesizdir.
Görüldüğü üzere, 3083 sayılı Sulama Alanlarında Arazi Düzenlemesine Dair
Tarım Reformu Kanununda süre konusunda herhangi bir düzenleme yer almadığı gibi,
bu hususun yönetmeliğe bırakıldığına dair herhangi bir belirleme de
bulunmamaktadır. Buna göre; yasada düzenlenmeyen ve hak düşürücü nitelikte olan
süreye ilişkin hususların yönetmelikle düzenlenmesinde hukuka uygunluk
bulunmadığından, Sulama Alanlarında Arazi Düzenlenmesine Dair Tarım Reformu
Kanunu Uygulama Yönetmeliği uyarınca ilan edilmek suretiyle ilgililere
bildirimin sağlanmış olduğu gerekçesiyle davada süre aşımı bulunduğundan söz
edilemeyeceği açıktır.
Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin reddi ile,
dosyanın uyuşmazlığın esası incelenmek üzere Dairesine gönderilmesi gerektiği
görüşüyle çoğunluk kararına katılmıyoruz.
ÖZEL
İDARE İŞLERİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
İdari
Dava Daireleri
Kurulu
Esas
No: 2006/1617
Karar
No: 2006/769
Özeti : Hırsızlık
suçundan dolayı kesinleşmiş mahkumiyeti bulunan İl Genel Meclisi Üyesinin
seçilme yeterliliğini yitirmesi nedeniyle, İl Genel Meclisi Üyeliğinden
düşürülmesinde mevzuata aykırılık bulunmadığı hakkında.
İtiraz Eden
: …
Karşı Taraf
: Ordu Valiliği
İstemin Özeti
: Danıştay Sekizinci Dairesince verilen ve Ordu İl Genel Meclisi
Üyesi ...'nün üyelikten düşürülmesine ilişkin bulunan 10.4.2006 günlü,
E:2006/151, K:2006/1450 sayılı karara ... itiraz
etmektedir.
Danıştay Tetkik Hakimi Emin
Sınmaz'ın Düşüncesi : İtirazın reddi gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Hüseyin
Yıldız'ın Düşüncesi : Danıştay dava dairelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Danıştay
Sekizinci Dairesince verilen kararın onanmasının uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca, 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanununa 3622 sayılı Kanunla eklenen Ek 2 nci madde uyarınca
gereği görüşüldü:
Ordu İl Genel Meclisi üyesi ...'nün kesinleşmiş mahkumiyeti bulunduğundan
seçilme yeterliliğini yitirmesi nedeniyle üyelikten düşürülmesi istemiyle
İçişleri Bakanlığınca yapılan başvuru üzerine Danıştay Sekizinci Dairesince
verilen ve ...'nün Ordu İl Genel Meclis üyeliğinden düşürülmesine ilişkin
bulunan 10.4.2006 günlü, E:2006/151, K:2006/1450 sayılı karara ... itiraz
etmektedir.
Danıştay Sekizinci Dairesinin itiraza konu kararı ile; 4.3.2005 günlü,
25745 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren İl Özel İdaresi
Kanununun "Meclis üyeliğinin sona ermesi" başlıklı 21. maddesinin son
fıkrasında, il genel meclisi üyeliğine seçilme yeterliliğinin kaybedilmesi
durumunda, valinin bildirmesi üzerine Danıştay tarafından üyeliğin düşmesine
karar verileceği hükmüne yer verildiği, 2972 sayılı Mahalli İdareler ile Mahalle
Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanunun "Seçilme Yeterliliği"
başlıklı 9. maddesinde, en az altı ay süre ile, o seçim çevresinde oturmuş olmak
ve 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanununun 11. maddesinde belirtilen
sakıncaları taşımamak şartıyla, yirmibeş yaşını dolduran her Türk vatandaşının
belediye başkanlığına, il genel ve belediye meclisi üyeliğine seçilebileceğinin
öngörüldüğü, bu maddenin göndermede bulunduğu 2839 sayılı Milletvekili Seçimi
Kanununun 11/f-1. maddesinde, zimmet, ihtilas, irtikap, rüşvet, hırsızlık,
dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz
kızartıcı suçlar ile istimal ve istihlak kaçakçılığı dışında kalan kaçakçılık
suçları, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma veya Devlet sırlarını
açığa vurma suçlarından biriyle mahkum olanların milletvekili
seçilemeyeceklerinin hükme bağlandığı, Yasa metinlerinden anlaşılacağı üzere,
verilen ceza ne olursa olsun, hırsızlık suçundan dolayı verilmiş bir mahkumiyet
kararının il genel meclisi üyeliğine engel olduğu, dosyanın incelenmesinden,
Mesudiye Asliye Ceza Mahkemesinin 13.09.2002 günlü, E:2002/14, K:2002/41 sayılı
kararı ile ...'nün hırsızlık suçundan 94.910.400 TL. ağır para cezası ile
cezalandırıldığı ve bu cezanın tecil edilmediği, bu kararın Yargıtay 6. Ceza
Dairesinin 28.02.2005 günlü, E:2003/15586, K:2005/1927 sayılı kararı ile
onanarak kesinleştiğinin anlaşıldığı, bu hale göre ...' nün, il genel meclisi
üyeliğine seçilme yeterliliğini yitirdiğinden, Ordu İl Genel Meclisi Üyeliğinden
düşürülmesine karar verilmiştir.
... hırsızlık konusu elektrik değerinin çok düşük olduğu, yeni Türk Ceza
Kanununa göre herhangi bir ceza dahi verilemeyebileceği, ekonomik bir yaptırım
uygulanması gerektiği iddialarıyla kararın kaldırılmasını
istemektedir.
Danıştay Sekizinci Dairesince verilen kararın usul ve hukuka uygun olduğu
ve itiraz dilekçesinde öne sürülen hususların bu kararın kaldırılmasını
gerektirecek nitelikte olmadığı anlaşıldığından, ...'nün itirazının reddine,
23.6.2006 günü oybirliği ile karar verildi.
VAKIF
İŞLERİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
İdari
Dava Daireleri
Kurulu
Esas
No: 2003/887
Karar
No: 2006/767
Özeti
: Yargı
kararıyla dağıtılmasına karar verilen vakfın, şubeleriyle ilgili olarak açtığı
davanın reddi yolundaki daire kararının temyizi isteminin incelenmesine olanak
bulunmadığı hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (
Davacı) :
Milli Gençlik Vakfı
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf (Davalı)
: Vakıflar Genel Müdürlüğü
Vekili
: Av. …
İstemin Özeti
:
Danıştay Onuncu Dairesinin 24.6.2003 günlü, E:2001/158, K:2003/2662 sayılı
kararının temyizen incelenerek bozulması davacı tarafından
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Danıştay
Onuncu Dairesince verilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu ve temyiz
dilekçesinde öne sürülen nedenlerin, kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte
olmadığı belirtilerek temyiz isteminin reddi gerektiği
savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi Mustafa
Karabulut'un Düşüncesi : Temyiz isteminin incelenmeksizin reddi gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Bilgin Arısan'ın
Düşüncesi : Türk Medeni Kanunu Hükümlerine Göre Kurulu Bulunan Vakıfların
Yurt İçinde Şube, Temsilcilik, İrtibat Bürosu veya Birim Açması, Bunların
Çalışması, Denetlenmesi ve Kapatılması ile İlgili Yönetmeliğin 26 ıncı maddesi A
bendinin ve Vakıflar Genel Müdürlüğünün 16.1.2001 tarih ve 360 (2000-123)-60
sayılı işleminin iptali talebiyle açılan davayı red eden Danıştay 10 uncu
Dairesi kararının temyizen incelenerek bozulması talep
edilmektedir.
Türk Medeni Kanunu Hükümlerine Göre Kurulu Bulunan Vakıfların Yurtiçinde
Şube, Temsilcilik, İrtibat Bürosu veya Benzeri Adlarla Birim Açması, Bunların
Çalışması, Denetlenmesi ve Kapatılmasıyla İlgili Yönetmeliğin 26 ıncı maddesi A
bendi ".faaliyetlerinde vakıf senedine, mevzuata aykırı usulsüz, işlemleri
tespit edilen birimler duruma göre temelli veya geçici olarak Vakıflar Genel
Müdürlüğünce kapatılabilir" hükmünü amir bulunmaktadır. Bu hükmün verdiği
yetkiye istinaden davacı vakfın merkez yurtiçi şube, temsilcilik ve iktisadi
işletmeleri hakkında İçişleri Bakanlığı mülkiye başmüfettişi, polis müfettişi ve
Vakıflar Genel Müdürlüğü müfettişi tarafından müştereken yürütülen inceleme
neticesinde 30.5.2000 tarih ve 107-5.3135-20 sayılı rapor tanzim edilmiş ve bu
rapora istinaden adı geçen vakfın birimlerinin temelli olarak kapatılması yoluna
gidilmiştir.
Daha önce Vakıflar Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulunca tanzim edilen rapora
istinaden Vakıflar Ankara Bölge Müdürlüğünce davacı vakıftan yöneticisinin azli
ve vakfa kayyum tayini talep edilmiştir.
Vakıflar Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulunca tanzim edilen bir diğer rapora
istinaden Ankara Vakıflar Bölge Müdürlüğünce vakıf aleyhine vakfın dağılması,
mal varlığının tespiti ile üzerine tedbir konulması, mal varlığının devri ve
kayyum tayinine karar verilmiştir.
Davacı Vakıf hakkında Ankara DGM Başsavclığınca kamu adına Ankara 2 inci
Devlet Güvenlik Mahkemesinin 1999/37 esasına kayıtlı olarak merkez yöneticileri
hakkında açılan anayasal düzeni yıkmaya teşebbüs suçuna ilişkin davada devam
etmektedir.
Dava dosyasından mevcut dava konusu işlemin tesisini gerektiren raporda
davacı Milli Gençlik Vakfınca;
1) Vakıf birimlerinin açılmasında Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait yetkinin
izinsiz kullanıldığı, açık kanuni düzenlemelere rağmen izinsiz açılan birimleri
yasal göstermek amacı ile resmi makamların yanıltıldığı,
2) Vakfın örgütlenme çalışmalarında, denetimler sonucu sorunlar yaşanmaya
başlanması üzerine hizmet mekanı olan okuma salonu ve kütüphanelerin, vakıf
birimleri bünyesinde olması gerekirken vakıf birimlerinin bulunmadığı ilçe ve
beldelerde açılarak birim gibi çalıştırıldığı bu yolla kanuna karşı örgütlenmeye
devam edildiği,
3) İzinsiz açılan temsilcilik, irtibat bürosu ve bazı birimlerine vakıfça
ek hizmet mekanı, okuma salonu adları ile meşrulaştırılmaya ve ısrarlı şekilde
illegal örgütlenme çabasının vakıf kurumu çatısı altında sürdürülmeye
çalışıldığı,
4) Geçici süreli kapatma işlemi üzerine yapılan tespitlerde; illerde
sorumlular ve görevlerinin tayini suretiyle Medeni Kanuna aykırı şekilde
örgütlenmede ısrar edildiği,
5) Vakıfça sürdürülen örgütlenme çalışmalarında öğretimin her düzeyini
hedef alan faaliyetlerle model olarak, siyasi partilerin örnek alındığı bir
yapılaşmaya gidildiği, sahip olunan mekanların kanun dışı örgütlerce
kullanılmasının sağlandığı, yurt içi yapılanma stratejisinin; benimsedikleri
siyasi organizasyon kanalı ile iktidarı ele geçirme ve devletin siyasi
kadrolarını şer'i esaslarına göre değiştirme yönünde olduğu, bu örgütlenme
modeli ışığında bir kısım dökümanların bazı vakıf birimlerinde yapılan
aramalarda ortaya çıktığı, bir kısım yazışmaların resmi olmadığı, bu
dökümanların vakfın hukuki teşkilatlanması dışında gizlenen veya gizlenmeye
çalışılan bir yapısının olduğunu gösterdiği,
6) Vakfın gelir gider ve taşınmazlarının gizlenmeye çalışıldığı, merkez
ve bir kısım illerdeki şubelere mali yardım yapıldığı,
7) Ülke genelinde yurt işletmeciliği ve misafirhane açısından mevzuata
uyulmadığı, Vakıflar Genel Müdürlüğüne bilgi verilmediği, yurt listelerinin
gerçeği yansıtmadığı hususları tespit edilmektedir.
Türk Medeni Kanunu Hükümlerine Göre Kurulan Vakıflar Hakkında Tüzüğün
Ek-3 üncü maddesi " Şubelerin, temsilciliklerin, irtibat bürolarının veya
birimlerin açılmasında, kapatılmasında ve çalışmasında gözönünde bulundurulacak
esaslar Vakıflar Genel Müdürlüğünce çıkarılacak bir yönetmelikle düzenlenir."
hükmünü amirdir.
Dava konusu yönetmelik, Vakıflar Genel Müdürlüğünün Türk Medeni Kanununun
903 sayılı Kanunla değişik 78 inci maddesinde yer alan teftiş yetkisinin, mezkur
tüzüğün Ek-3 üncü maddesinde düzenlenen vakfa bağlı şube ve diğer birimler
yönünden nasıl kullanılacağını tayin ve tespit etmek amacıyla
çıkarılmıştır.
Kamu yararına kullanılan teftiş yetkisinin tüzük ve yönetmeliklerle
düzenlenmesi anayasal bir zorunluluk iken bu durumu özel hukuk tüzel kişiliğine
aşırı bir müdahale saymak mümkün değildir. Kaldı ki kamu adına ve yararına
kullanılan bir yetkinin sınırlarının mevzuatla tayin ve tespiti de kamu yararı
gereğidir.
Vakıflar Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında 227 sayılı
Kanun Hükmünde Kararnanenin 2 inci maddesinin (g) bendi Vakıflar Genel
Müdürlüğünün görevleri arasında kanun, tüzük ve yönetmeliklere kendisine verilen
diğer görev ve hizmetleri de yapmak yer almaktadır. Türk Medeni Kanunu
hükümlerine göre kurulan vakıflar hakkında Medeni Kanunun 78 inci maddesinden
doğan teftiş yetkisi aynı zamanda Vakıflar Genel Müdürlüğüne mezkür KHK'nin
2/(g) maddesi gereğince teftiş ve denetleme görevi de
yüklemektedir.
Türk Medeni Kanunun 903 sayılı Kanunla değişik 73 üncü ve devamındaki
maddeler vakıf için idare uzvu dışında bir teşkilatlanmanın öngörülmediği mezkur
Kanunun uygulanmasını göstermek için çıkarılan Tüzüğe 19.03.1982 tarihinde
eklenen Ek-3 üncü madde ile vakıflara işlerini yürütmek için yurt içinde şube,
temsilcilik. irtibat bürosu veya benzeri birim açmak imkanı da
getirilmiştir.
Açıklanan sebeplerle iptali talep edilen Yönetmeliğin 26 ıncı maddesi A
bendi ile bu maddeye dayalı işlem Medeni Kanunun 903 sayılı Kanunla değişik 78
inci maddesi amir hükmüne uygun bulunduğundan davayı red eden Danıştay 10 uncu
Dairesi kararı yerinde bulunduğu cihetle hukuki mesnedi bulunmayan temyiz
talebinin reddi ile Danıştay 10 uncu Dairesi kararının tasdiki gerekeceği
düşünülmüştür.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca gereği
görüşüldü:
Dava; Türk Medeni Kanunu Hükümlerine Göre Kurulu Bulunan Vakıfların Yurt
İçinde Şube, Temsilcilik, İrtibat Bürosu veya Birim Açması, Bunların Çalışması,
Denetlenmesi ve Kapatılması ile İlgili Yönetmeliğin 26. maddesinin (a) bendinin
ve Vakıflar Genel Müdürlüğünün 16.1.2001 günlü, 360 (2000-123)-60 sayılı işlemin
iptali istemiyle açılmıştır.
Danıştay Onuncu Dairesinin 24.6.2003 günlü, E:2001/158, K:2003/2662
sayılı kararıyla; Türk Medeni Kanunu Hükümlerine Göre Kurulan Vakıflar Hakkında
Tüzük'ün Ek 3. maddesi, Türk Medeni Kanunu Hükümlerine Göre Kurulu Bulunan
Vakıfların Yurt İçinde Şube, Temsilcilik, İrtibat Bürosu veya Benzeri Adlarla
Birim Açması, Bunların Çalışması, Denetlenmesi ve Kapatılmasıyla İlgili
Yönetmeliğin 26 ncı maddesi kurallarına yer verilerek, Tüzüğün Ek 3 üncü maddesi
ile yurt içindeki birimlerin açılışına izin vermeye ve birimlerin açılmasında ve
kapanmasında uygulanacak esasların belirlenmesi ile ilgili olarak yönetmelik
çıkarmaya yetkili kılınan Vakıflar Genel Müdürlüğünün, Medeni Kanunun 78 inci
maddesinin verdiği denetim yetkisini kullanarak, mevzuata aykırı faaliyetlerini
saptadığı birimlerin kapatılmasında da yetkili olduğunu kurala bağlayan
Yönetmeliğin 26 ncı maddesinde hukuka aykırılık bulunmadığı, davanın Vakıflar
Genel Müdürlüğünün 16.1.2001 günlü, 360 (2000-123)-60 sayılı işleminin iptali
istemine ilişkin kısmına gelince; yukarıda da aktarıldığı üzere yönetmeliğin 26
ncı maddesine göre Vakıflar Genel Müdürlüğü müfettişlerince yapılan
denetlemelerde iki yıl üst üste yetersiz görülen veya faaliyetlerinde vakıf
senedine, mevzuata aykırı usulsüz işlemler, yolsuzluklar saptanan birimlerin
duruma göre temelli veya geçici olarak kapatılabileceğinin öngörüldüğü, olayda;
yapılan inceleme sonucunda, hukuki bir görünüm altında yasal olmayan bir
örgütlenmenin vakıf çatısı altında bilerek ve isteyerek ısrarlı bir şekilde
sürdürüldüğünün, hakkın kötüye kullanıldığının, yasayla Vakıflar Genel
Müdürlüğüne verilen denetim görevinin tüzük ve yönetmeliklerle somutlaşan
uygulamasına karşı sistemli ve ısrarlı şekilde direnildiğinin, örgütlenmenin
denetim dışında sürdürülebilmesi, örgütlerin denetim dışında tutulabilmesi için
her yolun denendiğinin, dava konusu edilen işlemle izinsiz temsilcilik açan,
denetim raporlarındaki ikazlara rağmen hatalı işlemlere devam eden ve hukuk dışı
faaliyetlerde bulunduğu ileri sürülen vakfın şubelerinin, Vakıf ve Vakıf
yöneticileri hakkında açılan davaların sonuçlanmasına kadar geçici olarak
kapatılmasının istenildiğinin, aksi takdirde mülki amirlikler kanalıyla
kapatılacağının duyurulduğunun, daha sonra da geçici olarak kapatılan Vakıf şube
ve birimlerinin dava konusu işlemle temelli olarak kapatılmasının istenildiğinin
anlaşıldığı, bu durumda, söz konusu davaların açılmasına yol açan belirlemelere
dayanan davalı idare tarafından, vakıf şubelerinin kapatılmasının davacı
vakıftan istenilmesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık görülmediği gerekçesiyle
davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı, anılan kararı temyiz etmekte ve bozulmasını
istemektedir.
Temyiz aşamasında, davacı Vakfın dağıtılmasıyla ilgili olarak Vakıflar
Genel Müdürlüğü tarafından Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davanın
sonucunun araştırılması gerekli görülmüş olup, buna göre, davacı Vakfın Ankara
25. Asliye Hukuk Mahkemesinin 3.6.2004 günlü, E:2004/189, K:2004/232 sayılı
kararı ile dağıtılmasına karar verilmiş, anılan karar Yargıtay 18. Hukuk
Dairesinin 30.11.2004 günlü, E:2004/8403, K:2004/8889 sayılı kararı ile onanmış
ve karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 26.4.2005 günlü, E:2005/2784,
K:2005/4284 sayılı kararı ile reddedilmiş ve Vakfın, Türk Medeni Kanununun 101.
maddesinin dördüncü fıkrası ve 116. maddesinin ikinci fıkrası ile Türk Medeni
Kanunu Hükümlerine Göre Kurulan Vakıflar Hakkında Tüzüğün 31. maddesi gereğince
dağıtıldığı ve merkezi sicilden terkin edildiği
anlaşılmaktadır.
Bu durumda, davacı Vakıf yargı kararıyla dağıtıldığından, Vakfın
şubeleriyle ilgili olarak açılan davanın reddi yolundaki Daire kararının temyizi
isteminin incelenmesine olanak bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenle, temyiz isteminin incelenmeksizin reddine, 23.6.2006
günü oyçokluğu ile karar verildi.
K
A R Ş I O Y
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 26/1. maddesinde, dava
esnasında tarafların kişilik ve niteliğinde değişiklik olursa, davayı takip
hakkı kendisine geçenin başvurmasına kadar dosyanın işlemden kaldırılmasına
karar verileceği kuralı bulunmaktadır.
Olayda, davacı Vakfın dağıtılması istemiyle Ankara 25. Asliye Hukuk
Mahkemesinde açılan dava sonucunda, Vakfın dağıtılmasına karar verildiği ve bu
kararın kesinleştiği, ilgili mevzuat uyarınca da Vakfın dağıtıldığı
anlaşılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davacı Vakfın tüzel kişiliğinde değişiklik meydana
geldiğinden, anılan Yasa kuralı uyarınca dosyanın işlemden kaldırılması
gerektiği oyuyla, karara katılmıyoruz.
DÜZENLEYİCİ
- GENEL İŞLEMLER
T.C.
D
A N I Ş T A Y
İdari
Dava Daireleri
Kurulu
Esas
No: 2006/2712
Karar
No: 2006/1173
Özeti
: Türkiye
İmar Bankası T.A.Ş. nezdinde bulunan mevduatın, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu
tarafından ödenmesine ilişkin esas ve usulleri düzenleyen 2003/6668 sayılı
Bakanlar Kurulu Kararının, 6., 7., 8., 9/d ve 13. maddelerinde ilgili mevzuata
aykırılık bulunmadığı hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı
) :
…
Vekili
: Av. …
Temyiz İsteminde Bulunan
(Davalı)
: Bankacılık Düzenleme ve Denetleme
Kurumu
Vekili : Av. …
Davalılar
: 1-Başbakanlık-ANKARA
2-Tasarruf Mevduatı Sigorta
Fonu
Vekili : Av. …
İstemin Özeti :
3.1.2004 günlü, 25335 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 2003/6668 sayılı
Bakanlar Kurulu Kararının 6.,7.,8., 9/d ve 13. maddelerinin iptali ile
142.729,03 YTL. tutarındaki mevduatın faiziyle birlikte ödenmesine karar
verilmesi istemiyle açılan dava sonucunda; Danıştay Onüçüncü Dairesince verilen
ve davanın reddine ilişkin bulunan 20.1.2006 günlü, E:2005/5272, K:2006/258
sayılı kararı, davacı hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek; Bankacılık Düzenleme
ve Denetleme Kurumu ise, avukatlık ücretine hükmedilmemesinin hukuka aykırı
olduğunu ileri sürerek temyiz etmekte ve bozulmasını
istemektedirler.
Davalı İdarelerden Başbakanlığın
Savunmasının Özeti : Davacının temyiz dilekçesinde öne sürülen nedenlerin
kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı belirtilerek temyiz
isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Davalı İdarelerden Tasarruf
Mevduatı Sigorta Fonu'nun ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun
Savunmalarının Özeti : Savunma verilmemiştir.
Davacının Savunmasının Özeti : Savunma
verilmemiştir
Danıştay Tetkik Hakimi Mustafa
Karabulut'un Düşüncesi : Dava konusu Bakanlar Kurulu Kararının 6., 7., 8. ve
9/d maddeleri yönünden Dairesince verilen ret kararının hukuka uygun bulunduğu
düşünülmektedir.
Bakanlar Kurulu Kararının 13. maddesine gelince; bu madde olayla birlikte
incelendiğinde, "mudilere ödenecek miktarlardan bu tutarların T.C. Ziraat
Bankası A.Ş.'ye devredilene kadar geçen sürede doğmuş ve doğacak alacaklar"ın
için faiz ödemesinin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından yapılmayacağı
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Bankanın mevduat kabul etme izninin kaldırıldığı
3.7.2003'ten mevduatların Ziraat Bankasına devredildiği ve Bakanlar Kurulu
Kararının 8. maddesinde öngörülen faizin uygulanmaya başladığı 19.1.2004'e kadar
geçen yaklaşık 6 ay 15 günlük süre için faiz uygulanmayacağı öngörülmektedir.
Oysa, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun tasarruf mevduatını ödeme yükümlülüğü,
Bankanın faaliyetinin durdurulduğu 3.7.2003 tarihinde doğmuş olup, paranın satın
alma gücünde meydana gelebilecek kaybın bu tarihten itibaren karşılanması
gerekir.
Açıklanan nedenle, davacı temyiz isteminin kısmen kabulü ile temyize konu
Daire kararının 13. maddesiyle ilgili kısmının bozulması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Gülen
Aydınoğlu'nun Düşüncesi : Danıştay dava dairelerince verilen kararların
temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 49. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Danıştay
Onüçüncü Dairesince verilen kararın onanmasının uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca gereği
görüşüldü:
Dava;
3.1.2004 günlü, 25335 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 2003/6668 sayılı
Bakanlar Kurulu Kararının 6.,7.,8., 9/d ve 13. maddelerinin iptali ile
142.729,03 YTL. tutarındaki mevduatın faiziyle birlikte ödenmesine karar
verilmesi istemiyle açılmıştır.
Danıştay Onüçüncü Dairesinin 20.1.2006 günlü, E:2005/5272, K:2006/258
sayılı kararıyla; 27.12.2003 tarih ve 25329 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan "
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Bankalar Kanunu Hükümlerine İstinaden
Bankacılık İşlemleri Yapma ve Mevduat Kabul Etme İzni Kaldırılan Türkiye İmar
Bankası Türk Anonim Şirketi hakkında Tesis Edilecek Bazı İşlemler Hakkındaki
5021 sayılı Kanun'un 1. maddesi ile, "18.6.1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar
Kanunu'nun 14 üncü maddesinin (3) numaralı fıkrası veya (5) numaralı fıkrasının
(a) bendinin (aa) alt bendi uyarınca bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul
etme izni kaldırılan bankalarda bulunan tasarruf mevduatı sigortası kapsamındaki
tasarruf mevduatı, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından ödenir. Mevduat
tutarlarına bağlı olarak defaten veya taksitler halinde ödeme, taksitler halinde
ödemede faiz uygulanması durumunda esas alınacak faiz oranları, ödemelerle
ilgili olarak mudiler ve hak sahiplerinden alınacak taahhütnamelerde yer alacak
hususlar ile ödemelere ilişkin diğer hususlar Hazine Müsteşarlığı ve Tasarruf
Mevduatı Sigorta Fonunun müşterek önerisi üzerine Bakanlar Kurulu tarafından
belirlenir." hükmünün getirildiği ve bu kural uyarınca Türkiye İmar Bankası Türk
Anonim Şirketi (Banka) nezdinde bulunan mevduatın Fon'ca ödenmesine ilişkin esas
ve usulleri düzenleyen, 2003/6668 sayılı Bakanlar Kurulu kararının çıkarıldığı,
kararın 5. maddesinde, tasarruf mevduatının taahhütname alınmak kaydıyla bu
kararın 6. maddesinde düzenlendiği biçimde ödeneceği, 6. maddesinde, tasarruf
mevduatı hesapları ile ilgili olarak kendisine ödeme yapılacak kişilerden
3.7.2003 tarihine kadar bu kararın 9.maddesinin (c) bendinde belirtilen şekilde
yürütülen brüt faiz tutarı dahil olmak üzere, mevduat tutarı 10 milyar TL'yi
aşmayanlara mevduatının tamamına eşit tutarda, 10 milyar TL'yi aşanlara ise 10
milyar TL tutarında hak sahipleri adına T.C.Ziraat Bankası nezdinde vadesiz
mevduat hesabı açılacağı,mevduat tutarı 10 milyar TL'yi aşanların bakiye
alacakları için bu kararın 7.maddesinde belirtilen vadelerde T.C.Ziraat Bankası
A.Ş.nezdinde vadelerine kadar blokeli mevduat hesapları açılacağı, 7.maddesinde,
10 milyar TL'yi aşan miktarda alacağı olan hak sahiplerinin bakiye alacak
tutarının 5 milyar TL'ye kadar olan kısmı için 3 ay vadeli, 5 milyar TL'den 15
milyar TL'ye kadar olan kısmı için 12 ay vadeli, 15 milyar TL'den 30 milyar
TL'ye kadar olan kısmı için 18 ay vadeli, 30 milyar TL'den 60 milyar TL'ye kadar
olan kısmı için 24 ay vadeli, 60 milyar TL'den 170 milyar TL'ye kadar olan kısmı
için 30 ay vadeli 170 milyar TL ve üzerindeki kısım için ise 36 ay vadeli
hesapların hak sahipleri adına Fon tarafından T.C. Ziraat Bankası A.Ş.nezdinde
açtırılacağı, 8.maddesinde, T.C.Ziraat Bankası nezdinde bu Karar çerçevesinde
açılan hesaplara Fon tarafından açıldığı tarihi izleyen iş günü valörünün
uygulanacağı, söz konusu hesaplara uygulanacak faiz oranının ilgili faiz
tahakkuk dönemi sonunda Devlet İstatistik Enstitüsünce en son açıklanan tüketici
fiyat endeks sayısının tahakkuk dönemi başlangıç tarihinde en son açıklanan
tüketici fiyat endeks sayısına bölünmesi ile bulunan oran olduğu, 9.maddesinin
(c) bendinde Banka'nın bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin
kaldırıldığı tarih olan 3.7.2003 tarihi itibariyle tasarruf mevduat toplamları
en yüksek beş bankaca tasarruf mevduatına uygulanan faiz oranlarının ortalaması
ile Banka'nın kamuya ilân ettiği ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına
bildirdiği azamî faiz oranlarını aşmamak kaydıyla tasarruf mevduat hesaplarına
3.7.2003 tarihi itibariyle tahakkuk ettirilecek brüt faizlerden yasal kesintiler
düşüldükten sonra kalan tutarların da bu kararla belirlenen ödeme usul ve
esasları çerçevesinde ödeneceği, 9. maddenin (d) bendinde döviz hesapları ile
ilgili olarak yapılacak ödemelerde Bankanın bankacılık ilemleri yapma ve mevduat
kabul etme izninin kaldırıldığı 3.7.2003 tarihinde geçerli olan Türkiye
Cumhuriyet Merkez Bankası döviz alış kurlarının esas alınacağı 13.maddesinde,
mudilere ödenecek miktarlardan bu tutarların T.C. Ziraat Bankası A.Ş 'ye
devredilene kadar geçen sürede doğmuş ve doğacak alacaklarından ve aktarmadan
sonraki tutarların, belirlenen esas ve usullere göre yapılacak ödemelerden
kaynaklanan her türlü ihtilaf ve itirazın muhatabının Banka ve iflâsına karar
verilmesi halinde müflis Türkiye İmar Bankası T.A.Ş. iflâs masası olduğu
kurallarının yer aldığı, dava konusu Bakanlar Kurulu kararının tesis edildiği
tarihte yürürlükte bulunan 4389 sayılı Bankalar Kanunu'nun 1. maddesinde, bu
Kanunun amacının, tasarruf sahiplerinin hak ve menfaatlerini korumak ve malî
piyasalarda güven ve istikrarı ve ekonomik kalkınmanın gereklerini de dikkate
alarak kredi sisteminin etkin bir şekilde çalışmasını sağlamak üzere bankaların
kuruluş, yönetim, çalışma, devir, birleşme, tasfiye ve denetlenmelerine ilişkin
esasları düzenlemek olduğunun belirtildiği, bu amaç doğrultusunda da,
15/1.maddesinde, tasarruf sahiplerinin haklarını korumak için bankalardaki
tasarruf mevduatının Fon tarafından sigorta edileceğinin kurala bağlandığı, yine
Kanun'un 16/3.maddesinde, Fon'un yönetim ve denetimi kendisine intikal eden
bankada mevduat sahipleri ile diğer alacaklıların haklarını korumaya yönelik
önlemleri alması ve sigortalı mevduatın Fon'ca veya ilân edeceği bir banka
aracılığıyla ödemesinin öngörüldüğü, 5021 sayılı Kanunda da, bankacılık
işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izni kaldırılan bankalarda ve sigorta
kapsamında bulunan mevduatın Fon'ca ödeneceğinin belirtildiği, ödemenin defaten
veya taksitler halinde ödenmesi ve bu durumda uygulanacak faiz oranı konusunda
Bakanlar Kurulunun yetkili kılındığı, bu bağlamda 2003/6668 sayılı Bakanlar
Kurulu kararıyla, Bankada sigorta kapsamında bulunan mevduatın, belirli
miktarları için vadeli ödeme planı yapıldığı ve Ziraat Bankasında bu karar
çerçevesinde açılan hesaplara Fon tarafından uygulanacak faiz oranının yukarıda
yazılan 8. maddede açıklandığı, sigorta kapsamındaki mevduatın ödenmesine
ilişkin yasal düzenlemeler irdelendiğinde, mevduat kabul etme izni kaldırılan
bir bankadaki tasarruf mevduatına, bu tarihten sonra faiz tahakkuk
ettirilemeyeceği ve o bankaca mevduat sahibine açılan hesap için uygulanan faiz
oranının da mevduat sigortası kapsamında bulunmadığının görüldüğü, bu durumda,
İmar Bankasının mevduat kabul etme ve bankacılık faaliyetlerinde bulunma izninin
kaldırıldığı tarihten sonra, yönetim ve denetimi Fon'a geçen Bankadaki sigorta
kapsamında yapılacak ödemelerin taksitle yapılmasında ve bu taksit dönemi
içerisinde hesap sahiplerini enflasyon karşısında korumaya yönelik faiz oranları
getirilmesinde ve 3.7.2003 tarihinden geçerli T.C.Merkez Bankası döviz alış
kurunun esas alınmasında 5021 sayılı Kanuna aykırılık bulunmadığı, gerekçesiyle
davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı,
davanın reddine karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu; Bankacılık Düzenleme
ve Denetleme Kurumu ise, avukatlık ücretine hükmedilmemesinin hukuka aykırı
olduğunu ileri sürerek kararı temyiz etmekte ve bozulmasını
istemektedirler.
Temyiz edilen kararla ilgili dosyanın incelenmesinden; Danıştay Onüçüncü
Dairesince verilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu, dilekçelerde ileri
sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı
anlaşıldığından, davacının ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunun temyiz
istemlerinin reddine, Danıştay Onüçüncü Dairesinin 20.1.2006 günlü, E:2005/5272,
K:2006/258 sayılı kararının ONANMASINA, 19.10.2006 günü oyçokluğu ile karar
verildi.
K
A R Ş I O Y
Olay tarihinde yürürlükte olması nedeniyle dava konusu uyuşmazlıkta
uygulanması gereken bankalara ilişkin 4389 sayılı Yasa, ayrıca halen yürürlükte
bulunan 4969 sayılı Yasayı değiştiren 5021 sayılı Yasa, faaliyeti durdurulan
bankalardaki tasarruf mevduatının Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından
ödeneceğini duraksamaya yer bırakmayacak şekilde ifade etmiş; Fon yönetimine
tasarruf mevduatını ödeme yükümlülüğü getirmiştir.
4389 sayılı Bankalar Kanununun 15. ve 16. maddelerinde, tasarruf mevduatı
hesaplarından kesilen primlerin Fon'da toplanması; faaliyeti durdurulan
bankalardaki tasarruf mevduatı hesaplarının da Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu
tarafından ödenmesi öngörülmüştür. Yasanın 15. ve geçici 2. maddelerinde de,
mevduat garantisinin sınırı, uygulama usul ve esaslarının Bankacılık Düzenleme
ve Denetleme Kurulu tarafından, bu Kurul oluşturuluncaya kadar da Bakanlar
Kurulunca saptanacağı belirtilmiştir.
Bakanlar Kurulu, 4389 sayılı Yasanın 15. maddesinin 6 numaralı fıkrasının
(a) bendi ile geçici 1. maddesinin c fıkrasına dayanarak aldığı 1.6.2000 tarih,
2000/682 sayılı kararında, 1.1.2001 tarihinden itibaren 50 milyara kadar olan
tasarruf mevduatı hesaplarının sigorta kapsamında olduğunu
belirlemiştir.
3.7.2003 tarihli kararıyla İmar Bankasının mevduat toplama iznini
kaldıran Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu ise, yasal yetkisini
kullanarak bankalardaki tasarruf mevduatı hesaplarının sınır gözetmeksizin
tamamını 3.7.2003 tarihinden itibaren 5.7.2004 tarihine kadarki dönem için
sigorta kapsamına almıştır.
Ancak Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, İmar Bankasındaki tasarruf mevduatı
hesaplarını ödeyememiş; yasal yükümlülüğünü yerine getirememiştir. Bu arada,
İmar Bankasındaki tasarruf mevduatı hesaplarının bir bölümünün muvazaalı
olabileceği yolundaki iddialar üzerine 4969 sayılı Yasa çıkarılmış; Yasanın
geçici 2. maddesinde İmar Bankasındaki tasarruf mevduatı hesaplarının Bakanlar
Kurulunca belirlenecek usul ve esaslar doğrultusunda Fon yönetimince ödenmesi
yükümlülüğü tekrarlanmakla birlikte; mevduat hesaplarının varlığının şüpheye yer
vermeyecek biçimde kanıtlanması gerektiği belirtilmiştir.
Geçen süre içinde Bakanlar Kurulunca konuya ilişkin usul ve esasların
belirlenmemesi, İmar Bankasındaki tasarruf mevduatı hesaplarının ödenmemesi
nedeniyle çıkarılan, 16.12.2003 tarihinde yürürlüğe giren 5021 sayılı Yasa ile
4969 sayılı Yasanın geçici 2. maddesinin 1. fıkrası yeniden düzenlenmiş; Fon
yönetimine, faiz işletmek şartıyla mevduat hesaplarını taksitle ödeme olanağı
tanınmıştır. Fakat 16.12.2003 tarihinde yürürlüğe giren 5021 sayılı Yasa'da,
yasanın yürürlüğe girdiği tarihten önceki dönem için mevduat hesaplarına faiz
işletilip işletilemeyeceği; belirtilen dönemle ilgili Fon yönetiminin
yükümlülüğünün ne şekilde yerine getirileceği konusu
düzenlenmemiştir.
Bakanlar Kurulu, 5021 sayılı Yasayı dayanak göstererek İmar Bankasındaki
tasarruf mevduatı hesaplarından 10 milyara kadar olanların defaten, diğerlerinin
taksitle ve enflasyon farkı olarak tanımlanan faiziyle birlikte ödenmesi
yolundaki dava konusu kararını almıştır.
Anılan Bakanlar Kurulu kararı doğrultusunda Fon yönetimi, İmar
Bankasındaki tasarruf mevduatı 10 milyarın üzerinde olanlar adına 2004 yılı Ocak
ayında T.C. Ziraat Bankası'nda hesap açtırmış; bu hesaplardan, her hesabın
açıldığı tarihi izleyen gün başlangıç alınıp, faiz adı altında hesaplanan
enflasyon farkı da dahil edilmek suretiyle bulunan tutarlar ilgililere taksitler
halinde ödenmiştir. Bakanlar Kurulu kararında öngörülmemesi nedeniyle de,
mevduat tutarına göre 36 ayı bulabilen taksitlerle yapılan ödemelerde, 2004 yılı
Ocak ayından önceki döneme ilişkin faiz alacakları ilgililere
ödenmemiştir.
İmar Bankasında tasarruf mevduatı bulunan davacı, tasarruf mevduatının
defaten ödenmesi gerekirken dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı uygulanıp
taksitlendirildiğini, faiz değil, enflasyon farkı ödenmekle yetinildiğini,
böylece yasal yükümlülüğün, mevduat garantisinin gereğinin yerine
getirilmediğini öne sürerek Bakanlar Kurulu Kararının 6, 7, 8, 13. maddelerinin
iptalini; tasarruf mevduatının İmar Bankasının faaliyetinin durdurulduğu
3.7.2003 tarihinden itibaren mevduat faizi uygulanarak kendisine ödenmesine
karar verilmesini istemektedir.
Dava konusu uyuşmazlığın, iptali istenilen Bakanlar Kurulu Kararının
çıkarıldığı tarihten önceki ve sonraki dönemi de kapsaması nedeniyle, davacının
istemlerinin iki ayrı bölümde irdelenmesi gerekmektedir.
Bakanlar Kurulunun 29.12.2003 tarihli, 2003/6668 sayılı kararının 6, 7,
8, 13. maddelerinin iptali istemi;
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından İmar Bankasındaki tasarruf
mevduatı hesaplarının ödenmesi, mevduat sigortasının doğal sonucu olarak ortaya
çıkan yasal yükümlülük olup; bu yükümlülüğün, daha sonra çıkarılan bir yasayla
ortadan kaldırılması veya eksiltilmesi mümkün değildir.
Nitekim, 5021 sayılı Yasa da, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun İmar
Bankasındaki tasarruf mevduatı hesaplarını ödemekle yükümlü olduğunu
tekrarlamış; sadece Fon yönetimine faiz işletmek şartıyla taksitle ödeme olanağı
tanımıştır.
Yasa hükmünde yer alan faiz sözcüğünün, tasarruf mevduatının belli bir
vadede taksitlendirilerek ödenmesi söz konusu olduğuna göre, mevduat faizi
olarak anlaşılması zorunludur. Elbette bu mevduat faizi, İmar Bankasının
belirlediği mevduat faiz oranı değil, sigorta kapsamındaki mevduatın geri
ödenmesinde o döneme ilişkin hesaplanacak ortalama mevduat faiz oranı olacaktır.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun 3.7.2003 tarih, 1083 sayılı
kararında, İmar Bankasının faaliyette bulunduğu dönem için esas alınan, mevduat
toplamları en yüksek beş bankaca uygulanan faiz oranlarının ortalaması alınarak
hesap edilen ortalama mevduat faizinin, 5021 sayılı Yasaya göre yapılacak
taksitli ödemelerde de uygulanması gerekmektedir.
Oysa, 5021 sayılı Yasanın açık düzenlemesine karşılık, Bakanlar Kurulunun
dava konusu kararının 8. maddesinde, İmar Bankasında mevduat hesabı olanlara
yapılacak taksitle ödemede, faiz adı altında enflasyon farkı ödenmesi
öngörülmüştür. Bakanlar Kurulu Kararının 8. maddesinde "... söz konusu hesaplara
uygulanacak faiz oranı, ilgili faiz tahakkuk dönemi sonunda Devlet İstatistik
Enstitüsünce en son açıklanan Tüketici Fiyat Endeks sayısının tahakkuk dönemi
başlangıç tarihinde en son açıklanan Tüketici Fiyat Endeks sayısına bölünmesi
ile bulunan orandır." tanımı yapılmış, böylece ilgililere reel faiz ödenmeyip,
sadece enflasyon farkı ödenmesi yoluna gidilmiştir.
Bakanlar Kurulu Kararının anılan maddesi, 5021 sayılı Yasaya aykırı
olduğu gibi; ülkemizde olmayan, hukuki dayanaktan yoksun reel faizi içermeyen
bir faiz uygulamasını öngörmektedir.
Öte yandan, 5021 sayılı Yasanın yürürlük tarihi 16.12.2003 olmasına
rağmen, Bakanlar Kurulunun 8 ve 13. maddelerinde faiz uygulamasına başlangıç
olarak Fon yönetimince T.C. Ziraat Bankası A.Ş. nezdinde hesap açma tarihini
izleyen iş günü valörünün uygulanacağı, bu tarihten öncesi için Fon yönetiminin
sorumlu sayılmayacağı şeklinde, dayanak alınan yasaya aykırı düzenlemeler
yapılmış; Fon yönetiminin yasal yükümlülüğünün Bakanlar Kurulu Kararı ile
eksiltilmesi yoluna gidilmiştir.
Bu haliyle, İmar Bankasındaki mevduat hesaplarına ilişkin Bakanlar Kurulu
Kararının taksitlendirmeye ilişkin 6. ve 7. maddeleri yasaya uygun olmakla
birlikte; 8. ve 13. maddeleri 5021 sayılı Yasa ile yapılan düzenlemeyle
bağdaşmamaktadır.
Davacının İmar Bankasındaki tasarruf mevduatının, 3.7.2003 tarihi
itibariyle işletilecek mevduat faiziyle birlikte ödenmesi
istemi;
Yasal yükümlülüğün yerine getirilmemesi, herkes için olduğu gibi,
idarenin de hukuki sorumluluğunu gerektirir. Yasadan doğan ödeme yükümlülüğünü
makul sayılabilecek süre içinde yerine getirmeyen, temerrüde düşen idarenin
hizmeti kusurlu işlettiğinin kabulü zorunlu olup; uğranılan zararın hizmet
kusuru bulunan idarece tazmini gerektiği açıktır.
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun İmar Bankasındaki tasarruf mevduatı
hesaplarını ödeme yükümlülüğü, adı geçen Bankanın faaliyetinin durdurulduğu
3.7.2003 tarihinde doğmuştur. Fon yönetimi ise, Danıştay içtihatlarıyla idarenin
işlem tesisi için makul süre kabul edilen altmış günlük süre içinde yasal
yükümlülüğünü yerine getirmemiş; mevduat hesaplarını defaten ödemesi gerekirken,
altmış günlük sürenin dolduğu 2.9.2003 tarihi itibariyle temerrüde
düşmüştür.
5021 sayılı Yasa, Fon yönetimine ödeme kolaylığı, faiz ödemek şartıyla
taksitlendirerek ödeme olanağı sağlamış ise de; anılan Yasa, Fon yönetiminin
3.7.2003 tarihinde doğan ödeme yükümlülüğünü ortadan kaldırmamış veya
eksiltmemiştir. 5021 sayılı Yasanın, Fon yönetiminin bu yasanın yürürlüğünden
önceki dönemi düzenlememiş olması da, davalı idarenin belirtilen döneme ilişkin
hukuki sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır.
Bu itibarla, hakkında herhangi bir şüphe veya muvazaa iddiası olmayan
İmar Bankasındaki tasarruf mevduatı hesaplarının makul süre içinde ödenmesine
olanak sağlamayan, ödeme usul ve esaslarını belirlemeyen, temerrüde düşen davalı
idarelerin üstlendikleri hizmeti kusurlu işlettiklerinin kabulü gerekmektedir.
Dolayısıyla, olayda Başbakanlık ve Fon yönetiminin, hizmet kusuru nedeniyle
hukuki sorumlulukları bulunmaktadır. Davalı idarelerin temerrüt tarihinden
itibaren mevduat sigorta mevzuatına göre hesaplanacak ortalama mevduat faizini
ilgililere ödemek suretiyle hukuki sorumluluklarını yerine getirmeleri
mümkündür. İlgililere ödenecek mevduat faizi, mevduat sigorta mevzuatı
doğrultusunda, mevduat toplamları en yüksek beş bankanın uyguladıkları faiz
oranlarının ortalaması alınarak belirlenecek ortalama mevduat faizi
olacaktır.
Açıklanan nedenlerle, Bakanlar Kurulu Kararının 8 ve 13. maddelerinin
iptali, davacının mevduatına temerrüt tarihinden sonrası için mevduat faizi
işletilmesi gerektiğinden, davacının temyiz isteminin kısmen kabulü; Daire
kararının, davacının hukuken yerinde görülen istemlerine yönelik bölümünün
bozulması oyu ile aksi yoldaki karara katılmıyoruz.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
İdari
Dava Daireleri
Kurulu
Esas
No: 2005/2941
Karar
No: 2006/748
Özeti
: -Hiperbarik
oksijen tedavisi yöntemi uygulanan özel sağlık kuruluşunda; Tababet Uzmanlık
Tüzüğüne uygun şekilde "basınç odası kullanılarak hiperbarik oksijen tedavisi"
yapma konusunda uzmanlık eğitimi almış olan doktorların bu tedaviyi yapacağı,
- 1219 sayılı Kanun uyarınca
mesleğini serbest olarak icra eden "hekimlerin" ilgili mevzuat kapsamında sağlık
kuruluşu "açmasını" yasaklayan bir düzenleme bulunmadığı
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan
(Davalı)
: Sağlık Bakanlığı ANKARA
Karşı Taraf (Davacılar )
: 1-Sualtı ve Hiperbarik Tıp Derneği
2- …
3- …
4- …
8- …
11- ….
Vekilleri
:
Av. …
İstemin Özeti :
Danıştay Onuncu Dairesinin 22.2.2005 günlü, E:2001/5313, K:2005/656 sayılı
kararının iptale ilişkin kısmının temyizen incelenerek bozulması davalı idare
tarafından istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma
verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi Yakup
Bal'ın Düşüncesi : Temyize konu
kararın kısmen onanması, kısmen bozulması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Ekrem Atıcı'nın
Düşüncesi :Danıştay dava dairelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49.
maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Danıştay
Onuncu Dairesince verilen kararın onanmasının uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca dosyanın tekemmül
etmiş olduğu anlaşıldığından davalı idarenin yürütmenin durdurulması istemi
hakkındaki talebi görüşülmeksizin dosya incelendi, gereği
görüşüldü:
Dava, 1.8.2001 günlü, 24480 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan "Hiperbarik
Oksijen Tedavisi Uygulanan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelik"in iptali
istemiyle açılmıştır.
Danıştay Onuncu Dairesinin 22.2.2005 günlü, E:2001/5313, K:2005/656
sayılı kararıyla; 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına
Dair Kanun'un 8, 9. ncu maddelerinden bahisle, anılan Kanun hükümleri gereğince
yayımlanan ve davanın açılması sırasında yürürlükte bulunan Tababet Uzmanlık
Tüzüğü'nün 1 inci maddesinde, Türkiye'de tababet dallarında uzman olmak ve
uzmanlık belgesi almanın bu Tüzük hükümlerine tabi olduğu, "Uzmanlık yetkisi"
başlıklı 30 uncu maddesinde, "Uzmanlık belgesi alan tabip ve diş tabipleri, kamu
ve özel sektöre ait klinik, enstitü, laboratuvar veya diğer sağlık kurumlarında
uzmanlıkları ile ilgili tıbbi faaliyette bulunmak ve mesleklerini serbest olarak
uygulamak yetkisine sahiptirler..." hükmüne yer verildiği, anılan Tüzüğün Eki
Çizelgenin 25 inci sırasında Hava ve Uzay Hekimliği, 26 ıncı sırasında Deniz ve
Sualtı Hekimliğinin ana uzmanlık dalları olarak sayıldığı, uzmanlık
eğitimlerinin 2 yıl olduğu, halk sağlığı uzmanları için bu sürenin 1 yıl
olduğunun belirtildiği, bu davanın açılmasından sonra yeniden hazırlanan ve
19.6.2002 günlü ve 24790 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Tıpta Uzmanlık
Tüzüğünün eki listenin 34. sırasında da "Sualtı Hekimliği ve Hiperbarik Tıp"
adıyla 4 yıl süreli tıpta uzmanlık dalının ihdas edildiğinin görüldüğü, yukarıda
belirtilen Kanun ve Tüzük hükümleri birlikte incelendiğinde; genel tıp lisans
eğitimi ile yapılabilecek tıbbi faaliyet ve yardım konusu dışındaki özel
ihtisası gerektiren tıbbi faaliyette bulunabilmek için mutlaka o konuda "ihtisas
vesikasına" sahip olmak gerektiği sonucuna varıldığı, belirtilen nedenle,
Tababet Uzmanlık Tüzüğüne uygun şekilde "basınç odası kullanılarak hiperbarik
oksijen tedavisi" yapma konusunda uzmanlık eğitimi almış olan doktorlar dışında
uzmanlık eğitimi olmayan veya başka dalda uzman olan bir hekime belli süreli
kurs eğitimi sonucu bu tedaviyi yapma yetkisinin tanınmasının, 1219 sayılı
Kanunun 8 ve 9. maddelerine aykırı bulunduğu, bu durumda, basınç odası
kullanılarak hiperbarik oksijen tedavisi yapma görevini, kurs eğitimi sonucu
sertifika alan hekimlerin de yapmasına olanak sağlayan, dava konusu Yönetmeliğin
4. maddesinin (i) bendinde, 6. maddesindeki "hekim" sözcüğünde, 8. maddesinin 2.
fıkrasındaki, 9. maddesinin 1. fıkrasındaki, 10. maddesinin 1. fıkrası ile (a)
ve (b) bentlerindeki, 26.ve 36. maddelerindeki "sertifikalı hekim" ibaresinde
anılan mevzuata uyarlık bulunmadığı, 7.11.2002 günlü, 24929 sayılı Resmi
Gazetede yayımlanan yönetmelik ile dava konusu yönetmeliğin 5. maddesi ile 7.
maddesinin (f) bendi değiştirilmiş bulunduğundan davanın, değiştirilen
yönetmelik maddelerine yönelik kısmının konusunun kalmadığı, dava konusu
yönetmeliğin diğer kısımlarında ise hukuka aykırılık saptanmadığı gerekçesiyle
dava konusu Yönetmeliğin 4. maddesinin (i) bendinin, 6. maddesindeki "hekim"
sözcüğünün, 8. maddesinin 2. fıkrasında, 9. maddesinin 1. fıkrasında, 10.
maddesinin 1. fıkrası ile (a) ve (b) bentlerinde 26. ve 36. maddelerinde yer
alan "sertifikalı hekim" ibaresinin iptaline, sonradan değiştirilen yönetmelik
maddeleri yönünden davanın konusu kalmadığından davanın bu maddelere yönelik
kısmı hakkında karar verilmesine yer olmadığına; diğer maddeler yönünden ise
davanın reddine karar vermiştir.
Davalı idare, anılan kararın iptale ilişkin kısmının temyizen incelenerek
bozulmasını istemektedir.
Temyize konu kararın, dava konusu yönetmeliğin 4. maddesinin (i)
bendinin, 8. maddesinin 2. fıkrasında, 9. maddesinin 1. fıkrasında, 10.
maddesinin 1. fıkrası ile (a) ve (b) bentlerinde, 26 ve 36. maddelerinde yer
alan "Sertifikalı hekim" ibaresinin iptaline ilişkin kısmında bozmayı gerektiren
bir husus bulunmamaktadır.
Kararın, dava konusu yönetmeliğin 6. maddesindeki "hekim" sözcüğünün
iptaline ilişkin kısmına gelince;
Hiperbarik Oksijen Tedavisi Uygulanan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında
Yönetmeliğin 6. maddesi "Sağlık Kuruluşu Açmaya Yetkili Kişiler" başlığını
taşımakta ve yönetmelikte belirtilen sağlık kuruluşlarını Kanun uyarınca
mesleğini serbest icra eden hekim veya uzman hekimler ile özel hastaneler
mevzuatına göre ruhsatlandırılmış özel hastaneler, ayakta teşhis ve tedavi
hizmeti sunulan özel sağlık kuruluşlarının açabileceği
öngörülmektedir.
Aynı yönetmelikte sağlık kuruluşu; Hiperbarik oksijen tedavi yönteminin
uygulandığı özel sağlık kuruluşları şeklinde, "Hekim" ise 1219 sayılı Kanuna
göre mesleğini serbest olarak icra etmek yetkisine sahip tabipler şeklinde
tanımlanmaktadır.
Öte yandan 2219 sayılı Hususi Hastaneler Kanununun 1. maddesinde,
devletin resmi hastanelerinden ve hususi idarelerle belediye hastanelerinden
başka yatırılarak hasta tedavi etmek veya yeni hastalık geçirmişlerin zayıfları
yeniden eski kuvvetlerini buluncaya kadar sıhhi şartlar içinde beslenmek ve
doğum yardımlarında bulunmak için açılan ve açılacak olan sağlık yurtlarının
"hususi hastaneler"den sayılacağı, 3. maddesinde hususi hastanelerin Sağlık
Bakanlığının izni ile açılacağı, bu iznin verilmesi için şahıslara ait
hastanelerin mesul müdürleri ve diğer hastanelerinde bağlı oldukları
teşekküllerin yetkilileri tarafından valiliğe dilekçe verileceği
öngörülmüştür.
3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununun 3 ncü maddesi ile 9 ncu
maddesinin (c) bendine, 181 sayılı Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 43 ncü maddesine dayanılarak çıkartılan
Özel Hastaneler Yönetmeliğinin kapsamına devlete, il özel idarelerine,
belediyelere, üniversitelere ve diğer kamu tüzel kişilerine ait hastaneler hariç
olmak üzere; gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerine ait hastaneler alınmış olup,
4. maddesinde "Özel hastane"; Yönetmelik kapsamına giren gerçek kişiler ile özel
hukuk tüzel kişilerine ait olup, ayakta ve yatarak muayene, tahlil, tetkik,
tıbbi müdahale, ameliyat, tıbbi bakım ve diğer tedavi hizmetleri verilen ve an
az on yatak kapasitesi olan tedavi kuruluşları şeklinde tanımlanmıştır. Aynı
yönetmeliğin 5. maddesinde özel hastaneler, faaliyet alanlarına, hizmet
birimlerine, yatak kapasitelerine, teknolojik donanımlarına ve hizmet verilen
uzmanlık dallarının nitelik ve sayısına göre, genel hastaneler ve özel dal
hastaneleri olarak ikiye ayrılmış ve 7. maddesinde özel dal hastaneleri; belirli
bir yaş ve cins grubu hastalar ile belirli bir hastalığa tutulanlara veya bir
organ ve organ grubu hastalarına yönelik hizmet vermek üzere, hastanenin ana
faaliyetleri ile ilgili uzmanlık dallarından her birinde kadrolu en az iki uzman
tabip ile bu uzmanlık dalının gerektirdiği diğer uzmanlık dalları için en az bir
kadrolu uzman tabip çalıştıran ... tam gün faaliyet gösteren en az on yatak
kapasitesi olan özel hastaneler şeklinde belirtilmiş, 13. maddesinde özel
hastanelerin, bakanlığın izni ile açılıp ruhsatlandırılacağı, (e) fıkrasında
özel hastane bir şirket tarafından açılacak ise, sermaye durumunu ve şirket
ortaklarını gösteren ticaret sicil gazetesinin aslı veya noter tasdikli
örneğinin dilekçeye ekli başvuru dosyasında bulunacağı, 16. maddesinde özel dal
hastanelerinin mesul müdürlerinin, hastanenin ana faaliyet alanı ile ilgili
uzmanlık dalından bir uzman tabip olmasının şart olduğu
öngörülmüştür.
Yine, 1219 sayılı Kanun, 3359 sayılı Kanunun 9/c maddesi ve 181 sayılı
Kanun Hükmünde Kararnamenin 43. maddesine dayanılarak hazırlanan "Ayakta Teşhis
ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmeliğin" kapsamına
ayakta teşhis ve tedavi hizmeti yapılan özel sağlık kuruluşları alınmıştır.
Yönetmeliğin 5. maddesinde yönetmelik kapsamında bulunan sağlık kuruluşları;
merkezler, poliklinikler ve muayenehaneler olmak üzere üçe ayrılmış, 6.
maddesinde "merkezler"; tıp merkezleri, özel dal merkezleri ve teşhis merkezleri
olmak üzere yine üçe ayrılmış, (b) fıkrasında özel dal merkezi; belirli bir yaş
ve cins grubu hastalar ile belirli bir hastalığa tabi tutulanlara veya bir organ
veya grubu hastalara yönelik hizmet vermek üzere, biri kadrolu olmak kaydıyla
ilgili uzmanlık dalında en az iki uzman hekim çalıştıran ... özel sağlık
kuruluşları şeklinde tanımlanmış, 9. maddesinde ise 6 ncı ve 7 nci maddelerde
belirtilen sağlık kuruluşlarının; Kanuna göre mesleğini serbest olarak icra
etmek yetkisine sahip serbest çalışan hekimler ile ... ayrıca ortaklarının
tamamı hekim veya uzman hekimlerin bulunduğu şirketler, ... tarafından
açılabileceği ve işletilebileceği, 27. maddesinde özel dal merkezlerinin,
uygunluk belgelerinde belirtilen tıp dallarında düzenli ve sürekli olarak
faaliyet göstermek zorunda olduğu, özel dal merkezlerinde kadrolu hekimin
çalışma saatlerinin resmi çalışma günlerinde valiliklerce belirlenen resmi mesai
ile uyumlu olacağı öngörülmüştür.
Yukarıda belirtilen mevzuatın birlikte değerlendirilmesinden; Hususi
Hastaneler Kanunu ile Özel Hastaneler Yönetmeliği kapsamında açılacak
hastanelerin hekim olmayan gerçek ve özel hukuk tüzel kişileri tarafından da
açılabileceği, özel dal hastanelerinin ana faaliyetleri ile ilgili uzmanlık
dallarından herbirinde kadrolu en az iki uzman tabip çalıştırılması, mesul
müdürlerinin de, hastanenin ana faaliyet alanıyla ilgili uzmanlık dalında bir
uzman olması gerektiği, öte yandan Ayakta Teşhis ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık
Kuruluşları Hakkında Yönetmelik kapsamında açılacak ayakta teşhis ve tedavi
merkezlerinin ise, 1219 sayılı Kanuna göre mesleğini serbest olarak icra etmek
yetkisine sahip serbest çalışan "hekimler" ile ayrıca "ortaklıklarının tamamı
hekim veya uzman hekim" olan şirketler tarafından açılabileceği, yine anılan
yönetmelik kapsamında açılacak özel dal merkezinde biri kadrolu olmak üzere
ilgili uzmanlık dalında en az iki uzman hekimin çalıştırılması gerektiği
sonucuna ulaşılmıştır.
Bu durumda, gerek Hususi Hastaneler Kanunu, gerek Özel Hastaneler
Yönetmeliği, gerekse Ayakta Teşhis ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları
Hakkında Yönetmelikte, 1219 sayılı Kanun uyarınca mesleğini serbest olarak icra
eden "hekimlerin" belirtilen mevzuat kapsamında sağlık kuruluşu "açmasını"
yasaklayan bir düzenleme bulunmaması nedeniyle, sağlık kuruluşu açmaya yetkili
kişileri düzenleyen dava konusu yönetmeliğin 6. ncı maddesindeki "hekim"
ibaresinin iptalinde hukuki isabet görülmemiştir. Dairece yönetmeliğin 4/i
maddesinde yer alan "sertifikalı hekim" tanımının, yine 8. maddenin 2.
fıkrasında, 9. maddenin 1. fıkrasında, 10.maddenin 1. fıkrası ile (a) ve (b)
bentlerinde, 26 ve 36. maddelerinde yer alan "sertifikalı hekim" ibarelerinin
iptal edilmiş olması karşısında, açılacak hiperbarik oksijen tedavisi yöntemi
uygulanan özel sağlık kuruluşunda; Tababet Uzmanlık Tüzüğüne uygun şekilde
"basınç odası kullanılarak hiperbarik oksijen tedavisi" yapma konusunda uzmanlık
eğitimi almış olan doktorların bu tedaviyi yapacağı
açıktır.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Onuncu Dairesinin 22.2.2005 günlü,
E:2001/5313, K:2005/656 sayılı kararının, dava konusu Yönetmeliğin 4. maddesinin
(i) bendinin, 8. maddesinin 2. fıkrasında, 9. maddesinin 1. fıkrasında, 10.
maddenin 1. fıkrası ile (a) ve (b) bentlerinde, 26 ve 36. maddelerinde yer alan
"sertifikalı hekim" ibaresinin iptaline ilişkin kısmının ONANMASINA, 6.
maddesindeki "hekim" sözcüğünün iptaline ilişkin kısmının BOZULMASINA 16.6.2006
günü oybirliği ile karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
İdari
Dava Daireleri
Kurulu
Esas
No: 2005/1846
Karar
No: 2006/746
Özeti
: T.C.
Merkez Bankasının, 3046 sayılı Kanun kapsamında Devlet Bakanlığının "ilgili
kuruluşu" şeklinde nitelendirilmesine hukuken imkan bulunmadığı, Banka
Meclisinin 1211 sayılı Kanunun 22. maddesinin (k) bendi ve 32. maddesi uyarınca
Bankanın idare, teşkilat ve hizmetleri ile personeline ilişkin düzenlemeleri
yürürlüğe koyma konusunda yetkili olduğu ve bu yetkiye dayanarak gelişen hizmet
koşullarına göre yeni teşkilatlanmaya gidebileceği
hakkında.
Karar Düzeltme İsteminde Bulunan
(Davacılar) :
1-...
2-... 3-... 4-… 5-... 6-... 7-... 8-... 9-... 10-... 11-...
12-… 13-... 14-...15-... 16-... 17-… 18-...19-… 20-… 21...
22-.. . 23-… 24-… 25-… 26-… 27-… 28-… 29-… 30-… 31-
Vekilleri
: Av.
…
Karşı Taraf (Davalı) :
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Ulus/ANKARA
Vekilleri
: Av. …
İstemin Özeti
: Danıştay
İdari Dava Daireleri Kurulunca verilen ve Danıştay Beşinci Dairesinin 24.11.2004
günlü, E:2003/570, K:2004/4653 sayılı kararının bozulmasına ilişkin bulunan
10.3.2005 günlü, E:2005/74, K:2005/68 sayılı karara karşı, davacılar kararın
düzeltilmesi isteminde bulunmaktadırlar.
Savunmanın Özeti :
Yerinde olmadığı ileri sürülen karar düzeltme isteminin reddi gerektiği
savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi Yakup
Bal'ın Düşüncesi : Karar düzeltme
isteminin kabul edilerek Daire kararının gerekçeli onanması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Kemal Bilecen'in
Düşüncesi :
Karar düzeltilme dilekçesinde ileri sürülen nedenlere göre, istemin kabulü ile
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 10.3.2005 günlü, E:2005/74, K:2005/68
sayılı Bozma kararının kaldırılarak Danıştay Beşinci Dairesinin 24.11.2004
günlü, E:2003/570, K:2004/4653 sayılı kararının onanmasının uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca; 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanununun 54. maddesi uyarınca davacıların karar düzeltme istemi
kabul edilerek, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 10.3.2005 günlü,
E:2005/74, K:2005/68 sayılı kararı kaldırılarak gereği
görüşüldü:
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Teftiş Kurulunda görevli bulunan
davacılar; Banka Meclisinin 24.12.2002 tarihli toplantısında alınan kararla
onaylanarak yürürlüğe konulan T.C. Merkez Bankası İç Denetim Yönetmeliğinin
iptali istemiyle dava açmışlardır.
Danıştay Beşinci Dairesinin 24.11.2004 günlü, E:2003/570, K:2004/4653
sayılı kararıyla;1211 sayılı T.C. Merkez Bankası Kanununda, Banka Meclisine
tanınan teşkilatı düzenleme yetkisinin, Bankanın kamu kurumu ve ilgili kuruluş
olması nedeniyle Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkındaki 3046 sayılı
Kanunla sınırlı olup; iki yasal düzenlemenin birlikte uygulanmasının zorunlu
olduğu, anılan iki yasal düzenleme birlikte değerlendirildiğinde, bir kamu
kurumu ve ilgili kuruluş olan Bankanın teşkilatını düzenleyen Kanun hükümlerinin
yasallık ilkesine aykırı bulunmadığı, davacıların Anayasaya aykırılık iddiasının
ciddi olmadığı sonucuna varıldığı; ayrıca davalı idarenin davacıların dava
konusu yönetmelikle menfaat ilgisi olmadığı yolundaki iddiasının yerinde
görülmediği; diğer yandan davacılardan ...'in davadan feragat etmesi nedeniyle
bu kişi yönünden davanın esası hakkında karar verilmesine yer bulunmadığı;
Türkiye'de banknot ihracı imtiyazına münhasıran sahip, temel amacı ülkemizde
fiyat istikrarını sağlamak olan, sermayesindeki Hazine payının yüzde ellibirden
aşağı düşmeyeceği yasayla hükme bağlanan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına,
1211 sayılı Kanunla verilen işlevin doğal sonucu olarak özel hukuki statü
tanınıp, karma bir hukuki rejime tabi tutulmasının, yasayla para politikasını
belirleyip, uygulama yetkisi verilen, hükümetin mali ve ekonomik müşaviri ve
haznedarı olarak tanımlanan Bankayı özel hukuk tüzel kişisine dönüştürmeyeceği
ve Bankanın kamu kurumu niteliğini ortadan kaldırmayacağı, kamu iktisadi
teşebbüslerinin denetim esaslarını düzenleyen 3346 sayılı Kanunun da, milli
bütçenin incelenmesi yoluyla TBMM'nce denetlenmesini öngördüğü Bankanın, kamu
kurumu niteliğini vurguladığı, esasen sermayesinin yarısından fazlası Hazineye
ait olup, karını Hazineye aktaran, para otoritesi olarak örgütlenen Bankanın,
özel hukuk tüzel kişisi olarak tanımlanmasına olanak olmayıp, kamu kurumu olarak
kabulü gerektiği, T.C. Merkez Bankasının, kamu kurumu olması nedeniyle 3046
sayılı Kanuna göre Devlet Bakanlığının ilgili kuruluşu olduğu, dolayısıyla
Bankanın, sadece 1211 sayılı Kanun ile değil, aynı zamanda 3046 sayılı Kanunda
ilgili kuruluşların teşkilatını düzenleyen kurallar uygulanarak
teşkilatlanmasının mümkün olduğu, bir başka deyişle Banka Meclisinin, Bankanın
özel statüsü gereği 1211 sayılı Kanunun 22/k (kararda sehven 22/c yazılmıştır.)
maddesiyle tanınan düzenleme yetkisini, 3046 sayılı Kanunda yer alan ilgili
kuruluşlar hakkındaki kurallar ve sınırlar içinde kullanabileceği, Bakanlıkların
kuruluş ve görev esaslarını düzenleyen 3046 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinde
"ilgili kuruluşlarda hizmet özelliklerine göre hangi danışma, denetim ve
yardımcı birimlerin kurulacağı, bu kuruluşların kuruluş kanunu veya statülerinde
belirlenir." hükmüne yer verildiği, aynı Kanunun 33 üncü maddesinde ise,
"Bakanlık bağlı ve ilgili kuruluşlarındaki danışma, denetim ve yardımcı
birimlerin görevleri bakanlık merkez teşkilatındaki benzer birimlerin görevleri
esas alınarak kanunla düzenlenir." kuralına yer verilerek, ilgili kuruluşların
danışma ve denetim birimleri ile yardımcı birimlerinin merkezdeki benzerleriyle
sınırlı tutulduğu, 3046 sayılı Kanunda danışma, denetim ve yardımcı birimlerin,
Teftiş Kurulu Başkanlığı, APK Kurulu Başkanlığı, Basın ve Halkla İlişkiler
Müşavirliği, Personel Genel Müdürlüğü, Eğitim Daire Başkanlığı, İdari ve Mali
İşler Daire Başkanlığı, Savunma Sekreterliği, Özel Kalem Müdürlüğü şeklinde
sayıldığı ve iç denetim birimine yer verilmediği, Anayasanın 123 ve 128 nci
maddeleri karşısında, kamu kurumlarında yasayla belirlenmeyen teşkilatlanmaya
gidilemeyeceği, bu itibarla T.C. Merkez Bankası Banka Meclisinin, 3046 sayılı
Kanunda ilgili kuruluşlarda yer alacak danışma, denetleme ve yardımcı birimlerin
sınırlandırılması, iç denetime yer verilmemesi, 1211 sayılı Kanunda da iç
denetimin yer almaması karşısında, iç denetim genel müdürlüğü kurmaya yetkili
bulunmadığı, öte yandan Resmi Gazetede Yayımlanacak Yönetmeliklere İlişkin 3011
sayılı Kanunun 1.maddesinde "Başbakanlık, bakanlıklar ve kamu tüzel kişilerinin,
a) İşbirliğine, yetki ve görev alanlarına ait hükümleri düzenleyen, b) kamu
personeline ait genel hükümleri kapsayan..." yönetmeliklerin Resmi Gazetede
yayımlanacağı hükme bağlandığından, kamu kurumu olan Bankanın yetki ve görev
alanına ait hükümlerine ilişkin ve kamu personeli olan Banka memurlarına ait
genel hükümleri kapsayan davaya konu Yönetmeliğin de Resmi Gazete'de
yayımlanması gerektiği, 1211 sayılı Kanunun "Türk Parasının İstikrarını Korumaya
İlişkin Görev ve Yetkiler Bölümünde" yer alan, "İlan Edilecek Hususlar" başlıklı
39. maddesinde Resmi Gazete'de ilan edilecek bazı kararlara yer verilmişse de;
söz konusu düzenlemenin Türk parasının istikrarını korumaya ilişkin olarak
alınan kararlardan hangilerinin Resmi Gazete'de yayımlanacağına ilişkin
kuralları içerdiği, burada sayılmayan düzenlemelerin Resmi Gazete'de
yayımlanmayacağı yönünde 3011 sayılı Kanunun anılan kurallarına istisna getiren
bir düzenleme olmadığı, dolayısıyla dava konusu yönetmeliğin, 3011 sayılı Kanuna
göre Resmi Gazete'de yayımlanmaması nedeniyle şekil yönünden de hukuka aykırı
bulunduğu gerekçesiyle davacılardan ... yönünden karar verilmesine yer
bulunmadığına, dava konusu Merkez Bankası İç Denetim Yönetmeliğinin yetki ve
şekil yönünden iptaline hükmedilmiştir.
Daire kararının; T.C. Merkez Bankası Banka Meclisinin, 3046 sayılı
Kanunda ilgili kuruluşlarda yer alacak danışma, denetleme ve yardımcı birimlerin
sınırlandırılması, İç denetime yer verilmemesi, 1211 sayılı Kanunda da iç
denetimin yer almaması karşısında, iç denetim genel müdürlüğü kurmaya yetkili
bulunmadığına ilişkin iptal gerekçesi yeniden
incelendiğinde;
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, 26.1.1970 günlü, 13409 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren, 1211 sayılı Kanun ile, Türkiye'de
banknot ihracı imtiyazına münhasıran sahip ve bu Kanunda yazılı görev ve
yetkileri haiz olmak üzere anonim şirket olarak kurulmuş ve Kanunun 1.
maddesinde, Bankanın bu Kanunda açıklık bulunmayan hallerde özel hukuk
hükümlerine tabi olduğu belirtilmiştir.
1211 sayılı Kanunun 4651 sayılı Kanunun 1. maddesiyle değişik 4.
maddesinde, Bankanın temel görev ve yetkileri düzenlenmiş olup, temel amacı
fiyat istikrarını sağlamak olan Bankanın, fiyat istikrarını sağlamak için
uygulayacağı para politikasını ve kullanacağı para politikası araçlarını
doğrudan kendisinin belirleyeceği öngörülmüştür. Temel görevleri arasında; açık
piyasa işlemleri yapmak, Hükümetle birlikte Türk Lirasının iç ve dış değerini
korumak için gerekli tedbirleri almak, bankaların ve uygun görülecek diğer mali
kurumların yükümlülüklerini esas alarak zorunlu karşılıklar ve umumi
disponibilite ile ilgili usul ve esasları belirlemek, reeskont ve avans
işlemleri yapmak, ülke altın ve döviz rezervlerini yönetmek, Türk Lirasının
hacim ve tedavülünü düzenlemek, para ve döviz piyasaları ile ilgili düzenleyici
tedbirleri almak gibi görevleri bulunan Bankanın, banknot ihracı, Hükümetle
birlikte enflasyon hedefi tespiti gibi yetkileri bulunmaktadır. Ayrıca Banka,
Hükümetin mali ve ekonomik müşaviri, mali ajanı ve haznedarı durumunda olup,
Bankanın Hükümet ile ilişkisi Başbakan aracılığıyla
sağlanmaktadır.
Kanunun anılan 4. maddesinde; Bankanın, bu Kanunla ve mevzuatla kendisine
verilen yetki ve görevlerle ilgili olarak "düzenlemeler yapmaya" ve bunları
"uygulamaya", bunlara uygun hareket edilip edilmediğini ve kendisine gönderilen
bilgilerin doğru olup olmadığını "denetlemeye" görevli ve yetkili olduğu ayrıca
belirtilmiş ve Bankanın, bu Kanun ile kendisine verilen görev ve yetkileri,
kendi sorumluluğu altında "bağımsız" olarak yerine getireceği ve kullanacağı
kurala bağlanmıştır.
Diğer yandan, Bankanın sermayesi 1211 sayılı Kanunda belirlenmiş ve 8.
maddede (A) sınıfı hisse senetlerinin tamamının Hazineye ait olduğu, Hazinenin
hissesinin, sermayenin yüzde elli birinden aşağı düşemeyeceği
öngörülmüştür.
1211 sayılı Kanunun 13. maddesinde; Bankanın organları Genel Kurul, Banka
Meclisi, Para Politikası Kurulu, Başkanlık, Yönetim Komitesi olarak belirlenmiş;
Banka Meclisinin görev ve yetkilerinin sayıldığı 22. maddenin (k) bendinde;
Banka Meclisinin, Bankanın idare, teşkilat ve hizmetleri ile personeline ilişkin
olarak hazırlanan düzenlemelerin onaylanması ile görevli ve yetkili olduğu
belirtilmiştir.
1211 sayılı Kanunun 25. maddesine göre Bankanın Başkanı (Guvernör),
Bakanlar Kurulu Kararıyla beş yıllık bir dönem için atanmakta ve bu sürenin
sonunda yeniden atanabilmektedir. Kanunun 29. maddesine göre de, dört Başkan
Yardımcısı, Başkanın önerisi üzerine müşterek kararla beş yıl süre ile
atanmaktadır.
Banka personelinin statüsünün düzenlendiği 1211 sayılı Kanunun 32.
maddesinde ise; Banka personelinin, Banka memurları ile Banknot Matbası
işçilerinden oluştuğu; Banka memuru deyiminin, Banka hizmetlerinin gerektirdiği
asli ve sürekli görevlerde, devamlı vazife görmek üzere atanan kişileri ifade
ettiği, Banka personelinin bu Kanun ile Banka Meclisince düzenlenecek statü
hükümlerine tabi olduğu hükmüne yer verilmiştir. Ayrıca Kanunun 34. maddesinde;
Banknot Matbası işçileri hariç, Banka mensupları hakkında, emeklilik açısından
5434 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiş bulunmaktadır. Bununla
beraber Kanunun 35. maddesinde; Banka mensuplarının, görevleri ile ilgili
olarak, Bankaya verdikleri zararlardan ötürü Borçlar Kanununun haksız fiil
hükümlerine tabi olduğu belirtilmiş ve bu maddenin gerekçesinde, özel hukuk
tüzel kişisi olan Bankanın mensupları ceza bakımından memur kapsamına
girmediklerinden bu madde kapsamına giren fiillerinin haksız fiil ve emniyeti
suistimal sayılacağı ifade edilmiştir.
Tüm bu yasal düzenlemeler yanında, yasakoyucu, Türkiye Cumhuriyet Merkez
Bankasının kendine özgü ve özel durumunu kuvvetlendirmek, Bankanın diğer kamu
kurum ve kuruluşlarıyla olan farkını ortaya koymak için, 1211 sayılı Kanunun 69.
maddesiyle farklı bir düzenlemeye gitmiş ve yürürlükteki kanunların bu Kanuna
uymayan hükümlerinin Banka hakkında uygulanmayacağını kurala
bağlamıştır.
Bu arada 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkındaki Kanun Hükmünde
Kararnamenin "istisnalar" başlıklı 58. maddesinde, T.C. Merkez Bankası Anonim
Şirketinin, bu Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine tabi olmadığı belirtilmiş;
Kamu İktisadi Teşebbüsleri ile Fonların Türkiye Büyük Millet Meclisince
Denetlenmesinin Düzenlenmesine Dair 3346 sayılı Kanunun "kapsam" başlıklı 2.
maddesinin son fıkrasında; T.C. Merkez Bankasının bu Kanunla konulan denetime
tabi olmadığı, bu Bankanın TBMM' ce denetlenmesinin Anayasanın 162. maddesinde
söz konusu milli bütçenin incelenmesi yoluyla yapılacağı
öngörülmüştür.
Benzer şekilde 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun "Yürürlükten
Kaldırılan Hükümler" başlıklı 237. maddesinin (d) bendinde; 1211 sayılı Türkiye
Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunu hükümlerinin saklı olduğu belirtilerek, banka
personelinin 1211 sayılı Kanun çerçevesinde belirlenen statü hükümlerine tabii
olduğu kabul edilmiştir.
Belirtilen mevzuatın incelenmesinden anlaşılacağı üzere; temel amacı
fiyat istikrarını sağlamak olan, ülkenin para politikasının belirlenmesinde ve
uygulanmasında tek yetkili ve sorumlu bulunan, banknot ihracı imtiyazına tek
elden sahip olan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, anonim şirket olarak
kurulmuş ve 1211 sayılı Kanunda açıklık bulunmayan hallerde özel hukuk
hükümlerine tabi kılınmış olup, kuruluş amacı, görev ve yetkileri açısından;
Bankanın kamusal görev ve yetkilerle donatıldığı, kamu hizmeti yerine getirdiği,
hisselerinin çoğunluğunun Hazineye ait bulunduğu, milli bütçe içinde yer aldığı,
Banka Esas Mukavelesinin Bakanlar Kurulu Kararıyla yürürlüğe girdiği, Başkan
(Güvernör)'ın Bakanlar Kurulu Kararıyla, Başkan Yardımcılarının müşterek
kararname ile atandığı, Banknot Matbası işçileri hariç Banka mensupları hakkında
5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu hükümlerinin uygulandığı ve bunların kamu
personeli olduğu gibi hususlar gözönüne alındığında, Bankanın kamu kurumu,
personelinin de kamu personeli olduğunda kuşku olmayıp, esasen Danıştay Beşinci
Daire kararında da bu husus açıklıkla vurgulanmıştır.
Bununla beraber Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının; Başkan ve Başkan
yardımcılarının 5 yıllık süreyle atanmaları ve yasak faaliyetlerin gerçekleşmesi
ve verilen görevlerin devamlı surette ifasını imkansız kılacak durumlar ortaya
çıkması dışında bu süre içinde görevden alınamaması, böylece görev süresince
görevden alınmaya karşı yasal güvence sağlanması; Bankanın bütçesinin
oluşturulması ya da kârının dağıtılmasının belirlenmesi konusunda Bakanlar
Kuruluna yetki verilmeyerek, bütçe açısından yasayla güvence altına alınıp
korunması; banknot ihracı konusunda tekel olup, para basımını Hükümetin isteğine
göre ayarlamaması, piyasaya para arzının miktarını belirlemek konusunda tek
yetkili olması; Bankanın tek ve temel hedefi olan fiyat istikrarını sağlamak
için uygulayacağı para politikasını ve kullanacağı para politikası araçlarını
doğrudan kendisinin belirlemesi, fiyat istikrarı hedefi için para politikası
araçlarını Hükümetin onayına gerek duymadan serbestçe kullanabilmesi; 1211
sayılı Kanunla ve mevzuatla kendisine verilen yetki ve görevlerle ilgili olarak
düzenlemeler yapmaya ve bunları uygulamaya, bu düzenlemelere tabi kurum ve
kuruluşlar nezdinde bunlara uygun hareket edilip edilmediğini denetlemeye
görevli ve yetkili olması; 1211 sayılı Kanunun 4. maddesinde de ifade edildiği
üzere Bankanın bu Kanun ile kendine verilen görev ve yetkileri, kendi
sorumluluğu altında bağımsız olarak yerine getirmesi ve kullanması gibi
özellikleri dikkate alındığında, Bankanın merkezi idareden bağımsız ve özerk,
kendine özgü bir kamu kurumu olduğu sonucuna
varılmaktadır.
Her ne kadar T.C. Merkez Bankası, fiyat istikrarını sağlamak amacı ile
çelişmemek kaydıyla Hükümetin büyüme ve istihdam politikalarını desteklemek,
Hükümetle birlikte Türk Lirasının iç ve dış değerini korumak için gerekli
tedbirleri almak, Hükümete mali ve ekonomik müşavirlik hizmeti vermek gibi
görevleri bulunmakta ise de; 1211 sayılı Kanun incelendiğinde, Bankanın bu
Kanunla verilen görev ve yetkilerini yerine getirirken ve kullanırken yaptığı
tasarruf ve işlemler üzerinde gerek Bakanlar Kuruluna gerekse Bankanın Hükümetle
olan ilişkilerini sağlayan Başbakana onaylama, reddetme ya da yerine geçerek
karar verme şeklinde bir yetki tanınmadığı görülmektedir. Bu açıdan T.C. Merkez
Bankasının, Anayasa Mahkemesi kararlarında ve doktrinde, "merkezi yönetimin
vesayet yetkisine bağlı diğer kamu tüzel kişilerinin yürütülebilir (icrai)
kararlarını onaylama, geri çevirme, kimi ayrık durumlarda da değiştirerek
onaylama yetkisi" olarak tanımlanan idari vesayete tabi olmadığı
anlaşılmaktadır.
Danıştay Beşinci Dairesince, T.C. Merkez Bankasının salt kamu kurumu
olması nedeniyle Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esaslarını Düzenleyen 3046
sayılı Kanuna göre Devlet Bakanlığının ilgili kuruluşu olduğu belirtilmiş,
ancak, Bankanın, 3046 sayılı Kanunun 11. maddesinde öngörüldüğü şekilde bir
"ilgili kuruluş" olup olmadığı tartışılmamıştır.
3046 sayılı Kanunun 11. maddesine göre, "özel kanun veya statü ile
kurulan, iktisadi devlet teşekkülleri ve kamu iktisadi kuruluşları ile bunların
müessese, ortaklık ve iştirakleri veya özel hukuki, mali ve idari statüye tabi,
hizmet bakımından yerinden yönetim kuruluşları" ilgili kuruluş olarak
nitelenmektedir.
T.C. Merkez Bankası, özel bir kanunla kurulmakla beraber, kamu iktisadi
teşebbüsü sayılmadığına ve görev ve yetkilerini kullanırken, kendi teşkilatını
kendisi oluştururken, personeli ile ilgili tasarrufta bulunurken merkezi
idarenin idari vesayeti altında olmadığından hizmet bakımından yönetim kuruluşu
olarak da nitelendirilemiyeceğine göre, Bankanın ne Başbakanlığın ne de bir
Devlet Bakanlığının "ilgili kuruluşu" olması ve bu nedenle 3046 sayılı Kanun
kapsamında kabul edilmesi mümkün değildir. 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez
Bankası Kanununun 4. maddesinde yer alan "Bankanın Hükümetle ilişkisi, Başbakan
aracılığı ile sağlanır." hükmü gereğince, Bankanın ancak Başbakanlık ile
"ilişkili" bir kuruluş olduğu söylenebilir ki, yasakoyucu tarafından yapılan bu
niteleme, idari vesayeti içinde barındırmaması nedeniyle Bankanın bağımsız ve
özerk yapısına daha uygun düşmektedir. Hemen belirtmek gerekirki, Türkiye
Cumhuriyet Merkez Bankasının, doktrinde "bağımsız idari otorite" olarak
nitelendirilen kuruluşlara benzer şekilde görev ve yetki alanı ile ilgili olarak
merkezi idareden bağımsız kabul edilmesi ve bu açıdan "ilişkili kuruluş"
şeklinde değerlendirilmesi, Anayasada yerini bulan idarenin bütünlüğü ilkesini
zedeleyici bir özellik arz etmemektedir.
Zira; 1211 sayılı Kanunun 42. maddesinde; Başbakanın, Bankanın işlem ve
hesaplarını denetlettirebileceği, Başbakanlığın bu hususta her türlü bilgiyi
Bankadan isteyebileceği belirtilmiş olup, idarenin bütünlüğü ilkesini sağlamak
açısından benzer araçlar mevzuatta merkezi idareye
tanınmıştır.
Diğer yandan Bakanlar Kurulunun görev dağılımını göstermek amacıyla
yapılan listede, T.C. Merkez Bankasının Devlet Bakanlığının "ilgili kuruluşu"
olarak gösterilmiş olması Bankanın ilgili kuruluş olarak kabul edilmesi için
hukuken geçerli bir neden olmayacağı açıktır.
Tüm bu açıklamalar çerçevesinde, davacıların Anayasaya aykırılık iddiası
ciddi ve yerinde bulunmadığı gibi, görev ve yetki alanına ilişkin olarak merkezi
idareden bağımsız ve özerk bir kamu kuruluşu olduğu belirlenen T.C. Merkez
Bankasının, 3046 sayılı Kanun kapsamında Devlet Bakanlığının "ilgili kuruluşu"
şeklinde nitelendirilmesine hukuken imkan bulunmadığından, Banka Meclisinin,
1211 sayılı Kanunun 22. maddesinin (k) bendi ve 32. maddesi uyarınca Bankanın
idare, teşkilat ve hizmetleri ile personeline ilişkin düzenlemeleri yürürlüğe
koyma konusunda yetkili olduğu ve bu yetkiye dayanarak gelişen hizmet
koşullarına göre yeni teşkilatlanmaya gidebileceği
kuşkusuzdur.
Belirtilen nedenlerle, Danıştay Beşinci Dairesince; T.C. Merkez
Bankasının 3046 sayılı Kanun kapsamında ilgili kuruluş olduğu, 3046 sayılı
Kanunda, ilgili kuruluşlarda yer alacak danışma ve denetim birimleri arasında iç
denetim birimine yer verilmemesi, 1211 sayılı Kanunda da iç denetim biriminin
yer almaması nedeniyle, Banka Meclisinin İç Denetim Genel Müdürlüğü kurmaya
yetkili olmadığı yolunda verilen kararın bu kısmında hukuki isabet
görülmemiştir.
Temyize konu kararın; kamu kurumu olan T.C. Merkez Bankasının görev ve
yetki alanına ait hükümlerine ilişkin olan ve kamu personeli olan Banka
memurlarına ait genel hükümleri kapsayan davaya konu yönetmeliğin, 3011 sayılı
Resmi Gazete'de yayımlanacak Yönetmeliklere İlişkin Kanunun 1. maddesinin (a) ve
(b) bentleri uyarınca Resmi Gazete'de yayımlanması gerektiği halde,
yayımlanmamasının şekil yönünden hukuka aykırı olduğu yolundaki iptal
gerekçesine gelince; Daire kararında belirtilen gerekçelerle dava konusu
yönetmeliğin Resmi Gazete'de yayımlanması gerektiği sonucuna ulaşıldığından
kararın bu kısmının bozulmasını gerektirecek bir husus
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin reddine, Danıştay
Beşinci Dairesinin 24.11.2004 günlü, E:2003/570, K:2004/4653 sayılı kararının
yukarıda belirtilen gerekçeyle ONANMASINA 15.6.2006 günü oyçokluğu ile karar
verildi.
K
A R Ş I O Y
Genel
idare teşkilatı içinde yeri ve statüsü 1211 sayılı Kanun ile belirlenen T.C.
Merkez Bankasının, görev ve yetkilerini kullanırken merkezi idareden bağımsız,
kendine özgü bir kamu kurumu olduğu, Banka memurları kamu personeli olmakla
beraber bu personelin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunundan istisna tutularak
genel personel sisteminin dışında bırakılıp, 1211 sayılı Kanun ile belirlenin
çerçevede statü hükümlerine tabi kılındığı, yasakoyucu tarafından Bankanın
bağımsız kendine özgü statüsünü teminat altına almak için, yürürlükteki
kanunların bu Kanuna uymayan hükümlerinin Banka hakkında uygulanmayacağının
kurala bağlandığı dikkate alındığında, 3011 sayılı Resmi Gazete'de Yayımlanacak
Yönetmeliklere ilişkin Kanunun T.C. Merkez Bankası hakkında uygulanamayacağı
sonucuna ulaşılmıştır.
Bu nedenle, dava konusu Yönetmeliğin 3011 sayılı Kanun uyarınca Resmi
Gazete'de yayımlanması gibi bir zorunluluktan söz etmek mümkün
değildir.
Açıklanan nedenlerle, davaya konu Yönetmeliğin maddeleri yönünden
uyuşmazlığın esası incelenmek üzere dosyanın adı geçen Daireye gönderilmesi
gerektiği görüşüyle, çoğunluk kararının bu kısmına
katılmıyoruz.
YARGILAMA
USULÜ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
İdari
Dava Daireleri
Kurulu
Esas No: 2006/567
Karar
No: 2006/368
Özeti : Harç
eksikliğinin davacı tarafından, süresi içerisinde yatırılarak tamamlanmış olduğu
anlaşılmış olup, harç eksikliğinin tamamlanmadığından bahisle verilen davanın
açılmamış sayılmasına dair kararda, usul hükümleri bakımından hukuki isabet
bulunmadığından; anılan kararı müteakip davacı tarafından "davanın açılmamış
sayılmasına ilişkin kararın kaldırılarak davanın devamının sağlanması" yolunda
dairesine verilen dilekçenin, davacının hak kaybına uğramaması bakımından temyiz
başvurusu olarak kabul edilmesinin gerektiği hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan
(Davacı) :
…
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf (Davalılar)
: 1-Başbakanlık
2-Maliye Bakanlığı
3-Hazine
Müsteşarlığı
4-Bankacılık
Düzenleme ve
Denetleme Kurumu
5-Tasarruf
Mevduatı Sigorta Fonu
İstemin Özeti :
Danıştay Onüçüncü Dairesinin 12.9.2005 günlü, E:2005/4962 sayılı kararının
temyizen incelenerek bozulması davacı tarafından
istenilmektedir.
Davalı İdarelerden Başbakanlık ve
Maliye Bakanlığının Savunmalarının Özeti : Danıştay Onüçüncü Dairesince
verilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu ve temyiz dilekçesinde öne
sürülen nedenlerin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı
belirtilerek, temyiz isteminin reddi gerektiği
savunulmaktadır.
Hazine Müsteşarlığı, Bankacılık
Düzenleme ve Denetleme Kurumu ve Tasarruf
Mevduatı Sigorta Fonunun Savunmalarının Özeti :
Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi Pınar
Kara'nın Düşüncesi : Davacının Danıştay Onüçüncü Daire Başkanlığına hitaben
yazmış olduğu; "davanın açılmamış sayılması kararının kaldırılarak davaya devam
edilmesi" talebine ilişkin dilekçesinin; davacının harç eksikliğini, yapılan
ikinci tebligattan sonra süresi içerisinde 10.5.2005 tarihinde tamamladığının
anlaşılmış olması karşısında hak kaybına yol açmamak bakımından, temyiz
başvurusu olarak kabul edilmek suretiyle, temyizen incelenmek üzere Danıştay
İdari Dava Daireleri Kuruluna gönderilmesi gerekirken, Danıştay Onüçüncü
Dairesince; "29.6.2005 günlü, E:2005/4962, K:2005/3336 sayılı kararın
kaldırılması isteminin incelenmeksizin reddine" ilişkin olarak verilen kararda
hakkaniyete uyarlık bulunmadığı, dolayısıyla davacının temyiz isteminin kabulü
ile Daire kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Emin Celalettin
Özkan'ın Düşüncesi : Harç pulu eksikliğinin süresi içerisinde tamamlanmadığı
gerekçesiyle davanın açılmamış sayılmasına ilişkin olarak verilen ve 2.8.2005
tarihinde davacı vekiline tebliğ edilen Danıştay 13.Daire kararına karşı
5.8.2005 tarihinde kayda geçen dilekçede yer alan "davanın açılmamış sayılmasına
ilişkin kararın kaldırılarak davanın devamının sağlanması" yolundaki talebin bir
temyiz talebi olarak kabulü, bu talebin Dairesince yeniden incelenerek
kaldırılması olanağı bulunmadığı yolundaki kararın bildirimi üzerine yapılan
temyiz başvurusunun süresinde olması sonucunu doğurarak hak kaybını
önleyecektir.
Danıştay Onüçüncü Dairesince; harç eksikliğinin tamamlanmasına ilişkin
birinci yazının 21.12.2004 tarihinde, ikinci yazının ise 11.4.2005 tarihinde
davacı vekilinin gösterdiği adrese tebliğ edildiği halde gereğinin yerine
getirilmediği belirtilerek, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 6/4.
maddesi uyarınca davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiş ise de, dava ve
temyiz dosyasının incelenmesinden, harç eksikliğinin 10.5.2005 tarihinde
giderildiği anlaşılmakta olup, bu haliyle verilen kararda usul hükümlerine
uyarlık görülmemiştir.
Belirtilen nedenle, temyiz isteminin kabulüyle Daire kararının
bozulmasına karar verilmesinin uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca gereği
görüşüldü:
Dava;
3.1.2004 günlü, 25335 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulunun
2003/6668 sayılı "Bankalar Kanununun 14. maddesinin (3) Numaralı Fıkrası
Uyarınca Bankacılık İşlemleri Yapma ve Mevduat Kabul Etme İzni Kaldırılan T.
İmar Bankası T.A.Ş. Nezdinde Bulunan Tasarruf, Ticari Kuruluşlar ve Diğer
Mevduatının Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunca Ödenmesine İlişkin Esas ve Usuller
Hakkında Karar"ının iptali ve 5021 sayılı Yasanın iptali için Anayasa
Mahkemesine başvurulması, ödenmeyen mevduattan doğan zararın faiziyle birlikte
ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
Danıştay Onüçüncü Dairesinin 29.6.2005 günlü, E:2005/4962, K:2005/3336
sayılı kararıyla; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 18.6.1994 günlü,
21964 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 4001 sayılı Yasa ile değişik 6.
maddesinin 4. fıkrasında, herhangi bir sebeple harcı veya posta ücreti
verilmeden veya eksik harç veya posta ücreti ile dava açılmış olması halinde,
otuz gün içinde harcın ve posta ücretinin verilmesi ve tamamlanması hususunun
daire başkanı ve görevlendireceği tetkik hakimi, mahkeme başkanı veya hakim
tarafından ilgiliye tebliğ olunacağı, tebligata rağmen gereği yerine
getirilmediği takdirde bildirimin aynı şekilde bir daha tekrarlanacağı, harç
veya posta ücreti süresi içinde verilmez veya tamamlanmazsa davanın açılmamış
sayılmasına karar verilerek davacıya tebliğ olunacağının kurala bağlandığı,
bakılan davada; harç eksiğinin tamamlanmasına ilişkin yazının, ilk olarak
21.12.2004 tarihinde davacı vekilinin gösterdiği adrese tebliğ edildiği, gereği
yerine getirilmediğinden 11.4.2005 tarihinde ikinci bir tebligat yapılarak yine
davacı vekilinin gösterdiği adrese tebliğ edildiği, ancak her iki bildirime
karşın eksik olan harcın tamamlanmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle 2577 sayılı
Yasanın 4001 sayılı Yasa ile değişik 6. maddesinin 4. fıkrası uyarınca davanın
açılmamış sayılmasına karar verildiği, bilahare davacının; Danıştay Onüçüncü
Daire Başkanlığına hitaben vermiş olduğu harç eksikliğinin tamamlanması
gerektiğine dair ikinci kez gönderilen Daire yazısı üzerine, süresi içerisinde
eksik tutarı tamamladığını öne sürerek, davanın açılmamış sayılması kararının
kaldırılarak, davanın devamının sağlanması" talebini içeren dilekçesi üzerine,
bu kez Danıştay Onüçüncü Dairesinin 12.9.2005 günlü, E:2005/4962 sayılı kararı
ile; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 46. maddesinin 1. fıkrasında,
"Danıştay dava daireleri ile idare ve vergi mahkemelerinin nihai kararları,
başka kanunlarda aksine hüküm bulunsa dahi Danıştay'da temyiz edilebilir."
kuralının yer aldığı, aynı Kanunun 54. maddesinin 1. fıkrasında, Danıştay dava
daireleri ve İdari ve Vergi Dava Daireleri Kurullarının temyiz üzerine
verdikleri kararlar ile bölge idare mahkemelerinin itiraz üzerine verdikleri
kararlar hakkında, bir defaya mahsus olmak üzere kararın düzeltilmesinin
istenebileceğinin kurala bağlandığı, 2575 sayılı Danıştay Kanununun 38.
maddesinin 1/b bendinde ise, İdari Dava Daireleri Kurulunun idari dava
dairelerinden ilk derece mahkemesi olarak verilen kararları temyizen
inceleyeceğinin belirtildiği, anılan yasal düzenleme uyarınca, Danıştay idari
dava daireleri tarafından ilk derece mahkemesi olarak verilen ve ancak temyiz
yoluna gidilebilecek kararların dairesince yeniden incelenerek kaldırılması
olanağının bulunmadığı gerekçeleri ile, Danıştay Onüçüncü Dairesinin 29.6.2005
günlü, E:2005/4962, K:2005/3336 sayılı kararının kaldırılması isteminin
incelenmeksizin reddine karar verilmiştir.
Davacı; eksik harcın yatırılmasına ilişkin tebliğ üzerine, belirtilen
tutarın 10.5.2005 tarihinde PTT kanalıyla Danıştay hesabına havale ettiğini,
dolayısıyla harcı yatırmış olmasına rağmen, davanın açılmamış sayılmasına karar
verilmesinde hukuka uygunluk bulunmadığını ileri sürerek, Danıştay Onüçüncü
Dairesinin 12.9.2005 günlü, E:2005/4962 sayılı "incelenmeksizin ret" kararını
temyiz etmekte ve kararın bozulmasını istemektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun "Kararın Bozulması" başlıklı
49. maddesinde "usul hükümlerine uyulmamış olunması" bozma sebepleri arasında
sayılmış olduğundan, temyiz merciince, temyizi istenen kararın usul hükümlerine
uygun olup olmadığı yönünden incelemeye tabi tutulacağı
açıktır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 18.6.1994 günlü, 21964
sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 4001 sayılı Yasa ile değişik 6. maddesinin 4.
fıkrasında, herhangi bir sebeple harcı veya posta ücreti verilmeden veya eksik
harç veya posta ücreti ile dava açılmış olması halinde, otuz gün içinde harcın
ve posta ücretinin verilmesi ve tamamlanması hususunun daire başkanı veya
görevlendireceği tetkik hâkimi, mahkeme başkanı veya hâkim tarafından ilgiliye
tebliğ olunacağı, tebligata rağmen gereği yerine getirilmediği takdirde
bildirimin aynı şekilde bir daha tekrarlanacağı, harç veya posta ücreti süresi
içinde verilmez veya tamamlanmazsa davanın açılmamış sayılmasına karar verilerek
davacıya tebliğ olunacağı kurala bağlanmıştır.
Temyiz istemine konu dosyanın incelenmesinden; Danıştay Onuncu Dairesinin
harç eksikliğinin tamamlanmasına ilişkin birinci yazısının 21.12.2004 tarihinde
davacı vekiline tebliğ edildiği, eksikliğin tamamlanmaması üzerine yapılan
ikinci tebligatın 11.4.2005 tarihinde davacı vekili tarafından tebellüğ
edilmesini müteakip, kararda belirtilen eksik tutarın 10.5.2005 tarihinde süresi
içerisinde yatırılarak tamamlanmış olduğu anlaşılmış olup, eksik harç tutarının
süresi içerisinde tamamlanmadığından bahisle verilen davanın açılmamış
sayılmasına dair Daire kararında usul hükümleri bakımından hukuki isabet
bulunmadığından, davanın açılmamış sayılmasına ilişkin olarak verilen ve
2.8.2005 tarihinde davacı vekiline tebliğ edilen Danıştay Onüçüncü Daire
kararına karşı 5.8.2005 tarihinde kayda giren dilekçede yer alan; "davanın
açılmamış sayılmasına ilişkin kararın kaldırılarak davanın devamının sağlanması"
yolundaki talebin davacının, (harç eksikliğinin 10.5.2005 tarihinde tamamlanmış
olması nedeniyle), hak kaybına uğramaması bakımından temyiz başvurusu olarak
kabul edilmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle; davacının temyiz isteminin kabulü ile, 5.8.2005
tarihli dilekçesinin temyiz dilekçesi olarak kabulüne ve Danıştay Onüçüncü
Dairesinin 12.9.2005 günlü, E:2005/4962 sayılı kararının BOZULMASINA, 4.5.2006
günü oybirliği ile karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
İdari
Dava Daireleri
Kurulu
Esas
No: 2006/684
Karar
No: 2006/501
Özeti : Tarafları,
konusu ve sebebi aynı olan davada; idari ve adli yargı yerlerince verilen
görevsizlik kararlarından sonra ortaya çıkan olumsuz görev uyuşmazlığı
giderilmeden, yeniden bir dava açılması ve açılan bu davanın da idare
mahkemesince esasının incelenmesinin mümkün olmadığı
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (
Davacı) :
…
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf (Davalı)
: İstanbul Valiliği
Vekili
: Av.
…
İstemin Özeti :
İstanbul, Çatalca-İhsaniye Köyü, Köyiçi mevkii, 2 pafta, … ve … parsel sayılı
taşınmazlar üzerinde ruhsatsız inşaat yapıldığından bahisle 3194 sayılı İmar
Kanununun 42. maddesi uyarınca 14.943.825.000.-TL. idari para cezası verilmesine
ilişkin 23.10.2000 günlü, 29463 sayılı işlemin iptali istemiyle açılan davada;
İstanbul 4. İdare Mahkemesince verilen ve Danıştay Altıncı Dairesinin 5.3.2003
günlü, E:2002/5536, K:2003/1327 sayılı bozma kararına uyulmayarak davanın reddi
yolundaki ilk kararında ısrar edilmesine ilişkin bulunan 30.10.2003 günlü,
E:2003/894, K:2003/1326 sayılı kararı, davacı temyiz etmekte ve kararın
bozulmasını istemektedir.
Savunmanın Özeti : İstanbul
4. İdare Mahkemesince verilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu ve temyiz
dilekçesinde öne sürülen nedenlerin, kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte
olmadığı belirtilerek temyiz isteminin reddi gerektiği
savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi Mustafa
Karabulut'un Düşüncesi : Anayasanın 36. maddesinde, herkesin meşru vasıta ve
yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak
iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu hükmü yer
almaktadır.
Anılan hüküm Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin "adil yargılanma hakkı"nı
düzenleyen 6. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde, yargılamanın, uyuşmazlık
konusu olayın niteliği de dikkate alınarak, "makul bir süre içinde"
tamamlanmasının gerektiği sonucuna varılmaktadır.
Dava, davacıya ruhsatsız inşaat yapılması nedeniyle 3194 sayılı İmar
Kanununun 42. maddesi uyarınca 23.10.2000 tarihinde verilen idari para cezasının
iptali istemiyle 8.10.2001 tarihinde açılmış olup, görevli yargı yerinin gerek
yasal düzenlemeler gerekse yargı kararları nedeniyle belirlenememesinden dolayı,
yargılamanın beş yıl geçmesine karşın sonuçlandırılamadığı anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla, yargılamanın uzun sürmesi uyuşmazlığın niteliğinden
kaynaklanmamaktadır.
İdare Mahkemesi ısrar kararının temyizen incelenmesi aşamasında açıklanan
hususun dikkate alınması zorunludur.
Diğer yandan, dosyada yer alan idare mahkemesi ve sulh ceza mahkemesi
kararlarında, her ne kadar 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve
İşleyişi Hakkında Kanunda belirtilen kurallara (m.14 ve 19) uyulmamış ise de,
dava konusu idari para cezasının yargısal denetiminde idari yargının görevli
olduğu Anayasa Mahkemesinin 15.5.1997 günlü, E:1996/72, K:1997/51 sayılı (RG
1.2.2001, S:24305 ) kararıyla belirlenmiş olup, dosyanın bu aşamalardan sonra
Uyuşmazlık Mahkemesine gitmesi adil yargılanma hakkına uygun
görülmemektedir.
Açıklanan nedenle, idare mahkemesi ısrar kararının belirtilen gerekçeyle
onanması, işin esası hakkında bir karar verilmek üzere dosyanın Dairesine
gönderilmesi gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Aynur Şahinok'un
Düşüncesi : İdare Mahkemesince,
Danıştay Altıncı Dairesinin bozma kararına uyulmayarak verilen ısrar kararının,
Daire kararında belirtilen gerekçe ile bozulmasının uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca gereği
görüşüldü:
Dava; İstanbul, Çatalca-İhsaniye Köyü, Köyiçi mevkii, 2 pafta, … ve …
parsel sayılı taşınmazlar üzerinde ruhsatsız inşaat yapıldığından bahisle 3194
sayılı İmar Kanununun 42. maddesi uyarınca 14.943.825.000.-TL. idari para cezası
verilmesine ilişkin 23.10.2000 günlü, 29463 sayılı işlemin iptali istemiyle
açılmıştır.
İstanbul 4. İdare Mahkemesinin 29.4.2002 günlü, E:2001/1268, K:2002/580
sayılı kararıyla, işin esası incelenerek, 3194 sayılı İmar Kanununun 42. maddesi
uyarınca davacıya idari para cezası uygulanmasında hukuka aykırılık bulunmadığı
gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Bu karar temyiz incelemesi sonucunda, Danıştay Altıncı Dairesinin
5.3.2003 günlü, E:2002/5536, K:2003/1327 sayılı kararıyla; 2247 sayılı
Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 2. Bölümünde
Uyuşmazlık Mahkemesine Başvurma Yolları ve İnceleme Kurallarının düzenlendiği,
bu bölümde yer alan 10, 11, 12, 13 ve 17. maddelerde olumlu görev uyuşmazlığı,
14, 15, 16, ve 19. maddelerde ise olumsuz görev uyuşmazlığı açıklanarak,
bunların çözümüne ilişkin yöntemler ve yapılacak işlemlerin hükme bağlandığı,
anılan Yasanın 14. maddesinde, olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun
söylenebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin
tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve
bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerektiği, bu
uyuşmazlığın giderilmesi isteminin ancak davanın taraflarınca ve ceza
davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebileceği, 2592 sayılı
Yasanın 4. maddesi ile değişik 15. maddesinde, olumsuz görev uyuşmazlıklarında
dava dosyasının a) Ceza davalarında son görevsizlik kararını veren mahkemece, bu
kararın kesinleşmesinden sonra doğrudan doğruya, b) Diğer davalarda son
görevsizlik kararını veren mahkemece bu kararın kesinleşmesinden sonra,
taraflarından birinin istemi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesine gönderileceği ve
görevli mahkemenin belirlenmesinin isteneceği; 19. maddesinde ise, adli, idari
veya askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik
kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte
olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu
kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirlenmesi için
Uyuşmazlık Mahkemesine başvuracağı ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık
Mahkemesinin karar vermesine değin erteleyeceği hükmüne yer verildiği, olayda;
davacı tarafından uyuşmazlığa konu 3194 sayılı İmar Kanununun 42. maddesi
uyarınca verilen para cezasının iptali istemiyle ilk önce İstanbul 4. İdare
Mahkemesine açılan davanın 26.12.2000 günlü, E:2000/1694, K:2000/1496 sayılı
kararla görev yönünden reddedilmesi nedeniyle Çatalca Sulh Ceza Mahkemesinde
dava açıldığı, bu mahkemece 14.6.2001 günlü, E:2001/75, K:2001/294 sayılı
kararla mahkemelerinin görevsizliğine, İstanbul Sulh Ceza Mahkemesi görevli
olduğundan, dava dosyasının bu mahkemeye gönderilmesine karar verildiği;
İstanbul 3. Sulh Ceza Mahkemesinin ise 19.9.2001 günlü, E:2001/25, K:2001/179
sayılı kararıyla idare mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle davanın görev
yönünden reddedilmesi üzerine yeniden idare mahkemesinde açılan bu davanın
esasının incelenerek davanın reddine karar verildiğinin anlaşıldığı, uyuşmazlık
konusu olayda, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada idari ve adli yargı
yerlerince verilen görevsizlik kararlarından sonra yukarıda içeriği yazılı Yasa
hükümleri uyarınca ortaya çıkan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilebilmesine
yönelik olarak anılan hükümler gereği davanın taraflarından birinin istemesi
halinde son görevsizlik kararını veren yargı yerince görevli yargı yerinin
belirlenmesi için dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesi
gerektiğinin açık olduğu, idare mahkemesi ve sulh ceza mahkemesince verilmiş
bulunan ve kesinleşen görevsizlik kararlarından sonra yeniden bir dava açılması
ve açılan bu davanın da idare mahkemesince esasının incelenerek karar
verilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle bozulmuş ise de; İdare Mahkemesi,
bozma kararına uymayarak uyuşmazlığın dava konusu yapıldığı İstanbul 3. Sulh
Ceza Mahkemesinde yargılama yapılırken Anayasa Mahkemesinin 1.2.2001 günlü,
24305 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan kararıyla 3194 sayılı Yasanın imar para
cezalarını düzenleyen 42. maddesinin Sulh Ceza Mahkemelerini görevli kılan
hükmünün iptal edilmiş olması gerekçesiyle davanın görev yönünden reddi üzerine
yeniden Mahkemelerinde dava konusu edildiği; Anayasanın 153. maddesinde yer
alan; "Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama,
yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri
bağlar" hükmü karşısında, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve
İşleyişi Hakkında Kanunun 14 ve 19. maddeleri hükmü doğrultusunda taraflardan
herhangi birinin bu yönde bir istemi olmaması ve bağlayıcı Anayasa Mahkemesi
kararı nedeniyle uyuşmazlığın görüm ve çözümünde Mahkemelerinin görevli olduğu
gerekçesiyle işin esasını inceleyerek davanın reddi yolundaki ilk kararında
ısrar etmiştir.
Davacı, İstanbul 4. İdare Mahkemesinin 30.10.2003 günlü, E:2003/894,
K:2003/1326 sayılı anılan ısrar kararını temyiz etmekte ve bozulmasını
istemektedir.
Danıştay Altıncı Dairesinin bozma kararında belirtildiği gibi, uyuşmazlık
konusu olayda, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada, idari ve adli yargı
yerlerince verilen görevsizlik kararlarından sonra, yukarıda içeriği yazılı Yasa
hükümleri uyarınca ortaya çıkan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilebilmesine
yönelik olarak, anılan hükümler gereği davanın taraflarından birinin istemesi
halinde, son görevsizlik kararını veren yargı yerince görevli yargı yerinin
belirlenmesi için dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesinin
gerektiği açık olup, idare mahkemesi ve sulh ceza mahkemesince verilmiş bulunan
ve kesinleşen görevsizlik kararlarından sonra, yeniden bir dava açılması ve
açılan bu davanın da idare mahkemesince esasının incelenerek karar verilmesi
mümkün değildir.
Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Yasanın 49. maddesi uyarınca temyiz
isteminin kabulü ile İstanbul 4. İdare Mahkemesinin 30.10.2003 günlü,
E:2003/894, K:2003/1326 sayılı ısrar kararının, Danıştay Altıncı Dairesinin
bozma kararı doğrultusunda BOZULMASINA, dosyanın adı geçen İdare Mahkemesine
gönderilmesine, 8.6.2006 günü oyçokluğu ile karar verildi.
K
A R Ş I O Y
Anayasanın 153. maddesinin son paragrafında, "Anayasa Mahkemesi kararları
Resmi Gazete'de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare
makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar." hükmüne yer
verilmiştir.
Olayda, davacıya ruhsatsız inşaat yapılması nedeniyle 3194 sayılı İmar
Kanununun 42. maddesi uyarınca 23.10.2000 tarihinde idari para cezası verilmiş
olup, dava konusu cezanın yargısal denetiminde idari yargının görevli olduğu
1.2.2001 günlü, 24305 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin
15.5.1997 günlü, E:1996/72, K:1997/51 sayılı kararıyla
belirlenmiştir.
Anılan Anayasa Mahkemesi kararı karşısında, İstanbul 4. İdare
Mahkemesince, bozma kararına uyulmayarak davanın esasının incelenmesi yolunda
verilen ısrar kararı hukuka ve usul ekonomisine uygun bulunduğundan, 30.10.2003
günlü, E:2003/894, K:2003/1326 sayılı ısrar hükmünün onanması, ancak
uyuşmazlığın esası ile ilgili olarak temyiz incelemesi yapan Dairesince bir
karar verilmemiş olduğundan, bu konuda inceleme yapılmak üzere dosyanın görevli
Danıştay Altıncı Dairesine gönderilmesi gerektiği oyuyla, karara
karşıyız.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
İdari
Dava Daireleri
Kurulu
Esas
No: 2005/2467
Karar
No: 2006/503
Özeti
: İnşaat
izni verilmesi yolundaki istemin reddine ilişkin işlem, düzenleyici işlem
niteliğinde kabul edilen imar planının uygulanması kapsamında tesis edilmiş
olduğundan, bu işlemle birlikte dayanağı planlara karşı açılan davanın esasının
incelenmesi gerekirken, davanın süre yönünden reddi yolundaki idare mahkemesi
kararında isabet görülmediği hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan
(Davacılar) : 1-… 2- …
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf (Davalı)
: Büyükçekmece Belediye Başkanlığı
Vekili
: Av.
…
İstemin Özeti :
İstanbul 2. İdare Mahkemesinin 31.12.2004 günlü, E:2004/2727, K:2004/2684 sayılı
ısrar kararının temyizen incelenerek bozulması davacılar tarafından
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma
verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi Aylin
Bayram'ın Düşüncesi : Temyiz isteminin kabulü ile İdare Mahkemesinin ısrar
kararının Danıştay Altıncı Dairesi kararı doğrultusunda bozulması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Ahmet Arslan'ın
Düşüncesi : Danıştay Altıncı Dairesinin 11.5.2004 günlü ve
E:2002/6974,K:2004/2942 sayılı bozma kararının dayandığı hukuki ve yasal
nedenlerle temyiz isteminin kabulü ile İdare Mahkemesince verilen ısrar
kararının bozulması gerekeceği düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca gereği
görüşüldü:
Dava, İstanbul İli, Büyükçekmece, 1. Bölge, … ada, … parsel sayılı
davacının mülkiyetinde bulunan taşınmaza inşaat izni verilmesi isteminin reddi
yolundaki 30.10.2001 günlü, 2380 sayılı Belediye Başkanlığı işlemiyle dayanağı
olan 4.6.2000 günlü, 90 sayılı belediye meclisi kararıyla kabul edilen imar
planı değişikliğinin iptali istemiyle açılmıştır.
İstanbul 2. İdare Mahkemesi 26.6.2002 günlü, E:2001/1681, K:2002/902
sayılı kararıyla; davanın belediye meclisi kararı ile kabul edilen imar
planlarının taşınmaza ilişkin kısmının iptali istemiyle açıldığı, bu planların
15.6.2000 ile 17.7.2000 günleri arasında askıya çıkarılarak ilan edildiği, son
ilan tarihini izleyen günden itibaren yasal dava açma süresi geçirildikten sonra
26.11.2001 günü açılan davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle davanın süre
yönünden reddine karar vermiştir.
Bu karar temyiz incelemesi sonucunda; Danıştay Altıncı Dairesinin
11.5.2004 günlü, E:2002/6974, K:2004/2942 sayılı kararıyla; davacıya ait
parselin bulunduğu alanda belediye meclisinin 4.6.2000 günlü, 90 sayılı kararı
ile 1/1000 uygulama ve 1/5000 ölçekli nazım imar planlarında değişiklik
yapıldığı, böylece parselin kısmen imar yolu, kısmen yeşil alan olarak
ayrıldığı, davacının 23.10.2001 günlü başvurusuyla parselinde konut yapmak
amacıyla inşaat izni verilmesi isteminde bulunduğu halde dava konusu işlemle
taşınmazın imar planındaki durumu belirtilerek istemin reddi üzerine, dava açma
süresi içerisinde imar planının uygulaması işlemi olan inşaat izni verilmemesine
ilişkin işlem ile dayanağı olan imar planlarının birlikte iptalinin talep
edildiği anlaşıldığından, davanın süre yönünden reddi yolundaki temyize konu
kararda isabet görülmediği gerekçesiyle bozulmuş ise de; İdare Mahkemesince,
bozma kararına uyulmayarak, imar durum belgesinin, ilgililerin taşınmazları
hakkında bilgi edinmek amacıyla belediyelere müracaatları üzerine düzenlenen ve
taşınmazların imar planındaki fonksiyonu, varsa yapılaşma koşullarını belirten
bilgi maliyetinde bir işlem olduğu, kesin ve icrai bir yönü bulunmayan bu imar
durum belgesi esas alınarak imar planına karşı dava açma süresinin yeniden
başlatılmasına yasal olanak bulunmadığı, ancak imar planının uygulanması
anlamında taşınmazın kamulaştırılması üzerine davacının, imar planına veya
kamulaştırma işlemine yahut her ikisine karşı birlikte dava açma hakkının
bulunduğunun da belirtilmesi suretiyle ilk kararında ısrar
edilmiştir.
Davacılar, 31.12.2004 günlü, E:2004/2727, K:2004/2684 sayılı bu ısrar
kararını temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedirler.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 7. maddesinin 4. fıkrasında;
"ilanı gereken düzenleyici işlemlerde dava süresi, ilan tarihini izleyen günden
itibaren başlar. Ancak bu işlemlerin uygulanması üzerine ilgililer, düzenleyici
işlem veya uygulanan işlem yahut her ikisi aleyhine birden dava açabilirler.
Düzenleyici işlemin iptal edilmemiş olması bu düzenlemeye dayalı işlemin
iptaline engel olmaz." kuralı yer almıştır.
Buna göre, düzenleyici işlemlerin uygulanması üzerine ilgililerce dava
açma süresi içerisinde, uygulama işlemi, düzenleyici işlem veya her ikisinin
birden dava konusu edilebileceği açıktır.
Dosyanın incelenmesinden, uyuşmazlığa konu alana ilişkin 4.6.2000 günlü,
90 sayılı belediye meclisi kararı ile onaylanan imar planı değişiklikleri ile
davacılara ait taşınmazın kısmen imar yolu, kısmen yeşil alan olarak
belirlendiği, davacıların 25.5.2001 günlü başvurusuyla imar durumu istemeleri
sonucu taşınmazın planda ayrıldığı amacın 29.5.2001 tarihli yazı ile
bildirildiği, bunun üzerine davacılar tarafından 23.10.2001 günlü başvuru ile
taşınmazda konut yapmak amacıyla inşaat izni verilmesinin istenildiği, ancak bu
istemin dava konusu 30.10.2001 günlü işlemle taşınmazın imar planında ayrıldığı
amacın belirtilmesiyle yetinilmek suretiyle reddedildiği, bu yanıt sonrasında da
bu işlem ve dayanağı imar planlarının iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı
anlaşılmaktadır.
Düzenleyici işlem niteliğinde olduğu kabul edilen imar planlarının
uygulanmasına yönelik işlemler; taşınmazda uygulama yapılmasına esas teşkil eden
ve planda ayrıldığı amacın belirtildiği imar durumu, buna dayalı olarak verilen
inşaat ruhsatı, kamulaştırma, parselasyon gibi işlemlerdir. Olayda da imar
planının uygulanması kapsamında inşaat izni verilmesi yolundaki istemin reddi
(inşaat izni verilmeme işlemi) planın uygulanması kapsamında tesis edilmiş bir
işlem olduğundan, bu işlemle birlikte dayanağı planlara karşı açılan davanın
esasının incelenmesi gerekirken, davanın süre yönünden reddi yolundaki İdare
Mahkemesi kararında isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davacıların temyiz istemlerinin kabulü ile temyize
konu İstanbul 2. İdare Mahkemesinin 31.12.2004 günlü, E:2004/2727, K:2004/2684
sayılı ısrar kararının Danıştay Altıncı Dairesi kararı doğrultusunda
BOZULMASINA, dosyanın adıgeçen İdare Mahkemesine gönderilmesine 8.6.2006 günü
oybirliği ile karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
İdari
Dava Daireleri
Kurulu
Esas
No: 2006/231
Karar
No: 2006/542
Özeti : Davacının
Anayasa Mahkemesi kararının doğurduğu sonuçlardan yararlanmak amacıyla, 2577
sayılı Yasanın 10. maddesine göre idareye başvurabileceği ve bu istemin reddi
üzerine açılan davanın süresinde olduğu hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan
(Davacı) :
…
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf (Davalılar)
: 1-Başbakanlık - ANKARA
2-Bankacılık
Düzenleme ve Denetleme
Kurumu
Vekili :
Av.
…
3-Tasarruf
Mevduatı Sigorta Fonu
Vekili :
Av.
…
İstemin Özeti :
Danıştay Onüçüncü Dairesinin 2.12.2005 günlü, E:2005/7621, K:2005/5749 sayılı
kararının temyizen incelenerek bozulması davacı tarafından
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Danıştay
Onüçüncü Dairesince verilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu ve temyiz
dilekçesinde öne sürülen nedenlerin, kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte
olmadığı belirtilerek temyiz isteminin reddi gerektiği
savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi Tuncay
Dündar'ın Düşüncesi: Temyiz isteminin kabulü ile Daire kararının bozulması
gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Mehmet
Karaoğlu'nun Düşüncesi : Danıştay dava dairelerince verilen kararların
temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Danıştay
Beşinci Dairesince verilen kararın onanmasının uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca, dosyanın tekemmül
ettiği anlaşıldığından, davacının yürütmenin durdurulması istemi
görüşülmeksizin, işin esası incelendi, gereği görüşüldü:
3.1.2004 günlü, 25335 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Bakanlar
Kurulu'nun 2003/6668 sayılı "Bankalar Kanununun 14 üncü maddesinin (3) Numaralı
Fıkrası Uyarınca Bankacılık İşlemleri Yapma ve Mevduat Kabul Etme İzni
Kaldırılan T. İmar Bankası T.A.Ş. Nezdinde Bulunan Tasarruf, Ticari Kuruluşlar
ve Diğer Kuruluşlar Mevduatının Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunca Ödenmesine
ilişkin Esas ve Usuller Hakkında" kararının 3. maddesinin 1. ve 3 numaralı
bendi, 5. maddesinin birinci fıkrasındaki taahhütname koşulu ve kararname eki
taahhütname, 6. maddesinin 1 numaralı bendinde yer alan taksitlendirmeye ilişkin
hükümler ile 29 Haziran 2005 günlü, 2270/26817 sayılı Tasarruf Mevduatı Sigorta
Fonu tarafından tesis edilen ödememe işlemin iptali ve ödenmeyen hesap tutarının
yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle dava açılmıştır.
Danıştay Onüçüncü Dairesi 2.12.2005 günlü, E:2005/7621, K:2005/5749
sayılı kararıyla; davacının, 2577 sayılı Kanunun 12. maddesi uyarınca söz konusu
Bakanlar Kurulu kararının Resmî Gazete'de yayımlandığı 3.1.2004 tarihinden
itibaren 60 gün içinde doğrudan ya da 12. maddenin atıfta bulunduğu 11. madde
uyarınca 60 günlük dava süresi içinde idareye başvurması halinde cevap
tarihinden cevap verilmeyerek zımnen reddi halinde ise, zımnen ret tarihinden
itibaren idareye yapılan başvuru tarihinde duran ve zımni ret kararından sonra
kaldığı yerden devam eden 60 günlük dava açma süresi içinde yani en son 3.5.2004
tarihine kadar dava açılması gerekirken, belirtilen yasal süreler geçirildikten
sonra 15.6.2005 tarihlerinde hesap karşılığının ödenmesi için idarelere yapılan
başvurunun zımnen reddi üzerine 14.7.2005 tarihinde kayda giren dilekçe ile
açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenmesi olanağının
bulunmadığına karar vermiştir.
Davacı, 5021 sayılı Kanunun 1. maddesinin 3. fıkrasının Anayasa Mahkemesi
kararıyla iptal edilmesinden sonra yeni bir hukuki durumun oluştuğunu, buna göre
yaptığı başvurusunun reddi üzerine açılan davanın süresinde olduğunu belirterek
kararı temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 10. maddesinde, "İlgililer,
haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için
idari makamlara başvurabilirler. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek
reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma
süresi içinde, konusuna göre Danıştay, idare ve vergi mahkemelerinde dava
açabilirler. Altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse
ilgili bu cevabı istemin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da
bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi
başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemez. Dava açılmaması veya davanın
süreden reddi halinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari
makamlarca cevap verilirse cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava
açabilirler." kuralı yer almaktadır.
Olayda 3.7.2003 tarihinde İmar Bankası ... Şubesindeki off-shore hesabını
kapatıp aynı gün vadeli hesap açan davacının, bu hesaptaki parasının dava konusu
Bakanlar Kurulu Kararı uyarınca ödenmediği; ancak daha sonra anılan Bakanlar
Kurulu Kararının dayanağı olan 5021 sayılı Kanunun 1. maddesinin Anayasa
Mahkemesinin 4.5.2005 günlü, E:2004/4, K:2005/25 sayılı kararıyla iptal
edilmesiyle oluşan yeni hukuki durumun kendisine de uygulanması amacıyla
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu kayıtlarına 20.6.2005 gününde giren 15.6.2005
günlü dilekçesi ile başvurduğu ve davalı idarenin 29.6.2005 günlü, 2270/26817
sayılı işlemi üzerine de 14.7.2005 günlü dilekçe ile bakılan davanın açıldığı
anlaşılmıştır.
Anayasanın 138. maddesinde yasama ve yürütme organları ile idarenin
mahkeme kararlarına uymak zorunda olduğu, bu organlar ve idarenin, mahkeme
kararlarını hiçbir suretle değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesini
geciktiremeyeceği; 153. maddesinde, Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olduğu,
kanun, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğü ya
da bunların hükümlerinin Resmi Gazete'de yayımlandığı tarihte yürürlükten
kalkacağı, gereken hallerde Anayasa Mahkemesinin iptal hükmünün yürürlüğe
gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabileceği, bu tarihin kararın Resmi Gazete'de
yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemeyeceği, Anayasa Mahkemesi
kararlarının Resmi Gazete'de hemen yayımlanacağı ve yasama, yürütme ve yargı
organlarını, idare makamlarını gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı hükme
bağlanmış olup, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanunun 53. maddesi de Anayasanın 153. maddesine paralel olarak
düzenlenmiştir.
Anayasa Mahkemesi 23.6.2005 günlü, 25854 sayılı Resmi Gazete'de
yayımlanan 4.5.2005 günlü, E:2004/4, K:2005/25 sayılı kararıyla; kıyı
bankalarındaki hesaplarından bankacılık işlemi yapma ve mevduat kabul etme izni
kaldırılan bankaların yurt içi kayıtlarına karşılığı nakden ödenmeksizin
aktarılan mevduat sahipleriyle aynı bankanın diğer mevduat sahipleri arasında
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonundan yararlanma açısından bir fark bulunmadığından
bunlar arasında muvazaalı durumlar dışında ayrım yapılmasının eşitlik ilkesine
aykırılık oluşturacağı gerekçesiyle 5021 sayılı Kanunun 1. maddesiyle 4969
sayılı Yasanın Geçici 2. maddesinin değiştirilen (1) numaralı fıkrasının son
paragrafının iptaline karar vermiş olup; kararın verildiği gün itibariyle
kamuoyuna bildirilmesi nedeniyle konu ile ilgili bulunan idareler ve kişilerin
bilgisi dahiline girdiği açıktır
Öte yandan, oluşan yeni hukuki durumdan dolayı Tasarruf Mevduatı Sigorta
Fonu kayıtlarına 20.6.2005 günü giren davacı başvurusunun reddine ilişkin
bireysel işlemin anılan Anayasa Mahkemesi kararının 23.6.2005 günlü Resmi
Gazete'de yayımından sonra yani 29.6.2005 günü tesis edildiği
görülmektedir.
Bu nedenlerle, davacının Anayasa Mahkemesi kararının doğurduğu
sonuçlardan yararlanmak amacıyla 2577 sayılı Kanunun 10. maddesine göre idareye
başvurarak bu yeni hukuki duruma göre off-shore hesabından mevduat hesabına
aktardığı parasının ödenmesi talebinde bulunabileceği ve bu başvurusunun reddi
üzerine dava açabileceğinin kabulü gerektiğinden işin esasının incelenmesi
gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulü ile Danıştay
Onüçüncü Dairesinin 2.12.2005 günlü, E:2005/7621, K:2005/5749 sayılı kararının
BOZULMASINA, 8.6.2006 günü oybirliği ile karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
İdari
Dava Daireleri
Kurulu
Esas
No: 2006/871
Karar
No: 2006/759
Özeti : Davacının
bir banka şubesinde bulunan hesaplarının üçüncü kişilere açıklanması nedeniyle
sorumlular hakkında işlem yapılması ve Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda
bulunulması istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin "dava konusu
edilebilecek nitelikte bir idari işlem" olmadığı; ceza kovuşturması açılması
için kurumun Cumhuriyet Savcılığına başvurması ya da başvurmamasının ceza
yargılaması alanını ilgilendirdiği hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan
(Davalı)
: Bankacılık Düzenleme ve Denetleme
Kurumu
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf (Davacı)
: …
Vekili
: Av. …
İstemin Özeti :
Davacının bir banka şubesinde bulunan hesaplarının üçüncü kişilere açıklanması
nedeniyle sorumlular hakkında işlem yapılması ve Cumhuriyet Savcılığına suç
duyurusunda bulunulması istemiyle yaptığı başvurunun ve itirazın reddine ilişkin
işlemin iptali istemiyle açtığı davada; Ankara 8. İdare Mahkemesince, Danıştay
Onüçüncü Dairesinin 12.4.2005 günlü, E:2005/1283, K:2005/1949 sayılı bozma
kararına uyulmayarak dava konusu işlemin iptali yolundaki ilk kararında ısrar
edilmesine ilişkin 28.9.2005 günlü, E:2005/1796, K:2005/1285 sayılı kararı,
davalı idare temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma
verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi Mustafa
Karabulut'un Düşüncesi : Dava konusu işlemin, davalı idarece kamu gücü
kullanılarak tesis edilmesi ve hukuksal sonuç doğurması nedeniyle bir idari
işlem olduğu ve bu konuda yargı yolunu kapatan bir yasal düzenleme de
bulunmadığından, iptali istemiyle açılan dava sonucunda idari yargıda yargısal
denetiminin yapılabileceği sonucuna varılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesi ısrar hükmünün onanması, işin esası
hakkında bir karar verilmek üzere dosyanın Dairesine gönderilmesi gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Mehmet
Karaoğlu'nun Düşüncesi : Davacının, banka hesap numaralarının kendi izni
olmaksızın babasına verildiğini ileri sürerek ilgililer hakkında suç duyurusunda
bulunulması istemiyle yapılan başvurunun reddine dair işlemin iptaline ilişkin
idare mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması üzerine İdare
Mahkemesince bozma kararına uyulmayarak eski kararında ısrar edilmek suretiyle
verilen, işlemin iptali kararının temyizen incelenerek bozulmasına karar
verilmesi istenilmektedir.
Anayasanın 125. maddesinin 4. fıkrasında yargı yetkisinin idari eylem ve
işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olduğu, yürütme görevinin
kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini
kısıtlayacak idari eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak
biçimde yargı kararı verilemiyeceği hükmü yer almış olup; 2577 sayılı
İ.Y.U.K.nun 2/2 fıkrasında da aynı hükme yer verilerek idari mahkemelerin
yerindelik denetimi yapamayacakları belirtilmiş
bulunmaktadır.
Bakılan uyuşmazlıkta, davacının kendisine ait banka hesap numaralarının
babasına bildirildiğinden bahisle ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunulması
istemiyle yaptığı başvurusunun davalı idarece, suç duyurusunda bulunulmasını
gerektiren bir hususun bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmesi üzerine bu işlemin
iptali istemiyle görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmakta olup; iptal
davasına konu edilebilecek nitelikte kesin ve yürütülmesi zorunlu işlem niteliği
bulunmayan ve davacı için hukuki sonuçlar doğurabilme özelliği taşımayan bu
işleme karşı açılan davanın 2577 sayılı İ.Y.U.K.nun 14/3-(d) ve 15/1-(b)
maddeleri uyarınca incelenmeksizin reddedilmesi gerekirken, anılan işlemi iptal
eden mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulüyle temyize konu idare
mahkemesi kararının bozulması gerekeceği düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca gereği
görüşüldü:
Dava; davacının bir banka şubesinde bulunan hesaplarının üçüncü kişilere
açıklanması nedeniyle sorumlular hakkında işlem yapılması ve Cumhuriyet
Savcılığına suç duyurusunda bulunulması istemiyle yaptığı başvurunun ve itirazın
reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
Ankara 8. İdare Mahkemesinin 22.4.2004 günlü, E:2003/300, K:2004/602
sayılı kararıyla; olayda, davacıya ait banka sırlarının 4389 sayılı Kanunun 22.
maddesinin 8. ve 9. fıkralarına aykırı bir şekilde üçüncü kişilere ifşa
edildiğinin tartışmasız olduğu, söz konusu olayın meydana gelmesinde ilgililerin
kastının bulunup-bulunmadığı ve suçun manevi unsurlarının oluşup-oluşmadığı
konusunda takdir yetkisinin bilgi ve belgelere göre şikayetin ve kovuşturmanın
yapılacağı Cumhuriyet Başsavcılığı ve dava açılması halinde davaya bakacak olan
mahkemeye ait bulunduğu, davacıya ait hesapların talimatına rağmen babası da
olsa üçüncü kişilere bildirilmesinde kusurlu bulunan banka personelinin suç
kastı ile hareket etmediği ve suçun manevi unsurları oluşmadığından bahisle suç
duyurusunda bulunulması istemiyle yapılan başvuru ve itirazın reddine ilişkin
işlemde hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle işlemin iptaline karar
verilmiştir.
Bu karar temyiz incelemesi sonucunda, Danıştay Onüçüncü Dairesinin
12.4.2005 günlü, E:2005/1283, K:2005/1949 sayılı kararıyla; dava konusu işlemin
2577 sayılı Yasada öngörülen anlamda davacının hukuki durumunu değiştiren kesin
ve yürütülmesi zorunlu, dava konusu edilebilecek nitelikte bir idari işlem
olmadığı, bu itibarla, davanın 2577 sayılı Yasanın 14/3-(d) ve 15/1-(b)
maddeleri uyarınca incelenmeksizin reddedilmesi gerekirken, uyuşmazlığın
esasının incelenmesi suretiyle verilen kararın hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle
bozulmuştur.
Ankara 8. İdare Mahkemesi, 28.9.2005 günlü, E:2005/1796, K:2005/1285
sayılı kararıyla, dava konusu işlemin iptali yolundaki ilk kararında ısrar
etmiştir.
Davalı idare, ortada idari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi
gereken bir işlem bulunmadığını, bankacılık sektörüne ilişkin kanuna
aykırılıkların tespitini en iyi şekilde yapacak kuruluş olarak gerekli
incelemeyi yaparak bir karar aldıklarını ileri sürerek idare mahkemesi kararını
temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu hükümleri gereğince, idari yargı
yerlerinde ancak idare tarafından tek yanlı irade açıklaması ile tesis edilen,
başka bir makamın onayına gerek kalmadan ilgililerin hukuki durumlarında
değişiklik yapabilen kesin ve yürütülmesi zorunlu idari işlemlerin iptali
istemiyle dava açılabilmektedir.
Uyuşmazlık konusu olayda, ilgili yasal düzenleme de dikkate alınarak
iptali istenilen işlemin dava konusu edilebilecek nitelikte bir işlem olup
olmadığının tartışılması gerekmektedir.
4389 sayılı Bankalar Kanununun 22. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte
bulunan 8. fıkrasında, "8-Bankaların mensupları ve diğer görevlileri, sıfat ve
görevleri dolayısıyla öğrendikleri bankalara veya müşterilerine ait sırları bu
konuda kanunen açıkça yetkili kılınan mercilerden başkasına açıklayamazlar. Bu
yükümlülük görevden ayrılmalarından sonra da devam eder. Bu madde hükmüne aykırı
davrandığı tespit edilen kişiler için bir yıldan üç yıla kadar ağır hapis ve bir
milyar liradan az olmamak üzere ağır para cezasına hükmolunur..." kuralına yer
verilmiştir.
Aynı Kanunun işlem tarihinde yürürlükte bulunan 24. maddesinin 1.
fıkrasında da; "Bu Kanunda belirtilen cezalara ilişkin suçlardan dolayı
kovuşturma yapılması Kurumun Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı başvuruda
bulunmasına bağlıdır. Bu başvuru ile Kurum aynı zamanda müdahil sıfatını
kazanır." hükmüne yer verilmiştir.
Olayda, davacının kendisine ait banka hesap numaralarının babasına
bildirildiğinden bahisle ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunulması
istemiyle yaptığı başvurusunun davalı idarece, suç duyurusunda bulunulmasını
gerektiren bir hususun bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmesi üzerine bu işlemin
iptali istemiyle görülmekte olan davanın açıldığı
anlaşılmaktadır.
Mevzuatın ve olayın birlikte değerlendirilmesinden, davacının
başvurusuyla ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılığınca kovuşturma yapılabilmesi
için Kurumun yazılı başvuruda bulunmasının gerektiği sonucuna varılmaktadır.
Kurumun, Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulunması, ceza kovuşturmasının
başlangıcını oluşturacak nitelikte bir işlemdir. Dolayısıyla, bir suç isnadının
söz konusu olduğu durumda, kovuşturma yapılabilmesi için başvuruda bulunulup
bulunulmaması, ceza yargılamasını etkileyen takdir yetkisinin kullanılmasıdır.
Yetkili makam takdir yetkisini kullanırken isnadın niteliğini, kanıtların
mevcudiyetini ve hukuken geçerliliğini gözönünde
bulundurmaktadır.
Diğer yandan, davalı idarenin kovuşturma yapılması için Cumhuriyet
Başsavcılığına yazılı başvuruda bulunmamasına ilişkin işlemin yargısal denetime
konu edilmesi, idari yargılama süreci içinde bazı sorunlara neden olabilir.
Mahkemece verilen iptal kararının temyizen incelenmesi aşamasında bozulması ya
da sonraki yargı sürecinde farklı bir sonuca ulaşılması halinde, Mahkeme kararı
üzerine başlatılan kovuşturmanın veya kovuşturma sonucu açılan kamu davasının
sona erdirilmesi olanaksızdır. Başka bir ifade ile ceza yargılamasının görev
alanına giren sürecin, idari yargı kararı ile durdurulması ve geri çekilmesi
hukuken mümkün değildir.
Bu durumda, kovuşturma açılması için Kurumun Cumhuriyet Başsavcılığına
başvurması ya da başvurmaması ceza yargılaması alanını ilgilendirmekte olup,
davacının başvurusunun reddine ilişkin işlemin "dava konusu edilebilecek
nitelikte bir idari işlem" olmadığı sonucuna
varılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulü ile Ankara
8. İdare Mahkemesinin 28.9.2005 günlü, E:2005/1796, K:2005/1285 sayılı kararının
BOZULMASINA, dosyanın adı geçen İdare Mahkemesine gönderilmesine, 23.6.2006 günü
oyçokluğu ile karar verildi.
K
A R Ş I O Y
4389 sayılı Bankalar Kanununun 22. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte
bulunan 8. fıkrasında, bankaların mensupları ve diğer görevlilerinin, sıfat ve
görevleri dolayısıyla öğrendikleri bankalara ve müşterilerine ait sırları
yetkili mercilerden başkasına açıklayamayacakları, bu madde hükmüne aykırı
davrandığı tespit edilen kişiler için bir yıldan üç yıla kadar ağır hapis ve bir
milyar liradan az olmamak üzere ağır para cezasına hükmolunacağı; aynı Kanunun
24. maddesinin 1. fıkrasında ise, belirtilen cezayla ilgili suçtan dolayı
kovuşturma yapılmasının Kurumun Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı başvuruda
bulunmasına bağlı olduğu belirtilmiştir.
Anılan yasal düzenleme ile belirtilen suçtan dolayı ilgililer hakkında
kovuşturma yapılabilmesi davalı idarenin başvurusuna bağlı
kılınmıştır.
Anayasanın "Hak Arama Hürriyeti" başlıklı 36. maddesinde; herkesin meşru
vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve
davalı kimliğiyle sav ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiş, 125.
maddesinde; idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık
olduğu hükmüne yer verilmiştir.
Anayasanın 36. maddesinde yer verilen sav ve savunma hakkı, birbirini
tamamlamakta ve birbirinden ayrılması olanaksız niteliğiyle hak arama
özgürlüğünün temelini oluşturur. Önemi nedeniyle hak arama özgürlüğü, yalnız
toplumsal barışı güçlendiren dayanaklardan biri değil, aynı zamanda bireyin
adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır.
Çağdaş bir hukuk düzeninde bu hakkın kullanılması, yerine getirilmesi
olabildiğince kolaylaştırılmalı, olumlu ya da olumsuz sonuç almayı geciktiren,
güçlendiren engeller kaldırılmalıdır.
Anayasanın yukarıda yer verilen hükümleri, hukuk devletinin vazgeçilmez
ilkelerinden olan ve uluslararası hukuk kuralları ile ülkemizin taraf olduğu
uluslararası sözleşmelerde güvence altına alınan "hak arama özgürlüğü", "adil
yargılanma hakkı" ve "mahkemeye başvuru hakkı" ilkeleri ile doğrudan ilgili
olup; Anayasada bu hükümlere yer verilerek anılan temel haklara anayasal bir
değer yüklenmiştir.
Buna göre tarafsızlığı ve bağımsızlığından kuşku duyulmayacak şekilde
oluşturulmuş bir mahkemeye başvuru olanağının tanınmadığı bir idari rejimin adil
yargılanma ilkesine uygun olmayacağı kuşkusuzdur.
Diğer yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinde,
idari işlemlere karşı yetki, şekil, neden, konu ve amaç yönlerinden biri ile
hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler
tarafından açılan iptal davaları, idari dava türleri arasında
sayılmıştır.
İdari işlem, idari makamların kamu gücü ve kudreti ile hareket ederek,
kamu hukuku alanında yaptığı tek yanlı ve kesin, doğrudan uygulanabilir
işlemdir. İdari işlemin en belirgin özelliği, ilgilinin isteğine bağlı
olmaksızın, idarenin tek yanlı iradesi ile ilgilinin hukuksal durumuna etki
yapabilmesidir.
İdarenin, kişilerle olan ilişkilerinde sahip olduğu kamu gücü ve
kudretini yanına alarak hareket etme üstünlük ve ayrıcalığı karşısında,
kişilerin sahip olduğu tek güvence "etkin bir yargısal denetimin varlığı''
dır.
Olayda, davacının kendisine ait banka hesap numaralarının babasına
bildirildiğinden bahisle ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunulması
istemiyle yaptığı başvurusunun reddedilmesine ilişkin işlemin, davalı idarece
kamu gücü kullanılarak takdir yetkisi içinde tesis edilmesi ve hukuksal sonuç
doğurması nedeniyle tüm unsurları ile bir idari işlem olduğu, başka bir idari
birim veya yargı mercii tarafından incelenmesinin mümkün olmadığı ve bu
nitelikte bir işleme karşı yargı yolunu kapatan bir yasa hükmü bulunmadığı
dikkate alındığında, Anayasanın 36. maddesinde öngörülen "hak arama özgürlüğü"
ve 125. maddesinde öngörülen "idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı
yargı yolunun açık olduğu" ilkeleri uyarınca işlemin idari yargıda dava konusu
edilebileceği tabiidir.
Açıklanan nedenle, Ankara 8. İdare Mahkemesince, bozma kararına
uyulmayarak davanın esasının incelenmesi yolunda verilen ısrar kararı hukuka
uygun bulunduğundan, 28.9.2005 günlü, E:2005/1796, K:2005/1285 sayılı ısrar
hükmünün onanması, ancak uyuşmazlığın esası ile ilgili olarak temyiz incelemesi
yapan Dairesince bir karar verilmemiş olduğundan, bu konuda inceleme yapılmak
üzere dosyanın görevli Danıştay Onüçüncü Dairesine gönderilmesi gerektiği
oyuyla, karara karşıyız.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
İdari
Dava Daireleri
Kurulu
Esas
No: 2006/133
Karar
No: 2006/763
Özeti : 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 11. maddesinde belirtilen cevaptan
anlaşılması gereken "isteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması" hali olup;
idarenin işleyişiyle ilgili cevapların dava açma süresinin hesaplanmasında esas
alınamayacağı hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan
(Davacı) :
Cumhuriyet Halk Partisi
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf (Davalı)
: Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu
Vekili
: Av. …
İstemin Özeti :
Danıştay Onüçüncü Dairesinin 19.12.2005 günlü, E:2005/7722, K:2005/6037 sayılı
kararının temyizen incelenerek bozulması davacı tarafından
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Danıştay
Onüçüncü Dairesince verilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu ve temyiz
dilekçesinde öne sürülen nedenlerin, kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte
olmadığı belirtilerek temyiz isteminin reddi gerektiği
savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi Mustafa
Karabulut'un Düşüncesi : Temyiz isteminin kabulü ile Daire kararının
bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Ünal Demirci'nin
Düşüncesi : Danıştay dava dairelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49.
maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Danıştay
Onüçüncü Dairesince verilen kararın onanmasının uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca, dosyanın tekemmül
etmiş olduğu anlaşıldığından, davacının yürütmenin durdurulması istemi
incelenmeyerek gereği görüşüldü:
Dava; davalı idare tarafından 21.11.2003 günlü, 248/14 sayılı şartlı onay
kararıyla yürürlüğe konulan 19.11.2003 tarihli Doğalgaz Alımına İlişkin Ek
Mektup ve Zeyilnamelerle kabul edilen fiyat formülünün uygulanmasıyla ilgili
olarak yapılan 12.4.2005 günlü başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali
istemiyle açılmıştır.
Danıştay Onüçüncü Dairesinin 19.12.2005 günlü, E:2005/7722, K:2005/6037
sayılı kararıyla; olayda, davacının uyuşmazlığa konu ettiği Enerji Piyasası
Düzenleme Kurulunun 21.11.2003 tarih ve 248/14 sayılı kararını 07.04.2005
tarihinde öğrendiğinin,12.04.2005 tarihinde davalı idareye başvurarak anılan
kararın kaldırılmasını istediğinin, davacının bu başvurusuna 10.05.2005
tarihinde tebliğ edilen 10.05.2005 tarih ve 7877 sayılı yazıyla yanıt
verildiğinin ve talep etmiş oldukları hususların değerlendirilerek gerekli
çalışmaların yapılacağı ve sonucu hakkında bilgi verileceğinin bildirildiğinin,
davacının bunun üzerine 10.05.2005 tarihinde aynı içerikli istemle idareye
başvurduğunun, davacının bu başvurusuna da davacıya 26.05.2005 tarihinde tebliğ
edilen 17.05.2005 tarih ve 8519 sayılı yazı ile yanıt verildiğinin, davacının
30.06.2005 tarih ve 28.07.2005 tarihli yanıtsız bırakılan başvuruları üzerine
28.07.2005 tarihinde bakılan davayı açtığının anlaşıldığı, bu durumda,
davacının, 2577 sayılı Kanunun 7. maddesi uyarınca Enerji Piyasası Düzenleme
Kurulu'nun 21.11.2003 tarih ve 248/14 sayılı kararının öğrenildiği 07.04.2005
tarihinden itibaren 60 gün içinde doğrudan ya da 11. madde uyarınca 60 günlük
dava süresi içinde idareye başvurarak cevap verilmesi halinde cevap tarihinden;
cevap verilmeyerek zımnen reddi halinde ise, zımnen ret tarihinden itibaren,
idareye yapılan başvuru tarihinde duran ve zımni ret kararından sonra kaldığı
yerden devam eden 60 günlük dava açma süresi içinde, yani davalı idarece
davacıya 10.05.2005 tarihinde tebliğ edilen kesin olmayan cevap aleyhine en son
04.07.2005 tarihine kadar dava açması gerekirken, belirtilen yasal süreler
geçirildikten sonra 28.07.2005 tarihinde kayda giren dilekçe ile açılan davanın
süre aşımı nedeniyle esasının incelenmesi olanağının bulunmadığı, 2577 sayılı
Kanun'da yer alan düzenleme dikkate alındığında, 11. madde kapsamında yapılan
başvurularda kesin olmayan yanıtlar üzerine kesin cevabın beklenmesi olanağı
öngörülmediğinden davacının kesin cevabı beklediğinden söz edilemeyeceği gibi,
davacının başvurularını yineleyerek 10.05.2005 tarihli başvurusu sonucu idarece
verilen 17.05.2005 tarihli yanıt üzerine dava açma süresinin yenilenmeyeceğinin
de açık olduğu gerekçesiyle davanın süre aşımı yönünden reddine karar
verilmiştir.
Davacı, usule aykırı olduğunu ileri sürerek anılan kararı temyiz etmekte
ve bozulmasını istemektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 7. maddesinin 1. fıkrasında,
dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde idare
mahkemelerinde altmış gün olduğu belirtilmiştir. Aynı Kanunun 11. maddesinde
ise, ilgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması,
geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılmasının üst makamdan, üst
makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açma süresi içinde
istenebileceği, bu başvurunun işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini
durduracağı, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş
sayılacağı, isteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma
süresinin yeniden işlemeye başlayacağı ve başvuru tarihine kadar geçmiş sürenin
de hesaba katılacağı hükme bağlanmıştır.
Olayda, davacının uyuşmazlığa konu ettiği Enerji Piyasası Düzenleme
Kurulunun 21.11.2003 günlü, 248/14 sayılı kararını 7.4.2005 tarihinde ayrıntılı
olarak öğrendikten sonra 12.4.2005 tarihinde davalı idareye başvurarak anılan
kararın kaldırılması, uygulamanın durdurulması yolunda istemlerde bulunduğu;
davacının bu başvurusu ve benzer nitelikteki diğer başvuruları üzerine davalı
idarece verilen 10.5.2005 ve 17.5.2005 tarihli cevapların başvuruyla ilgili
gerekli çalışmaların yapıldığına ilişkin olduğu görülmekte olup, belirtilen
süreç sonunda davacı tarafından 28.7.2005 tarihinde bu davanın açıldığı
anlaşılmaktadır.
Temyiz istemine konu Daire kararında, her ne kadar, davalı idarece
10.5.2005 tarihinde tebliğ edilen kesin olmayan cevap aleyhine en son 4.7.2005
tarihine kadar dava açılmasının gerektiği, 2577 sayılı Yasanın 11.maddesinde
kesin cevapların beklenmesi olanağının öngörülmediği belirtilmekte ise de, adı
geçen Yasanın 11. maddesinde belirtilen cevaptan anlaşılması gereken "isteğin
reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması" hali olup davalı idarece verilen
cevapların ise, idarenin işleyişiyle ilgili olduğu
görülmektedir.
Dolayısıyla, 2577 sayılı Yasanın 11. maddesinde belirtilen nitelikte
kabul edilemeyecek cevaplar esas alınarak dava açma süresinin hesaplanmasında
hukuki isabet bulunmamakta olup, davacının başvurusunun zımnen reddi üzerine
başvuru tarihine kadar geçen süre de dikkate alınarak yapılan hesaplamaya göre,
28.7.2005 tarihinde açılan davanın süresinde olduğu
anlaşılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulü ile Danıştay
Onüçüncü Dairesinin 19.12.2005 günlü, E:2005/7722, K:2005/6037 sayılı kararının
BOZULMASINA, kullanılmayan 19,90 YTL yürütmenin durdurulması harcının istemi
halinde davacıya iadesine, dosyanın adı geçen Daireye gönderilmesine, 23.6.2006
günü oybirliği ile karar verildi.
VERGİ
DAVA DAİRELERİ KURULU KARARLARI
DAMGA
VERGİSİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Vergi
Dava Daireleri
Kurulu
Esas
No : 2006/83
Karar
No: 2006/242
Özeti
: Yabancı
para ile finanse edilen ihaleye katılmak için alınan geçici teminat mektubunun,
damga vergisinden müstesna olduğu yolundaki iddianın, düzeltme şikayet yoluyla
incelenemeyeceği hakkında.
Temyiz Eden : Maliye Bakanlığı
Karşı Taraf :
… Bankası T.A.Ş. Başkent Şubesi
Vekili
: Av. …
İstemin Özeti
:
Bir müşterisine verdiği teminat mektupları nedeniyle, mükellef sıfatıyla vergi
dairesine beyan edip ödediği damga vergisi ile banka ve sigorta muameleleri
vergisinin, 3505 sayılı Kanunun Geçici 2'nci maddesinin (c) bendinden
yararlandırılarak iadesi istemiyle yapılan şikayet başvurusunun reddine ilişkin
işleminin iptali istemiyle dava
açılmıştır.
Ankara 1.Vergi Mahkemesi 2.4.2001 günlü, E:2000/777; K:2001/263 sayılı
kararıyla; dosyanın
incelenmesinden; Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından ihaleye çıkarılan
Ankara-Pozantı otoyolu inşaatı işinin ihalesine katılabilmesi için, … İnşaat
Turizm Enerji Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketine davacı Banka Şubesi tarafından
verilen teminat mektupları nedeniyle beyan edilip ödenen vergilerin iadesi
amacıyla şikayet başvurusunda bulunulduğunun anlaşıldığı; 3505 sayılı Kanunun
Geçici 2'nci maddesi ile döviz kazandırıcı faaliyetlere istisna tanındığı; sözü
edilen maddeye dayanılarak yayımlanan İhracat ve Yatırımlarda Damga Vergisi ve
Harç İstisnası Uygulaması Hakkında 2 Seri No'lu Tebliğin 3'üncü kısmının 3.2'nci
bölümünün 3.2.6'ncı maddesinde, yurt içi uluslararası ihale konusu işlerde,
ihaleye iştirak etmek için düzenlenen geçici teminat mektuplarına, teşvik
belgesi aranmaksızın re'sen istisna uygulanacağının öngörüldüğü; olayda, yatırım
programında yer alan ve yabancı parayla finanse edilen uluslararası ihale konusu
iş nedeniyle teminat mektubu alındığının tartışmasız olması nedeniyle,
istisnanın uygulanmamasının hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle işlemi iptal
etmiştir.
Maliye Bakanlığının temyiz istemini inceleyen Danıştay Yedinci Dairesi
26.10.2004 günlü ve E:2001/4114, K:2004/2639 sayılı kararıyla; davacı banka
Şubesi tarafından verilen teminat mektuplarının vergiye tabi tutulmasının vergi
hatası içerdiği iddia edildiğine, davalı idare tarafından ise, teminat
mektuplarının ilişkin olduğu işin, uluslararası ihale konusu iş olmadığı
savunulduğuna göre, uyuşmazlığın çözümü, teminat mektuplarının ilişkin olduğu
işin niteliğinin belirlenmesine bağlı olduğu, bu belirlemenin ise, ihalesine
katılınan işin özelliğinin araştırılmasını, yasa ve diğer düzenleyici işlemlerin
hükümlerinin yorumlanmasını gerektirdiği, davada ileri sürülen hata, 213 sayılı
Vergi Usul Kanunu hükümlerinin aradığı anlamda vergi hatası olmadığı,
dolayısıyla, teminat mektuplarının damga vergisinden müstesna olup olmadığı
hususu, 3505 sayılı Kanunun Geçici 2'nci maddesinin (c) bendinin yorumlanması
ile belirlenebileceğinden, davacının, ileri sürdüğü, 3505 sayılı Kanunun Geçici
2'nci maddesinin (c) bendinde yer alan istisna hükmünden yararlandırılması
gerektiği yolundaki iddiasının, ancak, süresinde açılabilecek davada incelenmesi
olanaklı olduğu gerekçesiyle mahkeme kararını bozmuştur.
Bozma kararına uymayan Ankara 1.Vergi Mahkemesi 30.9.2005 günlü ve
E:2005/1389, K:2005/1184 sayılı kararıyla, işlemin iptali yolundaki kararında
ısrar etmiştir.
Israr kararı Maliye Bakanlığı tarafından temyiz edilmiş, davacı
iddialarının düzeltme şikayet başvurusu kapsamında incelenemeyeceği ileri
sürülerek kararın bozulması istenmiştir.
Savunmanın Özeti : Temyiz
isteminin reddi gerektiği yolundadır.
Danıştay Tetkik Hakimi Gülsen BİŞKİN'in Düşüncesi :
Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar ısrar kararının bozulmasını
sağlayacak durumda bulunmadığından temyiz isteminin reddi gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı H.Hüseyin TOK'un
Düşüncesi : Davalı idare temyiz isteminin; Danıştay 7 nci Dairesinin
26.10.2004 gün ve E:2001/4114, K:2004/2639 sayılı bozma kararında yazılı
gerekçelerle kabul edilerek mahkeme ısrar kararının bozulmasına karar verilmesi
gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunca, dosyadaki belgeler
incelendikten sonra gereği görüşüldü:
Davacı bankanın, bir müşterisine verdiği geçici teminat mektupları
nedeniyle, mükellef sıfatıyla vergi dairesine beyan edip ödediği damga vergisi
ile banka sigorta muameleleri vergisinin, 3505 sayılı Kanunun Geçici 2 nci
maddesinin (c) bendinden yararlandırılarak iadesi istemiyle yapılan düzeltme
şikayet başvurusunun reddine ilişkin işlemi iptal eden vergi mahkemesi ısrar
kararı Maliye Bakanlığı tarafından temyiz edilmiştir.
213 sayılı Vergi Usul Kanununun 116 ncı maddesinde vergi hatası, vergiye
müteallik hesaplarda veya vergilendirmede yapılan hatalar yüzünden haksız yere
fazla veya eksik vergi istenmesi veya alınması olarak tanımlanmış ve bu hatalar,
hesap hataları ve vergilendirme hataları başlığı altında 117 ve 118 inci
maddelerde iki ayrı grup halinde düzenlenmiştir.
Belirtilen kurallara göre bir vergilendirme işleminde vergi hatasından
söz edebilmek için ortada açık biçimde vergi miktarında fazlalık veya eksikliğe
ya da vergi yükümlülüğünün saptanmasına neden olan yanlışlıkların bulunması
gerekmektedir.
Olayda, davacı banka şubesi tarafından verilen geçici teminat
mektuplarının vergiye tabi tutulmasının vergi hatası içerdiği iddia edildiğine,
davalı idare tarafından ise, teminat mektuplarının ilişkin olduğu işin,
uluslararası ihale konusu iş olmadığı savunulduğuna göre, uyuşmazlığın çözümü
teminat mektuplarının ilişkin olduğu işin niteliğinin belirlenmesine bağlıdır.
Bu belirleme ise, ihalesine katılınan işin özelliğinin araştırılmasını, yasa ve
diğer düzenleyici işlemlerin hükümlerinin yorumlanmasını gerektirdiğinden,
davada ileri sürülen hata, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu hükümlerinin aradığı
anlamda vergi hatası değildir.
Dolayısıyla, davacı banka tarafından verilen geçici teminat mektuplarının
vergiden müstesna olup olmadığı hususu, 3505 sayılı Kanunun Geçici 2 nci
maddesinin (c) bendinin yorumlanması ile belirlenebileceğinden, davacının ileri
sürdüğü 3505 sayılı Kanunun Geçici 2 nci maddesinin (c) bendinde yer alan
istisna hükmünden yararlandırılması gerektiği yolundaki iddia 213 sayılı Vergi
Usul Kanununun 116 ve müteakip maddelerinde düzenlenen düzeltme şikayet yolu
kapsamında bulunmadığından, ancak tahakkuka karşı süresinde açılacak bir davada
incelenmesi mümkündür. Bu durumda, işlemin iptali yolundaki kararda hukuka
uygunluk görülmemiştir.
Bu nedenlerle, temyiz isteminin kabulüne, Ankara 1.Vergi Mahkemesinin
30.9.2005 günlü ve E:2005/1389, K:2005/1184 sayılı ısrar kararının bozulmasına,
yeniden verilecek kararda karşılanacağından, yargılama giderleri yönünden hüküm
kurulmasına gerek bulunmadığına, 29.9.2006 gününde esasta ve gerekçede oyçokluğu
ile karar verildi.
K
A R Ş I O
Y
Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar vergi mahkemesi ısrar
kararının bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğinden, temyiz isteminin
reddi gerektiği görüşüyle karara katılmıyoruz.
K
A R Ş I O Y
Bir yargı yerinde, davacı veya davalı sıfatıyla, taraf olabilmenin ilk
koşulu, hukuk kişisi olmaktır. Hukuk kişiliği ise, Medeni Kanun hükümlerine
göre, gerçek veya tüzel kişi olmayı gerektirir. Bankalar Kanununa göre, banka
şubelerinin, genel müdürlükten ayrı bir tüzel kişilikleri bulunmadığından; kendi
adlarına veya genel müdürlüğü temsilen bir davada taraf olmalarına olanak
yoktur.
Bu nedenle, tüzel kişiliği bulunmayan Banka Şubesinin kendi adına açmış
olduğu davanın ehliyetsizlik nedeniyle incelenmeksizin reddi gerekeceğinden;
işin esasına girilerek verilen temyize konu ısrar kararının bu gerekçeyle
bozulması gerektiği oyu ile, kararın gerekçesine
katılmıyoruz.
GELİR
VERGİSİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Vergi
Dava Daireleri
Kurulu
Esas
No : 2006/59
Karar
No: 2006/212
Özeti
: Düzenlediği
toplam fatura tutarı, pos cihazı ile yapılan satışlar tutarı ve beyanları
arasında uyumsuzluk olduğu açıkça tespit edilen yükümlü adına yapılan tarhiyatı
kaldıran mahkeme kararında, hukuki isabet görülmediği
hakkında.
Temyiz Eden : Fırat Vergi
Dairesi Müdürlüğü
Karşı Taraf :
…
İstemin Özeti
:
Spor malzemeleri ticaretiyle uğraşan davacının 2002 yılı işlemlerinin
incelenmesi sonucu bulunan matrah farkı üzerinden adına re'sen vergi ziyaı
cezalı gelir vergisi salınmış, fon payı hesaplanmış ve özel usulsüzlük cezası
kesilmiştir.
Malatya Vergi Mahkemesi 15.6.2004 günlü ve E:2004/18, K:2004/82 sayılı
kararıyla; davacının yasal defter ve belgeleri ile kredi kartıyla yaptığı
satışlara ait banka dökümlerinin karşılaştırılması sonucu belgesiz satışları
bulunduğu ve defter kayıtları ile belgeleri ve beyanları arasında farklılıklar
olduğu tespit edilerek matrah farkı belirlendiği, ara kararı üzerine ibraz
edilen belgelerin incelenmesinden, düzenlenen faturaların tarih ve tutarları ile
kredi kartıyla yapılan satışların yıl içindeki dağılımlarının uyumsuz olduğu
sonucuna varıldığı, ancak belgesiz satışların bulunmasının yanında belgesiz
alışların da bulunup bulunmadığı araştırılmadan, kredi kartıyla yapılan belgesiz
satışların tamamının kâr olduğu kabul edilerek matrah farkı bulunmasında yasaya
uygunluk görülmediği, öte yandan, inceleme raporunda davacının kayıtları ile
kredi kartıyla yapılan satış tutarlarının uyumsuz olduğu iddia edilmekte ise de
bu hususların ayrıntılı olarak incelenmediği, vergi tarhını gerektiren matrahın
nereden doğduğu açıkça ortaya konulmadığından bulunan matrah farkında ve kesilen
özel usulsüzlük cezasında hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle cezalı
tarhiyatı kaldırmıştır.
Vergi dairesi müdürlüğünün temyiz istemini inceleyen Danıştay Üçüncü
Dairesi 7.6.2005 günlü ve E:2004/2382, K:2005/1403 sayılı kararıyla; ara kararı
üzerine gönderilen belgeler ile dosyada mevcut belgeler incelendiğinde, ilgili
dönemde yapılan satışlara karşılık düzenlenen fatura tutarları toplamının
21.240.900.007 lira, kredi kartıyla yapılan toplam satışların 22.453.750.000
lira, beyanname eki olarak sunulan gelir tablosunda ise dönem hasılatının
20.778.474.500 lira olduğunun görüldüğü, sunulan bu verilerin
değerlendirilmesinden, davacının, vergilendirme dönemi itibarıyla pos cihazıyla
yaptığı satış tutarının, aynı döneme ilişkin olarak beyan edilen gayrisafi
hasılattan yüksek olduğunun anlaşılması karşısında, beyan dışı bıraktığı
hasılatının bulunduğu sonucuna varıldığı, bu nedenle, beyan edilmesi gereken
hasılat ile beyannamelerde gösterilen hasılatın karşılaştırılması sonucu ortaya
çıkan farka göre beyan dışı bırakılan kazanç miktarı belirlenerek Vergi Usul
Kanununun özel usulsüzlük cezasını düzenleyen hükümlerinin de dikkate alınması
suretiyle yeniden bir karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle kararı
bozmuştur.
Bozma kararına uymayan Malatya Vergi Mahkemesi 16.11.2005 günlü ve
E:2005/261, K:2005/338 sayılı kararıyla, ilk kararında yer alan hukuksal
nedenler ve gerekçe uyarınca davanın kabulü yolundaki kararında ısrar
etmiştir.
Israr kararı vergi dairesi müdürlüğü tarafından temyiz edilmiş, vergi
inceleme raporuna dayalı tarhiyatta yasal düzenlemeye aykırılık bulunmadığı
ileri sürülerek kararın bozulması istenmiştir.
Savunmanın Özeti : Savunmada
bulunulmamıştır.
Danıştay Tetkik Hakimi Gülsen
BİŞKİN'in Düşüncesi : Danıştay Üçüncü
Dairesinin bozma kararında yer alan hukuksal nedenler ve gerekçe uyarınca ısrar
kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Nurten
KARAÇAY'ın Düşüncesi : Danıştay Üçüncü Dairesinin 7.6.2005 gün ve
K:2005/1403 sayılı kararında yazılı savcı düşüncesi uyarınca temyiz isteminin
kabulü ile temyize konu Vergi mahkemesi ısrar kararının bozulmasının uygun
olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunca, dosyadaki belgeler
incelendikten sonra gereği görüşüldü:
Spor malzemeleri ticareti ile uğraşan yükümlünün kredi kartı ile yapılan
satışlarının bir bölümüne belge düzenlememesi sebebiyle yasal defter ve
belgeleri ile beyanları arasında farklılıklar bulunduğu belirlenerek 2002 yılı
için adına re'sen salınan vergi ziyaı cezalı gelir vergisi ile hesaplanan fon
payı ve kesilen özel usulsüzlük cezasına karşı açılan davayı kabul eden vergi
mahkemesi ısrar kararı vergi dairesi müdürlüğü tarafından temyiz
edilmiştir.
213 sayılı Vergi Usul Kanununun 3 üncü maddesinin "ispat" başlıklı B
bendinde, vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin
gerçek mahiyetinin yemin hariç her türlü delille ispatlanabileceği, iktisadi,
ticari ve teknik icaplara uymayan ve olayın özelliğine göre normal ve mutad
olmayan bir durumun iddia olunması halinde ispat külfetinin bunu iddia eden
tarafa ait olduğu, kuralına yer verilmiştir. Anılan Kanunun 30 uncu maddesinin 2
nci fıkrasının 6 ncı bendinde, tutulması zorunlu olan defterlerin veya verilen
beyannamelerin gerçek durumu yansıtmadığına dair delil bulunması, re'sen tarh
nedeni olarak sayılmıştır.
Davacının kredi kartı ile yaptığı satışlardan kaynaklanan hasılatının bir
kısmını kayıt ve beyan dışı bıraktığının vergi inceleme raporu ile saptanması
nedeniyle olayda re'sen tarh sebebi gerçekleşmiştir.
17.5.2004 tarihli ara kararı ile davacıdan, 2002 yılı defter ve belgeleri
... Malatya Şubesinden de, tarih ve tutarları belirtecek şekilde satışların
dökümünü gösteren belgelerin istenmesi üzerine ibraz edilen belgeleri inceleyen
vergi mahkemesince yasal kayıtlarda yer alan tutarlar ile kredi kartlarıyla
yapılan satışların yıl içindeki dağılımının tutar ve tarihler yönünden uyumsuz
olduğu sonucuna varıldığı; ancak, düzenlenen inceleme raporunda, yükümlünün
belgesiz alımlarının da olabileceği, sektördeki kârlılık oranı gibi hususların
dikkate alınmadığı ve tarhiyata konu matrah farkının nereden doğduğu açıkça
ortaya konulmadığı gerekçesiyle cezalı tarhiyatın terkinine karar
verilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden, yükümlünün ilgili dönemde düzenlediği toplam
fatura tutarının, kredi kartı ile yapılan satışların tutarından daha düşük
olduğu, beyanname eki olarak sunulan gelir tablosunda yer alan hasılat tutarının
da hem fatura tutarı toplamından hem de kredi kartı ile yapılan satışlar
tutarından daha düşük olduğu anlaşıldığından, satış hasılatının bir kısmının
beyan dışı bırakıldığı sonucuna varılmıştır.
Bu nedenle, beyan edilmesi gereken hasılat ile beyannamelerde gösterilen
hasılatın karşılaştırılması sonucu ortaya çıkan farka göre beyan dışı bırakılan
kazanç miktarı belirlenerek ve vergi ziyaı cezası hakkında Anayasa Mahkemesinin,
6.1.2005 günlü ve E:2001/3, K:2005/4 sayılı iptal kararı ile Danıştay
İçtihatları dikkate alınmak suretiyle yeniden bir karar verilmesi
gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulü ile Malatya Vergi
Mahkemesinin 16.11.2005 günlü ve E:2005/261, K:2005/338 sayılı ısrar kararının
bozulmasına, yeniden verilecek kararda hüküm altına alınacağından yargılama
giderleri hakkında hüküm kurulmasına gerek
bulunmadığına, 6.7.2006 gününde oyçokluğu ile karar
verildi.
K
A R Ş I O
Y
Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar vergi mahkemesi ısrar
kararının bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğinden karara
katılmıyoruz.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Vergi
Dava Daireleri
Kurulu
Esas
No : 2006/45
Karar
No: 2006/108
Özeti
: Gayrimenkul
alım-satım faaliyetinden elde ettiği kazancın ticari kazanç olarak kabulü için
gerekli koşullar oluştuğundan, davacı adına 1998 yılı için yapılan tarhiyatta,
matrahın hukuka uygunluğu incelenerek karar verilmesi gerektiği
hakkında.
Temyiz Eden : Çekirge Vergi
Dairesi Müdürlüğü
Karşı Taraf :
…
İstemin Özeti
:
Gayrimenkul alım satım faaliyetinden elde ettiği ticari kazancını beyan etmediği
yolunda düzenlenen vergi inceleme raporuna dayanılarak davacı adına 1998 yılı
için re'sen ağır kusur cezalı gelir vergisi salınmış, fon payı hesaplanmış, özel
usulsüzlük cezası kesilmiştir.
Bursa Vergi Mahkemesi 27.6.2003 günlü ve E:2000/2800, K:2003/2433 sayılı
kararıyla; 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 37 nci maddesinin 2 nci fıkrasının
4 üncü bendinde gayrimenkul alım satım ve inşa işleriyle devamlı olarak
uğraşanların bu işlerinden elde ettikleri kazançların ticari kazanç sayılacağı,
Gelir Vergisi Kanununda yer alan düzenlemeler ve Türk Ticaret Kanununda ticari
işletme ve tacire ilişkin olarak yer alan düzenlemelerin birlikte
değerlendirilmesinden, ticari faaliyetin bir ticari işletme vasıtasıyla ticari
organizasyon içinde, kazanç elde etme amacıyla ve devamlı surette yapılan bir
faaliyet olduğu sonucuna ulaşıldığı, birden fazla gayrimenkulün değişik
tarihlerde satılması "devamlılık" unsurunun varlığı için tek başına yeterli
olmayacağından yapılan tarhiyatta hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle,
vergi ve cezayı kaldırmıştır.
Vergi dairesi müdürlüğünün temyiz istemini inceleyen Danıştay Üçüncü
Dairesi 3.11.2004 günlü ve E:2003/2032, K:2004/2767 sayılı kararıyla; dosyada
mevcut belgelerin incelenmesinden, davacının, satın alma yoluyla iktisap ettiği
araziyi parsellere ayırıp, bu parsellerden birini yine maliki olduğu bir başka
arsa ile birleştirdikten ve adına aldığı yapı ruhsatına dayanarak kişisel
ihtiyacı aşan büyüklükte inşaata başlamasından sonra inşaatın devam ettirilip
tamamlanması hususunda müteahhit ile anlaşması ve tamamlanarak kat irtifakı
kurulan binadan hissesine düşen bağımsız bölümlerden (29) adedini 1998 yılında
satması devamlılık unsurunun varlığını göstermekte olup, ileri sürdüğü
zorunluluk nedenlerini de kanıtlayamayan davacının bu faaliyetinden elde ettiği
kazancının ticari kazanç olarak vergilendirilmesine ilişkin tüm koşulların
gerçekleştiği anlaşıldığından, takdir olunan matrahın miktarının hukuka uygun
olup olmadığı araştırılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken tarhiyatın
kaldırılması yolundaki vergi mahkemesi kararında yasal isabet görülmediği
gerekçesiyle, kararı bozmuştur.
Bozma kararına uymayan Bursa
Vergi Mahkemesi 20.9.2005 günlü ve E:2005/286, K:2005/836 sayılı
kararıyla; vergi ve cezaların kaldırılması yolundaki kararında ısrar
etmiştir.
Israr kararı vergi dairesi müdürlüğünce temyiz edilmiş, tarhiyatta yasaya
aykırılık bulunmadığı ileri sürülerek kararın bozulması
istenmiştir.
Savunmanın Özeti : Savunma
verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi Özlem ULAŞ'ın Düşüncesi :
Danıştay Üçüncü Dairesince verilen bozma kararında yer alan esaslar
doğrultusunda ısrar kararının bozulması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Nurten
KARAÇAY'ın Düşüncesi : Danıştay Üçüncü Dairesinin 2.11.2004 gün ve
K:2004/2767 sayılı kararında yazılı savcı düşüncesi uyarınca temyiz isteminin
reddi ile temyize konu Vergi mahkemesi ısrar kararının onanmasının uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunca, dosyadaki belgeler
incelendikten sonra gereği görüşüldü:
Gayrimenkul alım satım faaliyetinden elde ettiği ticari kazancını beyan
etmediği yolunda düzenlenen vergi inceleme raporuna dayanılarak davacı adına
1998 yılı için re'sen salınan ağır kusur cezalı gelir vergisi, hesaplanan fon
payı ve kesilen özel usulsüzlük cezasına ilişkin tarhiyatı, elde edilen gelirin
ticari kazanç olarak değerlendirilebilmesi için gerekli koşulların
gerçekleşmediği gerekçesiyle kaldıran vergi mahkemesi ısrar kararı, vergi
dairesi müdürlüğünce temyiz edilmektedir.
193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 37'nci maddesinin birinci fıkrasında;
her türlü ticari ve sınai faaliyetten elde edilen kazanç, ticari kazanç olarak
tanımlanmış, ikinci fıkrasının (4) işaretli bendinde; gayrimenkullerin alım,
satım ve inşa işleriyle devamlı olarak uğraşanların bu işlerinden sağladıkları
kazançlar ile (6) işaretli bendinde yer alan satın alınan arazinin beş yıl
içinde parsellenerek kısmen veya tamamen satılmasından sağlanan kazançların
ticari kazanç sayılacağı kurala bağlanmıştır.
29.5.1991 tarihinde satın aldığı tarla vasfındaki araziyi 21.5.1993
tarihinde parselleten ve oluşturulan iki imar parselinden birini, 19.8.1992
tarihinde satın aldığı bir başka imar parseliyle birleştirerek oluşturulan iki
arsa üzerine yapılacak inşaatlara ait 18.2.1994 ve 12.5.1994 tarihli yapı
ruhsatlarında yapı müteahhidi olarak kendi adı yer alan davacı, toplam (6) blok,
(95) daire ve (11) dükkandan oluşan yapının inşasına başlandıktan sonra, kızının
ortağı olduğu Gidaş İnşaat Taahhüt Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi ile
13.6.1997 tarihinde arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi düzenlemiş, 31.12.1997
tarihinde tamamlanan inşaattan sözleşme uyarınca hissesine düşen bağımsız
bölümlerden (29) tanesini 1998 yılında sattığının tespiti üzerine, bu faaliyeti
ticari nitelikte kabul edilerek, dava konusu tarhiyat
yapılmıştır.
Yapılan işlemlerin ticari nitelik taşımadığı, servetin değerlendirilmesi
sonucu iktisap olunan arsanın vasıf değiştirdiği ve ihtiyaç nedeniyle yapılan
satışların devamlılık unsuru taşımadığı ileri sürülerek tarhiyata karşı dava
açılmış ise de; davacının satın alma yoluyla iktisap ettiği araziyi parsellere
ayırıp, bu parsellerden birini yine maliki olduğu bir başka arsa ile
birleştirdikten ve adına aldığı yapı ruhsatına dayanarak kişisel ihtiyacı aşan
büyüklükte inşaata başlamasından sonra, inşaatın devam ettirilip tamamlanması
hususunda müteahhit ile anlaşması ve tamamlanarak kat irtifakı kurulan binadan
hissesine düşen bağımsız bölümlerden (29) adedini 1998 yılında satması,
devamlılık unsurunun varlığını göstermekte olup, bu faaliyetinden elde ettiği kazancının
ticari kazanç olarak vergilendirilmesine ilişkin tüm koşulların gerçekleştiği
anlaşıldığından, takdir olunan matrahın miktarının hukuka uygun olup olmadığının
araştırılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, tarhiyatın kaldırılması
yolundaki vergi mahkemesi ısrar kararında hukuka uygunluk
görülmemiştir.
Diğer yandan yükümlü adına aynı nedenle 1998 yılının Mayıs ila Aralık
dönemleri için re'sen salınan ağır kusur cezalı katma değer vergisinin
kaldırılması yolundaki Bursa Vergi Mahkemesi kararına karşı davalı idarece
yapılan temyiz başvurusu da Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 29.3.2005 günlü ve
E:2003/3553, K:2005/751 sayılı kararıyla kabul edilerek mahkeme kararı
bozulmuştur.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulüyle, Bursa Vergi
Mahkemesinin 20.9.2005 günlü ve E:2005/286, K:2005/836 sayılı ısrar kararının
bozulmasına, yeniden verilecek kararda karşılanacağından, yargılama giderleri
yönünden hüküm kurulmasına gerek bulunmadığına, 14.4.2006 gününde oyçokluğu ile
karar verildi.
K
A R Ş I O
Y
Vergi dairesi müdürlüğünün temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar,
ısrar kararının bozulmasını sağlayacak durumda bulunmadığından, temyiz isteminin
reddi gerektiği oyu ile karara katılmıyorum.
KATMA
DEĞER VERGİSİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Vergi
Dava Daireleri
Kurulu
Esas
No : 2006/89
Karar
No: 2006/216
Özeti
: Defterlerdeki
bilgiler ve incelemeye ibraz edilmeyen faturalardan saptanan ortalama hasılatın,
ibraz edilmeyen faturalara teşmili suretiyle hesaplanan matrah farkında yasaya
aykırılık bulunmadığı hakkında.
Temyiz Eden : Yüreğir Vergi
Dairesi Müdürlüğü - ADANA
Karşı Taraf :
… Tekstil Konfeksiyon Pazarlama ve Ticaret Limited Şirketi
İstemin Özeti
:
Davacı şirketin 1999 yılına ilişkin işlemlerinin incelenmesi sonucu düzenlenen
vergi tekniği ve vergi inceleme raporlarında komisyon karşılığında içeriği
itibarıyla sahte ve yanıltıcı fatura düzenlediğinin tespit edilmesi üzerine
hesaplanan komisyon gelirini beyan
etmemesi nedeniyle adına re'sen vergi ziyaı cezalı kurumlar vergisi salınmış,
fon payı
hesaplanmıştır.
Adana 1. Vergi Mahkemesi 23.9.2003 gün ve E:2003/604, K:2003/1139 sayılı
kararıyla; dava konusu cezalı tarhiyatın dayanağı vergi tekniği ve vergi
inceleme raporlarında davacı şirketin Eylül 1998 dönemi itibarıyla gayrifaal
olduğunun açık olduğu, Eylül 1998 ve Mart 1999 döneminde kullanıldığı kabul edilen 21601 ila 22250 seri
numaralı 13 cilt faturadan, Ocak 1999 döneminde … Tekstil Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi'ne
düzenlenen 22211, 22213, 22216,
22217, 22220, 22221, 22224, 22226, 22229, 22231 seri numaralı faturalar
dışındaki faturaların kullanılıp kullanılmadığı hususunda hiçbir tespit bulunmadığından, sadece adı geçen
şirkete Ocak 1999 döneminde %2
komisyon karşılığında sahte fatura düzenlendiği sonucuna ulaşıldığı, buna göre bu
dönemde düzenlenen 10 adet fatura tutarı esas alınarak hesaplanan matrah farkı
üzerinden yapılan cezalı tarhiyatta hukuka aykırılık görülmediği, fazlaya
ilişkin kısmın ise kaldırılması gerektiği gerekçesiyle matrahı azaltmak
suretiyle davayı kısmen kabul etmiştir.
Vergi dairesi müdürlüğünün temyiz istemini reddeden Danıştay Üçüncü
Dairesi karar düzeltme istemini kabul ederek 6.7.2005 günlü ve E:2005/884,
K:2005/1696 sayılı kararıyla; cilt halindeki faturaların belli bir sırayı takip
etmesi ve bu sıra dahilinde kullanılmış olmasının mutad olması karşısında aynı
ciltte yer alan faturalardan sıra gözetmeksizin aradaki numaraları içeren
faturaların düzenlenmiş olması, aksi ispat edilmediği sürece o cildin tamamının
kullanılmış olduğunun kabulünü gerektirdiğinden Mahkemece verilen kararın karşıt
inceleme ile kullanıldığı tespit edilen 10 adet faturanın yer aldığı 22220-22250
arası (1) cilt faturaya ilişkin hüküm fıkrasında hukuka uygunluk görülmediği
gerekçesiyle 22200-2250 numaralar arası (1) cilt faturadan kaynaklanan matrah
farkı ile ilgili hüküm fıkrasını bozmuştur.
Bozma kararına uymayan Adana 1.Vergi Mahkemesi 15.12.2005 günlü ve
E:2005/897, K:2005/1317 sayılı kararıyla; ilk kararında yer alan hukuksal
nedenler ve gerekçeye ek olarak, kullanıldığı karşıt incelemeyle tespit edilen
10 adet fatura dışında kalan ve kullanılıp kullanılmadığı yönünde hiçbir tespit
bulunmayan faturalar esas alınarak belirlenen matrah üzerinden yapılan cezalı
tarhiyatta yasaya uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle ısrar
etmiştir.
Israr kararı vergi dairesi müdürlüğü tarafından temyiz edilmiş, vergi
inceleme raporuna dayalı tarhiyatta yasal düzenlemeye aykırılık bulunmadığı
ileri sürülerek bozulması istenmiştir.
Savunmanın Özeti :
Savunmada bulunulmamıştır.
Danıştay Tetkik Hakimi Gülsen
BİŞKİN'in Düşüncesi : Danıştay Üçüncü
Dairesinin bozma kararında yer alan hukuksal nedenler ve gerekçe uyarınca ısrar
kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Ahmet
ALAYBEYOĞLU'nun Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların
temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde ileri sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
ısrar kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunca, dosyadaki belgeler
incelendikten sonra gereği görüşüldü:
1999 yılı işlemleri incelenen yükümlü şirketin içeriği itibarıyla sahte
ve yanıltıcı fatura düzenleyerek elde ettiği komisyon gelirini beyan
etmediğinden bahisle adına salınan vergi ziyaı cezalı kurumlar vergisi ile
hesaplanan fon payına karşı açılan davada karşıt incelemeyle düzenlendiği
tespitli 10 adet faturaya isabet eden kısım dışındaki tarhiyatı kaldıran vergi
mahkemesi ısrar kararı vergi dairesi müdürlüğü tarafından temyiz
edilmiştir.
213 sayılı Vergi Usul Kanununun 3 üncü maddesinde; vergilendirmede
vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin esas
olduğu, vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek
mahiyetinin, yemin hariç her türlü delille ispatlanabileceği, iktisadi, ticari
ve teknik icaplara uymayan veya olayın özelliğine göre normal ve mutad olmayan
bir durumun iddia olunması halinde, ispat külfetinin bunu iddia eden tarafa ait
olduğu kurala bağlanmış, aynı Kanunun, fatura nizamına ilişkin 231 inci
maddesinin 1 inci fıkrasında da, faturaların sıra numarası dahilinde teselsül
ettirileceği belirtilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden, Ağustos 1998 tarihinden itibaren hiç bir ticari
faaliyeti olmadığı iş yerini tamamen boşalttığı hususu şirket yetkilisinin
ifadesiyle sabit olan davacının, Eylül 1998 ve Mart 1999 döneminde kullandığı
kabul edilen 21601 ile 22250 seri numaralı 13 cilt faturadan Ocak 1999 döneminde
… Tekstil Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketine düzenlendiği tespit edilen 22211,
22213, 22216, 22217, 22220, 22221, 22224, 22226, 22229 ve 22231 seri numaralı
faturalardan hareketle elde edilmesi gereken hasılata ulaşılarak %2 komisyon
oranına göre matrah farkı hesaplanmış, vergi mahkemesince, karşıt inceleme ile
kullanıldığı tespit edilen 22200-22250 numaralar arasındaki ciltten kullanıldığı
tespitli 10 adet fatura tutarına göre matrah azaltılarak tarhiyat
onanmıştır.
Cilt halinde bastırılan faturaların takip ettikleri sıraya göre
düzenlenmiş olması gerektiğinden, aynı ciltten kullanıldığı tespitli faturaların
bulunması halinde, bu numaralar arasında yer alan diğer faturaların da
kullanıldığının kabulü zorunludur. Vergi Usul Kanununun 3 üncü maddesine göre,
normal ve mutad olan bu durumun aksini kanıtlama yükü kendisine düşen davacının,
bu faturaların kullanılmadığını hukuken geçerli belgelerle kanıtlayamamış olması
karşısında, defterlerindeki ve kullanıldığı saptanan faturalardaki hasılat
tutarı esas alınarak hesaplanan, ibraz edilmeyen her bir fatura ile elde
edilebilecek ortalama komisyon gelirine göre bulunan matrah farkı üzerinden
tarhiyat yapılması hukuka uygun olduğundan, tarhiyatın 22200-22250 numaralı
faturalar arasındaki ibraz edilmeyen faturalara ilişkin kısmının kaldırılması
yolundaki vergi mahkemesi ısrar kararında isabet
görülmemiştir.
Ayrıca, vergi ziyaı cezası hakkında, vergi mahkemesince karar verilirken,
vergi ziyaı cezasının hesaplanış şeklinin Anayasaya aykırı olduğu yolundaki
Anayasa Mahkemesinin 6.1.2005 günlü ve K:2005/4 sayılı iptal kararı ile Danıştay
İçtihatları gözönüne alınarak karar verilmesi
gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulü ile Adana 1.Vergi
Mahkemesinin 15.12.2005 günlü ve E:2005/897, K:2005/1317 sayılı ısrar kararının
bozulmasına, yeniden verilecek kararda karşılanacağından yargılama giderleri
yönünden hüküm kurulmasına gerek bulunmadığına, 6.7.2006 gününde oyçokluğu ile
karar verildi.
K
A R Ş I O Y
Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar ısrar kararının bozulmasını
sağlayacak durumda bulunmadığından temyiz isteminin reddi gerektiği görüşüyle
karara katılmıyoruz.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Vergi
Dava Daireleri
Kurulu
Esas
No : 2006/22
Karar
No: 2006/95
Özeti
: İmzasız
verilen beyannamenin hiç verilmediği kabul edilerek, takdir komisyonunca
beyannamedeki katma değer vergisi indirimleri kabul edilmeyerek, beyan üzerinden
tarhiyat yapılmasında hukuka uygunluk bulunmadığı
hakkında.
Temyiz Eden : Dışkapı Vergi
Dairesi Müdürlüğü - ANKARA
Karşı Taraf :
…
İstemin Özeti
:
2001 Eylül dönemine ait katma değer vergisi beyannamesinin imzasız verilmesi
üzerine, onbeş gün süre verilerek söz konusu eksikliğin giderilmesi, aksi halde
beyanname vermemiş kabul edileceği bildirilen davacı adına, çağrıya uymaması
nedeniyle beyanname vermemiş sayılarak takdir komisyonunca takdir edilen matrah
üzerinden, katma değer vergisi indirimlerinin kabul edilmemesi suretiyle re'sen
vergi zıyaı cezalı katma değer vergisi salınmıştır.
Ankara 3.Vergi Mahkemesi 26.2.2003 günlü ve E:2002/936, K:2003/133 sayılı
kararıyla; imza eksikliği ile de olsa yükümlünün süresinde beyannamesini
verdiği, bunun şekil noksanlığı olup re'sen takdir sebebi oluşturmadığı, re'sen
matrah takdir edilebilmesi için vergi matrahının tamamen veya kısmen defter
kayıt ve belgelere veya kanuni ölçülere göre tespitine imkan bulunmaması ve
davacının beyan ettiği matrahın üzerinde bir matrahın tespiti gerektiği, takdir
komisyonunca matrah takdir edilirken davacının verdiği beyannamedeki matrahın
aynen esas alınıp, katma değer vergisi indirimlerinin kabul edilmediği, ancak,
katma değer vergisi indirimlerinin kabul edilmemesi için ayrı bir inceleme
gerektiği, beyannamenin imzasız olmasının katma değer vergisi indirimlerinin
kabul edilmemesi sebebi olmayacağı gerekçesiyle cezalı tarhiyatı
kaldırmıştır.
Vergi dairesi müdürlüğünün temyiz istemini inceleyen Danıştay Yedinci
Dairesi 14.1.2005 günlü ve E:2003/1638, K:2005/3 sayılı kararıyla; imzasız
verilen beyannamenin hukuki geçerlilik bakımından beyanname olma niteliğini
taşımadığı, usulüne uygun verilmiş beyanname olarak kabul edilmeyeceği, Vergi
Usul Kanununun 30 uncu maddesi, Katma Değer Vergisi Kanununun 42 nci maddesi ile
bu maddeye dayanılarak Maliye Bakanlığınca yayımlanan vergi dairesi işlem
yönergesinde, beyannamelerdeki imza eksikliğinin tamamlatılacağı, verilen süreye
rağmen tamamlanmaz ise beyanname verilmemiş gibi işlem yapılacağının
belirtildiği, bu nedenle, kararın re'sen takdir sebebi olmadığı yolundaki
gerekçesinde isabet görülmediği, katma değer vergisi indirimini düzenleyen
maddelere göre katma değer vergisi indiriminin her koşulda yararlanılabilecek
hak olmadığı, ancak belli şartlara uyulması ile yararlanılabileceği, beyanname
vermemiş kabul edilen mükellefin bu haktan yararlanamayacağı, takdir komisyonu
kararına dayalı tarhiyatın kaldırılmasında isabet görülmediği gerekçesiyle
kararı bozmuştur.
Bozma kararına uymayan Ankara 3.Vergi Mahkemesi 29.9.2005 günlü ve
E:2005/1156, K:2005/893 sayılı kararıyla; ilk kararında yer alan hukuksal
nedenler ve gerekçeye ek olarak, imzanın tamamlatılması için 19.2.2002 tarih ve
00/47 sayılı yazı ile onbeş günlük süre verildiği, davalı idarece bu onbeş
günlük süre beklenilmeden 22.3.2002 tarihinde takdire sevk edildiği, olayda
re'sen takdir sebebi bulunmadığı gerekçesiyle tarhiyatın terkini yolundaki
kararında ısrar etmiştir.
Israr kararı vergi dairesi müdürlüğü tarafından temyiz edilmiş, takdir
komisyonu kararına dayalı tarhiyatta yasal düzenlemeye aykırılık bulunmadığı
ileri sürülerek kararın bozulması istenmiştir.
Savunmanın Özeti :
Temyiz isteminin reddi gerektiği yolundadır.
Danıştay Tetkik Hakimi Gülsen BİŞKİN'in Düşüncesi :
Temyiz
dilekçesinde ileri sürülen iddialar
ısrar kararının bozulmasını sağlayacak durumda görülmediğinden istemin reddi
gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı H.Hüseyin TOK'un
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
ısrar kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunca, dosyadaki belgeler
incelendikten sonra gereği görüşüldü:
Ankara 3.Vergi Mahkemesinin 29.9.2005 günlü ve E:2005/1156, K:2005/893
sayılı ısrar kararı, dayandığı hukuksal nedenler ve gerekçe ile Kurulumuzca da
uygun bulunmuş ve temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, kararın
bozulmasını gerektirecek durumda görülmemiştir.
Bu nedenlerle temyiz isteminin reddine, 14.4.2006 gününde oyçokluğu ile
karar verildi.
K
A R Ş I O Y
Danıştay Yedinci Dairesinin bozma kararında yer alan hukuksal nedenler ve
gerekçe uyarınca ısrar kararının bozulması gerektiği görüşünde olduğumuzdan
karara katılmıyoruz.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Vergi
Dava Daireleri
Kurulu
Esas
No : 2006/150
Karar
No: 2006/230
Özeti
: Vakıf
üniversitelerinin yaptığı eğitim öğretim hizmetinin, katma değer vergisine tabi tutulması gerektiği
hakkında.
Temyiz Eden : Kadıköy Vergi
Dairesi Müdürlüğü
Karşı Taraf :
… Üniversitesi Rektörlüğü
Vekili
: Av. …
İstemin Özeti
:
1998 yılı hesaplarının incelenmesi sonucu adına katma değer vergisi yönünden
mükellefiyet tesis edilen davacı üniversitenin 1998/Ocak dönemi için katma değer
vergisi beyannamesi vermemesi nedeniyle tarh edilen ağır kusur cezalı katma
değer vergisine karşı dava açılmıştır.
İstanbul 6.Vergi Mahkemesi 29.6.2004 günlü ve E:2003/2489, K:2004/1809
sayılı kararıyla; uyuşmazlığın esasını vakıf üniversitelerinin katma değer
vergisi mükellefi olup olmayacağı hususunun teşkil ettiği, 5422 sayılı Kurumlar
Vergisi Kanunu hükümleri uyarınca dernek ve vakıflara ait iktisadi işletmelerin
kazançlarının kurumlar vergisine, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu
hükümleri uyarınca da bu iktisadi işletmelere ait teslim ve hizmetlerin katma
değer vergisine tabi olacağı, Anayasa'nın 130 uncu maddesine göre
üniversitelerin Devlet tarafından kanunla kurulacağı, ikinci fıkrada kanunda
gösterilen usul ve esaslar içinde kazanç amacına yönelik olmamak şartı ile
vakıflar tarafından Devletin gözetim ve denetimine tabi yüksek öğretim kurumları
kurulabileceğinin öngörüldüğü, Vakıflar tarafından kurulan yüksek öğretim
kurumlarının, mali ve idari konular dışındaki akademik çalışmaları, öğretim
elemanlarının sağlanması ve güvenlik yönlerinden, Devlet eliyle kurulan yüksek
öğretim kurumları için Anayasa'da belirtilen hükümlere tabi olduğu, 2547 sayılı
Yüksek Öğretim Kanunu'nda da üniversitelerin bilimsel araştırma, yayın ve
danışmanlık yapmak üzere kurulduklarının belirtildiği, aynı Kanunun Ek 2 nci
maddesinde vakıfların, kazanç amacına yönelik olmamak şartıyla yüksek öğretim
kurumları kurabilecekleri, 56 ncı maddesinde üniversiteler ile yüksek
teknoloji enstitülerinin genel
bütçeye dahil kamu kurum ve kuruluşlarına tanınan mali muafiyetler, istisnalar
ve diğer mali kolaylıklardan yararlanacaklarının öngörüldüğü, Ek 7 nci maddede
ise vakıflarca kurulacak yükseköğretim kurumlarının 56 ncı maddedeki mali kolaylıklardan, muafiyet ve
istisnalardan aynen istifade edeceklerinin açıklandığı, bu hükümlere göre
vakıflar tarafından kurulan yükseköğretim kurumlarının kazanç sağlamak amacıyla
kurulamayacakları, Devletin yetişemediği yerde vakıflar aracılığıyla yüksek
eğitim, öğretim açığının kapatılmasına imkan sağlanmaya çalışıldığı, Vakıf
Üniversitelerinin Devletin gözetim ve denetimi altında oldukları, herhangi bir
nedenle vakfın ortadan kalkması halinde vakfa ait yüksek öğretim kurumunun devam
edeceği, bu durumda kazanç gayesi gütmeyen kamu kurum ve kuruluşlarına
tanınan her türlü mali muafiyet,
istisna ve diğer kolaylıklarla desteklenen kamu kurum ve kuruluşu niteliğindeki
Devlet Üniversitesinden bir farkı bulunmayan vakıf yüksek öğretim kurumlarının
mütevelli heyetince belirlenerek öğrencilerden alınan ücretlerin tüm devlet
üniversitelerinde alınan harçlar gibi kurumun giderlerinin karşılığını
oluşturduğu, bu üniversitelerin vergilendirilmesi halinde öğrencilere bir yük
getirileceği, vakıf yüksek öğretim kurumlarının faaliyeti ticari kazanç ve
hasılat elde etme amacına yönelik olmadığından 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu
hükümleri uyarınca vergiye tabi tutulmasının mümkün bulunmadığı, 3065 sayılı
Katma Değer Vergisi Kanunu'na göre de katma değer vergisine tabi olmak için
teslim ve hizmetin ticari faaliyet çerçevesinde yapılması gerektiği, Anayasa ve
yasal zorluklara rağmen vakıf üniversitelerinin bir şekilde iktisadi işletme
oluşturarak ticari gaye ile hareket edip giderlerinin karşılığı dışında kazanç
ve hasılat sağladığı davalı idarece varsayım ve olasılıktan öte ortaya
konulmadığı, bu durumda davacı kurumun katma değer vergisi mükellefi olması
mümkün bulunmadığından inceleme raporuna dayanılarak yapılan cezalı tarhiyatta
yasal isabet görülmediği gerekçesiyle cezalı tarhiyatı
kaldırmıştır.
Vergi dairesi müdürlüğünün temyiz istemini inceleyen Danıştay Dokuzuncu
Dairesi 21.4.2005 günlü ve E:2004/3737, K:2005/992 sayılı kararıyla; Katma Değer
Vergisi Kanununda dernek ve vakıflara ait veya tabi olan veyahut bunlar
tarafından kurulan veya işletilen müesseselerin ticari, sinai, zirai ve mesleki
nitelikteki teslim ve hizmetlerinin bu Kanunun konusunu teşkil eden işlemlerden
olduğu belirtilmesine karşın bu müesseselerin tanımı yapılmamış olduğundan, söz
konusu müesseseleri, Türk Ticaret Kanunundaki hükümlere göre tanımlamak
gerektiği, Türk Ticaret Kanununa göre ticari ve sınai işletme sayılan
faaliyetler sonucu sağlanan gelirlerin, Gelir Vergisi Kanununda ticari kazanç
olarak sayıldığı, Gelir Vergisi Kanununun 37 inci maddesinde, her türlü ticari
ve sınai faaliyetlerden doğan kazançların ticari kazanç olduğu belirtilmiş ve bu
Kanunun uygulanmasında hangi faaliyetlerden elde edilen kazançların ticari
kazanç sayılacağı 6 bent halinde açıklanarak, aynı maddenin 3 numaralı bendi ile
de "özel okul ve hastanelerle benzeri yerlerin işletilmesinden" elde edilen
kazançların ticari kazanç olduğunun vurgulandığı, bu durumda, üniversitelerin
ticari nitelikteki teslim ve hizmetlerinin, katma değer vergisinin konusunu
teşkil eden işlemler kapsamında olduğunun anlaşıldığı, her ne kadar vergi
mahkemesi kararında, 3065 sayılı Kanuna göre katma değer vergisine tabi olması
için teslim ve hizmetin ticari faaliyet çerçevesinde yapılması gerektiği;
ancak, Anayasa'nın 130 uncu
maddesinin 2 inci fıkrasında ve 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu'nun Ek 2 nci
maddesinde, vakıflarca kurulan üniversitelerin kazanç amacına yönelik faaliyette
bulunamayacaklarının belirtilmesi nedeniyle davacı üniversitenin katma değer
vergisi mükellefi olamayacağı gerekçesine yer verilmiş ise de, katma değer
vergisinin yüklenicisi, vakfa ait
üniversite olmayıp, eğitim ve öğretim hizmetinden yararlanan öğrenciler
olduğu, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 17 inci maddesinin "Kültür ve
Eğitim Amacı Taşıyan İstisnalar" başlıklı 1 inci fıkrasında
üniversitelerin, ilim, fen ve güzel
sanatları, tarımı yaymak, ıslah ve teşvik etmek amacıyla yaptıkları teslim ve
hizmetlerin katma değer vergisinden istisna olduğunun belirtildiği, Anayasa'nın
42 nci maddesinin 8 inci fıkrasında eğitim ve öğretim kurumlarında sadece
eğitim, öğretim, araştırma ve inceleme ile ilgili faaliyetlerin yürütüleceğinin
açıklandığı, 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu'nun 3 üncü maddesinde yüksek
öğretim, üniversite ve birimlerinin tanımı yapılarak, 4 üncü maddesinde yüksek
öğretimin amacının açıklandığı, Yüksek Öğretim Kurumlarının yapmakla yükümlü
oldukları faaliyetlerinin konusunu oluşturan eğitim ve öğretim, belli bir
konuda, bir bilgi ve bilim dalında, belli bir amaca göre gereken bilgileri
verme, yetiştirme, geliştirme ve öğretme işini ifade ettiği, bu faaliyetler
ilim, fen ve güzel sanatları yaymak olarak kabul edilemeyeceği, bu durumda,
vakıf üniversitelerinin eğitim öğretim hizmetinin, kültür ve eğitim amacı
taşıyan istisnalar kapsamında değerlendirilmesi mümkün bulunmadığından davacı
kurum adına, verdiği eğitim ve öğretim hizmeti nedeniyle katma değer vergisi
mükellefiyeti tesis edilerek tahsil ettiği ücretlerin katma değer vergisine tabi
tutulmasında hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle kararı
bozmuştur.
Bozma kararına uymayan İstanbul 6.Vergi Mahkemesi 14.2.2006 günlü ve
E:2006/286, K:2006/303 sayılı kararıyla; ilk kararında yer alan hukuksal
nedenler ve gerekçeye ek olarak, katma değer vergisinin re'sen tahsili yoluna
gidildiğinde, üniversitenin söz konusu vergiyi aslında gerçek mükellef olan
nihai tüketici konumunda bulunan ve okulla ilişkisi kalmayan öğrencilerden bu
aşamada tahsil etmesinin de imkansız olduğu, verginin üniversite üzerinde
kalacağı ve Katma Değer Vergisi Kanununun temel özelliği olan yansıtılabilirlik
özelliğinin ortadan kalkacağı gerekçesiyle tarhiyatın terkini yolundaki
kararında ısrar etmiştir.
Israr kararı vergi dairesi müdürlüğü tarafından temyiz edilmiş, Gelir
Vergisi Kanununun 37 nci maddesi ile Türk Ticaret Kanununun 12 nci maddesinde
özel okulların ve benzeri müesseselerin ticarethane sayılacağı ve bunlardan elde
edilen kazancın ticari kazanç olacağının belirtildiği, davacı üniversitenin
kendisine düşen sorumluluğu yerine getirmeyerek katma değer vergisi beyan
etmemiş olmasının sorumluluğunu değiştirmeyeceği ileri sürülerek kararın
bozulması istenmiştir.
Savunmanın Özeti : Savunmada
bulunulmamıştır.
Danıştay Tetkik Hakimi Gülsen BİŞKİN'in Düşüncesi :
Anayasanın 130 uncu maddesi, 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu ile 2809 sayılı
Yüksek Öğretim Kurulları Teşkilat Kanununa uygun olarak vakıflara üniversite
kurma hakkı tanınmış, 4142 sayılı Kanun ile bu üniversiteler kamu tüzel kişisi
kabul edilmişlerdir. Vakıftan ayrı bir tüzel kişiliğe sahip olması, kurucu vakfın üniversitenin malı
üzerinde tasarruf hakkı bulunmaması, aksine vakfın tüzel kişiliğinin bir sebeple
sona ermesi halinde mal varlığının üniversiteye geçecek olması karşısında
üniversiteyi vakfın ticari işletmesi olarak kabul etmeye imkan bulunmadığı
düşünülmektedir.
Katma Değer Vergisi Kanununun 1 inci maddesinin (1) işaretli fıkrasının
(3) g bendinin üniversitelerin kendisini değil, üniversitelerin ticari
işletmelerini katma değer vergisine tabi tutmakta olup, üniversitede verilen
eğitim öğretim hizmetinin, Kanunun 17 nci maddesindeki istisna hükümleri
kapsamında değerlendirilebileceğinden, temyiz dilekçesinde ileri sürülen
iddiaların vergi mahkemesi ısrar kararının bozulmasını gerektirecek nitelikte
olmadığı düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Yakup KAYA'nın
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
ısrar kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunca, dosyadaki belgeler
incelendikten sonra gereği görüşüldü:
1998 yılı hesapları incelenen üniversite adına katma değer vergisi
mükellefiyeti tesis edilerek, ilgili yılda öğrencilerden tahsil edilen eğitim
öğretim ücretleri nedeniyle katma değer vergisi beyanında bulunulmaması
sebebiyle Ocak dönemi için ağır kusur cezalı katma değer vergisi
salınmıştır.
3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 1 inci maddesinin birinci
fıkrasının 3/(g) bendinde, genel bütçeli idarelere, il özel idarelerine,
belediyeler ve köyler ile bunların teşkil ettiği birliklere, üniversitelere,
dernek ve vakıflara, her türlü mesleki kuruluşlara ait veya tabi olan veyahut
bunlar tarafından kurulan veya işletilen müesseselerin ticari, sınai, zirai ve
mesleki nitelikteki teslim ve hizmetlerinin katma değer vergisine tabi olduğu
açıklanmış, aynı maddenin ikinci fıkrasında ise, ticari, sınai, zirai, faaliyet
ile serbest meslek faaliyetinin devamlılığı, kapsamı ve niteliğinin Gelir
Vergisi Kanununa göre, Gelir Vergisi Kanununda açıklık bulunmadığı hallerde Türk
Ticaret Kanunu ve diğer ilgili mevzuat hükümlerine göre tayin ve tespit
edileceği hükme bağlanmış, bu konuya ilişkin düzenlemelerin yer aldığı Gelir
Vergisi Kanununun 37 nci maddesinin (3) üncü bendinde, özel okul
işletmeciliğinden sağlanan kazançların ticari kazanç sayılacağı
belirtilmiştir.
Katma Değer Vergisi Kanununun 1 inci maddesinde belirtilen kamu
idarelerine ait müesseseler kamu yararı amacıyla kamu hizmeti yapan, kazanç
gayesi gütmeyen sosyal kuruluşlar olmakla birlikte, ticari, sınai, zırai ve
mesleki nitelikteki teslim ve hizmetleri de katma değer vergisine tabi
bulunmaktadır.
Her ne kadar, davacı Kurum tarafından, 2547 sayılı Yükseköğretim
Kanununun ek 7 nci maddesi delaletiyle, aynı Kanunun 56 ncı maddesinde yer alan
mali kolaylık, muafiyet ve istisnalardan vakıf üniversitelerinin de aynen
yararlanmaları gerektiği ileri sürülmekte ise de; yukarıda anılan 3065 sayılı
Kanunun 1 inci maddesinde belirtilen, ticari, sınai, zirai ve mesleki
nitelikteki teslim ve hizmetleri katma değer vergisine tabi bulunan kurumlar
arasında Devlet üniversitelerinin de sayılmış bulunması karşısında, 2547 sayılı
Kanunun anılan maddesinde sözü edilen mali kolaylık, muafiyet ve istisnaların
katma değer vergisiyle ilgilerinin olmadığı açıktır.
Öte yandan, Katma Değer Vergisi Kanununun 17 nci maddesinin (a) bendinde,
Bakanlar Kurulunca vergi muafiyeti tanınan vakıfların ilim, fen ve güzel
sanatları, tarımı yaymak, ıslah ve teşvik etmek amacıyla yaptıkları teslim ve
hizmetlerin katma değer vergisinden istisna edildiği hükme bağlanmış, Anayasanın
42 nci maddesinin 8 inci fıkrasında ise eğitim-öğretim kurumlarında sadece
eğitim, öğretim, araştırma ve inceleme ile ilgili faaliyetlerin yürütüleceği
açıklanmış, 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanununun 3 üncü maddesinde de yüksek
öğretim, üniversite ve birimlerinin tanımı yapılmış, 4 üncü maddesinde yüksek
öğretimin amacı, 5 inci maddesinde ilkeleri sayılmış
bulunmaktadır.
Yukarıda anılan kanun hükmüne göre katma değer vergisi istisnası; ilim,
fen ve güzel sanatları, tarımı yaymak, ıslah ve teşvik etmek amacıyla yapılan
teslim ve hizmetlere ilişkin olup, okul ve üniversitelere ise ilmi yaymak,
teşvik etmek ve ıslah etmek gibi bir fonksiyon ve görev verilmediği
anlaşılmaktadır. Bu nedenle de kültürel bir faaliyet olan ilim ve fenni yayma
ile eğitim-öğretim faaliyeti olan okul işletmeciliği, amaçları, araçları
itibarıyla birbirinden farklı faaliyetler olduğundan, davacı üniversitenin
eğitim ve öğretim faaliyetinin bu istisna hükümleri içinde değerlendirilmesine
de olanak bulunmamaktadır.
Bu nedenlerle temyiz isteminin kabulüne, İstanbul 6.Vergi Mahkemesinin
14.2.2006 günlü ve E:2006/286, K:2006/303 sayılı ısrar kararının vergi aslı ve
cezası yönünden yeniden bir karar verilmek üzere bozulmasına, bu kararda
karşılanacağından, yargılama giderleri yönünden hüküm kurulmasına gerek
bulunmadığına, 29.9.2006 gününde oyçokluğu ile karar
verildi.
K
A R Ş I O Y
Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar vergi mahkemesi ısrar
kararının dayandığı hukuksal nedenler ve gerekçe uyarınca bozulmasını
gerektirecek nitelikte görülmediğinden karara
katılmıyoruz.
K
A R Ş I O Y
3065 sayılı Yasa'nın birinci maddesinin birinci fıkrasının 3-g bendi ile
ikinci fıkrası ve Türk Ticaret Kanununun 11 ve 12 nci maddelerinde yer alan
hükümlerin birlikte değerlendirilmesinden, vakıflar tarafından kurulan
üniversitelerin katma değer vergisi mükellefi oldukları, faaliyetlerinin 3065
sayılı Yasa'nın 17/1-a maddesinde düzenlenen istisna kapsamında
değerlendirilemeyeceği sonucuna varılmaktadır.
Katma değer vergisinin temel özelliği, yansıtmalı bir vergi olması, başka
bir deyişle yükümlülerce üstlenilen verginin ileriye veya geriye doğru
yansıtılarak verginin kanuni mükellef tarafından başkasına veya başka
mükelleflere kısmen veya tamamen devredilebilmesidir. Olayda ise, bu temel
özellikler nedeniyle üniversitenin gerçekleştirdiği eğitim hizmetinin bedeli
olarak belirlenen okul ücretlerine katma değer vergisini de ekleyerek hizmetten
yararlanma durumunda olan öğrencilere vergiyi devretme olanağına sahip olduğu
açıktır.
Yukarıda açıklandığı üzere üniversitenin gerçekleştirmiş olduğu eğitim
hizmetinin katma değer vergisi konusuna giren faaliyet olduğu tartışmasız
olmakla birlikte, düzenlenen inceleme raporu sonucuna göre tahsil ve beyan
etmediği katma değer vergisinin re'sen tahsili yoluna gidildiğinde üniversitenin
sözkonusu vergiyi aslında gerçek mükellefi olan nihai tüketici konumunda bulunan
ve okulla ilişkisi kalmayan öğrencilerden, bu aşamada tahsil etmesinin fiilen
imkansız olduğu, dolayısıyla verginin üniversite üzerinde kalacağı ve Katma
Değer Vergisi Kanununun temel niteliği olan yansıtılabilirlik özelliğinin
ortadan kalkacağı açıktır.
Bu durum ise, katma değer vergisinin temel mantığına aykırı bir
uygulamaya yol açacağından, dava konusu cezalı tarhiyatta hukuka uyarlık
görülmemiştir.
Temyize konu kararın yukarıda belirtilen gerekçeyle onanması gerektiği
oyuyla çoğunluk kararına katılmıyorum.
KURUMLAR
VERGİSİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Vergi
Dava Daireleri
Kurulu
Esas
No : 2006/117
Karar
No: 2006/159
Özeti
: Pos
cihazı ile yapılan işlemlerin gerçekte satış olmayıp, kredi kartlarının
finansman ihtiyacı için kullanıldığının, davacı tarafından ispatlanması
gerektiği hakkında.
Temyiz Eden : Mesir Vergi
Dairesi Müdürlüğü - MANİSA
Karşı Taraf :
… Gıda Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi
İstemin Özeti
:
Davacı şirketin 2000 takvim yılına ilişkin işlemlerinin kredi kartı ile yapılan
satışlar yönünden incelenmesi sonucu
bir kısım hasılatını kayıt ve beyan dışı bıraktığı görüşüyle adına re'sen
vergi ziyaı cezalı kurumlar vergisi salınmış, fon payı
hesaplanmıştır.
Manisa Vergi Mahkemesi 21.4.2004 gün ve E:2003/778, K:2004/122 sayılı
kararıyla; davacı kurumun katma değer vergisi hariç 18.838.857.242 lira hasılat
için belge düzenlemediği görüşüyle matrah farkı hesaplanmış ise de, kaydi ve
fiili envanter yapılarak envanter dengesi ortaya konulup, belgesiz satıldığı
ileri sürülen emtianın maliyeti ile ilgili araştırma yapılmadan, hesaplanan
miktarın tamamının matrah farkı olarak dikkate alınmasında hukuka uygunluk
olmadığı gibi dosyaya ibraz edilen belgelerden şirket ortakları ve birinci
derece yakınlarının çok sık olarak davacı şirkete ait pos makinalarında kredi
kartı kullandıklarının anlaşıldığı, bu durumun ticari icaplara uygun olmadığı
gerekçesiyle tarhiyatı kaldırmıştır.
Vergi dairesi müdürlüğünün temyiz istemini inceleyen Danıştay Üçüncü
Dairesi 28.6.2005 gün ve E:2004/1601, K:2005/1589 sayılı kararıyla; bedelini
daha sonra ödemek kaydıyla alışveriş yapma imkanı sağlayan gayri nakdi bir kredi
aracı olan kredi kartının esas kullanım alanı mal ve hizmet alışverişi
olduğundan bir ticari işletmenin hesap
döneminde elde etmesi gereken hasılatının hesabında kredi kartı ile
yapılan mal ve hizmet satışına ilişkin elde ettiği hasılatının da dikkate
alınması gerektiği, dava dilekçesinde kredi kartı ile yapılan işlemlerden elde
edilen hasılatın kayıt ve beyan dışı bırakılan kısmının işletmenin finansman
ihtiyacını karşılamak amacıyla kullanıldığı iddia edilmekte ise de, bu durum
inceleme sırasında inceleme elemanına belirtilmediği gibi yasal defter ve
belgelerde de izlenmediğinden kredi kartları ile tahsil edilen paraların
işletmenin ne tür finansman ihtiyacının karşılanmasında kullanıldığı ortaya
konmadığından, mahkeme tarafından kredi kartı işlemlerinden elde edilen
hasılatın işletmenin nakit ihtiyacının giderilmesinde kullanıldığını kanıtlayıcı
tüm bilgi ve belgelerin davacıdan istenerek gerekli görüldüğü takdirde matrahın
miktarının hukuka uygunluğu da incelenerek bir karara varılması gerektiği
gerekçesiyle kararı bozmuştur.
Bozma kararına uymayan Manisa Vergi Mahkemesi 27.1.2006 günlü ve
E:2006/45, K:2006/20 sayılı kararıyla; ilk kararında yer alan hukuksal nedenler
ve gerekçeye ek olarak, davacı şirket adına aynı nedenlerle 2000 ila 2002
yılları için yapılan tarhiyatların kaldırıldığı kararların Manisa Bölge İdare
Mahkemesince onanarak kesinleştiği, ayrıca Danıştay Üçüncü Dairesinin 21.12.2004
günlü ve E:2003/1299, K:2004/3279 sayılı kararının da başka bir mükellef adına
aynı nedenle yapılan tarhiyatın kaldırılması gerektiği yolunda olduğu
gerekçesiyle davanın kabulü yolundaki kararında ısrar
etmiştir.
Karar vergi dairesi müdürlüğü tarafından temyiz edilmiş, pos
makinalarının kullanım amacının nakit para temini olmadığı, bu nedenle yapılan
tarhiyatta hukuka aykırlık bulunmadığı ileri sürülerek ısrar kararının bozulması
istenmiştir.
Savunmanın Özeti :
Savunmada bulunulmamıştır.
Danıştay Tetkik Hakimi Gülsen
BİŞKİN'in Düşüncesi : Danıştay Üçüncü
Dairesinin bozma kararında yer alan hukuksal nedenler ve gerekçe uyarınca ısrar
kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Nurten
KARAÇAY'ın Düşüncesi : Danıştay Üçüncü Dairesinin bozma kararında yazılı
gerekçe uyarınca temyiz isteminin kabulü ile Vergi Mahkemesince verilen ısrar
kararının bozulmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunca, dosyadaki belgeler
incelendikten sonra gereği görüşüldü:
2000 takvim yılı işlemleri kredi kartı ile yapılan satışlar yönünden
incelenen davacının bir kısım hasılatını kayıt ve beyan dışı bıraktığı tespit
edilerek adına re'sen salınan vergi ziyaı cezalı kurumlar vergisi ile hesaplanan
fon payına karşı açılan davayı kabul ederek cezalı tarhiyatı terkin eden vergi
mahkemesi ısrar kararı davalı idarece temyiz edilmiştir.
213 sayılı Vergi Usul Kanununun 3'üncü maddesinin "ispat" başlıklı B
bendinde, vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin
gerçek mahiyetinin yemin hariç her türlü delille ispatlanabileceği, iktisadi,
ticari ve teknik icaplara uymayan ve olayın özelliğine göre normal ve mutad
olmayan bir durumun iddia olunması halinde ispat külfetinin bunu iddia eden tarafa ait olduğu, kuralına yer verilmiştir. Anılan Kanunun
30'uncu maddesinin 2'nci fıkrasının 6'ncı bendinde, tutulması zorunlu olan
defterlerin veya verilen beyannamelerin gerçek durumu yansıtmadığına dair delil
bulunması, re'sen tarh nedeni olarak sayılmıştır.
Davacının kredi kartı ile yaptığı satışlardan kaynaklanan hasılatının bir
kısmını kayıt ve beyan dışı bıraktığının vergi inceleme raporu ile saptanması
nedeniyle olayda re'sen tarh sebebi gerçekleşmiştir. Kredi kartı, bankalar ve
özel finans kurumları tarafından, müşterilerine gerek mal ve hizmet alışverişi
gerekse nakit çekişi sağlamak maksadıyla verilen ve belli bir limit dahilinde
taşıyıcılarına, bedelini daha sonra ödemek kaydıyla alışveriş yapma imkanı
sağlayan gayri nakdi bir kredi aracı olup, kredi kartının esas kullanım alanı
mal ve hizmet alışverişi olduğundan, bir ticari işletmenin hesap döneminde elde
etmesi gereken hasılatının hesabında kredi kartı ile yapılan mal ve hizmet
satışına ilişkin elde ettiği hasılatının da dikkate alınması gerekmektedir.
Kredi kartının finansman ihtiyacının giderilmesinde kullanılması ticari icaplara
uygun olmayıp, aksinin ispatı yukarıda açıklanan yasa hükmü gereğince davacıya
aittir. Dava dilekçesinde kredi kartı ile yapılan işlemlerden elde edilen
hasılatın kayıt ve beyan dışı bırakılan kısmının işletmenin finansman ihtiyacını
karşılamak amacıyla kullanıldığı iddia edilmekte ise de, bu durum inceleme
sırasında inceleme elemanına belirtilmediği gibi yasal defter ve belgelerde de
izlenemediğinden kredi kartları ile tahsil edilen paraların işletmenin ne tür
finansman ihtiyacının karşılanmasında kullanıldığı da ortaya konulmamıştır.
Bu durumda, mahkeme tarafından vergi ve fon asılları hakkında, kredi
kartı işlemlerinden elde edilen hasılatın işletmenin nakit ihtiyacının
giderilmesinde kullanıldığını kanıtlayıcı tüm bilgi ve belgeler davacıdan istenerek incelendikten sonra,
gerekli görüldüğü takdirde matrahın miktarının hukuka uygunluğu da incelenerek
oluşacak sonucuna göre, vergi ziyaı cezası hakkında ise, Anayasa Mahkemesinin
6.1.2005 günlü ve E:2001/3, K:2005/4 sayılı iptal kararı, 5479 sayılı Kanun ve
Danıştay İçtihatları göz önüne alınarak yeniden karar verilmesi
gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulü ile Manisa Vergi
Mahkemesinin 27.1.2006 günlü ve E:2006/45, K:2006/20 sayılı ısrar kararının
bozulmasına, yeniden verilecek kararda hüküm altına alınacağından, yargılama
giderleri hakkında hüküm kurulmasına gerek bulunmadığına, 16.6.2006 gününde
oyçokluğu ile karar verildi.
K
A R Ş I O Y
Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar vergi mahkemesi ısrar
kararının bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğinden karara
katılmıyoruz.
VERGİ
USULÜ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Vergi
Dava Daireleri
Kurulu
Esas
No : 2006/140
Karar
No: 2006/203
Özeti
: Vergi
ziyaı cezası konusunda Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararı dikkate
alınarak karar verilmesi gerektiği
hakkında.
Temyiz Eden : … Tekstil Gıda ve
Tarım Ürünleri Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi
Karşı Taraf :
Düziçi Malmüdürlüğü
İstemin Özeti
:
Muhteviyatı itibarıyla gerçek dışı belgeyle haksız katma değer vergisi
indiriminden yararlanmak suretiyle vergi zıyaına neden olduğu yolunda düzenlenen
inceleme raporuna dayanılarak davacı şirket adına 1999/Şubat dönemi için re'sen
katma değer vergisi salınmış, vergi zıyaı cezası
kesilmiştir.
Adana 2.Vergi Mahkemesinin 28.6.2002 günlü ve E:2001/874, K:2002/740
sayılı kararıyla; ...'nın davacı şirkete sahte veya muhteviyatı itibarıyla
yanıltıcı fatura düzenlediği konusunda davacı şirketi de bağlayıcı nitelikte
somut bir tespitte bulunulmadığı anlaşıldığından, anılan faturalara konu olan
katma değer vergisi indirimlerinin kabul edilmemesinde isabet görülmediği
gerekçesiyle, vergi ve cezaların kaldırılmasına karar
vermiştir.
Davalı idarenin temyiz istemini inceleyen Danıştay Yedinci Dairesi
19.4.2004 günlü ve E:2002/4341, K:2004/1057 sayılı kararıyla; eksik incelemeyle
karar verildiği gerekçesiyle, kararı bozmuştur.
Adana 2.Vergi Mahkemesi 19.10.2004 günlü ve E:2004/1383, K:2004/1281
sayılı kararıyla, ilk kararında yer alan hukuksal nedenler ve gerekçeyle
kararında ısrar etmiştir.
Malmüdürlüğünün temyiz istemini inceleyen Danıştay Vergi Dava Daireleri
Kurulu 17.6.2005 günlü ve E:2005/79, K:2005/185 sayılı kararıyla; davacı şirkete
fatura düzenleyen ...'nın, 1998 ve 1999 yıllarında işçi çalıştırmadığı, katma
değer vergisi beyannamelerinde ödenecek katma değer vergisi bulunmadığı, defter
ve belgelerini incelemeye ibraz etmediği, 20.3.1999 tarihinde işi terk
bildiriminde bulunmasına rağmen, 27.4.1999 tarihinde işyeri maliki nezdinde
yapılan yoklamada, iş yerinden 1.6.1998 tarihinde ayrıldığı, bu tarihten
8.1.1999 tarihine kadar ... 'nın 8.1.1999 tarihinden itibaren de ... 'nın, aynı
adreste marangozluk faaliyetinde bulunduğu, ...'nın işyeri değişikliği yönünde
bir bildirimi olmadığı hususlarının tespit edildiğinden söz edildiğinden, işyeri
adresi olarak gösterilen adreste 1.6.1998 tarihinden itibaren başka
mükelleflerin faaliyette bulunduğu yönündeki tespitin doğruluğu halinde bu
işyeri adresi gösterilerek düzenlenen faturaların gerçek mal teslimine ilişkin
olduklarının kabul edilmesi mümkün olamayacağından, ... ve ...'nın bu işyeri
adresinde hangi tarihten itibaren faaliyette bulunduklarının ilgili vergi
dairesi müdürlüklerinden araştırılmadan verilen ısrar kararında eksik inceleme nedeniyle hukuka uygunluk
görülmediği gerekçesiyle, ısrar kararını bozmuştur.
Bozma kararı üzerine Adana 2.Vergi Mahkemesi 27.12.2005 günlü ve
E:2005/928, K:2005/1074 sayılı kararıyla; bozma kararı doğrultusunda;
Mahkemelerince verilen ara kararları ile Yüreğir Vergi Dairesi Müdürlüğünden,
... ve ...'ın bu işyeri adresinde hangi tarihten itibaren faaliyette
bulunduklarının araştırıldığı, dosyaya ibraz edilen belgelerin incelenmesinden,
faturalarda işyeri olarak gösterilen adreste, faturaların düzenlendiği tarihte
...'ın marangozluk faaliyetinde bulunduğunun Yüreğir Vergi Dairesine bağlı
yoklama memurlarınca ... nezdinde düzenlenen 26.1.1999 tarih ve 10/7 sayılı;
7.7.2000 tarih ve 134/1 sayılı yoklama tutanaklarıyla saptanmış olduğunun
görüldüğü, bu durumda ... tarafından davacıya düzenlenen 25.2.1999 tarih ve
61314 sayılı faturanın gerçek bir mal teslimine ilişkin olduğunun kabulü mümkün
olmadığından bu faturaya konu katma değer vergisi indiriminin kabul edilmemesi
suretiyle yapılan cezalı tarhiyatta yasaya aykırılık bulunmadığı, gerekçesiyle
davayı reddetmiştir.
Karar, yükümlü şirketçe temyiz edilmiş, kararın hukuka aykırı olduğu
ileri sürülerek bozulması istenmiştir.
Savunmanın Özeti : Savunma
verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi Özlem
ULAŞ'ın Düşüncesi : Temyiz isteminin kısmen kabulüyle, vergi ziyaı cezasına
ilişkin hüküm fıkrasının Anayasa Mahkemesince bu hususta verilen iptal kararı
dikkate alınarak yeniden karar verilmek üzere bozulması, vergi aslına yönelik
temyiz isteminin reddi gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Sefer
YILDIRIM'ın Düşüncesi : 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49/4 üncü maddesi hükmü uyarınca, Vergi
Dava Daireleri Kurulu kararlarına uyulması zorunlu olduğundan, Vergi Dava
Daireleri Kurulunun 17.6.2005 gün ve E:2005/79, K:2005/185 sayılı bozma kararına
uyularak verilen Vergi Mahkemesi kararının vergi aslına ilişkin hüküm fıkrası
yönünden ileri sürülen iddialar kararın bu yönden bozulmasını gerektirecek
nitelikte bulunmamaktadır.
Vergi üzerinden kesilen vergi ziyaı cezasına ilişkin hüküm fıkrasına
gelince;
213 sayılı Vergi Usul Kanununun 4369 sayılı Kanun ile değişik 344 üncü
maddesinin 2.fıkrasındaki "bu ceza ziyaa uğratılan verginin bir katına, bu
verginin kendi kanununda belirtilen normal vade tarihinden cezaya ilişkin
ihbarnamenin düzenlendiği tarihe kadar geçen süre için, bu Kanunun 112.maddesine
göre ziyaa uğratılan vergi tutarı üzerinden hesaplanan gecikme faizinin
yarısının eklenmesi suretiyle bulunur." bölümü 20.10.2005 gün ve 25972 sayılı
Resmi Gazete'de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 6.1.2005 gün ve E:2001/3,
K:2005/4 sayılı kararı ile cezanın hesaplanmasında esas alınacak gecikme faiz
oranının tespitindeki belirsizlik nedeniyle Anayasa'ya aykırı bulunarak iptaline
karar verilmiştir. Bu sebeple Mahkemece onanan vergi ziyaı cezası hakkında
Anayasa Mahkemesinin söz konusu iptal kararı dikkate alınmak suretiyle yeniden
bir karar verilmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kısmen kabulü ile Mahkeme kararının
vergi ziyaı cezasına ilişkin hüküm fıkrası yönünden bozulması, vergi aslına
ilişkin temyiz isteminin ise reddi
gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunca, dosyadaki belgeler
incelendikten sonra gereği görüşüldü:
Muhteviyatı itibarıyla gerçek dışı belgelerle haksız katma değer vergisi
indiriminden yararlanmak suretiyle vergi ziyaına neden olunduğundan söz
edilerek, davacı şirket adına salınan katma değer vergisi ve kesilen vergi ziyaı
cezasına yönelik davayı Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun bozma kararı
üzerine yaptığı inceleme doğrultusunda reddeden vergi mahkemesi kararı yükümlü
şirketçe temyiz edilmektedir.
Katma değer vergisi yönünden Adana 2.Vergi Mahkemesinin 27.12.2005 günlü
ve E:2005/928, K:2005/1074 sayılı ısrar kararı, dayandığı hukuksal nedenler ve
gerekçe ile Kurulumuzca da uygun bulunmuş ve temyiz dilekçesinde ileri sürülen
iddialar, kararın bozulmasını gerektirecek durumda
görülmemiştir.
Vergi ziyaı cezasına gelince; Vergi Usul Kanununun olay tarihinde
yürürlükte olan 4369 sayılı kanunla değişik 344 üncü maddesinin birinci
fıkrasında, vergi ziyaı suçu; mükellef ve sorumlu tarafından 341 inci maddede
yazılı hallerle vergi ziyaına sebebiyet verilmesi olarak tanımlanmış, maddenin
ikinci fıkrasında ise; vergi ziyaı suçu işleyenlere vergi ziyaı cezası
kesileceği ve bu cezanın, ziyaa uğratılan verginin bir katına, bu verginin kendi
kanununda belirtilen normal vade tarihinden cezaya ilişkin ihbarnamenin
düzenlendiği tarihe kadar geçen süre için, 213 sayılı Kanunun 112 nci maddesine
göre ziyaa uğratılan vergi tutarı üzerinden hesaplanan gecikme faizinin
yarısının eklenmesi suretiyle bulunacağı kurala
bağlanmıştır.
Görülmekte olan bir dava sırasında vergi mahkemesince sözü edilen 2 nci
fıkranın Anayasaya aykırılığı iddiasıyla iptali için başvurulması üzerine
Anayasa Mahkemesinin 20.10.2005 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan 6.1.2005
günlü ve E:2001/3, K:2005/4 sayılı kararıyla; vergi ziyaı cezasının, vergi,
resim, harç ve benzeri mali yükümlülük karakteri taşımayan, ancak vergi ziyaı
suçu işleyenlere öngörülen bir yaptırım olduğu, bu durum gözetildiğinde, cezanın
hesaplanmasında esas alınacak olan oranların yasayla belirlenmesi gerektiğinin
kuşkusuz olduğu; kuralda, ziyaa uğratılan verginin bir katına eklenecek olan
cezanın hesaplanmasında esas alınacak olan gecikme zammı oranının Bakanlar
Kurulu tarafından ne zaman belirleneceğinin bilinmemesi ve bu durumun sonuçta
öngörülecek ceza miktarında belirsizliğe yol açacak olmasının, Anayasa'nın 38
inci maddesinde sözü edilen "ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak
kanunla konulur" ve 2 nci maddesindeki, "hukuk devleti" ilkelerine aykırılık
oluşturduğu sonucuna varılarak Vergi Usul Kanununun 344 üncü maddesinin 2 nci
fıkrasında yer alan "... bu ceza ziyaa uğratılan verginin bir katına, bu
verginin kendi kanununda belirtilen normal vade tarihinden cezaya ilişkin
ihbarnamenin düzenlendiği tarihe kadar geçen süre için, bu Kanunun 112 nci
maddesine göre ziyaa uğratılan vergi tutarı üzerinden hesaplanan gecikme
faizinin yarısının eklenmesi suretiyle bulunur" bölümünün iptaline ve iptal
hükmünün doğuracağı hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edici nitelikte
görüldüğünden, Anayasanın 153 üncü maddesi ile 2949 sayılı Kanunun 53 üncü
maddesi gereğince, iptal hükmünün kararın Resmi Gazete'de yayımlanmasından
başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar
verilmiştir.
Anayasa Mahkemesi iptal kararının gerekçesi incelendiğinde, vergi ziyaı
cezası konusunda Anayasaya aykırı bulunan hususun, vergi ziyaına yol açan
eylemlerin vergi ziyaı cezası ile cezalandırılmasına ilişkin yasal düzenleme
olmayıp, cezanın miktarı hesaplanırken ziyaa uğratılan vergi üzerinden
hesaplanan gecikme faizinin, maddenin dolaylı olarak 6183 sayılı Kanuna yaptığı
atıf nedeniyle Bakanlar Kurulunca ne zaman belirleneceği belli olmayan gecikme
zammı oranlarına göre saptanması hususu olduğu anlaşılmaktadır. Yüksek mahkeme,
ayrıca iptal hükmünün doğuracağı hukuksal boşluğun kamu yararını ihlal edici
nitelikte görülmesi nedeniyle iptal kararının Resmi Gazete'de yayımlanmasından
altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar vererek yasama organına saptadığı
gerekçeye uygun biçimde düzenleme yapması olanağını
sağlamıştır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi Kararıyla belirlenen süre dolmadan 8.4.2006
tarih ve 26133 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 5479 sayılı Kanunla, iptal
edilen hükmün yaratacağı hukuki boşluğu doldurmak üzere 344 üncü maddenin 2 nci
fıkrası değiştirilerek vergi ziyaı suçu işleyenlere, ziyaa uğrattıkları verginin
bir katı tutarında vergi ziyaı cezası kesileceği öngörülmüş, öte yandan, anılan
Kanunun 13 üncü maddesiyle de 213 sayılı Vergi Usul Kanununa eklenen geçici 27
nci madde ile 1.1.2006 tarihinden önceki dönemlere ilişkin olarak bu tarihten
sonra ortaya çıkan ve vergi ziyaı cezası kesilmesini gerektiren fiiller için
idarece tesis edilecek işlemler yönünden, ziyaa uğratılan verginin bir katı
tutarında vergi ziyaı cezası kesileceği yolunda hüküm getirilmiştir. Böylece
Anayasa Mahkemesince verilen kararın gerekçesine ve amacına uygun bir düzenleme
yapılmıştır.
Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararı ve yapılan yasal düzenlemeler
birlikte değerlendirildiğinde; görülmekte olan uyuşmazlıkta, Anayasaya
aykırılığı saptanmış olan kurala göre hüküm kurulması, Anayasanın üstünlüğü ve
hukuk devleti ilkesine aykırı olup, yüksek mahkemenin kararında, vergi ziyaı
cezasının hesaplanış biçimi yönünden kurduğu gerekçe ile kamu yararının
korunması yönünden belirttiği gerekçe göz önüne alınarak cezanın ziyaa uğratılan
verginin bir katı oranında uygulanması hukuka uygun
olacaktır.
Bu durumda, anılan Kanunun 344 üncü maddesinin 3 üncü bendine göre
kesilen cezanın da ziyaa uğratılan verginin 3 katı olarak uygulanması
gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, yükümlü temyiz isteminin kısmen kabulüyle Adana
2.Vergi Mahkemesinin 27.12.2005 günlü ve E:2005/928, K:2005/1074 sayılı
kararının cezaya ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasına esasta oybirliği,
gerekçede oyçokluğuyla; vergi aslına yönelik temyiz isteminin reddine ise,
oyçokluğuyla, 6.7.2006 gününde karar verildi.
K
A R Ş I O Y
Davacı şirkete fatura düzenleyen şahıs hakkında, düzenlediği faturaların
sahte ve muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı olduğunu ortaya koyabilecek yeterli ve
hukuken geçerli bir tespitte bulunulmadığı gibi, Mahkemece Danıştay Vergi Dava
Daireleri Kurulunca verilen bozma kararı üzerine yapılan inceleme sonucunda da
düzenlenen faturaların gerçek emtia alımına ilişkin olmadığını gösterecek somut
bir bilgiye ulaşılmadığından, eksik incelemeye dayalı olarak tarh edilen vergi
ve cezanın kaldırılması gerektiği oyu ile karara
katılmıyoruz.
K
A R Ş I O Y
Dosyada;
Vergi Mahkemesinin direnme kararının Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunca
bozulması üzerine, bu karara uyularak aynı Mahkemece verilen kararın temyizen
bozulması istenilmektedir.
2575 sayılı Danıştay Kanununun 38 inci maddesinin 2 nci fıkrasında, Vergi
Dava Daireleri Kurulunun, vergi mahkemelerinden verilen ısrar kararları ile
vergi dava dairelerinden ilk derece mahkemesi olarak verilen kararları temyizen
inceleyeceği hükme bağlanmıştır. Dosyada temyizen bozulması istenilen karar
vergi mahkemesince verilmiş bulunduğundan, temyiz başvurusunun Kurulca
incelenebilmesi için, söz konusu kararın ısrar (direnme) kararı niteliğinde
olması gerekmektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin 3 üncü ve
4 üncü fıkralarında yer alan düzenlemeden, "ısrar" kararının, Danıştay'ın ilgili
dava dairesince kararı bozulan ilk derece mahkemesinin bu karara uymaması, ilk
kararında direnmesi olduğu çok açık biçimde görülmektedir. Danıştay Vergi Dava
Daireleri Kurulu'nun görevi, bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu ile
ilgilidir. Anılan 4 üncü fıkrada açıkça belirtildiği üzere, Kurul, bu başvuruyu inceledikten sonra, bozma kararını uygun
görürse, mahkemenin ısrar kararını bozar ve direnme kararını ortadan kaldırır.
Direnme kararı ortadan kalkan Mahkeme, bozma kararına uymak zorundadır. Bu
şekilde davranan mahkeme, gerçekte, Kurul kararıyla uygun görülen daire kararına
uymuş demektir. Başka anlatımla; Kurulun bozma kararının gereği, kararı bozulan
mahkemenin daire kararının
gereklerine uygun karar vermesidir. Dolayısıyla, bu kararın temyizi
halinde inceleme, kararın daire kararına uygunluğu yönünden olacaktır. Bunu yapmaya yetkili olan merci de, ilk bozma
kararını veren dava dairesidir. Yani Kurul başvurunun incelenmesinde
görevsizdir. Temyiz isteminin esasının Danıştay Yedinci Dairesince incelenmesi
gerekmektedir.
Temyiz isteminin esasının incelenmesine gelince; 213 sayılı Vergi Usul
Kanununun 344 üncü maddesinin vergi ziyaının oluştuğu tarihte yürürlükte bulunan
ikinci fıkrasının "vergi ziyaı suçu işleyenlere vergi ziyaı cezası kesilir ve bu
ceza; ziyaa uğratılan verginin bir katına, bu verginin kendi kanununda
belirtilen normal vade tarihinden cezaya ilişkin ihbarnamenin düzenlendiği
tarihe kadar geçen süre için, bu Kanunun 112 nci maddesine göre ziyaa uğratılan
vergi üzerinden hesaplanan gecikme faizinin yarısının eklenmesi suretiyle
bulunur." düzenlemesinin "Vergi ziyaı suçu işleyenlere vergi ziyaı cezası
kesilir ve....." ibaresinden sonra gelen bölümü, Anayasa Mahkemesinin 20.10.2005
gün ve 25972 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 6.1.2005 gün ve E:2001/3,
K:2005/4 sayılı kararı ile, oranı, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü
Hakkında Kanunun 51'inci maddesi uyarınca Bakanlar Kurulu tarafından her yıl
yeniden belirlenen gecikme zammı oranına göre saptanan gecikme faizinin vergi
ziyaı cezasının miktarının belirlenmesinde esas alınması Anayasaya aykırı
görülerek, iptal edilmiş olup; kararda, iptal hükmünün doğuracağı hukuksal
boşluğun kamu yararını ihlal edici nitelikte görülmesi nedeniyle de, iptal
kararının, Resmi Gazete'de yayımlanmasından altı ay sonra yürürlüğe girmesi
hüküm altına alınmıştır.
İptal kararından önceki şeklinin incelenmesinden görüleceği üzere; ikinci
fıkranın Anayasa Mahkemesince iptal edilen bölümü, vergi ziyaı cezasının
miktarının hesaplanmasında uygulanacak yöntemi düzenlemektedir. Vergi Usul
Kanununun 112'nci maddesinde öngörülen gecikme faizi, bu yöntemi oluşturan
esaslı öğelerden biridir. Anılan Kanunun hiçbir yerinde ve başka kanunlarda,
vergi ziyaı cezasının ziyaa uğratılan verginin bir katı olduğuna dair düzenleme
bulunmaması sebebiyle de, bu öğe olmaksızın vergi ziyaı cezasının miktarının
hesaplanmasına olanak bulunmamaktadır. Öte yandan; 344'üncü maddenin ikinci
fıkrasının iptal edilen bölümünün yarattığı boşluğun, Anayasa Mahkemesi
kararının gerekçesiyle doldurulması da, Anayasanın 38'inci maddesinde pozitif
hukuk kuralı olarak yer alan, "Cezaların Kanuniliği İlkesi"ne aykırılık
oluşturacağından, Anayasa uygun bir çözüm değildir.
Bu bakımdan; vergi ziyaı cezasının miktarının ziyaa uğratılan verginin
bir katı oranında hesaplanmasının hukuka uygun olacağının söylenmesinde, Anayasa
Mahkemesinin kararında anayasaya aykırılık yönünden kurulan gerekçe ile iptal
hükmünün yarattığı boşluğun yaratacağı olumsuz sonuçlardan kamu yararının
korunması yönünden yer alan gerekçeye dayanılmasının olanaklı bulunmadığı
kanısındayız.
Esasen; Anayasa Mahkemesi kararında iptal hükmü için yürürlük tarihinin
belirlenmesine esas olarak öngörülen sürenin sona ermesinden önce, 8.4.2006 gün
ve 26133 sayılı Resmi Gazete ile yayımlanan 5479 sayılı Kanunun 1.1.2006
gününden itibaren yürürlüğe konulan 12'nci maddesinde, Vergi Usul Kanununun
344'üncü maddesinin ikinci fıkrası yeniden düzenlenerek, vergi ziyaı suçu
işleyenlere, ziyaa uğrattıkları verginin
bir katı tutarında vergi ziyaı cezası kesilmesi öngörülmek suretiyle,
Anayasa Mahkemesinin iptal kararında kamu yararının korunmasını gerektiren
olumsuz sonuçları olacağı belirtilen boşluk doldurulmuş ve böylece, kamu yararı
korunmuş bulunmaktadır. Dahası, bu yeni düzenlemenin yayımlanmasıyla, o tarihe
kadar henüz hukuksal sonuçlarını doğuramamış bulunan Anayasa Mahkemesini
kararının, bundan böyle de, söz konusu sonuçları doğurması
engellenmiştir.
Daha açık anlatımla; 5479 sayılı Kanunun 12'ci maddesiyle yapılan yeni
düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren, artık, yeni yasal düzenleme
ile bu tarihten öncesi için, iptal kararı ile yaratılan hukuksal boşluk değil;
Vergi Usul Kanununun 344'üncü maddesinin ikinci fıkrasının 5479 sayılı Kanunun
12'nci maddesinin yürürlük tarihinden önceki şekli ile anılan maddenin yapmış
olduğu yeni düzenlemenin yarattığı farklı hukuki durumlar söz konusudur. Kanun
koyucu, 5479 sayılı Kanunun 13'üncü maddesiyle Vergi Usul Kanununa eklemiş
olduğu geçici 27'nci maddede, Ceza Hukukunun genel ilkelerinden olan "Lehte Olan
Kanunun Uygulanması İlkesi"ni belli ölçülerde, pozitif hukuk kuralı haline
getirerek; Anayasa Mahkemesi kararının iptal hükmünün yürürlük tarihini altı ay
erteleyen hüküm fıkrası ile korunan hukuki durumla 5479 sayılı Kanunla yapılan
düzenlemenin 1.1.2006 tarihinden itibaren yarattığı yeni hukuki duruma tabi olan
ceza muhatapları arasındaki eşitsizliği, koşullu olarak gidermeye
çalışmıştır.
Dosyada; ceza kesme işleminin hukuka uygunluğunu, olay mahkemesi
sıfatıyla, denetleyen Vergi Mahkemesince, bu farklı hukuki durumların, davacı
adına kesilen vergi ziyaı cezasını konu edinen ceza kesme işlemine etkisi
hakkında, yukarıda sözü edilen geçici 27'nci madde hükmü ile Anayasanın eşitlik
ilkeleri de gözönünde bulundurulmak suretiyle, henüz, bir değerlendirme
yapılmamıştır. Ne Danıştay uzman dairesinin bozma kararının, ne de direnme
kararının verildiği tarihte olan hukuki duruma dayanılarak direnme kararının
hukuka aykırılığının söylenmesi, bu kararlar üzerinde yapılan temyiz denetiminin
niteliğine uygun bulunmadığından; anılan kararın bozulması, ancak Mahkemeye söz
konusu değerlendirmeyi yapma fırsatı tanınmak üzere
olanaklıdır.
Bu nedenlerle; mahkeme kararının, vergi cezasına ilişkin hüküm
fıkrasının, yukarıda sözü edilen değerlendirme yapılarak, bu değerlendirmenin
sonucuna göre davanın vergi ziyaı cezası kesme işlemi ile ilgili kısmı hakkında
yeniden karar verilmek üzere bozulması gerektiği oyu ile, kararın gerekçesine
katılmıyoruz.
K
A R Ş I O Y
213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun , 4369 sayılı Kanunla değişik 344 üncü
maddesinin 2 inci fıkrasında , vergi ziyaı suçunu işleyenlere vergi ziyaı cezası
kesilir ve bu ceza , ziyaa uğratılan verginin bir katına , bu verginin kendi
kanununda belirtilen normal vade tarihinden cezaya ilişkin ihbarnamenin
düzenlendiği tarihe kadar geçen süre için , bu Kanunun 112 nci maddesine göre
ziyaa uğratılan vergi tutarı üzerinden hesaplanan gecikme faizinin yarısının
eklenmesi suretiyle bulunur hükmü yer almaktadır. Bu fıkranın" bu ceza; ziyaa
uğratılan verginin bir katına bu verginin kendi kanununda belirtilen normal vade
tarihinden cezaya; ilişkin ihbarnamenin düzenlendiği tarihe kadar geçen süre
için, bu Kanunun 112 nci maddesine göre ziyaa uğratılan vergi tutarı üzerinden
hesaplanan gecikme faizinin yarısının eklenmesi suretiyle bulunur" bölümünün
Anayasa'nın 2 nci , 7 nci , 10 uncu , 38 nci ve 73 üncü maddelerine aykırılığı
iddiasıyla iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne başvurulmuş olup, Anayasa
Mahkemesi'nin 6.1.2005 günlü ve E:2001/3, K:2005/4 sayılı kararıyla, ".ziyaa
uğratılan verginin bir katına eklenecek olan cezanın hesaplanmasında esas
alınacak olan gecikme faiz oranının Bakanlar Kurulu tarafından ne zaman
belirleneceğinin bilinmemesi ve bu durumun sonuçta öngörülecek ceza miktarında
belirsizliğe yol açacak olması, Anayasa'nın 38 inci maddesinde sözü edilen ceza ve ceza
yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur ve 2 nci maddesindeki"
hukuk devleti "İlkelerine aykırılık oluşturur" gerekçesiyle iptal edilmiş,
Anayasa'nın 153 üncü maddesinin 3 üncü fıkrasıyla 2949 sayılı Yasa'nın 53 üncü
maddesinin dördüncü ve beşinci fıkraları gereğince , iptal hükmünün kararın
Resmi Gazete'de yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesi
hüküm altına alınmıştır.
8.4.2006 tarih ve 26133 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe
giren 5479 sayılı Yasanın 12. maddesi ile 213 sayılı Yasanın 344 ncü maddesinin
ikinci fıkrası, "Vergi ziyaı suçu işleyenlere, zıyaa uğrattıkları verginin bir
katı tutarında vergi ziyaı cezası kesilir. " hükmü, yine aynı yasanın 13 üncü
maddesi ile 213 sayılı Yasaya "gecici madde 27 - 1.1.2006 tarihinden
önceki dönemlere ilişkin olarak bu tarihten sonra ortaya çıkan ve vergi ziyaı
cezası kesilmesini gerektiren fiiller için ziyaa uğratılan verginin bir katı
tutarında vergi ziyaı cezası kesilir. Bu ceza; vergi ziyaına 359 ncu maddede
yazılı fiillerle sebebiyet verenlere üç kat , bu fiillere iştirak edenlere bir
kat , vergi incelemesine veya takdir komisyonuna sevk edilmesinden sonra
verilenler hariç olmak üzere , kanuni süresi geçtikten sonra verilen vergi
beyannameleri için de yüzde elli oranında uygulanır. " hükmü eklenerek
getirilmiştir.
Yasa koyucu, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 344. maddesinde yer alan
vergi ziyaı cezasının hesaplanma yöntemine ilişkin düzenlemenin Anayasa
Mahkemesi tarafından iptal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan boşluğun doldurulması
amacıyla yaptığı bu yeni düzenlemede, maddenin yürürlük tarihinden önceki
dönemlere ilişkin olan ve bu tarihten sonra ortaya çıkan fiilleri de
cezalandırmaktadır.
Anayasa'mıza ve 5237 sayılı Yeni Türk Ceza Kanununa göre, "suçta
kanunilik" ve "cezalarda kanunilik" ilkesi oluşturulmuştur. Çağdaş hukukun
vazgeçilmez temel ilkelerinden biri de "kanunsuz suç ve ceza olmaz" kuralıdır.
Bu ilkeler ile kişilerin temel hak ve özgürlükleri güvence altına alınmaktadır.
Yasama organı kamu düzeninin korunması bakımından ceza kanunlarında ve diğer
kanunların ceza içeren hükümlerinde düzenleme yaparken hem Anayasa kuralları
içinde hareket etmek hem de ceza
hukukunun genel prensiplerine bağlı kalmak
mecburiyetindedir.
Herkes ( cezaların
azaltılması durumu hariç olmak üzere ) suçun işlendiği günde yürürlükte olan
kurallara göre cezalandırılmalıdır.
T.C.Anayasa'sının
"Anayasa'nın bağlayıcılığı ve üstünlüğü" başlıklı 11 nci maddesi
"Kanunlar Anayasa'ya aykırı olamaz" hükmüne, "C- Suç ve cezalara ilişkin
esaslar" başlıklı 38 nci maddesi
"kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir
fiilden dolayı cezalandırılamaz" hükmüne amirdir.
İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Korumaya Dair Sözleşmenin
"Cezaların Yasallığı" başlıklı 7 nci maddesinin 1 inci fıkrasında; hiç kimsenin,
işlendiği zaman ulusal ve uluslar arası hukuka göre bir suç sayılmayan bir fiil
veya ihmalden dolayı mahkum edilemeyeceği, yine hiç kimseye, suçun işlendiği
sırada uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemeyeceği
düzenlenmiştir.
T.C.Anayasa'sının 90 ncı maddesinin son fıkrasında da, usulüne göre
yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar
hakkında Anayasa'ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi'ne
başvurulamayacağı, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere
ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların ayni konuda farklı hükümler
içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası hükümlerin esas
alınacağı hükme bağlanmıştır.
5237 sayılı yeni Türk Ceza Yasası'nın 2 nci maddesinin 1 inci fıkrasında,
Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemeyeceği ve
güvenlik tedbiri uygulanamayacağı, kanunda yazılı cezalardan başka bir ceza ve
güvenlik tedbirine hükmolunamayacağı, 2 nci fıkrasında da idarenin düzenleyici
işlemleriyle suç ve ceza konulamayacağı, aynı Yasa'nın 5 nci maddesinde , bu
Kanunun Genel Hükümlerinin özel ceza kanunları ve ceza içeren kanunlardaki
suçlar hakkında da uygulanacağı, 7 nci maddesinin 1 inci fıkrasında da,
işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı
kimseye ceza verilemeyeceği ve güvenlik tedbiri uygulanamayacağı hüküm altına
alınmıştır.
Anayasa'nın 153 üncü maddesinin 3 üncü fıkrasında; Kanun, Kanun Hükmünde
Kararname veya T.B.M.M. İçtüzüğü yada bunların hükümlerinin, iptal kararlarının
Resmi Gazete'de yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkacağı, gereken hallerde
Anayasa Mahkemesi'nin iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca
kararlaştırabileceği, bu tarihin, kararın Resmi Gazete'de yayımlandığı günden
başlayarak bir yılı geçemeyeceği, 5 inci fıkrasında da, iptal kararlarının
geriye yürümeyeceği belirtilmiş ise de, Anayasa Mahkemesi kararlarının geriye
yürümezlik ilkesini Mahkemelerde bakılmakta olan davalarda ve ceza içeren
hükümler içinde uygulanacağı şeklinde anlamak mümkün değildir. Bir hukuk
devletinde kanunların Anayasa'ya aykırılığından ziyade bu aykırılığın
bilinmesine rağmen uygulanmaya devam edilmesi kabul edilemez. Anayasa'ya
aykırılığı Anayasa Mahkemesi'nce saptanarak iptal edilmiş kanun hükümlerinin
görülmekte olan davalarda da uygulanması hukukun üstünlüğü ilkesine aykırıdır.
Yapılan düzenlemeler, Anayasa'nın üstünlüğü, cezaların kanuniliği,
belirlilik ve eşitlik ilkeleri açısından değerlendirildiğinde, özel yasasında
tanımlanan suç için verilecek olan cezanın Anayasa Mahkemesi tarafından iptal
edilmesi ve hukuk aleminde varlığının ortadan kalkması karşısında ve
Anayasa'mızın 153 ncü maddesi hükmü gereği Anayasa Mahkemesi kararlarının
yasama, yürütme ve yargı organları ile idare makamlarını, gerçek ve tüzel
kişileri bağlaması nedeniyle, görülmekte olan davalarda vergi ziyaı suçu
işleyenlere 5479 sayılı yasanın yürürlüğe girdiği tarihe kadar vergi ziyaı
cezası kesilmemesi gerektiği görüşüyle karara katılmıyorum.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Vergi
Dava Daireleri
Kurulu
Esas
No : 2006/9
Karar
No: 2006/119
Özeti
: Davacının
yönetim kurulu kararıyla şirketi temsile yetkili kılınmasından sonra, yeni bir
yönetim kurulu kararıyla temsile yetkili kılınanlar değiştirildiğinden,
davacının kanuni temsilci olmadığı dönemlere rastlayan amme alacağından sorumlu
tutulamayacağı hakkında.
Temyiz Eden : Ziyapaşa Vergi
Dairesi Müdürlüğü
Karşı Taraf :
…
İstemin Özeti
:1998
ve 1999 yıllarının çeşitli dönemlerine ait olup … Ekmekçilik Temin Tevzi ve İnşaat Sanayi
ve Ticaret Anonim Şirketinden tahsil imkanı bulunmadığı ileri sürülen muhtelif
vergi borçlarının tahsili amacıyla kanuni temsilci sıfatıyla davacı adına ödeme
emirleri düzenlenmiştir.
Adana 1.Vergi Mahkemesi 8.7.2003 günlü ve E:2003/244, K:2003/993 sayılı
kararıyla; olayda, 14.7.1997 tarihli yönetim kurulu kararıyla davacının da
aralarında bulunduğu altı kişiye şirketi temsil yetkisi tanınmasına rağmen
8.11.1997 tarihli yönetim kurulu kararıyla temsil yetkisinin değiştirildiği ve
bu kararla temsile yetkili kılınanlar arasında davacının bulunmadığının
anlaşıldığı, ödeme emirlerine konu amme alacağının 1998 yılının Ocak dönemi ve
sonrasına ait olduğu anlaşıldığından şirketin kanuni temsilcisi olmadığı
dönemlere ilişkin amme alacaklarından sorumlu tutulmasına olanak bulunmayan
davacı adına düzenlenen ödeme emirlerinde hukuka uygunluk görülmediği
gerekçesiyle, ödeme emirlerini iptal etmiştir.
Vergi dairesi müdürlüğünün temyiz istemini inceleyen Danıştay Üçüncü
Dairesi 11.3.2004 günlü ve E:2003/1859, K:2004/692 sayılı kararıyla; vergi
borçlusu şirketin 38 karar sıra nolu 8.11.1997 tarihli yönetim kurulu kararında
şirketi temsile yetkililer arasında davacının bulunmadığı görülmekte ise de, bu
kararın tescil ve ilan edilip edilmediğinin dosyada mevcut belgelerden
anlaşılmadığı, Türk Ticaret Kanununun 38 inci ve Vergi Usul Kanununun 10 uncu
maddeleri uyarınca şirketi temsile yetkili kılınan kişilerin ödenmeyen vergi
borçlarından sorumlulukları, temsilcilik sıfatının sona ermesine ilişkin yönetim
kurulu kararının tescil ve ilan edildiği tarihe kadar devam edeceğinden, dava
konusu ödeme emirlerinde yer alan vergi, ceza ve gecikme faizinin ilgili
bulunduğu dönem itibarıyla davacının adı geçen şirketi temsile yetkili olup
olmadığı hususunun değerlendirilerek yeniden bir karar verilmesi gerektiği
gerekçesiyle, kararı bozmuştur.
Bozma kararına uymayan Adana 1.Vergi Mahkemesi 22.9.2005 günlü ve
E:2005/503, K:2005/974 sayılı kararıyla, ilk kararında yer alan hukuksal neden
ve gerekçeye ek olarak, aynı olay hakkında Mahkemelerince verilen 28.11.2000
günlü ve E:2000/1064, K:2000/1190 sayılı kararın, Danıştay Üçüncü Dairesinin
6.6.2002 tarih ve E:2001/2017, K:2002/2379 sayılı kararıyla onandığı
gerekçesiyle, ödeme emirlerinin iptali yönündeki kararında ısrar
etmiştir.
Israr kararı vergi dairesi müdürlüğünce temyiz edilmiş, ödeme emri
düzenlenmesinde yasaya aykırılık bulunmadığı ileri sürülerek kararın bozulması
istenmiştir.
Savunmanın Özeti
:Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi Özlem ULAŞ'ın Düşüncesi : Temyiz
dilekçesinde ileri sürülen iddialar ısrar kararının
bozulmasını sağlayacak durumda görülmediğinden istemin reddi gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Nurten
KARAÇAY'ın Düşüncesi : Danıştay Üçüncü Dairesinin bozma kararında yazılı
gerekçe uyarınca temyiz isteminin kabulü ile Vergi Mahkemesince verilen ısrar
kararının bozulmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunca, dosyadaki belgeler
incelendikten sonra gereği görüşüldü:
Adana 1.Vergi Mahkemesinin 22.9.2005 günlü ve E:2005/503, K:2005/974
sayılı ısrar kararı, dayandığı hukuksal nedenler ve gerekçe ile Kurulumuzca da
uygun bulunmuş ve temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, kararın
bozulmasını gerektirecek durumda görülmemiştir.
Bu nedenlerle temyiz isteminin reddine, 26.5.2006 gününde esasta ve
gerekçede oyçokluğu ile karar verildi.
K
A R Ş I O Y
…
Ekmekçilik Temin Tevzi ve İnşaat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketinden tahsiline
imkan kalmadığı anlaşılan 1998 vergilendirme dönemine ait kurumlar vergisi,
gelir (stopaj) vergisi, fon payı, özel usulsüzlük ve kaçakçılık cezaları ile
gecikme faizi ve 1999 vergilendirme dönemine ait ek kurumlar vergisi ve vergi
ziyaı cezalarının; borçlu kurumun kanuni temsilcisi olması nedeniyle davacıdan
istenmesine ilişkin ödeme emirlerinin iptali yolundaki vergi mahkemesi ısrar
kararı temyiz edilmiştir.
Bir örneği dosyada bulunan Adana Ticaret Sicil Memurluğunun vergi dairesi
müdürlüğüne hitaben yazılmış 19.1.2001 gün ve 211 sayılı yazısında ise 21.7.1997
tarihinde tescil ve ilan edilen 9.7.1997 tarihli olağanüstü genel kurul
tutanaklarına göre davacı …'ın yönetim kurulu üyesi seçildiği; 5.2.1999
tarihinde tescil edilen 11.12.1998 tarihinde yapılmış olağanüstü genel kurulda
ise yönetim kurulu üyeliğine seçilenler arasında bulunmadığının bildirildiği
görülmektedir. Bu iki olağanüstü genel kurul toplantısı dışında olağan genel
kurul toplantısı yapılıp yapılmadığı belirsizdir. Aynı yazıda bildirilen;
16.6.1997, 9.7.1997, 14.7.1997 ve 5.3.1997 tarihli kararların ise yönetim kurulu
üyelerinin, aralarında yaptığı görevlendirmeye ilişkin olduğu açıkca
saptanmaktadır.
Anonim şirketlerin kanuni temsil organı yönetim kurulu olduğundan, Vergi
Usul Kanununun 10'uncu maddesinde yazılı koşullar bulunmak kaydıyla, şirketten
tahsil imkanı kalmayan kamu alacaklarının tahsili için kanuni temsilci sıfatıyla
müteselsilen sorumlu tutularak cebren takibi gereken kimseler de yönetim kurulu
üyeleridir.
Yönetim kurulu üyelerinin, şirketin daha iyi yönetilmesi amacıyla
aralarında yaptıkları görevlendirme sözleşmeye dayandığından, kanuni temsille
ilişkilendirilemez. Öte yandan Vergi Usul Kanununun 8'inci maddesi de vergi
sorumluluğunun sözleşme ile değiştirilemeyeceğini açıkca
emretmektedir.
Yönetim kurulu üyelerinin aralarında görev bölüşmesi sonucu belli işlerin
bir veya birkaç yönetim kurulu üyesi tarafından yerine getirilmesini karara
bağlaması, yönetim kurulunun kanundan doğan sorumluluğunun devredildiği anlamı
yüklenerek nitelenemeyeceği gibi görevlendirilen bu kimseler sözü edilen işleri,
yönetim kurulu adına yönetmek durumunda olup, işlerin ne şekilde yönetileceği
konusundaki kararların yönetim kurulunca alınması da
zorunludur.
1998 vergilendirme döneminde yönetim kurulu üyesi olduğunda ihtilaf
bulunmayan davacı adına kanuni temsilci sıfatıyla düzenlenen ödeme emirlerini
1998 ve 1999 yıllarında yapılan tüm olağan ve olağanüstü genel kurul kararlarını
gözetmeksizin, yönetim kurulunun iş bölümüne ilişkin kararlarına dayanarak iptal
eden vergi mahkemesi ısrar kararının bozulması gerektiği görüşüyle Kurul
kararına katılmıyorum.
K
A R Ş I O Y
213 sayılı Vergi Usul Kanununun "Kanuni Temsilcilerin Ödevi" başlıklı 10
uncu maddesinde, tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve
cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mükellef veya vergi
sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen ödevlerin kanuni temsilcileri, tüzel
kişiliği olmayan teşekkülleri idare edenler ve varsa bunların temsilcileri
tarafından yerine getirileceği; belirtilen kişilerin bu ödevleri yerine
getirmemeleri yüzünden mükelleflerin veya vergi sorumlularının varlığından
tamamen veya kısmen alınamayan vergi ve buna bağlı alacakların, kanuni ödevleri
yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınacağı hükme bağlanmış olup, dosyanın
incelenmesinden, dava konusu ödeme emirleriyle istenilen kamu alacağının
şirketin malvarlığından tahsiline yönelik olarak tüm yasal takip yolları
tüketilmediği anlaşıldığından, ödeme emrinin iptali yönünde verilen ısrar
kararında bu gerekçeyle hukuka aykırılık bulunmadığı görüşüyle, Kurul kararının
gerekçesine katılmıyoruz.
İKİNCİ
DAİRE KARARLARI
HAKİM
VE SAVCILAR
T.C.
D
A N I Ş T A Y
İkinci
Daire
Esas
No : 2006/1198
Karar
No : 2006/2813
Özeti
: Hakimler
ve Savcılar hakkında doldurulan sicil fişinin Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulunun terfi işleminin dayanaklarından birini oluşturması karşısında, tek
başına dava konusu edilebilecek bir işlem olmadığı gerekçesiyle işin esası
incelenmeden verilen kararda hukuki isabet bulunmadığı
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan
(Davacı)
: …
Karşı Taraf :
Adalet Bakanlığı
İsteğin Özeti : Trabzon İdare
Mahkemesi'nce verilen 25.1.2006 günlü, E:2005/1257, K:2006/39 sayılı kararın,
dilekçede yazılı nedenlerle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49.
maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması isteminden
ibarettir.
Cevabın Özeti : Temyizi istenen kararın
yöntem ve yasaya uygun olduğu, bu nedenle istemin reddi gerekeceği
yolundadır.
Danıştay Tetkik Hakimi : Ayhan Göker
Düşüncesi
: İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : Celalettin
Yüksel
Düşüncesi
: İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İkinci Dairesi'nce işin gereği
düşünüldü:
Dava; … Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapan davacı hakkında …
Cumhuriyet Başsavcılığınca "adiyen yükselir" biçiminde doldurulan 12.8.2004
tarihli sicil fişinin iptali istemiyle açılmıştır.
Trabzon İdare Mahkemesi'nin 25.1.2006 günlü, E:2005/1257, K:2006/39
sayılı kararıyla; 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun 21 ve 23.
maddelerinden bahisle sicil fişlerinin tek başlarına hukuki sonuç doğuracak
nitelikte işlemler olmadığı gerekçesiyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 15/1-b maddesi uyarınca davanın reddine karar
verilmiştir.
Davacı, İdare Mahkemesi kararının hukuka ve usule aykırı olduğunu öne
sürmekte ve temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.
2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun "Derece Yükselmesinin
Koşulları" başlıklı 21. maddesinin (c) bendinde, derece yükselmesi yapacak hakim
ve savcıların ahlaki gidişleri, mesleki bilgi ve anlayışları, gayret ve
çalışkanlıkları, gördükleri işlerde birikime sebep olup olmadıkları,
çıkardıkları işlerin miktar ve mahiyetleri, göreve bağlılıkları ve devamları,
üst merciler ve müfettişlerce haklarında düzenlenen hal kağıtları ve sicil
fişleri, kanun yolu incelemesinden geçen iş sayısı ve bu inceleme üzerine
verilen notları, örnek karar ve mütalaaları ve varsa mesleki eser ve yazıları
ile katıldıkları meslek içi ve uzmanlık eğitimleri gözönünde tutularak Hakimler
ve Savcılar Yüksek Kurulu'nca ilan edilen derece yükselme ilkelerinde aranan
koşulları taşımalarının gerektiği hükme bağlanmıştır.
Dosyanın incelenmesinden, … Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapan davacı
hakkında Edirne Cumhuriyet Başsavcılığınca "adiyen yükselir" biçiminde
doldurulan 12.8.2004 tarihli sicil fişi nedeniyle Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulunca (A) defteri ile terfi ettirilmiş ve bu durum anılan Kurulun davacının
yeniden inceleme talebinin reddine ilişkin 28.3.2005 günlü, 121 sayılı kararında
belirtilmiştir.
Haklarında düzenlenen ve soruşturma geçirip geçirmediği, kendisine
verilen ve çıkardığı işlerin miktarı, görevdeki yeteneği, mesleki bilgi ve
anlayışı, ahlaki durumları, giyinişi, memurlar, meslektaşları ve üstleri ile
geçimi, ilişkileri gibi sorulara verilen cevapları içeren ve üst dereceye layık
olup olmadığı, layık ise yükselme şekli (yükselebilir, tercihan yükselebilir,
mümtazen yükselebilir) açıkça belirtilmek suretiyle tekemmül ettirilen sicil
fişlerinin derece yükselmelerinde etkili unsur olduğu
muhakkaktır.
Bu durumda, yapılacak yargılamanın özünü, düzenlenen sicilin oluşturması
ve olayda adıgeçenin terfi edemediği yolundaki dava konusu edilemeyen Hakimler
ve Savcılar Yüksek Kurulu kararının dayanaklarından birisini oluşturması
nedeniyle tek başına dava konusu edilebilecek bir işlem olmadığı gerekçesiyle
işin esası incelenmeden verilen kararda hukuki isabet
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüyle Trabzon İdare
Mahkemesi'nce verilen 25.1.2006 günlü, E:2005/1257, K:2006/39 sayılı kararın
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinin 1/b fıkrası uyarınca
bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Kanun'la değişik 3. fıkrası gereğince ve
yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir karar verilmek üzere
dosyanın adı geçen Mahkeme'ye gönderilmesine, 16.10.2006 tarihinde oybirliğiyle
karar verildi.
MEMURLAR
VE DİĞER KAMU GÖREVLİLERİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
İkinci
Daire
Esas
No : 2006/691
Karar
No : 2006/3110
Özeti
: Devlet
Memurları Yabancı Diller Eğitim Merkezinde koruma ve güvenlik görevlisi olarak
görev yapan davacının, aynı görevle Milli Eğitim Bakanlığı’na naklen atanmasına
ilişkin işlemin iptali ile bu işlem nedeniyle yoksun kalınan parasal hakların
yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılan davada, davacının kadrosunun
Devlet Memurları Yabancı Diller Eğitim Merkezinde değil, Devlet Personel
Başkanlığında olduğu öne sürüldüğünden, davacının kadrosunun araştırılması,
ayrıca işlemin Milli Eğitim Bakanlığınca tesis edilmesi nedeniyle anılan
Bakanlığın hasım mevkiine alınması suretiyle dosyanın tekemmül ettirilmesi
gerektiği hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı)
: …
Karşı Taraf
: Başbakanlık Devlet Personel Başkanlığı
İsteğin Özeti
: Ankara 1. İdare Mahkemesi'nin 27.10.2004 günlü, E:2004/422,
K:2004/1385 sayılı kararının dilekçede yazılı nedenlerle temyizen incelenerek
bozulması isteminden ibarettir.
Cevabın Özeti
: Temyizi istenen kararın yöntem ve yasaya uygun olduğu, bu nedenle
istemin reddi gerekeceği yolundadır.
Danıştay Tetkik Hakimi : Nafi
Alantar
Düşüncesi : Dava konusu
işlem, Devlet Personel Başkanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı arasında imzalanan
protokol uyarınca Milli Eğitim Bakanlığı'nca tesis edilmiş olup, Milli Eğitim
Bakanlığı'nın hasım mevkiine alınarak uyuşmazlığın çözümlenmesi gerektiğinden
İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : Celalettin Yüksel
Düşüncesi : Başbakanlık
Devlet Personel Başkanlığı'na bağlı olan Devlet Memurları Yabancı Diller Eğitim
Merkezinde koruma ve güvenlik görevlisi olarak görev yapan davacının, 15.10.2003
günlü, 25260 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Devlet Memurları Yabancı Diller
Eğitim Merkezi Yönetmeliğinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Yönetmeliğin
geçici 1. maddesi uyarınca bu görevinden alınarak, Milli Eğitim Bakanlığı İdari
ve Mali İşler Dairesi Başkanlığı emrine koruma ve güvenlik görevlisi olarak
naklen atamasına ilişkin 19.12.2003 gün ve 118400 sayılı işlemin iptali
istemiyle açtığı davada davayı reddeden İdare Mahkemesi kararının temyizen
incelenerek bozulması istenilmektedir.
Dava konusu atama işleminin; yukarıda anılan Yönetmelik hükmü uyarınca
Başbakanlık Devlet Personel Başkanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı arasında
imzalanan protokol çerçevesinde Milli Eğitim Bakanlığınca tesis olunduğu ve
davanında bu işlemin iptali istemiyle açıldığı, ancak dosyanın sadece
Başbakanlık Devlet Personel Başkanlığı husumetiyle tekemmül ettirilerek
sonuçlandırıldığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda Milli Eğitim Bakanlığınında hasım konumuna alınmak suretiyle
dosyanın tekemmül ettirilerek uyuşmazlığın çözümlenmesi gerekirken, Milli Eğitim
Bakanlığı'na husumet yöneltilmeden davanın sonuçlandırılmasında yargılama
usulüne uygunluk görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulüyle İdare Mahkemesi
kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İkinci Dairesi'nce dosyanın tekemmül ettiği
anlaşıldığından, yürütmenin durdurulması istemi hakkında bir karar verilmeksizin
işin gereği düşünüldü:
Dava, Devlet Memurları Yabancı Diller Eğitim Merkezinde koruma ve
güvenlik görevlisi olarak görev yapan davacının, aynı görevle Milli Eğitim
Bakanlığı'na naklen atanmasına ilişkin 19.12.2003 günlü, 118403 sayılı işlemin
iptali ile bu işlem nedeniyle yoksun kalınan parasal hakların yasal faiziyle
birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.
Ankara 1. İdare Mahkemesi'nin 27.10.2004 günlü, E:2004/422, K:2004/1385
sayılı kararıyla; 15.11.2003 gün ve 25260 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak
yürürlüğe giren Devlet Memurları Yabancı Diller Eğitim Merkezi Yönetmeliğinin
Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Yönetmelik ile Devlet Memurları Yabancı Diller
Eğitim Merkezinin kapatılarak, aynı Yönetmeliğin geçici 1. maddesi uyarınca, bu
yerde koruma ve güvenlik görevlisi olarak çalışan davacının Milli Eğitim
Bakanlığı ile Devlet Personel Başkanlığı arasında yapılan protokol hükümleri
çerçevesinde aynı görevle adı geçen Bakanlığa atanmasına ilişkin işlemde
mevzuata aykırılık görülmediği gerekçesiyle dava
reddedilmiştir.
Davacı, kadrosunun Devlet Personel Başkanlığında bulunduğunu, Yabancı
Diller Eğitim Merkezinde geçici görevli olarak çalıştığını öne sürerek İdare
Mahkemesi kararının bozulmasını istemektedir.
15.11.2003 günlü, 25260 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Devlet
Memurları Yabancı Diller Eğitim Merkezi Yönetmeliğinin Yürürlükten
Kaldırılmasına Dair Yönetmeliğin 1. maddesiyle, 24.12.1973 tarihli ve 7/7648
sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile kabul edilen ve 10.1.1974 tarihli ve 14764
sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Devlet Memurları Yabancı Diller Eğitim Merkezi
Yönetmeliği ile kurulan Devlet Memurları Yabancı Diller Eğitim Merkezi
kapatılarak sözkonusu Yönetmelik yürürlükten kaldırılmış, geçici 1. maddesi ile
de, bu Yönetmeliğin yayımı tarihinde Başbakanlık Devlet Personel Başkanlığı
Yabancı Diller Eğitim Merkezi kadrolarında çalışan Yabancı Diller Eğitim Merkezi
Müdürü, Müdür Yardımcıları, Öğretmen, Koruma ve Güvenlik Şefi, Koruma Güvenlik
Görevlisi, Hizmetli unvanlı memurların, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu
hükümleri dikkate alınarak Devlet Personel Başkanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı
arasında yapılacak protokol çerçevesinde en geç üç ay içerisinde Milli Eğitim
Bakanlığına naklen atanacakları, ancak bu personelden istekli olanların Kültür
ve Turizm Bakanlığının talebi üzerine genel hükümlere göre bu Bakanlığa da
naklen atanabilecekleri kuralı düzenlenmiştir.
Dosyanın incelenmesinden, davacının Ankara Mamak Belediyesi'nde hizmetli
olarak çalışmakta iken 1990 yılında kurumlararası nakil yoluyla Devlet Personel
Başkanlığına atandığı ve 1998 yılında unvanın koruma ve güvenlik görevlisi
olarak değiştiği ve daha sonra da Başbakanlığa bağlı olarak faaliyet gösteren
Devlet Memurları Yabancı Diller Eğitim Merkezinde görevlendirildiği, 15.11.2003
günlü, 25260 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Yönetmelikle Devlet Memurları
Yabancı Diller Eğitim Merkezinin kapatıldığı, Devlet Personel Başkanlığı ile
Milli Eğitim Bakanlığı arasında düzenlenen protokol uyarınca Devlet Personel
Başkanlığı'nın 14.11.2003 günlü muvafakatı üzerine, Milli Eğitim Bakanlığı'nın
19.12.2003 günlü, 118403 sayılı işlemi ile anılan Bakanlığa Koruma ve Güvenlik
Görevlisi olarak atandığı anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konusu olayda, davacının kadrosunun Devlet Memurları Yabancı
Diller Eğitim Merkezinde değil Devlet Personel Başkanlığında olduğu öne
sürüldüğünden, davacının kadrosunun Devlet Memurları Yabancı Diller Eğitim
Merkezinde olup olmadığı ve bu nedenle geçici madde kapsamına girip girmediği
hususunun araştırılması gerekmektedir.
Öte yandan dava konusu işlemin Milli Eğitim Bakanlığı'nca tesis edilmesi
nedeniyle anılan Bakanlığın hasım mevkiine alınmak suretiyle dosyanın tekemmül
ettirilerek uyuşmazlığın çözümlenmesi gerekirken, sadece Devlet Personel
Başkanlığı husumetiyle dosyanın incelenerek karar verilmesinde hukuki isabet
görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüyle Ankara 1.
İdare Mahkemesi'nce verilen 27.10.2004 günlü, E:2004/422, K:2004/1385 sayılı
kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinin 1/b. fıkrası
uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Kanun'la değişik 3. fıkrası
gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir karar
verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkeme'ye gönderilmesine, kullanılmayan
19.90.-YTL yürütmeyi durdurma harcı ile posta pulundan artan 6.00.-YTL'nin
isteği halinde davacıya verilmesine 07.11.2006 tarihinde oybirliğiyle karar
verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
İkinci
Daire
Esas No : 2006/2140
Karar
No :
2006/3226
Özeti
: Davacının
İl Milli Eğitim Müdürlüğü görevinden alınarak öğretmen olarak atanmasına ilişkin
işlemin iptali ile parasal hakların yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar
verilmesi istemiyle açtığı davada karar verilebilmesi için, davacının hakkında
daha önce tesis edilen başka bir atama işleminin iptali istemiyle başka bir
İdare Mahkemesinde açtığı davada verilecek kararın beklenmesi gerektiği
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı)
: …
Karşı Taraf :
Milli Eğitim Bakanlığı
İsteğin Özeti : Ankara 7. İdare
Mahkemesi'nin 21.3.2006 günlü, E:2005/598, K:2006/678 sayılı kararının dilekçede yazılı nedenlerle temyizen incelenerek bozulması isteminden
ibarettir.
Cevabın Özeti : Temyizi istenen kararın yöntem ve yasaya
uygun olduğu, bu nedenle istemin reddi gerekeceği yolundadır.
Danıştay Tetkik Hakimi : Asiye Değirmenci
Düşüncesi : İdare Mahkemesi
kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : Celalettin
Yüksel
Düşüncesi : Batman İl Milli
Eğitim Müdürü olan davacının görevinden alınmasına ilişkin 18.3.2005 günlü
müşterek karar ile MEB lığı, Yaygın Eğitim Enstitüsü Öğretmenliğine naklen
atanmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın reddi yolundaki
21.3.2006 günlü 678 sayılı Ankara 7. İdare Mahkemesi kararının temyizen
incelenerek bozulması davacı tarafından istenilmektedir.
Davacının, daha önce Hatay İl Milli Eğitim Müdürlüğünden alınmasına
ilişkin 19.4.2004 günlü, 2004/5791 sayılı müşterek kararname ile Yaygın Eğitim
Enstitüsü öğretmenliğine atanmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan
davanın reddi yolundaki Adana 1. İdare Mahkemesinin 10.11.2004 günlü,
E:2004/619, K:2004/1358 sayılı kararının davacı temyiz istemi kabul edilerek
Danıştay İkinci Dairesinin 7.6.2006 günlü, 2006/1763 sayılı kararı ile bozulduğu
anlaşıldığından bu davaya konu işlemin konusuz kaldığı
açıktır.
Bu durumda Adana 1. İdare Mahkemesinin E:2004/619 sayılı esasına kayıtlı
dava ile ilgili olarak yukarıda belirtilen bozma kararı üzerine vereceği karar,
bakılan davayı etkileyecek nitelikte olduğundan,anılan mahkemenin sözü edilen
bozma kararı üzerine vereceği kararın sonucuna göre dava konusu uyuşmazlığın
çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan sebeplerle, davalı idare temyiz isteminin kabulü ile idare
mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmüştür.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İkinci Dairesi'nce dosyanın tekemmül ettiği
anlaşıldığından, yürütmenin durdurulması istemi hakkında bir karar
verilmeksizin işin gereği
düşünüldü:
Davacı, Batman Milli Eğitim Müdürlüğü görevinden alınarak Yaygın Eğitim
Enstitüsü öğretmeni olarak atanmasına ilişkin 21.3.2005 günlü işlemin iptali ve
parasal haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle
dava açmıştır.
Ankara 7. İdare Mahkemesi'nin 21.3.2006 günlü, E:2005/598, K:2006/678
sayılı kararıyla; 657 sayılı Yasanın 71. maddesi ile idarelere memurların sınıf
değişikliği suretiyle naklen atanmaları konusunda kamu yararı ve hizmet
gerekleriyle sınırlı olarak takdir yetkisi tanındığı, dosyanın incelenmesinden,
davacı hakkında daha önce verilen yargı kararının uygulanması amacıyla tesis
edilen dava konusu işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı gerekçesiyle dava
reddedilmiştir.
Davacı, mahkeme kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu öne sürerek
bozulmasını istemektedir.
Dava dosyasının incelenmesinden; davacının daha önce Hatay Milli Eğitim
Müdürü olarak görev yapmakta iken 19.4.2004 günlü işlemle Yaygın Eğitim
Enstitüsü öğretmenliğine atandığı, bu işleme karşı açılan davanın Adana 1. İdare
Mahkemesi'nin 10.11.2004 günlü, E:2004/619, K:2004/1358 sayılı kararıyla
reddedildiği, bu kararın temyizen incelenmesi aşamasında Danıştay İkinci
Dairesi'nin 7.6.2006 günlü, E:2005/1393, K:2006/1763 sayılı kararıyla bozulduğu
anlaşılmaktadır.
Bu durumda , mahkemece bu dava hakkında da Dairemizin anılan bozma kararı
üzerine verilecek karar sonucuna göre bir karar verilmesi
gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüyle Ankara 7.
İdare Mahkemesi'nce verilen 21.3.2006 günlü, E:2005/598, K:2006/678 sayılı
kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinin 1/b. fıkrası
uyarınca bozulmasına, aynı maddenin
3622 sayılı Kanun'la değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda
belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı
geçen Mahkeme'ye gönderilmesine, kullanılmayan 19.90 YTL. yürütmeyi durdurma
harcı ile posta pulundan artan 2.00 YTL' nin isteği halinde davacıya
verilmesine, 13.11.2006 tarihinde oybirliğiyle karar
verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
İkinci
Daire
Esas
No : 2006/400
Karar
No : 2006/3428
Özeti
: Dava
konusu işlemin idare mahkemesince verilen kararın yerine getirilmesi amacıyla
tesis edilmesi ve anılan mahkeme kararının da Danıştay İkinci Daire kararı ile
bozulması ve mahkemece sözkonusu bozma kararında belirtilen hususlar gözetilerek
verilecek yeni kararın temyizen incelenmekte olan bu idare mahkemesi kararını da
etkileyecek olması nedeniyle bozulmasının, hukuki bir sorumluluk olduğu
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı)
: …
Vekili : Av.
…
Karşı Taraf : Milli Eğitim
Bakanlığı.
İsteğin Özeti : Adana 2.
İdare Mahkemesi'nin 13.12.2005 günlü, E:2005/335, K:2005/1912 sayılı kararının
redde ilişkin kısmının dilekçede yazılı nedenlerle temyizen incelenerek
bozulması isteminden ibarettir.
Cevabın Özeti : Temyiz
isteminin reddi gerektiği yolundadır.
Danıştay Tetkik Hakimi : B.
Ufuk Kadıgil.
Düşüncesi : İdare Mahkemesi
kararının redde ilişkin kısmının bozulması gerektiği
düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı : Celalettin
Yüksel.
Düşüncesi : Hatay İli
İskenderun İlçesi … Anadolu Lisesi Müdürü olan davacının, aynı İl Antakya İlçesi
… Anadolu Lisesi'ne öğretmen olarak naklen atanmasına ilişkin dava konusu
işlemin müdürlükten alınmasına ilişkin kısmının reddine, öğretmenliğe atanmasına
ilişkin kısmının iptaline ilişkin idare mahkemesi kararının bozulması davacı
tarafından istenilmektedir.
5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 8/C maddesinde, ilgili fıkrada yazılı
bütün memurların lüzumu halinde il içinde nakil ve tahvillerinin mensup olunan
idare şube başkanlarının inhası üzerine Valiler tarafından icra edilmekle
beraber mensup oldukları Bakanlıklar veya Genel Müdürlüklere sebepleriyle
birlikte bildirileceği hükme bağlanmıştır.
Dosyanın incelenmesinden; Hatay İli, İskenderun İlçesi … Anadolu Lisesi
Müdürü …'nın, Antakya Cumhuriyet Lisesi öğretmenliğine atanması sebebiyle okul
müdürlüğünün boşaldığı, Antakya … Anadolu Lisesi müdür başyardımcısı olarak
görev yapan davacının müdürlüğü boş olarak ilan edilen bu okula, değerlendirme
sonucu atamasının yapıldığı, ancak önceki okul müdürü olan …'nın açtığı dava
sonunda Adana 2. İdare Mahkemesi'nin 25.11.2004 günlü, E:2004/663, K:2004/1657
sayılı kararı ile dava konusu işlemin iptal edilmesi üzerine yargı kararının
uygulanması ve adı geçenin görevine iade edilebilmesi amacıyla, davacının okul
müdürlüğünden alınarak eski görev yeri olan Antakya ... Anadolu Lisesine
öğretmen olarak atandığı, diğer taraftan Adana 2. İdare Mahkemesi'nin ...'yla
ilgili kararının Danıştay 2. Dairesi'nin 2.5.2005 gün ve 2005/328 sayılı kararı
ile önce yürütülmesinin durdurulmasına, bilahare 1.5.2006 günlü, 2006/1464
sayılı kararı ile de bozulmasına karar verildiği
anlaşılmıştır.
Bu durumda, davacının görevden alınmasına ve öğretmenliğe atanmasına
dayanak olan yargı kararının ortadan kalktığı, böylece, dava konusu işlemin de
tesis edilme sebebi ortadan kalkmış bulunduğundan, bu husus dikkate alınarak bir
karar verilmek üzere idare mahkemesi kararının bozulması
gerekmektedir.
Açıklanan sebeplerle, davacı temyiz isteminin kabulü ile idare mahkemesi
kararının redde ilişkin kısmının bozulması gerektiği
düşünülmüştür.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İkinci Dairesi'nce işin gereği
düşünüldü:
Dava, Hatay İli İskenderun İlçesi ... Anadolu Lisesi Müdürü olan
davacının, bu görevden alınarak aynı İl Antakya İlçesi ... Anadolu Lisesi'ne
öğretmen olarak naklen atanmasına ilişkin 3.1.2005 günlü, 122 sayılı işlemin
iptali ve müdürlük kadrosunun verilmesi istemiyle
açılmıştır.
Adana 2. İdare Mahkemesi'nin 13.12.2005 günlü, E:2005/335, K:2005/1912
sayılı kararıyla; "Hatay İli İskenderun İlçesi ... Anadolu Lisesi Müdürü
...'nın, bu görevden alınarak aynı İlçe Cumhuriyet Lisesi öğretmenliğine
atanması nedeniyle anılan Okul'un müdürlük kadrosunun boşaldığı, Hatay İli
Antakya İlçesi ... Anadolu Lisesi Müdür Başyardımcısı olarak görev yapan
davacının, Milli Eğitim Bakanlığı'nca müdürlüğü boş eğitim kurumları arasında
olduğu duyurulan bu Okul'a atanmak üzere başvuruda bulunduğu ve yapılan
değerlendirme sonucunda bu göreve atandığı, ancak, ...'nın, hakkında tesis
edilen söz konusu işleme karşı açtığı davada, Adana 2. İdare Mahkemesi'nin
25.11.2004 günlü, E:2004/663, K:2004/1657 sayılı kararı ile işlemin iptal
edilmesi üzerine, yargı kararının uygulanması amacıyla davacının, anılan
Okul'daki müdürlük görevinden alınarak eski görev yeri olan Hatay İli Antakya
İlçesi ... Anadolu Lisesi'ne ingilizce öğretmeni olarak atandığı, dolayısıyla,
Adana 2. İdare Mahkemesi'nin söz konusu kararının uygulanmasını sağlamak
amacıyla davacının, Hatay İli İskenderun İlçesi ... Anadolu Lisesi Müdürlüğü
görevinden alınması zorunlu olmakla birlikte, bu Okul'un müdürlük görevine
atanmadan önce eski Okulu'nda Müdür Başyardımcısı olarak görev yapan ve müdürlük
görevini yürüttüğü döneme ilişkin olarak da hiçbir olumsuzluğu ileri sürülmeyen
davacının, yine boş bulunan idareci kadrosuna atanması gerekirken, öğretmen
olarak atanmasında hakkaniyete ve hukuka uyarlık bulunmadığı, diğer taraftan,
davacının, müdürlük kadrosu verilmesi isteğinin, 2577 sayılı Kanun'un 2. maddesi
uyarınca idari işlem ve eylem niteliğinde yargı kararı verilemeyeceğinden, bu
kapsamda kalan söz konusu isteğin reddi gerektiği" gerekçesiyle dava konusu
işlemin; davacının, Hatay İli İskenderun İlçesi ... Anadolu Lisesi
Müdürlüğü'nden alınmasına ilişkin kısmı ile müdürlük kadrosunun verilmesi istemi
yönünden davanın reddine; dava konusu işlemin; davacının, aynı İl Antakya İlçesi
... Anadolu Lisesi'ne öğretmen olarak atanmasına ilişkin kısmının ise iptaline
karar verilmiştir.
Davacı, dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğunu öne sürmekte ve İdare
Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını
istemektedir.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 138. maddesinin 4.
fıkrasında; "Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak
zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle
değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez." hükmüne yer
verilmiş, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Kararların sonuçları"
başlıklı 28. maddesinin 4001 sayılı Kanunun 13. maddesi ile değişik 1. bendinde
de, Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve
yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idarenin,
gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecbur olduğu, bu
sürenin hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü
geçemeyeceği belirtilmiştir. Söz konusu hükümler uyarınca, idarenin maddi ve
hukuki koşullara göre uygulanabilir nitelikte olan bir yargı kararını "aynen" ve
"gecikmeksizin" uygulamaktan başka bir seçeneği
bulunmamaktadır.
Bununla birlikte, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun "Kararın
Bozulması“ başlıklı 49. maddesinin 3. bendinde, kararın bozulması halinde
dosyanın, Danıştay’ca kararı veren mahkemeye gönderileceği, mahkemenin, dosyayı
diğer öncelikli işlere nazaran daha öncelikle inceleyeceği ve varsa gerekli
tahkik işlemlerini tamamlayarak yeniden karar vereceği belirtildikten sonra,
anılan maddenin 4. bendinde de, mahkemenin bozmaya uymayarak eski kararında
ısrar edebileceği, ısrar kararının ilgili tarafından temyizi halinde, davanın,
konusuna göre Danıştay İdari veya Vergi Dava Daireleri Kurulları’nca
inceleneceği, Danıştay’ın ilgili dava dairesinin kararı uygun görülürse
mahkemenin kararının bozulacağı, aksi halde onanacağı, Danıştay İdari veya Vergi
Dava Daireleri Kurulları kararlarına uyulmasının zorunlu olduğu
belirtilmiştir.
Dava dosyası ile Dairemizin 2005/328 esasına kayıtlı dosyanın birlikte
incelenmesinden; …'nın, 30.1.2004 günlü, 618 sayılı işlem ile Hatay İli
İskenderun İlçesi … Anadolu Lisesi Müdürlüğü görevinden alınarak, Hatay İl Milli
Eğitim Müdürlüğü emrine öğretmen olarak naklen atandığı ve Hatay Valiliği'nce
tesis edilen 2.4.2004 günlü, 13711 sayılı işlem ile de; aynı İlçe Cumhuriyet
Lisesi'ne öğretmen olarak atandığı, bu işlemler sonrasında açık ilan edilen söz
konusu Okul Müdürlüğü kadrosuna gerekli şartları taşıması nedeniyle 17.12.2004
tarihinde tesis edilen işlemle davacının atandığı, …'nın, Hatay İli İskenderun
İlçesi … Anadolu Lisesi Müdürlüğü görevinden alınarak, Hatay İl Milli Eğitim
Müdürlüğü emrine öğretmen olarak naklen atanmasına ilişkin 30.1.2004 günlü, 618
sayılı işlem ile aynı İlçe … Lisesi'ne öğretmen olarak atanmasına ilişkin
2.4.2004 günlü, 13711 sayılı işlemin iptali istemiyle Adana 2. İdare
Mahkemesi'nin 2004/663 esasına kayden açtığı davada; anılan Mahkeme'ce verilen
25.11.2004 günlü, E:2004/663, K:2004/1657 sayılı karar ile, söz konusu
işlemlerin iptal edildiği, bu kararın uygulanması amacıyla tesis edilen ve
bakılmakta olan davanın konusunu oluşturan 3.1.2005 günlü, 122 sayılı işlemle
de; davacının, Hatay İli İskenderun İlçesi … Anadolu Lisesi Müdürlüğü görevinden
alınarak, aynı İl Antakya İlçesi … Anadolu Lisesi'ne öğretmen olarak naklen
atandığı anlaşılmaktadır.
Bu
durumda; dava konusu işlemin, Adana 2. İdare Mahkemesi’nce verilen 25.11.2004
günlü, E:2004/663, K:2004/1657 sayılı kararın gereğinin yerine getirilmesi
amacıyla tesis edilen bir işlem olması ve anılan Mahkeme kararının da Dairemizin
1.5.2006 günlü, E:2005/328, K:2006/1464 sayılı kararı ile bozulması karşısında,
söz konusu bozma kararında belirtilen hususlar gözetilmek suretiyle anılan
Mahkeme’ce verilecek yeni karar, temyizen incelenmekte olan İdare Mahkemesi
kararını da etkileyeceğinden, bu kararın belirtilen gerekçe ile bozulması hukuki
bir zorunluluktur.
Diğer taraftan, yukarıda belirtilen bozma gerekçesinin içeriği gözönünde
bulundurulduğunda, Adana 2. İdare Mahkemesi'nin 13.12.2005 günlü, E:2005/335,
K:2005/1912 sayılı kararındaki, davacının müdürlük kadrosu verilmesi isteğinin
reddine ilişkin kısmın bozulması yönündeki davacı temyiz istemi hakkında hüküm
tesis edilmesine de gerek bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüyle Adana 2. İdare
Mahkemesi'nce verilen 13.12.2005 günlü, E:2005/335, K:2005/1912 sayılı kararın
redde ilişkin kısmının 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49.
maddesinin 1/b fıkrası uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Kanun'la
değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek
yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkeme'ye gönderilmesine,
22.11.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
İkinci
Daire
Esas
No : 2005/1895
Karar
No : 2006/2561
Özeti
: Aynı
özüre dayalı yer değiştirmelerde hizmet puanının esas alınacağı açık olup; eş
özüründen dolayı davacıdan daha yüksek hizmet puanına sahip öğretmenin başvurusu
varken, davacının atandığının tespit edilmesi nedeniyle atama onayının iptal
edilerek, eski görevine iadesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davalı)
: Ankara Valiliği
Karşı Taraf
: …
Vekili
: Av. …
İsteğin Özeti
: Ankara 11. İdare Mahkemesinin 31.1.2005 günlü, E:2003/1602,
K:2005/147 sayılı kararının dilekçede yazılı nedenlerle temyizen incelenerek
bozulması isteminden ibarettir.
Cevabın Özeti
: Cevap verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi : Hasan Delice
Düşüncesi : İdare Mahkemesi
kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : S.Sema
Kabukçu
Düşüncesi : Ankara İli,
Keçiören İlçesi, ... İlköğretim Okulunda öğretmen olarak görev yapan
davacının,Nallıhan İlçesi ... Endüstri Meslek Lisesine atanmasına ilişkin
işlemin iptali yolunda verilen İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek
bozulması istenilmektedir.
Dava dosyasının incelenmesinden, Nallıhan İlçesi ... Endüstri Meslek
Lisesi öğretmeni olan davacının eşinin Gazi Üniversitesi Diş Hekimliği
Fakültesinde memur olarak görev yaptığı, talebi üzerine 2002 atama döneminde
Keçiören İlçesi ... İlköğretim Okulu Fen Bilgisi Öğretmenliğine atandığı, bu
atama işleminin usulsüz yapıldığı yolundaki şikayet üzerine başlatılan
soruşturma sonucu hizmet puanı 116 olan davacının atamasının iptal edilmesi
hizmet puanı yüksek olan (192) ...'in atamasının yapılması gerektiğinin ortaya
çıktığı, bunun üzerine idarenin hatalı işlemini makul süre içinde geri alarak
davacının eski görev yeri olan Nallıhan ... Endüstri Meslek Lisesi Fen Bilgisi
öğretmenliğine atandığı, bu işlemin iptali istemiyle davanın açıldığı
anlaşılmaktadır.
Naklen atanan memurun kamu kurumunda çalışan eşine ancak belli koşullarda
sınırlı bir koruma getirildiği, memurun atandığı yerde eşinin kurumunun
örgütünün bulunmaması ya da örgütü olmakla birlikte niteliğine uygun boş bir
görev bulunmaması hallerinde, isteğe bağlı olarak atama yapılacağı ancak bir
kamu görevlisinin eş durumu nedeniyle atanma talebinde bulunması halinde, sadece
eş durumunun değil, hizmet gereklerinin de gözetilmesi gerektiği, bu yönde
yapılacak bir değerlendirmeninde hizmet verimliliğinin sağlanması ve etkin bir
yönetim için zorunlu olduğu açıktır.
Bu durumda, davacının eş durumu özründen Nallıhan İlçesi ... Endüstri
Meslek Lisesi Öğretmenliğinden Keçiören İlçesi İbn-i Haldun İlköğretim Okulu Fen
Bilgisi öğretmenliğine atanıp, daha sonra atanması sırasındaki puan
yanlışlığından dolayı tekrar eski görev yerine iade edilmesinde ve idarenin
bütün özür grubundaki öğretmenleri Ankara Merkez İlçelerde görevlendirme olanağı
da olmadığından dava konusu işlemde hukuka aykırılık
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulüyle, İdare Mahkemesi
kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İkinci Dairesi'nce işin gereği
düşünüldü:
Dava; Ankara İli, Keçiören İlçesi ... İlköğretim Okulunda öğretmen olarak
görev yapan davacının, Nallıhan ... Endüstri Meslek Lisesine öğretmen olarak
atanmasına ilişkin 11.11.2003 günlü, 84/4 sayılı işlemin iptali istemiyle
açılmıştır.
Ankara 11. İdare Mahkemesinin 31.1.2005 günlü, E:2003/1602, K:2005/147
sayılı kararıyla; davacının Keçiören ... İlköğretim Okuluna atanmasında kusuru
ve sorumluluğu olduğu yolunda bir tespit bulunmadığı, eş durumu özründen dolayı
anılan okula yapılan atamasının mevzuata uygun olduğu, idarenin kendi işleminden
kaynaklanan hatadan dolayı tesis edilen işlemin hukuka uygun bulunmadığı
gerekçesiyle iptaline karar verilmiştir.
Davalı idare, İdare Mahkemesi kararının hukuka aykırı olduğunu ileri
sürerek temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.
3797 sayılı Milli Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun'un 61. maddesinin 6. fıkrasında, özüre dayalı yer değiştirmelerin özür ve
hizmet gereklerinin birlikte karşılanması temelinde gerçekleştirileceği, bu
özürlerin gruplandırılarak önem ve öncelik sırasına konulacağı ve gruplarına
göre puanlandırılacağı hükme bağlanmıştır.
Dava konusu işlem tesis tarihi itibariyle yürürlükte bulunan Milli Eğitim
Bakanlığına Bağlı Eğitim Kurumları Öğretmenlerinin Atama ve Yer Değiştirme
Yönetmeliğinin 36. maddesinde de hizmet sınıfları ve hizmet puanının nasıl
hesaplanacağı kurala bağlanmıştır.
Dosyanın incelenmesinden, Ankara İli, Nallıhan İlçesi ... Endüstri Meslek
Lisesinde Biyoloji Öğretmeni (ek branşı fen bilgisi) olarak görev yapan
davacının, 2002 atama döneminde eş özründen Ankara İli, Keçiören İlçesi ...
İlköğretim Okuluna Fen Bilgisi Öğretmeni olarak atandığı, Nallıhan ... Endüstri
Meslek Lisesinde Kimya Öğretmeni (ek branşı fen bilgisi) olarak görev yapan ve
2002 atama döneminde eş özründen Ankara İli, Keçiören ve Yenimahalle İlçelerine
atanma isteğinde bulunan fakat ataması yapılmayan ...'in şikayeti üzerine
ilköğretim müfettişi tarafından düzenlenen 12.5.2003 günlü, 410-25 sayılı
inceleme raporuyla, şikayetçi öğretmenin hizmet puanının 192 olduğu, davacının
hizmet puanının ise 116 olduğu halde şikayetçi öğretmenin atanma isteğinde
bulunduğu ilçelerden birine atandığının tespit edilmesi üzerine davacının atama
onayının iptal edilerek, eski görev yerine iade edilmesine ilişkin dava konusu
işlemin tesis edildiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda; aynı özüre dayalı yer değiştirmelerde hizmet puanının esas
alınacağı açık olup, eş özründen dolayı davacıdan daha yüksek hizmet puanına
sahip öğretmenin başvurusu varken, davacının atandığının tespit edilmesi
nedeniyle atama onayının iptal edilerek eski görev yerine iadesine ilişkin
işlemde hukuka aykırılık; işlemi iptal eden İdare Mahkemesi kararında hukuki
isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulüyle Ankara
11. İdare Mahkemesinin 31.1.2005 günlü, E:2003/1602, K:2005/147 sayılı kararının
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinin 1/b. fıkrası
uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Kanun'la değişik 3. fıkrası
gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir karar
verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkeme'ye gönderilmesine, 3.10.2006 tarihinde
oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
İkinci
Daire
Esas
No : 2006/1351
Karar
No : 2006/2999
Özeti
: T.Halk
Bankası Genel Müdürlüğünde Genel Müdür Yardımcısı olan davacının, 1997 sicilinin
olumsuz olarak doldurulmasına ilişkin işlemin iptaline ilişkin davada, ilgili
yıl sicilinin objektif olarak düzenlenip düzenlenmediği hususunun araştırılarak
bir karar verilmesi gerekirken, tebligat yapılmaması nedeniyle işlemin iptalinde
hukuka uyarlık bulunmadığı hakkında.
Kararın Düzeltilmesini İsteyen (
Davalı ) : T. Halk Bankası A.Ş. Genel
Müdürlüğü
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf ( Davacı ):
…
Vekili
: Av.
…
İsteğin Özeti : Ankara 5. İdare
Mahkemesi'nin 31.10.2001 günlü, E:2001/77, K:2001/1281 sayılı kararının onanması
yolunda Danıştay İkinci Dairesi'nce verilen 9.11.2005 günlü,E:2004/6045,
K:2005/3505 sayılı kararın dilekçede yazılı nedenlerle düzeltilmesi ve İdare
Mahkemesi kararının bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti :
Cevap verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi : Ayşe
Çakırca
Düşüncesi
: Karar düzeltme isteminin kabulü ile, İdare Mahkemesi kararının
bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : Semra
Şentürk
Düşüncesi : Davacının 1997
yılı sicilinin olumsuz düzenlenmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan
davada dava konusu işlemi iptal eden İdare Mahkemesi kararını onayan Danıştay
İkinci Dairesinin kararının düzeltilmesi istenilmektedir.
İdari işlemin hukuk düzeninde varlık kazanabilmesi için idarenin,işlemin
tabi olduğu usul ve biçime uygun davranması yasal düzenlemelerde öngörülen
yöntemi izlemesi esastır.
Davacının olumsuz düzenlenen sicili yasada öngörülen sürede davacıya
tebliğ edilmeyerek şekil kuralına aykırı davranılmış ise de ,davacının hukuki
durumunu etkileyen işlemin sonuçlarını yarattığı dikkate alındığında bildirim
yapılmamasının işlemi sakatlar esaslı nitelikte aykırılık olmadığı kabul
edilerek olumsuz düzenlenen sicilin objektif düzenlenip düzenlenmediği yönünden
incelenmesine engel bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle karar düzeltme isteminin kabul edilerek İdare
Mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmüştür.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İkinci Dairesi'nce işin gereği
düşünüldü:
Dava,T. Halk Bankası A.Ş. Genel Müdürlüğü'nde Genel Müdür Yardımcısı
olarak görev yapan davacı hakkında olumsuz olarak düzenlenen 1997 sicilinin
iptali istemiyle açılmıştır.
Ankara 5. İdare Mahkemesi'nin 31.10.2001 günlü, E:2001/77, K:2001/1281
sayılı kararıyla olumsuz sicilin tebliğ edilmesi ile devlet memurunun sicil
raporunda tespit edilen kusur ve eksikliklerini düzeltilmesini sağlamanın
amaçlandığı, davacı hakkında olumsuz olarak düzenlenen 1997 yılı sicilinin
tebliğ edilmeyerek davacının itiraz hakkının da elinden alındığı gerekçesiyle
dava konusu işlem hukuka aykırı bulunarak iptal
edilmiştir.
Davalı idarenin anılan karara karşı yapmış olduğu temyiz başvurusu
Danıştay İkinci Dairesi'nce verilen 9.11.2005 günlü, E.2004/6045, K:2005/3505
sayılı kararla reddedilerek İdare Mahkemesi kararı
onanmıştır.
Davalı İdare, bildirim yükümlülüğünün amacının sicilin objektif olarak
düzenlenmesini sağlamak olduğunu, davacının görevinde yeterli ve verimli
olmadığı, bölgecilik yaptığı, ihalelere yakın olduğu yetersiz firmaların
çağrılması için baskı yaptığı, iş takipçiliği yaptığı hususlarının sabit
olduğunu, son beş yıllık sicil raporlarının tamamında başarısız bulunduğunu ve
bu nedenle de görevden alındığını, ilgili yıl sicilinin objektif olarak
düzenlendiğini ileri sürerek İdare Mahkemesi kararının bozulmasını
istemektedir.
Kararın düzeltilmesi dilekçesinde öne sürülen hususlar 2577 sayılı İdare
Yargılama Usulü Kanununun 54. maddesinin 1/c fıkrasına uygun bulunduğundan karar
düzeltme isteminin kabulü ile Danıştay İkinci Dairesi'nce verilen 9.11.2005
günlü, E:2004/6045, K:2005/3505 sayılı karar kaldırılarak uyuşmazlığın esası
yeniden incelendi:
Devlet Memurları Sicil Yönetmeliği'nin 21. maddesinde yetersiz olarak
değerlendirilmiş bulunan memurların, bu duruma sebep olan kusur ve
noksanlıklarını gidermeleri için sicil raporlarının bunların muhafazası ile
görevli makamlara en son teslim tarihini takip eden bir ay içinde atamaya
yetkili amirlerce gizli bir yazı ile uyarılacakları, 22. maddesinde de, uyarılan
memurların uyarı yazısını tebliğ ettikleri tarihi takip eden 1 ay içinde atamaya
yetkili amirlerine itirazda bulunabilecekleri
düzenlenmiştir.
Dava dosyasının incelenmesinden; olumsuz olarak düzenlenen 1997 yılı
sicilinin davacıya tebliğ edilmediği, davacının davalı idareye yapmış olduğu
17.11.2000 tarihli başvuruya verilen sicillerin gizlilik esasına tabi olduğundan
bilgi verilemeyeceğine ilişkin 21.11.2000 tarihli cevap üzerine olumsuz olarak
düzenlenen ilgili yıl sicilinin iptali istemiyle dava açıldığı, İdare
Mahkemesince 21.3.2001 günlü ara kararla davacı hakkında soruşturma açılıp
açılmadığı ve olumsuz sicile ilişkin bir bildirimin yapılıp yapılmadığı
hususlarının sorulması üzerine, davacıya bildirim yapılmadığının tespit edilerek
tebligat yapılmaması nedeniyle işlemin iptal edildiği
anlaşılmaktadır.
Tebligatın amacı ilgililerin haklarında
yapılmış olan idari işlemleri öğrenmeleri ve yasayla tanınan haklarını kullanma
imkanını elde etmelerini sağlamak olup, ilgilinin olumsuz sicili öğrendiği
tarihten itibaren itiraz hakkını kullanmayarak ilgili yıl sicilini dava konusu
ettiği, dolayısıyla tebliğden beklenilen amacın gerçekleşmiş olduğu gözönünde
bulundurulduğunda ilgili yıl sicilinin objektif olarak düzenlenip düzenlenmediği
husununun araştırılarak bir karar verilmesi gerekirken tebligat yapılmaması
nedeniyle işlemin iptali yolundaki İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık
görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulüyle Ankara
5. İdare Mahkemesi'nce verilen 31.10.2001 günlü, E:2001/77, K:2001/1281 sayılı
kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1/b fıkrası
uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Yasa ile değişiklik 3, fıkrası
gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir karar
verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine 1.11.2006 tarihinde
oyçokluğuyla karar verildi.
AZLIK
OYU
Düzeltilmesi istenen karar usul ve kanuna uygun olduğundan davalı
idarenin karar düzeltme isteminin reddi gerektiği görüşüyle çoğunluk kararına
katılmıyorum.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
İkinci
Daire
Esas
No : 2004/2803
Karar
No : 2006/3181
Özeti
: Dava
Konusu işlemden dolayı menfaati ihlal edildiği açık olan, ancak dava konusu
işlemde taraf olmayan avukat tarafından düzenlenen dilekçe ile açılan davada,
uyuşmazlığın esasının incelenmesinde usul yönündün mevzuata uyarlık bulunmadığı
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davalı)
: Orman Genel Müdürlüğü -Gazi/ANKARA
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf
: …
İsteğin Özeti
: Ankara 1. İdare Mahkemesi'nin 26.2.2004 günlü, E:2003/455,
K:2004/159 sayılı kararının dilekçede yazılı nedenlerle temyizen incelenerek
bozulması isteminden ibarettir.
Cevabın Özeti
: Cevap verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi : Şermin Birtane
Düşüncesi : 2577 sayılı
Kanunun 15/1-d maddesi uyarınca dilekçenin reddedilmesi gerekirken işin esası
yönünden inceleme yapılarak hüküm tesis edilmesinde hukuka uyarlık
bulunmadığından, davalı idarenin temyiz isteminin kabulüyle İdare Mahkemesi
kararının bozulması gerektiği düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı : Mehmet
Karaoğlu.
Düşüncesi : İdare ve vergi
mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İkinci Dairesi'nce işin gereği
düşünüldü:
Dava, Orman Genel Müdürlüğü, Orman Harita ve Fotogrametri Müdürlüğünde
Orman Mühendisi olarak, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'na tabi memur
statüsünde görev yapan ...'ın, kendisinden dolayı, Ankara Barosu'na kayıtlı
serbest avukat olan eşi ...'ın sağlık yardımından yararlandırılması amacıyla
yaptığı başvurusunun reddine ilişkin 19.3.2003 tarih, 343 sayılı işlemin iptali
istemiyle açılmıştır.
Ankara 1. İdare Mahkemesi'nin 26.2.2004 günlü, E:2003/455, K:2004/159
sayılı kararıyla; serbest avukat olarak çalışan ve herhangi bir şekilde sağlık
yardımından yararlanmayan davacının, Devlet memuru olan eşi dolayısıyla sağlık
yardımından yararlandırılması gerekirken, aksi yönde tesis edilen işlemde
mevzuata uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle işlemin iptaline
hükmedilmiştir.
Davalı idare, işlemin hukuka uygun olduğunu öne sürmekte ve İdare
Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını
istemektedir.
Dava dosyasının incelenmesinden; davalı idarede Orman Mahendisi olarak
657 sayılı Kanuna tabi memur statüsünde görev yapan ... tarafından, kendisinden
dolayı, Ankara Barosu'na kayıtlı serbest avukat olarak çalışan eşi ...'ın sağlık
yardımından yararlandırılması amacıyla davalı idareye başvuruda bulunulduğu, bu
başvurunun 19.3.2003 günlü ve 343 sayılı işlemle reddedilmesi üzerine, bu
işlemin iptali istemiyle Arzu Coşkun Durak yerine avukat olan eşi davacı ...
tarafından bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 14. maddesinin 3/g bendinde,
dilekçeler üzerinde bu Kanunun 3 ve 5. maddelerine uygun olup olmadığı yönünden
inceleme yapılacağı, 15. maddesinin 1/d bendinde; bu yönlerden Kanuna aykırılık
görülür ise otuz gün içinde 3 ve 5. maddelere uygun şekilde yeniden düzenlenmek
veya noksanları tamamlanmak üzere dilekçelerin reddine karar verileceği, anılan
maddenin 5. bendinde de, bu yönlerden dilekçenin reddedilmesi üzerine, yeniden
verilen dilekçelerde aynı yanlışlıklar yapıldığı takdirde davanın reddedileceği
hükme bağlanmıştır.
İdare Mahkemesi'nce, anılan Kanunun 15/1-d maddesi uyarınca, davanın;
avukat olmakla birlikte kendisine vekalet verilmeyen eş tarafından açıldığı
kabul edilerek, ...'ın otuz gün içinde aynı kişiye veya başka bir avukata
vekalet vermek suretiyle veya bizzat kendisi tarafından yenilenmek üzere
dilekçenin reddine karar verilmesi gerekirken, dava konusu işlemden dolayı
menfaati ihlal edildiği açık olan, ancak, dava konusu işlemde taraf olmayan ...
tarafından düzenlenen dilekçe geçerli sayılmak suretiyle uyuşmazlığın esasının
incelenmesinde usul yönünden mevzuata uyarlık
görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulüyle, Ankara
1. İdare Mahkemesi'nce verilen 26.2.2004 günlü, E:2003/455, K:2004/159 sayılı
kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinin 1/b fıkrası
uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Kanun ile değişik 3. fıkrası
gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir karar
verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkeme'ye gönderilmesine, 10.11.2006
tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
İkinci
Daire
Esas
No : 2006/356
Karar
No : 2006/2569
Özeti
: Davacının
branş yeterliliğinin tespitine yönelik olmayan eylemlerinin incelenmesi
sonucu, belirlenen tespitlere dayalı
olarak tesis edilen dava konusu işlemin esasının irdelenerek bir karar verilmesi
gerekirken, yetkisiz ilköğretim müfettişlerinin soruşturmasına dayalı olduğu
gerekçesiyle işlemi iptal eden mahkeme kararında hukuki isabet bulunmadığı
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davalı)
: Adana Valiliği
Karşı Taraf
: …
Vekili
: Av. …
İsteğin Özeti
: Adana 2. İdare Mahkemesi'nin 22.12.2005 günlü, E:2005/1402,
K:2005/1984 sayılı kararının dilekçede yazılı nedenlerle temyizen incelenerek
bozulması isteminden ibarettir.
Cevabın Özeti
: Temyizi istenen kararın yöntem ve yasaya uygun olduğu, bu nedenle
istemin reddi gerekeceği yolundadır.
Danıştay Tetkik Hakimi : Ali Ün
Düşüncesi :İdare Mahkemesi
kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : Semra
Şentürk
Düşüncesi : Adana İli, Seyhan
İlçesi … Anadolu Tekstil Teknik ve Anadolu Meslek Lisesi Dokuma Tekstil
Öğretmeni ve Müdür Yardımcısı olarak görev yapan davacının … İlköğretim Okulu
Müdür Yardımcılığına atanmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davada
işlemi iptal eden İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması
istemidir.
13.8.1999 günlü ,23785 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan İlköğretim
Müfettişleri Başkanlıkları Yönetmeliğinin 42.maddesinin (t) bendinde "Valilikçe
denetimi uygun görülen diğer okul ve kurumlar "İlköğretim Müfettişlerinin görev
alanı kapsamında sayılmıştır.
Dosyanın incelenmesinden, davacı ve aynı okulda görev yapan … hakkında
kavga etmeleri nedeniyle soruşturma yapmak üzere İlköğretim Müfettişlerinin
görevlendirilmesine 17.3.2005 tarihli Valilik onayı verildiği
anlaşılmıştır.
İdari makamın emriyle ve
usulüne uygun olarak görevlendirilen İlköğretim Müfettişi tarafından yapılan
soruşturmanın konusunun öğretmelerin branşlarındaki yeterliliklerinin tespitiyle
ilgili olmadığı bu durumda soruşturma sonucunun,soruşturmadaki saptamaların
işlem tesisi için değerlendirilmesine ve buna göre işlem tesisine engel
bulunmadığından aksi yönde verilen mahkeme kararında isabet
görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabul edilerek İdare Mahkemesi
kararının bozulmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İkinci Dairesi'nce dosyanın tekemmül ettiği
anlaşıldığından, yürütmenin durdurulması istemi hakkında bir karar verilmeksizin
işin gereği düşünüldü:
Dava, Adana İli, Seyhan İlçesi … Anadolu Tekstil Teknik ve Anadolu Meslek
Lisesi Müdür Yardımcısı olarak görev yapan davacının, Vali onayı ile
görevlendirilen İlköğretim Müfettişlerince yapılan soruşturma üzerine getirilen
teklif doğrultusunda, aynı il ve ilçe … İlköğretim Okulu Müdür Yardımcılığına
atanmasına ilişkin 16.6.2005 günlü işlemin iptali istemiyle
açılmıştır.
Adana 2. İdare Mahkemesi'nin 22.12.2005 günlü, E: 2005/1402, K:2005/1984
sayılı kararıyla; Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Müfettişleri Başkanlıkları
Yönetmeliğinin 42. maddesinden bahisle, Anadolu Tekstil Teknik ve Anadolu Meslek
Lisesi Müdür Yardımcısı olarak görev yapan davacı hakkında, yetkili olmayan
İlköğretim Müfettişlerince düzenlenen soruşturma raporuna dayanılarak tesis
edilen dava konusu işlemde, mevzuata uyarlık görülmediği gerekçesiyle dava
konusu işlemin iptaline karar verilmiştir.
Davalı idare, davacı hakkında İlköğretim Müfettişlerinin soruşturma yapma
yetkisinin olduğunu ve soruşturma sonucu tesis edilen dava konusu işlemi iptal
eden Mahkeme kararının, hukuka aykırı olduğunu öne sürmekte ve temyizen
incelenerek bozulmasını istemektedir.
Dairemizin 10.3.2006 tarihli ara kararı ile anılan atamayla ilgili olarak
Bakanlık onayının bulunup bulunmadığının sorulması üzerine gönderilen bilgi ve
belgelerden, Milli Eğitim Bakanlığı Anadolu Liseleri Öğretmenlerinin Seçimi ve
Atamalarına İlişkin Yönetmeliğin 2. maddesine göre, davacının, branşı
itibariyle, Bakanlıkça ataması yapılan Anadolu Liseleri öğretmenleri kapsamında
yer almadığı anlaşıldığından, Valilikçe tesis edilen dava konusu işlemde, yetki
yönünden hukuka aykırılık görülmemiştir.
Diğer taraftan, İlköğretim Müfettişlerinin, Anadolu Liselerinde görev
yapan yönetici ve eğitici konumundaki personel hakkında, soruşturma yapıp
yapamayacaklarının çözümlenmesi, bu konuda kurumsal ve statüleri bakımından
yetkilerinin bulunup bulunmadığının irdelenmesini gerekli
kılmaktadır.
5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 9. maddesinin (D) bendinde, Valinin,
dördüncü maddenin son fıkrasında belirtilen adli ve askeri teşkilat dışında
kalan bütün Devlet daire, müessese ve işletmesini denetleyeceği, teftiş edeceği
belirtilmiş; 3797 sayılı Milli Eğitim Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun'un 53. maddesinin 3. fıkrasına dayanılarak düzenlenen ve 13.8.1999 günlü,
23785 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim
Müfettişleri Başkanlıkları Yönetmeliği'nin, dava konusu işlemin tesis edildiği
tarihte yürürlükte olan müfettiş ve müfettiş yardımcılarının görev alanlarını
belirleyen 42. maddesinin (t) bendinde, "Valilikçe denetimi uygun görülen diğer
okul ve kurumlar", İlköğretim Müfettişlerinin görev alanları kapsamında yer
almış; 43. maddesinin d/1. bendinde, İl İdaresi Kanunu hükümlerine göre,
valilikçe verilecek soruşturma emirleri gereğince resmi ve özel okul ile
kurumlarda görevli öğretmen, yönetici ve diğer personel hakkında soruşturma
yapmak, aynı maddenin d/8. bendinde, soruşturmalarda, muhbir, şikayetçi, sanık
ve tanıkların celbi ve dinlenmesi gibi soruşturmanın gerektirdiği her türlü
işlemlerin yerine getirilmesinde ilgili mevzuat hükümlerine göre hareket etmek,
anılan Müfettişlerin görev ve yetkileri arasında
sayılmıştır.
Öte yandan, 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin
Yargılanması Hakkında Kanunun 2. maddesinde, bu Kanunun, devletin ve diğer kamu
tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürüttükleri kamu hizmetlerinin
gerektirdiği asli ve sürekli görevleri ifa eden memurlar ve diğer kamu
görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlar hakkında uygulanacağı, 3.
maddesinde ilçede görevli memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında
kaymakamın, ilde ve merkez ilçede görevli memurlar ve diğer kamu görevlileri
hakkında valinin soruşturma izni vermeye yetkili oldukları, 5. maddesinde, izin
vermeye yetkili merciin, bu kanun kapsamına giren bir suç işlendiğini bizzat
veya yukarıdaki maddede yazılı şekilde öğrendiğinde bir ön inceleme başlatacağı,
ön incelemenin, izin vermeye yetkili mercii tarafından bizzat yapılabileceği
gibi, görevlendirdiği bir veya birkaç denetim elemanı veya hakkında inceleme
yapılanın üstü konumundaki memur ve kamu görevlilerinden biri veya birkaçı
eliyle de yaptırılabileceği belirtilmiştir.
Görüleceği üzere, anılan İl İdaresi Kanununa göre, Valiye, adli ve askeri
teşkilat dışında kalan bütün Devlet daire, müessese ve işletmesini denetleme ve
teftiş etme yetkisi verilmiş, anılan Yönetmeliğin İlköğretim Müfettişlerinin
görev alanlarından birini belirleyen 42. maddesinin (t) bendinde de, Valilikçe
denetimi uygun görülen okul ve kurumlar açısından herhangi bir sınırlama
getirilmemiştir. Kaldı ki 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununun 23. maddesi
ile getirilen, İlköğretim Müfettişlerinin öğretim ve eğitim alanındaki görev ve
yetkilerinin, İlköğretim ve İlköğretim Öğretmenleri ile sınırlandırılmasına
ilişkin hüküm, 4359 sayılı Kanunun 16. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır.
Dolayısıyla, Valilikçe uygun görülen tüm eğitim kurumlarında, konusu disiplin ya
da cezai yönden suç teşkil eden hususların soruşturulması konusunda kurumsal
açıdan İlköğretim Müfettişlerinin yetkiyi haiz oldukları açıktır. Nitekim anılan
4483 sayılı Kanunda da bu Kanun kapsamındaki memurlar hakkında ön inceleme
yapılması konusunda, kurumsal açıdan herhangi bir ayrıma
gidilmemiştir.
Öte yandan disiplin soruşturması ve cezai yönden ön inceleme yapan
memurun, bu yetkisini kullanabilmesi için, statü bakımından uygun niteliğe sahip
olması gerektiği mevzuatla ve yargısal içtihatlarla belirlenmiş bulunmaktadır.
Bu bağlamda, soruşturma izni vermeye yetkili mercii tarafından, memurların
disiplin ya da cezai yönden suç teşkil eden eylemleri nedeniyle soruşturma ya da
incelemenin denetim elemanlarınca yaptırılabileceğinde kuşku yoktur. Hatta, bu
soruşturma ya da incelemenin, denetim elemanları dışında, hakkında soruşturma ya
da inceleme yapılanın üstü konumundaki memur ve kamu görevlilerinden biri veya
birkaçı eliyle de yaptırılabileceği dikkate alındığında, Anadolu Lisesinde görev
yapan yönetici ve eğitici konumundaki personelin işledikleri suçlar nedeniyle
denetim konusunda uzmanlaşmış İlköğretim Müfettişlerinin statüleri bakımından
soruşturma ya da inceleme yapamayacakları düşünülemez.
Kaldı ki, soruşturma ya da incelemenin idari işlem yönünden usul unsuru
içinde yer aldığı ve sonucunun yetkili makamı bağlayıcı nitelikte olmadığı
dikkate alındığında; Anadolu Liselerinde yönetici ve eğitici konumundaki
personel hakkında soruşturma ya da incelemenin usulüne uygun olarak
görevlendirilmiş İlköğretim Müfettişleri tarafından yapılmış olması, soruşturma
sonucunun ve bu soruşturmada ortaya konulan belgelerin, işlem tesisi için
yetkili makamca değerlendirilmesine ve bu değerlendirme sonucunda varılan
kanaate göre işlem yapma yetkisinin kullanılmasına engel teşkil
etmemektedir.
Ancak, Lise öğretmenlerinin branşlarındaki yeterliliklerinin tespiti ve
bu konuyla ilgili olarak yapılacak soruşturmaların, branşlara yönelik ayrı bir
uzmanlık bilgisini gerektirdiği gözönüne alındığında, branş yeterliliğinin
tespiti ve soruşturulmasının, ilköğretim müfettişlerinin denetim alanının
dışında tutulacağı da açıktır.
Dolayısıyla, Vali tarafından soruşturma yapmak üzere görevlendirilen
İlköğretim Müfettişleri tarafından davacı hakkında yapılan ve branş yeterliliği
ile ilgili olmayan soruşturmanın, soruşturmacının yetkisi açısından
geçersizliğinden söz etmek mümkün değildir.
Bu durumda, davacının branş yeterliliğinin tespitine yönelik olmayan,
eylemlerinin incelenmesi sonucu belirlenen tespitlere dayalı olarak tesis edilen
dava konusu işlemin esasının irdelenerek bir karar verilmesi gerekli iken,
yetkisiz İlköğretim Müfettişlerinin soruşturmasına dayalı olduğu gerekçesiyle,
işlemi iptal eden Mahkeme kararında hukuki isabet
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulüyle Adana 2.
İdare Mahkemesi'nin 22.12.2005 günlü, E:2005/1402, K:2005/1984 sayılı kararının,
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinin 1/b. fıkrası
uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Kanun'la değişik 3. fıkrası
gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir karar
verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkeme'ye gönderilmesine, 3.10.2006 tarihinde
oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
İkinci
Daire
Esas
No : 2004/2477
Karar
No : 2006/3362
Özeti
: APK
Uzmanı olarak atanan davacının Çevre Bakanlığı Personeli Görevde Yükselme
Yönetmeliğinin 30. maddesi hükmü karşısında kazanılmış hakkının mevcut olması ve
davalı idarenin dava konusu işlemin gerekçesini somut olarak ortaya koyamaması
karşısında, tesis edilen işlemde hukuka uyarlık görülmediği
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan : Çevre
ve Orman Bakanlığı
Karşı Taraf :
…
İsteğin Özeti : Çevre Bakanlığı APK
Kurulu Başkanlığı emrinde APK Uzmanı olarak görev yapan davacının, İdari ve Mali
İşler Dairesi Başkanlığı emrine Şef olarak atanmasına ilişkin 29.1.2003 tarih ve
403 sayılı işlemin iptali yolunda Ankara 8.İdare Mahkemesi'nce verilen
30.10.2003 günlü, E:2003/451, K:2003/1213 sayılı kararın, dilekçede yazılı
nedenlerle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesi uyarınca
temyizen incelenerek bozulması isteminden ibarettir.
Cevabın Özeti : Cevap
verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi : Ayşe Çakırca
Düşüncesi : İdare Mahkemesi
kararının onanması gerektiği düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı : Semra
Şentürk
Düşüncesi : İdare ve vergi
mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İkinci Dairesi'nce işin gereği
düşünüldü:
İdare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile
incelenerek bozulabilmeleri, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49.
maddesinde belirtilen nedenlerden birinin varlığına
bağlıdır.
26 Şubat 2000 tarihli ve 23976 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanarak
yürürlüğe giren Çevre Bakanlığı Personeli Görevde Yükselme Yönetmeliği'nin 24.
maddesinin (c) bendinde APK Uzmanı kadrosuna atanma şartları düzenlenmiş, aynı
yönetmeliğin 30. maddesinde ise, bu yönetmelikte sayılan görev unvanlarına,
yönetmeliğin yürürlüğe girmesinden önce atananların kazanılmış haklarının saklı
olduğu belirtilmiştir.
Sağlık Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü'nde Veri Hazırlama Kontrol
İşletmeni olarak görev yapmakta iken 15.10.1999 tarih ve 3048 sayılı işlemle
Çevre Bakanlığı APK Kurulu Başkanlığı'na APK Uzmanı olarak atanan davacı
hakkında, 657 sayılı Yasanın 76. maddesine dayanılarak İdari ve Mali İşler
Dairesi Başkanlığı'na Şef olarak atanmasına ilişkin 29.1.2003 tarih ve 403
sayılı dava konusu işlemin tesis edildiği anlaşılmakta olup, APK Uzmanı olarak
atanan davacının yukarıda yeralan Yönetmelik hükmü karşısında kazanılmış
hakkının mevcut olması ve davalı idarenin dava konusu işlemin gerekçesini somut
olarak ortaya koyamaması karşısında tesis edilen işlemde hukuka uyarlık
görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle Ankara 8.İdare Mahkemesi'nce verilen 30.10.2003
günlü, E:2003/451, K:2003/1213 sayılı karar ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule
uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir neden de bulunmadığından, temyiz
isteminin reddi ile anılan kararın yukarıda açıklanan gerekçenin eklenmesi
suretiyle onanmasına, temyiz giderlerinin istemde bulunan davalı üzerinde
bırakılmasına, artan posta ücretinin isteği halinde davalıya verilmesine,
17.11.2006 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
A
Z L I K O Y
U
Davalı idarenin takdir yetkisini kullanarak tesis ettiği dava konusu
idari işlemin hukuka uygun olması nedeniyle İdare Mahkemesi kararının bozulması
gerektiği görüşüyle çoğunluk kararına katılmıyorum.
YARGILAMA
USULÜ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
İkinci
Daire
Esas
No : 2006/3185
Karar
No : 2006/2961
Özeti
: Harç
pulu ve posta pulunda meydana gelen eksikliğin 2577 Sayılı Kanunun 6. maddesinin
5. bendinde hükme bağlanan gerekli tüm bildirimlere rağmen tamamlanmaması
halinde, davanın açılmamış sayılmasına karar verileceği
hakkında.
DAVANIN
AÇILMAMIŞ SAYILMASI KARARI
… tarafından, 27.11.2005 tarihinde gerçekleştirilen 2005 Yılı Kariyer
Basamakları Uzman Öğretmenlik Sınavı'na katılmak amacıyla yaptığı başvurusunun
reddine ilişkin 26.9.2005 günlü, 1066 sayılı işlem ile bu işlemin dayanağı
durumundaki 2005 Yılı Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükselme Sınavı
Kılavuzu'nun "Başvuru Formunun Doldurulması" başlıklı 2.3. Bölümünün "Kıdemde
esas alınmayacak hizmet süreleri"nin belirlenmesine ilişkin kısmının 2. bendinde
yer alan; "Yedek subay öğretmen olarak yerine getirilen muvazzaf askerlik
yükümlülüğü dahil, aylıksız izinde geçirilen süreler," ibaresinin iptali
istemiyle Milli Eğitim Bakanlığı'na karşı Gaziantep 1. İdare Mahkemesi'nde
açılan davanın, anılan Mahkeme'nin 18.10.2005 günlü, E:2005/1063, K:2005/1488
sayılı kararıyla görev yönünden reddedilerek, dosyanın Danıştay'a gönderilmesi
üzerine açılan dosya incelenerek gereği düşünüldü:
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Dilekçe üzerine uygulanacak
işlem" başlıklı 6. maddesinin 4001 sayılı Kanun ile değişik 5. bendinde; "Dava
açıldıktan sonra posta ücretinde tebliğ işlemlerinin yapılmasını engelleyecek
şekilde azalma olması halinde, otuz gün içinde posta ücretinin tamamlanması
daire başkanı veya görevlendireceği tetkik hakimi, mahkeme başkanı veya hakim
tarafından ilgiliye tebliğ olunur. Tebligata rağmen gereği yerine getirilmediği
takdirde bildirim aynı şekilde bir daha tekrarlanır. Posta ücreti süresi içinde
tamamlanmazsa dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilir. Bu kararın tebliği
tarihinden başlayarak üç ay içinde, noksanı tamamlanmak suretiyle yeniden işleme
konulması istenmediği takdirde davanın açılmamış sayılmasına karar verilir ve
davacıya tebliğ olunur." hükmüne yer verilmiştir.
Kanunen alınması zorunlu olan 28,70 YTL. tutarındaki harç pulunun eksik
yatırılmış olduğu ve tebligat işlemlerinin yapılabilmesi için gerekli olan posta
pulu ücretinde de 50,00 YTL. tutarında eksiklik bulunduğu dava dosyasının
incelenmesinden tespit edilmiş olup, bu noksanlığın, kararın tebliğinden
itibaren 30 gün içerisinde tamamlattırılmasına ilişkin Dairemizin 23.12.2005
günlü yazısı, davacıya 29.12.2005 tarihinde tebliğ edildiği halde harç ve posta
pulu noksanlığının süresinde tamamlanmamış olduğu, 02.03.2006 tarihinde yeniden
tebliğ edilen Dairemizin 24.02.2006 günlü yazısı ile harç ve posta pulu
noksanlığının tamamlattırılmasına ilişkin bildirimin tekrarlandığı, ancak 30 gün
içerisinde belirtilen noksanlığın davacı tarafından tamamlanmaması sebebiyle
Dairemizin 08.05.2006 günlü, E:2005/3646 sayılı kararıyla dava dosyasının
işlemden kaldırıldığı ve davacıya 13.06.2006 tarihinde tebliğ edildiği halde,
bugüne kadar davacı tarafından gerekli noksanlıklar tamamlanarak dava dosyasının
yeniden işleme konulmasının istenilmediği anlaşıldığından, 2577 sayılı Kanun'un
6. maddesinin 4001 sayılı Kanun ile değişik 5. bendi uyarınca davanın açılmamış
sayılmasına ve kararın bir örneğinin davacıya tebliğine, 30.10.2006 tarihinde
oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
İkinci
Daire
Esas No : 2006/3316
Karar
No :
2006/3111
Özeti
: Sosyal
Güvenlik Kurumu Başkanlığınca yapılması planlanan şube müdürlüğü sınavının
iptali istemiyle açılan davanın; sınavın düzenleyici bir işlem niteliğinde
olmaması nedeniyle Danıştay’da değil, genel görevli İdare Mahkemesinde görülüp
çözülmesi gerektiği hakkında.
Davacı
: …
Vekili
: Av. …
Davacı
: Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı
Davanın Özeti : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı'nca
12.11.2006 tarihinde yapılması planlanan, Şube Müdürlüğü Sınavının iptali
istenilmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İkinci Dairesi'nce 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 14. maddesi uyarınca ilk inceleme ile görevli Tetkik Hakimi Nafi
Alantar'ın açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra
işin gereği düşünüldü:
2575 sayılı Danıştay Kanununun 24 üncü maddesinde, ilk derece mahkemesi
olarak Danıştay'da görülecek davaların neler olduğu tek tek sayılmış; 2576
sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin
Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 3410 sayılı Yasa ile değişik 5 nci
maddesinde ise, idare mahkemelerinin, vergi mahkemelerinin görevine giren
davalarla ilk derecede Danıştay'da çözümlenecek olanlar dışındaki dava ve
işlerin yanı sıra özel kanunlarda Danıştay'ın görevli olduğu belirtilen ve 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu ile idare Mahkemelerinin görevli kılınmış
bulunduğu davaları çözümleyeceği hükme bağlanmıştır.
Düzenleme yetkisini kullanarak tüzük, yönetmelik, genelge gibi
düzenleyici işlemleri yapan idarece tesis edilen bir işlemin düzenleyici nitelik
taşıdığının kabul edilebilmesi için, sözkonusu işlemin sürekli, soyut, objektif,
genel durumları belirleyen ve gösteren hükümler içermesi, başka bir ifadeyle
belirtilen kurallar koymuş olması gerekir.
Dosyanın incelenmesinden, SSK Sağlık İşleri Genel Müdürlüğü emrinde şube
müdürü vekili olarak görev yapan davacının vekili tarafından, Sosyal Güvenlik
Kurumu Başkanlığı'nca 12.11.2006 tarihinde yapılması planlanan, Şube Müdürlüğü
Sınavının iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmakta olup, dava
konusu yapılan sınavın, düzenleyici bir işlem niteliğinde olmaması karşısında,
söz konusu uyuşmazlığın çözümü, 2575 sayılı Yasanın yukarıda anılan 24.
maddesinde sayılan ve ilk derece mahkemesi olarak Danıştayda görülecek davalar
arasında yer almadığı sonucuna varılmıştır.
Bu durumda düzenleyici işlem niteliğinde bulunmayan dava konusu işleme
karşı açılan davanın, genel görevli
idare mahkemesinde görülüp çözümlenmesi
gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, davanın görev yönünden reddine ve 2577 sayılı
Yasanın değişik 15. maddesinin 1/a fıkrası uyarınca dava dosyasının anılan
Kanun'un 32/1. maddesine göre davayı çözümlemeye yetkili ve görevli olan Ankara
İdare Mahkemesi'ne gönderilmesine, 07.11.2006 tarihinde oybirliğiyle karar
verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
İkinci
Daire
Esas
No : 2006/3170
Karar
No : 2006/3557
Özeti
: Davada
İdare Mahkemesince verilen kararın temyizen incelenerek bozulması istenilmişse
de, işlemi tesis eden makam ve işlemin konusu bakımından uyuşmazlığın 2577
Sayılı Kanunun 45. maddesi 1/6 fıkrası uyarınca Bölge İdare Mahkemesince
itirazen incelenmesi gerektiği hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (
Davacı) : …
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf :
1-Milli Eğitim Bakanlığı- ANKARA
2-Denizli Valiliği
İsteğin Özeti : Denizli İdare
Mahkemesinin 24.4.2006 günlü, E: 2006/877, K:2006/884 sayılı kararının dilekçede
yazılı nedenlerle temyizen incelenerek bozulması isteminden
ibarettir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İkinci Dairesi'nce 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 14. maddesi uyarınca ilk inceleme ile görevli Tetkik Hakimi Asiye
Değirmenci'nin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten
sonra işin gereği düşünüldü:
2577 sayılı Kanunun 4577 sayılı Yasa ile değişik "itiraz" başlıklı 45.
maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinde, idare ve vergi mahkemelerinin, valilik,
kaymakamlık ve yerel yönetimler ile bakanlıkların ve diğer kamu kurum ve
kuruluşlarının taşra teşkilatındaki yetkili organları tarafından kamu
görevlileri hakkında tesis edilen geçici görevlendirme, görevden uzaklaştırma,
yolluk, lojman ve izinlerine ilişkin idari işlemlerden kaynaklanan
uyuşmazlıklarla ilgili olarak verdikleri nihai kararlar ile tek hakimle verilen
nihai kararlara, başka kanunlarda aksine hüküm bulunsa dahi, mahkemelerin
bulunduğu yargı çevresindeki bölge idare mahkemesine itiraz edilebileceği hükmü
getirilmiştir.
Öğretmen olan davacının, naklen atanma nedeniyle tarafına yolluk ödenmesi
için yaptığı başvurunun reddine ilişkin 6.2.2006 günlü Denizli-Kale İlçe Milli
Eğitim Müdürlüğü işleminin iptali ve yolluğunun yasal faiziyle birlikte ödenmesi
istemiyle açtığı davada Denizli İdare Mahkemesince verilen 24.4.2006 günlü,
E:2006/877, K:2006/884 sayılı kararın temyizen incelenerek bozulması istenilmiş
ise de; işlemi tesis eden makam ve işlemin konusu bakımından uyuşmazlığın 45.
maddenin 1/b fıkrası kapsamında olması nedeniyle, temyizen Danıştay'da
incelenmesine olanak bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin görev yönünden reddine ve 2577
sayılı Yasanın değişik 45/1. maddesinin son bendi uyarınca dosyanın Denizli
Bölge İdare Mahkemesine gönderilmesine, 27.11.2006 tarihinde oybirliğiyle karar
verildi.
ÜÇÜNCÜ
DAİRE KARARLARI
GELİR
VERGİSİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Üçüncü
Daire
Esas No : 2006/1708
Karar
No :
2006/2559
Özeti
: Vergilendirmenin
ticari kazanç hükümlerine göre hesaplanan matrah üzerinden yapılması nedeniyle,
davanın incelenmesi sırasında ilkin, 37'nci maddenin ikinci fıkrasına bağlı
4'üncü bendin uygulanması sırasında aranması gereken tüm unsurların göz önüne
alınması ve değerlendirilmesi; koşulların bulunmadığı sonucuna varıldığı
takdirde değer artışı kazancına ilişkin geçici 56'ncı maddeye göre karar
verilmesi gerekmekte olup; aynı yılda çok sayıda taşınmazı elden çıkarması
nedeniyle yapılan vergilendirmeye karşı açılan davada, davacı taşınmazlarını
ihtiyaç nedeniyle elden çıkardığını ileri sürdüğünden, taşınmazların kazanç
sağlama amacını ortadan kaldıracak hangi ihtiyaç nedeniyle satıldığına ve söz
konusu ihtiyacın ne şekilde giderildiğine ilişkin olarak sunulan kanıtlar
incelenerek karar verilmesi gerektiği hakında.
Temyiz Eden
: Yıldırım Vergi Dairesi Müdürlüğü
Karşı Taraf
: …
İstemin Özeti :
Gayrimenkul alım satımına ilişkin ticari faaliyetini ve kazancını vergi
dairesinin bilgisi dışında bırakması nedeniyle davacı adına 1999 takvim yılı
için re'sen salınan bir kat vergi ziyaı cezalı gelir vergisi ve fon payı ile
kesilen usulsüzlük cezasını; 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 37'nci
maddesinin 4'üncü fıkrasında gayrimenkullerin alım, satım ve inşaı işleriyle
devamlı olarak uğraşanların bu işlerden elde ettikleri kazançların ticari kazanç
olduğu hükmüne yer verildiği, aynı Kanuna 4444 sayılı Kanunla eklenen geçici
56'ncı maddenin (D) fıkrasının (6) işaretli bendinde de ivazsız olanlar hariç
olmak üzere, iktisap şekli ne olursa olsun 70'inci maddenin birinci fıkrasının
1, 2, 4 ve 7 numaralı bentlerinde yazılı mal ve hakların iktisap tarihinden
başlayarak dört yıl içinde elden çıkarılmasından doğan kazançların değer artış
kazancı olarak nitelendiği, 1998 yılının Aralık ayında iktisap ettiği
taşınmazların tamamını 31.8.1999 tarihinde satmasının ticari faaliyet kapsamında
değerlendirildiği, birbirine yakın tarihlerde satın alma yoluyla edinilen
taşınmazların bir yıl geçmeden ve aynı tarihte elden çıkarılmasının ticari
organizasyon içinde devamlılık arzeden bir faaliyet olarak
nitelendirilemeyeceği, iktisap tarihinden itibaren yasanın öngördüğü dört yıl
içinde elden çıkarılan taşınmazlardan elde edilen kazancın değer artış kazancı
olarak vergilendirilmesi gerektiği gerekçesiyle kaldıran Bursa Vergi
Mahkemesinin 19.10.2005 gün ve E:2004/1393, K:2005/1894 sayılı kararının; 1999
yılında gayrimenkul satışından sağladığı kazancını beyan etmediği saptanan
davacı adına yapılan tarhiyatın yasaya uygun olduğu ileri sürülerek bozulması
istenmiştir.
Savunmanın Özeti : Savunma
verilmemiştir.
Tetkik Hakimi : Ahmet
Derin
Düşüncesi : Temyiz
dilekçesinde ileri sürülen iddialar Vergi Mahkemesi kararının bozulmasını
sağlayacak durumda bulunmadığından, temyiz isteminin reddi gerektiği
düşünülmektedir.
Savcı : Sefer
Yıldırım
Düşüncesi : İdare ve vergi
mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49'uncu maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Üçüncü Dairesince işin gereği görüşülüp
düşünüldü:
Gelir Vergisi Kanununun 37'nci maddesinin 1'inci fıkrasında; her türlü
ticari ve sınai faaliyetten doğan kazanç, ticari kazanç olarak tanımlandıktan
sonra maddenin ikinci fıkrasında bu fıkraya bağlı yedi ayrı bentte sayılan
faaliyetlerden elde edilen kazançların, Gelir Vergisi Kanununun uygulanmasında
ticari kazanç sayılacağı kurala bağlanmıştır. İkinci fıkraya bağlı (4) işaretli
bentte ise gayrimenkullerin alım, satım ve inşaı işleriyle devamlı olarak
uğraşanların bu işlerinden sağladıkları kazançlara yer verilmekle, bu
kazançların ticari kazanç olarak vergilendirilmesi açık olarak düzenlenmiştir.
Birinci fıkra ticari organizasyon içinde yürütülen faaliyetleri, ikinci fıkra
ise bir ticari organizasyon söz konusu olmasa da bu Yasanın uygulanmasında
kazancı yasadan dolayı ticari kazanç sayılarak vergilendirilecek faaliyetleri
kapsadığından ikinci fıkranın uygulanması gereken durumlarda ticari organizasyon
aranmasına gerek yoktur.
Yasa yapıcının, gayrimenkul alım, satım veya inşaı işleriyle devamlı
olarak uğraşılmasında bu işlerin, kazanç sağlamak amacı dışında bir amaçla
yapılamayacağını kabul ettiğinin, bendin düzenleniş biçiminden anlaşılması
karşısında, kuralın uygulanmasında aranan temel koşulun sözü edilen işlerle
"devamlı olarak uğraşmak" olduğu saptanmaktadır.
Yasanın 37'nci maddesinin ikinci fıkrasına bağlı (5) işaretli bendinde,
menkul kıymet alım-satımıyla devamlı olarak uğraşanların bu işlerinden elde
ettikleri kazançların ticari kazanç olarak vergilendirilmesi öngörülürken de
aynı koşula yer verilmiş, Danıştayın yaklaşık elli yıldır süren içtihadıyla
"devamlı olarak uğraşma" koşulunun; bir vergilendirme döneminde birden çok kez
bu işlemlerin yapılması yahut birden fazla vergilendirme döneminde işlem
yapılmasını ifade ettiği benimsenmiştir. Menkul kıymet alım satımıyla devamlı
olarak uğraşmayı düzenleyen bu bentten bir önceki bentte gayrimenkul alım, satım
ve inşaıyla uğraşılmasında aranan devamlılık koşuluna bunun dışında anlam
yüklenmesine gerek ve olanak bulunmamaktadır.
Bu yüzden, gayrimenkul alım, satım ve inşaı işlerinin bir vergilendirme
döneminde birden çok kez yinelenmesi yahut birden fazla vergilendirme döneminde
işlem yapılması halinde devamlılık koşulunun gerçekleştiğinin kabulü
gerekmektedir.
Diğer yönden; 37'nci maddenin ikinci fıkrasının (4) işaretli bendinde,
devamlılık koşulunu taşıyan işlemlerin kazanç sağlamak dışında bir amaçla
yapılmayacağı yasadan dolayı kabul edilmişse de, aynı vergilendirme dönemindeki
çok sayıda işlemin veya birden çok vergilendirme döneminde yinelenen aynı
işlemin her koşulda kazanç sağlamak amacıyla yapıldığının kabulü, yaşamın
gerçeklerine uygun düşmeyebilir. Nihayet yasa yapıcı; gayrimenkul alım, satım ve
inşaına konu mal ve hakların edinim şekli yönünden de bir ayırım yapmamıştır. Bu
yüzden elden çıkarılan gayrimenkulün ivazlı yahut ivazsız ediniminin, 37'nci
maddenin (4) işaretli bendinin uygulanmasına bir etkisi bulunmamaktadır. Zira
ivazsız edinim, sadece değer artışı kazançları yönünden vergilendirmeye engel
sayılmıştır.
Gelir Vergisi Kanununa, 4444 sayılı Kanunla eklenen ve 1999-2002 takvim
yılları gelirlerinin vergilendirilmesinde Kanunun 1, 2, 80, 81, 82'nci maddeleri
yerine uygulanmak üzere yürürlüğe konulan Geçici 56'ncı maddenin (C) fıkrasında,
değer artışı kazançları ile arızi kazançların vergiye tabi gelire dahil olduğu
kurala bağlandıktan sonra değer artışı kazançlarına ilişkin (D) fıkrasının 6'ncı
bendinde, ivazsız iktisap edilenler hariç olmak üzere iktisap şekli ne olursa
olsun 70'inci maddenin birinci fıkrasının 1'inci bendinde yazılı olan arazi ve
binaların iktisap tarihinden başlayarak dört yıl içinde elden çıkarılmasından
doğan değer artış kazançlarının, istisna haddini aşan kısmının vergiye tabi
olduğu kabul edilmiştir.
Yasa yapıcının, taşınmaz alım satımı faaliyetinin ilkece kazanç sağlamak
amacıyla yapılacağını benimseyen yaklaşımının sonucu olarak, bir takvim yılında
elde edilen ve vergiye tabi gelir kavramına dahil ettiği değer artışı kazancı
ile 37'nci maddenin ikinci fıkrasının 4'üncü bendinde ticari kazanç sayılarak
vergilendirilmesi öngörülen iki kazanç türünü ayırıcı ölçünün, değer artışı
kazancında faaliyetin devamlılık taşımaması; ortak yönlerinin ise belirgin bir
ticari organizasyon bulunmaksızın yürütülen faaliyetleri kapsaması olduğu
anlaşılmaktadır.
Gelir vergisinin konusu; gerçek kişilerin bir takvim yılında elde ettiği
kazanç ve iratların safi tutarı olup, 193 sayılı Yasanın 2'nci maddesine göre
ticari kazançlar gibi değer artışı kazancını da kapsayan diğer kazanç ve
iratların bu verginin konusuna giren kazançlar olarak aynı Yasanın 85'inci
maddesinden dolayı tek bir beyannamede toplanarak bildirilmesi ve vergi
idaresince verginin yıllık olarak tarhı gerekmektedir. Vergilendirmeye kazanç ve
iratların safi yıllık tutarı esas oluşturduğu için mükellef veya vergi idaresi
tarafından gelir vergisinin konusuna giren bir kazanç ve iradın dahil edilmesi
gereken gelir unsurundan başka bir gelir unsuruna dahil edilmesi, sadece vergi
matrahının saptanmasına etkili bir durum yaratır. Aynı nedenle, gelirin
unsurlarına giren bir kazanç ve iradın tamamen beyan dışı bırakıldığı hallerde
bu durum; vergilendirmenin kaldırılmasını gerektiren bir yasaya aykırılık da
oluşturmaz.
Ticari faaliyetin ve kazancın vergi idaresinin bilgisi dışında
bırakılması nedeniyle yapılan bir vergilendirmeye karşı açılan davayı reddeden
vergi mahkemesi kararının, kazancın arızi kazanç niteliği taşıdığını saptayarak
ticari kazanç hükümlerine göre tarhiyat yapılamayacağı gerekçesiyle bozan
Dairemizin K:2000/1253 sayılı kararına uyulmayarak verilen bir ısrar kararına
karşı yapılan temyiz istemini sonuçlandıran E:2002/150, K:2002/304 sayılı
kararında Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu da aynı yargıya ulaşmış ve
ısrar kararını bozmuş; bozma kararından sonra ve bozma kararına uyularak verilen
vergi mahkemesi kararıyla tarhiyatın arızi kazanç hükümlerine göre
değiştirilmesine karar verilmiş; bu son karara karşı yapılan temyiz ve karar
düzeltme başvuruları aynı Kurulun sırasıyla, E:2004/155, K:2004/190 ve
E:2005/117, K:2005/188 sayılı kararlarıyla reddedilmiştir.
İncelenmekte olan bu davaya konu oluşturan vergilendirme 1999
vergilendirme döneminde; bir yıl önce satın alma yoluyla edinilen on ayrı
nitelikteki taşınmazın aynı tarihte elden çıkarılması nedeniyle ve bu faaliyet
ve kazancın vergi idaresinin bilgisi dışında bırakılmasından dolayı
yapılmıştır.
1998 yılının Şubat ve Aralık aylarında Bursa'nın ... ilçe merkezi ve ...
Köyü ile ... ilçesinde bulunan biri zeytinlik vasfında arazi, ikisi arsa, ikisi
iş yeri, üçü konut ve ikisi garaj olmak üzere on ayrı taşınmazı satın alma
yoluyla edinen davacının; bu taşınmazlardan birini birbuçuk yıl, diğerlerini ise
sekiz ay sonra ve 31.8.1999 tarihinde satış yoluyla elden çıkardığında ihtilaf
yoktur.
Tapu sicil müdürlüklerince bildirilen bu işlemler hakkında anlatımına
başvurulan davacı, ... Köyündeki sekiz dönüm zeytinliği bir milyar liraya satın
alıp, iki milyar liraya; altı milyar ve üç milyar liraya satın aldığı arsaları
sırasıyla oniki milyar ve altı milyar liraya; ikibuçuk milyar liraya satın
aldığı iş yerini dörtbuçuk milyar liraya; 10,5 milyar liraya aldığı bir konut ve
bir iş yerini 19 milyar liraya; 12,5 milyar liraya satın aldığı meskeni 23
milyar liraya; 9.2 milyar liraya edindiği bir konut ve iki garajı 16,8 milyar
liraya sattığını; bu satışları ihtiyaç nedeniyle yaptığını ifade etmiş ancak bu
ihtiyacı doğuran neden hakkında ne inceleme sırasında ve ne de dava dilekçesinde
başkaca bir açıklama yapmamış, 1999 yılında beyanname vermeyen ve kazancını
idarenin bilgisi dışında bırakan davacı dava dilekçesinde ise kazancının Gelir
Vergisi Kanununun mükerrer 80'inci maddesinin 6'ncı fıkrası kapsamında
değerlendirilmesini isteyerek dava açmıştır.
Gelir Vergisi Kanununun 37'nci maddesinin ikinci fıkrası açıkca bir ticari organizasyon bulunmaksızın
yürütülen faaliyetlerden doğan kazançları ticari kazanç saymışken, davacının
faaliyetini ticari bir organizasyon içinde yürütmemesine ve 1999 vergilendirme
döneminde ayrı vasıflardaki on ayrı taşınmazını elden çıkararak, dava
dilekçesinde; kazancının, değer artışı kazancı olarak değerlendirilmesini
isteyen davacının bu dönemdeki kazancının değer artış kazancı olarak
vergilendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmışken tarhiyatın tümüyle
kaldırılmasına karar verilmesi öncelikle Yasanın bir takvim yılına ait olup
vergilendirilmesini öngördüğü gelirin vergi dışına çıkarılması sonucunu
yaratması nedeniyle hukuka aykırı olmuştur.
Diğer yönden, vergilendirmenin ticari kazanç hükümlerine göre hesaplanan
matrah üzerinden yapılması nedeniyle davanın incelenmesi sırasında ilkin, 37'nci
maddenin ikinci fıkrasına bağlı 4'üncü bendin uygulanması sırasında aranması
gereken tüm unsurların göz önüne alınması ve değerlendirilmesi; koşulların
bulunmadığı sonucuna ulaşıldığı takdirde değer artışı kazancına ilişkin Geçici
56'ncı maddeye göre karar verilmesi gerekirdi. Yukarıda da değinildiği üzere
aynı takvim yılında çok sayıda taşınmazın elden çıkarılması nedeniyle yapılan bu
vergilendirmeye karşı açılan davada davacı, taşınmazlarını ihtiyaç nedeniyle
elden çıkardığını ileri sürdüğünden; taşınmazların, kazanç sağlama amacını
ortadan kaldıracak hangi ihtiyaç nedeniyle satıldığına ve söz konusu ihtiyacın
ne şekilde giderildiğine ilişkin kanıt sunması istenip, sunulursa
değerlendirildikten sonra kanıtlar yeterli görüldüğü takdirde vergilendirmenin,
değer artışı kazancına ilişkin hükümlere göre matrahı azaltılarak değiştirilmesi
gerekirken, yazılı gerektirici nedenlere dayanılarak verilen vergi mahkemesi
kararının bozulması gerekmiştir.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulü ile Bursa Vergi Mahkemesinin
19.10.2005 gün ve E:2004/1393, K:2005/1894 sayılı kararının bozulmasına, 492
sayılı Harçlar Kanununun 13'üncü maddesinin (j) bendi parantez içi hükmü
uyarınca alınması gereken harç dahil olmak üzere yargılama giderlerinin yeniden
verilecek kararda karşılanması gerektiğine 10.10.2006 gününde oybirliğiyle karar
verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Üçüncü
Daire
Esas No : 2005/2744
Karar
No :
2006/2505
Özeti
: Toptancı
hallerinde faaliyet gösteren sebze ve meyve komisyoncularına müstahsil veya
tüccar tarafından satılmak üzere gönderilen sebze ve meyvelerin fiyatının,
ağırlığının ve firenin önceden bilinememesi ve fiyatların toptancı hallerinde
arz ve talebe göre günlük olarak tespit edilmesi nedeniyle satılan mala ait
faturanın, komisyoncular tarafından düzenlenmesi ve müstahsilden teslim
aldıkları malların satışından sonra mal bedelini müstahsile öderken, Gelir
Vergisi Kanununun 94'üncü maddesi uyarınca
gelir vergisi kesintisi yapılması gerektiği
hakkında.
Temyiz Edenler : 1- … Tarım
Tur.İşl.Tic.Ltd.Şti.
Vekili
:
Av. …
2-Malmüdürlüğü-DEMRE
İstemin Özeti : ... Belediyesi Toptancı
Hali'nde sebze ve meyve komisyonculuğu yapan davacının 2000 yılında müstahsilden
temin ederek satışına aracılık ettiği emtia tutarı üzerinden tevkifat
yapmadığının saptanması üzerine düzenlenen inceleme raporuna dayanılarak Ocak,
Şubat, Mart 2000 dönemi için adına re'sen salınan vergi ziyaı cezalı gelir
(stopaj) vergisi ve fon payı ile kesilen özel usulsüzlük cezasını; 27.6.1995
tarihli ve 22326 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve
Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamenin 4367 sayılı Kanunla değişik 17'nci maddesinde, toptancı hallerinde
satılan malların toptan satış bedelinin %2'sini geçmemek şartıyla belediye
meclislerince düzenlenecek tarifeye göre belediye payı tahsil edileceğinin, bu
şekilde tahsil edilen paylardan en az %10'unun, izleyen yıl belediye bütçesine
toptancı hal ihtiyaçları için harcanmak üzere ödenek olarak konulacağının ve
yalnız bu amaçla harcanacağının, gerçek ve tüzel kişilerce kurulacak özel
toptancı hallerde malların satış bedelinin %2'sini geçmemek üzere birinci
fıkrada belirtilen esaslar çerçevesinde belirlenen belediye payının, işletme
payı olarak hal işletmecisi tarafından tahsil olunacağının ve bunun yarısının
belediye payı olarak ilgili belediyeye ödeneceğinin kurala bağlandığı, olayda,
... Toptancı Hali çıkışında bulunan belediye kontrol noktasındaki görevlilerin,
hal'de satılan malların bedelleri üzerinden belediye namına alacakları
bedellerle ilgili el defteri tuttukları, liste halinde tutulan belgelerde
komisyoncuların haldeki iş yeri numaraları ile satılan malların faturalı ve
faturasız olarak bedellerinin kaydedildiği, daha önce kontrol noktasında görev
yapan ... adlı kişinin ihbarcıya bu listelerden bir kısmını temin ettiği,
ihbarcının ve ... adlı kişinin ifadelerinde, komisyoncuların sattıkları malların
bir kısmı için fatura düzenledikleri, bir kısmı için düzenlemedikleri, kontrol
noktasındaki görevlilerin el defterine
çıkışı yapılan emtiayı faturalı ve faturasız olarak kaydettikleri,
faturalı kısım üzerinden kesilen rüsum bedeline belge düzenledikleri, faturasız
kısım üzerinden aldıkları rüsum için ise belge düzenlemedikleri, belge
düzenlenmeyen rüsum tutarlarının belediye kayıtlarına aktarılmadan tahsil
edildiğini beyan ettikleri, davacının ve haldeki diğer komisyoncuların defter ve
belgeleri üzerinde yapılan incelemede, ibraz edilen belgelerdeki faturalı
sütununda kayıtlı rüsum bedeli toplamı ile aynı tarihler arasında düzenlenen
müstahsil faturalarındaki rüsum bedelleri birbirini teyit ettiğinden, davacının
vergisi ihtilaflı dönemde aracılık ettiği emtia satışlarından aldığı komisyon
geliri için belge düzenlemeyerek elde ettiği hasılatı eksik beyan ettiği,
dolayısıyla beyan etmesi gereken gelir (stopaj) vergisini de eksik beyan etmesi
nedeniyle re'sen tarh sebebinin bulunduğu sonucuna varıldığı, inceleme
elemanınca ... Toptancı Hali'ndeki 2000 yılında uygulanan komisyon oranının %7
olduğunun tespit edildiği, ihbarcı tarafından ibraz edilen belgelerden
1.1.2000-20.6.2000 tarihleri arasındaki faturasız satışlardan alınan rüsum
bedelinin belirlendiği, bu bedelin faturasız satışların %2'si olduğundan
hareketle faturasız emtia satış tutarının tamamının hesaplandığı, bu tutara %2
tevkifat oranı uygulanarak gelir (stopaj) vergisi matrahı hesaplandığı, izlenen
bu yöntem, Mahkemelerince de uygun görüldüğünden yapılan vergi ziyaı cezalı gelir (stopaj) vergisi ve fon payı tarhiyatında hukuka
aykırılık bulunmadığı, davacının müstahsil adına yaptığı ürün satışı için düzenlemesi gereken komisyon, rüsum,
gelir (stopaj) vergisi ve fon payı gibi yasal kesintilerin belirtildiği
müstahsil faturasını düzenlememesi
nedeniyle 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 353'üncü maddesinin 1'inci bendi
uyarınca adına özel usulsüzlük cezası kesilmiş ise de, olayda özel usulsüzlük
cezası kesilmesini öngören ve bu cezanın kesilmesine ilişkin koşulları
düzenleyen yasa hükmünde belirtilen unsurlar birarada gerçekleşmediğinden
kesilen özel usulsüzlük cezasında hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle özel
usulsüzlük cezasını kaldırmak suretiyle değiştiren Antalya Vergi Mahkemesinin
14.7.2005 gün ve E:2005/327, K:2005/740 sayılı kararının; davacı tarafından,
ihbar eden şahsın İçişleri Bakanlığınca gönderilen müfettişlere verdiği ifadede
böyle bir satışın olmadığını, her komisyoncunun faturalı giriş çıkış yaptığını
belirttiği, banka havalelerinin tamamının mal satışıyla ilgili olmadığı, yapılan
cezalı tarhiyatta hukuka uygunluk bulunmadığı vergi dairesi müdürlüğünce de,
belge düzenlemediği inceleme raporuyla tespit edilen davacı adına 213 sayılı
Vergi Usul Kanunu'nun 353'üncü maddesinin 1'inci bendi uyarınca kesilen özel
usulsüzlük cezasında hukuka aykırılık bulunmadığı ileri sürülerek bozulması
istenmiştir.
Savunmanın Özeti :
Davacı tarafından savunma verilmemiş olup vergi dairesi müdürlüğünce kararın
lehlerine bozulması gerektiği savunulmaktadır.
Tetkik Hakimi : Filiz
Gürmeriç
Düşüncesi : Anayasa
mahkemesince, vergi ziyaı cezasının hesabında gecikme faizinin dikkate
alınmasının Anayasaya aykırı olduğuna karar verilmiş olması karşısında, temyiz
istemine konu Vergi Mahkemesi kararının vergi ziyaı cezasına ilişkin hüküm
fıkrasının bozulmasının uygun olacağı düşünülmüştür.
Savcı : Ahmet
Alaybeyoğlu
Düşüncesi : Temyiz
dilekçelerinde öne sürülen hususlar, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının
49.maddesinin 1.fıkrasında belirtilen nedenlerden hiçbirisine uymayıp Vergi
Mahkemesince verilen kararın dayandığı hukuki ve yasal nedenler karşısında,
anılan kararın bozulmasını gerektirir nitelikte
görülmemektedir.
Açıklanan nedenle tarafların temyiz istemlerinin reddi ile Vergi
Mahkemesi kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Üçüncü Dairesince işin gereği görüşülüp
düşünüldü:
Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkında
552 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 1'inci maddesinde Kararnamenin amacı belirtilmiş, bu amaçlardan birinin
de üretici ve tüketiciler ile yaş sebze ve meyve ticaretini meslek edinenlerin
çıkarlarını dengeli ve eşit şekilde korumak olduğu ifade edilmiş, 10'uncu
maddesinde, komisyoncuların kendilerine satılmak üzere getirilen veya gönderilen
malları mücbir sebepler dışında teslim almaktan kaçınamayacakları,
komisyoncuların, teslim aldıkları malları cins ve doğal özelliklerine göre
özenle korumak, üreticinin ve kendisinin çıkarlarını, eşit şekilde gözeterek
malları satışa sunmak ve kanuni kesintileri satış bedelinden düştükten sonra mal
bedelini satış tarihinden itibaren beş iş günü içerisinde üreticiye ödemek
zorunda oldukları kurala bağlanmıştır. 18'inci maddesi ile de üretici
birliklerine veya toptancı hal'lerinde satılan zirai ürün bedelleri üzerinden
193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 94'üncü maddesinin 11 numaralı bendi uyarınca
yapılacak vergi tevkifat oranının, ticaret borsalarında tescil ettirilerek satın
alınan zirai ürün bedelleri üzerinden yapılan tevkifat oranı olarak
uygulanacağı, Bakanlar Kurulunun bu oranı Maliye Bakanlığının teklifi üzerine
193 sayılı Kanunun 94'üncü maddesinde belirtilen yetki sınırları içinde farklılaştırmaya veya üretici birlikleri
ve toptancı hallerinde yapılan satışlara
göre ayrı ayrı belirlemeye yetkili kılınmıştır.
552 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile getirilen hükümlere rağmen yaş sebze ve meyvenin %35-40'ının
toptancı hal turnikesinden geçtiği, geriye kalan tutarın kayda girmeksizin
pazarlandığının saptanması üzerine uygulama aksaklıklarını gidermek için sözü
edilen kararnamenin bazı hükümlerini değiştirmek suretiyle toptancı hal'lere
yaş, sebze ve meyve akışını hızlandırmak, kayıt dışı ekonomiyi azaltmak, bu
yolla, yaş sebze ve meyve sektöründe yer alan üretici, komisyoncu, ticaret
erbabı ve tüketicinin yararını optimal düzeye çıkarmak amacını gerçekleştirmek
amacıyla hazırlanan kanun tasarısı yasama meclisince kabul edilmiş ve 4367
sayılı Kanun olarak 14.6.1998 günlü ve 23372 sayılı Resmi Gazetede
yayımlanmıştır.
Yukarıda belirtilen bu hükümler uyarınca toptancı hallerinde faaliyet
gösteren sebze ve meyve komisyoncularına müstahsil veya tüccar tarafından
satılmak üzere gönderilen sebze ve meyvelerin fiyatının, ağırlığının ve firenin
önceden bilinememesi ve fiyatların toptancı hallerinde arz ve talebe göre günlük
olarak tespit edilmesi nedeniyle, satılan mala ait faturanın komisyoncular
tarafından düzenlenmesi ve müstahsilden teslim aldıkları malların satışından
sonra mal bedelini müstahsile öderken Gelir Vergisi Kanununun 94'üncü maddesi
uyarınca gelir vergisi kesintisi yapılması zorunlu
bulunmaktadır.
Belediye hal'inde sebze meyve komisyonculuğu yapan davacının, malını
satılmak üzere gönderen müstahsil adına düzenlediği faturalarda, yapmış olduğu
satışlardan %2 oranında gelir vergisi kesintisi yaparak muhtasar beyanname ile
beyan ettiği halde, vergisi ihtilaflı döneme ilişkin işlemlerinin incelenmesi
sonucu düzenlenen raporda da tespit edildiği üzere, satışına aracılık ettiği bir
kısım emtia için belge düzenlememesi ve müstahsilin teslim ettiği emtia
üzerinden de tevkifat yapmaması nedeniyle davanın re'sen salınan gelir (stopaj)
vergisi ve fon payına karşı açılan kısmının reddi, özel usulsüzlük cezasının
kaldırılması yolunda verilen hükümde hukuka aykırılık görülmemiştir.
Kesilen vergi ziyaı cezasının dayanağı 213 sayılı Vergi Usul Kanununun
344'üncü maddesinin 2'nci fıkrası olup, sözü edilen hükmün 20.10.2005 gün ve
25972 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 6.1.2005 gün ve
E:2001/3, K:2005/4 sayılı kararı ile "... bu ceza ziyaa uğratılan verginin bir
katına, bu verginin kendi kanununda belirtilen normal vade tarihinden cezaya
ilişkin ihbarnamenin düzenlendiği tarihe kadar geçen süre için, bu Kanunun
112'nci maddesine göre ziyaa uğratılan vergi tutarı üzerinden hesaplanan gecikme
faizinin yarısının eklenmesi suretiyle bulunur" ifadesi, vergi ziyaı cezasının
hesaplanmasında esas alınacak oranların yasayla belirlenmesi gerektiği, ziyaa
uğratılan verginin bir katına eklenecek olan ve cezanın hesaplanmasında esas
alınacak gecikme faizi oranının Bakanlar Kurulu tarafından ne zaman
belirleneceğinin bilinmemesinin uygulanması gereken ceza miktarında belirsizliğe yol açacak
olması gerekçesiyle Anayasanın 2'nci ve 38'inci maddelerine aykırı bulunarak
iptal edilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin iptal
kararının gerekçesinde; vergi ziyaı cezasının ziyaa uğratılan verginin bir
katına gecikme faizi eklenmesine ilişkin kuralın Anayasaya aykırı olduğu
vurgulanmıştır.
Her ne kadar Anayasanın 153'üncü maddesinin beşinci fıkrası ile Anayasa
Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümeyeceği kurala bağlanmış ise de
Anayasa Mahkemesince bir kanunun veya kanun hükmünde kararnamenin tümünün ya da
belirli hükümlerinin Anayasaya aykırı bulunarak iptal edildiğinin bilinmesine
karşın görülmekte olan davaların, Anayasaya aykırılığı saptanmış olan kurallara
göre görülüp çözümlenmesinin, Anayasanın üstünlüğü ve hukuk Devleti
ilkelerine aykırı düşeceğinin kabulü gerekir. Anayasa Mahkemesi kararlarının geriye
yürümezliğine ilişkin kural ile iptal edilen hükümlere göre kazanılmış olan
hakları ve kamu düzeninin istikrarını korumak amaçlanmıştır. Aksi halde,
Anayasanın 152'nci maddesinde yer alan "Bir davaya bakmakta olan mahkeme,
uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasaya
aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi
olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar
davayı geri bırakır"... "Anayasa Mahkemesi, işin kendisine gelişinden başlamak üzere
beş ay içinde kararını verir ve açıklar......Anayasa Mahkemesi kararı, esas
hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse, mahkeme buna uymak
zorundadır." yolundaki hükmün
anlamı ve uygulanma olanağı kalmaz.
Yukarıda yer alan açıklamalar uyarınca Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal
kararlarının, bu karardan önce açılmış ve bakılmakta olan davaların çözümünü
etkileyeceği sonucuna ulaşılmaktadır.
Ziyaa uğratılan vergi tutarına, üzerinden hesaplanan gecikme faizinin
yarısının eklenmesine ilişkin kuralın Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi
karşısında vergi mahkemesi kararının vergi ziyaı cezasına ilişkin hüküm
fıkrasının yeniden karar verilmek üzere bozulması
gerekmiştir.
Açıklanan nedenlerle davalı idare temyiz isteminin reddi, davacı temyiz
isteminin ise kısmen reddi ile Antalya Vergi Mahkemesinin 14.7.2005 gün ve E:2005/327, K:2005/740
sayılı kararının; gelir (stopaj) vergisi, ve fon payı ile özel usulsüzlük
cezasına ilişkin hüküm fıkralarının onanmasına, vergi ziyaı cezasına yönelik
davacı temyiz isteminin kabulüyle söz konusu hüküm fıkrasının bozulmasına,
davacıdan 492 sayılı Harçlar Kanununa bağlı (3) sayılı Tarife uyarınca nispi
harç alınmasına, yargılama giderlerinin yeniden verilecek kararda karşılanması
gerektiğine, 5.10.2006 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
K
A R Ş I O
Y
... Toptancı Hal'indeki kontrol noktasında, belediye görevlilerince
tutulan ve davacıya ait satışların da yer aldığı faturalı ve faturasız ayırımını
içeren defter kayıtlarının davacının yasal kayıtlarını doğrulaması nedeniyle
müstahsil makbuzu düzenlenmeyen tutar gerek vergi mahkemesi ve gerekse
Dairemizce aynen benimsendiği halde, Hal'den faturasız çıktığı ihtilafsız
olan ürün için davacı tarafından
düzenlenmesi gereken faturanın düzenlenmemesi nedeniyle kesilen özel usulsüzlük
cezasının kaldırılması, varılan tüm yargılara ve 213 sayılı Yasanın 353'üncü
maddesinin açık kuralına aykırı düşmüştür.
Kararın özel usulsüzlük cezasının kaldırılmasına ilişkin hüküm fıkrasının
da bozulması gerektiği görüşüyle, Daire kararının istemin bu yönden reddine
ilişkin hüküm fıkrasına katılmıyorum.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Üçüncü
Daire
Esas No : 2005/2448
Karar
No :
2006/2390
Özeti
: Taşeron
firma olarak inşaat taahhüt işi üstlenen davacı işortaklığının hissedarlarından
birinin ortaklık adına yüklendiği 113.579.663.000.- lira maliyeti başka bir
firma tarafından düzenlenen 141.250.000.000.-lira tutarındaki fatura ile
belgelendirmek, ortaklığın eşit hisseli diğer paydaşının da aynı tutardaki
faturasını ortaklık maliyetine almak suretiyle iş ortaklığının kazancının
gizlendiği görüşüyle yapılan tarhiyata karşı açılan davada, iş ortaklığı
protokolü, taşeronluk sözleşmesi, ortaklığın, ortakları dışındaki firmalardan ne
tür emtia ve hizmet alımlarının bulunduğu, paydaşların yüklendiği işleri başka
firmalara yaptırmasına olanak tanınıp tanınmadığı hususları araştırılıp
incelenmeden tarhiyatın kaldırılması yönünde verilen mahkeme kararında hukuka
uyunluk görülmediği hakkında.
Temyiz Eden : Vergi Dairesi
Müdürlüğü
Karşı Taraf : ...-... İş
Ortaklığı
Vekili : Av.
…
İstemin Özeti : Taşeron
olarak faaliyette bulunduğu 21.11.2000-21.8.2001 tarihleri arasındaki işlemleri
incelenen ve dönem içinde ödenen vergilerden dolayı ödenecek kurumlar vergisi
doğmayan davacı iş ortaklığı adına re'sen salınan vergi ziyaı cezalı gelir
(stopaj) vergisini; ... Madencilik Ltd. Şti. ile ... İnş. Hafriyat Ltd. Şti.'nin
oluşturduğu iş ortaklığının, müteahhitliğini ... Mühendislik Ltd. Şti.'nin
üstlendiği Çan Termik Santralı inşaatının hafriyat işlerini taşeron firma olarak
yürüttüğü, ortaklığın 1/2 paylı ortağı olan ... İnş. Ltd. Şti.'nin yüklendiği
113.579.663.000 lira maliyet yerine hizmet alımında bulunmadığı halde ... Makine
Tic. Ltd. Şti.'nin düzenlediği 141.250.000.000 lira tutarındaki faturayı
ortaklığın maliyet hesabına kaydettiği, diğer paydaş ... Madencilik Ltd.
Şti.'nin de ortaklık için yüklendiği 113.579.663.000 lira maliyet yerine
141.250.000.000 lirayı ortaklığa fatura ettiğinin belirlendiği, ... İnş. Tic.
Ltd. Şti.'nin, Haziran 2001 döneminde iş ortaklığına teslim ettiği işler için
yüklendiği maliyeti yasal kayıtlarına göre 113.579.663.000 lira olduğu halde bu
maliyetin 141.250.000.000 lira olarak yansıtılmasıyla ortaklığın hizmetler
maliyetini 27.670.337.000 lira artırdığının diğer ortak ... Madencilik Ltd.
Şti.'de maliyete eşit hisse ile katıldığından maliyeti aynı tutarda artırdığı,
hizmet maliyetini yükselten bu tutarların maliyetten tenzil edilmesi sonucu
ortaklığın dönem kazancının 18.161.580.000 lira olduğu ve bu kazancın ortaklara
dağıtıldığı kabul edilerek gelir (stopaj) vergisi tarhiyatı yapıldığı, davacı iş
ortaklığının yasal kayıtlarına geçirilen ve kazancın tespitinde gider olarak
indirim konusu yaptığı, ... Makine Tic. Ltd. Şti. ve ortaklığın hissedarı ...
Madencilik Tic. Ltd. Şti. tarafından düzenlenen faturalarda yer alan işlerin
yapılmadığı konusunda ve bu faturaları düzenleyen şirketlerin fatura tutarlarını
kayıt ve beyan dışı bıraktıkları yönünde somut tespit bulunmadığı gerekçesiyle
kaldıran Balıkesir Vergi Mahkemesinin 27.4.2005 gün ve E:2004/317, K:2005/238
sayılı kararının; ortaklığın hizmetler maliyetine içeriği itibarıyla gerçeği
yansıtmayan faturaların kaydedildiği vergi incelemesi ile tespit edilerek
yapılan tarhiyatta hukuka aykırılık bulunmadığı ileri sürülerek bozulması
istenmiştir.
Savunmanın Özeti
: Savunma verilmemiştir.
Tetkik Hakimi
: Cennet Oksal
Düşüncesi :
... Makine Tic. Ltd. Şti. tarafından davacı iş ortaklığı adına düzenlenen
fatura, hakedişler iş ortaklığı protokolü ve taşeron sözleşmesi incelenerek
ortaklığın gerçek hizmet maliyeti belirlendikten sonra yeniden bir karar
verilmek üzere kararın bozulması gerektiği
düşünülmektedir.
Savcı : Sefer Yıldırım
Düşüncesi : İdare ve vergi
mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49'uncu maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Üçüncü Dairesince işin gereği görüşülüp
düşünüldü:
İki ayrı limited şirket tarafından 22.11.2000 tarihinde kurulup,
21.8.2001 tarihinde terk nedeniyle silinmesi istenen mükellefiyetin, Çan Termik
Santralı inşaatı yapım taahhüdü bulunan bir başka limited şirkete; inşaat,
hafriyat ve benzeri işlerin taşeron sıfatıyla teslimi amacıyla oluşturulan iş
ortaklığına dayandığında ihtilaf yoktur.
Bu iş nedeniyle yaklaşık 37 milyar lira zarar beyan eden iş ortaklığı,
tevkif yoluyla ödenen vergiler nedeniyle alacaklı kaldığından bahisle fazla
ödenen verginin iadesini istediğinden, Defterdarlık tarafından 28.2.2002
tarihinde, iadesi gereken vergi bakımından inceleme istendiği ve inceleme
yazısının 8.6.2002 tarihli ve 2002/77-161-51 sayılı olduğu
anlaşılmaktadır.
Kasım 2000-Ağustos 2001 dönemine ilişkin işlemlerinin incelenmesi
sırasında müteahhit firma yetkililerince vergi inceleme elemanının incelemesine
sunulan belgelerden; iş ortaklığı ile 25.8.2001 tarihinde ibra sözleşmesi
yapıldığı saptanmış ve son hakedişin Haziran 2001'de onaylanmasından sonra iş
ortaklığı tarafından kendilerine hiçbir iş teslimi yapmadığı ifade edilmesine ve
bu ifade; iş ortaklığının her iki ortağının S.S.K.'na yapılan bildirimleriyle iş
yeri açılış kayıtlarının 29.6.2001 tarihi itibarıyla kapatılmasına ilişkin
başvurularıyla doğrulanmıştır.
İş ortaklığının, Mayıs-2001'den sonraki maliyet kayıtlarının son
hakedişin yapıldığı Haziran 2001 sonu itibarıyla teslim edilen işlere ait olan
kısmının 104.088.366.000 lira maliyet içermesine karşın; ... Makina Limited
Şirketi tarafından iş ortaklığına 141.250.000.000 lira tutarında düzenlenen
25.8.2001 tarihli faturayı ortaklarından birinin teslim ettiği iş olarak
maliyetlere alındığı, diğer ortağın aynı tutarda iş ortaklığına yapılan
teslimleri kapsayan faturasının da Haziran 2001'den sonra maliyet kayıtlarında
muhasebeleştirildiği; son hakediş tutarının birkaç katı düzeyinde maliyet
kaydını gerektiren bir teslim yapılmamış olması nedeniyle iş ortaklığının, Mayıs
2001'e kadar yaptığı teslimlerdeki kar yüzdesi göz önüne alınarak, yaklaşık 113
milyar lira düzeyinde bir teslim yapılmış olabileceği ve gerek ... Makine
Limited Şirketi gerekse iş ortaklığı paydaşlarından ... Madencilik Limited
Şirketine ait 141.250.000.000 lira tutarındaki faturaların yaklaşık 27'şer
milyar lira yüksek tutarlı düzenlendiği ve iş ortaklığı gerçekte 18 milyar lira
kurum kazancı elde etmişken, 37 milyar lira zarar beyan etmekle, kurumlar
vergisiyle vergilendirilmemiş bu tutarın ortaklarca paylaşıldığı, Gelir Vergisi
Kanununun 75'inci maddesi uyarınca bu dağıtımın vergilendirilmesi gerektiği
görüşüyle yapılan tarhiyat vergi mahkemesince; faturalarda gösterilen işlerin
yapılmadığı ya da muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı olduğu veya fatura düzenleyen
şirketlerin faturaları kayıt ve beyan dışı bıraktıkları yolunda yapılmış bir
tespit bulunmadığı gerekçesiyle kaldırılmıştır.
Davacı; ... Makina Limited Şirketinin düzenlediği faturayı kayıtlarına aldığı
ve beyanına dahil ettiğini iddia ederek, bu şirket hakkında düzenlenen tahakkuk
fişini ibraz etmişse de, örneği dosyada bulunan tahakkuk fişinin 30.7.2002
tarihinde düzenlendiği, bu tarihin davacı hakkındaki inceleme yazısının tarihi
olan 8.6.2002'den sonraya ait olduğu ve 141.250.000.000 liranın pişmanlıkla
verilen beyanname ile bildirildiği saptanmaktadır. Bu saptama; adı geçen
şirketin 25.8.2001 tarihli faturayı ait olduğu dönemde beyanlarına dahil
etmeyip, bu davaya ait incelemenin başlamasından sonra beyan ettiğini
göstermektedir. Bu konuda vergi mahkemesince varılan tersine yargı, dava
dilekçesine eklenerek dosyaya örneği sunulan belgeye aykırı
olmuştur.
Diğer yönden, son hakedişin yapıldığı Haziran 2001 sonundan, ibra
sözleşmesinin yapıldığı 25.8.2001 tarihine kadar davacı tarafından müteahhide
hiç bir teslim yapılmadığına ve yapıldığı da davacı tarafından kanıtlanamadığına
göre ortaklık kayıtlarında Mayıs 2001'den sonra yer alan maliyetlerin son
hakedişteki teslimlerden ibaret olması işin mahiyeti gereğidir. Bu belirlemeler
karşısında davanın çözümü; dava dosyasında bulunmayan iş ortaklığı protokolu,
taşeronluk sözleşmesi, son hakediş, ibra sözleşmesi, ... Makina Limited Şirketi
tarafından ve iş ortaklığının diğer paydaşı tarafından düzenlenen faturaların
karşılaştırmalı olarak incelenmesi; iş ortaklığının işin başlangıcından itibaren
ortakları dışındaki kişi ve kurumlardan ne tür emtia ve hizmet alışı bulunduğu,
kendi yüklendiği hafriyat işini bir başka kuruma yaptırmasına olanak tanınıp
tanınmadığı, son hakedişteki maliyet unsurları ile kayıtlarında Mayıs 2001'den
sonra yer alan maliyet unsurları arasında tür, miktar ve tutar yönünden uyum
bulunup bulunmadığı belirlendikten sonra ulaşılacak sonuca göre karar
verilmesini gerektirdiğinden, kararın bu incelemeler yapılmaksızın verilmesi
nedeniyle bozulması gerekmiştir.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulüne, Balıkesir Vergi
Mahkemesinin 27.4.2005 gün ve E:2004/317, K:2005/238 sayılı kararının
bozulmasına, 492 sayılı Harçlar Kanununun 13'üncü maddesinin (j) bendi parantez
içi hükmü uyarınca alınması gereken harç dahil olmak üzere yargılama
giderlerinin yeniden verilecek kararda karşılanması gerektiğine, 4.10.2006
gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Üçüncü
Daire
Esas No : 2005/3264
Karar
No :
2006/2899
Özeti
: Kanuni
ve iş merkezi Çin'de bulunan şirketin Türkiye'deki iş yeri aracılığıyla elde
ettiği ticari kazancı nedeniyle Gelir Vergisi Kanununun 75'inci maddesinin
ikinci fıkrasının (4) işaretli bendinde yer alan menkul sermaye iradı üzerinden
vergilendirilmesi, aynı Yasanın 94'üncü maddesinin 6'ncı bendi gereği olduğu
gibi Türkiye Cumhuriyeti ile Çin Halk Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden
Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma
Anlaşmasının da bu vergilendirmeye
engel teşkil etmediği hakkında.
Temyiz Eden
: Karaelmas Vergi Dairesi Müdürlüğü-ZONGULDAK
Karşı Taraf
: … Construction Group Corp
Vekili
: Av. …
İstemin Özeti
: Çin Halk Cumhuriyeti'nde mukim olan davacı şirketin Türkiye'deki iş
yeri aracılığıyla elde ettiği ticari kazanç nedeniyle 193 sayılı Gelir Vergisi
Kanununun 75'inci maddesinin ikinci fıkrasının (4) işaretli bendinde yer alan
menkul sermaye iradı üzerinden tevkifat yapma yükümlülüğü bulunmadığı ihtirazi
kaydıyla verdiği Kasım 2004 dönemine ilişkin muhtasar beyanname üzerinden istemi
kabul edilmeyerek tahakkuk eden ve ödenen gelir (stopaj) vergisinin tahakkuktan
silinerek ret ve iadesi istemiyle açılan davada; Gelir Vergisi Kanununun 75'inci
maddesinin ikinci fıkrasının (4) işaretli bendinde tanımlanan menkul sermaye
iradı üzerinden aynı Kanunun 94'üncü maddesinin 6'ncı bendinin b-iii alt bendi
uyarınca tevkifat yapılması öngörülmüş ise de Türkiye Cumhuriyeti ile Çin Halk
Cumhuriyeti arasında yapılan Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına
Engel Olma Anlaşmasının 10'uncu maddesinin 5'inci bendinde, Türkiye'nin Çin Halk
Cumhuriyeti mukimi şirketin dağıtılmamış kazançları üzerinden vergi alamayacağı
ve dağıtılmamış kazancın tamamen veya kısmen Türkiye'de elde edilen kazançtan
oluşmasının da bu durumu değiştirmeyeceği kurala bağlandığından, Çin Halk Cumhuriyeti'ne ait bir şirket olan ve
kar payı dağıtmayan davacı şirket adına yapılan tahakkukta hukuka uygunluk
görülmediği gerekçesiyle tahakkuku kaldıran ve tahsil edilen verginin ret ve
iadesine karar veren Zonguldak Vergi Mahkemesinin 29.11.2005 gün ve E:2005/77,
K:2005/420 sayılı kararının; Anlaşmanın Protokol bölümünün 3'üncü maddesinde
10'uncu maddesinin 5'inci bendinin, 7'inci maddeye göre vergilendirildikten
sonra kalan kazancın vergilendirme hakkını etkilemeyeceği açıkça kurala
bağlandığından, 10'uncu maddenin sözü edilen bendinin Gelir vergisi Kanununun
94'üncü maddesinin 6'ncı bendinin b-iii alt bendi uyarınca yapılacak tevkifatı
engellemeyeceği ileri sürülerek bozulması istenmiştir.
Savunmanın Özeti : Savunma
verilmemiştir.
Tetkik Hakimi
: Pelin Akça
Düşüncesi
: Çin
mukimi davacı şirketin Türkiye'deki iş yeri aracılığıyla elde ettiği ticari
kazancı nedeniyle Gelir Vergisi Kanununun 75'inci maddesinin ikinci fıkrasının
(4) işaretli bendinde yer alan menkul sermaye iradı üzerinden
vergilendirilmesinde Türkiye Cumhuriyeti ile Çin Halk Cumhuriyeti Arasında Gelir
Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına
Engel Olma Anlaşması yönünden bir engel bulunmamaktadır. Anlaşmanın bir bölümü
olan Prokokolün 3'üncü maddesinde bu hususun açıkça belirtilmesine karşın bu
madde göz ardı edilerek davacı adına yapılan tahakkukun kaldırılması yolunda
verilen kararın bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Savcı
: Nurten Karaçay
Düşüncesi
: Dar mükellef davacı şirketçe ihtirazi kayıtla verilen muhtasar
beyanname üzerinden tahakkuk ettirilerek ödenen gelir (stopaj) vergisinin iadesi
istemiyle açılan davayı kabul eden mahkeme kararı temyiz
edilmiştir.
Dar mükellef kurumun Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına
Engel Olma Anlaşmasının 5.maddesi 3.fıkrasının (b) hükmüne uygun olarak
Türkiye'de işyeri açtığı, aynı sözleşmenin 7.maddesinin
1.fıkrası hükmü uyarınca bu iş yerinden sağlanan kazançla sınırlı olarak
vergilendirme yapıldığı sabit olduğuna ve davacı şirketinde, geçici kabul
usulüne tabi ticari faaliyetini 26.11.2004 tarihinde tamamlayarak bu döneme
ilişkin kurumlar vergisi beyannamesini 3.12.2004 tarihinde verdiğine göre ana
merkeze aktarılacak dönem karının, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun
75.maddesinin 2.fıkrasının 4.bendi ve aynı Kanunun 94.maddesinin (6-b iii) bendi
hükmü uyarınca vergi tevkifatına tabi tutulmasında yasalara aykırılık
bulunmadığından yazılı gerekçeyle davanın kabulü yolunda verilen kararda hukuka
uygunluk görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulü ile temyize konu mahkeme
kararının bozulmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Üçüncü Dairesince işin gereği görüşülüp
düşünüldü:
Kanuni ve iş merkezlerinden her ikisi de Türkiye'de bulunmayan kurumlar,
Türkiye'de elde ettikleri kazançlar üzerinden dar mükellefiyet esasına göre
vergilendirilirler. 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 75'inci maddesinin ikinci
fıkrasının 4842 sayılı Kanunla değişen 4'üncü bendi ile Kurumlar Vergisi Kanunu
uyarınca yıllık veya özel beyanname veren dar mükellef kurumların beyan ettiği
kazancın kurumlar vergisi hesaplandıktan sonra kalan kısmı menkul sermaye iradı
sayılmış ve aynı Kanunun 94'üncü maddesinin 6'ncı bendinin b-iii alt bendi
uyarınca sözü edilen menkul sermaye iradının ana merkeze aktarılan tutarı
üzerinden tevkifat yapılması öngörülmüştür.
Gelir Vergisi Kanununun 94'üncü maddesinin yukarıda sözü edilen bendi
uyarınca yapılacak vergilendirme, Türkiye Cumhuriyeti ile Çin Halk Cumhuriyeti
Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi
Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşmasının bir bölümünü oluşturan Protokolün 3'üncü
maddesi ile güvence altına alınmıştır.
Anlaşmanın "Temettüler" başlıklı 10'uncu maddesinin 5'inci bendinde, bir
akit devlet mukimi olan ve diğer akit devletten kazanç elde eden bir şirketin
dağıtılmamış kazançları üzerinden ve temettülerin diğer akit devletin
mukimlerinden birine ödenmesi veya temettü elde ediliş olayı ile bu diğer akit
devlette bulunan bir iş yeri veya sabit yer arasında etkin bir bağ bulunması
halleri hariç olmak üzere bu şirket tarafından ödenen temettüler üzerinden diğer
akit devletin vergi alamayacağı hükme bağlanmış ise de, Protokolün 3'üncü
maddesinde; Anlaşmanın 10'uncu maddesinin 5'inci fıkra hükümlerinin 7'nci
maddeye göre vergilendirildikten sonra kalan kazancını vergilendirme hakkını
etkilemeyeceği, ancak bu şekilde alınan verginin Anlaşmanın 10'uncu maddesinin
2'nci fıkrasında belirtilen oranı aşmayacağı kurala
bağlanmıştır.
Bu hüküm uyarınca, başka bir devlette mukim bir şirket, Türkiye'de sahip
olduğu iş yeri aracılığıyla elde ettiği
ticari kazanç üzerinden Anlaşmanın 7'nci maddesi uyarınca ticari kazanç
hükümleri çerçevesinde vergilendirildikten sonra kalan kısım üzerinden
Anlaşmanın 10'uncu maddesinin 2'nci fıkrasında belirtilen %10 oranını aşmayacak
şekilde Türkiye'de vergilendirilebilecektir.
Kanuni ve iş merkezi Çin'de bulunan, yüklendiği ve 2.5.2002 tarihinde başladığı Karadan Yeni Servis
Kuyusu Tesisi işini 26.11.2004 tarihinde tamamlayan, bu ticari faaliyetini,
Anlaşmanın 5'inci maddesinin 3'üncü bendi uyarınca iş yeri sayılan Türkiye'de on
iki ayı aşan süre devam eden bir
inşaat şantiyesi aracılığıyla gerçekleştirdiği ve bu iş yerinden elde ettiği
miktarla sınırlı olarak
3.12.2004 tarihinde verdiği
kurumlar vergisi beyannamesi üzerinden Anlaşmanın 7'nci maddesi uyarınca
vergilendirildiği tartışmasız olan
davacı şirketin Kasım 2004
dönemine ilişkin ihtirazi kayıtla verdiği muhtasar beyanname ile beyan
edilen kurum kazancından hesaplanan kurumlar vergisi düşüldükten sonra kalan
kısmın ana merkeze aktarılan tutarı üzerinden vergilendirilmesi, Gelir Vergisi
Kanununun 94'üncü maddesinin 6'ncı bendi gereği olup, yukarıdaki
değerlendirmeler karşısında Türkiye
Cumhuriyeti ile Çin Halk Cumhuriyeti arasında yapılan Anlaşmanın da bu
vergilendirmeye engel oluşturmadığı açıktır. Kaldı ki, beyan edilen matraha
uygulanan oran yönünden de Anlaşmaya aykırılık
bulunmamaktadır.
Protokolün 3'üncü maddesindeki açık nitelemeye karşın vergi mahkemesince
Anlaşmanın 10'uncu maddesinin 5'inci bendine dayanılarak tahakkukun kaldırılması
ve tahsil edilen verginin ret ve iadesi yolunda karar verilmesinde hukuka
uygunluk görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulü ile Zonguldak Vergi
Mahkemesinin 29.11.2005 gün ve E:2005/77, K:2005/420 sayılı kararının
bozulmasına, 492 sayılı Harçlar Kanununun 13'üncü maddesinin (j) bendi parantez
içi hükmü uyarınca alınması gereken harç dahil olmak üzere yargılama
giderlerinin yeniden verilecek kararda karşılanması gerektiğine 14.11.2006
gününde oybirliğiyle karar verildi.
KATMA
DEĞER VERGİSİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Üçüncü
Daire
Esas No : 2006/30
Karar
No :
2006/2284
Özeti
: Faturalarına
konu hizmetlerin ifası ve malların teslimi yeterli miktarda sermayenin araç
ekipman, iş gücü ve diğer faktörlerle organizasyonu gerektirmekte olup, bu amaca
yönelik organizasyonda bulunmadan, sadece şekli şartlar yerine getirilerek
düzenlenen faturalarda yazılı katma değer vergisi indiriminin kabul edilmemesi
suretiyle tarhiyat yapılmasında yasaya aykırılık bulunmadığı
hakkında.
Temyiz Eden
: Liman Vergi Dairesi Müdürlüğü
Karşı Taraf
: … Orman Ürünleri Sanayi ve Ticaret Limited
Şirketi
İstemin Özeti
: Maliyet kayıtlarında muhasebeleştirdiği gerçeği yansıtmayan
faturalarda gösterilen katma değer vergisini indirim konusu yapması neden
gösterilerek Aralık 1998 dönemi için davacı adına re'sen salınan ağır kusur
cezalı katma değer vergisini; ... İnşaat Ticaret ve Pazarlama Limited Şirketi
ile ... Ürünleri Pazarlama İç ve Dış Ticaret Limited Şirketi tarafından
düzenlenen faturaların gerçeği yansıtmadığı konusunda hukuken geçerli ve yeterli
kanıt bulunmadığından tarhiyatta hukuka uygunluk görülmediği gerekçesiyle
kaldıran İçel 2. Vergi Mahkemesinin 28.2.2002 gün ve E:2001/734, K:2002/119
sayılı kararının; içeriği itibarıyla yanıltıcı ve sahte faturaları maliyet
kayıtlarına intikal ettirdiği inceleme raporu ile saptanan davacı adına yapılan
vergilendirmede yasaya aykırılık bulunmadığı ileri sürülerek bozulması
istenmiştir.
Savunmanın Özeti : Savunma
verilmemiştir.
Tetkik Hakimi : Ahmet
Derin
Düşüncesi
: İçeriği
itibarıyla yanıltıcı ve sahte olduğu anlaşılan faturalarda yer alan katma değer
vergilerinin indiriminin kabul edilmeyerek yapılan vergilendirmede yasalara
aykırılık bulunmadığından tarhiyatın kaldırılması yolunda verilen vergi
mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Savcı
: Mukaddes Aras
Düşüncesi
: İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun
49'uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Üçüncü Dairesince işin gereği görüşülüp
düşünüldü:
Katma değer vergisi beyannamelerinde, üzerinde yazılı katma değer vergisi
indirim konusu yapılan faturaların içeriği itibarıyla yanıltıcı ve sahte
olduğundan bahisle davacı adına re'sen salınan cezalı katma değer vergisini
kaldıran vergi mahkemesi kararı temyiz edilmiştir.
213 sayılı Vergi Usul Kanununun 3'üncü maddesinin (B) fıkrasında,
vergilendirmede, vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek
mahiyetinin esas olduğu; gerçek mahiyetin, yemin hariç her türlü delille
ispatlanabileceği; vergiyi doğuran olayla ilgisi tabii ve açık bulunmayan tanık
ifadesinin, ispatlama vasıtası olarak kullanılamayacağı; iktisadi, ticari ve
teknik icaplara uymayan veya olayın özelliğine göre normal ve mutad olmayan bir
durumun iddia olunması halinde, ispat külfetinin bunu iddia edene ait olduğu
düzenlemesi yer almıştır.
Bu düzenlemeye göre; belgelerin ve defter kayıtlarının vergi kanunlarında
ve bu kanunların vermiş olduğu yetkiye dayanılarak yürürlüğe konulan idari
düzenlemelerde öngörülen biçimsel kurallara uygun bulunması ve belgelerin temsil
ettiği vergiyi doğuran olayla ilgili diğer biçimsel işlemlerin noksansız yerine
getirilmiş olması, örneğin, mükellefiyet tesisi, belge bastırma izni alınması,
sevk irsaliyesi düzenlenmesi, çek verilmesi,borsa tescili gibi işlemlerin
yapılması, düzenlenen belgelerin ve bu bilgilere dayanılarak gerçekleştirilen
defter kayıtlarının vergilendirmeye
esas alınması için yeterli değildir. Ayrıca; söz konusu biçimsel
işlemlerin, vergiyi doğuran olayın gerçek mahiyeti ile uyumlu olması da
gereklidir.
Vergilendirmeye esas alınan belge ve kayıtların gerçek mahiyetle uyumlu
olduğunun kabul edilebilmesi ise; biçimselliklerinin ötesine geçilerek, belgeyi
düzenleyenin iştigal konusu, satmış göründüğü emtia veya yapmış olduğu hizmet
bakımından organizasyonu, ekipmanı, işin gerektirdiği sayıda işçinin varlığına,
emtia alımlarının gerçekliği, alım-satım için zorunlu veya bu işlemlerin doğal
sonucu olan diğer işlemlerin gerçekleştirilme biçimi, ekonomik durumu ile
vergilendirme döneminde yapmış göründüğü işin hacmi arasındaki ilişki, kredi
kullanıp kullanmadığı, vergi ödevlerinin yerine getirilmesindeki özen gibi
unsurlardan hareketle yapılacak inceleme sonuçlarının, ortada gerçek bir mal
teslimi veya hizmet ifası olduğunu
göstermesine bağlıdır.
Davacının yasal kayıtlarına
intikal ettirdiği üç faturayı düzenleyen ... İnşaat Ticaret ve Pazarlama Limited
Şirketinin; 16.9.1997 tarihinde mükellefiyet tesis ettirdiği, sürekli adresini
değiştirdiği, 20.12.1999 tarihinde en son bildirilen adreste yapılan yoklamaya
göre işçi çalıştırmadığı, depo ile faaliyeti yürütmeye yeterli demirbaşınının
bulunmadığı ve iş yerinin çok küçük olduğu, sermayesine göre katma değer vergisi
beyanlarında gösterilen cironun çok yüksek olduğu, çok yüksek tutarlarda katma
değer vergisi matrahları beyan edildiği halde ödenecek katma değer vergisi
çıkmadığı, emtia alış faturalarının yaklaşık %95'inin içeriği itibarıyla
yanıltıcı ve sahte olduğu, şirket ortaklarının bu faturaları düzenleyen
şirketlerin de ortağı olduğu anlaşılmıştır.
Yevmiye defterinde kayıtlı ve üzerinde yazılı katma değer vergisi davacı
tarafından indirim konusu yapılan sekiz faturayı düzenleyen ... Ürünleri
Pazarlama İç ve Dış Ticaret Limited Şirketinin emtia alışlarına ait faturaların
yaklaşık %95'inin içeriği itibarıyla yanıltıcı ve sahte olduğu, bu faturaların
bir kısmının ... İnşaat Ticaret ve Pazarlama Limited Şirketi tarafından
düzenlendiği, şirket ortaklarının zaman zaman bu şirketlerin de ortağı olduğu,
davacı şirkete sahte faturaları düzenleyen şirketlerin tasfiye memurlarının aynı
kişiler olduğu, bu kişilere ulaşılamadığı, beyannamelerinde bildirilen ödenmesi
gereken katma değer vergilerini ödemediği anlaşılmıştır.
Davacı şirket yetkilisi tarafından, bu faturalarda yazılı kerestelerin
gerçekten alındığı, ödemelerin de genellikle nakit olarak yapıldığı inceleme
sırasında ifade edilmiş olup, bu emtianın işletmeye girdiğinin kabulünü
gerektirecek herhangi bir kanıt sunulmamıştır.
Faturalara konu hizmetlerin ifası ve malların teslimi yeterli miktarda
sermayenin araç, ekipman, iş gücü ve diğer faktörlerle organizasyonunu
gerektirmekte olup, adı geçen şirketlerin bu amaca yönelik bir
organizasyonlarının bulunmadığının, şekli şartlar yerine getirilerek, gerçek bir
mal teslimi ve hizmet ifasına dayanmayan belge düzenleme faaliyetinin
peçelendiğinin anlaşılması karşısında kurum temsilcisinin; faturalara konu mal
ve hizmetlerin gerçekten alındığı ve bedelinin nakden ödendiği yolundaki vergi
inceleme raporu eki tutanağa alınan soyut nitelikli ifadesi ve dava dilekçesine
ekli ... Limited Şirketi'ne ait belgelerin ekonomik hayatın gereklerine aykırı
olan bu durumun doğruluğunu ispata yeterli olmadığından sahte olduğu anlaşılan
bir başka deyişle üzerinde yazılı katma değer vergisinin Hazineye intikal
etmediği sabit olan faturalarda yazılı katma değer vergisi indiriminin kabul
edilmemesi suretiyle tarhiyat yapılmasında yasaya aykırılık bulunmadığından
cezalı tarhiyatı kaldıran mahkeme kararı hukuka uygun
düşmemiştir.
Açıklanan nedenlerle temyiz
isteminin kabulü ile İçel 2. Vergi Mahkemesinin 28.2.2002 gün ve E:2001/734,
K:2002/119 sayılı kararının bozulmasına, 492 sayılı Harçlar Kanununun 13'üncü
maddesinin (j) bendi parantez içi hükmü uyarınca alınması gereken harç dahil
olmak üzere yargılama giderlerinin yeniden verilecek kararda karşılanması
gerektiğine 26.9.2006 gününde oybirliğiyle
karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Üçüncü
Daire
Esas No : 2006/715
Karar
No :
2006/2644
Özeti
: 5422
sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun geçici 29'uncu maddesinin 6'ncı bendi ile 3065
sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun geçici 10'uncu maddesindeki düzenlemelerle,
Türkiye'de faaliyet gösteren bankalara borçlu olan tam mükellef sermaye
şirketleri ve kefillerinin bankalara olan borçlarına karşılık gayrimenkul
devirlerinin vergiden istisna edildiği yönünde ihtirazi kayıtla ödenen KDV'nin
iadesi yolunda verilen karara karşı yapılan temyiz isteminin reddi
hakkında.
Temyiz Eden :
Şehitkerim Vergi Dairesi Müdürlüğü-TARSUS
Karşı Taraf
: Türkiye İş Bankası A.Ş.
Vekili
: Av. …
İstemin Özeti : Davacı
bankanın … Şubesince … Kağıt Mamulleri ve Ambalaj Sanayi ve Ticaret Limited
Şirketi'ne kullandırılan kredilerin teminatı olarak banka lehine ipotek tesis
edilen taşınmazların icra yoluyla bankaya devri sırasında hesaplanarak ihtirazi
kayıtla ödenen katma değer vergisine karşı açılan davada; 5422 sayılı Kurumlar
Vergisi Kanununa 4684 sayılı Kanunun geçici 18'inci maddesiyle eklenen geçici
29'uncu maddesinin (6) işaretli bendinde; Türkiye'de faaliyette bulunan
bankaların aktifinde kayıtlı bulunan gayrimenkullerin, iki tam yıl süreyle
aktifte kayıtlı bulunma şartı aranmaksızın, satışından doğan kazançların banka
sermayesine ilave edilen kısmının kurumlar vergisinden müstesna tutulduğu,
bendin son cümlesi ile istisna hükümlerinin, bendin yürürlük tarihi itibarıyla
banka kayıtlarına göre Türkiye'de faaliyet gösteren bankalara borçlu durumda
olan tam mükellef sermaye şirketlerinin ve kefillerinin, Kanunun yayımı
tarihinde sahip oldukları ve bu borçlara karşılık bankalara devrettikleri
gayrimenkullerden sağlanan kazançlar için de uygulanacağı kuralına yer
verildiği, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun geçici 10'uncu maddesi ile
de 5422 sayılı Kanunun geçici 29'uncu maddesinin 6'ncı bendi kapsamındaki
teslimlerin katma değer vergisinden istisna edildiği, kredi borçlusu … Limited
Şirketi ve kefilleri hakkında yürütülen icra takibi sonucunda toplam beş adet
taşınmazın alacağına mahsuben davacı bankaya ihale edilerek satış bedeli
üzerinden hesaplanan ve ihtirazi kayıtla ödenen katma değer vergisinin iadesi
istemine dayanan uyuşmazlıkta söz konusu taşınmazların tesliminin 5422 sayılı
Yasa ile 3965 sayılı Yasanın yukarıda yer verilen düzenlemeleri kapsamında
olduğunun anlaşıldığı, teslimin rızaen ya da icra yoluyla gerçekleşmiş olması
hususunda yasada bir ayırım yapılmadığından, ihtirazi kaydı kabul edilmeyen
davacıdan katma değer vergisi tahsil edilmesinde yasaya uygunluk görülmediği
gerekçesiyle ödenen katma değer vergisinin iadesine karar veren Mersin Vergi
Mahkemesinin 22.7.2005 gün ve E:2004/1028, K:2005/852 sayılı kararının; icra
dairelerince müzayede mahallinde yapılan satışların katma değer vergisine tabi
olduğu ileri sürülerek bozulması istenmiştir.
Savunmanın Özeti
: Temyiz isteminin reddi gerektiği
savunulmuştur.
Tetkik Hakimi
: Birgül Öğülmüş
Düşüncesi : Davacının
kendisine ait ya da kendisine borçlu olan tam mükellef firmaya ait gayrimenkulün
satışından doğan ve sermayeye ilave edilen bir kazanç bulunmadığından olayın
KVK'nun geçici 29'uncu maddesi ile ilişkilendirilmesini gerektiren şartlar
bulunmamaktadır.
Olay bir satış işlemi değil davacının kredi kullandırdığı şirketten olan
alacağını icra yoluyla tahsili olup katma değer vergisini doğuran bir mal
teslimi de bulunmamaktadır.
Davacı ile şirket arasındaki, banka ve sigorta muameleleri vergisinin
konusuna giren kredi hizmeti tamamlandıktan sonra kredi borçlusunun borcunu
ödememesi nedeniyle icrai takibe geçen bankanın, alacağını, teminat olarak
gösterilen taşınmazların icra müdürlüğü aracılığıyla kendisine devri yoluyla
tahsil etmesi hususu dikkate alındığında, icra müdürlüğünce yapılan satışın yeni
bir teslim olduğu düşünülemeyeceğinden katma değer vergisinin iadesi yolunda
verilen kararın sonucu itibarıyla yasaya uygun olduğu
düşünülmektedir.
Savcı: Ahmet
Alaybeyoğlu
Düşüncesi : İdare ve vergi
mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49'uncu maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Üçüncü Dairesince işin gereği görüşülüp
düşünüldü:
Dayandığı hukuki ve kanuni nedenlerle gerekçesi yukarıda açıklanan Vergi
Mahkemesi kararı, aynı gerekçe ve nedenlerle Dairemizce de uygun görülmüş olup, temyiz istemine
ilişkin dilekçede ileri sürülen iddialar sözü geçen kararın bozulmasını
sağlayacak durumda bulunmadığından, temyiz isteminin reddine ve kararın
onanmasına, 12.10.2006 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
K
A R Ş I O Y
Kredi borcunu vadesinde ödemeyen bir şirket ve kefilleri hakkında 1997
yılında başlatılan icra takibi sonunda Tarsus 1. ve 2. İcra Müdürlüklerince
haczedilen taşınmazların ihaleye çıkarıldığı, iki taşınmazın 27.5.2004; üç
taşınmazın ise 16.7.2001 tarihli ihalesinde alacaklı ve davacı bankaya ihale
edildiğinde ihtilaf yoktur. İhale yoluyla yapılan bu satışlara konu
taşınmazlardan ikisi kefile, üçünün de borçluya ait olduğu saptanmakta olup,
kefil gerçek kişidir.
Taşınmazlar, borçlu ve kefil tarafından bankaya olan borca karşılık
devredilmemiş; ihale yoluyla satılmıştır. 4684 sayılı Yasa ile eklenen
hükümlerin öngörülüş amacı, bankaların batık kredi alacaklarının, icra ve dava
yoluna başvurulmasına gerek kalmaksızın, borçlu ve kefile ait taşınmazların
bankalara devrini sağlamaktır. Dosyadaki belgelerden davacı bankanın 1997
yılında icra takibine başladığı ve ihalelerin bu tarihten dört ve yedi yıl sonra
yapılmasıyla borcun sona erdiği, taşınmazların borçlu ve kefil tarafından
davacıya devredilmediği anlaşılmaktadır.
Vergiyi doğuran olayın meydana geldiği tarihte açık artırma yoluyla
yapılan satışa talip olarak katılan bankalara ihale edilen taşınmazlar nedeniyle
katma değer vergisi tahsilini önleyen bir istisna hükmü
bulunmamaktadır.
Bankanın, görevli ve yetkili vergi dairesi müdürlüğüne yönelttiği bir
ihtirazi kayıt da söz konusu değildir. Dava dilekçesine ekli Tarsus 1. İcra
Müdürlüğünün 1997/4999 Tal. sayılı ve 2. İcra Müdürlüğünün E:1997/2183 sayılı
dosyalarında davacı tarafından 4.6.2004 ve 10.6.2004 tarihlerinde ihale bedeli
üzerinden katma değer vergisi hesaplanmamasının istendiği ve bu taleplerin aynı
tarihte her iki icra müdürlüğünce reddedilerek, katma değer vergisi
hesaplanmasına karar verdiği de saptanmaktadır.
Tüm bu nedenlerle dava; mükellefi tarafından ihtirazi kayıtla beyan
edilen bir vergiye değil; icra müdürlüklerince verilen beyannameler üzerinden
tahakkuk ettirilip, tahsil edilen katma değer vergisine karşı, bu verginin
mükellefi de olmayan banka tarafından açılmışken, yazılı gerekçe ile verilen
kararın bozulması gerektiği görüşüyle Daire kararına
katılmıyorum.
VERGİ
USULÜ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Üçüncü
Daire
Esas No : 2005/1796
Karar
No :
2006/3042
Özeti
: Vergi
Usul Kanununun Ek 1'inci maddesine göre uzlaşma kapsamında bulunmayan vergi ve
cezalar için Ek 7'nci maddede öngörülen onbeş günlük ek dava açma süresinden
yararlanılamayacağı hakkında.
Temyiz Edenler : 1-… Otogaz Petrol Otomotiv İnş.
Gıda Tarım Hayvancılık San.
ve
Tic. Ltd.Şti.
2-Beydağı Vergi
Dairesi Müdürlüğü
İstemin Özeti : Otogaz, akaryakıt ve
gıda satışıyla uğraşan davacı şirketin, yasal defter ve belgelerini ibraz
etmediği, bir kısım alışları ile satışlarını kayıt ve beyan dışı bıraktığı
görüşüyle düzenlenen inceleme raporu uyarınca adına 2002 yılı için re'sen
salınan üç kat vergi ziyaı cezalı kurumlar vergisi ile geçici vergi üzerinden
kesilen vergi ziyaı cezası ile aslı aranmayan geçici vergiye karşı açılan
davayı; 15.7.2004 tarihinde tebliğ edilen ihbarnameler için yapılan uzlaşma
başvurusunun ihbarname içeriği vergi ve cezaların uzlaşma kapsamında olmadığı
yolundaki 23.8.2004 tarihli uzlaşma ön tespit tutanağı ile reddedilmesinin
uzlaşmanın vaki olmamış sayılmasının kabulünü gerektirdiği, uzlaşma isteminin
reddi üzerine 16.09.2004 tarihinde açılan davanın Vergi Usul Kanunun Ek 7'nci
maddesinde öngörülen 15 günlük ek dava açma süresi içinde açıldığının kabulünü
gerektirdiğinden davalı idarenin süre aşımı def'inin yerinde görülmediği, vergi
inceleme raporu ile davacı şirkete ait defter ve belgelerin ibraz edilmediği,
ibraz edilenlerin ise ihticaca sahih bulunmadığı ve bir kısım hasılatının kayıt
ve beyan dışı bırakıldığının tespit edilmesi üzerine cezalı tarhiyatın
yapıldığı, davacının bu tespitlere bir itirazının bulunmadığı da dikkate
alındığında tarhiyatın Yasaya uygun bulunduğu gerekçesiyle kurumlar vergisi ve
fon payı yönünden reddeden, sözü edilen vergiler ile geçici vergi üzerinden
kesilen vergi ziyaı cezasını üç kattan bir kata indiren, aslı aranmamakla
birlikte dava konusu edilmiş olan geçici vergi hakkında karar verilmesine yer
olmadığına karar veren Malatya Vergi Mahkemesinin 09.03.2005 gün ve E:2004/322,
K:2005/108 sayılı kararının; davalı idare tarafından kurumlar vergisi ve fon
payı ile geçici vergi üzerinden kesilen üç kat vergi ziyaı cezasının Yasaya
uygun olduğu, davacı tarafından ise defter ve belge ibrazı istemi yazısının eski
ortağın yetkilendirdiği şirket muhasebecisine tebliğ edildiğinden, tebligatın
usule aykırı yapıldığı ileri sürülerek bozulması
istenmiştir.
Savunmanın Özeti : Davalı
idare temyiz isteminin reddi gerektiğini savunmuş,davacı tarafından savunmada
bulunulmamıştır.
Tetkik Hakimi
: Kutlay Telli
Düşüncesi
: Uzlaşma
komisyonunun yetkisine girmeyen tarhiyat ve cezalar ile ilgili uzlaşma
başvurularının esasının incelenmeksizin reddine dair idari kararlar üzerine
mükelleflerin, 213 sayılı Yasanın Ek 7'nci maddesinde tanınan onbeş günlük ek
süreden yararlanmalarına olanak bulunmamaktadır. Davacı şirketin, yasal
süresinde dava konu yapmadığı ancak uzlaşmaya başvurduğu vergi ziyaı cezaları
Vergi Usul Kanunun 359'ncu maddesinde yazılı fiillerin tespiti üzerine aynı
Kanunun 344'üncü maddesinin üçüncü fıkrasına göre kesilmiş olduğundan, dava
konusu edilen vergi ve cezaların Vergi Usul Kanunun Ek1'inci maddesi göz önüne
alındığında uzlaşma komisyonunun yetkisine girmediği tartışmasızdır. Bu nedenle
başvurunun reddinin şirket yetkilisine tebliğinden itibaren sözü edilen maddede
belirtilen onbeş günlük ek süreyi dikkate alarak açtığı davanın süre aşımı
yönünden reddi gerekirken, yazılı gerekçeyle sonuçlandırılması hukuka uygun
düşmemiştir.
Açıklanan nedenlerle vergi mahkemesi kararının bozulması gerektiği
düşünülmektedir.
Savcı : Sefer
Yıldırım
Düşüncesi : İdare ve vergi
mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49'uncu maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçelerinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Üçüncü Dairesince işin gereği görüşülüp
düşünüldü:
Dosyanın incelenmesinden 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 344'üncü
maddesinin 3'üncü fıkrasına göre kesilen vergi ziyaı cezalarını da kapsayan
ihbarnamelerin 15.07.2004 tarihinde tebliği üzerine, dava açma süresi içerisinde
16.08.2004 tarihinde uzlaşma başvurusunda bulunulduğu; uzlaşma talebinin 213
sayılı Vergi Usul Kanununun 344'üncü maddesinin 3'üncü fıkrasına göre vergi
ziyaı cezası kesilen tarhiyatların uzlaşma kapsamında olmadığı belirtilerek
23.08.2004 tarihli Uzlaşma Ön Tespit Tutanağı ile reddedildiği, Uzlaşma Ön
Tespit Tutanağının 01.09.2004 tarihinde tebliği sonrasında 16.09.2004 tarihinde
Mahkeme kaydına giren dilekçe ile dava açıldığı
anlaşılmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 7'nci maddesinde, vergi
mahkemelerinde dava açma süresinin otuz gün olduğu, 213 sayılı Vergi Usul
Kanununun Ek 1'inci maddesinde, aynı Yasanın 344'üncü maddesinin üçüncü fıkrası
uyarınca vergi ziyaı cezası kesilen tarhiyata ilişkin vergi ve cezaların uzlaşma
konusu yapılamayacağı, Ek 7'nci maddesinde ise, müddeti içinde uzlaşma talebinde
bulunan mükellef veya ceza
muhatabının uzlaşma talep ettiği vergi ve ceza için ancak uzlaşma vaki olmadığı
takdirde uzlaşmanın vaki olmadığına dair tutanağın kendisine tebliğinden
itibaren genel hükümler dairesinde ve yetkili vergi mahkemesinde dava
açabileceği, bu takdirde, dava açma müddeti bitmiş veya 15 günden az kalmış ise
bu müddetin tutanağın tebliği tarihinden itibaren 15 gün uzayacağı, mükellef
veya ceza muhatabının aynı vergi ve ceza için uzlaşma talebinden önce dava
açması halinde, davanın, uzlaşma işleminin sonuca bağlanmasından önce vergi
mahkemelerince incelenemeyeceği; herhangi bir sebeple incelenip karara
bağlanması halinde bu kararın hükümsüz sayılacağı kurala bağlanmıştır. 03.02.1999 tarih ve
23600 sayılı Resmi Gazetede Yayımlanan Uzlaşma Yönetmeliğinin 10'uncu maddesinde
ise sekreteryanın, uzlaşma isteminin usulüne uygun şekilde ve müddeti içinde
yapılıp yapılmadığını, komisyonun yetkisi içinde bulunup bulunmadığını
inceleyeceği, usule uygun şekilde yapılmadığını veya uzlaşma komisyonunun
yetkisi dışında bulunduğunu tespit ederse talebi reddedeceği
düzenlenmiştir.
Ek 7'inci maddede belirtilen onbeş günlük süre; otuz gün olan dava açma
süresinde uzlaşma yoluna başvurmakla birlikte dava açmayanlara, uzlaşmaya
varılamaması halinde dava açma süresi geçmiş olması durumunda dava açma imkanı
tanıyan ek süre olup; uzlaşma komisyonunun yetkisine girmemesi nedeniyle
komisyonca görüşülmeksizin reddedilen uzlaşma istemlerinin konusunu oluşturan ve dava
açma süresi geçirilen tarhiyat veya cezaların yetkili vergi mahkemesi nezdinde
davaya konu yapılabilmesini kapsamamaktadır.
Davacı şirketin, yasal süresinde davaya konu yapmadığı ancak uzlaşmaya
başvurduğu vergi ziyaı cezalarının Vergi Usul Kanunun 359'uncu maddesinde yazılı
fiillerin tespiti üzerine 344'üncü maddesinin üçüncü fıkrasına göre kesilmiş
olması karşısında, söz konusu ceza ve üzerinden ceza kesilen vergilerin aynı
Kanunun Ek1'inci maddesi uyarınca uzlaşma konusuna girmediği tartışmasızdır. Bu
nedenle 30 günlük dava açma süresi içinde ve en son 13.09.2004 tarihine kadar
açılması gereken davanın; Ek 7'nci maddede öngörülen onbeş günlük ek süre
dikkate alınarak süresinde açıldığı kabul edilmek suretiyle esası hakkında karar
verilmesi hukuka aykırı bulunmuştur.
Açıklanan nedenlerle Malatya Vergi Mahkemesinin 09.03.2005 gün ve
E:2004/322, K:2005/108 sayılı kararının bozulmasına, 492 sayılı Harçlar
Kanununun 13'üncü maddesinin (j) bendi parantez içi hükmü uyarınca alınması
gereken harç dahil olmak üzere yargılama giderlerinin yeniden verilecek kararda
karşılanması gerektiğine, 22.11.2006 gününde oybirliğiyle karar
verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Üçüncü
Daire
Esas No : 2006/1160
Karar
No :
2006/2911
Özeti
: Vergi
Usul Kanununun 3'üncü maddesinin (B) bendindeki yazılı kural, iş müfettişi
tarafından saptanan hususların, davacının istihdam ettiği işçilere ödenen ücret
ve ücret sayılan ödemelerin kanıtı olarak kabulünü gerektirdiğinden, takdir
komisyonu kararının iş müfettişi raporuna dayanması neden gösterilerek, işçilere
ikramiye ödenip ödenmediği yönünde iş müfettişi raporu ve ekleri incelenmeden
gelir (stopaj) vergisi tarhiyatının kaldırılması yolunda karar verilmesinin
hukuka uygun bulunmadığı hakkında.
Temyiz Eden : Gazikent Vergi
Dairesi Müdürlüğü
Karşı Taraf :
… Tekstil Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.
İstemin Özeti : Davacı şirketin
nezdinde çalıştırdığı işçilere yılda dört kez net aylık tutarında ödenen
ikramiyeleri beyan etmediği görüşüyle adına Eylül 2001 dönemi için re'sen
salınan vergi ziyaı cezalı gelir (stopaj) vergisini; iş mevzuatı yönünden
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı iş müfettişi tarafından 10.5.2004 tarihinde
yapılan genel nitelikli inceleme sonucu davalı idareye işçilere ikramiye
ödendiği hususunu bildiren yazı ve ekindeki işçi ücret listesi esas alınarak
re'sen tarhiyat yapıldığının anlaşıldığı, vergi incelemesi yapmaya yetkili
olmayan iş müfettişince düzenlenen rapora dayanılarak ve davalı idarece veya
vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlar tarafından herhangi bir araştırma
yapılmaksızın ikramiyeler üzerinden tevkifat yapılmadığı sonucuna
ulaşılamayacağı gibi ortalama 200 kişinin istihdam edildiği iş yerinde sadece 5
işçiden alınan ifadenin tüm çalışanlara teşmil edilemeyeceği gerekçesiyle
kaldıran Gaziantep Vergi Mahkemesinin 26.10.2005 gün ve E:2005/138, K:2005/942
sayılı kararının; iş müfettişi tarafından, yapılan ikramiye ödemelerinin şirket
çalışanları nezdinde tutanağa bağlanarak ifadelerinin alınması ve bu ödemelerin
ücret bordrolarında gösterilmemesi karşısında takdir komisyonu kararına
dayanılarak salınan vergi ve kesilen cezada yasaya aykırılık bulunmadığı ileri
sürülerek bozulması istenmiştir.
Savunmanın Özeti :
Temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmuştur.
Tetkik Hakimi
: Pelin
Akça
Düşüncesi
: Temyiz
dilekçesinde ileri sürülen iddialar Vergi Mahkemesi kararının bozulmasını
sağlayacak durumda bulunmadığından, temyiz isteminin reddi gerektiği
düşünülmektedir.
Savcı
: Ahmet Alaybeyoğlu
Düşüncesi
: İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun
49'uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Üçüncü Dairesince işin gereği görüşülüp
düşünüldü:
Vergi Usul Kanununun, vergi kanunlarının uygulanması ve ispatı düzenleyen
3'üncü maddesinin (B) bendinde; vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya
ilişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin esas olduğu ve yemin hariç her türlü
delille ispatlanabileceği, kurala bağlanmıştır. Aynı Kanunun 74'üncü maddesinin
a-1 bendinde, yetkili makamlar tarafından istenilen matrah ve servet
takdirlerini yapmak takdir komisyonunun görevleri arasında sayılmış, 75'inci
maddenin birinci fıkrasında, takdir komisyonunun 74'üncü maddedeki görevleri
dolayısıyla bu Kanunda yazılı inceleme yetkisini haiz olduğu kabul
edilmiştir.
Dava konusu vergilendirmenin, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş
Müfettişliği tarafından davacı şirketin iş yerinde 10.5.2004 tarihinde yapılan
inceleme teftişi sırasında,
işçilere 3, 6, 9 ve 12'nci aylarda olmak üzere yılda dört net aylık
tutarında ikramiye ödendiğinin tespit edildiği, ancak bunun ücret bordrolarında
gösterilmediği hususunun 27.5.2004 gün ve 32 sayılı yazıyla Gaziantep
Defterdarlığına bildirilmesi üzerine sözü edilen ikramiyelerin beyan edilmediği
ve tevkifat yapılmadığı saptanarak takdir komisyonunca yazı ekindeki ücret
listesi esas alınarak takdir edilen matrah farkı üzerinden yapıldığı
anlaşılmaktadır.
Yukarıda belirtilen kanun hükümleri uyarınca iş müfettişi tarafından
tespit edilen verilerin done alınarak düzenlendiği anlaşılan takdir komisyonu
kararının iş müfettişince düzenlenen rapora dayanması neden gösterilerek verilen
karar hukuka uygun düşmemiştir,
Vergi Usul Kanununun 3'üncü maddesinin (B) bendindeki yazılı kural, iş
müfettişi tarafından saptanan hususların, davacı şirketin istihdam ettiği
işçilere ödenen ücret ve ücret sayılan ödemelerin kanıtı olarak kabulünü
gerektirmektedir.Bu nedenle vergi mahkemesince, takdire done alınan tespitlere
ilişkin iş müfettişi raporu ve ekleri, ifade tutanakları ve diğer bilgi ve
belgeler getirtilerek işçilere ikramiye ödenip ödenmediği yönünden inceleme
yapılması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken bu yolda bir inceleme
yapılmaksızın karar verilmesinde hukuka uygunluk
görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulüyle Gaziantep Vergi
Mahkemesinin 26.10.2005 gün ve E:2005/138, K:2005/942 sayılı kararının
bozulmasına, 492 sayılı Harçlar Kanununun 13'üncü maddesinin (j) bendi parantez
içi hükmü uyarınca alınması gereken harç dahil olmak üzere yargılama
giderlerinin yeniden verilecek kararda karşılanması gerektiğine 14.11.2006
gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGILAMA
USULÜ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Üçüncü
Daire
Esas No : 2006/1488
Karar
No : 2006/2447
Özeti
: Vergi
Usul Kanunu ile vergi ödevlerinin
yerine getirilmesine ilişkin süreleri keseceği öngörülen mücbir sebep
hallerinin vergi mahkemesinde dava açma süresini etkilemeyeceği
hakkında.
Temyiz Eden :
…
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf :
Vergi Dairesi Müdürlüğü
İstemin Özeti : Davacı adına düzenlenen
31.10.2005 gün ve 2005/32 takip numaralı ödeme emrine karşı açılan davayı; 6183
sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 58'inci maddesinde ödeme
emrine karşı tebliğ tarihinden itibaren (7) gün içinde dava açılabileceği
kuralına yer verildiği, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun "Sürelerle
İlgili Genel Esaslar" başlıklı 8'inci ve devamı maddelerinde dava açma
sürelerini durduran ve kesen sebepler arasında mücbir sebep sayılan hallere yer
verilmemekle beraber, hak arama özgürlüğünün kullanılması bakımından kişinin
iradesi dışında gelişen afet, savaş, ağır hastalık durumlarının mücbir sebep
sayılabilecek nitelikte olduğunun Danıştay kararlarıyla benimsendiği, dava
dilekçesine ekli sağlık raporundan dava açma hakkının kullanılmasını olanaksız
kılan ağır bir hastalık hali bulunmadığı anlaşılan davacıya 21.11.2005 tarihinde
tebliğ edilen ödeme emrine karşı, Yasada öngörülen (7) günlük süre geçirildikten
sonra 2.12.2005 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle
reddeden Adana 2. Vergi
Mahkemesinin 8.12.2005 gün ve E:2005/1056, K:2005/1045 sayılı kararının; sağlık
raporunun içeriği ve hastalığın önemi hakkında mahkemece değerlendirme
yapılamayacağı ileri sürülerek bozulması istenmiştir.
Savunmanın Özeti : Temyiz
isteminin reddi gerektiği savunulmuştur.
Tetkik Hakimi : Birgül
Öğülmüş
Düşüncesi
: Temyiz isteminin reddi gerektiği
düşünülmektedir.
Savcı
: Nurten Karaçay
Düşüncesi
: Dava başvurusu bir vergi ödevinin yerine getirilmesi olarak
nitelendirilemeyeceğinden, Mahkemece davanın süre aşımından reddinde hukuka
aykırılık bulunmadığından temyiz isteminin reddinin uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Üçüncü Dairesince işin gereği görüşülüp
düşünüldü:
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 14'üncü maddesinin 3'üncü
fıkrasının (e) bendinde dava dilekçelerinin, süre aşımı noktasından da
incelenmesi ve 4'üncü fıkrasında, bu konuda kanuna aykırılık görülürse 15'inci
maddenin uygulanması öngörüldükten sonra 6'ncı fıkrasında; aynı durumun ilk
incelemeden sonra saptanması halinde de davanın her safhasında 15'inci maddenin
uygulanması gerektiği ve Yasanın 15'inci maddesinin 1'inci fıkrasının (b)
bendinde; süre aşımı bulunan hallerde davanın reddine karar verilmesi kurala
bağlandığından, idari yargılama hukukumuzda dava açma süresi hak düşürücü süre
niteliği taşıyan ve kamu düzeniyle ilgili bir durum kabul edilmiştir. Bu
nedenle, dava açma süresi; sürenin ne şekilde işlemeye başlayacağı, duracağı,
uzayacağı veya kesileceği İdari Yargılama Usulü Kanununun 7, 8, 9, 10 ve 11'inci
maddelerinde düzenlenmiştir.
Özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde vergi mahkemesinde
dava açma süresinin otuz gün olduğunu düzenleyen 7'nci maddenin 1'inci
fıkrasında bu sürenin uzunluğu yönünden başka yasalara yapılan gönderme dışında
dava açma süresini başlatan, durduran, uzatan veya kesen bütün sebeplere sadece
2577 sayılı Yasanın yukarıda değinilen kurallarında yer verilmiştir. Hukukumuzda
zorlayıcı nedenler olarak bilinen; doğal afet, savaş, gaiplik, ağır hastalık
gibi haller, 2577 sayılı Yasanın sözü edilen kurallarında dava açma süresini
durduran, uzatan veya kesen durumlar olarak kabul edilmemiştir. Her ne kadar
aynı Yasanın 31'inci maddesinin ikinci fıkrasında, vergi uyuşmazlıklarının
çözümünde Vergi Usul Kanununun
ilgili hükümlerinin uygulanmasını öngören bir gönderme bulunmaktaysa da gönderme
yapan kuralda; 2577 sayılı Yasa hükümleri saklı tutulmakla, İdari Yargılama
Usulü Kanununda düzenlenen konularda gönderme yapılan Vergi Usul Kanunu
hükümlerinin uygulanmasına olanak tanınmadığı gibi, Vergi Usul Kanununun
379-412'nci maddeleri de 2577 sayılı Yasanın 63'üncü maddesiyle yürürlükten
kaldırıldığından, 31'inci maddenin 2'nci fıkrasında yapılan gönderme uyarınca
vergi uyuşmazlıklarının çözümünde uygulanması gereken Vergi Usul Kanununun
ilgili hükümleri, 377, 378 ve mükerrer 378'inci maddelerdir. Vergi Usul
Kanununun değinilen kuralları; dava açma süresi, bu sürenin başlangıcı, durması,
uzaması veya kesilmesine ilişkin bir düzenleme içermediği gibi zorlayıcı
nedenler Vergi Usul Kanununda sadece vergi ödevlerinin zamanında yerine
getirilmesini önleyen ve bu ödevlerle ilgili süreleri durduran durumlardan kabul
edilmiştir.
Yargı yoluna başvurma, hak arama özgürlüğünün kullanılması olup, maddi
vergi hukukunun vergi yükümlülerine yüklediği vergi ödevlerinin yerine
getirilmesiyle ilgisinin bulunmaması karşısında ve yukarıda değinilen
düzenlemeler gereğince ağır hastalık hali vergi mahkemesinde dava açma süresine
etkili bir durum oluşturmadığından, 2577 sayılı Yasanın 7'nci maddesinde yapılan
göndermeden dolayı uygulanması gereken 6183 sayılı Yasanın 58'inci maddesiyle
öngörülen yedi gün olan dava açma süresinde açılmayan davanın süre aşımı
noktasından reddi yolundaki kararda sonucu itibarıyla hukuka aykırılık
görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin reddine, davacıdan, 492 sayılı
Harçlar Kanununa bağlı (3) sayılı Tarife uyarınca 25,10 YTL maktu harç
alınmasına 5.10.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.
DÖRDÜNCÜ
DAİRE KARARLARI
GELİR
VERGİSİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Dördüncü
Daire
Esas No : 2005/995
Karar
No :
2006/2155
Özeti
: Kiralanmış
mevcut bir bina için özel maliyet bedeli kapsamındaki harcamaların yatırım
indirimi istisnasından yararlanamayacağına ilişkin 32 No'lu Gelir Vergisi
Sirkülerinin kanuna aykırı olduğu hakkında.
Davacı
: … Anonim Şirketi
Vekili
: Av…. - Av. …
Davalılar
: 1-Maliye Bakanlığı
2-Mecidiyeköy
Vergi Dairesi Müdürlüğü
İstemin Özeti : Maliye Bakanlığının 15.3.2005
tarih ve 32 nolu Gelir Vergisi Sirkülerinin "Yatırım indirimi kapsamı dışındaki
binalar" başlıklı (3.3) bölümünde yer alan,"özel maliyet niteliğindeki
harcamalardan sirkülerin 2. bölümündeki koşullara uymakla birlikte, kiralanmış
mevcut bir bina için Vergi Usul Kanununun 272 nci maddesi kapsamında yapılan
harcamalar." ifadesinin, Gelir Vergisi Kanununun 19 uncu maddesinin 4üncü
fıkrasına aykırı olduğu ileri
sürülerek iptali ve bu düzenleme nedeniyle ihtirazi kayıtla verilen 2004 yılı
kurumlar vergisi beyannamesinde bildirilen matrah üzerinden tahakkuk eden verginin kaldırılması
istemidir.
Maliye Bakanlığı'nın Savunması
: Kiralanan mevcut binalar için yapılan harcamaların yatırım indirimine tabi
olmadığı, dolayısıyla, yapılan düzenlemede Kanuna aykırılık bulunmadığı için,
davanın reddi gerektiği savunulmuştur.
Mecidiyeköy Vergi Dairesi
Müdürlüğü'nün Savunması : Dava konusu düzenlemeye dayalı olarak yapılan
tahakkukta hukuka aykırılık bulunmadığından davanın reddi gerektiği
savunulmuştur.
Tetkik Hakimi Mustafa Bahtiyar'ın
Düşüncesi : 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun 19 uncu maddesinin 4
numaralı fıkrasında 5228 sayılı Kanunla yapılan değişiklik ile, ekonomik ömrü 5
yıldan daha uzun olan özel maliyet bedellerinin yatırım indirimi istisnasından
yararlanmasına olanak tanınmıştır. Vergi Usul Kanunu'nun 272 nci maddesinin 3
üncü fıkrasında özel maliyet bedeli tanımlanmış olup, tüm gayrimenkullerin bu
kapsama girdiği belirtilmiştir. Dolayısıyla, kira ile tutulan gayrimenkullerde,
kiracı tarafından gayrimenkulü genişletmek veya iktisadi kıymetini devamlı
olarak artırmak maksadıyla yapılan giderlerin,ekonomik ömrünün 5 yıldan fazla
olması şartıyla yatırım indirimi istisnası kapsamına girdiği anlaşıldığından,
Kanuna aykırı olarak, binaların kapsam dışı olduğu yolundaki düzenlemenin iptali
ile bu düzenleme esas alınarak yapılan tahakkukun kaldırılması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı A.Kemal
Terlemezoğlu'nun Düşüncesi :
Dava, yükümlü kurum tarafından ihtirazi kayıtla verilen 2004 dönemi
kurumlar vergisi beyannamesi üzerine düzenlenen 2.5.2005 gün ve 2005 0502 1950
20000 320 sayılı tahakkuk fişinin iptali ve fazla tahakkuk ettirilen kurumlar
vergisinin 908.280 YTL lık kısmının iadesi ile 32 No'lu Gelir Vergisi
Sirkülerinin 3.3 bölümünde yer alan "Özel maliyet bedeli niteliğindeki
harcamalardan sirkülerin 2. bölümündeki koşullara, uymakla birlikte, kiralanmış
mevcut bir bina için Vergi Usul Kanunu'nun 272 maddesi kapsamında yapılan
harcamalar" hükmünün Gelir Vergisi Kanununun 19. maddesinin 4. bendine
aykırılığı nedeniyle iptali istemine ilişkin
bulunmaktadır.
5228 sayılı Kanun ile Gelir Vergisi Kanununun 19. maddesinin 4 numaralı
fıkrasının üçüncü bendinde Gayri maddi haklar ibaresi, gayri maddi haklar ile
ekenomik ömrü 5 yıldan daha kısa olan özel maliyet bedelleri şeklinde
değiştirilmek suretiyle yatırım
indirimi istisnası yeniden düzenlenmiş, yatırım indirimi istisnasına konu
olmayacak amortismana tabi iktisadi kıymetlerle ilgili belirleme ve düzenlemeler
yer almıştır.
Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye Maliye
Bakanlığının yetkili olduğu belirtilmiştir. Bu yetkiye istinaden Maliye
Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğünce yayımlanan 32 No'lu Gelir Vergisi
Sirkülerinde yatırım indirimi uygulama esasları ile ilgili açıklamalar
yapılmıştır.
Danıştayın ilk derece mahkemesi sıfatıyla bakabileceği davalar, 2575
sayılı Danıştay Kanununun 24'üncü maddesinin 1'inci fıkrasında gösterilmiştir.
Bu fıkranın, davayı ilgilendiren
(c) bendinde, bakanlıkların düzenleyici işlemleri ile kamu kuruluşları veya kamu
kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınca çıkarılan ve ülke çapında uygulanacak
düzenleyici işlemlere karşı açılacak iptal ve tam yargı davaları bunlar arasında
sayılmıştır.
Görüldüğü üzere, anılan bent uyarınca bir idari davanın ilk derece
mahkemesi sıfatıyla Danıştay'da görülebilmesinin ilk koşulu idari davaya konu
edilen idari işlemin düzenleyici nitelikte olmasıdır. İdare Hukukunda
düzenleyici işlem, idarenin aynı durumda olan idare edilenler için bağlayıcı
soyut hukuk kuralı koyan, yani normatif nitelikte olan tek yanlı tasarruflarına
verilen addır. Bu nitelikte olmayan, daha önce yürürlüğe konulan üst hukuk
normunu yineleyen veya bu üst hukuk normunun nasıl anlaşılması gerektiği
konusunda alt idari birimlere ya da idare edilenlere açıklamalar getiren idari
tasarruflar, Hukuk Düzeninde herhangi bir değişiklik oluşturmayacaklarından,
idare edilenler yönünden bağlayıcı, dolayısıyla da düzenleyici değildirler.
İdarenin bu nitelikteki bir işleminin idari yargı denetimine tabi tutulması, bu
denetimin varlık nedenine uygun düşmez.
Davada iptali istenilen sirküler, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun
413'üncü maddesinin 4962 sayılı Kanunun 17'nci maddesi ile değişik ikinci
fıkrasının Maliye Bakanlığına vermiş olduğu yetki uyarınca yayımlanmıştır.
Anılan maddenin ilk fıkrası, mükelleflerin, Maliye Bakanlığından veya Maliye
Bakanlığının bu hususta yetkili kıldığı makamlardan vergi durumları ve vergi
uygulaması bakımından müphem ve tereddüdü mucip gördükleri hususlar hakkında
izahat isteyebilecekleri; Maliye Bakanlığına yetki veren ikinci fıkrası da,
yetkili makamların izahat isteğini, yazı ile veya sirkülerle cevaplamak
mecburiyetinde oldukları düzenlemesini içermektedir.
Bu iki fıkra hükmünün birlikte değerlendirilmesinden anlaşılacağı üzere;
Maliye Bakanlığına sirküler yayımlama konusunda verilen yetkinin amacı,
mükelleflerin, vergi durumları ve vergi uygulaması bakımından müphem ve
duraksama yaratan hususlarda istemiş oldukları izahatın (açıklamanın), her
mükellefe ayrı yazı ile verilmesi yerine; aynı durumda bulunan tüm mükelleflere,
aynı anda ve tek işlemle duyurulmasının sağlanmasıdır. Açıklama (izahat) ise,
bir yasa hükmünden ne anlaşılması ve yasa hükmünün nasıl uygulanması gerektiği
konusundaki Maliye Bakanlığının görüşüdür. İçerdiği açıklamanın özelliği
sebebiyle, kural koyucu nitelik taşımayan sirkülerin, Hukuk Düzeninde herhangi
bir değişiklik oluşturmasına olanak bulunmamaktadır.
Bu nedenlerle, ortada, düzenleyici nitelikte bir idari işlem
bulunmadığından; davanın, 2577 sayılı Kanunun 15'inci maddesinin 1'inci
fıkrasının (b) bendi uyarınca
incelenmeksizin reddi gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Dördüncü Dairesince gereği
görüşüldü:
Dava, 32 nolu Gelir Vergisi Sirkülerinin "Yatırım İndirimi İstisnası
Kapsamı Dışındaki Binalar" başlıklı (3.3) bölümünde yer alan," özel maliyet
bedeli niteliğindeki harcamalardan, sirkülerin 2. bölümündeki koşullara uymakla
birlikte, kiralanmış mevcut bir bina için Vergi Usul Kanununun 272 nci maddesi
kapsamında yapılan harcamalar." şeklindeki düzenlemenin iptali ile bu düzenleme
esas alınarak ihtirazi kayıtla verilen 2004 yılı kurumlar vergisi beyannamesinde
bildirilen matrah üzerinden
tahakkuk eden verginin kaldırılması istemiyle
açılmıştır.
193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun 5479 sayılı Kanunun 2 nci maddesiyle
1.1.2006 dan itibaren yürürlükten kaldırılan "Ticari ve zirai kazançlarda
yatırım indirimi istisnası" başlıklı 19 uncu maddesinin, yatırım indirimi
istisnası hesaplanmayacak iktisadi kıymetleri belirleyen 4 numaralı bendinin,
5228 sayılı Kanunun 59/3-a maddesiyle değişik üçüncü fıkrasında "gayri maddi
haklar ile, ekonomik ömrü 5 yıldan daha kısa olan özel maliyet bedelleri
(Yatırım indiriminden yararlanan iktisadi kıymetlerin kullanılabilmesi için gerekli olan
bilgisayar proğramları hariç) " ibaresi yer almaktadır. Bu hükümle ekonomik ömrü
5 yıldan daha uzun olan özel maliyet bedelleri de yatırım indirimi istisnası
kapsamına alınmıştır. Nitekim, değişikliğe ilişkin gerekçede, 193 sayılı Kanunun
19 uncu maddesinin (4) numaralı fıkrasında yer alan "gayri maddi haklar"
ibaresinin, kullanım ömrü belirli bir süreyi aşan özel maliyet bedellerinin
yatırım indiriminden yararlanabileceğine açıklık kazandırmak amacıyla
değiştirildiği açıklanmıştır.
213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 269 uncu maddesinde, iktisadi
işletmelere dahil bilumum gayrimenkullerin maliyet bedeli ile değerleneceği
belirtilmiş olup, Kanunun 262 nci maddesinde maliyet bedeli tanımlanmış, 270
inci maddesinde ise gayrimenkullerin maliyet bedeline giren unsurlar
açıklanmıştır. Aynı Kanunun "Gayrimenkullerde veya elektrik üretim ve dağıtım
varlıklarında maliyet bedelinin artması" başlıklı 272 nci maddesinde, "Normal
bakım, tamir ve temizleme giderleri dışında, gayrimenkulü veya elektrik üretim
ve dağıtım varlıklarını genişletmek
veya iktisadi kıymetini devamlı olarak artırmak maksadıyla yapılan giderler,
gayrimenkulün veya elektrik üretim ve dağıtım varlıklarının maliyet bedeline
eklenir. (Bir geminin, iktisap tarihindeki süratini fazlalaştırmak, yolcu ve
eşya yükleme ve barındırma tertibatını genişletmek veya değiştirmek suretiyle
iktisadi kıymetini devamlı olarak artıran giderlerle bir motorlu kara nakil
vasıtasının kasa veya motorunun yenisi ile değiştirilmesi veya alımında mevcut
olmayan yeni bir tertibatın eklenmesi için yapılan giderler maliyet bedeline
eklenmesi gereken giderlerdendir.) Gayrimenkul kira ile tutulmuş ise veya
elektrik üretim ve dağıtım varlıklarının işletme hakkı verilmiş ise, kiracı veya
işletme hakkına sahip tüzel kişi tarafından yapılan bir ve ikinci fıkralardaki
giderler bunların özel maliyet bedeli olarak ayrıca değerlenir. Kiracının veya
işletme hakkına sahip tüzel kişinin faaliyetini icra için vücuda getirdiği
tesisata ait giderler de bu hükümdedir. Gayrimenkuller veya elektrik üretim veya
dağıtım varlıkları için yapılan giderler hem tamir, hem de kıymet artırma
giderlerinden terekküp ettiği takirde, mükellef bu giderlerden maliyet bedeline
eklenecek kısmı ayrı göstermek meburiyetindedir." denilmektedir. Kanunun "özel
maliyet bedellerinin itfası" başlıklı 327 inci maddesinde ise, gayrimenkullerin, elektrik üretim ve
dağıtım varlıklarının ve gemilerin iktisisadi kıymetlerini artıran ve 272 nci
maddede yazılı özel maliyet bedellerinin, kira süresine göre eşit yüzdelerle
itfa edileceği, kira süresi dolmadan, kiralanan veya işletme hakkı alınan şeyin
boşaltılması veya işletme hakkının herhangi bir sebepten sona ermisi halinde
henüz itfa edilmemiş olan giderlerin, boşaltma veya hakkın sona erdiği yılda bir
defada gider yazılacağı belirtilmektedir.
Anılan düzenlemelerin birlikte incelenmesinden, bir gayrimenkulün
iktisadi kıymetini artırmak maksadıyla sahipleri tarafından yapılan harcamaların
maliyet bedeline ekleneceği, bu harcamaların gayrimenkulü kira ile tutanlar
tarafından yapılması halinde ise doğrudan gider yazılmayıp, "özel maliyet
bedeli" olarak değerleneceği ve kira süresi esas alınmak suretiyle itfa
edileceği, 5228 sayılı Kanunla yapılan değişiklik sonrası ise, ekonomik ömrü 5
yıldan daha uzun olan özel maliyet bedellerinin, yatırım indirimi istisnasından
yararlanabileceği anlaşılmaktadır.
Dava konusu sirkülerde, kiralanmış mevcut bir bina için özel maliyet
bedeli kapsamında yapılan harcamaların yatırım indiriminden yararlanamayacağı
belirtilmiştir. Buna gerekçe olarak ta, Gelir Vergisi Kanunu'nun 19 uncu
maddesinin 4 numaralı fıkrasına göre sadece mal ve hizmet üretimi için yeni inşa
edilen binalara yapılan harcamaların istisna kapsamında olduğu, 5228 sayılı Yasa
ile Gelir Vergisi Kanununun 19 ncu maddesinin 4 numaralı bendinde yapılan
değişikliğin kiralanan arsaların üzerine yeni inşa edilen binaları kapsadığı ileri sürülmekte ise de, Vergi
Usul Kanununun 272 nci maddesinde adı geçen "özel maliyet bedeli" kiralanan tüm
gayrimenkuller için geçerli olan bir tanımdır. Ne bu maddede, ne de 5228 sayılı
Kanunla getirilen değişiklikte gayrimenkulün nevi, yani arsa ya da bina
oluşu konusunda bir ayrım ya da
sınırlama bulunmamaktadır.
Bu durumda, kiralanmış
mevcut bir binaya ilişkin olup, 5 yıldan daha uzun ekonomik ömürlü özel maliyet bedellerinin yatırım
indiriminden yararlanmasına yasal bir engel bulunmadığından, dava konusu
düzenlemenin kanuna aykırı olduğu sonucuna varılmaktadır. Dolayısıyla, bu
düzenleme esas alınarak yapılan tahakkukta da hukuka uyarlık
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davanın kabulüne, dava konusu edilen düzenlemenin
iptali ile bu düzenlemeye dayanılarak tahakkuk ettirilen verginin
kaldırılmasına, aşağıda dökümü yapılan yargılama giderlerinin davalı idarelerden
alınıp davacıya verilmesine, davacı vekili için Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi
uyarınca takdir edilen 400- YTL avukatlık ücretinin davalı idarelerden alınıp,
davacıya verilmesine, artan posta ücretinin isteği halinde davacıya iadesine,
9.11.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.
KAMU
ALACAKLARININ TAHSİLİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Dördüncü
Daire
Esas No : 2005/836
Karar
No :
2006/1453
Özeti
: Vergi
borçlusu şirket hakkındaki ihtiyati haciz kararı kaldırıldığından, bu şirketin
kanuni temsilcisi sıfatıyla davacı adına alınan ihtiyati haciz kararının da
yasal dayanağının bulunmadığı hakkında.
Temyiz Eden :
…
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf
: Boğaziçi Kurumlar Vergi Dairesi
Başkanlığı
İstemin Özeti : … …
Telekomünikasyon Hizmetleri Anonim Şirketinin 1998 ila 2003 yıllarına ilişkin
vergi borcu nedeniyle, kanuni temsilci sıfatıyla davacı hakkında ihtiyati haciz
kararı alınmıştır. İstanbul 2. Vergi Mahkemesinin 8.2.2005 günlü ve E:2004/1020,
K:2005/150 sayılı kararıyla; 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü
Hakkında Kanunun 13 üncü maddesinde ihtiyati haciz sebeplerinin sayıldığı, vergi
borcu bulunan şirketin hissedarları ve yönetimdeki bazı kişilerin yurt dışına
kaçması, gösterilen teminatın borcu karşılamaması, hileli yollara sapma ve
malların kaçırılması ihtimaline karşı, kamu alacağının güvenceye bağlanması
amacıyla kanuni temsilci sıfatıyla davacı adına ihtiyati haciz kararı
alınmasında yasaya aykırılık bulunmadığı, ayrıca borçlu şirket hakkındaki
ihtiyati haciz kararı Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun şirket yönetimine el
koyması nedeniyle kaldırılmış ise de, kanuni temsilci hakkındaki ihtiyati haciz
kararının geçici önlem olarak uygulandığı, zira borcun şirketten tahsil
edilememe durumunda, ilgili dönemde kanuni temsilci olan davacının mal
varlığıyla sorumlu olacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı, şirket borçlarının 4811 sayılı Kanun kapsamında taksitlendirilerek
ödendiği, ihtiyati hacizle ilgili koşulların oluşmadığını, kararın hukuka aykırı
olduğunu ileri sürerek bozulmasını istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Yasal
dayanaktan yoksun bulunan temyiz isteminin reddi gerektiği
savunulmuştur.
Tetkik Hakimi Erkan Kunduracı'nın
Düşüncesi : 6183 sayılı Kanunun 13 üncü maddesinde, teminat istenmesini
gerektiren hallerin varlığı ve borçlunun kaçması veya malları kaçırması, hileli
yollara sapma olasılığı nedeniyle kamu alacağının güvenceye alınması için
ihtiyati haciz kararı alınabileceği belirtilmiş, dosyanın incelenmesinden davacı
adına kanuni temsilci sıfatıyla telsim Anonim şirketinin borçları nedeniyle
ihtiyati haciz kararı alınarak teminat istendiği ve ihtiyati haciz kararına
karşı açılan davanın işlemin yasaya uygunluğu gerekçesiyle reddedildiği
anlaşılmış, olup, Telsim Anonim Şirketinin hakkında alınan ihtiyati haciz
kararının da şirketin yönetim ve denetimine T.M.S.F. nunca el konulması
nedeniyle borcun bir kısmının 4811 sayılı Kanun kapsamında ödendiğinden asıl
borçlu hakkında, alınan ihtiyati haciz kararının kaldırılmış olması karşısında
davacı adına alınan ihtiyati haciz kararının dayanağı kalkmış olduğundan işlemin
iptali gerekçesiyle kararın bozulması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı A.Kemal
Terlemezoğlu'nun Düşüncesi : Uyuşmazlıkta, borçlu Telsim Mobil
Telekomünikasyon Hizmetleri Anonim Şirketinin paydaşı olan Rumeli Telefon
Sistemleri Anonim Şirketini temsilci sıfatıyla yönetim kurulu üyesi olan yükümlü
adına yapılan ihtiyatı haciz işleminin iptali istemiyle açılan davayı reddeden
İstanbul 2.Vergi Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması
istenilmektedir.
6183 sayılı Kanunun 9.maddesinde hangi hallerde teminat istenebileceği
açıklandıktan sonra 13 üncü maddenin birinci bendi ile de 9 uncu madde gereğince
teminat istenilmesini mucip haller mevcut olduğu takdirde ihtiyati haczin
uygulanabileceği açıklanmıştır.
Yine aynı Kanunun 16.maddesinde yer alan hüküm gereğince de, teminat
gösterildiği takdirde ihtiyati haczin, haczi koyan merci tarafından
kaldırılabileceği öngörülmüştür.
Öte yandan Türk Ticaret Kanunu'nun 312.maddesinde, idare meclisinin pay
sahibi ortaklardan teşekkül edeceği ve pay sahibi tüzel kişinin idare meclisinde
ancak hakiki şahıslarca temsil edilebileceği hükme
bağlanmıştır.
Anonim şirket vergi borcunun ödenmesi yürütme ve yönetimle ilgili bir
hizmettir.
Vergi borcu ödeme görevi temsil ile değil fakat idare ile ilgilidir.
Ödenmeyen vergi borcundan dolayı kanuni temsilci olarak sorumlu tutulmaları
gerekmektedir.
Dosyanın incelenmesinden ise, davacı hakkında usulüne uygun olarak
ihtiyati haciz kararı alındığı
anlaşıldığından vergi dairesince bu haciz kararından dolayı teminat istenilmesi suretiyle tesis
edilen işlemde kanun hükümlerine aykırı bir durum
bulunmamaktadır.
Yazılı şekilde verilen Vergi Mahkemesi kararında isabetsizlik
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, temyiz olunan Vergi Mahkemesi kararının onanmasının
uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Dördüncü Dairesince gereği
görüşüldü:
6183 sayılı Kanunun 9 uncu maddesinde, Vergi Usul Kanununun 344 üncü
maddesi uyarınca vergi ziyaı cezası kesilmesini gerektiren amme alacağının
salınması için gerekli muamelelere başlanmış olduğu takdirde vergi incelemesine
yetkili memurlarca yapılan ilk hesaplara göre belirtilen miktar üzerinden tahsil
dairelerince teminat istenebileceği 13 üncü maddesinde de, teminat istenmesi
gerektiren hallerden herhangi biri bulunduğu takdirde hiç bir müddetle mukayyet
olmaksızın alacaklı amme idaresinin mahalli en büyük memurunun kararıyla, haczin
ne suretle yapılacağına dair olan hükümlere göre ihtiyati haciz kararı
alınabileceği hüküm altına alınmıştır.
Dosyanın incelenmesinden, Telsim Mobil Telekomünikasyon Hizmetleri Anonim
Şirketinin 1998 ila 2003 yıllarına ait vergi borçları nedeniyle hakkında
ihtiyati haciz ve ihtiyati tahakkuk
kararları alındıktan sonra borçlu şirketin gösterdiği teminatın
yetersizliği nedeniyle 2.10.2003 tarihli işlemle davacı hakkında da kanuni
temsilci sıfatıyla ihtiyati haciz kararı alındığı, daha sonra 19.2.2004 tarihli
ve 23 sayılı yazı ile de Telsim Anonim Şirketi hakkındaki ihtiyati haciz
kararının kaldırıldığı anlaşılmıştır.
Kanuni temsilcisi olan davacıya şirket borçlarından dolayı uygulanan
ihtiyati haciz kararından sonra asıl borçlu olan şirket hakkında alınan ihtiyati
haciz kararının kaldırılmasının, asıl borçlu hakkındaki ihtiyati haciz
nedenlerinin kalmadığını gösterdiği, bu durumda Telsim Anonim Şirketinin kanuni
temsilcisi sıfatıyla davacı adına uygulanan ihtiyati haciz işleminin de yasal
dayanağının bulunmadığının kabulü gerekir.
Açıklanan nedenlerle, İstanbul 2. Vergi Mahkemesinin 8.2.2005 günlü ve
E:2004/1020, K:2005/150 sayılı kararının bozulmasına, 28.6.2006 gününde
oyçokluğuyla karar verildi.
K
A R Ş I O
Y
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, temyize konu mahkeme kararının
bozulmasını sağlayacak nitelikte bulunmadığından temyiz isteminin reddi
gerektiği görüşüyle bu karara karşıyım.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Dördüncü
Daire
Esas No : 2006/774
Karar
No :
2006/1888
Özeti
: Alacağın
temliki sözleşmesinin yazılı şekilde yapılmasının yeterli olduğu, ayrıca noter
tasdikine gerek bulunmadığı hakkında.
Temyiz Eden :
Çorlu Vergi Dairesi Müdürlüğü
Karşı Taraf
: … Tekstil Turizm İnşaat Sanayi ve Ticaret Limited
Şirketi
Vekili
: Av. …
İstemin Özeti : … Tekstil
Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketinin vergi borçlarından dolayı, 6183 sayılı Amme
Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 79 uncu maddesi uyarınca davacı
hakkında tesis edilen 14.1.2004 gün ve 331 sayılı, 4.6.2004 gün ve 5858 sayılı
davalı İdare işlemlerinin iptali istemiyle dava açılmıştır. Tekirdağ Vergi
Mahkemesinin 22.12.2004 günlü ve E:2004/207, K:2004/503 sayılı kararıyla; …
Tekstil Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketinin vergi borcu nedeniyle şirket
hakkında haciz kararı alındığı, bu şirketin kiracısı olan davacının kira
ödemelerini davalı İdareye yapması gerektiği, aksi takdirde 6183 sayılı Kanunun
79 uncu maddesi uygulanarak davacının borçlu gibi takip edileceğini bildiren
dava konusu 14.1.2004 gün ve 331 sayılı yazının 27.5.2004 tarihinde davacıya
tebliğ edildiği, davacının da 7 günlük süre içerisinde söz konusu şirketin
kendilerinden kira alacağı veya başka bir hakkının bulunmadığı, zira anılan
şirketin kira alacaklarını 3.5.2004 tarihli temlik sözleşmesi ile başka bir
şirkete temlik ettiğini davalı İdareye bildirdiği, davalı İdarenin talebi
üzerine ibraz edilen temlik sözleşmesinin noter tasdikli olmadığı gerekçesiyle
davacının itirazı kabul edilmeyerek 4.6.2004 günlü ve 5858 sayılı yazı ile
anılan Kanunun 79 uncu maddesi uyarınca vergi borçlusu şirketin davacıdan olan
hak ve alacaklarının 7 gün içinde davalı İdareye ödenmesi, ödenmediği takdirde
davacının borçlu gibi takip edileceğinin tebliğ edildiği, davalı İdarenin temlik
sözleşmesinin varlığını kabul etmesine karşın bu sözleşmenin noter tasdikli
olmaması nedeniyle "güven duygusu oluşturmadığından" sözedilerek geçersiz
sayıldığının anlaşıldığı, ancak Borçlar Kanununun alacağın temlikine ilişkin 162
ve 163 üncü maddesinde temlikin geçerli olabilmesi için sözleşmenin yazılı
şekilde yapılmasının gerekli ve yeterli görüldüğü, ayrıca noter tasdikli olması
gerektiği yolunda bir düzenlemeye yer verilmediği, bu nedenle dava konusu
işlemlerin yasaya uygun olmadığı, öte yandan davacının işyerini vergi borcu
bulunan adı geçen şirketten kiraladığı hususunun tespitine ilişkin 13.1.2004 günlü yoklama tutanağı
nedeniyle, davacı şirketin ileride İdarenin böyle bir talebinin olabileceğini
bilmesi gerektiği yolundaki
iddialarının da 14.1.2004 günlü yazının tebliğ tarihi ile alacağın temliki
sözleşmesinin tarihi dikkate alındığında yerinde görülmediği gerekçesiyle dava
konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Davalı İdare, tesis edilen işlemin
yasaya uygun olduğunu ileri sürerek kararın bozulmasını
istemektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma
verilmemiştir.
Tetkik Hakimi Mehmet Sönmez'in
Düşüncesi : Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, temyize konu mahkeme
kararının bozulmasını sağlayacak nitelikte bulunmadığından temyiz isteminin
reddi gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Eren Sonbay'ın
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince
verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen
nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Dördüncü Dairesince gereği
görüşüldü:
Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, bozulması istenilen kararın
dayandığı gerekçeler karşısında, yerinde ve kararın bozulmasını sağlayacak
durumda görülmemiştir.
Bu nedenle, temyiz isteminin reddine, Tekirdağ Vergi Mahkemesinin
22.12.2004 günlü ve E:2004/207, K:2004/503 sayılı kararının onanmasına
12.10.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.
KATMA
DEĞER VERGİSİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Dördüncü
Daire
Esas No : 2006/596
Karar
No :
2006/1885
Özeti
: Davacı
tarafından, yapılan üretim sonucu oluşan firelerin ve ambalaj malzemelerinin
hurda işiyle uğraşanlara satışının katma değer vergisinden istisna olduğundan,
bunlara ilişkin alış faturalarında gösterilen veya bunların maliyeti içinde yer
alan katma değer vergisinin indirim konusu yapılmasında yasaya uyarlık
görülmediği hakkında.
Temyiz Eden :
Çubuk Vergi Dairesi Müdürlüğü
Karşı Taraf
: … Türkiye Anonim Şirketi
Vekili :
Av. …
İstemin Özeti : Üretim
faaliyeti sonucu oluşan üretim firelerinin ve ambalaj malzemelerinin hurda
işiyle uğraşanlara satılması nedeniyle bunlara ilişkin alış faturalarında yer
alan katma değer vergisinin bu satışlara isabet eden kısmının indiriminin kabul
edilmemesi üzerine ihtirazi kayıtla verilen beyannamede bildirilen matrah
üzerinden 2004/Şubat dönemi için tahakkuk ettirilen katma değer vergisinin
kaldırılması istemiyle dava açılmıştır. Ankara 4. Vergi Mahkemesi, 3.3.2005
günlü ve E:2004/375, K:2005/272 sayılı kararıyla; 3065 sayılı Katma Değer
Vergisi Kanununun 30 uncu maddesinin a bendinde, vergiye tabi olmayan veya
vergiden istisna edilmiş bulunan malların teslimi veya hizmet ifası ile ilgili
alış vesikalarında gösterilen veya bu mal ve hizmetlerin maliyetleri içinde yer
alan katma değer vergisinin vergiye tabi işlemler üzerinden hesaplanan katma
değer vergisinden indirilemeyeceğinin belirtildiği, bu hükümle katma değer
vergisine tabi olmayan veya istisna tutulan mal ve hizmetlerin teslim ve
ifasında bir maliyetin bulunması, bu maliyet nedeniyle katma değer vergisi
yüklenilmesi ve bu katma değer vergisinin de ayrıca alış belgesinde gösterilmiş
olması veya yüklenilen katma değer vergisinin maliyete dahil edilmesi halinde
yüklenilen bu katma değer vergisinin indirim dışı bırakılmasının amaçlandığı,
satın alınan hammadde veya yarı mamul mal maliyeti içinde yer alan ambalaj
malzemesi ile üretim sırasında meydana gelen ve maliyet olarak kaydedilen
firenin, üretilen mamül mal maliyeti içinde yer alması nedeniyle üretim sonrası
maliyetsiz olarak açığa çıkan ve alış belgesi bulunmayan bir değer olarak
nitelendirilmesi gerekeceğinden katma değer vergisinden müstesna olarak yapılan
bu teslimlerin 3065 sayılı Yasanın 30 uncu maddesi kapsamında
değerlendirilemeyeceği, diğer yandan, satın alınan mal maliyetine ilişkin
faturalarda hammadde veya yarı mamul mal bedeli içinde yer alan ambalaj
malzemeleri ile üretim sırasında meydana gelen ve üretim maliyetine dahil edilen
fireye ilişkin olarak üretim sonucu meydana gelen mamul malın teslimi sırasında
dolaylı olarak katma değer vergisi tahsil edildiğinden, dolaylı olarak katma
değer vergisine tabi tutulan bu teslimler nedeniyle yüklenilen katma değer
vergisinin de indirim olarak kabulü gerektiği gerekçesiyle dava konusu verginin
kaldırılmasına karar vermiştir. Davalı İdare, yapılan işlemin yasaya uygun
olduğunu ileri sürerek kararın bozulmasını istemektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma
verilmemiştir.
Tetkik Hakimi Hayrettin
Korucu'nun Düşüncesi : Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, temyize
konu mahkeme kararının bozulmasını sağlayacak nitelikte bulunmadığından temyiz
isteminin reddi gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı A.Kemal
Terlemezoğlu'nun Düşüncesi :
İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek
bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu
maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Dördüncü Dairesince gereği
görüşüldü:
Üretim faaliyeti sonucu oluşan üretim firelerinin ve ambalaj
malzemelerinin hurda işiyle uğraşanlara satılması nedeniyle bunlara ilişkin alış
faturalarında yer alan katma değer vergisinin bu satışlara isabet eden kısmının
indiriminin kabul edilmemesi üzerine ihtirazi kayıtla verilen beyannamede
bildirilen matrah üzerinden 2004/Şubat dönemi için tahakkuk ettirilen katma
değer vergisinin kaldırılması istemiyle açılan davayı reddeden Vergi Mahkemesi
Kararı temyiz edilmiştir.
3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 30 uncu maddesinin a bendinde,
vergiye tabi olmayan veya vergiden istisna edilmiş bulunan malların teslimi veya
hizmet ifası ile ilgili alış vesikalarında gösterilen veya bu mal ve hizmetlerin
maliyetleri içinde yer alan katma değer vergisinin vergiye tabi işlemler
üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden indirilemeyeceği belirtilmiştir.
Maddenin konuluş gerekçesi ise, "vergi indiriminden yararlanabilmek için bu
indirimle ilgili vergiye tabi bir işlemin yapılmış olması şarttır. Diğer
Ülkelerdeki tatbikat da bu yöndedir. Bu nedenle 33 üncü maddenin (a) bendinde
vergiye tabi olmayan veya vergiden istisna edilmiş bulunan mal teslimi ve hizmet
ifaları ile ilgili alış vesikalarında gösterilen veya bu mal ve hizmetlerin
maliyetleri içinde yer alan Katma Değer Vergisinin indirim konusu yapılamayacağı
hususu açıklık sağlanması amacıyla ayrıca hükme bağlanmıştır." şeklinde ifade
edilmiştir.
Madde ve gerekçesi birlikte değerlendirildiğinde, vergiden istisna
edilmiş bulunan malların teslimi halinde bu mallara ait alış faturalarında
gösterilen veya bu malların maliyeti içinde yer alan katma değer vergisinin
indirim konusu yapılamayacağı sonucuna ulaşılmaktadır.
3065 sayılı Katma Değer Vergisi kanununun 17 nci maddesinin 5035 sayılı
Kanunun 8 inci maddesiyle değiştirilip, 2.1.2004 tarihinde yürürlüğe giren (g)
bendinde, külçe altın, dore külçe altın, külçe gümüş, döviz, para, damga pulu,
harç pulu, değerli kağıtlar, hisse senedi, tahvil ile metal, plastik, cam hurda
ve atıkların tesliminin katma değer vergisinden müstesna olduğu hükmüne yer
verilmiştir.
Davacı tarafından, yapılan üretim sonucunda oluşan firelerin ve ambalaj
malzemelerinin hurda işiyle uğraşanlara satışı katma değer vergisinden müstesna
olduğundan, bunlara ilişkin alış faturalarında gösterilen veya bunların maliyeti
içinde yer alan katma değer vergisinin indirim konusu yapılmasında yasaya
uyarlık görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle davalı İdarenin temyiz isteminin kabulüyle, Ankara
4. vergi Mahkemesinin 3.3.2005 günlü ve E:2004/375, K:2005/272 sayılı kararının
bozulmasına 12.10.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.
KURUMLAR
VERGİSİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Dördüncü
Daire
Esas No : 2006/1917
Karar
No :
2006/1669
Özeti
: Dönem
sonunda vadesi gelmeyen kredi faizlerinin gider yazılamayacağı ileri sürülüp,
devreden yatırım indiriminin azaltılarak, izleyen dönemlerin buna göre
düzeltilmesine ilişkin işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı
hakkında.
Temyiz Eden :
Erenköy Vergi Dairesi Müdürlüğü
Karşı Taraf
: … Finansal Kiralama Anonim Şirketi
Vekili
: Av.
…
İstemin Özeti : Davacı şirketin 2001 yılı
işlemlerinin incelenmesi sonucu, 2002 yılına devreden yatırım indirimi tutarının
azaltıldığından söz edilerek, sonraki dönemlere ait kurumlar vergisi beyanının
düzeltilmesi istenilmiştir. Danıştay
bozma kararı üzerine, İstanbul 7. Vergi Mahkemesinin 11.11.2005 günlü ve
E:2005/1941, K:2005/2819 sayılı kararıyla; 5422 sayılı Kurumlar Vergisi
Kanunu'nun 13 üncü maddesinde, kurumlar vergisinin birinci maddede yazılı
mükelleflerin bir hesap dönemi içinde elde ettikleri safi kurum kazancı
üzerinden hesaplanacağı, safi kurum kazancının tespitinde Gelir Vergisi
Kanununun ticari kazanç hakkındaki hükümlerinin uygulanacağının öngörüldüğü, 193
sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun 38 inci maddesinde ise, bilanço esasına göre
ticari kazancın, teşebbüsteki öz sermayenin hesap dönemi sonunda ve başındaki
değerleri arasındaki müsbet fark olduğu, ticari kazancın bu yolla tespiti
sırasında Vergi Usul Kanununun değerlemeye ait hükümleri ile bu Kanunun 40 ve 41
inci maddeleri hükümlerine uyulacağının belirtildiği, öte yandan, Vergi Usul
Kanununun değerlemeye ilişkin hükümlerinin yer aldığı, Üçüncü Kitap Birinci
Kısım Birinci Bölümünde değerleme esaslarının tek tek gösterildiği, bu
değerlemenin iktisadi kıymetin nevi ve mahiyetine göre 261 inci maddede
belirtilen ölçülerden biri ile yapılacağı, bunlar arasında yer alan mukayyet
değerin bir iktisadi kıymetin muhasebe kayıtlarında gösterilen hesap değeri
olduğunun açıklandığı, iktisadi işletmelere dahil kıymetleri değerleme başlıklı
ikinci bölümünde yer alan 283 üncü maddede aktif kıymetleri, 287 inci maddede
ise pasif geçici hesap kıymetlerin düzenlendiği, 213 sayılı Kanunun 287 inci
maddesine göre cari hesap dönemine ait olup, henüz ödenmemiş olan giderlerin
mukayyet değerleri üzerinden pasifleştirilmek suretiyle değerleneceği hükmüne
yer verildiği, bu hükümlerin birlikte değerlenmesinden, Türk vergi sisteminde
dönemsellik ilkesinin cari olduğu ve bu ilke gereğince değerleme esaslarının göz
önüne alınarak iktisadi kıymetlerin dönem kurum kazancı ile ilgilendirileceği,
alacak ve borçların değerlendirilmesinde ise tahakkuk esasının cari olduğunun
anlaşıldığı bir giderin dönem kazancı ile ilgilendirdilebilmesi için hukuken
tahakkuk etmesinin yeterli görüldüğü, ödeme aşamasının gelecek dönemlere
sarkması halinde giderlerin nasıl değerleneceğinin 287 nci maddede gösterildiği,
dosyasının incelenmesinden, davacı şirketin 2001 yılı işlemlerinin incelenmesi
sonucu düzenlenen 9.6.2003 tarih ve GKR-2003-871/2 sayılı vergi inceleme
raporuyla, gider hesaplarına intikal ettirilen 458.623.351.000 TL. tutarındaki
yabancı bankalardan alınan kredilere ilişkin olarak reeskont yoluyla hesaplanan
faiz giderinin 31.12.2001 tarihi itibarıyla henüz vadesi gelmediğinden, 2001
yılı kurum kazancına ilave edilmesi gerektiğinin tespit edildiği, dolayısıyla
2001 yılından 2002 yılına devreden yatırım indirimi tutarının 618.917.318.000
TL. olarak dikkate alınması ve
izleyen dönemlerin buna göre düzeltilmesi gerektiği hususunun yazı ile davacı
şirkete duyurulduğunun görüldüğü, dava konusu olayda olduğu gibi alınan
kredilerin faiz ödemeleri gelecek yıllara sarksa bile, kredi kullanılmış ve
mahiyet ve miktar olarak o yıl için ödenecek kredi gideri belli olmuş ise bunun hukuken
istenebilir duruma gelmiş olmayı ifade ettiği, borcun fiilen istenebilecek
durumda olmamasının hukuken talep edilemeyeceği anlamını taşımadığı kaldı ki
kredi anlaşmasının herhangi bir sebeple bozulması halinde dahi bu borcun mutlaka
ödeneceği, çünkü anlaşmanın kullanma ve kullandırma şeklinde taraflara yüklediği
edimlerin o yıl sonu itibarıyla tamamlandığı ve gider miktarının kesin olarak
belli olduğu, bu itibarla 31.12.2001 tarihi itibarıyla vadesi gelmemiş kredi
faizlerinin gider yazılmayacağı ileri sürülerek sözü edilen miktarın kurum
kazancına ilavesi ile 2002 yılına devreden yatırım indirimi tutarının
618.917.318.000 TL. olarak dikkate alınması ve müteakip dönemlerin buna göre
düzeltilmesi yolundaki işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle işlemin
iptaline karar verilmiştir. Davalı İdare, işlemin yasaya uygun olduğunu ileri
sürerek kararın bozulmasını istemektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma
verilmemiştir.
Tetkik Hakimi Erkan Kunduracı'nın
Düşüncesi : Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, temyize konu mahkeme
kararının bozulmasını sağlayacak nitelikte bulunmadığından temyiz isteminin
reddi gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı İbrahim
Erdoğdu'nun Düşüncesi : Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen
nedenlerden hiçbirisine girmediğinden temyiz isteminin reddi ile Danıştay bozma
kararına uyularak verilen Vergi Mahkemesi kararının onanması gerektiği
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Dördüncü Dairesince gereği görüşüldü
:
Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, bozulması istenilen kararın
dayandığı gerekçeler karşısında, yerinde ve kararın bozulmasını sağlayacak
durumda görülmemiştir.
Bu nedenle, temyiz isteminin reddine, İstanbul 7. Vergi Mahkemesinin
11.11.2005 günlü ve E:2005/1941, K:2005/2819 sayılı kararının onanmasına 21.9.2006
gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Dördüncü
Daire
Esas No : 2005/1647
Karar
No :
2006/2154
Özeti
: 1567
sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanunun geçici 1 inci maddesinde
yer alan istisna hükmünün, geçici 2 inci madde kapsamında olan mükellefler için
uygulanamayacağı hakkında.
Temyiz Eden : …
Sanayi Anonim Şirketi
Vekili
: …
Karşı Taraf
: Dış Ticaret Vergi Dairesi Başkanlığı
İstemin Özeti : Davacı tarafından ihtirazi kayıtla
verilen 2003 yılı kurumlar vergisi
beyannamesi üzerinden yapılan tahakkuka karşı dava açılmıştır. İstanbul 1. Vergi
Mahkemesi 23.2.2005 günlü ve E:2004/1193, K:2005/275 sayılı kararıyla; 6.8.2003
günlü ve 25191 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 4961 sayılı Kanunla, 1567
sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun'a Geçici 1 ve 2 nci
maddelerinin eklendiği, Kanunun Geçici 1 inci maddesi ile haklarında kesinleşmiş
mahkeme kararları bulunan kişilerin durumlarının düzenlendiği ve maddenin ikinci
fıkrasında "Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren doksan gün içinde
yükümlü oldukları kıymetleri cari kurdan yurda getirenlerin cari kur üzerinden
hesaplanan değer ile defter kayıtlarında yer alan ihracat bedeli arasındaki
fark, pasifte bir fon hesabında izlenir. Bu fon sermayeye eklenmesi halinde
gelir ve kurumlar vergisine tabi tutulmaz." hükmünün bulunduğu, Kanunun Geçici 2
nci maddesinde ise haklarında kambiyo takibine başlanan, ancak, henüz yargıya
intikal ettirilmeyenlerin durumunun düzenlendiği , fakat Geçici 2 nci maddede, 1
inci maddedeki şekilde bir vergi istisnasının yer almadığının görüldüğü,
davacının, Kanunun 2 inci maddesi kapsamında bulunduğu, Kanunun yürürlüğe
girdiği tarih itibariyle yargıya intikal etmeyip, kambiyo takibine başlanılmış
olduğu, Kanunun Geçici 2 nci maddesi kapsamına giren mükelleflerin de, bu
yasadan yararlanarak yurda getirmiş oldukları dövizin kur farkını sermayeye
ilave etmeleri halinde, vergi istisnasından yararlanacaklarına ilişkin bir
hükmün mevcut olmadığı, dolayısıyla, ihtirazi kayıt kabul edilmeyerek yapılan
işlemde Kanuna aykırılık görülmediği gerekçesiyle davanın reddine karar
vermiştir. Davacı, Geçici 1 inci maddede yer alan istisnanın, Geçici 2 nci maddeye giren mükellefler
için de uygulanması gerektiği ve Kanunun Anayasa'ya aykırı olduğunu ileri
sürerek kararın bozulmasını istemektedir.
Savunmanın Özeti : Temyiz
isteminin reddi gerektiği yolundadır.
Tetkik Hakimi Mustafa Bahtiyar'ın
Düşüncesi : Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, temyize konu mahkeme
kararının bozulmasını sağlayacak nitelikte bulunmadığından temyiz isteminin
reddi gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Mukaddes Aras'ın
Düşüncesi: İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Dördüncü Dairesince duruşma yapılmasına gerek
görülmeyerek ve davacının Anayasa'ya aykırılık iddiası ciddi bulunmayarak işin
esası incelendi:
Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, bozulması istenilen kararın
dayandığı gerekçeler karşısında, yerinde ve kararın bozulmasını sağlayacak
durumda görülmemiştir.
Bu nedenle, temyiz isteminin reddine, İstan
bul
1. Vergi Mahkemesinin 23.2.2005 günlü ve E:2004/1193, K:2005/275 sayılı
kararının onanmasına 9.11.2006 gününde oybirliğiyle karar
verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Dördüncü
Daire
Esas No : 2005/1956
Karar
No :
2006/2028
Özeti
: Yurt
dışında elde edilen gelir üzerinden mahallinde ödenen verginin, 5422 sayılı
Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 43 üncü maddesi uyarınca mahsup imkanının, ancak
ilgili yılda ödenecek vergi çıkması halinde mümkün olduğu
hakkında.
Temyiz Eden : …
Ambalaj Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi
Vekili
: Av.
…
Karşı Taraf
: Dış Ticaret Vergi Dairesi Başkanlığı
İstemin Özeti
: Davacı tarafından, 2003 yılı kurumlar vergisi beyannamesi yatırım
indirimi hakkının yurt dışından elde edilen kazanç üzerinden ödenen vergi mahsup
edildikten sonra uygulanması gerektiği ihtirazi kaydıyla verilip, tahakkuk işleminin iptali için
dava açılmıştır. İstanbul 1. Vergi Mahkemesi 23.3.2005 günlü ve E:2004/1171,
K:2005/464 sayılı kararıyla; dosyanın incelenmesinden, davacının 2003 yılında
yurt dışında elde ettiği kazancı Türkiye'ye getirip, ilgili yıl kurum kazancına
ilave ederek kurumlar vergisi beyannamesini verdiği, yurt dışından elde edilen
gelir sonucu mahallinde ödenen vergiyi ilgili yılda tahakkuk edecek vergiden
mahsup etmek istediği ancak 2003 yılında yararlanılan yatırım indirimi nedeniyle
tarh edilen vergi çıkmadığı dolayısıyla yurt dışında ödenen vergiyi mahsup
edemediği, yurtdışında ödenen
vergiye isabet eden matrah kadar yatırım indirimi tutarının gelecek yıla devir
imkanının sağlanması için ihtirazi kayıtla beyanname verildiğinin anlaşıldığı,
5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 43 üncü maddesine göre yurt dışında elde
edilen gelir için ödenen verginin mahsup imkanının ancak ilgili yılda ödenecek
vergi çıkması halinde mümkün
olduğu, davacı tarafından, yatırım indirimi uygulanmasının anılan verginin
mahsubunu sağlayacak şekilde yapılması istemi, yatırım indiriminin yurtdışından
elde edilen kazanç kadarının ertesi yıla devrini gerektirdiğinden bu uygulamanın
Kurumlar Vergisi Kanununun 43 üncü maddesi ile getirilen düzenlemeye aykırı
olduğu, öte yandan, ilgili yılda gerçekleştirilen yatırımlara isabet eden
yatırım indirimi tutarının o yıla ait beyannamede gösterilen mahsup öncesi kurum
kazancına uygulanması gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
Davacı, Kurumlar Vergisi Kanununun 43 üncü maddesine göre iade söz konusu
olmadığından çifte vergilendirmeye neden olunduğunu ileri sürerek kararın
bozulmasını istemektedir.
Savunmanın Özeti : Yasal
dayanaktan yoksun bulunan temyiz isteminin reddi gerektiği
savunulmuştur.
Tetkik Hakimi Hülya Z.Yıldırım'ın
Düşüncesi : Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, temyize konu mahkeme
kararının bozulmasını sağlayacak nitelikte bulunmadığından temyiz isteminin
reddi gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı İbrahim
Erdoğdu'nun Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların
temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Dördüncü Dairesince gereği
görüşüldü:
Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, bozulması istenilen kararın
dayandığı gerekçeler karşısında, yerinde ve kararın bozulmasını sağlayacak
durumda görülmemiştir.
Bu nedenle, temyiz isteminin reddine, İstanbul 1. Vergi Mahkemesinin 23.3.2005
günlü ve E:2004/1171, K:2005/464 sayılı kararının onanmasına 20.10.2006 gününde
oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Dördüncü
Daire
Esas No : 2006/1376
Karar
No :
2006/1562
Özeti
: 4811
sayılı Vergi Barışı Kanunu'nun 7 nci maddesinin 1 ve 4 üncü fıkralarına uygun
olarak 1999 yılı için matrah artırımında bulunan davacı şirketin, 1999 yılı
işlemlerinin incelenmesi sonucu belirlenen matrah farkı dikkate alınarak, 2002
yılı için tarhiyat yapılamayacağı hakkında.
Temyiz Eden : …
İnşaat Taahhüt İthalat İhracat Limited Şirketi
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf
: Cumhuriyet Vergi Dairesi Müdürlüğü
İstemin Özeti : Davacı şirketin 2002 yılı
işlemlerinin incelenmesi sonucu, ikmalen ve re'sen kurumlar vergisi salınmış,
fon payı hesaplanmış, vergi ziyaı cezası kesilmiştir. Ankara 4.Vergi Mahkemesi
20.9.2005 günlü ve E:2005/280, K:2005/975 sayılı kararıyla, davacı şirketin 2000
yılından sonraki dönemlere devretmesi gereken mali zararının 4.435.642.770.000
lira olduğu halde kayıtlarına 4.800.751.075.000 Lira olarak devredildiği, ortaya
çıkan 365.108.305.000 Lira farkın ise kanunen kabul edilmeyen giderlerin zarara
dahil edilmesinden kaynaklandığı, 2001 yılında maliyetini menkul kıymet satış
zararı olarak kaydedip dönem kazancından indirdiği, Bağlı Ortaklık İştirak
Maliyetini hesaplarken bu iştirakından elde edilen 1.517.917.338.880 lira
tutarındaki bedelsiz hisse senedi tutarının dikkate alınmadığı ve iştirak
zararının bu kadar yüksek belirlendiği ileri sürülerek ikmalen vergi tarh
edildiği, davacı şirket tarafından % 63.19 oranında hissesine sahip olduğu bağlı
ortaklığı ... T.A.Şirketinin aynı
zamanda kendi ortakları olan gerçek kişilere ait %31.68 oranında hissenin
18.10.1999 tarihinde satın alındığı, bu işlemle birlikte toplam % 94.87 oranında
hissesine sahip olduğu, ... T.A.Şirketinin, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme
Kurulunun 27.10.2000 tarihli kararıyla Tasarruf Mevduat Sigorta Fonuna
devredildiği, davacı şirketin 2001 yılında bağlı ortaklığıyla ilgili olarak
25.027.615.732.579 lirayı menkul kıymet satış zararı olarak kurum kazancından
indirdiği, 1999 yılında ortaklardan değerinin üzerinde bedelle hisse alarak
ortaklara örtülü kazanç dağıtımında bulunulmasından dolayı 2001 yılı zararının
11.519.861.760.000 Lira yüksek belirlendiği belirtilerek re'sen vergi tarh
edildiği, davacı şirket tarafından ... T.A.Şirketi hisselerinin 1999 yılında
gerçekleşmesi ve tarhiyat öncesi uzlaşmaya davet yazısının 11.1.2005 tarihinde,
ihbarnamenin ise 8.2.2005 tarihinde tebliğ edilmesi nedeniyle zamanaşımı
süresinin geçtiğini ileri sürdüğü, ancak 1999 yılında bu tutarların bağlı
ortaklık ... T.A.Ş. iştirak maliyetine kaydedilmiş olduğundan bu bağlı ortaklığa
ilişkin maliyetlerin menkul kıymet satış zararı olarak yazıldığı, 2001 yılına
kadar beyan edilen kar/zarar üzerinden etkili olmaması 2001 yılında dönem kazancından
indirilmesi sırasında zararın yüksek belirlenmesi nedeniyle ortaya çıktığı
anlaşıldığından zamanaşımı iddiasının yerinde görülmediği, davacı şirketin 2000
yılından sonraki dönemlere devrettiği mali zararının 365.108.305.000 liranın
haksız olarak indirildiği, 2001 yılı iştirak maliyetini hesaplarken bu
iştirakten elde edilen 1.517.917.338.880 lira tutarındaki bedelsiz hisse senedi
tutarının dikkate alınmaması sonucu iştirak zararının bu kadar yüksek
belirlendiğinin açık olduğu, ikmalen vergi tarhının yasal bulunduğu, 5422 sayılı
Kurumlar Vergisi Kanununun 17 nci maddesinin 1 inci fıkrası uyarınca örtülü
kazanç dağıtımından sözedilebilmesi için alım satım işlemlerinin emsallerine
oranla yüksek bir bedelle yapılması ve bunun da kurumlar vergisi kaybına neden
olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerektiği, ... T.A.Şirketinin özel
koşulları, almış olduğu uyarılar, defter kayıtları, benzer sermaye ve karlılık
yapısına sahip bankaların karşılaştırılması ve bankacılık sektöründeki
koşulların özenle incelendiği, emsallerine oranla göze çarpacak derecede yüksek
bir bedelle satın almanın ortaya çıktığının tespit edildiği, ayrıca bağlı
ortaklığa ilişkin zarar hesabının muhasebeleştirildiği 2001 yılında zararın bu
miktar kadar yüksek belirlenmesi sonucu kurumlar vergisi kaybının ortaya
çıktığı, dolayısıyla örtülü kazanç dağıtımın şartlarının gerçekleştiği, vergi ziyaı
cezası kesilmesinin ve fon payı hesaplamasının yasal olduğu gerekçesiyle davayı
reddetmiştir. Davacı şirket, hisse senetlerinin alım satımının 1999 yılında
gerçekleşmesi nedeniyle 8.2.2005 tarihinde tebliğ edilen tarhiyatın zamanaşımına
uğradığını, 1999 yılı için 4811 sayılı Vergi Barışı Kanunu'nun 7 nci maddesinin
1 inci ve 4 üncü fıkraları
kapsamında matrah artırımında bulunulduğunu, dolayısıyla bu yıl işlemlerinin
incelenemeyeceğini, ... T.A.Şirketinin İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında
işlem görmemesine karşın emsal alınan bankaların borsada işlem gördüğünü bu
bankaların hisse senetlerinin ilgili yıl değerlerinin emsal alınamayacağını, ...
T.A.Şirketinin gerçek kişi ortaklarının hisselerini blok halinde sattıklarını,
inceleme elemanınca dikkate alınan nominal değerin tamamen varsayım ve
olasılıklardan hareketle bulunduğunu, ... T.A.Şirketinin hisselerinin alımının
rayiç bedele uygun yapıldığını ileri sürmekte, kararın bozulmasını
istemektedir.
Savunmanın Özeti : Yasal
dayanaktan yoksun bulunan temyiz isteminin reddi gerektiği
savunulmuştur.
Tetkik Hakimi H.Gül Yılmaz'ın
Düşüncesi : Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, temyize konu mahkeme
kararının bozulmasını sağlayacak nitelikte bulunmadığından temyiz isteminin
reddi gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı İbrahim
Erdoğdu'nun Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların
temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Dördüncü Dairesince gereği
görüşüldü:
Davacı şirket adına 2002 yılı için ikmalen ve re'sen salınan kurumlar
vergisi, hesaplanan fon payı ve kesilen vergi ziyaı cezasına karşı açılan davayı
redededen Vergi Mahkemesi kararı temyiz edilmektedir.
Temyiz dilekçesinde ikmalen
yapılan tarhiyatla ilgili olarak ileri sürülen iddialar mahkeme kararının
dayandığı gerekçeler karşısında yerinde ve kararın bozulmasını gerektirecek
nitelikte görülmemiştir.
4811 sayılı Vergi barışı Kanununun 7 nci maddesinin 1 inci fıkrasında
gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerinin vermiş oldukları yıllık
beyannamelerinde vergiye esas alınan matrahlarını bu Kanunun yürürlüğe girdiği
tarihten itibaren Şubat 2003 ayı sonuna kadar, 1998 takvim yılı için %30, 1999
takvim yılı için % 25, 2000 takvim yılı için % 20, 2001 takvim yılı için % 15
nispetlerinden az olmamak üzere artırmaları halinde, kendileri hakkında
artırımda bulunulan yıllar için yıllık gelir ve kurumlar vergisi incelemesi ve
bu yıllara ilişkin olarak bu vergi türleri için daha sonra başka bir tarhiyat
yapılmayacağı, 4 üncü fıkrasında kurumlar vergisi mükelleflerinin, artırımda
bulundukları yıla ilişkin olarak daha önce vermiş oldukları beyannamelerinde zarar beyan
etmiş olmaları veya beyanname vermemiş olmaları halinde, vergilendirmeye esas
alınacak matrahların ile 1 numaralı fıkraya göre artırdıkları matrahlar 1998
takvim yılı için 7.500.000.000 liradan 1999 takvim yılı için 9.000.000.000
liradan 2000 takvim yılı için 11.250.000.000 liradan 2001 takvim yılı için
15.000.000.000 liradan az olamayacağı, 11 inci fıkrasında ise gelir ve kurumlar
vergisi mükelleflerinin matrah artırımında bulundukları yıllara ait zararların %
50'sinin 2002 ve izleyen yıllar karlarından mahsup edilmeyeceği
öngörülmüştür.
Davacı şirket, 18.10.1999 tarihli yönetim kurulu kararıyla % 63,19
oranında hisselerine sahip olduğu ... T.A.Şirketinin % 31,68 oranında hissesini
daha satın almıştır. Bu satın alma işlemiyle birlikte davacı şirket ...
T.A.Şirketinin % 94.87 oranında hissesine sahip olmuş ve bankanın bankacılık
Düzenleme Denetleme Kurulunun 27.10.2000 tarihli kararı ile Tasarruf Mevduat
Sigorta Fonuna devredilmesi üzerine 1.10.2001 tarih ve 1894 nolu yevmiye ile ...
T.A.Şirketinin kayıtlı değerinden sermaye taahhüdünü düşmek suretiyle
25.027.615.732.579 lira menkul kıymet satış zararı olarak muhasebeleştirilmiş ve
dönem kazancından indirilmiştir. İnceleme elemanınca, ... T.A.Şirketinin
hisseleri devralınan gerçek kişi
ortakları ile davacı şirketin hisselerin satın alınmasına ilişkin 18.10.1999
tarihli yönetim kurulunda yer alan kişilerin aynı olduğu, ... T.A.Şirketinin
hisselerinin devralınmasından önce farklı tarihlerde Bankalar Yeminli
Murakıplarınca hazırlanan raporlarda Bankalar Kanununa aykırı hususların tespit
edildiği ve ... T.A.Şirketinin bu nedenlerle uyarıldığı, bankanın mali
bünyesindeki bozulmanın artarak devam ettiği, bağımsız denetim kuruluşu
tarafından düzenlenen raporda da ... T.A.Şirketinin mali bünyesindeki zayıflığın saptandığı, ayrıca 1999
yılının Bankacılık sektörü için çok zor bir yıl olduğu, bankaların piyasa
değerinin düştüğü, ... T.A.Şirketi ile
benzer sermaye ve karlılık yapısına sahip olan ve İstanbul Menkul
Kıymetler Borsasında işlem gören diğer bazı bankaların Ekim/1999 ayında defter
değerlerinin ortalama % 64, 13 oranındaki değerlerle alınıp satıldığı saptanmış,
davacı şirket tarafından ... T.A.Şirketinin bir hissesinin 4.636.320 Lira satın
alınması eleştirilerek davacı şirketin ... T.A.Şirketi hisselerini emsaline
nazaran yüksek bedelle satın aldığı ve bu şekilde örtülü kazanç dağıtımında
bulunduğu kabul edilmiştir. 1999 yılına ilişkin olarak yapılan bu tespitlere
dayanılarak davacı şirketin 2001 yılındaki ... T.A.Şirketi iştirak zararı olarak
kaydettiği 25.027.615.732.579 liranın 11.549.861.769.000 lira yüksek
belirlendiği sonucuna varılmış, bu tutar 2001 yılında beyan edilen zarar
tutarından düşülerek 2002 yılı beyannamesi yeniden düzenlenmek suretiyle 2002
yılı için tarhiyat yapılmıştır.
Davacı şirket hakkında düzenlenen 26.11.2004 tarih ve 24 sayılı Vergi
Tekniği Raporunda davacı şirketin 1999 yılı için matrah artırımında bulunduğu,
matrah artırımında bulunulan yıllar için vergi incelemesi yapılamayacağı
belirtilmiş, davacı şirketin 2001 yılı dönem kazancını belirlerken iştirak
zararı olarak dönem kazancından indirdiği ... T.A.Ş. iştirak maliyeti içerisinde
1999 yılında dahil edilen maliyet unsurlarının nelerden oluştuğunun tesbiti
amacıyla davacı şirketin 1999 yılı kanuni defterleri ve bilançosunun incelendiği
belirtilmiştir.
213 sayılı Vergi Usul Kanununun 134 üncü ve devamı maddelerinde
düzenlenen vergi incelemesi, yükümlülerin defter ve belgeleri üzerinde
yapılabileceği gibi bunlar dışındaki unsurlar üzerinde de yapılabilmektedir.
Vergi incelemesi ile yükümlülerin vergilerle ilgili her türlü beyanlarının
doğruluğu araştırılır ve sağlanmaya çalışılır.
Dava konusu 2002 yılı için yapılan tarhiyat, davacı şirketin 1999 yılında
... T.A.Şirketinin gerçek kişi ortaklarına ait % 31.68 oranındaki hisselerinin
satın alınmasına ilişkin olarak hisse senetlerinin emsaline nazaran yüksek
değerle alınması suretiyle örtülü kazanç dağıtımında bulunulduğu kabul edilerek
hesaplanan matrah farkına dayandırılmıştır. Her ne kadar 1999 yılı için ayrı bir
inceleme raporu hazırlanmasa da hisselerin satın alınma tarihi olan 18.10.1999
tarihli itibarıyla ... T.A.Şirketinin mali durumu, 1999 yılında ... T.A.Ş. ne
ait hisselerin davacı şirket defterinde kayıtlı değeri ve 1999 yılı itibarıyla
... T.A.Ş.ne ait bir hissenin nominal değeri tespit edilmiş, bu tespit dikkate
alınmak suretiyle örtülü olarak dağıtıldığı ileri sürülen matrah farkı
belirlenmiştir. Bu tespitler ve değerlendirmeler sırasında davacı şirketin 1999
yılı defter ve belgeleri, bilançosu ve 1999 yılına ilişkin bir takım maddi
olaylarla ilgili araştırmalardan yararlanılmıştır. İnceleme elemanınca, davacı
şirketin 2001 yılı dönem kazancı belirlenirken ... T.A.Şirketinin iştirak
maliyeti içerisinde 1999 yılında dahil edilen maliyet unsurlarının nelerden
oluştuğunun tespiti amacıyla davacı şirketin 1999 yılı defter ve belgeleri ile
bilançosunun incelendiği belirtilmişse de, yapılan bu incelemenin 213 sayılı
Vergi Usul Kanununun 134 üncü maddesinde öngörülen nitelikte bir vergi
incelemesi niteliği taşıdığı açıktır. Bu durumda 4811 sayılı Vergi Barışı
Kanununun 7 inci maddesinin 1 inci ve 4 üncü fıkralarına uygun olarak 1999 yılı
için matrah artırımında bulunan davacı şirketin 1999 yılı işlemlerinin
incelenmesi sonucu belirlenen matrah farkı dikkate alınmak suretiyle 2001
yılında beyan edilen iştirak kazancı zararının ve buna bağlı olarak 2002 yılı
matrahı belirlenerek yapılan tarhiyatta ve davayı reddeden mahkeme kararında
hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davacı temyiz isteminin kısmen kabulüyle, Ankara 4.
Vergi Mahkemesinin 20.9.2005 günlü ve E:2005/280, K:2005/975 sayılı kararının
resen yapılan tarhiyatla ilgili kısmının bozulmasına oyçokluğuyla,diğer temyiz
istemlerinin reddine oybirliğiyle12.7.2006 gününde karar verildi.
K
A R Ş I O Y
Davacı şirket adına 2002 yılı için salınan kurumlar vergisi ve kesilen
vergi ziyaı cezasına karşı açılan davayı reddeden Mahkeme kararı temyiz
edilmektedir.
4811 sayılı Vergi Barışı Kanunu'nun 7 nci maddesinin 1 inci fıkrasında
gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerinin vermiş oldukları yıllık
beyannamelerinde vergiye esas alınan matrahlarını bu Kanunun yürürlüğe girdiği
tarihten itibaren Şubat 2003 ayı sonuna kadar, 1998 takvim yılı için %30, 1999
takvim yılı için % 25, 2000 takvim yılı için % 20, 2001 takvim yılı için % 15
nispetlerinden az olmamak üzere artırmaları halinde, kendileri hakkında
artırımda bulunulan yıllar için yıllık gelir ve kurumlar vergisi incelemesi ve
bu yıllara ilişkin olarak bu vergi türleri için daha sonra başka bir tarhiyat
yapılmayacağı öngörülmüştür. Bu düzenlemeyle matrah artırımında bulunulan yıllar
için inceleme yapılması ve tarhiyat yapılması engellenmiştir. Davacı şirketin
2002 yılı işlemlerinin incelenmesi sonucu yine bu yıl için tarhiyat yapılmış
olup, davacı şirketin 1999 yılı işlemlerinin incelenmesi ve bu yıl için tarhiyat
yapılması söz konusu değildir.
Temyiz dilekçesinde esasa ilişkin olarak ileri sürülen iddialar da
Mahkeme kararının dayandığı gerekçeler karşısında yerinde ve kararın bozulmasını
gerektirecek nitelikte görülmediğinden temyiz isteminin reddi gerekeceği oyu ile
karara
karşıyım.
VERGİ
USULÜ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Dördüncü
Daire
Esas No : 2006/2008
Karar
No :
2006/1670
Özeti
: Başkaca
araştırma ve saptamada bulunulmadan, hurda metal ticareti sektöründe sahte
fatura kullanımının yaygın olduğu ileri sürülerek yapılan tarhiyatta hukuka
uyarlık bulunmadığı hakkında.
Temyiz Eden : Rami Vergi Dairesi
Müdürlüğü
Karşı Taraf
: …
İstemin Özeti : Davacı adına, 2002 yılı için
re'sen gelir vergisi salınmış, fon payı hesaplanıp, vergi ziyaı cezası
kesilmiştir. Danıştay bozma kararı uyarınca, İstanbul 5. Vergi Mahkemesinin
25.10.2005 günlü ve E:2005/1998, K:2005/1859 sayılı kararıyla, 213 sayılı Vergi
Usul Kanunu'nun 3 üncü maddesinin (b) bendinde, vergilendirmede vergiyi doğuran
olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerek mahiyetinin esas olduğu, vergiyi
doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin yemin hariç her
türlü delille ispatlanabileceği, 134 üncü maddesinde de, vergi incelemesinden
maksadın ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunun araştırılması, tespiti ve
sağlanması olduğunun açıklandığı, 30 uncu maddesinde de, re'sen vergi tarhının,
vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya kanuni
ölçülere dayanılarak tespitine imkan bulunmayan hallerde takdir komisyonları
tarafından takdir edilen veya vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlarca
düzenlenmiş vergi inceleme raporlarında belirtilen matrah veya matrah kısmı
üzerinden vergi tarh olunması tanımlandığı, maddenin ikinci fıkrasının 3 numaralı bendinde
ise, bu Kanuna göre tutulması mecburi olan defterlerin hepsi veya bir kısmı
tutulmamış veya tasdik ettirilmemiş olursa veya vergi incelemesi yapmaya yetkili
olanlara herhangi bir sebeple ibraz edilmezse vergi matrahının tamamen veya
kısmen defter, kayıt ve belgelere veya kanuni ölçülere dayanılarak tespitinin
mümkün olmadığının kabul edileceğinin belirtildiği, re'sen vergi tarhının
amacının yükümlülerin varsa beyan dışı bıraktıkları gelirlerini, gerçeğe en
yakın biçimde saptayabilmek olduğu bu nedenle, re'sen vergi tarh edilirken,
beyan dışı bırakıldığı ileri sürülen kazanca ilişkin gerekli inceleme ve
araştırmanın yapılması ve matraha ilişkin verilerin varsayım ya da kanaat
yoluyla değil, somut bilgi ve belgelerle ortaya konulmasının gerektiği, Türk
vergi sisteminde gerçek gelirin vergilendirilmesi esasının benimsendiği,
varsayım ya da kanaate dayalı olarak vergilendirmeye izin verilmediği, dosyanın
incelenmesinden; hurda metal ticareti sektöründe içerik itibarıyla gerçeğe
aykırı fatura kullanımının yaygınlığı ileri sürerek davacının 2002 yılı defter
ve belgelerinin incelenmek üzere istenilmesine karşın ibraz edilmemesi üzerine
tarh dosyasında yapılan incelemeyle, yükümlünün iş yerinin durumu, demirbaşının,
işçisinin bulunmaması gibi hususlar dikkate alınarak beyan edilen satış tutarına
bu koşullarla ulaşılmasının ticari teamüllere uygun olmadığı bunun da komisyon
karşılığı düzenlenen içerik itibarıyla gerçeğe aykırı faturadan elde edilen
gelir olduğu görüşüyle matrah farkı bulunduğu, bu durumda yükümlünün sahte ve içeriği
itibarıyla gerçeğe aykırı faturaları komisyon karşılığı satarak gelir ettiği
hususunda karşıt inceleme yapılmaksızın, sadece sektörde sahte fatura
ticaretinin yaygın olduğundan hareketle varsayıma dayalı tarhiyat yapıldığı
anlaşıldığından, eksik inceleme ve varsayıma dayalı tarhiyatta hukuka uyarlık
bulunmadığı gerekçesiyle gelir vergisi, fon payı ve vergi ziyaı cezasının
kaldırılmasına karar verilmiştir. Davalı İdare, tarhiyatın yasaya uygun olduğunu
ileri sürerek kararın bozulmasını istemektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma
verilmemiştir.
Tetkik Hakimi Erkan Kunduracı'nın Düşüncesi
: Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, Danıştay bozma kararı esas
alınarak verilen mahkeme kararının bozulmasını sağlayacak nitelikte
bulunmadığından temyiz isteminin reddi gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Eren Sonbay'ın
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Dördüncü Dairesince gereği görüşüldü:
Mahkeme kararının Danıştay tarafından bozulması halinde, mahkemece bu karara
uyulmak suretiyle verildiği ifade edilen kararlara karşı yapılacak temyiz
başvurularının bozma esaslarına uyulmuş olup olmadığı yönünden incelenmesi
mümkündür. İncelenen dosya içeriğinden mahkeme kararının Danıştay Dördüncü
Dairesinin 16.6.2005 günlü ve E:2005/752, K:2005/1137 sayılı bozma kararında
yazılı esaslara uygun olduğu görülmektedir. Temyiz
dilekçesinde ileri sürülen nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte
bulunmamaktadır.
Bu nedenle temyiz isteminin reddine, İstanbul 5. Vergi Mahkemesinin
25.10.2005 günlü ve E:2005/1998, K:2005/1859 sayılı kararının onanmasına
21.9.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Dördüncü
Daire
Esas No : 2006/397
Karar
No :
2006/1801
Özeti
: İspat
külfeti kendisine düşen yükümlü tarafından ibraz edilen defter ve belgelerde
gösterilen KDV indirim konusu yapılabileceğinden, ibraz edilen defter ve
belgeler üzerinden tüm belgelerin defterlerde kayıtlı ve beyanın da kayıtlara
uygun olup olmadığı yolunda, gerekirse bilirkişi incelemesi yaptırılarak,
sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, davalı idare yaptırılan inceleme
sonucu idarece düzenlenen rapor esas alınarak karar verilmesinde yasal isabet
bulunmadığı hakkında.
Temyiz Eden
: Turhal Vergi Dairesi Müdürlüğü
Karşı Taraf
: …
İstemin Özeti
: 2002 yılı işlemleri incelenen davacı adına, inceleme raporuna
dayanılarak, 2002/2-12 dönemleri için re'sen katma değer vergisi salınmış, vergi
ziyaı cezası kesilmiştir. Sivas Vergi Mahkemesi 27.5.2004 günlü ve E:2003/172,
K:2004/159 sayılı kararıyla, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 3/B maddesinde,
vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek
mahiyetinin esas olduğunun belirtildiği, 30 uncu maddesinde ise, re'sen vergi
tarhının, vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya
kanuni ölçülere dayanılarak tespitine imkan bulunmayan hallerde takdir
komisyonlarınca takdir edilen veya vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlarca
düzenlenmiş vergi inceleme raporlarında belirtilen matrah kısmı üzerinden
verginin tarh olunması şeklinde tanımlandığı, aynı maddenin 2 nci fıkrasının 3
numaralı bendinde, bu Kanuna göre tutulması mecburi olan defterlerin hepsi veya
bir kısmının tutulmamış veya tasdik ettirilmemiş olması veya vergi incelemesi
yapmaya yetkili olanlara herhangi bir sebeple ibraz edilmemesi halinin re'sen
takdir sebebi olarak sayıldığı, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 29
uncu maddesinin 1 inci fıkrasında, mükelleflerin yaptıkları vergiye tabi
işlemler üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden bu Kanunda aksine hüküm
olmadıkça faaliyetlerine ilişkin olarak kendilerine yapılan teslim ve hizmetler
dolayısıyla hesaplanarak düzenlenen fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen
katma değer vergisini indirebilecekleri, 34 üncü maddesinin 1 inci fıkrasında
ise, yurt içinde sağlanan veya ithal olunan mal ve hizmetlere ait katma değer
vergisinin; alış faturası veya benzeri vesikalar ve gümrük makbuzu üzerinde
ayrıca gösterilmek ve bu vesikalar kanuni defterlere kaydedilmek şartıyla
indirilebileceği hükmüne yer verildiği, incelenen olayda, ihtilaflı döneme ait
defter ve belgelerin incelenmek üzere istenmiş olmasına karşın, inceleme
elemanına ibraz edilmediği ileri sürülerek, tarh dosyası üzerinden yapılan
inceleme sonucu bu döneme ilişkin indirim konusu yapılan katma değer verrgisi
indirimlerinin reddi suretiyle yeniden düzenlenen katma değer vergisi
beyanlarına göre ve inceleme raporuna dayanılarak davacı adına tarhiyat
yapıldığının anlaşıldığı, tarhiyata karşı açılan dava üzerine Mahkemelerine
ibraz edilen defter ve belgelerin İdareye tanınan vergi inceleme yetkisi
kapsamında incelenmek üzere ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 29 ve
34 üncü maddesi hükümleri uyarınca katma değer vergisi indirimleri açısından
biçimsel koşullara uygun olup olmadığının tespiti için İdareye gönderilmesi
üzerine İdarece düzenlenen raporda, davacının ihtilaflı dönemde katma değer
vergisi indiriminde esas aldığı alış faturalarının indirim hakkının
kullanılabilmesi için yasal koşulları taşımadığı ve içeriği itibarıyla yanıltıcı
olduğu hususunda bir tespitte bulunulmadığından, bu faturalara dayanılarak
yapılan katma değer vergisi indirimlerinin reddi suretiyle yapılan tarhiyatta
isabet görülmediği gerekçesiyle tarhiyatın kaldırılmasına karar vermiştir.
Davalı İdare defter ve belgelerini incelemeye ibraz etmeyen davacı adına katma
değer vergisi indirimlerinin reddi suretiyle yapılan tarhiyatın yasal olduğunu
ileri sürerek kararın bozulmasını istemektedirler.
Savunmanın Özeti : Savunma
verilmemiştir.
Tetkik Hakimi Abdurrahman
Gençbay'ın Düşüncesi : Olayda, yükümlü tarafından süresi içinde defter ve
belgeler vergi incelemesine ibraz edilmemiş olduğundan re'sen takdir sebebi
bulunmakla birlikte defter ve belgelerin ibraz edilmemiş olması, ispat ve ibraz
yükümlülüğünü ortadan kaldırmaya dayanak sayılabilecek hukuki bir neden olarak
düşünülemez. Bu durumda ispat külfeti kendisine düşen yükümlü tarafından ibraz
edilen defter ve belgelerde gösterilen katma değer vergisi indirim konusu
yapılabileceğinden, Vergi Mahkemesince, yükümlünün ibraz edilen defter ve
belgeleri üzerinden , tüm belgelerin defterlerde kayıtlı ve beyanın da kayıtlara
uygun olup olmadığı yolunda, gerekirse bilirkişi incelemesi yaptırılarak
sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, kararda yazılı gerekçeyle
tarhiyatı kaldıran Mahkeme kararında hukuka uyarlık görülmediğinden Vergi
Mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Eren Sonbay'ın
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçelerinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, temyiz istemin reddi ile temyiz edilen
Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Dördüncü Dairesince gereği görüşüldü
:
2002 yılına ait defter ve belgelerini incelemeye ibraz etmeyen yükümlü
adına, katma değer vergisi indirimlerinin reddi suretiyle ve inceleme raporuna
dayanılarak 2002/2-12 dönemlerine ilişkin olarak re'sen salınan katma değer
vergisi ve kesilen vergi ziyaı cezasını kaldıran Vergi Mahkemesi kararının
temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 30 uncu maddesinde "re'sen vergi tarhı"
tanımlanmış, aynı maddenin 2 nci fıkrasının 3 numaralı bendinde de, bu Kanuna
göre tutulması mecburi olan defterlerin hepsi veya bir kısmı tutulmamış veya
tasdik ettirilmemiş veya vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlara herhangi bir
sebeple ibraz edilmemiş olması halinde maddi delillerin var olmadığının kabul
edileceği belirtilmiştir. Madde hükmüne göre, defter ve belgelerin her ne
sebeple olursa olsun ibraz edilmeme halinin, re'sen takdir sebebi sayılacağı
kuşkusuzdur.
3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun
Bu hükümlere göre, katma değer vergisinin indirim konusu yapılabilmesi
için, indirim konusu yapılacak verginin fatura veya benzeri belgeler ile gümrük
makbuzu üzerinde ayrıca gösterilmesi ve söz konusu belgelerin kanuni defterlere
kaydedilmiş olması gerekmektedir.
Dosyanın incelenmesinden, 2002 yılına ait defter ve belgelerini
incelemeye ibraz etmeyen yükümlünün katma değer vergisi indirimleri kabul
edilmeyerek adına yapılan tarhiyata karşı açılan davada, yükümlü tarafından
Mahkemeye sunulan defter ve belgeler üzerinden Vergi Mahkemesince davalı İdareye
yaptırılan incelemede katma değer vergisi indirim konusu yapılan faturaların
indirim hakkının kullanılabilmesi için yasal koşulları taşımadığı ve içeriği
itibarıyla yanıltıcı olduğu hususunda bir tespitte bulunulmadığı gerekçesiyle
tarhiyatın kaldırılmasına karar verildiği anlaşılmıştır.
Yükümlü tarafından süresi içinde defter ve belgeler vergi incelemesine
ibraz edilmemiş olduğundan re'sen takdir sebebi bulunmakla birlikte, defter ve
belgelerin ibraz edilmemiş olması, ispat ve ibraz yükümlülüğünü ortadan
kaldırmaya dayanak sayılabilecek hukuki bir neden olarak düşünülemez. Davacı
tarafından, dava aşamasında mahkemeye sunulan defter ve belgelerle ilgili olarak
davalı vergi dairesince inceleme yapılmasına olanak sağlanması ve bu incelemenin
sonuçlanmasından sonra uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması gerekli olduğu
sonucuna varılarak defter ve belgeler üzerinde davalı İdareye inceleme
yaptırılıp bu incelemenin sonucuna göre hüküm kurulmuş ise de; vergi idaresine
ibraz edilmeyen defter ve belgelerin mahkemeye ibraz edilmesi halinde dava
konusu tarhiyatın hukuka uygunluğunun saptanmasının ancak defter ve belgelerin
mahkemece incelenmesi ile mümkün olacaktır. İdari yargı yetkisi, idari eylem ve
işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olduğundan, mahkemelerin,
idari eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak
biçimde yargı kararı vermelerine olanak bulunmamaktadır. Dava konusu inceleme ve
tarhiyatın yapılmasından sonra, idarenin defter ve belgeler üzerinde yeniden
yapacağı inceleme, idarenin yeni bir idari işlem tesisine neden olur ve davacı
tarafa yeni bir dava hakkı verir. Bu nedenle, tesis edilmiş işlemin mahkeme
önünde dava konusu yapılmış olması karşısında, mahkeme kanalıyla idareye ikinci
bir işlem tesis etme zorunluluğu getirilmesi, diğer bir ifadeyle, yargı
aşamasında ve yargı öncülüğünde davalı idare ajanlarına dava konusu işlem
hakkında inceleme yaptırılması, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun
denetiminin yapılmasına aykırılık teşkil eder. Kaldı ki, Mahkemelerince karar
verilmesinden sonra, idarenin gerek görmesi halinde, ilgili defter ve belgeleri
davacıdan tekrar isteyerek zamanaşımı süresi içinde her türlü incelemeyi
yapması, gerekirse karşıt incelemeye gitmesi olanağı da bulunmaktadır.
Bu durumda ispat külfeti kendisine düşen yükümlü tarafından ibraz edilen
defter ve belgelerde gösterilen katma değer vergisi indirim konusu
yapılabileceğinden, yükümlünün ibraz edilen defter ve belgeleri üzerinden , tüm
belgelerin defterlerde kayıtlı ve beyanın da kayıtlara uygun olup olmadığı
yolunda, gerekirse bilirkişi incelemesi yaptırılarak sonucuna göre bir karar
verilmesi gerekirken, kararda yazılı gerekçeyle tarhiyatın kaldırılması yolunda verilen Mahkeme kararında hukuka
uyarlık görülmemiştir.
Bu nedenle, temyiz isteminin kabulü ile Sivas Vergi Mahkemesinin
.27.5.2004 günlü ve E:2003/174, K:2004/161 sayılı kararının bozulmasına
10.10.2006 gününde esasta oybirliğiyle gerekçede oyçokluğuyla karar
verildi.
K
A R Ş I O
Y
2002 yılına ait defter ve belgelerini incelemeye ibraz etmeyen davacı
adına 2002/2-12 dönemleri için re'sen tarh edilen vergi ziyaı cezalı katma değer
vergisini kaldıran Vergi Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması
istenilmektedir.
3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 29 uncu maddesinin 1/a
bendinde, mükelleflerin, yaptıkları vergiye tabi işlemler üzerinden hesaplanan
katma değer vergisinden kendilerine yapılan teslim ve hizmetler dolayısıyla
hesaplanarak düzenlenen fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen katma değer
vergisini indirebilecekleri belirtilmiş, aynı Kanunun 34 üncü maddesinin 1 inci
fıkrasında, yurt içinden sağlanan mal veya ithal olunan mal ve hizmetlere ait
katma değer vergisinin alış faturası veya benzeri vesikalar ve gümrük makbuzu
üzerinde ayrıca gösterilmek ve bu vesikalar kanuni defterlere kaydedilmek
şartıyla indirilebileceği hükme bağlanmıştır.
Anılan yasal düzenlemelere göre, katma değer vergisinin indirim konusu
yapılabilmesi için, alış faturası yada benzeri vesikalarda ayrıca gösterilmesi
ve bu vesikaların kanuni defterlere kaydedildiğinin tevsik edilmesinin yanında,
söz konusu belgelerin de gerçeği yansıtması gerekmektedir.
İncelenen dosyada, ihtilaflı döneme ait defter ve belgelerini incelemeye
ibraz etmeyen yükümlünün katma değer vergisi indirimleri kabul edilmeyerek adına
dava konusu cezalı tarhiyatın yapıldığı, tarhiyata karşı açılan davada yükümlü
tarafından Mahkemeye sunulan defter ve belgeler üzerinden Vergi Mahkemesince
davalı İdareye yaptırılan incelemede katma değer vergisi indirim konusu yapılan
faturaların indirim hakkının kullanılabilmesi için yasal koşulları taşımadığı ve
içeriği itibarıyla yanıltıcı olduğu hususunda bir tespitte bulunulmadığı
gerekçesiyle tarhiyatın kaldırılmasına karar verildiği
anlaşılmıştır.
İdari yargıda esas olan re'sen araştırma ilkesi gereği olarak 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 20 nci maddesinde, Danıştay, İdare ve Vergi
Mahkemelerinin bakmakla yükümlü oldukları davalara ait her çeşit incelemeyi
kendiliklerinden yapmaları öngörülmüştür. Buna göre, bakılan davalarla ilgili
dosyada mevcut bilgi ve belgelerin gerçeğe ulaşılmasında yeterli görülmemesi
halinde, mahkemelerce madde hükmünde öngörülen her türlü incelemenin yapılması
yasal zorunluluktur. Gerçeğe ulaşılma doğrultusunda yapılan araştırma ve
incelemelerin idarenin yerine geçme olarak düşünülmesi de mümkün değildir.
Mal alışları nedeniyle yüklenilen katma değer vergilerinin indirim ve
iade konusu yapılabilmesi için faturaların usulüne uygun olarak düzenlenip yasal
defterlere kaydedilmesinin yanında, gerçek bir mal alım satımı karşılığı
düzenlenmesi de gerektiğinden, Vergi Mahkemesince yükümlünün ihtilaflı dönemde
mal alımında bulunduğu kişi ve kurumlardan almış olduğu fatura ve benzeri
vesikaları yasal dafterlerine kaydettiğinin saptanması ile birlikte, düzenlenen
faturaların içeriği itibarıyla yanıltıcı olup olmadıklarının tespitinin de
yapılması ve bu incelemenin sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, bu
inceleme yapılmadan, uyuşmazlığın tarafı olan davalı İdareye yargılama
aşamasında bu doğrultuda yaptırılan inceleme ile yetinilerek tarhiyatın
kaldırılmasına karar veren Mahkeme karaınrda hukuka uyarlık görülmemiştir.
Belirtilen gerekçelerle temyiz isteminin kabulüyle Vergi Mahkemesi
kararının bu gerekçeyle bozulması gerektiği görüşüyle karara
karşıyız.
YARGILAMA
USULÜ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Dördüncü
Daire
Esas No : 2005/2620
Karar
No :
2006/1892
Özeti
: Haczedilen
menkul malların satışından elde edilen gelirden garameten taksim sürecine
uyulmayarak, icra dosyasına pay vermeme şeklindeki vergi dairesi müdürlüğü
işlemine karşı açılan davanın, adli yargının görevinde olduğu
hakkında.
Temyiz Eden :
…
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf
: Rami Vergi Dairesi
Müdürlüğü
İstemin Özeti : Davalı İdarenin, Eyüp 2. İcra
Müdürlüğüne karşı tesis ettiği 2.9.2005 günlü ve 25606 sayılı işleminin iptali
istemiyle dava açılmıştır. İstanbul 5. Vergi Mahkemesinin 10.10.2005 günlü ve
E:2005/1863, K:2005/1719 sayılı kararıyla; davacının … Metal Sanayi ve Ticaret
Limited Şirketinden olan alacağı nedeniyle, bu şirketin menkul malları üzerine
haciz koydurduğu, davalı İdarenin de daha sonra adı geçen şirketin vergi borcu
nedeniyle aynı hacizli malları haczederek satışını yaptırdığı, mal bedelininin
garameten taksim edilmeksizin davalı İdarece tahsil edilmesi üzerine davacının
Eyüp İcra Mahkemesi hakimliğine şikayette bulunduğu, şikayetin reddi yolundaki
Mahkeme kararının Yargıtay 12 nci Hukuk Dairesince bozulduğu ve garameten taksim
sürecinin başlatıldığı, Eyüp 2. İcra Müdürlüğü tarafından davalı İdareye
gönderilen yazı ile satıştan sağlanan gelirden dosyalarına isabet eden miktarın
gönderilmesinin istendiği, davalı İdarenin uyuşmazlık konusu işlemi ile menkul
malların 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre haczedilip satıldığı, elde edilen
satış gelirinin dairelerine olan kamu alacağını karşılamadığı, bu nedenle 6183
sayılı Kanunun 21 inci maddesine göre Eyüp 2. İcra Müdürlüğü dosyasına pay
ayrılmadığının bildirildiği, dosyadaki belgelere göre uyuşmazlığın özel hukuk
ilişkisinden kaynaklandığı, Yargıtay tarafından verilen bozma kararı uyarınca
başlatılan garameten taksim sürecine davalı İdarenin uymaması şeklinde ortaya
çıkan olumsuz işleme karşı açılan davanın 2577 sayılı Kanunun 6 ncı maddesinde
öngörülen türden bir dava olmadığı, İcra Müdürlüğünce istenen paranın iade
edilmemesi yolundaki işlemin sonuçlandırılmasın da İcra Müdürlüğünün ve adli
yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar
verilmiştir. Davacı, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasına ilişkin tüm davaların
istisnalar dışında Vergi Mahkemesinin görevinde olduğunu, 6183 sayılı Kanunun 21
inci maddesinin açık hükmüne rağmen satış bedelinin garameten taksimini
reddetmek suretiyle tesis edilen olumsuz işleme karşı açılacak davanın Vergi
Mahkemesinin görevinde bulunduğunu ileri sürerek kararın bozulmasını
istemektedir.
Savunmanın Özeti : Temyiz
isteminin reddi gerektiği savunulmuştur.
Tetkik Hakimi Mehmet Sönmez'in
Düşüncesi : Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, temyize konu mahkeme
kararının bozulmasını sağlayacak nitelikte bulunmadığından temyiz isteminin
reddi gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Eren Sonbay'ın
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Dördüncü Dairesince gereği
görüşüldü:
Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, bozulması istenilen kararın
dayandığı gerekçeler karşısında, yerinde ve kararın bozulmasını sağlayacak
durumda görülmemiştir.
Bu nedenle, temyiz isteminin reddine, İstanbul 5. Vergi Mahkemesinin
10.10.2005 günlü ve E:2005/1863, K:2005/1719 sayılı kararının onanmasına
12.10.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Dördüncü
Daire
Esas No : 2006/791
Karar
No :
2006/1983
Özeti
: Hükmi
şahıslara Tebligat Kanununa göre yapılacak tebliğin, öncelikle hükmi şahsın
yetkilisine, yetkili kişinin bulunamaması veya evrakı alacak durumda olmaması
halinde ise memur veya müstahdemlerine yapılması, ancak memur veya müstahdemlere
yapılacak tebligatta tüzel kişiliğin yetkisinin işyerinde bulunamaması
nedeniyle, tebligatın bu kişilere yapıldığının belirtilmesinin zorunlu olduğu
hakkında.
Temyiz Eden : … İletişim Bilgisayar Sanayii ve Ticaret
Limited Şirketi
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf : Tokat Vergi Dairesi Müdürlüğü
İstemin Özeti : 2002 yılına ilişkin işlemleri
incelenen davacı adına, kesilen özel usulsüzlük cezasına karşı dava açılmıştır.
Sivas Vergi Mahkemesi, 7.12.2004 günlü ve E:2004/504, K:2004/435 sayılı
kararıyla; 2577 sayılı Kanunun 15/1-d maddesinde, Danıştay veya idare ve vergi
mahkemelerince 14 üncü maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna
aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin 3/g bendinde yazılı hallerde 30 gün içinde
3 ve 5 inci maddelere uygun şekilde yeniden düzenlenmek veya noksanlıkları
tamamlanmak üzere dilekçenin reddine karar verileceğinin belirtildiği, dosyanın
incelenmesinden, dava dilekçesindeki yanlışlıklar düzeltilerek 30 gün içinde
yeniden dava açılmak üzere dilekçenin reddi yolundaki Mahkemelerinin 30.9.2004
günlü ve E:2004/449, K:2004/293 sayılı kararı davacıya 27.10.2004 tarihinde
tebliğ edildiği halde 30 günlük sürenin son günü olan 26.11.2004 tarihi
geçirildikten sonra 29.11.2004 tarihinde açılan davanın süresinde bulunmadığı
gerekçesiyle davanın süre aşımı yönünden reddine karar vermiştir. Davacı,
tebligatın Kanuna ve usule uygun olmadığını ileri sürerek kararın bozulmasını
istemektedir.
Savunmanın Özeti : Temyiz
isteminin reddi gerektiği savunulmuştur.
Tetkik Hakimi Hayrettin
Korucu'nun Düşüncesi : Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, temyize
konu mahkeme kararının bozulmasını sağlayacak nitelikte bulunmadığından temyiz
isteminin reddi gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Eren Sonbay'ın
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Dördüncü Dairesince gereği görüşüldü:
7201 sayılı tebligat Kanununun hükmi şahıslara ve ticarethanelere
tebligat başlıklı 12 nci maddesinde, hükmi şahıslara tebliğ, salahiyetli
mümessillerine, bunlar birden ziyade ise, yalnız birine yapılır. Bir
ticarethanenin muamelelerinden doğan ihtilaflarda, ticari mümessiline yapılan
tebliğ muteberdir denildikten sonra, hükmi şahısların memur veya müstahdemlerine
tebligat başlıklı 13 üncü maddesinde ise, hükmi şahıslar namına kendilerine
tebliğ yapılacak kimseler her hangi bir sebeple mutat iş saatlerinde iş yerinde
bulunmadıkları veya o sırada evrakı bizzat alamıyacak bir halde oldukları
takdirde tebliğin, orada hazır bulunan memur veya müstahdemlerine yapılacağı
hükmüne yer verilmiştir.
Bu düzenlemelere göre hükmi
şahıslara bu Kanuna göre yapılacak tebliğin öncelikle hükmi şahsın yetkilisine
yapılması, yetkili kişinin bulunamaması veya evrakı alacak durumda olmaması
halinde ise memur veya müstahdemlerine tebligat yapılması gerekmektedir. Ancak
memur veya müstahdemlere yapılacak tebligatta tüzel kişiliğin yetkilisinin
işyerinde bulunamaması nedeniyle tebligatın bu kişilere yapıldığının
belirtilmesi zorunludur.
Dosyada bulunan tebliğ alındısının incelenmesinden, Mahkeme kararının,
şirket yetkilisinin işyerinde bulunmadığı, tebligatı alacak durumda olmadığı
yolunda her hangi bir kayıt düşülmeden işçisi olduğu belirtilen şahsa tebliğ
edildiği anlaşılmıştır. Tebligatın Kanunda öngörülen usule uygun olmaması
nedeniyle bu tebligatın yapıldığı tarih dikkate alınarak davanın süresinde
açılmadığı kabul edilemeyeceğinden aksi yöndeki Mahkeme Kararında isabet
görülmemiştir.
Açıklanan nedenle, temyiz isteminin kabulüyle, Sivas Vergi Mahkemesinin,
7.12.2004 günlü ve E:2004/504, K:2004/435 sayılı kararının bozulmasına
19.10.2006 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
K
A R Ş I O Y
Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar bozulması istenilen kararın
dayandığı gerekçeler karşısında yerinde ve kararın bozulmasını sağlayacak
nitelikte görülmediğinden temyiz isteminin reddi gerektiği görüşü ile karara
karşıyız.
BEŞİNCİ
DAİRE KARARLARI
MEMURLAR
VE DİĞER KAMU GÖREVLİLERİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Beşinci
Daire
Esas No : 2003/3873
Karar
No :
2006/5602
Özeti
: Başbakanlık
Aile Araştırma Kurumunun varlığını ve işlevini fiilen devam ettirmesi
karşısında, kurumun yasal dayanağı kalmadığı gerekçesiyle kurulan işlemde hukuka
uyarlık bulunmadığı hakkında.
Temyiz Eden (Davalı) : Başbakanlık Sosyal
Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü
Vekili
: Av. …
Diğer Davalılar : 1-
Başbakanlık
2- Başbakanlık Aile
Araştırma Kurumu Başkanlığı
Karşı Taraf :
…
İsteğin Özeti : Başbakanlık Aile
Araştırma Kurumu Başkanlığında memur olarak görev yapan davacının, Sosyal
Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü emrine memur olarak
atanmasına ilişkin 23.9.2002 tarihli işlemin; Aile Araştırma Kurumunun varlığını
ve işlevini fiilen devam ettirmesi karşısında, kurumun yasal dayanağı
bulunmadığından bahisle tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı
gerekçesiyle iptali ve bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal haklarının
davanın açıldığı 3.12.2002 tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle
birlikte davacıya ödenmesi yolunda Ankara 6. İdare Mahkemesince verilen
22.4.2003 günlü, E:2002/1675, K:2003/641 sayılı kararın, dilekçelerde yazılı
nedenlerle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesi uyarınca
temyizen incelenerek bozulması istemlerinden ibarettir.
Cevabın Özeti : Cevap
verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi : Süleyman Aydın
Düşüncesi
: Mahkeme kararının onanması gerektiği
düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı: Kemal
Bilecen
Düşüncesi
: İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesi'nce işin gereği
düşünüldü:
İdare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile
incelenerek bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49.
maddesinde belirtilen nedenlerden birinin varlığına bağlıdır. Ankara 6. İdare
Mahkemesince verilen 22.4.2003 günlü, E:2002/1675, K:2003/641 sayılı karar ve
dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir sebep
de bulunmadığından temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanmasına, temyiz
giderlerinin istemde bulunan davalı idare üzerinde bırakılmasına, 22.11.2006
tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Beşinci
Daire
Esas
No : 2003/4804
Karar
No : 2006/4199
Özeti
: Kefalet
Kanununun 6. maddesi uyarınca hizmetten çıkarılmış olan memurun beraat etmesi
üzerine görevine iadesi gerektiği, bu yoldaki isteminin açıktan atanma
kapsamında değerlendirilemeyeceği hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davalı)
: P.T.T. Genel Müdürlüğü
Vekilleri
: Av. …, Av. …
Karşı Taraf :
…
Vekili
: Av. …
İsteğin Özeti : Muğla PTT Başmüdürlüğü Bodrum
Merkezi Müdürlüğü'nde görev yapmakta iken, zimmet fiilinin soruşturma sonucu
sabit olduğundan bahisle 22.12.1999 günlü, … sayılı Yüksek Disiplin Kurulu
kararıyla Kefalet Kanunu'nun 6. ve PTT Personeli Müteselsil Kefalet Sandığı
Yönetmeliği'nin 40. maddesi uyarınca hizmetten çıkarılan davacının, hakkında
açılan ceza davasının beraatle sonuçlandığı ve anılan kararın Yargıtay
tarafından onandığından bahisle görevine iade edilmesi istemiyle yapmış olduğu
başvurusunun reddine ilişkin 30.5.2002 günlü, 6360 sayılı işlemin; davacının
zimmet suçundan yargılanması sonucu beraat etmesi ve bu kararın Yargıtay
tarafından onanması karşısında, memuriyet görevine engel herhangi bir neden
bulunmadığından görevine iadesi gerekirken, göreve iade isteminin açıktan atama
koşulları kapsamında değerlendirilerek reddinde hukuka uyarlık bulunmadığı
gerekçesiyle iptali yolunda Ankara 10. İdare Mahkemesi'nce verilen 4.6.2003
günlü, E:2002/1592, K:2003/834 sayılı kararın, dilekçede yazılı nedenlerle 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesi uyarınca temyizen
incelenerek bozulması isteminden ibarettir.
Cevabın Özeti : Cevap
verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi : Serap Erkan
Düşüncesi
: İdare Mahkemesi kararının onanması gerektiği
düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı : Kemal
Bilecen
Düşüncesi
: İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesi'nce işin gereği
düşünüldü:
İdare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile
incelenerek bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49.
maddesinde belirtilen nedenlerden birinin varlığına bağlıdır. Ankara 10. İdare
Mahkemesi'nce verilen 4.6.2003 günlü, E:2002/1592, K:2003/834 sayılı karar ve
dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir sebep
de bulunmadığından, temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanmasına, temyiz
giderlerinin istemde bulunan davalı üzerinde bırakılmasına, fazla yatırılan
11,97 YTL temyiz başvuru harcının isteği halinde davalıya iadesine, 22.9.2006
tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Beşinci
Daire
Esas No : 2005/5804
Karar
No :
2006/3705
Özeti
:
Şahsa bağlı hak uygulamasının, 399 sayılı KHK eki 1 sayılı cetvele tabi bir
görevde bulunma koşuluna bağlı olduğu hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davalı)
: Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf :
…
Vekilleri
: Av. …
İsteğin Özeti : Ankara 3. İdare
Mahkemesince verilen 26.5.2004 tarihli, E:2004/772, K:2004/829 sayılı kararının
temyizen incelenerek bozulması
isteminden ibarettir.
Cevabın Özeti : Temyizi
istemin reddi gerektiği yolundadır.
Danıştay Tetkik Hakimi :
Zeynep Karakoç
Düşüncesi : Mahkeme kararının
bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : Mehmet
Akkaya
Düşüncesi : İdare ve vergi
mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesince dosyanın tekemmül ettiği
görülerek, yürütmenin durdurulması istemi hakkında karar verilmeksizin işin
gereği düşünüldü:
Petrol Ofisi A.Ş.'de görev yapmaktayken 4046 sayılı Yasa gereğince davalı
idareye atanan davacının, 4046 sayılı Yasanın 22. maddesinde, 399 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname eki 1 sayılı cetvelde yer alan görevlerdeyken anılan kanun
gereğince başka kurumlara atananlara tanınan "şahsa bağlı hak" uygulamasından
yararlandırılması yolunda yaptığı 7.3.2002 tarihli başvurusunun reddine ilişkin
7.5.2002 tarihli işlemin iptali bu işlem nedeniyle uğradığı parasal kayıplarının
yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle dava
açmıştır.
Ankara 3. İdare Mahkemesinin 26.5.2004 tarihli, E:2004/772, K:2004/829
sayılı kararıyla; davacının kapsam dışı personel olarak görev yapmaktayken
davalı idareye 4046 sayılı Yasanın 22. maddesi gereğince atandığı, anılan Yasa
maddesi uyarınca nakle tabi tutulan personelin 399 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname kapsamındaki kuruluşlarda çalışıyor olması veya 657 sayılı Kanun
ekindeki 1 veya 2 sayılı cetvele tabi olunup olunmaması yönünden bir ayırım
yapılmamış olması nedeniyle davacının eski kadrosuna ait olan aylık, ek
gösterge, her türlü zam ve tazminattan (ek tazminat hariç) yararlandırılması
gerekirken aksi yöndeki işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava
konusu işlemin iptaline, bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal haklarının
davanın açıldığı 14.5.2002 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte
davacıya ödenmesine karar verilmiştir.
Davalı idare; davacının Petrol Ofisi A.Ş.'de 399 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname eki 1 sayılı cetvele tabi bir görevde bulunmadığı savıyla İdare
Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını
istemektedir.
4046 sayılı Yasanın 22. maddesinin dava konusu işlemin kurulduğu tarihte
yürürlükte olan hükümlerinde "Kamu kurum ve kuruluşlarına atanan personelin
atandıkları tarihteki kadro ve pozisyonlarına ait aylık, ek gösterge, ikramiye,
her türlü zam ve tazminat haklarının veya sözleşme ücretlerinin net tutarının,
nakledildiği kuruluş mevzuatına göre hakedeceği aylık, ek gösterge, varsa
ikramiye, her türlü zam ve tazminat haklarının veya sözleşme ücretinin (varsa
ikramiye dahil) net tutarından fazla olması halinde aradaki fark giderilinceye
kadar, herhangi bir kesintiye tabi tutulmaksızın tazminat olarak ödenir." hükmü,
4232 sayılı Yasayla eklenen 4. fıkrasında "Ancak bu madde gereğince nakledilen
personelden (Bu Kanuna göre anonim şirket halinde birleştirilen kuruluşlardaki
personel dahil) 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin eki 1 sayılı cetvelde
belirtilen personelin, eski kadrolarına ait aylık, ek gösterge ve her türlü zam
ve tazminat (ek tazminat hariç) hakları şahıslarına bağlı olarak atandıkları
görevlerde kaldıkları sürece saklı tutulur, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname
gereğince 1 sayılı cetvele tabi iken bu madde çerçevesinde daha önce nakil
işlemi gerçekleştirilenler de bu fıkra hükmünden yararlanırlar." kuralı yer
almıştır.
Bu hükümlerle şahsa bağlı hak uygulamasının mahkeme kararında ileri
sürüldüğünün tam tersine ilgililerin eski görevlerinin 399 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname eki 1 sayılı cetvele tabi olması koşuluna bağlandığı çok
açıktır.
Öte yandan 657 sayılı Yasa ekinde yer alan 1 ve 2 sayılı cetveller "657
sayılı Yasaya tabi" personele verilen "ek göstergelere" ilişkin olup, dava
konusu uyuşmazlıkla herhangi bir ilgisi yoktur.
Buna göre davacının eski kurumundaki görevinin 399 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname eki 1 sayılı cetvele tabi bir görev olmadığında uyuşmazlık
bulunmadığından, dava konusu işlemde hukuka aykırılık, işlemin iptali ve
tazminat isteminin kabulü yolundaki İdare Mahkemesi kararında hukuksal isabet
yoktur.
Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulüyle, Ankara
3. İdare Mahkemesince verilen 26.5.2004 tarihli, E:2004/772, K:2004/829 sayılı
kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1/b. fıkrası
uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Kanunla değişik 3. fıkrası
gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir karar
verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, temyiz başvuru harcı
ile istem hakkında karar verilmemesi nedeniyle kullanılmayan yürütmenin
durdurulması harcının istemi halinde davacıya iadesine 22.6.2006 tarihinde
oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Beşinci
Daire
Esas
No : 2003/6373
Karar
No : 2006/4729
Özeti
: Memuriyete
hizmet sınıfı açısından daha üst derece ve kademeden başlayanların, başka bir
hizmet sınıfına geçmeleri ve bu görevlerinin başlangıç derecesinin daha düşük
olması halinde, terfilerinin başlangıçta eklenen süre kadar bekletileceği
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan
(Davacı)
: …
Karşı Taraf
: 1- İçişleri Bakanlığı
2- Sivas
Valiliği
İsteğin Özeti
: Polis memuru iken Sivas İl Nüfus Müdürlüğü emrine veri hazırlama ve
kontrol işletmeni olarak atanan davacının, eski hizmet sınıfına başlarken aldığı
1 derece ve 1 kademe karşılığı süre kadar intibakının yapılamayacağına ilişkin
10.10.2002 günlü, … sayılı işlemin iptali istemiyle açtığı davada; 657 sayılı
Devlet Memurları Kanunu'nun 71. maddesiyle getirilen düzenlemeyle, memuriyete
hizmet sınıfı açısından (öğrenim durumu aynı olan emsalleri arasında) daha üst
derece ve kademeden başlayanların başka bir hizmet sınıfına geçmeleri ve yeni
atandıkları memuriyetin başlangıç derecesinin önceki görevinden daha aşağı
olması halinde, bu durumun eşitlenmesi amacının güdüldüğü; dava dosyasının
incelenmesinden, polis memuru olarak görev yapan davacının 11.10.2001 günlü olur
ile Sivas İl Nüfus Müdürlüğü emrine veri hazırlama ve kontrol işletmeni olarak
naklen atandığı, terfi zamanı geldiğinde uygulanacak işlemin İçişleri
Bakanlığı'ndan sorulması üzerine verilen cevabi yazıda ''lise mezunu polis
memuru olarak (lise mezunlarının başlangıç derecelerine 1 derece 1 kademe ilave
edilmesi ile 11 nci derecenin 1 nci kademesinden) göreve başlayan bir
personelin, 657 sayılı Kanun'un 71. maddesine göre Genel İdare Hizmetleri
Sınıfına dahil bir kadroya naklen atandığı takdirde, ilk ataması sırasında almış
olduğu 1 derece 1 kademe kadar (4 yıllık) süreyi tamamlamadıkça, yeni sınıfında
kademe ilerlemesi yapamayacağı'' hususunun belirtildiği ve anılan işlemin iptali
istemiyle de bakılan davanın açıldığı; lise mezunu olan davacı, polis
memurluğuna 1 derece 1 kademe ilave edilerek başladığına ve başlangıç derecesi
sınıf değişikliği suretiyle atandığı görevin başlangıç derecesinden daha yüksek
olduğuna göre, kanunun emredici hükmü doğrultusunda terfisinin başlangıçta
eklenen süre kadar bekletilmesi yönünde kurulan işlemde mevzuata aykırılık
bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddi yolunda Sivas İdare Mahkemesi'nce verilen
31.3.2003 günlü, E:2002/1291, K:2003/234 sayılı kararın, dilekçede yazılı
nedenlerle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesi uyarınca
bozulması isteminden ibarettir.
İçişleri Bakanlığı'nın Cevabının
Özeti : Temyiz isteminin reddi gerektiği yolundadır.
Sivas Valiliği'nin Cevabının
Özeti : Cevap verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi :
Serap Erkan
Düşüncesi : İdare Mahkemesi
kararının onanması gerektiği düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı : Kemal
Bilecen
Düşüncesi : İdare ve vergi
mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesi'nce işin gereği
düşünüldü:
İdare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile
incelenerek bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49.
maddesinde belirtilen nedenlerden birinin varlığına bağlıdır. Sivas İdare
Mahkemesi'nce verilen 31.3.2003 günlü, E:2002/1291, K:2003/234 sayılı karar ve
dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir sebep
de bulunmadığından temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanmasına, temyiz
giderlerinin istemde bulunan davacı üzerinde bırakılmasına, fazla yatırılan
11,97.- YTL temyiz başvuru harcının istemi halinde davacıya verilmesine
20.10.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Beşinci
Daire
Esas
No : 2003/6146
Karar
No : 2006/4224
Özeti
: Belediye
hastanesinin resmi sağlık kurumu niteliğinde bulunup bulunmadığını belirleme
yetkisinin Sağlık Bakanlığına ait olduğu, Maliye Bakanlığınca bu konuda tek
taraflı işlem kurulamayacağı hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan
(Davalı)
: Maliye Bakanlığı
Karşı Taraf :
Altınova Belediye Başkanlığı - Altındağ/ANKARA
Vekili
: Av. …
İsteğin Özeti : Maliye Bakanlığı'nca
Ankara Valiliği'ne gönderilen, resmi sağlık kurum ve kuruluşları kapsamına
girmeyen Altınova Belediyesi Devlet Hastanesi'ne hasta sevklerinin durdurulması
yönündeki 21.10.2002 günlü, 26203 sayılı işlemin; adı geçen Hastanenin resmi
sağlık kurumu olarak kabulü yönünde işlem tesis eden makamın Sağlık Bakanlığı
olması nedeniyle Maliye Bakanlığınca Sağlık Bakanlığı'na başvurularak söz konusu
işlemin geri alınmasının istenmesi veya anılan Bakanlık işleminin iptali
istemiyle dava açılması gerekirken bu yönde bir işlem tesis edilmeden kurulması
nedeniyle hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle iptali yolunda Ankara 2. İdare
Mahkemesi'nce verilen 28.4.2003 günlü, E:2005/1548, K:2003/641 sayılı kararın,
dilekçede yazılı nedenlerle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49.
maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması isteminden
ibarettir.
Cevabın Özeti : Temyiz isteminin reddi gerektiği
yolundadır.
Danıştay Tetkik Hakimi : Işın Aka Delice
Düşüncesi : İdare Mahkemesi
kararının onanması gerektiği düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı : Saadet
Ünal
Düşüncesi : İdare ve vergi
mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesi'nce işin gereği
düşünüldü:
İdare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile
incelenerek bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49.
maddesinde belirtilen nedenlerden birinin varlığına bağlıdır. Ankara 2. İdare
Mahkemesi'nce verilen 28.4.2003 günlü, E:2005/1548, K:2003/641 sayılı karar ve
dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir sebep
de bulunmadığından, temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanmasına, temyiz
giderlerinin istemde bulunan davalı üzerinde bırakılmasına, 25.9.2006 tarihinde
oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Beşinci
Daire
Esas
No : 2003/7174
Karar
No : 2006/4971
Özeti
: Devlet
memurunun bakmakla yükümlü olduğu ana ve babasının tedavi yardımından
yararlanabilmesi için, muhtaçlık koşulunun aranacağı
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davalı)
: Maliye Bakanlığı
Diğer Davalı : Aydın
Defterdarlığı
Karşı Taraf : 1-
…
2- …
Vekilleri
: Av. …
İsteğin Özeti : Aydın 1. İdare
Mahkemesi'nce verilen 1.10.2003 günlü, E:2003/89, K:2003/421 sayılı kararın
dilekçede yazılı nedenlerle temyizen incelenerek bozulması isteminden
ibarettir.
Cevabın Özeti : Cevap
verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi : Vecdi Karanfil
Düşüncesi :
İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği
düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı : Mehmet
Sağlam
Düşüncesi :
İdare
ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi
için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci
fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesi'nce işin gereği
düşünüldü:
Dava, memur olan davacının, diğer davacı babası adına düzenlenen sağlık
karnesinin geri alınmasına ilişkin 3.2.2003 günlü işlemin iptali istemiyle
açılmıştır.
Aydın 1. İdare Mahkemesi'nce verilen 1.10.2003 günlü, E:2003/89,
K:2003/421 sayılı kararla, davacının bakmakla yükümlü olduğu babasının isteğe
bağlı sigortalı olarak Bağ-Kur'dan yalnızca emekli aylığı aldığı ve sağlık
yardımından yararlanmadığı, 4784 sayılı Yasa ile Bağ-Kur'dan aylık alanlara
ilave olarak yapılan sosyal destek ödemesinin geçici olduğu, memur olan oğlundan
dolayı sağlanan sağlık yardımı güvencesi ile Bağ-Kur sağlık sigortası kapsamı
dışında kalan davacının emekli aylığı nedeniyle bu güvenceden yoksun
bırakılmasının muhtaç duruma düşmesine yol açacak nitelikte olduğu,
bu
nedenle kurulan işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu
işlem iptal edilmiştir.
Davalı idare, kurulan
işlemde hukuka aykırılık bulunmadığını öne sürmekte ve İdare Mahkemesi kararının
temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.
Devlet Memurlarının Tedavi Yardımı ve Cenaze Giderleri Yönetmeliği'nin,
"Tedavi ve yol giderlerinden yararlanacak
olanlar" başlıklı 3. maddesinin (A/c) bendinde; Devlet Memurunun bakmakla
yükümlü olduğu ve herhangi bir şekilde sağlık yardımından yararlanamayan ana,
babasının, yararlanacak olanlar arasında sayıldıktan sonra aynı maddenin
dördüncü fıkrasında; " Devlet Memurunun bakmakla yükümlü olduğu ana, babasını bu
sıfatından dolayı tedavi ve yol giderlerinden yararlanabilmesi için Devlet
Memurunun yardım etmemesi halinde muhtaç duruma düşmesi, her ne şekilde olursa
olsun ücret karşılığı çalışmaması ve yasalar uyarınca kendisine sağlık yardımı
sağlanmamış olması gerekmektedir." hükmüne yer verilmiştir.
Yukarıda yer alan Yönetmelik hükmü uyarınca, Devlet memurunun bakmakla
yükümlü olduğu ana, babasının tedavi yardımından faydalanabilmesi için, "Devlet
memurunun yardım etmemesi halinde muhtaç duruma düşmesi" koşulu aranmakta olup,
davacının babasının durumunun bu yönden irdelenmesi
gerekmektedir.
Uyuşmazlık konusu olayda, davacının babasının isteğe bağlı sigortalı
olarak Bağ-Kur'dan emekli aylığı aldığı, dolayısıyla bir gelirinin olduğu
açıktır.
Buna göre, davacının babasının muhtaçlığından söz edilemeyeceğinden,
davacının babasının tedavi yardımından faydalandırılmaması yönünde tesis edilen
dava konusu işlemde hukuka aykırılık, dava konusu işlemi iptal eden Mahkeme
kararında ise hukuki isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulüyle, Aydın
1. İdare Mahkemesi'nce verilen 1.10.2003 günlü, E:2003/89, K:2003/421 sayılı
kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinin 1/b. fıkrası
uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Kanun'la değişik 3. fıkrası
gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir karar
verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkeme'ye gönderilmesine, 31.10.2006
tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGILAMA
USULÜ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Beşinci
Daire
Esas
No : 2006/5136
Karar
No : 2006/4140
Özeti
: Baro
Başkanlığının, Sağlık Bakanlığında görev yapan tabiplerin atanma esaslarını
düzenleyen yönetmeliğin iptalini istemekte, meşru ve güncel bir menfaatinin
bulunmadığı hakkında.
Davacı : Ankara Barosu
Başkanlığı
Vekili : Av.
…
Davalı : Sağlık
Bakanlığı
Davanın Özeti : Davacı Baro Başkanlığı
tarafından, Sağlık Bakanlığı Atama ve Nakil Yönetmeliği'nin 4. maddesinin (m)
bendi ile 21. maddesinin son cümlesinin iptali
istenilmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesi'nce, Tetkik Hakimi Bülent Küfüdür'ün
açıklamaları dinlendikten ve dava dosyası 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 14. maddesi uyarınca incelendikten sonra işin gereği
düşünüldü:
Dava dosyasında yer alan bilgi ve belgelerin incelenmesinden; 8.6.2004
tarihli Sağlık Bakanlığı Atama ve Nakil Yönetmeliğinin 4. maddesinin birinci
fıkrasına; 24.6.2206 tarih ve 26208 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Sağlık
Bakanlığı Atama ve Nakil Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin
2. maddesi ile ''stratejik personel'' ile ilgili (m) bendi eklenip, 15. maddesi
ile de olağanüstü ve özel durumda yer değişikliğini düzenleyen anılan
yönetmeliğin 21. maddesinde değişikliğe gidilerek yönetmeliğin 4. maddesinin
birinci fıkrasına eklenen ''stratejik personelin'' 21. maddenin b,d,c
bentlerinden ve 20 maddenin son fıkrasından yararlanamayacağının belirtilmesi
üzerine davacı Baro Başkanlığı tarafından; stratejik personel kavramının çok
muğlak olduğu ve tüm uzman tabiplerin ve tabiplerin stratejik personel olarak
nitelendirilmesini mümkün kılacak şekilde bir düzenleme yapıldığı, ayrıca eşleri
özel sektörde çalışan strtejik personelin ''olağanüstü hallerde atama'' başlığı
altında düzenlenen eş durumu nedeniyle atamadan istisna tutulmasının eşitlik
ilkesine ve Anayasa'ya aykırı olduğu ileri sürülerek Sağlık Bakanlığı Atama ve
Nakil Yönetmeliğinin belirtilen düzenlemelere ilişkin olan 4. maddesinin (m)
bendi ile 21. maddesinin son cümlesinin iptali istemiyle görülmekte olan davanın
açıldığı anlaşılmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari dava türleri ve idari
yargı yetkisinin sınırı" başlıklı 2 nci maddesinin 1/a maddesinde;
"(iptal:Anayasa Mahkemesinin 21.9.1995 tarih ve E:1995/27, K1995/47 sayılı
kararı ile; Yeniden Düzenleme; 8.6.2000-4577/5. md) İdari işlemler hakkında
yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı
olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından
açılan iptal davaları", hükmü yer almaktadır.
Öte yandan gerek doktrinde gerek yargı içtihatlarından iptal davası
açılabilmesi için menfaat ihlali koşulu subjektif ehliyet koşulu kabul edilmekte
ve genelde kişisel meşru ve güncel bir menfaatin varlığı ve bunun ihlali,
menfaat ilişkisinin kurulmasında yeterli sayılmakta ve bu husus davanın
niteliğine ve özelliğine göre, idari yargı yerlerince belirlenerek, davacının
idari işlemle ciddi ve makul bir ilişkisinin bulunduğunun anlaşılması dava açma
ehliyetinin varlığı için yeterli sayılmaktadır.
1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 4667 sayılı Kanun ile değişik 76.
maddesinde, Barolar, avukatlık mesleğini geliştirmek, meslek mensuplarının
birbirleri ve iş sahipleri ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni sağlamak;
meslek düzenini, ahlakını, saygınlığını, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını
savunmak ve korumak, avukatların ortak ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla tüm
çalışmaları yürüten, tüzel kişiliği bulunan, çalışmalarını demokratik ilkelere
göre sürdüren kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olarak
tanımlanmıştır.
Diğer taraftan; tabipler arasında mesleki deontolojiyi ve dayanışmayı
korumak, tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp gelişmesini sağlkamak ve
meslek mensuplarının hak ve yararlarını korumak amacıyla 6023 sayılı Kanun ile
Türk Tabipler Birliği kurulmuş olup; kamu kurumu niteliğindeki mesleki bir
kuruluş olan ve tüzel kişiliğe sahip bulunan Türk Tabipler Birliğinin 6023
sayılı Kanunun 4. maddesi uyarınca tabiplerin hak ve menfaatlerini korumak ve
bunları halkın ve devletin menfaati ile denkleştirmeye çalışma yükümlülüğü
bulunması nedeniyle, meslek mensupları ile ilgili düzenlemelerde dava açma
ehliyetinin bulunduğu yargı yerlerince kabul edilmiştir. Nitekim dava konusu
düzenleyici işlemin de aralarında bulunduğu Sağlık Bakanlığı'nca çıkarılmış pek
çok düzenleyici işlem anılan meslek kuruluşu tarafından dava konusu edilmiştir.
Bu durumda; iptali istenen düzenleyici işlemin, Sağlık Bakanlığı'nda
görev yapan ve atama ve nakilleri dava konusu yönetmelik kapsamında bulunan
tabip ve uzman tabiplerin atanması ile ilgili olması, dolayısıyla, 1136 sayılı
Kanunun yukarıda açıklanan değişik 76. maddesinde belirtilen amaçlarla kurulan
tüzel kişiliğe sahip kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşu olan davacı Baro
Başkanlığının, belirtilen anlamda meşru, kişisel ve güncel bir menfaatini
etkilememesi, iptali istenen düzenleyici işlemle menfaat ilişkisi bulunmaması
nedeniyle bu konuda dava açma ehliyeti bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 15/1-d maddesi uyarınca ehliyet yönünden reddine, yargılama
giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına, kullanılmayan 19,90.YTL yütütmenin
durdurulması harcı ile artan 50.00.YTL posta ücretinin isteği halinde davacıya
iadesine, 19.9.2006 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Beşinci
Daire
Esas
No : 2006/5610
Karar
No : 2006/4402
Özeti
: Sendika
tüzüğü ile yönetim kuruluna verilen dava açma yetkisinin, genel başkan
tarafından kullanılamayacağı hakkında.
Davacı
: Bağımsız Büro Çalışanları Sendikası
Davalı
: Devlet Meteorolji İşleri Genel Müdürlüğü
Davanın Özeti
: 4046 sayılı yasanın 22. maddesi uyarınca Devlet Meteoroloji İşleri
Genel Müdürlüğüne naklen atanan personele 5335 sayılı Yasanın 16. maddesine göre
ödenen döner sermaye ek ödemesinin aylıklarından mahsup edilmesi suretiyle geri
alınmasına dayanak olan Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Personeline
Yapılacak Ek Ödemeye İlişkin Usul ve Esasların 4/e maddesi ile disiplin cezası
verilen personele ek ödeme yapılmamasına ilişkin 4/h maddesinin iptali ve
yürütmenin durdurulması istenilmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesi'nce 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu'nun 14 maddesi uyarınca ilk inceleme ile görevli Tetkik Hakimi
Bülent Küfüdür'ün açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten
sonra işin gereği düşünüldü:
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinde; İdari
işlemler hakkında, yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden hukuka aykırı
oldukları iddiasıyla iptali için dava açılabileceği, 14. maddesinin 3.
fıkrasında dilekçeler üzerine ilk incelemenin; a) Görev ve yetki, b) İdari merci
tecavüzü, c) Ehliyet, d) İdari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi
gereken bir işlem olup olmadığı, e) Süreaşımı, f) Husumet, g) 3 ve 5 inci
maddelere uygun olup olmadıkları yönlerinden sırasıyla incelenecği, 15. maddenin
1. fıkrasının (b) bendinde ise, 14 ncü maddenin 3. fıkrasının (c) bendine
aykırılık görülürse davanın reddine karar verileceği
öngörülmüştür.
Diğer taraftan; 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 38.
maddesinde, ''Davaya ehliyet Kanunu Medeni ile tayin olunmuştur.'', 39.
maddesinde '' Ehliyeti haiz olan hükmü şahıslar, kanuni uzuvları vasıtasiyle ve
icap eden mezuniyeti istihsal ile hareket ederler.'' hükümleri yer
almaktadır.
Dosyanın incelenmesinden; 4046 sayılı yasanın 22. maddesi uyarınca Devlet
Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğüne naklen atanan personele 5335 sayılı Yasanın
16. maddesine göre ödenen döner sermaye ek ödemesinin aylıklarından mahsup
edilmesi suretiyle geri alınmasına dayanak olan Devlet Meteoroloji İşleri Genel
Müdürlüğü Personeline Yapılacak Ek Ödemeye İlişkin Usul ve Esasların 4/e maddesi
ile disiplin cezası verilen personele ek ödeme yapılmamasına ilişkin 4/h
maddesinin iptali istemiyle Bağımsız Büro Çalışanları Sendikası Genel Başkanı
tarafından dava açıldığı, Bağımsız Büro Çalışanları Sendikası Tüzüğünün 21.
maddesinin 21 nolu bendinde, anlaşmazlıklarda ilgili makam, merci ve yargı
organlarına yasa hükümlerine göre başvurmaya, görüş bildirmeye ve onlardan
talepte bulunmaya, 24 nolu bendinde de, üyeleri temsilen çalışma hayatında
mevzuattan, sözleşmelerden, örf ve adetten doğan hakları ile ilgili şahıs ve
kuruluşlarla görüşmelerde bulunmaya, anlaşmalar yapmaya, mahkemelerde dava
açmaya, bu sebeple açılan davalarda husumete ehil olmaya, sulh olmaya, ibra
etmeye, sendika yönetim kurulunun yetkili olduğunun, aynı Tüzüğün 23. madesinin
(a) bendinde ise, sendika tüzel kişiliğini; yurt içinde, mahkemelerde ve yurt
dışında Genel Başkanın temsil edeceğinin belirtildiği
anlaşılmıştır.
Bu durumda; davacı sendika tüzüğüne göre sendika adına veya üyelerini
temsilen dava açma ve yargı organlarına başvurma yetkisinin sendika yönetim
kuruluna ait olması ve yönetim kurulunun bu yetkisini devrettiğine ilişkin bir
kararının da bulunmaması karşısında, sendika genel başkanın tek başına dava açma
ehliyeti bulunmamaktadır.
Öte yandan; sendika tüzüğünün 23.maddesinde yer alan hükmün sendika genel
başkanına dava açma veya yargı organlarına başvurma ile ilgili bir yetki
vermediği, bu hükmün genel başkana mahkemelerde, yurt içinde ve yurt dışında
sendika tüzel kişiliğini sadece temsil etme yetkisini verdiği, ayrıca dava
dosyasında bulunan yönetim kurulu kararının dava açma konusunda bir yetki
devrine ilişkin olmayıp mali konularda yetki devrine ilişkin olduğu ve bunlara
dayanarak sendika tüzüğü ile yönetim kuruluna verilen dava açma yetkisinin genel
başkan tarafından kullanılamayacağı açıktır.
Açıklana nedenlerle; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 15.
maddesinin 1/b fıkrası uyarınca davanın ehliyet yönünden reddine, yargılama
giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına, kullanılmayan 18,20.YTL yürütmenin
durdurulması harcı ile artan 20.00.YTL posta ücretinin isteği halinde davacıya
verilmesine, 3.10.2006 tarihinde oybirliğiyle karar
verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Beşinci
Daire
Esas
No : 2006/1524
Karar
No : 2006/4911
Özeti
: Davacının,
eşinin naklen atanmasına ilişkin işlemin iptalini istemekte meşru, kişisel ve
güncel menfaatinin bulunmadığı hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı)
: …
Karşı Taraf
: Karayolları Kayseri Bölge Müdürlüğü
İsteğin Özeti
: Davacının, Karayolları Develi Şube Şefliğinde çalışmakta olan eşi
…'in Yozgat Karayolları Şube Şefliği emrine naklen atanmasına ilişkin işlemin
iptali istemiyle açtığı davanın, naklen atama işleminin bu işleme muhatap olan
kişinin kişisel menfaatini ihlal edici bir nitelik taşıdığı dolayısıyla
davacının meşru, kişisel ve güncel bir menfaat ihlalinin söz konusu olmadığı, bu
nedenle dava açma ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle ehliyet yönünden reddi
yolunda Kayseri İdare Mahkemesi'nce verilen 30.12.2005 günlü, E:2005/3482,
K:2005/2307 sayılı kararın, dilekçede yazılı nedenlerle 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesi uyarınca bozulması isteminden
ibarettir.
Cevabın Özeti : Cevap
verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi : Işın Aka Delice
Düşüncesi : İdare Mahkemesi
kararının onanması gerektiği düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı : Saadet
Ünal
Düşüncesi : İdare ve vergi
mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesi'nce dosyanın tekemmül ettiği
anlaşıldığından, yürütmenin durdurulması istemi hakkında bir karar verilmeksizin
işin gereği düşünüldü:
İdare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile
incelenerek bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49.
maddesinde belirtilen nedenlerden birinin varlığına bağlıdır. Kayseri İdare
Mahkemesi'nce verilen 30.12.2005 günlü, E:2005/3482, K:2005/2307 sayılı karar ve
dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir sebep
de bulunmadığından temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanmasına, temyiz
giderlerinin istemde bulunan davacı üzerinde bırakılmasına, kullanılmayan
19,90.-YTL yürütmeyi durdurma harcının isteği halinde davacıya verilmesine,
30.10.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
BEŞİNCİ
DAİRE
Esas
No : 2006/3093
Karar
No : 2006/5209
Özeti
: İdarenin
işlem veya eyleminden doğmayan ve gerçek kişilerce verilen zararın tazmini
istemiyle açılan davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiği
hakkında.
Temyiz Eden (Davacı) : … Holding
A.Ş.
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf :
1) …
Vekilleri
: Av. …
2)
…
İsteğin Özeti : Davacının, kurumu
zarara uğrattıklarını ileri sürerek 8.895,02.-YTL tutarındaki zararın yasal
faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar
verilmesi istemiyle açtığı davanın; idari yargı yerlerinde tazminat davası
açılabilmesi için, idarelerin tek taraflı ve kamu gücünü kullanarak tesis
ettikleri işlem ve eylemlerden doğan bir zararın bulunması gerektiği, bakılan
davada, tazmini istenilen zararın idarenin işlem ve eyleminden doğmadığının
anlaşıldığı, gerçek kişi tarafından verildiği öne sürülen zararın tazmini
istemiyle açılan bu davanın adli yargıda görülmesi gerektiği gerekçesiyle görev
yönünden reddi yolunda Ankara 10. İdare Mahkemesince verilen 20.1.2006 günlü,
E:2005/2880, K:2006/38 sayılı kararın, dilekçede yazılı nedenlerle 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek
bozulması istenilmektedir.
Davalı …'in Cevabın Özeti :
Temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmuştur.
Davalı …i'nin Cevabın Özeti :
Cevap verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi : Süleyman Aydın
Düşüncesi
: Mahkeme kararının onanması gerektiği
düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı
: Ahmet Alaybeyoğlu
Düşüncesi
: İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesince işin gereği
düşünüldü:
İdare ve Vergi Mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile
incelenerek bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49.
maddesinde belirtilen nedenlerden birinin bulunması halinde mümkündür. Ankara
10. İdare Mahkemesince verilen 20.1.2006 günlü, E:2005/2880, K:2006/38 sayılı
karar ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup, bozulmasını gerektirecek
bir sebep de bulunmadığından temyiz isteminin reddi ile anılan kararın
onanmasına, temyiz giderlerinin istemde bulunan davacı üzerinde bırakılmasına,
8.11.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Beşinci
Daire
Esas
No : 2006/5326
Karar
No : 2006/5219
Özeti
: Astsubay
Meslek Yüksekokulunda sivil memur olarak görev yapan davacının, yolluk
ödenmemesi işleminin iptali istemiyle açtığı davanın, Askeri Yüksek İdare
Mahkemesinin görev alanına girdiği hakkında.
Temyiz Eden (Davacı) : …
Karşı Taraf
: Milli Savunma Bakanlığı
Vekili
: Av. …
İsteğin Özeti
: Balıkesir Astsubay Meslek Yüksekokulu Komutanlığında sivil memur
olarak görev yapan davacının, Kıbrıs Girne'den Balıkesir İline naklen atanması
nedeniyle hak edilen yolluğun tarafına ödenmemesine ilişkin işlemin iptali ve
idarece hesaplanacak yolluğun yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi
istemiyle açtığı davanın; davacının 1602 sayılı Yasanın 20. maddesinin son
fıkrası uyarınca asker kişi sayılması ve dava konusu işlemin askeri hizmete
ilişkin olduğunun kabul edilmesi karşısında, dava konusu uyuşmazlığın görülüp
çözümlenmesi görevinin 1602 sayılı Yasanın 20. maddesi uyarınca Askeri Yüksek
İdare Mahkemesinin görev alanına girdiği gerekçesiyle görev yönünden reddi
yolunda Bursa 2. İdare Mahkemesince verilen 8.3.2006 günlü, E:2005/1064,
K:2006/369 sayılı kararın, dilekçede yazılı nedenlerle 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması
istenilmektedir.
Cevabın Özeti
: Temyiz isteminin reddi gerektiği
savunulmuştur.
Danıştay Tetkik Hakimi : Süleyman Aydın
Düşüncesi
: Mahkeme kararının onanması gerektiği
düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı
: Mehmet Sağlam
Düşüncesi
: İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesince işin gereği
düşünüldü:
İdare ve Vergi Mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile
incelenerek bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49.
maddesinde belirtilen nedenlerden birinin bulunması halinde mümkündür. Bursa 2.
İdare Mahkemesince verilen 8.3.2006 günlü, E:2005/1064, K:2006/369 sayılı karar
ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir
sebep de bulunmadığından temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanmasına,
temyiz giderlerinin istemde bulunan davacı üzerinde bırakılmasına, 8.11.2006
tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Beşinci
Daire
Esas
No : 2004/6716
Karar
No : 2006/5252
Özeti
: İptal
kararlarının, işlemin kurulduğu tarihten geçerli olmak üzere uygulanması
gerektiği hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davalı)
: Ankara Valiliği
Karşı Taraf
: …
İsteğin Özeti
: Hacettepe Üniversitesi Döner Sermaye Saymanlığı'nda memur olan ve
Ankara 1. İdare Mahkemesi'nin iptal kararı uyarınca 458 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname'den yararlandırılan davacının, Mahkemenin iptal ettiği işlem tarihi
olan 8.10.2002'den geçerli olmak üzere değil, Valilik olurunun verildiği
17.7.2003 tarihinden itibaren yararlandırılmasına ilişkin 18.8.2003 gün ve …
sayılı işlemin iptali istemiyle açılan davada; Mahkemenin vermiş olduğu iptal
kararı uyarınca davaya konu edilen işlem, kurulduğu 8.10.2002 tarihinden
itibaren hukuk aleminden bütün sonuçları ile ortadan kalkacağından, mahkeme
kararının iptal edilen işlemin kurulduğu tarihi olan 8.10.2002'den geçerli olmak
üzere uygulanması gerekirken, olurun verilidği 17.7.2003 tarihinden geçerli
olmak üzere uygulanmasında hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu
işlemin iptali yolunda Ankara 4. İdare Mahkemesi'nce verilen 16.6.2004 günlü,
E:2003/1561, K:2004/950 sayılı kararın, dilekçede yazılı nedenlerle 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek
bozulması isteminden ibarettir.
Cevabın Özeti : Temyiz isteminin reddi gerektiği
yolundadır .
Danıştay Tetkik Hakimi : Bekir Şimşek
Düşüncesi
: İdare Mahkemesi kararının onanması gerektiği
düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı : Mehmet
Akkaya
Düşüncesi :
İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek
bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinin
birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesi'nce işin gereği
düşünüldü:
İdare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile
incelenerek bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49.
maddesinde belirtilen nedenlerden birinin varlığına bağlıdır. Ankara 4. İdare
Mahkemesi'nce verilen 16.6.2004 günlü, E:2003/1561, K:2004/950 sayılı karar ve
dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir sebep
de bulunmadığından temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanmasına, temyiz
giderlerinin istemde bulunan davalı üzerinde bırakılmasına, 10.11.2006 tarihinde
oybirliğiyle karar verildi.
ALTINCI
DAİRE KARARLARI
GECEKONDU
İŞLERİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Altıncı
Daire
Esas No : 2006/564
Karar
No :
2006/4084
Özeti
: Yargı
kararının uygulanması amacıyla 2981 sayılı Yasaya göre arsa tahsis edilen
davacıdan, tahsis tarihindeki birim fiyatları dikkate alınarak hesaplanan
bedelin istenilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan :
…
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf
:
Çankaya Belediye Başkanlığı
Vekili
:
Av. …
İstemin Özeti
: Ankara 7. İdare Mahkemesinin 7.10.2005 günlü, E:2005/2027, K:2005/1040 sayılı
kararının usul ve yasaya aykırı olduğu ileri sürülerek bozulması
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti :
Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi E.Emel Çelik'in Düşüncesi :
Temyiz isteminin reddi ile mahkeme kararının onanması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Aynur Şahinok'un Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen
kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin
bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Altıncı Dairesince Tetkik Hakiminin açıklamaları
dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği
görüşüldü:
Dava, davacıdan 2981 sayılı Yasa uyarınca tahsis edilen arsa için arsanın
tahsis edildiği 2002 yılı fiyatlarına göre 79.060.000.000 lira bedel
istenilmesine ilişkin 9.10.2002 günlü, 5700 sayılı işlemin iptali istemiyle
açılmış, İdare Mahkemesince; Danıştay Altıncı Dairesince verilen 26.4.2004
günlü, E:2004/4, K:2004/2533 sayılı bozma kararına uyularak, 2981 sayılı Yasa ve
anılan Yasanın uygulanmasına dair yönetmelikte arsaların bedellerinin
hesaplanmasında hak sahibinin başvuru tarihinin dikkate alınacağı hususunda bir
hükmün bulunmadığı, bu durumda yargı kararının uygulanması amacıyla arsa tahsis
edilen davacıdan tahsis tarihindeki birim fiyatları dikkate alınarak hesaplanan
bedelin istenilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı
gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, bu karar davacı vekilince temyiz
edilmiştir.
Davanın yukarıda özetlenen gerekçeyle reddi yolundaki temyize konu Ankara
7. İdare Mahkemesinin 7.10.2005 günlü, E:2005/2027, K:2005/1040 sayılı
kararında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49.maddesinin
1.fıkrasında sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, bozma istemi
yerinde görülmeyerek anılan mahkeme kararının ONANMASINA, dosyanın adı geçen
mahkemeye gönderilmesine 14.9.2006 gününde oybirliğiyle karar
verildi.
İMAR
İŞLERİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Altıncı
Daire
Esas No : 2004/4237
Karar
No :
2006/4410
Özeti
: İmar
planı dava konusu edilmediğinden, bu plana uygun verilen inşaat ruhsatının imar
planının hukuken geçerli olmadığından bahisle iptal edilmesinde, hukuka uyarlık
bulunmadığı hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan :
Akdeniz Belediye Başkanlığı
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf
:
…
İstemin Özeti
: Mersin İdare Mahkemesinin 18.9.2003 günlü, E:2003/124, K:2003/766 sayılı
kararının usul ve yasaya aykırı olduğu ileri sürülerek bozulması
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti :
Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi Elif Emel Çelik'in Düşüncesi :
Dava konusu yapı ruhsatı yürürlükte olan 1/1000 ölçekli plan uyarınca
verildiğinden anılan 1/1000 ölçekli planın hukuken geçerli olmadığı gerekçesiyle
yapı ruhsatının iptal edilmesinde isabet bulunmamaktadır.
Bu
durumda, mahkeme kararının bozulması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Tülin Özgenç'in Düşüncesi : Mersin, Hamidiye Mahallesi … pafta,…
ada,… parsel sayılı hazine adına kayıtlı taşınmaz için T.C.Deniz Kuvvetleri
Komutanlığı Akdeniz Bölge Komutanlığı adına verilen 18.4.2002 günlü yapı
ruhsatının iptali istemiyle açılan dava sonucunda, idare mahkemesince dava
konusu işlemin iptali yolunda verilen kararın temyizen incelenerek bozulması
istenilmektedir.
3194 sayılı İmar Kanununun 3.maddesinde; "Herhangi bir saha,her ölçekteki
plan esaslarına,bulunduğu bölgenin şartlarına ve yönetmelik hükümlerine aykırı
maksatlar için kullanılamaz." hükmü yer almıştır.
Dosyanın incelenmesinden uyuşmazlığa konu mülkiyeti Hazineye ait
taşınmazın imar planında park ve rekreasyon alanında kalmakta iken plan
değişikliği yapılarak "Askeri Saha" olarak ayrıldığı, Akdeniz Bölge Komutanlığı
kullanım ve sorumluluğuna tahsis edildiği ve parsel için tapuya "Askeri Güvenlik
Bölgesidir" şerhi konulduğu, Valilik Makamının oluru ile Deniz Kuvvetleri
Komutanlığına tahsis edildiği, Akdeniz Bölge Komutanlığınca söz konusu parsel
üzerinde gizlilik arzeden hareket ve savunma amaçlı kullanılacak askeri bina
için inşaat ruhsatı talebinde bulunulduğu ve dava konusu 18.4.2002 günlü inşaat
ruhsatının düzenlendiği anlaşılmaktadır.
Davalı Belediye Başkanlığınca düzenlenen inşaat ruhsatında mevzuat
hükümlerine aykırılık bulunmadığından, idare mahkemesince inşaat ruhsatının
dayanağı olan ve halen yürürlükte bulunan imar planının hukuken geçerliliği
bulunmadığından bahisle aksi yönde verilen kararda isabet
görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle,temyize konu kararın bozulması gerektiği
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Altıncı Dairesince Tetkik Hakiminin açıklamaları
dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği
görüşüldü:
Dava, Hazineye ait, Deniz Kuvvetleri Komutanlığına tahsisli Mersin İli,
Hamidiye Mahallesi, … pafta,… ada, … sayılı parsel için verilen 18.4.2002 günlü,
09/02 sayılı yapı ruhsatının iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesince;
taşınmaz 1/1000 ölçekli imar planında park ve rekreasyon alanında kalmakta iken
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Akdeniz Bölge Komutanlığınca plan değişikliği
yapılarak alanın askeri alan olarak ayrılmasının istenildiği, bu istemin Akdeniz
Belediye Meclisince reddedildiği, anılan meclis kararının onay için büyükşehir
belediye başkanlığına sunulması üzerine anılan planın tadilen onandığı ve
taşınmazın askeri alan olarak belirlendiği, mevzuat uyarınca büyükşehir belediye
başkanlığının tadilen onama yetkisi bulunmadığından hukuken geçerli plan değişikliğinin bulunmaması
karşısında anılan plan uyarınca verilen inşaat ruhsatında da hukuka uyarlık
olmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiş, bu karar
davalı idare vekilince temyiz edilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden, büyükşehir belediye başkanlığınca tadilen
onaylanan 15.3.1996 günlü, 1/1000 ölçekli planın dava konusu edilmediği
anlaşıldığından, anılan plan değişikliğinin hukuken geçerli olup olmadığı
hususunun bu davada incelenmesi mümkün değildir.
Bu durumda, yürürlükte olan 1/1000 ölçekli plana uygun olarak verilen
inşaat ruhsatında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle Mersin İdare Mahkemesinin 18.9.2003 günlü,
E:2003/124, K:2003/766 sayılı kararının BOZULMASINA, 20,60 YTL karar harcı ile
fazla yatırılan 15,30 YTL harcın temyiz isteminde bulunana iadesine, dosyanın
adı geçen mahkemeye gönderilmesine 4.10.2006 gününde oybirliğiyle karar
verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Altıncı
Daire
Esas No : 2004/2644
Karar
No :
2006/3240
Özeti : Yapı kullanma izin
belgesinin binanın hukuken en son bittiği tarihi gösteren bir belge olduğu,
ilgililer tarafından yapının daha
önceki bir tarihte bittiğinin maddi delillerle ispatının hukuken olanaklı olduğu
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan :
…
Karşı Taraf
:
Antalya Valiliği
İstemin Özeti
: Antalya 1. İdare Mahkemesinin 6.11.2003 günlü, E:2002/1572, K:2003/1276 sayılı
kararının usul ve yasaya aykırı olduğu ileri sürülerek bozulması
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti :
Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi G.Filiz Ercan Aslantaş'ın Düşüncesi
:
Temyiz isteminin kabulü ile mahkeme kararının bozulması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı İbrahim Erdoğdu'nun Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen
kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin
bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Altıncı Dairesince Tetkik Hakiminin açıklamaları
dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği
görüşüldü:
Dava, Antalya, Geyikbayırı, … parsel sayılı taşınmaz üzerindeki konut
amaçlı yapıya yapı kullanma izni verilmesi isteminin reddine ilişkin 7.5.2002
günlü, 2307 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesince dosyanın
incelenmesinden dava konusu parsel üzerinde önceki malik … adına verilen 26.10.
1992 gün ve 29/13 sayılı Valilikçe verilen yapı ruhsatına dayanılarak yapılan
konut amaçlı yapının davalı tarafından 08.07.1999 tarihinde satın alınmasından
sonra 23.07.2001 tarihli yapı tatil tutanağı ile yapının durumunun tespit
edildiği, davacı tarafından 15.08.2001 tarihli dilekçe ile davalı idareye
başvurularak maliki oldukları yapının iskan izninin olup olmadığı hususunda
bilgi istendiği, davalı idarenin 03.09.2001 gün ve 10-4564 sayılı yazı ile;
anılan yapının iskan izninin olmadığı, iskan ruhsatı alabilmesi için inşaat
ruhsatının yenilenmesi gerektiğinin 09.09.2001 tarihinde davacıya tebliğ
edildiği, davacının 26.04.2002 günlü dilekçesi ile yaptığı iskan izni verilmesi
yolundaki başvurusunun dava konusu 07.05.2002 gün ve 2307 sayılı işlemle
reddedilmesi üzerine bu davanın açıldığı anlaşılmakta ise de dava konusu
işlemden önce davacıya tebliğ edilen ve iskan izninin verilebilmesi için inşaat
ruhsatının yenilenmesi gerektiği yolundaki 3.9.2001 günlü, 10-4564 sayılı işleme
karşı dava açılmamış olması ve anılan yapıya ait 26.10.2002 günlü, 29/13 sayılı
yapı ruhsatının geçerliliğini yitirmesi nedeniyle yapının ruhsatsız duruma
düştüğü kesinlik kazandığından ruhsat yenilemesi yapılmayan yapıya iskan izni
verilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemde hukuka aykırılık
görülmeyerek davanın reddine karar verilmiş, karar davacı tarafından temyiz
edilmiştir.
3194 sayılı İmar Kanunu'nun 29. maddesinde yapının beş yıl içinde
bitirilmemesi halinde ruhsatın yenileneceği hükme bağlanmıştır.
Dosyanın incelenmesinden, uyuşmazlık konusu taşınmaz üzerindeki yapıya
26.10.1992 gününde eski malik adına yapı ruhsatı verildiği, davacının taşınmazı
8.7.1999 tarihinde satın aldığı, idarece
23.7.2001 günlü yapı tatil tutanağıyla yapının iskana hazır durumda
tespitinin yapılması üzerine davacı tarafından maliki oldukları yapının iskan
izni bulunup bulunmadığı hususunda bilgi istenilmesi üzerine yapının iskan
izninin bulunmadığı, iskan ruhsatı alınabilmesi için de ruhsatın yenilenmesi
gerektiğinin bildirildiği, davacının iskan ruhsatı istemiyle yaptığı başvurunun
ise 1992 yılında ruhsatı alınmış yapının yasada öngörülen 5 yıllık süre içinde
tamamlanmadığı ve iskan izni alınmadığından dolayı ruhsatsız yapı durumuna
düştüğünden bahisle reddedilmesi üzerine davacı tarafından yapının yasal süresi
içinde bitirilmiş olduğundan bahisle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
3194 sayılı İmar Kanununun 31. maddesinde, "inşaatın bitme günü, kullanma
izninin verildiği tarihtir" hükmü yer almış ise de, bu hüküm hukuken doğacak
ihtilafları önlemeye yönelik olup yapı kullanma izni alınmasından sonra hukuki
sorumluluğun ve hakların doğacağına ilişkin bir düzenlemedir. Diğer bir
anlatımla, yapı kullanma izin belgesi binanın hukuken en son bittiği tarihi
gösteren bir belgedir. İlgililer tarafından yapının daha önceki bir tarihte bittiğinin maddi
delillerle ispatı hukuken olanaklıdır.
Davacı, TEDAŞ Genel Müdürlüğüyle 1.1.1995 tarihinde abonelik sözleşmesi
yapıldığını, ve muhtarlığın inşaatın 1995'te tamamlandığını bildiren yazısı
olduğunu, dolayısıyla süresi içinde yapının bitirildiğini, idarenin dava konusu
yapının tamamının ruhsat süresi içinde bitmediğine dair herhangi bir tespitinin
de bulunmadığını ileri sürmektedir.
Öte yandan, 3.9.2001 günlü, 10-4564 sayılı işleme karşı dava açılmamış
olması yapı kullanma izin belgesi isteminin reddine ilişkin işlemin iptali
istemiyle açılan bu davada binanın ruhsat tarihinden itibaren 5 yıllık süre
içinde bitirilip bitirilmediğinin saptanmasında hukuken bir engel
oluşturmamaktadır.
Bu itibarla, davacı tarafından ibraz edilen belgeler incelenip
değerlendirilmeden davayı reddeden idare mahkemesi kararında yasal isabet
görülmemiştir.
Diğer taraftan, davalı idarece iskan izni verilebilmesi için yapının
ruhsat ve eklerine uygun olup olmadığı, kullanılmasında fen bakımından sakınca
bulunup bulunmadığı hususları incelenerek iskan izni verilmesi istemine yönelik
başvurunun yeniden değerlendirileceği tabidir. Açıklanan nedenlerle, temyize konu
Antalya 1. İdare Mahkemesinin 6.11.2003
günlü, E:2002/1572, K:2003/1276 sayılı kararının BOZULMASINA, 20,60 YTL
karar harcı ile fazladan yatırılan 15,30 YTL harcın temyiz isteminde bulunana
iadesine, dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine 19.6.2006 gününde oybirliğiyle karar
verildi.
YIKMA
İŞLERİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Altıncı
Daire
Esas No : 2004/2444
Karar
No :
2006/2685
Özeti
: Korunması
gerekli sit alanında kalan yapıların yıkılmış olsa bile oranlarının, imar planı
ile getirilen yapılaşma oranlarına göre öncelikli olduğu
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan :
…
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf
:
Yenifoça Belediye Başkanlığı
İstemin Özeti
:İzmir 4. İdare Mahkemesinin 29.9.2003 günlü, E:2002/279, K:2003/960 sayılı
kararının usul ve yasaya aykırı olduğu ileri sürülerek bozulması
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti :
Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi Mehmet Sıtkı Çelik'in Düşüncesi :
Temyiz isteminin reddi ile mahkeme kararının onanması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Tülin Özgenç'in Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen
kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin
bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Altıncı Dairesince Tetkik Hakiminin açıklamaları
dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği
görüşüldü:
Dava, izmir, Yenifoça, … pafta, … parsel sayılı taşınmazdaki yapının,
TAKS(Taban Alanı Katsayısı) değerinin imar planındaki TAKS değerine uymadığından
bahisle inşaat ve yapı kullanma ruhsatlarının iptali ile 3194 sayılı Yasanın
32.maddesi uyarınca yıktırılmasına ve aynı Yasanın 42.maddesi uyarınca para
cezası verilmesine ilişkin 25.9.2001 günlü, 147 sayılı belediye encümeni
kararının iptali istemiyle açılmış; İdare Mahkemesince, yerinde yaptırılan keşif
ve bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen raporda, uyuşmazlık konusu binanın
bulunduğu alanı da kapsayan imar planında TAKS değeri 0,75 olarak belirlenmiş
olmakla birlikte Yenifoça Kentsel Sit Alanı Yapılanma Hükümlerinin 3.2
maddesinde, yapının mevcut TAKS değerinin planla getirilen TAKS değerinden büyük
olması halinde yapının mevcut TAKS değerinin yapılaşmaya esas alınacağı hükmü
yer aldığından bu hüküm uyarınca, olayda yıkılıp yeniden inşa edilen uyuşmazlık
konusu yapının TAKS değeri her ne kadar planda öngörülen 0,75 'den büyük ve
0,975 olsa bile yukarıda anılan yapılanma hükümlerine uygun olduğu görüşü
bilirkişi tarafından ortaya konulmuş ise de bu yapılanma hükmünün, plandaki TAKS
değerinden fazla TAKS değerine sahip mevcut yapıları korumayı amaçladığı, yoksa
bu yapıların arsaları için TAKS değeri yönünden kazanılmış bir hak getirmeyi
amaçlamadığı bu nedenle imar planında öngörülen yapılaşma şartlarına aykırı
olarak verilen yapı ruhsatı ile yapı kullanma izin belgesinin geri alınmasına,
uyuşmazlık konusu yapının yıktırılmasına ve yapı sahibine para cezası
verilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı
gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, bu karar davacı vekilince temyiz
edilmiştir.
Yenifoça Kentsel Sit Alanı Yapılanma Hükümlerinin, "Koruma amaçlı imar
planı yapılanma koşulları" başlıklı 3.2. maddesinde; " Her yapı adası için TAKS
değeri planda ayrı ayrı belirtilmiştir. Boş parsellere yapılacak olan yapıların
TAKS'ı bu değerden büyük olamaz. Ancak yeni yapılan planda belirlenen TAKS
değeri yıkılıp tekrar yapılacak mevcut yapının TAKS değerinden büyük ise planla
belirlenen TAKS değeri esas alınabilir. Yapının mevcut TAKS değerinin planla
getirilen TAKS değerinden büyük olması halinde ise yapının mevcut TAKS değeri
yapılaşmada esas alınır" düzenlemesine yer verilmiştir.
Olayda, uyuşmazlık konusu yapının, kentsel sit alanında kaldığı, bu
alanların yapılanma hükümlerine ve 3.4.2000 günlü, 21 sayılı yapı ruhsatına
uygun olarak ancak bu yapının bulunduğu alanı da kapsayan imar planında
öngörülen TAKS değerinin aşılması suretiyle inşa edildiğinin tespiti üzerine
dava konusu işlemin tesis edildiği anlaşılmaktadır.
Dosyadaki bilgi ve belgeler ile yukarıya alınan düzenlemenin
değerlendirilmesinden; tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeşitli
medeniyetlerin ürünü olan, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik, mimari ve
benzeri özelliklerini yansıtan kent ve kent kalıntılarını içeren ve korunması
gerekli sit alanında kalan yapıların yıkılmış olsa bile aslına uygun olarak
yeniden inşa edilebilmesi için bu yapıların TAKS oranının imar planında
öngörülen TAKS değerinden büyük olması halinde imar planı ile getirilen TAKS
değerinin istisnası olarak yapının TAKS değerinin esas alınması gerektiği
sonucuna varılmaktadır. Bu nedenle İdare Mahkemesince uyuşmazlık konusu olayda
imar planında öngörülen TAKS değerinin esas alınmasının zorunlu olduğu
gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesinde hukuki isabet
görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle İzmir 4.idare Mahkemesinin 29.9.2003 günlü,
2002/279, K:2003/960 sayılı kararının BOZULMASINA, 20,60 YTL. karar harcı ile
fazladan yatırılan 15,30 YTL. harcın temyiz isteminde bulunana iadesine,
dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine 15.5.2006 gününde oybirliğiyle karar
verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Altıncı
Daire
Esas No : 2005/5281
Karar
No :
2006/4089
Özeti : Dava devam ederken idari
yaptırımlar yönünden lehe olarak yapılan yasal değişikliklerin uyuşmazlıkların
çözümünde uygulanması hukukun genel ilkesi gereği olduğundan, yasa
değişikliğiyle GSM baz istasyonlarının 3194 sayılı İmar Kanunu ve ilgili
yönetmeliklerde belirtilen yapı ruhsatı ve yapı kullanma iznine tabi olmadığı
yolunda getirilen düzenleme nedeniyle yıkım ve para cezası verilmesi yolundaki
işlemin buna göre değerlendirilmesi gerektiği hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan :
Beykoz Belediye Başkanlığı
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf
:
…
Vekili
:
Av. …
İstemin Özeti
: İstanbul 1. İdare Mahkemesinin 21.4.2005 günlü, E:2005/464, K:2005/804 sayılı
kararının usul ve yasaya aykırı olduğu ileri sürülerek bozulması
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti :
Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi Gülfiliz Ercan Aslantaş'ın Düşüncesi
:
5189 sayılı Kanunun 35 inci maddesinde, elektronik haberleşmeyle ilgili alt yapı
oluşumunda kullanılan her türlü taşınır, taşınmaz mal ve teçhizatın kanun
hükümlerine ve kurum tarafından çıkartılan yönetmeliklere uygun olarak kurulmak
ve ilgili kurumdan gerekli izin, ruhsat ve sertifika alınmak şartıyla 3194
sayılı İmar Kanunu ve İmar Kanununa dayanılarak çıkarılan yönetmeliklerde
belirtilen yapı ruhsatı ve yapı kullanma iznine tabi olmadığı yolunda düzenleme
getirilmesi nedeniyle, 3194 sayılı İmar Kanunu ve ilgili Yönetmeliklere göre
ruhsata tabi olan yapılar kapsamında olan dava konusu GSM baz istasyonu için
5189 sayılı Kanunun 35 inci maddesine göre Telekomünikasyon Kurumundan gerekli
izin, ruhsat ve sertifikanın alınıp alınmadığının araştırılması suretiyle
idarece yeniden işlem tesis edileceği tabiidir.
Belirtilen bu gerekçenin ilavesi suretiyle dava konusu işlemin iptali
yolundaki idare mahkemesi kararının onanması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Sedat Larlar'ın
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Altıncı Dairesince Tetkik Hakiminin açıklamaları
dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği
görüşüldü:
Dava, Beykoz, … Köyü, … parsel sayılı taşınmaz üzerinde ruhsatsız olarak
inşa edilen baz istasyonun 3194 sayılı Yasanın 32.maddesi uyarınca
yıktırılmasına ve aynı Kanunun 42. maddesi uyarınca para cezası verilmesine
ilişkin 3.9.2002 günlü, 822 sayılı belediye encümeni kararının iptali istemiyle
açılmış; İdare Mahkemesince, Danıştay Altıncı Dairesince verilen 13.10.2004 günlü, E:2004/3464, K:2004/4894 sayılı bozma kararına uyularak, 2.7.2004
tarihli, 25510 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 5189 sayılı
Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun Ek 35 inci maddesiyle
dava konusu yapıyı da kapsar nitelikteki elektronik haberleşmeyle ilgili alt
yapı oluşumunda kullanılan her türlü taşınır, taşınmaz mal ve teçhizatın kanun
hükümlerine ve kurum tarafından çıkartılan yönetmeliklere uygun olarak kurulmak
ve kurumdan gerekli izin, ruhsat ve sertifika alınmak şartıyla 3194 sayılı İmar
Kanunu ve İmar Kanununa dayanılarak çıkarılan yönetmeliklerde belirtilen yapı
ruhsatı ve yapı kullanma iznine tabi olmadığı yolunda düzenleme getirilmiş
olduğu anlaşıldığından, dava konusu işlemde mevzuata uyarlık görülmediği
gerekçesiyle iptaline karar
verilmiş, bu karar davalı idare tarafından temyiz
edilmiştir.
2.7.2004 tarihli, 25510 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe
giren 5189 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun Ek 35
inci maddesi uyarınca, GSM baz istasyonlarının 3194 sayılı İmar Kanunu ve İmar
Kanununa dayanılarak çıkarılan yönetmeliklerde belirtilen yapı ruhsatı ve yapı
kullanma iznine tabi olmamaları için, Telekomünikasyon Kurumu tarafından
çıkartılan yönetmeliklere uygun olarak kurulmaları ve kurumdan izin, ruhsat ve
sertifika almaları gerekmektedir.
Dava devam ederken idari yaptırımlar yönünden lehe olarak yapılan yasal
değişikliklerin uyuşmazlıkların çözümünde uygulanması hukukun genel ilkesi
gereği olduğundan, davalı idarece, mevcut baz istasyonunun yeniden
değerlendirilmesi, dava konusu baz istasyonu için, 5189 sayılı Kanunun Ek 35
inci maddesi uyarınca, Telekomünikasyon Kurumundan gerekli izin, ruhsat ve
sertifikanın alınıp alınmadığının araştırılması suretiyle yapı ruhsatı ve yapı
kullanma iznine tabi olup olmadığı konusunda değerlendirme yapılacağı ve işlem
tesis edileceği tabiidir.
Açıklanan nedenlerle İstanbul 1. İdare Mahkemesinin 21.4.2005 günlü,
E:2005/464, K:2005/804 sayılı kararının yukarıda belirtilen gerekçenin eklenmesi
suretiyle ONANMASINA, fazla
yatırılan 17,00-YTL harcın temyiz isteminde bulunana iadesine, dosyanın adı
geçen mahkemeye gönderilmesine
15.9.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGILAMA
USULÜ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Altıncı
Daire
Esas No : 2004/1462
Karar
No :
2006/1872
Özeti : İşlemin tesisinde uygulanan
usul ve esasların, işlemin kaldırılması veya geri alınmasında da uygulanması
gerektiği hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan :
…
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf
:
Amasya Belediye Başkanlığı
İstemin Özeti
: Samsun İdare Mahkemesinin 19.11.2003 günlü, E:2003/861, K:2003/1192 sayılı
kararının usul ve yasaya aykırı olduğu ileri sürülerek bozulması
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti :
Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi Mehmet Sıtkı Çelik'in Düşüncesi :
Dosyanın incelenmesinden, davacının sahibi olduğu taşınmazı da kapsayan alanda
3194 sayılı Yasa'nın 18.maddesi uyarınca imar uygulaması yapıldığı, davacının bu
uygulamaya itiraz ettiği, belediye encümeninin bu itiraza ilişkin olarak
davacının sahibi olduğu parsellerin mümkün olduğu kadar imar uygulaması dışında
bırakılması yolunda bir karar aldığı, ancak herhangi bir uygulamanın yapılmadığı, bunun üzerine dava konusu
işlemin iptali istemiyle davanın açıldığı, İdare Mahkemesince davanın konusuz
kaldığı gerekçesiyle esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar
verildiği anlaşılmaktadır.
İdare Hukukunda yerleşmiş ilkelerden biri de usulde paralellik ilkesidir.
Bu ilke ile bir işlemin tesisinde uygulanan usul ve esasların aynı işlemin geri
alınmasında veya kaldırılmasında da uygulanması gerektiği kabul edilmiştir.
Olayda, bir takım kayıt ve şartlara bağlı olarak işlemin geri alınacağı yönünde
bir karar alındığı ancak dava
konusu işlemin geri alındığı veya iptal edildiği yolunda belediye encümenince
alınmış bir kararın olmadığı görülmektedir.
Bu durum karşısında İdare Mahkemesince işin esasına girilerek dava konusu
işlem hakkında bir karar verilmesi gerekirken, davanın konusuz kaldığı
gerekçesiyle esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesinde
hukuki isabet görülmemiştir.
Bu nedenle temyiz isteminin kabulü ile mahkeme kararının bozulması
gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Tülin Özgenç'in Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen
kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin
bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Altıncı Dairesince Tetkik Hakiminin açıklamaları
dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği
görüşüldü:
Dava, Amasya (Merkez), Kapıkaya Köyü, … - … -… parsel sayılı taşınmazı da
kapsayan alanda yapılan imar uygulamasının onaylanmasına ilişkin 25.3.2003
günlü, 168 sayılı belediye encümeni kararı ile bu işleme yapılan itirazın cevap
verilmemek suretiyle reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmış; İdare
Mahkemesince, davacının itirazı 6.5.2003 gününde belediye encümenince
görüşülerek "…, …, … parselde kayıtlı gayrimenkul sahibi davacının parsellerinin
mümkün olduğu kadar (imar planına uygun olarak) imar uygulaması dışında
bırakılarak, dağıtım cetvellerinin ve uygulama dosyasının yeniden
hazırlanmasının uygun görüldüğü..." şeklinde karar alındığı, fakat bu karara
dayanılarak yeniden bir imar uygulaması yapılmadığı, ara kararı ile anılan bu
encümen kararının dava konusu işlemin geri alınması niteliğinde olup olmadığının
sorulduğu, davalı idarece verilen 5.11.2003 günlü cevap yazısında; sözü edilen
6.5.2003 tarihli belediye encümeni kararının, dava konusu işlemin geri alınması
niteliğinde olduğu ancak davacının taşınmazıyla ilgili olarak herhangi bir imar
uygulaması yapılmamış olduğunun bildirildiği, bu gelişmeler karşısında dava
konusu işlemin geri alındığının anlaşıldığı gerekçesiyle konusuz kalan davanın
esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş, bu karar davacı
vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden, davacının sahibi olduğu taşınmazı da kapsayan
alanda 3194 sayılı Yasa'nın 18.maddesi uyarınca imar uygulaması yapıldığı,
davacının bu uygulamaya itiraz ettiği, belediye encümeninin bu itiraza ilişkin
olarak davacının sahibi olduğu parsellerin mümkün olduğu kadar imar uygulaması
dışında bırakılması yolunda bir karar aldığı, ancak herhangi bir uygulamanın ve
tebliğin yapılmadığı, bunun üzerine dava konusu işlemin iptali istemiyle bu
davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
İdare Hukukunda yerleşmiş ilkelerden biri de usulde paralellik ilkesidir.
Bu ilke ile bir işlemin tesisinde uygulanan usul ve esasların aynı işlemin geri
alınmasında veya kaldırılmasında da uygulanması gerektiği kabul edilmiştir. Buna
göre olayda, işlemin geri alındığından söz edebilmek için davalı belediye
encümenince dava konusu işlemin tesis edildiği usulle geri alınmak suretiyle
hukuk aleminden kaldırılması gerekirken, bu usule uyulmayıp, bir takım kayıt ve
şartlara bağlı olarak işlemin geri alınacağı yönünde bir karar alındığı ve idare
mahkemesi kararının temyizi aşamasında bile dava konusu işlemin idarece geri
alındığı veya iptal edildiği yolunda belediye encümenince alınmış bir karar
olmadığı görülmektedir.
Bu durum karşısında, İdare Mahkemesince işin esasına girilerek dava
konusu işlem hakkında bir karar verilmesi gerekirken, bu usule uyulmayarak
davanın konusuz kaldığı gerekçesiyle esası hakkında karar verilmesine yer
olmadığına karar verilmesinde hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle Samsun İdare Mahkemesinin 19.11.2003 günlü,
E:2003/861, K:2003/1192 sayılı kararının BOZULMASINA, 20,60 YTL. karar harcı ile fazladan yatırılan 15,30
YTL harcın temyiz isteminde bulunana iadesine, dosyanın adı geçen mahkemeye
gönderilmesine 11.4.2006 gününde oybirliğiyle karar
verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Altıncı
Daire
Esas No : 2006/181
Karar
No :
2006/4145
Özeti
: İdare
ve/veya mahkemelerinin bulunduğu yerde dosya evrakının Asliye Hukuk
Hakimliklerine verilmesi durumunda, bu evrakın idare mahkemesi kaydına girdiği
tarihin esas alınacağı hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan :
…
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf : Eyüp Belediye
Başkanlığı
Vekili
: Av. …
İstemin Özeti : Danıştay
Altıncı Dairesince verilen 07.06.2005 günlü, E;2005/2999 K:2005/3304 sayılı
kararının usul ve yasaya aykırı olduğu ileri sürülerek bozulması
istenilmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Altıncı Dairesince Tetkik Hakimi Mehmet Sıtkı
Çelik'in raporu ile dosyadaki belgeler 2577 sayılı idari Yargılama Usulü
Kanununun 14.maddesi uyarınca incelendikten sonra işin gereği
görüşüldü:
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 4.maddesinde dilekçeler ve
savunmaların, davalara ilişkin her türlü evrakın, Danıştay veya ait olduğu
mahkeme başkanlıklarına veya bunlara gönderilmek üzere idare veya vergi
mahkemesi başkanlıklarına idare ve vergi mahkemesi bulunmayan yerlerde asliye
hukuk hakimliklerine veya yabancı memleketlerde Türk konsolosluklarına
verilebileceği hükmüne yer verilmiştir.
2577 sayılı Yasanın 48.maddesinin 6.fıkrasında temyizin kanuni süre
geçtikten sonra yapılması halinde, kararı veren mahkemenin, ilk derece mahkemesi
olarak davaya bakan Danıştay dairesinin temyiz isteminin reddine karar vereceği,
Mahkemenin veya Danıştay dairesinin bu kararları ile aynı maddenin 2.fıkrasında
belirtilen temyiz isteminde bulunulmamış sayılmasına ilişkin kararlarına karşı
tebliğ tarihini izleyen günden itibaren yedi gün içinde temyiz yoluna
başvurulabileceği kurala bağlanmıştır. Bu maddeye 4001 sayılı Yasa ile eklenen
7.fıkrada ise, temyiz dilekçesi verilirken gerekli harç ve giderlerin ödenmemiş
olduğu, dilekçenin 3.madde esaslarına göre düzenlenmediği ve temyizin kanuni
süre geçtikten sonra yapıldığı hususlarının dosyanın gönderildiği Danıştay'ın
ilgili dairesi ve kurulunca saptanması hallerinde de 2 ve 6.fıkralarında sözü
edilen kararların daire ve kurulca verileceği hükmü yer almıştır.
2577 sayılı Yasanın 55.maddesinin 5.fıkrasında da 53, 54 ve 55.madde
hükümleri saklı kalmak kaydıyla yargılamanın yenilenmesinde ve kararın
düzeltilmesinde de bu Kanunun diğer hükümlerinin uygulanacağı
belirtilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden; Dairemizin 07.06.2005 günlü E;2005/2999,
K;2005/3304 sayılı "karar düzeltme isteminin süre aşımı yönünden reddine"
ilişkin kararı davacı vekiline 28.07.2005 gününde tebliğ edildiği, temyiz
dilekçesinin 06.09.2005 gününde İstanbul, Gaziosmanpaşa Asliye 1. Hukuk
Mahkemesine verildiği ve 2577 sayılı Yasanın 48.maddesinin 6.fıkrasında
öngörülen süre geçtikten sonra 15.9.2005 gününde İdare Mahkemesi kaydına girdiği
anlaşılmaktadır.
Olayda, 2577 sayılı Yasanın 4.maddesi uyarınca, İstanbul ilinde idare ve
vergi mahkemeleri bulunması karşısında Gaziosmanpaşa Asliye Hukuk Mahkemesi
kanalıyla gönderilen temyiz dilekçesinin İstanbul 4. İdare Mahkemesinde kayda
girdiği tarih esas alınmaktadır.
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun 15.12.2005 günlü, E:2005/3326,
K:2005/2807 sayılı kararı da bu yöndedir.
Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Yasanın 55.maddesinin 5.fıkrası ve
48.maddesinin 7.fıkrası uyarınca temyiz isteminin süre aşımı yönünden reddine,
dosyanın İstanbul 4.İdare Mahkemesine gönderilmesine, 18.9.2006 gününde
oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Altıncı
Daire
Esas No : 2004/3697
Karar
No :
2006/4213
Özeti
: Uygulama
işlemi niteliğinde olan kamulaştırma işlemi üzerine, anılan işlemin dayanağı
düzenleyici işlem niteliğindeki imar planlarının iptali istemiyle dava açıldığı,
ancak uygulama işlemine karşı açılan dava süreaşımı yönünden reddedildiğinden,
imar planlarının iptaline ilişkin işlemin bu aşamada incelenemeyeceği
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan :
…
Karşı Taraf : 1- Ulaştırma
Bakanlığı
2- Devlet Hava Meydanları
İşletmesi Genel Müdürlüğü
Vekili : Av. …
3- Antalya Büyükşehir
Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. …
İstemin Özeti
: Antalya 1. İdare Mahkemesinin 28.1.2004 günlü, E:2003/780, K:2004/116 sayılı
kararının usul ve yasaya aykırı olduğu ileri sürülerek bozulması
istenilmektedir.
Ulaştırma Bakanlığı'nın Savunmasının Özeti :
Temyiz edilen kararda bozma nedenlerinden hiçbiri bulunmadığından, usul ve
kanuna uygun olan kararın onanması gerektiği
savunulmaktadır.
DHMİ Genel Müdürlüğü'nün Savunmasının Özeti :
Temyiz edilen kararda bozma nedenlerinden hiçbiri bulunmadığından, usul ve
kanuna uygun olan kararın onanması gerektiği
savunulmaktadır.
Antalya Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nın Savunmasının Özeti
:
Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi Özlem Şimşek'in Düşüncesi :
Temyiz isteminin reddi ile mahkeme kararının onanması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Sefer Yıldırım'ın Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen
kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin
bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Altıncı Dairesince Tetkik Hakiminin açıklamaları
dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği
görüşüldü:
Dava, Antalya İli, Yeşilköy (Keşirler)'de bulunan … sayılı parselin hava
alanı gelişim sahası olarak belirlenmesine ilişkin 1/5000 ve 1/1000 ölçekli imar
planları ile taşınmazın bu amaçla kamulaştırılmasına ilişkin 9.7.1997 günlü, 138
sayılı işlemin iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesince, Danıştay Altıncı
Dairesi'nin 29.1.2003 günlü, E:2001/5808, K:2003/758 sayılı bozma kararına
uyularak, dava konusu kamulaştırma işleminin 10.12.1997 tarihinde davacıya noter
aracılığıyla tebliğ edildiği ve 31.12.1997 tarihinde bedel artırımı davası
açtığı anlaşıldığından, 31.5.1999 tarihinde açılan davanın süreaşımı yönünden
reddine, diğer taraftan dava konusu imar planlarının 11.7.1991 tarihinden
itibaren 1 ay süreyle ilan edilmesi nedeniyle son ilan tarihinden itibaren 60
gün içinde açılması gereken davanın bu süre geçirilerek 31.5.1999 tarihinde
açıldığı anlaşıldığından, davanın anılan planlar yönünden de süreaşımı yönünden
reddine karar verilmiş, bu karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Temyize konu İdare Mahkemesi kararının kamulaştırma işlemine karşı açılan
davanın süreaşımı yönünden reddine ilişkin kısmında 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu'nun 49. maddesinde sayılan bozma nedenlerinden hiçbiri
bulunmamaktadır.
Davanın imar planlarına ilişkin kısmına gelince :
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 7.maddesinin 1.fıkrasında;
"Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde
Danıştay'da ve İdare Mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür."
4.fıkrasında da "İlanı gereken düzenleyici işlemlerde dava süresi, ilan tarihini
izleyen günden itibaren başlar. Ancak bu işlemlerin uygulanması üzerine
ilgililer, düzenleyici işlem veya uygulanan işlem yahut her ikisi aleyhine
birden dava açabilirler. Düzenleyici işlemin iptal edilmemiş olması bu
düzenlemeye dayalı işlemin iptaline engel olmaz" hükümleri yer
almaktadır.
Dosyanın incelenmesinden, 9.7.1997 günlü, 138 sayılı işlemle tesis edilen
ve uygulama işlemi niteliğinde olan kamulaştırma işlemi üzerine, anılan işlemin
dayanağı düzenleyici işlem niteliğindeki imar planlarının iptali istemiyle
bakılmakta olan davanın açıldığı ancak uygulama işlemine karşı açılan davanın
süreaşımı yönünden reddedildiği anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, anılan kamulaştırma işleminin dayanağını oluşturan imar
planlarının iptaline ilişkin istem bu aşamada incelenemeyeceğinden, imar
planlarına karşı açılan davanın süreaşımı yönünden reddine ilişkin İdare
Mahkemesi kararında sonucu itibariyle yasal isabetsizlik görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, temyize konu Antalya 1. İdare Mahkemesinin
28.1.2004 günlü, E:2003/780, K:2004/116 sayılı kararının, kamulaştırma işlemine
karşı açılan davanın süreaşımı yönünden reddine ilişkin kısmının ONANMASINA,
imar planlarına karşı açılan davanın süreaşımı yönünden reddine ilişkin kısmının
yukarıda belirtilen gerekçeyle ONANMASINA, fazla yatırılan 15,30 YTL harcı
temyiz isteminde bulunana iadesine, dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine,
22.9.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Altıncı
Daire
Esas No : 2006/3222
Karar
No :
2006/4637
Özeti
: Mahkeme
kararının açıklanması istemi üzerine, mahkemece daha önce verilen hükmün
dağiştirilmesi veya yeni bir hüküm verilmesinin söz konusu olmaması halinde,
verilen bu karar nihai bir karar niteliği taşımadığından, temyiz yoluyla
incelenmesi olanağı bulunmadığı hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan
:
…
Karşı Taraf
:
Tavas Belediye Başkanlığı
Vekili
:
Av. …
İstemin Özeti
: Denizli İdare Mahkemesinin 26.9.2005 günlü, E:2003/1182, K:2005/513 sayılı
açıklama isteminin reddine ilişkin kararının usul ve yasaya aykırı olduğu ileri
sürülerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti :
Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi Yıldırım Şimşek'in Düşüncesi :
Temyiz isteminin incelenmeksizin reddi gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Sedat Larlar'ın Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen
kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin
bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Altıncı Dairesince Tetkik Hakiminin açıklamaları
dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği
görüşüldü:
Duruşma yapılmasına gerek görülmedi.
Dava Denizli, Tavas, Kabristan Mevkii, … ada, …, parsel sayılı taşınmazı
kapsayan alanda imar planı değişikliği yapılmasına ilişkin 12.2.1979 günlü,
1979/1-17 sayılı belediye meclisi kararının iptali istemiyle açılmış; İdare
Mahkemesince, yerinde yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen
raporla dosyada yer alan bilgi ve belgelerin birlikte değerlendirilmesinden,
fiilen kullanılan asfalt yolların yapı adaları içine alındığı, 1960-1961
yılındaki parselasyon işlemi ile oluşturulan mülkiyet dokusunun korunmadığı ve
davacıya ait parselin de bulunduğu tüm parsel düzenlerinin bozulduğu
anlaşıldığından, dava konusu imar planı değişikliğinin şehircilik ilke ve
esasları ile kamu yararına uygun olmadığı gerekçesiyle iptaline karar verilmiş,
bu kararın açıklanması isteminin reddine ilişkin mahkeme kararı davacı
tarafından temyiz edilmiştir.
2577
sayılı Yasanın 29. maddesinin 1. fıkrasında, Danıştay, bölge idare mahkemeleri,
idare ve vergi mahkemelerince verilen kararların yeterince açık olmaması yahut
birbirine aykırı hüküm fıkralarını taşıması halinde, taraflardan her birinin
kararın açıklanmasını veya aykırılığın giderilmesini isteyebileceği, aynı
Yasanın 46. maddesinin 1. fıkrasında ise Danıştay dava daireleri ile idare ve
vergi mahkemelerinin nihai kararlarının, başka kanunlarda aksine hüküm bulunsa
dahi Danıştayda temyiz edilebileceği hükme bağlanmıştır.
Dosyanın
incelenmesinden, Denizli İdare Mahkemesinin 4.7.2005 günlü, E:2003/1182,
K:2005/513 sayılı kararının davacıya 20.7.2005 tarihinde tebliğ edildiği,
davacının 26.9.2005 günlü dilekçeyle kararın düzeltilmesi yoluyla açıklanmasını
istemesi üzerine, adı geçen mahkeme tarafından verilen 26.9.2005.günlü, E:
2003/1182, K:2005/513 sayılı kararla açıklama isteminin reddedildiği,
açıklama isteminin reddine ilişkin
bu kararın temyiz edildiği anlaşılmaktadır.
Kararın
açıklanması isteği ile amaçlanan, kararın belirsiz ve açık olmayan taraflarını
veya birbirine aykırı görünen hüküm fıkralarını ortadan kaldırmak ve onun gerçek
anlamını meydana çıkarmak suretiyle yerine getirilmesini kolaylaştırmaktır. Bu
yol ile, kararın gerçek anlamından başka türlü yorumlanması ve anlamının
değiştirilmesi önlenmiş olur. Yoksa açıklama yolu ile daha önce verilen bir
kararın değiştirilmesi olanağı yoktur. Açıklama isteğine ilişkin olarak verilen
kararların, bu nitelikleri itibariyle bir üst yargı merciinde temyize konu
olabilecek nihai kararlardan olmadığı kuşkusuzdur.
Yukarıda
da belirtildiği üzere, açıklama yolu ile daha önce verilen bir kararın
değiştirilmesi mümkün bulunmamasına rağmen; açıklama veya aykırılığın
giderilmesi isteği üzerine, idari yargı merciince daha önceki hüküm
değiştirilmiş veya her ne suretle olursa olsun, yeni bir hüküm verilmiş ise, bu
kararın nihai bir karar niteliğinde olduğunu ve sözkonusu karara karşı yapılacak
temyiz başvurusu üzerine işin esasına girilebileceğini de ayrıca vurgulamak
gerekir.
Olayda
ise, davacının, 4.7.2005 günlü, E:2003/1182, K:2005/513 sayılı kararın hüküm
fıkrasının açıklanması yolundaki istemi Denizli İdare Mahkemesi'nin 26.9.2005
günlü, E:2003/1182, K:2005/513 sayılı kararıyla açıklanması gereken bir husus
bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiş bulunduğuna göre, anılan kararın temyize
konu edilmesi ve bu istemin incelenmesi mümkün bulunmamaktadır.
Açıklanan
nedenlerle, Denizli İdare Mahkemesinin 26.9.2005 günlü, E:2003/1182, K:2005/513
sayılı kararına yönelik temyiz isteminin incelenmeksizin reddine fazla yatırılan 17,00 YTL harcın
temyiz isteminde bulunana iadesine, dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine
10.10.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Altıncı
Daire
Esas No : 2004/4594
Karar
No :
2006/4680
Özeti : Mevzuata aykırı hesaplanan
çevre para cezasının iptali gerektiğinden idare yerine geçerek para cezasının
kısmen iptaline kısmen reddine karar verilmesinde hukuka uyarlık bulunmadığı
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan
:
1- Yatağan Kaymakamlığı
2- Elektrik Üretim A.Ş. Genel
Müdürlüğü
Vekili : Av. …
Karşı Taraf
:
1- Elektrik Üretim A.Ş. Genel
Müdürlüğü
Vekili : Av. …
2- Yatağan Kaymakamlığı
İstemin Özeti
: Muğla İdare Mahkemesinin 17.7.2003 günlü, E:2001/1334, K:2003/551 sayılı
kararının usul ve yasaya aykırı olduğu ileri sürülerek taraflarca bozulması
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti
:
Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi E.Emel Çelik'in Düşüncesi :
1.6.2005 gününde yürürlüğe giren 5252 sayılı Kanun uyarınca İmar Kanununa göre
verilebilecek en yüksek para cezasını aşacak miktarda para cezası verilmesinde
hukuka uyarlık bulunmadığından dava konusu işlemin iptaline karar verilmesi
gerekirken davanın kısmen reddine kısmen dava konusu işlemin iptaline ilişkin
mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Ahmet Arslan'ın Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen
kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin
bulunması gerekmektedir.
Davacı ve davalı idarenin temyiz dilekçelerinde öne sürülen hususlar, söz
konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemlerin reddi ile
temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Altıncı Dairesince Tetkik Hakiminin açıklamaları
dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği
görüşüldü:
Dava, 2872 sayılı Çevre Kanunu uyarınca para cezası verilmesine ilişkin
17.4.2001 günlü işlemin iptali istemiyle açılmış; İdare Mahkemesince, 17.4.2001
tarihli tutanakla çevreyi kirlettiği tesbit edilen davacıya 2872 sayılı Yasanın
8. maddesinin birinci fıkrasını ihlal etmesi nedeniyle yine aynı Yasanın 20. ve
21. maddeleri uyarınca 5.128.720.740 lira para cezası verilmesi gerektiğinden bu
miktara ilişkin para cezasında hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın
bu kısmının reddine, fazlaya ilişkin 932.459.260 lira para cezasının ise
iptaline karar verilmiş, bu karar
taraflarca temyiz edilmiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 2.maddesinin 2.fıkrasında,
idari yargı yetkisinin, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi
ile sınırlı olduğu, idari mahkemelerin, yerindelik denetimi yapamayacakları,
yürütme görevinin yasalarda gösterilen şekle ve esaslara uygun olarak yerine
getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin
takdir yetkisinin kaldırılacak biçimde yargı kararı veremeyecekleri hükme
bağlanmıştır.
İdare Mahkemesince, idarece verilen para cezası tutarının belirlenmesinde
hangi kriterlerin dikkate alınmasının gerektiği hususları açıklandıktan sonra
mevzuata aykırı hesaplanan para cezasına ilişkin işlemin iptaline karar
verilmesi gerekirken, idare yerine geçerek para cezasının 932.459.260-liralık
kısmının hukuka uygun bulunmayarak iptaline, artan kısım için davanın reddine
karar verilmesinde isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, temyize konu Muğla İdare Mahkemesinin 17.7.2003
günlü, E:2001/1334, K:2003/551 sayılı kararının BOZULMASINA, 20,6 YTL karar harcı ile fazla
yatırılan 15,3 YTL harcın temyiz isteminde bulunan davacıya iadesine, dosyanın
adı geçen mahkemeye gönderilmesine 11.10.2006 gününde oybirliğiyle karar
verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Altıncı
Daire
Esas
No : 2004/4881
Karar
No : 2006/4890
Özeti : Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanununun 95. maddesi uyarınca, dava hakkında feragatın kesin hükmün bütün
sonuçlarını doğuracağından, feragatla uyuşmazlığın taraflar arasında çözülmüş
olması karşısında inceleme olanağı bulunmayan davanın reddine karar verilmesi
gerektiği hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunanlar :
1- … , …, …, ...
Vekili : Av.
…
2- Selçuklu Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. …
Karşı Taraf
:
1- Selçuklu Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. …
2-
..., …, …, …
Vekili : Av. …
İstemin Özeti :
Konya 1. İdare Mahkemesinin 12.12.2003 günlü, E:2002/1464, K:2003/1277 sayılı
kararının usul ve yasaya aykırı olduğu ileri sürülerek bozulması
istenilmektedir.
Selçuklu Belediye Başkanlığı'nın Savunmasının Özeti :
Temyiz edilen kararda bozma nedenlerinden hiçbiri bulunmadığından, usul ve
kanuna uygun olan kararın onanması gerektiği
savunulmaktadır.
Davacının Savunmasının Özeti :
Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi Sedef Türkdoğan'ın Düşüncesi :
Temyiz isteminin reddi ile mahkeme kararının onanması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Ahmet Arslan'ın Düşüncesi : Konya ,Selçuklu ilçesi,Akıncılar
Mahallesi,48 nolu düzenleme sahasında 3194 sayılı İmar Kanununun18.maddesi
uyarınca yapılan parselasyon işleminin iptali istemiyle açılan davanın
incelenmeksizin reddi yolundaki İdare Mahkemesince verilen karar;esasa ilişkin
olarak davacılar tarafından ,avukatlık ücreti yönünden de davalı idare
tarafından temyiz edilmiştir.
Davanın incelenmeksizin reddi yolundaki temyize konu İdare Mahkemesi
kararında 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1.
fıkrasında sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi
bulunmamaktadır.
Dosyanın incelenmesinden, bakılan davayı vekille takip eden davalı
idarenin süresi içerisinde savunma vermediği anlaşıldığından idare mahkemesince
Avukatlık Asgari ücret tarifesi uyarınca vekalet ücretine hükmedilmemesinde
hukuka aykırılık görülmediğinden davacının ve davalı idarenin temyiz istemlerin
reddi ile temyiz edilen mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Altıncı Dairesince Tetkik Hakiminin açıklamaları
dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği
görüşüldü:
Duruşma yapılmasına gerek görülmedi.
Dava, Konya, …, … Mahallesi, … nolu düzenleme alanına ilişkin parselasyon
işlemin iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesince; mahkemenin 18.3.1992
günlü, E:1991/490, K:1992/242 sayılı kararı ile 8 pafta, 302 sayılı parsele
ilişkin parselasyon işleminin iptaline karar verildiği, davalı idarece anılan
mahkeme kararının gereğinin yerine getirilmesi amacı ile belediye encümenince
verilen 2.9.1993 günlü, 93/842 sayılı sınır, 9.9.1993 günlü, 93/866 sayılı onama
kararlarıyla 48 nolu düzenleme alanı uygulaması yapıldığı, anılan işlemin iptali
istemiyle açılan davada mahkemece feragat nedeniyle karar verilmesine yer
olmadığına ilişkin 31.8.1994 günlü, E:1993/1517, K:1994/920 sayılı kararın
verildiği, davacıların yeniden 48 nolu düzenleme sahasına ilişkin parselasyon
işleminin iptali istemiyle bakılmakta olunan davayı açtıkları, davalı idarece
mahkemenin ara kararına verilen cevapta, 2.9.1993 günlü, 93/842, 9.9.1993 günlü,
93/866 sayılı kararı ile 48 nolu parselasyon işleminin yapıldığı, bunun dışında
bir parselasyon işlemi tesis edilmediğinin belirtildiği, dava konusu edilen
işlemin iptali istemiyle açılan davada feragat nedeniyle karar verilmesine yer
olmadığına karar verildiği, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 95.maddesi
uyarınca da dava hakkında feragatın kesin hükmün bütün sonuçlarını
doğuracağından feragatla uyuşmazlığın taraflar arasında çözülmüş olması
karşısında inceleme olanağı bulunmayan davanın reddine karar verilmiş, karar
davacı vekilince esastan, davalı idarece vekalet ücreti yönünden temyiz
edilmiştir.
Davanın yukarıda özetlenen gerekçeyle incelenmeksizin reddi yolundaki
temyize konu Konya 1. İdare Mahkemesinin 12.12.2003 günlü, E:2002/1464,
K:2003/1277 sayılı kararında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun
49.maddesinin 1.fıkrasında sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi
bulunmadığından, bozma istemleri yerinde görülmeyerek anılan mahkeme kararının
ONANMASINA, fazla yatırılan 15,30 YTL harcın temyiz isteminde bulunana iadesine,
dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine 18.10.2006 gününde oybirliğiyle
karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Altıncı
Daire
Esas No : 2004/5143
Karar
No :
2006/5510
Özeti
: 3533
sayılı Kanun uyarınca, davacı Orman Genel Müdürlüğü ile davalı Özel Çevre Koruma
Kurumu Başkanlığı'nın ayrı birer taraf sıfatıyla aralarındaki uyuşmazlığı yargı
yeri önüne getirerek dava konusu yapmalarına olanak bulunmadığı, anılan
idarelerin aralarında halletmesi gereken uyuşmazlığın dava ile çözülmesinin
idarenin bütünlüğü ilkesine aykırı olduğu, bu nedenle işin esasına girilerek bir
karar verilmesine olanak bulunmadığı hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan :
Orman Genel Müdürlüğüne İzafeten
Fethiye Orman İşletme Müdürlüğü
Vekili
: Av.
…
Karşı Taraf
:
1-Özel Çevre Koruma Kurumu
Başkanlığı
Vekili
:
Av. …
2-Göcek
Belediye Başkanlığı
Vekili
:
Av. …
İstemin Özeti
: Muğla İdare Mahkemesinin 27.8.2003 günlü, E:2002/1035, K:2003/783 sayılı
kararının usul ve yasaya aykırı olduğu ileri sürülerek bozulması
istenilmektedir.
Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı'nın Savunmasının Özeti
:
Temyiz edilen kararda bozma nedenlerinden hiçbiri bulunmadığından, usul ve
kanuna uygun olan kararın onanması gerektiği
savunulmaktadır.
Göcek Belediye Başkanlığı'nın Savunmasının Özeti :
Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi Ahmet Berberoğlu'nun Düşüncesi :
Temyiz isteminin kabulü ile mahkeme kararının bozulması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Tülin Özgenç'in Düşüncesi : İdare
ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi
için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci
fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Altıncı Dairesince Tetkik Hakiminin açıklamaları
dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği
görüşüldü:
Dava, Mülkiyeti Orman Genel Müdürlüğü'ne ait, Muğla, Fethiye İlçesi,
Göcek, … ada, … parsel sayılı taşınmazın resmi tesis alanından çıkarılarak
turizm tesis alanına alınması yönünde imar planı değişikliği yapılması isteminin
reddine ilişkin 03.07.2002 günlü, 2890 sayılı Özel Çevre Koruma Kurumu
Başkanlığı işlemi ile bu işlemin davacıya bildirilmesine yönelik 13.9.2002
günlü, 2202/41-284 sayılı belediye başkanlığı işleminin iptali istemiyle
açılmış; İdare Mahkemesince, 3533 sayılı Kanun uyarınca, davacı Orman Genel
Müdürlüğü ile davalı Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı'nın ayrı birer taraf
sıfatıyla aralarındaki uyuşmazlığı yargı yeri önüne getirerek dava konusu
yapmalarına olanak bulunmadığı, anılan idarelerin aralarında halletmesi gereken
uyuşmazlığın dava ile çözülmesinin idarenin bütünlüğü ilkesine aykırı olduğu, bu
nedenle işin esasına girilerek bir karar verilmesine olanak bulunmadığı
gerekçesiyle davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar
verilmiş, bu karar davacı vekili tarafından temyiz
edilmiştir.
Davanın esası hakkında yukarıda özetlenen gerekçeyle karar verilmesine
yer olmadığına ilişkin temyize konu Muğla İdare Mahkemesinin 27.8.2003 günlü,
E:2002/1035, K:2003/783 sayılı
kararında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49.maddesinin
1.fıkrasında sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, bozma istemi
yerinde görülmeyerek anılan mahkeme kararının ONANMASINA, fazla yatırılan 15,30
YTL harcın temyiz isteminde bulunana iadesine, dosyanın adı geçen mahkemeye
gönderilmesine 24.11.2006 gününde oybirliğiyle karar
verildi.
YEDİNCİ
DAİRE KARARLARI
DAMGA
VERGİSİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Yedinci
Daire
Esas No : 2005/874
Karar
No :
2006/2875
Özeti
: Kira
sözleşmesinin yer aldığı kağıtta üçüncü kişilerin müşterek kefalet şerhi de yer
almakta ise de; 488 sayılı Kanunun 6'ncı maddesinin 3'üncü fıkrası hükmü
karşısında, her iki işlemin birbirinden bağımsız olarak damga vergisine tabi
tutulması gerekirken, kira sözleşmesinin tarafı olan davacı adına kefalet
sözleşmesi nedeniyle de vergi hesaplanmasında yasaya uyarlık bulunmadığı, kaldı
ki kefalet akdinin ibrazının da söz konusu olmadığı, vergi zıyaı cezası hakkında
Anayasa Mahkemesinin 6.11.2005 gün ve E:2001/3; K:2005/4 sayılı kararına göre
yeniden karar verilmesi gerektiği hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan:
… Villa Turizm İnşaat Gıda Otomotiv Sanayi ve
Ticaret
Limited Şirketi
Karşı Taraf
: Ulus Vergi Dairesi Müdürlüğü
İstemin Özeti :
5.3.2003 tarihinde iki nüsha olarak düzenlenen ve davacı Şirketin kiracı
sıfatıyla imzaladığı kira sözleşmesine ait damga vergisinin ödenmediğinden
bahisle, inceleme raporuna dayanılarak, kağıtta yer alan kira akdi ve kefalet
şerhi ile her bir nüsha için ayrı ayrı vergi hesaplanması suretiyle davacı
Şirket adına, 2003 yılı için salınan damga vergisine ve kesilen vergi zıyaı
cezasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davayı; her ne kadar, söz
konusu sözleşme iptal edilerek yerine yenisinin düzenlediği ileri sürülmüş ise
de; sözleşmenin iptal edilmiş olmasının, vergiyi doğuran olayı ortadan
kaldırmasının olanaklı olmadığı; bu bakımdan, müşterek kefillerin imzasını da
taşıdığından, iki nüsha düzenlenen sözleşme nedeniyle tesis edilen tarh ve ceza
kesme işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle reddeden Ankara Üçüncü
Vergi Mahkemesinin 6.12.2004 gün ve E:2004/523; K:2004/1122 sayılı kararının;
sözleşmenin iptal edilmesi nedeniyle hükmünden yararlanılmadığı, kaldı ki,
sözleşme Şirket kurulmadan düzenlendiğinden, Şirketi adına hüküm ve sonuç
doğurmasının olanaklı olmadığı ve sözleşmede yer alan her iki işlemin birlikte
vergiye tabi tutulamayacağı ileri sürülerek bozulması
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti:İstemin
reddi gerektiği savunulmuştur.
Tetkik Hakimi Abidin İLDEŞ'in Düşüncesi: Dosyanın
incelenmesinden; davacı Şirketin kiracı sıfatıyla imzaladığı 5.3.2003 tarihli
kira sözleşmesine ait damga vergisinin ödenmediğinin vergi incelemesi ile tespit
edilmesi üzerine, müşterek kefillerin imzasını taşıdığı ve iki nüsha düzenlenmiş
olduğu da dikkate alınarak, davacı Şirket adına hem kira akdi, hem de kefalet
şerhi nedeniyle tesis edilen tarh ve ceza kesme işlemlerinin iptali istemiyle
açılan davanın, Mahkemece, istemin özeti bölümünde yazılı gerekçeyle
reddedildiği anlaşılmıştır.
488 sayılı Damga Vergisi Kanununun 6'ncı maddesinin ikinci fıkrasında,
bir kağıtta toplanan akit ve işlemler birbirine bağlı ve bir asıldan doğma
oldukları takdirde damga vergisinin en yüksek vergi alınmasını gerektiren akit
ve işlem üzerinden alınacağı belirtilmiştir.
Olayda, kira sözleşmesi ile müşterek kefalet akdinin birbirine bağlı ve
bir asıldan doğmuş olduklarının kabulü zorunlu bulunduğundan, davacı adına
yalnızca en yüksek vergi alınmasını gerektiren kefalet şerhi üzerinden işlem
tesis edilmesi gerekirken, kira sözleşmesi nedeniyle de işlem tesis edilmesinde
isabet görülmemiştir.
Bu nedenle, mahkeme kararının, davanın kefalet akdine isabet eden vergiye
ve Anayasa Mahkemesinin, 20.10.2005 gün ve 25972 sayılı Resmi Gazete'de
yayımlanan, 6.1.2005 gün ve E:2001/3; K:2005/4 sayılı kararı karşısında, bu
vergi aslının bir katı tutarına isabet eden vergi zıyaı cezasına dair kısmının
reddi yolundaki hüküm fıkrasının onanması; davanın kira sözleşmesine isabet eden
vergiye ve bu vergi üzerinden hesaplanan ceza ile kefalet akdine isabet eden
vergi üzerinden gecikme faizi ile hesaplanan cezaya dair kısmının reddi
yolundaki hüküm fıkrasının bozulması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Mukaddes ARAS'ın
Düşüncesi: Temyiz başvurusu, davacı şirket adına inceleme raporuna
dayanılarak uyuşmazlık dönemi için salınan damga vergisi ile kesilen vergi zıyaı
cezasının kaldırılması istemiyle açılan davayı reddeden mahkeme kararının
bozulması istemine ilişkindir.
Temyiz dilekçesinde vergi asıllarına ilişkin olarak ileri sürülen
ididalar mahkeme kararının buna ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasını gerektirir
nitelikte görülmemiştir.
Cezaya gelince:
Vergi zıyaı cezasının yasal dayanağı olan 213 sayılı Vergi Usul Kanununun
4369 sayılı Kanun ile değişik 344'üncü maddesinin 2'ncı fıkrası, Anayasa
Mahkemesinin 6.1.2005 gün ve E:2001/3; K:2005/4 sayılı kararı ile iptal
edildiğinden, vergi zıyaı cezası hakkında Anayasa Mahkemesi iptal kararı dikkate
alınmak suretiyle yeniden bir karar verilmesi
gerekmektedir.
Açıklanan nedenle, temyiz isteminin kısmen reddi ile mahkeme kararının
vergi asıllarına ilişkin hüküm fıkrasının onanması, kısmen kabulüyle vergi zıyaı
cezasına ilişkin hüküm fıkrası yönünden bozulması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Yedinci Dairesince işin gereği
görüşüldü:
Dosyanın incelenmesinden; üç müşterek kefilin katılımıyla 5.3.2003
tarihinde iki nüsha olarak düzenlenen ve davacı Şirketin kiracı sıfatıyla
imzaladığı kira sözleşmesine ait damga vergisinin ödenmediği hususunun vergi
incelemesi ile tespit edilmesi nedeniyle sözleşmenin iki nüsha düzenlendiği de
dikkate alınmak suretiyle kira akdi ile kefalet şerhi için ayrı ayrı vergi
hesaplanması suretiyle davacı Şirket adına tesis edilen tarh ve ceza kesme
işlemlerinin iptali istemiyle açılan davanın, Mahkemece, istemin özeti bölümünde
yazılı gerekçeyle reddedildiği anlaşılmıştır.
Dayandığı hukuki ve kanuni nedenlerle gerekçesi istemin özeti bölümünde
açıklanmış bulunan mahkeme kararının, davanın kira sözleşmesine isabet eden
vergiye ilişkin kısmının reddi yolundaki hüküm fıkrası, aynı gerekçe ve
nedenlerle Dairemizce de uygun görülmüş olup, temyiz dilekçesinde ileri sürülen
iddialar sözü geçen hüküm fıkrasının bozulmasını sağlayacak durumda
görülmemiştir.
Mahkeme kararının, davanın kefalet akdine isabet eden vergiye dair
kısmının reddi yolundaki hüküm fıkrasına gelince:
488 sayılı Damga Vergisi Kanununun 1'inci maddesinde, bu Kanuna ekli (1)
sayılı tabloda yazılı kağıtların damga vergisine tabi olduğu; bu Kanundaki kağıt
teriminin, yazılıp imzalanmak veya imza yerine geçen bir işaret konmak suretiyle
düzenlenen ve herhangi bir hususu ispat veya belli etmek için ibraz edilebilecek
olan belgeleri ifade ettiği; 3'üncü maddesinin birinci fıkrasında, damga
vergisinin mükellefinin kağıtları imza edenler olduğu; 4'üncü maddesinde, bir
kağıdın tabi olacağı verginin tayini için o kağıdın mahiyetine bakılacağı ve
buna göre tabloda yazılı vergisinin bulunacağı, kağıtların mahiyetlerinin
tayininde, şekli kanunlarda belirtilmiş olanlarda kanunlardaki adlarına,
belirtilmemiş olanlarda üzerindeki yazının tazammun ettiği hüküm ve manaya
bakılacağı; "Bir kağıtta birden fazla akit ve işlem bulunması" başlıklı 6'ncı
maddesinin birinci fıkrasında, bir kağıtta birbirinden tamamen ayrı birden fazla
akit ve işlem bulunduğu takdirde bunların her birinden ayrı ayrı vergi
alınacağı; ikinci fıkrasında da, bir kağıtta toplanan akit ve işlemler birbirine
bağlı ve bir asıldan doğma oldukları takdirde damga vergisinin, en yüksek vergi
alınmasını gerektiren akit veya işlem üzerinden alınacağı; üçüncü fıkrasında
ise, ancak bu akit ve işlemlere, asıl işlemlerin akitlerinden başka bir şahsın
eklenen akit ve işleminin de ayrıca vergiye tabi olduğu hükme bağlanmıştır. Buna
göre; bir kağıda bağlı akit ve işlemlere eklenen üçüncü bir şahsın imzasını
içeren akit veya işlemler için ayrı damga vergisi hesaplanması gerektiği
açıktır.
Olayda, kira sözleşmesinin yer aldığı kağıdın ayrıca, sözleşmenin
tarafları dışında üçüncü kişilerin müşterek kefalet şerhini de içerdiği;
inceleme elemanınca da, kira sözleşmesi için hesaplanan vergi yanında kefalet
şerhi dolayısıyla hesaplanacak vergi için, aynı kağıtta yer alan kira
sözleşmesinde gösterilen bedelin esas alınarak damga vergisi tarh edilmesinin
önerildiği ve işlemin de bu öneri doğrultusunda tesis edildiği hususları
tartışmasızdır. Bu durumda, 488 sayılı Kanunun 6'ncı maddesinin yukarıda anılan
üçüncü fıkrası hükmü uyarınca, her iki işlemin birbirinden bağımsız olarak damga
vergisine tabi tutulması gerekirken, sözü edilen Kanunun 6'ncı ve 24'üncü
maddelerine dayanılarak kira sözleşmesinin tarafı olan davacı adına, kefalet
şerhi nedeniyle de vergi hesaplanmasında yasaya uyarlık
bulunmamaktadır
Kaldı ki; Borçlar Kanununun 483'üncü maddesinde, borçlunun akdettiği
sözleşmeden doğan borcun edasının, alacaklıya karşı üçüncü kişi tarafından
taahhüt edilmesi olarak tanımlanan ve yalnızca kefilin imzasını taşıyan kefalet
akdinin, 488 sayılı Damga Vergisi Kanununun 24'üncü maddesinin birinci
fıkrasında yer alan, "Vergiye tabi kağıtların damga vergisinin ödenmemesinden
veya noksan ödenmesinden dolayı alınması lazım gelen vergi ve cezadan,
mükeleflere rücu hakkı olmak üzere, kağıtları ibraz edenler sorumludur."
yolundaki hükümde öngörülen anlamda ibraz edildiği de ileri sürülmediğinden;
davacının, anılan akitten doğan verginin ödenmesinden sorumlu tutulamayacağı
sonucuna da varılmakla, mahkeme kararının, davanın kefalet akdine isabet eden
vergi ve cezaya ilişkin kısmının reddi yolundaki hüküm fıkrasında isabet mevcut
değildir.
Öte yandan; 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 344'üncü maddesinin 2'inci
fıkrasında yer alan, ''... bu ceza, zıyaa uğratılan verginin bir katına, bu
verginin kendi kanununda belirtilen normal vade tarihinden cezaya ilişkin
ihbarnamenin düzenlendiği tarihe kadar geçen süre için, bu Kanunun 112'nci
maddesine göre zıyaa uğratılan vergi tutarı üzerinden hesaplanan gecikme
faizinin yarısının eklenmesi suretiyle bulunur'' bölümü, Anayasa Mahkemesinin,
20.10.2005 gün ve 25972 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan ve 20.4.2006 tarihinde
yürürlüğe girmesi uygun bulunan, 6.1.2005 gün ve E:2001/3; K:2005/4 sayılı
kararıyla iptal edilmiş bulunduğundan; ayrıca, 8.4.2006 gün ve 26133 sayılı
Resmi Gazete'de yayımlanarak 1.1.2006 tarihinden geçerli olmak üzere
yayımlandığı tarihte yürürlüğe giren, 5479 sayılı Kanunun 12'nci maddesiyle, 213
sayılı Kanunun 344'üncü maddesinin 2'nci fıkrası değiştirilmiş ve 13'üncü
maddesiyle de, geçici 27'nci madde eklenmiş olduğundan; oluşan, bu yeni hukuki
duruma göre, kira sözleşmesine isabet eden vergi üzerinden hesaplanan vergi
zıyaı cezası hakkında yeniden karar verilmesi
gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kısmen kabulüne ve mahkeme
kararının, davanın kefalet akdine isabet eden vergi ile bu vergi üzerinden
hesaplanan vergi zıyaı cezasına ve kira sözleşmesine isabet eden vergi üzerinden
hesaplanan vergi zıyaı cezasına dair kısmının reddi yolundaki hüküm fıkrasının
bozulmasına; bozma kararı üzerine, Mahkemece yeniden verilecek kararla birlikte
yargılama giderleri de hüküm altına alınacağından, bu hususta ayrıca hüküm
tesisine gerek bulunmadığına; mahkeme kararının, davanın kira sözleşmesine
isabet eden vergiye ilişkin kısmının reddi yolundaki hüküm fıkrasına yönelik
temyiz isteminin reddine ve bu hüküm fıkrasının onanmasına; hüküm altına alınan
tutar üzerinden binde 7.2 oranında ve 25,10- (YirmibeşyeniTürklirasıonyenikuruş)
Yeni Türk lirasından az olmamak üzere hesaplanacak nispi karar harcından,
Mahkemece karara bağlanan harcın mahsubundan sonra, kalan harç tutarının temyiz
eden davacıdan alınmasına, 3.10.2006 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
A
Z L I K O Y
U
Dosyanın incelenmesinden; üç müşterek kefilin katılımıyla kiracı
sıfatıyla imzaladığı 5.3.2003 tarihli kira sözleşmesine ait damga vergisinin
ödenmediği vergi incelemesi ile tespit edilen davacı Şirket adına, kira ve
kefalet akitleri nedeniyle sözleşmenin iki nüsha düzenlendiği de dikkate alınmak
suretiyle tesis edilen tarh ve ceza kesme işlemlerinin iptali istemiyle açılan
davanın, Mahkemece, istemin özeti bölümünde yazılı gerekçeyle reddedildiği
anlaşılmıştır.
488 sayılı Damga Vergisi Kanununun 6'ncı maddesinin ikinci fıkrasında,
bir kağıtta toplanan akit ve işlemler birbirine bağlı ve bir asıldan doğma
oldukları takdirde damga vergisinin en yüksek vergi alınmasını gerektiren akit
ve işlem üzerinden alınacağı belirtilmiştir.
Olayda, kira sözleşmesi ile müşterek kefaletin birbirine bağlı ve bir
asıldan doğmuş bulunmaları karşısında, davacı adına yalnızca en yüksek vergi
alınmasını gerektiren kefalet şerhi üzerinden işlem tesis edilmesi gerekirken,
kira sözleşmesi nedeniyle de işlem tesis edilmesinde isabet
görülmemiştir.
Açıklanan nedenle, temyiz isteminin kısmen kabulü ile mahkeme kararının,
davanın kira sözleşmesine isabet eden vergi ve cezaya ilişkin kısmının reddi
yolundaki hüküm fıkrasının, yukarıda açıklanan gerekçeyle; davanın kefalet
akdine isabet eden vergi üzerinden hesaplanan vergi zıyaı cezasına dair kısmının
reddi yolundaki hüküm fıkrasının, vergi zıyaı cezası için Dairemiz kararında
açıklanan gerekçeyle bozulması; temyiz isteminin kısmen reddi ile, mahkeme
kararının, davanın kefalet akdine isabet eden vergiye ilişkin kısmının reddi
yolundaki hüküm fıkrasının onanması gerektiği görüşüyle karara
katılmıyorum.
GİDER
VERGİLERİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Yedinci
Daire
Esas No : 2004/483
Karar
No :
2006/1380
Özeti
: Tüzel
kişiliği olmayan banka şubelerinin, kendi adlarına veya banka tüzel kişiliği
adına dava açma ehliyetlerinin bulunmadığı hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan :
Maliye Bakanlığı
Karşı Taraf
: … Bankası Giresun Şubesi
Vekili
:
Av. …
İstemin Özeti :
Davacı Banka Şubesince, Fiskobirlik Fındık Tarım Satış Kooperatifleri Birliğine
kullandırılan kredilere ilişkin olarak tahakkuk ettirilen faizler nedeniyle
ödenen banka ve sigorta muameleleri vergisi ile fazladan hesaplanan tutarın
iadesi istemiyle yapılan düzeltme başvurusunun reddi üzerine işletilen şikayet
prosedürü sonucu tesis edilen işlemi; dosyanın incelenmesinden, iadesi istenilen
banka ve sigorta muameleleri vergisinin nedeni olan komisyon miktarının,
2001/2312 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı uyarınca terkin edilerek, anılan
Kooperatifin kredi hesaplarına iade edilmiş olması sebebiyle, dayanağı kalmayan
vergilerin ilgilisine iadesinin gerektiği, ayrıca bir günlük faiz tutarının da
fazladan hesaplandığının anlaşıldığı gerekçesiyle iptal eden Ordu Vergi
Mahkemesinin 11.12.2003 gün ve E:2003/220; K:2003/386 sayılı kararının; daha
önce tahakkuk ettirilen faizler nedeniyle banka ve sigorta muameleleri vergisi
ödenmesinin 6802 sayılı Kanunun 28'inci maddesi hükmünün gereği olduğu, sonradan
meydana gelen değişikliklerin vergiyi doğuran olayı etkilemeyeceği ileri
sürülerek bozulması
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti:
İstemin reddi gerektiği
savunulmuştur.
Tetkik Hakimi Çağlar IŞIK'ın
Düşüncesi:Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, 2577 sayılı Kanunun
49'uncu maddesinin 1'inci fıkrasında sayılan bozma nedenlerine uymadığından,
temyiz istemi reddedilerek kararın onanması gerektiği
düşünülmektedir..
Danıştay Savcısı Mukaddes ARAS'ın Düşüncesi:
İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek
bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49'uncu
maddesinin 1'inci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Yedinci Dairesince işin gereği görüşüldü:
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2'inci maddesinin 1'inci
fıkrasının 4577 sayılı Kanunun 5'inci maddesiyle değişik (a) bendinde; iptal
davasının, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat
yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için
menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacağı; aynı Kanunun 15'inci
maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde ise, ehliyetsiz kişi tarafından açılan
davaların reddine karar verileceği; 14'üncü maddesinin 6'ncı fıkrasında da,
davanın her safhasında 15'inci madde hükmünün uygulanacağı
belirtilmiştir.
Yukarıda yer verilen hükme göre; iptal davası açılabilmesi, açanın davaya
taraf olma ehliyetine sahip bulunmasına bağlı
bulunmaktadır.
Yargılama Hukuku kurallarına göre; dava ehliyetinin varlığı, öncelikle
dava açanın taraf olma; yani, hak ehliyetinin bulunmasına bağlıdır. Hak ehliyeti
ise ancak, gerçek ve/veya tüzel kişiler, yani hukuk süjeleri için söz konusu
olabilir.
Hukuk literatüründe, tüzel kişi, hukuk düzeni tarafından, kendisine,
haklara ve borçlara ehil olma iktidarı, başka bir deyişle hukuk süjesi olma
niteliği verilen, kendisini oluşturan gerçek ve diğer tüzel kişilerden farklı ve
onlardan ayrı bağımsız bir varlığa
sahip olan, varlık kazanabilmesi için gerekli yasal prosedürü tamamlanmış
bulunan oluşum, olarak tanımlanmaktadır.
Bankalar Kanununa göre, banka şubelerinin, genel müdürlükten ayrı bir
tüzel kişilikleri bulunmadığından; kendi adlarına veya genel müdürlüğü temsilen
bir davada taraf olmalarına olanak bulunmadığı gibi, temsili de söz konusu
değildir.
Bu hukuki durum karşısında, tüzel kişiliği bulunmayan Banka Şubesinin
kendi adına açmış olduğu davanın ehliyetsizlik nedeniyle incelenmeksizin reddi
gerekirken; işin esasına girilerek, istemin özeti bölümünde yazılı
gerekçeyle verilen temyize konu
kararda isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenle, temyiz isteminin kabulüne; mahkeme kararının
bozulmasına; bozma kararı üzerine Mahkemece yeniden verilecek kararla birlikte
yargılama giderleri de dikkate alınacağından, bu hususta hüküm tesisine gerek
bulunmadığına, 26.4.2006 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
AZLIK
OYU
Temyiz dilekçesinde ileri sürülen hususlar, mahkeme kararının bozulmasını
gerektirecek nitelikte görülmediğinden, temyiz isteminin reddi ile mahkeme
kararının onanması gerektiği oyu ile karara katılmıyoruz.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Yedinci
Daire
Esas No : 2003/576
Karar
No :
2006/2913
Özeti
: Kredi
işlemlerinden doğan banka ve sigorta muameleleri vergisinin mükellefi, krediyi
kullandıran banka olduğundan, kredi sözleşmesinin diğer tarafının, bu verginin
mükellefi olarak kabul edilemeyeceği hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan :
Maltepe Vergi Dairesi Müdürlüğü
Karşı Taraf
: … İnşaat
ve Tesisat Anonim Şirketi
Vekili
: Av.
…
İstemin Özeti : Davacı Şirket
adına, 98/Y1198 sayılı, döviz kazandırıcı faaliyetler için vergi, resim ve harç
istisnası belgesi kapsamında aldığı kredileri amaç dışı kullandığının
saptandığından bahisle, inceleme raporuna dayanılarak 2000 yılının muhtelif
dönemleri için banka ve sigorta muameleleri vergisi salınması ve vergi zıyaı
cezası kesilmesi yolunda tesis edilen işlemleri; olayda, alınan kredilerin
teşvik edilen yatırımda kullanılmadığı sabit olmakla birlikte, 99/13812 sayılı
İhracat, İhracat Sayılan Satış ve Teslimler ile Döviz Kazandırıcı Hizmet ve
Faaliyetlerde Vergi, Resim ve Harç İstisnası Hakkında Karar ile bu Karar
uyarınca yayımlanan 2000/1 sayılı Tebliğ hükümleri uyarınca davacının vergi,
resim ve harç istisnasından yararlandırılması icap ettiği gerekçesiyle iptal
eden Ankara Üçüncü Vergi Mahkemesinin 21.10.2002 gün ve E:2002/208; K:2002/852
sayılı kararının; istisna belgesi kapsamında aldığı kredileri işin finansmanında
kullanmayan davacı adına tesis edilen işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığı
ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti: Savunma
verilmemiştir.
Tetkik Hakimi Kurtuluş
BEYRİBEY'in Düşüncesi : Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, 2577
sayılı Kanunun 49'uncu maddesinin 1'inci fıkrasında sayılan bozma nedenlerine
uymadığından, temyiz istemi reddedilerek kararın onanması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı H.Hüseyin TOK'un
Düşüncesi: İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının
49'uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde ileri sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Yedinci Dairesince işin gereği
görüşüldü:
Temyiz başvurusu; davacı Şirketin (… … İnşaat ve Tesisat Anonim Şirketi),
döviz kazandırıcı faaliyetler için vergi, resim ve harç istisnası belgesi
kapsamında, 2000 yılında … Bankası Ankara Şubesinden aldığı 2.000.000.- Amerikan
doları kredinin 1.500.000.-Amerikan dolarlık kısmını; … Bankası Başkent
Şubesinden aldığı toplam 2.500.000.-Amerikan doları kredinin de tamamını,
20.9.2000 tarihli genel kurul kararıyla devrolduğu … İnşaat ve Tesisat Anonim
Şirketine aktarmak suretiyle, amaç dışı kullandığının saptandığından bahisle,
kredilere isabet eden banka ve sigorta muameleleri vergisinden davacı Şirket
sorumlu tutulmak suretiyle salınan vergi ve kesilen cezaya ilişkin işlemlerin,
yazılı gerekçe ile iptaline dair mahkeme kararının bozulması istemine
ilişkindir.
6802 sayılı Gider Vergileri Kanununun 28'inci maddesinde, banka ve
sigorta şirketlerinin, 10.6.1985 tarihli ve 3226 sayılı Finansal Kiralama
Kanununa göre yaptıkları işlemler hariç olmak üzere, her ne şekilde olursa olsun
yapmış oldukları bütün muameleler dolayısıyla kendi lehlerine her ne nam ile
olursa olsun nakden veya hesaben aldıkları paraların, banka ve sigorta
muameleleri vergisine tabi olduğu belirtildikten sonra, 30'uncu maddesinde,
banka ve sigorta muameleleri
vergisini, banka ve bankerlerle sigorta şirketlerinin ödeyeceği
hükümlerine yer verilmiş, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 8'inci maddesinde de,
mükellef, vergi kanunlarına göre kendisine vergi borcu terettüp eden gerçek veya
tüzel kişi olarak tanımlanmıştır.
Bu hükümlere göre; olayda, kredi işlemleri dolayısıyla lehe kalan para
üzerinden hesaplanan banka ve sigorta muameleleri vergisinin mükellefi, krediyi
kullandıran bankalar olup, kredinin verilmesi sırasında tahsil edilmeyen bu
verginin, bankalar ile arasında (açık ya da kapalı, yazılı veya sözlü olarak
kurulu) özel hukuk ilişkisi bulunan davacı Şirketten, mükellef olarak
istenilmesine, başka deyişle, davacının bu verginin mükellefi kabul edilmesine
yasal olarak olanak bulunmadığından, dava konusu işlemlerin iptaline dair, yazılı gerekçe ile verilen kararda
sonucu itibarıyla isabetsizlik görülmemiştir.
Açıklanan
nedenle, temyiz isteminin reddine, 5.10.2006 gününde oybirliği ile karar
verildi.
GÜMRÜK
VERGİLERİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Yedinci
Daire
Esas No : 2005/5353
Karar
No :
2006/2886
Özeti
: Geçici
ithalat rejimine tabi olarak yurda sokulan taşıtın, öngörülen süre sonuna kadar,
bizzat bu rejimden yararlanan kişi tarafından kullanılmasının zorunlu olduğu, bu
durumun aksine hareket edilmesi, şartlı muafiyet koşullarının ihlali sonucunu
doğurduğundan, 4458 sayılı Kanunun 238'inci maddesinde öngörülen yaptırımın
uygulanmasında kanuna aykırılık bulunmadığı hakkında.
Kararın Düzeltilmesini İsteyen : Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı
adına
Kapıkule
Yolcu Salonu Gümrük Müdürlüğü
Karşı Taraf
: …
Vekili
: Av.
…
İstemin Özeti :
Davacı tarafından geçici olarak
yurda getirtilen özel aracın süresi içinde yurt dışı edilmediğinden
bahisle, 4458 sayılı Gümrük Kanununun 238'inci maddesi uyarınca tahakkuk
ettirilen gümrük vergileri ile kesilen para cezasına vaki itirazın reddine
ilişkin Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı işleminin iptali istemiyle açılan davayı; geçici ithali
yapılan özel kullanıma mahsus kara
taşıtları için gümrük idarelerinin, Özel Kullanıma Mahsus Kara Taşıtlarına
İlişkin 1 seri Numaralı Gümrük Genel Tebliği uyarınca, herhangi bir oniki aylık
dönem için, aralıklı ya da aralıksız, altı ay yurtta kalma süresi verebileceği, süre tanınması
konusunda gümrük idarelerinin yetkili olduğunun ilgili mevzuat uyarınca kabulü
gerektiği; olayda, davacıya, aracının geçici ithali sırasında 136 gün süre
tanındığı, süresinin bitiminde ise aracın yurt dışına çıkış işlemi yapılmadığı
ve süre uzatım talebinde de bulunulmadığı, aracın kaza yaptığı iddia edilmekle
birlikte, anılan tebliğin 10'uncu maddesine uygun davranılmadığı, bu itibarla,
tesis edilen işlemde isabetsizlik görülmediği gerekçesiyle reddeden Edirne Vergi
Mahkemesinin 30.6.2003 gün ve E:2003/197; K:2003/262 sayılı kararını bozan
Danıştay Yedinci Dairesinin 14.7.2005 gün ve E:2004/2414; K:2005/1890 sayılı
kararının; 1 Seri Nolu Gümrük Genel Tebliği uyarınca düzenlenen taşıt
giriş-çıkış formuna istinaden davacıya verilen 136 günlük süre içerisinde aracın
yurt dışı edilmediği; Gümrük Kanununun 238'inci maddesi uyarınca tesis edilen
işlemin yerinde olduğu ileri sürülerek düzeltilmesi
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma
verilmemiştir.
Tetkik Hakimi Munise KABAKULAK'
ın Düşüncesi : Kararın düzeltilmesi isteminin reddi gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Emel CENGİZ'in
Düşüncesi : Kararın düzeltilmesi dilekçesinde ileri sürülen nedenler, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 54'üncü maddesinde yazılı nedenlerden
hiçbirisine uymadığından, istemin reddi gerekeceği
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Yedinci Dairesince, kararın düzeltilmesi istemini
içeren dilekçede ileri sürülen sebepler, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 54'üncü maddesinin 1'inci fıkrasının (c) bendi uyarınca Dairemizin
14.7.2005 gün ve E:2004/2414; K:2005/1890 sayılı kararının düzeltimesini
gerektirecek nitelikte görüldüğünden, istem kabul edilerek, anılan kararın
ortadan kaldırılmasından sonra dosya yeniden incelendi:
Dosyanın incelenmesinden; davacı adına düzenlenen taşıt giriş-çıkış formu
ile geçici olarak Yurda sokulan özel kullanıma mahsus kara taşıtının verilen
süre içinde yurt dışı edilmemesi nedeniyle, geçici ithalat rejimine ilişkin
hükümlerin ihlal edildiğinden bahisle, 4458 sayılı Gümrük Kanununun 238'nci
maddesi uyarınca hesaplanan gümrük vergileri ve bu vergilerin iki katı tutarında
uygulanan para cezasına dair karara vaki itirazın reddine ilişkin işlemin iptali
istemiyle açılan davanın, Mahkemece, istemin özeti bölümünde yazılı gerekçeyle
reddedildiği anlaşılmıştır.
4458 sayılı Gümrük Kanununun 128'nci maddesinde, geçici ithalat rejimi,
serbest dolaşıma girmeyen eşyanın ithalat vergilerinden tamamen ya da kısmen
muaf olarak ve ticaret politikası önlemlerine tabi tutulmaksızın, Türkiye gümrük
bölgesi içinde kullanılmasını ve bu kullanım sırasındaki olağan yıpranma dışında
herhangi bir değişikliğe uğramaksızın yeniden ihracına olanak sağlayan
hükümlerin uygulandığı rejim olarak tanımlandıktan sonra, aynı Kanunun 131'inci
maddesinde, ithalat vergilerinden tam muafiyet suretiyle geçici ithalat
rejiminin uygulanabileceği durumların ve özel şartların Bakanlar Kurulunca
tespit edileceği öngörülmüş; anılan yetkiye dayanılarak Bakanlar Kurulunca
yayımlanan 7.1.2000 gün ve 2000/69 sayılı Kararın "Özel Kullanıma Mahsus Kara
Taşıt Araçları" başlıklı 20'nci maddesinin 2'nci fıkrasında, ilgili kişiler
tarafından özel amaçlarla kullanılması suretiyle ithalat vergilerinden tam muaf
olarak ithaline izin verilen özel kullanıma mahsus kara taşıtlarının geçici
ithalat süreleri içerisinde bir başkasına kiralanmayacağı, ödünç verilemeyeceği
ve başkasının kullanımına bırakılamayacağı düzenlemesi yapılmış; sözü edilen
Kanunun 238'inci maddesinde ise, geçici ithalat rejimine ilişkin hükümlerin
ihlali halinde eşyaya ilişkin gümrük vergilerinin tahsili yanında, bu vergilerin
iki katı tutarında para cezası alınacağı hükmüne yer
verilmiştir.
Yukarıda yer alan düzenlemelere göre, geçici ithalat rejimine tabi olarak
Yurda sokulan taşıtın, öngörülen süre sonuna kadar bizzat bu rejimden yararlanan
kişi tarafından kullanılması zorunludur. Bu durumun aksine hareket edilmesi,
şartlı muafiyet koşullarının ihlali sonucunu doğurduğundan, öngörülen yaptırımın
uygulanmasını gerekli kılmaktadır.
Bu bakımdan; 11.4.2000 tarihinde Yurda giriş yapan aracın, 6.7.2000 ve
2.8.2000 tarihlerinde kaza yaptığı , her iki kazada da aracın, davacı tarafından
kullanılmadığı hususları dosyada
mevcut kaza tespit tutanaklarından
anlaşılmakla, geçici muaflık hükümlerinin ihlal edildiği açık bulunduğundan,
davacı adına tesis edilen işlemin iptali istemiyle açılan
davanın
reddine
ilişkin mahkeme kararı sonucu itibarıyla yerinde
görülmüştür.
Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, mahkeme kararının bozulmasını
sağlayacak durumda bulunmadığından, temyiz isteminin reddine, 3.10.2006 gününde
oybirliği ile karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Yedinci
Daire
Esas No : 2005/2418
Karar
No :
2006/3046
Özeti
: Gümrük
Kanununun 242'nci maddesinde düzenlenen ve süresinde yapılmayan idari itirazın,
bu nedenle reddi yolunda tesis edilecek işlemlere karşı dava açılması halinde
yürütmenin kendiliğinden durmayacağı; itiraza konu kamu alacağının tahsili
amacıyla düzenlenen ödeme emrinin; süresinden sonra yapılan itirazın reddi
yolundaki işlemin iptali istemiyle dava açıldığından bahisle iptali yolundaki
mahkeme kararında isabet bulunmadığı hakkında.
Benzer Kararlar : E:2005/80; K:2006/3039
Temyiz İsteminde Bulunan:
Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı adına
Mersin Gümrük Müdürlüğü
Karşı Taraf
:
… Gıda İthalat İhracat Taahhüt Sanayi ve Ticaret Limited
Şirketi
Vekili
: Av. …
İstemin Özeti :
Davacı şirket adına tescilli 26.12.2002 gün ve 17564 sayılı serbest dolaşıma
giriş beyannamesi muhteviyatı eşyanın beyan edilen kıymetinin noksan olduğundan
bahisle ek olarak tahakkuk ettirilen gümrük ve katma değer vergisi tutarı
üzerinden üç kat uygulanan para cezalarının tahsili amacıyla düzenlenen ödeme
emrini; ödeme emirlerine konu para cezalarına vaki itirazın reddine dair
işlemlerin Mahkemelerinin E:2004/291; K.2005/7 ve E:2004/293; K:2005/9 sayılı
kararıyla iptal edildiğinin anlaşılması karşısında, ödeme emrinin konusunun
kalmadığı gerekçesiyle iptal eden Mersin Vergi Mahkemesinin 25.1.2005 gün ve
E:2004/370; K.2005/12 sayılı kararının; idari itirazların retle sonuçlanmasından
sonra ödeme emri düzenlenmesinin yasal olduğu ileri sürülerek bozulması
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti: Savunma
verilmemiştir.
Tetkik Hakimi Kurtuluş
BEYRİBEY'in Düşüncesi: Temyiz
dilekçesinde ileri sürülen
iddialar, 2577 sayılı Kanunun 49'uncu maddesinin 1'inci fıkrasında sayılan bozma nedenlerine uymadığından, temyiz istemi reddedilerek kararın onanması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Mukaddes ARAS'ın
Düşüncesi: Temyiz başvurusu; davacı şirket adına tescilli beyanname kapsamı
eşya nedeniyle hesaplanan gümrük ve katma değer vergisine ilişkin para
cezalarının tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emrini iptal eden mahkeme
kararının bozulması istemine ilişkindir.
Ödeme emri ile tahsili yoluna gidilen ceza kararlarına karşı açılan ve
Danıştay Yedinci Dairesinin 2005-2419 ve 2005/2421 esas numaralı dava
dosyalarındaki düşünce uyarınca temyiz isteminin kabulüyle, yeniden bir karar
verilmek üzere mahkeme kararının bozulması gerektiği
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Yedinci Dairesince işin gereği
görüşüldü:
Temyiz başvurusu; davacı
Şirket adına ek olarak tahakkuk ettirilen gümrük ve katma değer vergilerinin üç
katı tutarında uygulanan para cezalarının tahsili amacıyla düzenlenen ödeme
emrini, istemin özeti bölümünde yazılı gerekçe ile iptal eden vergi mahkemesi
kararının bozulması istemine ilişkindir.
4458 sayılı Gümrük Kanununun
234'üncü maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde; kıymeti üzerinden
gümrük vergisine tabi eşyanın beyan
edilen kıymetinin, muayene ve denetleme sonucunda bu Kanunun 23 ila 31'inci
maddelerinde yer alan hükümler çerçevesinde belirlenen kıymete göre noksan
bulunduğu takdirde, bu noksanlığa ait gümrük vergisinden başka bu verginin üç
katı para cezası alınacağı; 232'nci maddesinin 1'inci fıkrasında, 234'üncü madde
hükümlerine göre alınacak para cezalarının, itiraz olmaksızın vergi tahakkukunun
kesinleşmesinden veya idari itirazın red kararı ile sonuçlanmasından sonra
karara bağlanacağı; aynı maddenin 4'üncü fıkrasında da, ilgilisine tebliğ
edilerek kesinleşen para cezalarının 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü
Hakkında Kanun hükümlerine tabi olduğu hükme bağlanmış; 6183 sayılı Kanunun
37'nci maddesinde ise, hususi kanunlarında ödeme zamanı tespit edilmemiş amme
alacaklarının Maliye Vekaletince belirtilecek usule göre yapılacak tebliğinden
itibaren bir ay içinde ödeneceği, bu ödeme müddetinin son gününün amme
alacağının vadesi günü olduğu hükmüne yer verilmiştir.
Bu durumda, 4458 sayılı Kanunda, para cezalarının tahakkukuna ilişkin
düzenleme bulunmakla birlikte, tahsiline (ödeme zamanına) ilişkin özel bir
düzenlemeye yer verilmediğinden, ödeme zamanının, 6183 sayılı Kanunun yukarıda
anılan 37'nci maddesine göre saptanması gerektiği açıktır.
Dosyanın ve Dairemizin E:2005/2419 ve E:2005/2421 sayılı dosyalarının
birlikte incelenmesinden; davacı Şirket adına ek olarak tahakkuk ettirilen
gümrük ve katma değer vergisi tutarı üzerinden üç kat uygulanan para cezalarının
20.1.2004 tarihinde tebliği üzerine, 27.1.2004 tarihinde postaya verilip,
başmüdürlük kayıtlarına 28.1.2004 tarihinde giren dilekçeler ile itirazda
bulunulduğu; itirazların reddine dair işlemlerin iptali yolundaki Mersin Vergi
Mahkemesinin 25.1.2005 gün ve E:2004/293; K:2005/9 ile aynı gün ve E:2004/291
K:2005/7 sayılı kararlarının da, Dairemizin 30.10.2006 gün ve
E:2005/2419;K:2006/3044 ve 30.10.2006 gün ve E:2005/2421;K:2006/3045 sayılı
kararlarıyla; itirazların, dilekçenin başmüdürlük kayıtlarına girdiği tarihler
itibarıyla, yedi günlük yasal süresinden sonra yapıldığının anlaşıldığı
gerekçesiyle bozulduğu anlaşılmıştır.
Bu durumda, süresi dışında itirazda bulunulması nedeniyle kesinleşen ve
bu tarihten itibaren, 6183 sayılı Kanunun yukarıda anılan 37'nci maddesinde
öngörülen bir aylık süre içinde ödenmediği açık olan para cezalarının tahsili
amacıyla ödeme emri düzenlenmesinde yukarıda açıklanan yasa hükümlerine
aykırılık bulunmadığı gibi, Mersin Vergi Mahkemesinin E:2004/291 ve E:2004/293 sayılı
dosyalarında iptal istemine konu idari işlemlerin de; hukukiliği yargı
yerlerince incelenebilecek nitelikte, ceza kararlarına vaki itirazın reddine
dair işlem olarak kabul edilmemesi sebebiyle, anılan işlemlere karşı açılan
davalar üzerine, İdari Yargılama Usulü Kanununun 27'nci maddesinin 3'üncü
fıkrası uyarınca, tahsilatın durması da söz konusu olamayacağından, ödeme
emrinin iptali yolundaki mahkeme kararında isabet
görülmemiştir.
Açıklanan nedenle, temyiz isteminin kabulüne ve mahkeme kararının
bozulmasına; bozma kararı üzerine Mahkemece yeniden verilecek kararla birlikte
yargılama giderleri de hüküm altına alınacağından, bu hususta ayrıca hüküm
tesisine gerek bulunmadığına, 30.10.2006 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Yedinci
Daire
Esas No : 2004/3196
Karar
No :
2006/3185
Özeti
: Davacı
tarafından eşyaların yurtta kalma süresi içinde süre uzatım talebinde
bulunulduğu kabul edilse dahi, bu talebin, başvuru tarihinden itibaren otuz gün
içinde cevap verilmemek suretiyle zımnen reddine ilişkin işlemin idari karar
olduğu, bu işleme karşı 4458 sayılı Kanunda öngörülen idari itiraz prosedürü
izlenerek dava açılması gerektiği hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan:
Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı adına
Mersin
Gümrük Müdürlüğü
Karşı Taraf
: … Dış Ticaret Anonim Şirketi
Vekili
: Av. …
İstemin Özeti
: Davacı Şirket adına tescilli 31.10.2001 gün ve 10379 sayılı geçici
gümrük giriş beyannamesi ile ithal edilen jüt çuval isimli eşyanın Yurtta kalma
süresi olarak belirlenen altı ay içinde Yurt dışı edilmediğinden bahisle, 4458
sayılı Gümrük Kanununun 238'inci maddesi hükmü uyarınca, anılan eşyalara ilişkin
vergilerin iki katı tutarında para cezası uygulanmasına dair karara vaki
itirazın reddine ilişkin işlemi; olayda, geçici giriş beyannamesi ile ithal
edilen eşyanın altı aylık Yurtta kalma süresi dolduktan sonra, İdarece eşyanın
akıbetinin sorulması üzerine, davacı tarafından verilen cevabi yazıda; 4.4.2002
tarih ve 18520 EGR kayıt sayılı dilekçe ile ek süre talebinde bulunulduğunun
belirtildiği; ancak, İdarece, söz konusu evrağın zimmet defterinde kaydının yer
almadığı gibi, tüm aramalara rağmen evrak kayıt defterinin de bulunamadığından,
davacının ek süre talebini içeren dilekçesinin sahte olduğundan bahisle dava
konusu işlemin tesis edildiği anlaşılmakla birlikte; 4.4.2002 tarihli dilekçenin
sahte olduğunu kanıtlar nitelikte herhangi bir tespit ve belgenin olmadığı; her
ne kadar olay, evrakta sahtekarlık hükümleri yönünden takibatta bulunulması için
Cumhuriyet Savcılığına intikal ettirilmişse de, tahkikatın henüz
sonuçlanmadığının anlaşıldığı; öte yandan, eşyaların Yurtta kalma süresinin sona
ermesinden sonra da davalı İdarece müteaddit defalar ihracat ve mahsup
işlemlerinin yapılmış olması, bu dilekçenin varlığına karine teşkil ettiği; bu
durumda, ek süre talebi üzerine Yurtta kalma süresinin uzatılması halinde,
geçici ithal rejimi hükümlerinden yararlanmaya devam edecek olan eşyaların yasal
süresi içerisinde Yurt dışı edilmediği nedenine dayanılarak tesis edilen işlemde
isabet görülmediği gerekçesiyle iptal eden Mersin Vergi Mahkemesinin 9.3.2004
gün ve E:2003/713; K:2004/225 sayılı kararının; ek süre talebini içeren herhangi
bir dilekçenin kayıtlarda gözükmemesi nedeniyle, eşyaların süresinde Yurt dışı
edilmediğinin kabulü suretiyle tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı
ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti: Savunma
verilmemiştir.
Tetkik Hakimi Bülent
SEYİTDANLIOĞLU'nun Düşüncesi : Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar,
2577 sayılı Kanunun 49'uncu maddesinin 1'inci fıkrasında sayılan bozma
nedenlerine uymadığından, temyiz istemi reddedilerek kararın onanması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Emel CENGİZ'in
Düşüncesi: İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun
49'uncu maddesinin 1'inci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Yedinci Dairesince işin gereği görüşüldü:
Dosyanın
incelenmesinden; davacı Şirket adına tescilli geçici gümrük giriş beyannamesi
ile ithal edilen eşyanın Yurtta kalma süresi olarak belirlenen altı ay içinde
Yurt dışı edilmediğinden bahisle, 4458 sayılı Gümrük Kanununun 238'inci maddesi
hükmü uyarınca, söz konusu eşyaya ilişkin vergilerin iki katı tutarında para
cezası uygulanmasına dair karara vaki itirazın reddine ilişkin işlemin,
Mahkemece, istemin özetinde yazılı gerekçeyle iptal edildiği
anlaşılmıştır.
4458
sayılı Gümrük Kanununun 128'inci maddesinde, geçici ithalat rejiminin, serbest
dolaşıma girmemiş eşyanın ithalat vergilerinden tamamen ya da kısmen muaf olarak
ve ticaret politikası önlemlerine tabi tutulmaksızın, Türkiye Gümrük Bölgesi
içinde kullanılması ve bu kullanım sırasındaki olağan yıpranma dışında, herhangi
bir değişikliğe uğramaksızın yeniden ihracına olanak sağlayan hükümlerin
uygulandığı rejim olduğu belirtilmiş olup; aynı Kanunun 238'inci maddesinde de,
bu Kanunun 128 ila 134'üncü maddelerinde düzenlenen Geçici İthalat Rejimine ilişkin hükümlerin ihlali
halinde, eşyaya ilişkin gümrük vergilerinin tahsili yanında, bu vergilerin iki
katı tutarında para cezası alınacağı hükmüne yer
verilmiştir
Anılan Kanunun 3'üncü maddesinin 1'inci fıkrasının 5'inci bendinde,
bağlayıcı tarife ve menşe bilgileri de dahil olmak üzere, gümrük idaresinin,
gümrük mevzuatı ile ilgili olarak belirli bir konuda bir veya daha fazla kişi
üzerinde hukuki sonuç doğuracak tasarrufları, idari karar olarak tanımlanmış,
6'ncı maddesinin 2'nci fıkrasında, karar alınması talebinin yazılı olarak
yapılacağı, gümrük idaresinin, söz konusu talebe ilişkin başvurunun kendilerine
ulaştığı tarihten itibaren otuz gün içinde karar alacağı; "İtirazlar" başlıklı
242'nci maddesinin 3'üncü fıkrasında da, kişilerin, idari kararlara karşı yedi
gün içinde kararı alan gümrük idaresinin bağlı bulunduğu gümrük başmüdürlüğü
nezdinde itirazda bulunabilecekleri; 4'üncü fıkrasında, gümrük başmüdürlüklerine
intikal eden itirazların 30 gün içinde karara bağlanarak ilgili kişiye tebliğ
edileceği; 7'nci fıkrasında da, gümrük başmüdürlüklerinin kararına karşı,
işlemin yapıldığı gümrük müdürlüğünün bulunduğu yerdeki idari yargı mercilerine
başvurulabileceği hükme bağlanmak suretiyle, Kanun koyucu, hem ilgilileri, hem
de idareyi bağlar nitelikte kurallar getirmiştir. Bu durumda, idari itiraz
prosedürü tamamlanmadan idari yargı yoluna başvurulamayacağı gibi, itirazların
gümrük idarelerince 30 gün içinde karara bağlanarak ilgilisine tebliğinin de
yasal bir zorunluluk olarak ortaya çıktığı açıktır. Mevcut düzenlemenin bir
diğer sonucu da, Yasanın amir hükmüne rağmen, otuz günlük süre içerisinde
cevaplandırılmayan başvuruların zımnen reddedildiğinin kabulü gerektiğidir. Aksi
halde, idari itirazın cevap verilmemek suretiyle sürüncemede bırakılması ve
dolayısıyla, hak arama özgürlüğünün kısıtlanması sonucunu doğuracak
uygulamaların ortaya çıkması kaçınılmazdır.
Davada; davacı Şirketçe, eşyaların Yurtta kalma süresi içerisinde,
4.4.2002 tarihinde ek süre verilmesi için başvuruda bulunulduğu, (dilekçenin
kayıt tarih ve sayısı gösterilerek) iddia edilmiş olup; Mahkemece de, davacının
süre uzatım talebine ilişkin dilekçenin davalı İdareye ulaştığı, bu nedenle,
dava konusu ceza kesme işleminin, sebep yönünden hukuka aykırı olduğu
gerekçesiyle iptaline karar verilmiştir. Ancak; davacı Şirketçe iddia edildiği
gibi, eşyaların yurtta kalma süresi içinde süre uzatım talebinde bulunulduğu
kabul edilse dahi, bu talebin, başvuru tarihinden itibaren otuz gün içinde cevap
verilmemek suretiyle zımnen reddi yolundaki işlemin, 4458 sayılı Kanunun
yukarıda anılan hükümleri uyarınca, idari karar olarak kabulü zorunlu
bulunduğundan, bu işleme karşı, 4458 sayılı Kanunda öngörülen idari itiraz
prosedürü izlendikten sonra dava açılması gerekmektedir. Olayda ise, süre uzatım
talebinin zımnen reddine dair işleme karşı idari itiraz yoluna gidilmediğinin
veya yedi günlük itiraz süresi içerisinde dava açılmadığının sabit olması
karşısında, eşyaların Yurtta kalma sürelerinin uzatılmadığının, başka deyişle,
eşyaların yasal süresinden sonra Yurt dışı edildiğinin kabulü zorunludur.
Bu itibarla, Geçici İthalat Rejimine ilişkin hükümlerin ihlal edilmesi
nedeniyle uygulanan para cezasında hukuka aykırılık bulunmadığından, ceza
kararına vaki itirazın reddine dair işlemin, Mahkemece, istemin özeti bölümünde
yazılı gerekçeyle iptali yolunda verilen kararda isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenle, temyiz isteminin kabulüne, mahkeme kararının
bozulmasına, bozma kararı üzerine Mahkemece yeniden verilecek kararla birlikte
yargılama giderleri de hüküm altına alınacağından bu konuda ayrıca hüküm
tesisine gerek bulunmadığına, 6.11.2006 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Yedinci
Daire
Esas No : 2004/1498
Karar
No :
2006/1224
Özeti
: Gümrük
laboratuvarında yapılan tahlil sonucuna, hatalı olduğuna yönelik iddialarla,
4458 sayılı Kanunun 243'üncü maddesi uyarınca itiraz edilmediği gibi, ek
tahakkukun tebliği üzerine yapılan idari itiraz başvurularına ait dilekçeler ile
dava dilekçesinde de, eşyanın özelliklerine, dolayısıyla tahlil sonucuna değil,
eşyanın hangi tarife ve istatistik pozisyonunda yer aldığı hususuna yönelik
iddialar ileri sürüldüğünden; davada, gümrük laboratuvarı tahlil sonucuna göre
tahakkukunun hukukiliğinin incelenerek karar verilmesi gerektiği
hakkında.
Temyiz
İsteminde Bulunan :
Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı adına
Halkalı Tekstil İhtisas Gümrük Müdürlüğü
Karşı Taraf
:
… Mensucat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi
Vekili
: Av.
…
İstemin Özeti : Halkalı
Tekstil İhtisas Gümrük Müdürlüğünde tescilli 7.3.2003 gün ve 9815 sayılı serbest
dolaşıma giriş beyannamesi kapsamında, 5407.41.00.90.12 tarife ve istatistik
pozisyonunda beyan edilen eşyanın, 5407.41.00.90.19 tarife ve istatistik
pozisyonuna dahil olduğundan bahisle yapılan dampinge karşı vergi tahakkukuna ve
katma değer vergisi ek tahakkukuna vaki itirazın reddine dair işlemi; olayda,
gümrük laboratuvarında yapılan tahlil sonucuna göre, eşyanın beyan edilen
pozisyonda değil, dampinge karşı vergi alınmasını gerektiren pozisyonda
olduğundan bahisle işlem tesis edilmiş ise de; davacı Şirket tarafından 5.6.2003
gün ve 121267 sayılı serbest dolaşıma giriş beyannamesi ile aynı ihracatçı
firmadan ithal edilen aynı eşyanın gümrük laboratuvarında yapılan tahlili
sonucunda, perdelik mensucat olup olmadığının tespit edilememesi nedeniyle,
davacı Şirketin talebi üzerine Atatürk Havalimanı Gümrük Müdürlüğünce, İstanbul
Teknik Üniversitesi Makina Fakültesi Tekstil Mühendisliği Bölümü Tekstil ve
Konfeksiyon Kalite Kontrol ve Araştırma Laboratuvarına yaptırılan tahlil
sonucunda düzenlenen raporda, eşyanın beyan edilen tarife ve istatistik
pozisyonunda yer aldığı belirtildiğinden, tesis edilen işlemde hukuka uyarlık
bulunmadığı gerekçesiyle iptal eden İstanbul Altıncı Vergi Mahkemesinin
17.2.2004 gün ve E:2003/1723; K:2004/461 sayılı kararının; beyanname muhteviyatı
eşyanın gümrük laboratuvarında yapılan tahlili sonucuna göre tesis edilen
işlemin yerinde olduğu ileri sürülerek bozulması
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma
verilmemiştir.
Tetkik Hakimi Abidin İLDEŞ'in Düşüncesi:
Dosyanın incelenmesinden; ithal edilen eşyanın gümrük laboratuvarında yapılan
tahlili sonucuna göre, beyan edilen değil, dampinge karşı vergi alınmasını
gerektiren pozisyonda yer aldığından bahisle yapılan ek tahakkuka vaki itirazın
reddine ilişkin işlemin, Mahkemece, aynı eşyanın gümrük laboratuvarında yapılan
tahlilinden sonuç alınamaması nedeniyle, Atatürk Havalimanı Gümrük Müdürlüğünce
İstanbul Teknik Üniversitesine yaptırılan tahlil sonucu esas alınarak iptal
edildiği anlaşılmıştır.
Bu bakımdan; aynı eşya üzerinde gümrük laboratuvarında yapılan tahlil
sonucu ile İstanbul Teknik Üniversitesinde yapılan tahlil sonucunun farklı
olması nedeniyle ithal edilen eşya üzerinde yeniden bilirkişi incelemesi
yaptırılmak suretiyle uyuşmazlığın çözümlenmesi gerekirken, bu yapılmadan karar
verildiğinden, eksik incelemeye dayalı mahkeme kararının bozulması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Emel CENGİZ'in
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun
49'uncu maddesinin 1'inci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Yedinci Dairesince işin gereği
görüşüldü:
Dosyanın incelenmesinden; davacı Şirket adına tescilli 7.3.2003 gün ve
9815 sayılı serbest dolaşıma giriş beyannamesi kapsamında "Sentetik flament
ipliklerden dokunmuş mensucat"; "-Diğer dokunmuş mensucat"; "- -Ağartılmamış
veya ağartılmış"; "- - -Diğerleri"; "- - - -Perdelik mensucat" olarak
5407.41.00.90.12 tarife ve istatistik pozisyonunda beyan edilen eşyanın, gümrük
laboratuvarında aynı gün yapılan tahlili sonucunda, dampinge karşı vergi
alınmasını gerektiren 5407.41.00.90.19 tarife ve istatistik pozisyonunda
tanımlanan, diğerlerinin perdelik mensucatı değil, diğerlerinin diğerleri olduğu
tespit edilmesine karşın, davacı Şirketin beyanına göre ithalatın tamamlandığı;
ancak; ithal edilen eşyaya ilişkin beyanname ve eklerinin Gümrükler Kontrol
Genel Müdürlüğünce incelenmesi sonucu beyanname eki 7.3.2003 gün ve 0644036
sayılı laboratuvar tahlili raporunda belirtilen özelliklerine göre, eşyanın
5407.41.00.90.19 tarife ve istatistik pozisyonunda sınıflandırılması
gerektiğinin davalı Gümrük Müdürlüğüne bildirilmesi üzerine yapılan dampinge
karşı vergi tahakkukuna ve katma değer vergisi ek tahakkukuna vaki itirazın
reddine ilişkin işlemin, Mahkemece, istemin özeti bölümünde yazılı gerekçeyle
iptal edildiği anlaşılmıştır.
Yapılan tahakkuklara yönelik idari itiraz usulü, 4458 sayılı Gümrük
Kanununun 242'nci maddesinde düzenlenmiş olmakla birlikte, aynı Kanunun 243'üncü
maddesinin 1'inci fıkrasında da, 197'nci maddeye göre tebliğ edilen gümrük
vergilerinin hesaplanmasında esas alınan kimyevi tahlil sonuçlarına karşı
tebliğden itibaren on beş gün içinde gümrük başmüdürlüğüne yazılı olarak itiraz
edilebileceği belirtilerek özel bir itiraz usulü
öngörülmüştür.
Olayda; eşyanın, gümrük laboratuvarında yapılan tahlili sonucunda
düzenlenen 7.3.2003 gün ve 0644036 numaralı raporun aynı gün tebliğ edilmesinden
sonra tahlil sonucunun hatalı olduğu iddiasıyla, 4458 sayılı Kanunun yukarıda
sözü edilen 243'üncü maddesi uyarınca itiraz edilmediği gibi, ek tahakkukun
tebliği üzerine yapılan idari itiraz başvurularına ait dilekçeler ile dava
dilekçesinde de, eşyanın özelliklerine; dolayısıyla, tahlil sonucuna değil,
eşyanın hangi tarife ve istatistik pozisyonunda yer aldığı hususuna yönelik
iddialar ileri sürüldüğünden; davada, ithale konu eşyaya ilişkin gümrük
laboratuvarı tahlili sonucuna göre tahakkukun hukukiliğinin incelenerek karar
verilmesi gerekirken, başka bir beyanname muhteviyatı eşyaya ait tahlil
sonucunun esas alınması suretiyle verilen mahkeme kararında isabet
görülmemiştir.
Bu nedenle, temyiz isteminin kabulüne, mahkeme kararının bozulmasına,
bozma kararı üzerine, Mahkemece, yeniden verilecek kararla birlikte yargılama
giderleri de hüküm altına alınacağından, bu hususta ayrıca hüküm tesisine gerek
bulunmadığına, 18.4.2006 gününde oybirliği ile karar
verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Yedinci
Daire
Esas No : 2005/4295
Karar
No :
2006/2881
Özeti
: Mevcudiyetlerine
karşın, istenilen belgelerin ibraz edilmemesi nedeniyle, satış bedeli yöntemine
göre eşyanın gümrük vergisine esas kıymetinin saptanmasına olanak
bulunmadığından, bu yöntemin atlanılması koşulları oluşmuş ise de; aynı eşyanın
satış bedeli yöntemi uygulanmadan, benzer eşyanın satış bedeli yöntemine
geçilerek ek tahakkuk yapılmasında hukuka uyarlık bulunmadığı
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan:
Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı adına
Halkalı
Tekstil İhtisas Gümrük Müdürlüğü
Karşı Taraf
: … Ev Tekstil Ürünleri Dış Ticaret ve Sanayi Limited Şirketi
Vekilleri
: Av. …
İstemin Özeti : Davacı Şirket
adına tescilli 23.7.2003 gün ve 32697 sayılı serbest dolaşıma giriş beyannamesi
muhteviyatı eşyanın kıymetinin noksan beyan edildiğinden bahisle yapılan gümrük
ve katma değer vergileri ek tahakkukuna vaki itirazın reddine ilişkin işlemi;
olayda, eşyaya ait faturada gösterilen kıymetin gerçek olmadığı yolunda somut
bir tespit yapılmadan, istenilen mahreç ülke çıkış beyannamesi ile satış
sözleşmesinin ibraz edilmemesi nedeniyle aynı eşyanın satış bedeli yöntemi esas
alınarak tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle iptal eden
İstanbul Birinci Vergi Mahkemesinin 17.3.2005 gün ve E:2004/2072; K:2005/444
sayılı kararının; istenilen mahreç ülke çıkış beyannamesi ile satış
sözleşmesinin ibraz edilmemesi sebebiyle aynı eşyanın satış bedeli yönteminin
uygulanması suretiyle tesis edilen işlemin yerinde olduğu ileri sürülerek
bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti :Savunma
verilmemiştir.
Tetkik Hakimi Abidin İLDEŞ'in Düşüncesi: .Temyiz
dilekçesinde ileri sürülen iddialar, 2577 sayılı Kanunun 49'uncu maddesinin
1'inci fıkrasında sayılan bozma nedenlerine uymadığından, temyiz istemi
reddedilerek kararın onanması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı H. Hüseyin
TOK'un Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun
49'uncu maddesinin 1'inci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Yedinci Dairesince işin gereği
görüşüldü:
Dosyanın incelenmesinden; davacı Şirket adına tescilli 23.7.2003 gün ve
32697 sayılı serbest dolaşıma giriş beyannamesi ile Çin'den ithal edilen
5208.22.96.92.19 tarife ve istatistik pozisyonunda yer alan "Pamuklu mensucat
(ağırlık itibarıyla %85 veya daha fazla pamuk içerenler) (m² ağırlığı 200 gr.'ı
geçmeyenler) ağartılmış bez ayağı M
4458 sayılı Gümrük Kanununun 24'üncü maddesinde, ithal eşyanın
kıymetinin, eşyanın satış bedeli olduğu; satış bedelinin, Türkiye'ye ihraç
amacıyla yapılan satışta 27 ve 28'inci maddelere göre gerekli düzeltmelerin de
yapıldığı, fiilen ödenen veya ödenecek fiyat olduğu; 25'inci maddesinin 1'inci
fıkrasında, 24'üncü madde hükümlerine göre belirlenemeyen gümrük kıymetinin, bu
maddenin 2'inci fıkrasının (a), (b), (c) ve (d) bendlerinin sıra halinde
uygulanmasıyla belirleneceği; eşyanın gümrük kıymetinin bir üst bent hükümlerine
göre belirlenebildiği sürece bir alt bent hükümlerinin uygulanmayacağı; ancak,
beyan sahibinin yazılı talebinin gümrük idaresince uygun bulunması şartıyla, (c)
ve (d) bentlerinin uygulama sırasının değiştirilebileceği hükümlerine yer
verilmiş; 25'inci maddesinin 2'inci fıkrasında da, bu madde hükümleri gereğince
gümrük kıymetinin, (a) Türkiye'ye ihraç amacıyla satılarak, kıymeti belirlenecek
eşya ile aynı veya yakın bir tarihte ihraç edilen eşyanın satış bedelinin, (b)
Türkiye'ye ihraç amacıyla satılarak, kıymeti belirlenecek eşya ile aynı veya
yakın bir tarihte ihraç edilen benzer eşyanın satış bedelinin, (c) ithal
eşyasının veya aynı ya da benzer eşyanın Türkiye içinde satıcılardan müstakil
kişilere yapılan en büyük miktardaki satışına ait birim kıymetinin, (d) ithal
eşyasının üretiminde kullanılan malzeme ve imalat işlemlerinin bedel veya
kıymetleri ile Türkiye'ye ihraç edilmek üzere ihraç ülkesindeki üreticiler
tarafından üretilen, kıymeti belirlenecek eşya ile aynı sınıf veya cins eşyanın
satışında mutad olan kâr ve genel giderlere eşit bir tutar ve 27'nci maddenin
1'inci fıkrasının (e) bendinde sayılan diğer bedel veya kıymetler toplamından
oluşan hesaplanmış kıymet yöntemine göre belirleneceği hükme
bağlanmıştır.
Öte yandan; anılan 4458 sayılı Kanunun 26'ncı maddesiyle göndermede
bulunulan Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşmasının VII'nci Maddesinin
Uygulanmasına Dair Anlaşmanın 15'inci maddesinin 2'nci fıkrasının (a) bendinde,
bu anlaşmada geçen "aynı eşya" deyiminin; fiziksel özellik, kalite ve tanındığı
özellikleri dahil olmak üzere her hususta aynı olan eşya anlamına geleceği,
görünüşteki küçük farklılıkların, diğer hususlarda tanıma uyan eşyanın aynı eşya
sayılmasını önlemeyeceği; (b) bendinde de, Anlaşmada geçen "benzer eşya"
deyiminin, her hususta aynı olmamakla birlikte, aynı işlevi görmelerini ve
ticari olarak birbirlerini ikame edebilmelerini mümkün kılan, benzer özellik ve
benzer unsurları bulunan eşya anlamına geleceği, eşyanın kalitesinin, tanındığı
özelliklerinin, bir ticari markasının bulunmasının, eşyanın berzerliğinin
belirlenmesinde göz önüne alınacak faktörler arasında yer alacağı düzenlemeleri
yapılmıştır.
Yukarıda sözü edilen hükümlerin birlikte değerlendirilmesinden, ithal
edilen eşyanın gümrük kıymetinin belirlenmesinde, öncelikle, satış bedelinin
esas alınması; satış bedelinin esas alınması için gerekli koşulların mevcut
olmadığının tespit edilmesi halinde de sırasıyla diğer yöntemlere başvurulması
gerektiği, diğer bir anlatımla, eşyanın gümrük kıymetinin bir üst yönteme göre
belirlenmesi olanaklı iken, bir sonraki yönteme geçilmesinin olanaklı olmadığı
sonucuna ulaşılmaktadır.
Olayda; beyan edilen kıymetin, satış bedeline uygun olup olmadığının
araştırılması amacıyla davacı Şirketten istenilen belgelerin ibraz edileceğinin
taahhüt edilmesi ve tahakkuktan sonra dahi ibraz edilebilmesi için ek süre
talebinde bulunulması, istenilen belgelerin mevcut olduğunu göstermektedir.
Dolayısıyla, mevcudiyetlerine karşın, sözü edilen belgelerin ibraz edilmemesi
nedeniyle satış bedeli yöntemine göre eşyanın gümrük vergisine esas kıymetinin
saptanmasına olanak bulunmadığından, bu yöntemin atlanılması koşulları
oluşmuştur. Ancak, davalı idarece, her ne kadar, kıymeti ek tahakkuka esas
alınan eşyanın aynı eşya olduğu ileri sürülmüş ise de; yukarıda sözü edilen
düzenlemeler ile tespitlere göre benzer eşya olduğu anlaşıldığından, aynı
eşyanın satış bedeli yöntemi uygulanmaksızın veya bu yöntemin uygulanmaması
nedenleri ortaya konulmaksızın, benzer eşyanın satış bedeli yöntemine geçilerek
kıymet belirlenmesi suretiyle ek tahakkuk yapılmasında hukuka uyarlık
görülmemiştir.
Bu nedenle, temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, sonucu itibarıyla
yerinde bulunan temyize konu vergi mahkemesi kararının bozulmasını sağlayacak
nitelikte görülmediğinden, temyiz isteminin reddine, 3.10.2006 gününde oybirliği
ile karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Yedinci
Daire
Esas No : 2003/235
Karar
No :
2006/943
Özeti
: Kanuna
aykırı olarak yurda girdiği tespit edilen eşyaya ait vergilerden, beyan sahibi
yanında, eşyanın kanuna aykırı olarak girişine iştirak eden ve girişin kanuna
aykırı olduğunu bilen veya normal olarak bilmesi gereken kişilerin de sorumlu
olduğu hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan :
Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı adına
Haramidere Akaryakıt Gümrük Müdürlüğü
Karşı Taraf
:
… Company of Turkey Limited Türkiye Şubesi
Vekili
: Av.
…
İstemin Özeti : Davacı
Şirkete ait antrepodan, Şirket
adına tescilli 28.7.2000 gün ve 8699 sayılı ihrakiye beyannamesi ile Bolivya
bayraklı … isimli gemiye uluslar arası seferde kullanılmak üzere verilen
yakıtın, dahilde kullanıldığının saptandığından bahisle yapılan gümrük vergisi,
katma değer vergisi ve akaryakıt tüketim vergisi tahakkukuna vaki itirazın
reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada; olayda, soruşturma
raporu ve cevaplı raporla, yukarıda ismi yer alan gemiye ikisi davacı adına
tescilli ihrakiye beyannameleriyle uluslararası sularda kullanılmak üzere üç
hafta içerisinde üç kez olmak üzere toplam 230 metrik ton motorin verildiği, geminin ihrakiye
yakıt kapasitesinin 11 metrik ton olduğunun anlaşılması karşısında, yakıtın
dahilde usulsüz olarak kullanıldığının ve anılan gemiye fahiş miktarda yakıt
verilmesinde sorumluluğu bulunduğundan bahisle, davacı adına yapılan gümrük
vergisi, katma değer vergisi ve akaryakıt tüketim vergisi tahakkukuna vaki
itirazın reddi üzerine bu davanın açıldığının anlaşıldığı, itirazın reddine
ilişkin dava konusu işlemde, akaryakıt tüketim vergisi bulunmadığından, davanın
anılan vergiye ilişkin kısmı için henüz ortada kesin ve yürütülebilir bir işlem
bulunmadığı, dava konusu işlemin gümrük vergisi ve katma değe vergisi
tahakkukuna ilişkin kısmı için ise, antrepodan çekilen yakıtın gümrük idaresinin
yönetim ve denetiminde gemiye yüklendiği, davacı Şirket adına sorumlu olarak
tahakkuk yapılmasının hukuka uygun olmadığı gerekçesiyle, davanın akaryakıt
tüketim vergisine ilişkin kısmını 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun
15'inci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendi uyarınca incelenmeksizin
reddeden, işlemin ek gümrük vergisi ve katma değer vergisi tahakkukuna ilişkin
kısmını iptal eden İstanbul İkinci Vergi Mahkemesinin 15.10.2002 gün ve
E:2002/303; K:2002/1636 sayılı kararının iptale ilişkin hüküm fıkrasının;
ihrakiye beyannamelerinin davacı adına tescilli olması nedeniyle, anılan
vergilerin sorumlu sıfatıyla davacıdan istenildiği, dava konusu işlemin hukuka
uygun olduğu ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : İstemin
reddi gerektiği savunulmuştur.
Tetkik Hakimi Bülent SEYİTDANLIOĞLU'nun Düşüncesi :
Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, 2577 sayılı Kanunun 49'uncu
maddesinin 1'inci fıkrasında sayılan bozma nedenlerine uymadığından, temyiz
istemi reddedilerek kararın onanması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Mukaddes ARAS'ın
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun
49'uncu maddesinin 1'inci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Yedinci Dairesince işin gereği
görüşüldü:
Temyiz başvurusu; davacı adına yapılan gümrük vergisi, katma değer
vergisi ve akaryakıt tüketim vergisi tahukkukuna vaki itirazın reddine ilişkin
işlemin iptali istemiyle açılan davayı kısmen reddeden, işlemi kısmen iptal eden
mahkeme kararının iptale ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasına
ilişkindir.
4458 sayılı Gümrük Kanununun 181'inci maddesinin 1'inci fıkrasının (a)
bendinde, ithalatta gümrük yükümlülüğünün ithalat vergilerine tabi eşyanın
serbest dolaşıma girmesi halinde doğacağı; 2'nci fıkrasında, gümrük
yükümlülüğünün, söz konusu gümrük beyannamesinin tescil tarihinde başlayacağı;
3'üncü fıkrasında, ithalatta gümrük yükümlülüğünde yükümlünün beyan sahibi
olduğu, dolaylı temsil durumunda, hesabına gümrük beyanında bulunulan kişinin de
yükümlü olduğu belirtilmiş; Kanunun 182'nci maddesinin 1'inci fıkrasında,
ithalat vergilerine tabi eşyanın, bu Kanuna aykırı şekilde Türkiye gümrük
bölgesine girmesi ya da bir serbest bölgede bulunan ithalat vergilerine tabi
eşyanın, bu Kanuna aykırı olarak gümrük bölgesinin başka bir yerine gitmesi
hallerinde, gümrük yükümlülüğünün doğacağı; 2'nci fıkrasında, gümrük
yükümlülüğünün, eşyanın Türkiye Gümrük Bölgesine bu Kanuna aykırı olarak girişi
tarihinde başlayacağı; 3'üncü fıkrasının (a) bendinde, eşyanın kanuna aykırı
olarak girişini gerçekleştiren kişilerin, (b) bendinde, eşyanın kanuna aykırı
girişine iştirak eden ve girişin kanuna aykırı olduğunu bilen veya normal olarak
bilmesi gereken kişilerin, (c) bendinde ise, söz konusu eşyayı elde eden veya
elinde bulunduran ve bu eşyayı elde ettiği ve aldığı sırada eşyanın kanuna
aykırı olarak girdiğni bilen veya normal olarak bilmesi gereken kişilerin bu
Kanun hükümlerine göre gümrük vergilerinden sorumlu olduğu hükümleri yer
almıştır.
Yukarıda yer alan maddelere göre, gümrük yükümlülüğünün, ithalat
vergilerine tabi eşyanın serbest dolaşıma girmesi halinde doğduğu, beyannamenin
tescil tarihinde başladığı, yükümlünün beyan sahibi olduğu, eşyanın kanuna
aykırı olarak girişine iştirak eden ve girişin kanuna aykırı olduğunu bilen veya
normal olarak bilmesi gereken kişilerin de gümrük vergilerinden sorumlu olduğu
açıktır.
Dosyanın incelenmesinden, Bolivya Bayraklı … isimli gemiye 2000 yılının
Temmuz ayı içerisinde, davalı İdarece tescilli ihrakiye beyannameleriyle sırasıyla, 60, 70 ve
100 metrik ton olmak üzere toplam 230 metrik ton motorin cinsi akaryakıt
verildiği, bu beyannamelerden 7.7.2000 gün ve 7476; 28.7.2000 gün ve 8699 sayılı
beyannamelerin davacı Şirket adına tescilli olduğu; yapılan inceleme sonucunda,
anılan geminin Tuzla açıklarında boş ve terk edilmiş olarak bulunduğu,
dolayısıyla uluslararası sefer yapmadığı, yakıt tank kapasitesinin 11 metrik ton
olduğu ve beyanname ekinde taahhütnamesi bulunan … Denizcilik İç ve Dış Ticaret
Limited Şirketinin gerçekte olmadığının saptanması üzerine, dahilde kullanılan
yakıt nedeniyle, beyannameler adına tescil edilen ve olayda, sorumluluğu bulunan
davacı Şirket adına tahakkuk yapıldığı anlaşılmıştır.
Olayda; ihrakiye beyannamesi adına tescil edilen davacı Şirketin, anılan
gemiye verilen yakıtın kapasitesinin çok üzerinde olması ve beyanname ekinde
taahhütnamesi bulunan Şirketin gerçekte olmadığının saptanması karşısında,
normal olarak söz konusu yakıtın kanuna aykırı olarak dahilde kullanıldığını
bilmesi gerektiğinden, 4458 sayılı Gümrük Kanununun yukarıda yer alan maddeleri
uyarınca, tahakkuka vaki itirazın reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık
bulunmadığından, mahkeme kararının, istemin özeti bölümünde yazılı gerekçeyle
verilen, temyize konu iptale ilişkin hüküm fıkrasında isabet
görülmemiştir.
Açıklanan nedenle, temyiz isteminin kabulüne ve mahkeme kararının iptale
ilşkin hüküm fıkrasının bozulmasına; bozma kararı üzerine Mahkemece yeniden
verilecek kararla birlikte yargılama giderleri de hüküm altına alınacağından, bu
hususta ayrıca hüküm tesisine gerek bulunmadığına, 28.3.2006 gününde oybirliği
ile karar verildi.
KAMU ALACAKLARININ
TAHSİLİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Yedinci
Daire
Esas No : 2005/2889
Karar
No :
2006/1347
Özeti
: - Özel
Tüketim Vergisi Kanununa ekli (1) sayılı listedeki eşyaya ilişkin özel tüketim
vergisinin, gümrük idarelerince tarh, tahakkuk ve tahsil edilebileceği konusunda
Bakanlar Kurulunca çıkarılmış, gümrük idarelerine yetki veren bir kararın
bulunup bulunmadığı araştırılmaksızın karar verilmesinin hukuka aykırı
olduğu;
-
6183 sayılı Kanunun teminatlı alacaklara ilişkin hükümleri uyarınca tesis edilen
işlemin ek tahakkuk olarak nitelendirilemeyeceği, bu işlemin iptali istemiyle
açılan davada süre aşımı bulunmamakta ise de; 6183 sayılı Kanun hükümleri
çerçevesinde yapılacak yargılamayla ulaşılacak sonuca göre karar verilmesi
gerektiği hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan Taraflar
: 1 Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı adına
Habur Gümrük Müdürlüğü
2- …
Otomotiv Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi
Vekilleri : Av. …
İstemin Özeti : Habur Gümrük Müdürlüğünde
tescilli transit beyannameleri muhteviyatı yakıtın varış gümrük müdürlüğüne
tesliminde ortaya çıkan noksanlığa isabet eden gümrük, katma değer ve özel
tüketim vergilerinin, 4458 sayılı Gümrük Kanununun 198'inci maddesi uyarınca on
gün içerisinde ödenmesi, aksi halde eşyanın alıcısı olan firmanın davacı
tarafından kullanılmak üzere verdiği teminat mektubunun nakde çevrilmesi
suretiyle tahsil edileceği yolunda tesis edilen işleme vaki itirazın reddine
dair Başmüdürlük kararının iptali istemiyle açılan davada; 4458 sayılı Gümrük
Kanununun 237'nci maddesinde belirtilen, eksiklik ve fazlalığın izahı için
verilecek üç aylık sürenin ve %3'ü aşmayan eksiklik ve fazlalık için takibat
yapılmayacağı hususunun para cezaları için öngörülmesi sebebiyle, noksanlığın
tamamı üzerinden vergi hesaplanması ve sürücü kumanyasının, taşıtın Yurt dışına
çıkışında yapılan boş tartımda da taşıt içinde bulunması nedeniyle dikkate
alınmaması yerinde olduğundan, işlemin bu hususlara ilişkin kısmında hukuka
aykırılık bulunmadığı; ancak, karayolu taşımacılığında davalı idarenin de kabul
ettiği %0,5 fire oranı ile araçların yol boyu harcadığı yakıt miktarının dikkate
alınmadığının anlaşılması karşısında, işlemin sözü edilen hususlara isabet eden
kısmında isabet görülmediği gerekçesiyle işlemi kısmen iptal eden, kısmen de
davayı reddeden Diyarbakır Vergi Mahkemesinin 28.1.2005 gün ve E:2004/525;
K:2005/53 sayılı kararının iptale ilişkin hüküm fıkrasının; Yurda girişte %3
muafiyet uygulandığından, ayrıca karayolu taşımacılığında geçerli olan %0,5 fire
oranının uygulanmamasının yerinde olduğu, araçların yakıt depolarında bulunan ve
muafiyet kapsamında getirilen yakıt miktarının araçların dolu tartımından
düşüldüğü ileri sürülerek davalı Gümrük Müdürlüğünce, redde ilişkin hüküm
fıkrasının; yetkili gümrük idaresi varış gümrük idaresi olduğundan, eşyayı sevk
eden gümrük idaresince işlem tesis edilmesinin hukuka aykırı olduğu, taşıyıcı
firmanın sorumlu tutulamayacağı, noksanlığın izahı için Gümrük Yönetmeliğinin
733'üncü maddesinde öngörülen üç aylık sürenin tanınmadığı, her bir beyannameye
ilişkin olarak %3'ü aşmayan eksiklik için takibat yapılamayacağı, araçta bulunan
kumanyanın ağırlığının dikkate alınmadığı, eksikliğin tartımdan kaynaklandığı
ileri sürülerek davacı Şirket tarafından bozulması
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Taraflarca
savunma verilmemiştir.
Tetkik Hakimi Abidin İLDEŞ'in
Düşüncesi : Dosyanın incelenmesinden; transit taşınan yakıttaki noksanlık
nedeniyle hesaplanan gümrük, katma değer ve özel tüketim vergilerinin tahsili
amacıyla 6183 sayılı Kanunun teminatlı alacaklara ilişkin hükümleri uyarınca
tesis edilen işlemin iptali istemiyle açılan davada, Mahkemece, istemin özeti
bölümünde yazılı gerekçeyle karar verildiği, davalı Gümrük Müdürlüğü tarafından
otuz günlük yasal sürenin geçirilmesinden sonra temyiz başvurusunda bulunulduğu
anlaşılmaktadır.
Gümrük Müdürlüğünün temyiz isteminin süresinde olmaması nedeniyle
incelenmesine olanak yoktur.
Davacı Şirketin temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, mahkeme
kararının, davanın gümrük vergisine ve özel tüketim vergisi dışındaki unsurlar
üzerinden hesaplanan katma değer vergisine ilişkin kısmının reddi yolundaki
hüküm fıkrasının bozulmasını gerektirecek nitelikte
değildir.
Mahkeme kararının, davanın özel tüketim vergisine ve bu vergi üzerinden
hesaplanan katma değer vergisine dair kısmının reddi yolundaki hüküm fıkrasına
gelince:
4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanununun 1'inci maddesinin (a)
bendinde, (I) sayılı listedeki malların ithalatçıları veya rafinerileri dahil
imal edenler tarafından tesliminin özel tüketim vergisine tabi olduğu
belirtilmiştir. Sözü edilen hükme göre, verginin konusunun ithal edilen eşyanın
teslimi olması nedeniyle, (I) sayılı listede yer alan eşya nedeniyle tahsil
edilecek özel tüketim vergisinin dahilde ve vergi dairesince alınması
gerekmektedir.
Her ne kadar, anılan Kanunun 14'üncü maddesinin 4'üncü fıkrasında,
Bakanlar Kurulunun vergilendirmeyi ithal aşamasında gümrük idaresine yaptırmaya
yetkili olduğu belirtilmiş ise de, bu konuda alınmış herhangi bir Bakanlar
Kurulu kararı bulunmadığından, özel tüketim vergisinin davalı Gümrük
Müdürlüğünce istenmesi açıklanan hukuki duruma aykırıdır. Bu itibarla, mahkeme
kararının sözü edilen hüküm fıkrasında isabet mevcut
değildir.
Açıklanan nedenlerle, davalı İdarenin temyiz isteminin süre aşımı
nedeniyle reddi, davacının temyiz isteminin ise kısmen kabulü, kısmen de reddi
gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı H. Hüseyin
TOK'un Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Tarafların temyiz dilekçelerinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede
yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemlerin reddi ile temyiz edilen
Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Yedinci Dairesince işin gereği
görüşüldü:
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun, 18.6.1994 tarihinde
yürürlüğe giren 4001 sayılı Yasanın 20'nci maddesi ile değişik 46'ncı maddesinin
2'nci fıkrasında, "Özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde, Danıştay
dava daireleri ile idare ve vergi mahkemelerinin nihai kararlarına karşı tebliğ
tarihini izleyen otuz gün içinde Danıştayda temyiz yoluna başvurulabilir." hükmü
yer almıştır.
Temyize konu vergi mahkemesi kararı, Tebligat Kanunu hükümlerine uygun
olarak, 23.2.2005 tarihinde davalı Gümrük Müdürlüğüne tebliğ edilmesine karşın,
otuz günlük yasal sürenin geçirilmesinden sonra, 28.3.2005 tarihinde kayda geçen
dilekçeyle temyiz başvurusunda bulunulduğundan, davalı idarenin temyiz isteminin
süre aşımı nedeniyle incelenmesi olanaklı değildir.
Davacının temyiz istemine gelince:
Dosyanın incelenmesinden; transit beyannameleri muhteviyatı yakıtın varış
gümrük müdürlüğüne tesliminde ortaya çıkan noksanlığa isabet eden gümrük, katma
değer ve özel tüketim vergilerinin, 4458 sayılı Gümrük Kanununun 198'inci
maddesi uyarınca on gün içerisinde ödenmesi, aksi halde eşyanın alıcısı olan
firmanın davacı tarafından kullanılmak üzere verdiği teminat mektubunun nakde
çevrilmesi suretiyle tahsil edileceği yolunda tesis edilen işlemin, 10.7.2004
tarihinde tebliği üzerine düzeltme başvurusunda bulunulduğu; bu başvurunun
reddine dair karara karşı, 5.8.2004 tarihinde gümrük başmüdürlüğüne yapılan
başvurunun reddine ilişkin olup, 25.8.2004 tarihinde tebliğ edilen kararın
iptali istemiyle, 10.9.2004 tarihinde açılan işbu davada, Mahkemece, Gümrük
Müdürlüğünün idari düzeltme ve itiraz başvurularına konu edilen işleminin,
tahakkuk işlemi gibi nitelendirilmesi suretiyle hüküm kurulduğu anlaşılmıştır.
4458 sayılı Gümrük Kanununun 85'inci maddesinin birinci fıkrasında;
transit eşyası için tahakkuk edebilecek gümrük vergilerinin ödenmesini sağlamak
üzere teminat verilmesinin zorunlu olduğu belirtilmiştir. Bu hükme göre; transit
rejiminde, eşyaya isabet eden gümrük vergi ve resimleri, Yurda giriş esnasında
tahakkuk ettirilerek teminata bağlandığından; söz konusu rejim koşullarına
aykırı davranılması durumunda, başlangıçta tahakkuk ettirilerek teminata
bağlanan ve itirazsız kesinleşen gümrük vergi ve resimlerinin, 6183 sayılı
Kanunun teminatlı alacakların takip ve tahsiline ilişkin hükümleri uyarınca
işleme tabi tutulması gerekmektedir.
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 56'ncı
maddesinde de, karşılığında teminat gösterilmiş bulunan amme alacağı vadesinde
ödenmediği takdirde borcun yedi gün içinde ödenmesi, aksi halde teminatın paraya
çevrileceği veya diğer şekillerle cebren tahsile devam olunacağının borçluya
bildirileceği, yedi gün içinde borç ödenmediği takdirde teminatın bu Kanun
hükümlerine göre paraya çevrilerek amme alacağının tahsil edileceği öngörülmüş;
aynı Kanunun 37'nci maddesinde ise, hususi kanunlarında ödeme zamanı tespit
edilmemiş amme alacaklarının Maliye Vekaletince belirtilecek usule göre
yapılacak tebliğinden itibaren bir ay içinde ödeneceği, bu ödeme müddetinin son
gününün amme alacağının vadesi günü olduğu hükmüne yer verilmiştir.
Bu hukuki durum karşısında; daha önce tahakkuk ettirilerek teminata
bağlanan vergilerin, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında
Kanunun anılan hükümleri uyarınca tahsili amacıyla tesis edilen Gümrük
Müdürlüğünün idari düzeltme ve itiraz başvurularına konu edilen işleminin,
Mahkemece tahakkuk olarak nitelendirilmesi isabetli değil ise de; Gümrük
Kanununda öngörülen idari itiraz yollarına başvurulmadan, dava açma süresi
içerisinde, doğrudan davaya konu edilmesi gereken işlemin iptali istemiyle
açılan davada, 2577 sayılı Kanunun 11'inci maddesinin uygulanması koşullarının
oluşması sebebiyle süre aşımı bulunmadığından, söz konusu nitelendirme mahkeme
kararının bu yönüyle bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir. Ancak;
dava hakkında, 6183 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde yapılacak yargılamayla
ulaşılacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, davanın konusunun ve hukuki
durumun yanlış nitelendirilmesi sonucu verildiği anlaşılan mahkeme kararının,
davanın gümrük ve katma değer vergilerine ilişkin kısmının reddi yolundaki hüküm
fıkrasında isabet mevcut değildir.
Mahkeme kararının, davanın özel tüketim vergisine dair kısmının reddi
yolundaki hüküm fıkrasına gelince:
4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanununun 1'inci maddesinin 1'inci
fıkrasının (a) bendinde, (I) sayılı listedeki malların ithalatçıları veya
rafineriler dahil imal edenler tarafından tesliminin özel tüketim vergisinin
konusunu oluşturacağı öngörülmüş; 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (e)
bendinde de, teslimin, bir mal üzerindeki tasarruf hakkının malik veya adına
hareket edenlerce, alıcıya veya hareket edenlere devredilmesini ifade edeceği
hükme bağlanmıştır. Aynı Kanunun 14'üncü maddesinin 4'üncü fıkrasında da,
Bakanlar Kurulunun, (I) sayılı listedeki mallar için vergilendirmeyi ithal
aşamasında gümrük idarelerine yaptırmaya yetkili olduğu
öngörülmüştür.
Bu hükümlere göre; Bakanlar Kurulunca, 4760 Kanunun 14'üncü maddesinin
anılan 4'üncü fıkrasında verilen yetki kullanılarak, (l) sayılı listedeki eşyaya
ilişkin özel tüketim vergisinin gümrük idarelerince tahsili yolunda düzenleme
yapılmadıkça, söz konusu verginin ithalat aşamasında değil, dahilde ve aynı
Kanunun 14'üncü maddesinin 1'inci fıkrası hükmü uyarınca, davacı Şirketin katma
değer vergisi yönünden bağlı olduğu vergi dairesi tarafından alınması
gerekmektedir.
Bu bakımdan; davada, özel tüketim vergisinin, gümrük idarelerince tarh,
tahakkuk ve tahsil edilebileceği konusunda, Bakanlar Kurulunca çıkarılmış gümrük
idarelerine yetki veren bir kararın bulunup bulunmadığı; dolayısıyla, bu konuda
gümrük idarelerinin yetkili olup olmadığı araştırılmaksızın verilen mahkeme
kararının buna ilişkin hüküm fıkrasında da isabet
görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle; davalı idarenin temyiz isteminin, 2577 sayılı
Kanunun 48'inci maddesine, 4001 sayılı Kanunun 21'inci maddesiyle eklenen 7'nci
fıkra hükmü uyarınca, süre aşımı yönünden reddine; davacı Şirketin temyiz
isteminin kabulü ile mahkeme kararının redde ilişkin hüküm fıkralarının
bozulmasına, bozma kararı üzerine, Mahkemece yeniden verilecek kararla birlikte,
yargılama giderleri de hüküm altına alınacağından, bu hususta ayrıca hüküm
tesisine gerek bulunmadığına, 25.4.2006 gününde oyçokluğu ile karar
verildi.
A
Z L I K O Y
U
6183
sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 56'ncı maddesinde,
karşılığında teminat gösterilmiş bulunan amme alacağı vadesinde ödenmediği
takdirde borcun yedi gün içinde ödenmesi, aksi halde teminatın paraya
çevrileceği veya diğer şekillerle cebren tahsile devam olunacağının borçluya
bildirileceği, yedi gün içinde borç ödenmediği takdirde teminatın bu Kanun
hükümlerine göre paraya çevrilerek amme alacağının tahsil edileceği hükme
bağlanmıştır.
Olayda, transit rejimi uyarınca teminata bağlanan vergi ve resimlerin
tahsili amacıyla 6183 sayılı Kanunun sözü edilen 56'ncı maddesine göre tesis
edilen işlem söz konusu olduğundan, uyuşmazlığın esasının incelenmesi suretiyle
karar verilmesi gerektiği oyuyla, kararın bozmaya ilişkin hüküm fıkrasının
gümrük ve katma değer vergilerine dair kısmına katılmıyorum.
YARGILAMA
USULÜ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Yedinci
Daire
Esas No : 2005/474
Karar
No :
2006/978
Özeti
: Vergilerin (ÖTV, KDV) teminata
bağlanmasına ilişkin işlemin idari karar olması sebebiyle yalnızca itiraza tabi
olduğu; olayda, itirazdan önce düzeltme başvurusunda bulunulduğundan, yedi
günlük itiraz süresinin geçirildiğinin açık bulunduğu; süresi geçtikten sonra
yapılan itiraza verilen cevabın dava hakkı doğurması olanaklı olmadığından,
davanın bu nedenle reddi gerektiği hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan :
… Besicilik ve Petrol Ürünleri Pazarlama
Ticaret ve Sanayi Limited Şirketi
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf
: Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı adına
Van Gümrük Müdürlüğü
İstemin Özeti
: Van Gümrük Müdürlüğünde tescilli 18.6.2003 gün ve 66 sayılı serbest
dolaşıma giriş beyannamesi kapsamında 2710.19.87.00.00 tarife ve istatistik
pozisyonunda beyan edilen ve davacı Şirkete yediemin olarak teslimi yapılan
dişli yağları ve redüktör yağları isimli eşyaya isabet eden özel tüketim
vergisinin ve bu vergi üzerinden hesaplanan katma değer vergisinin teminata
bağlanması yolunda tesis edilen işleme vaki itirazın reddine ilişkin gümrük
başmüdürlüğü kararının iptali istemiyle açılan davayı; 4458 sayılı Gümrük
Kanununun 202'nci maddesi, 4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanununun 2'nci
maddesinin 1'inci fıkrasının (a) bendi ve 16'ncı maddesi, 3065 sayılı Katma
Değer Vergisi Kanununun 21'inci maddesinin (b) bendi ile 49'uncu maddesi ve 16
Seri Nolu Gümrük Genel Tebliğinin 3'üncü, 6'ncı ve 8'inci maddeleri hükümleri
birlikte değerlendirildiğinde, gümrükte depolama imkanı olmaması sebebiyle mal
sahibine teslim edilen eşya ile ilgili vergilerin tahsilini güvence altına almak
amacıyla teminat alınabileceği; teminata bağlanan özel tüketim vergisinin
üzerinden hesaplanan katma değer vergisinin irat olarak kaydedilemeyeceği ileri
sürülmekte ise de; katma değer vergisinin irat olarak kaydedilmesi değil
teminata bağlanmasının söz konusu olduğu; zira; ileride alınacak katma değer
vergisinin matrahına özel tüketim vergisi de dahil edileceğinden, işlemde hukuka
aykırılık bulunmadığı; öte yandan, özel tüketim vergisi ve katma değer vergisi
teminat olarak istenen eşyanın ileride ithaline izin verilmemesi nedeniyle
tasfiye hükümlerine tabi tutulması halinde, davacının yükümlülüğünün sona
ereceğinin doğal olduğu gerekçesiyle reddeden Van Vergi Mahkemesinin 2.11.2004
gün ve E:2004/31; K:2004/394 sayılı kararının; özel tüketim vergisinin dahilde
alınan vergi olması nedeniyle ithalde alınamayacağı, eşyanın yükümlünün
tasarruffuna bırakılmaması karşısında, vergiyi doğuran olayın gerçekleşmediği ve
teminata bağlanan özel tüketim vergisi üzerinden katma değer vergisi
hesaplanamayacağı ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti: İstemin
reddi gerektiği savunulmuştur.
Tetkik Hakimi Abidin İLDEŞ'in
Düşüncesi: Dosyanın incelenmesinden; 4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi
Kanununa ekli (I) sayılı listede yer alan ithal eşyası nedeniyle hesaplanan özel
tüketim vergisi ile bu vergi üzerinden hesaplanan katma değer vergisinin
teminata bağlanmasına ilişkin işleme vaki itirazın reddi yolundaki kararın
iptali istemiyle açılan davanın, Mahkemece, istemin özeti bölümünde yazılı
gerekçeyle reddedildiği anlaşılmıştır.
4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanununun 1'inci maddesinin (a)
bendinde, (I) sayılı listedeki malların ithalatçıları veya rafinerileri dahil
imal edenler tarafından tesliminin özel tüketim vergisine tabi olduğu
belirtilmiştir. Sözü edilen hükme göre, verginin konusunun ithal edilen eşyanın
teslimi olması nedeniyle, (I) sayılı listede yer alan eşyaya ilişkin tahsil
edilecek özel tüketim vergisinin dahilde alınması gerekmektedir.
Her ne kadar, anılan Kanunun 14'üncü maddesinin 4'üncü fıkrasında,
Bakanlar Kurulunun vergilendirmeyi ithal aşamasında gümrük idaresine yaptırmaya
yetkili olduğu belirtilmiş ise de, bu konuda alınmış herhangi bir Bakanlar
Kurulu kararı bulunmadığından, özel tüketim vergisinin gümrük müdürlüklerince
istenmesi açıklanan hukuki duruma aykırıdır. Ancak, teminata bağlanması
konusunda, 1 Seri Nolu Özel Tüketim Vergisi Genel Tebliğinin 16'ncı maddesinin
birinci fıkrası ile gümrük idareleri yetkili kılındığından, teminata bağlanması
amacıyla gümrük idarelerince işlem tesis edilebilecektir.
Olayda da; davalı idarece özel tüketim vergisinin teminata bağlanması söz
konusu olduğundan, mahkeme kararının özel tüketim vergisine ilişkin hüküm
fıkrasında isabetsizlik mevcut değildir.
Ancak; 3065 sayılı Kanunun 21'inci maddesi hükmü karşısında, dahilde
alınması gereken özel tüketim vergisinin ithalde alınan katma değer vergisinin
matrahına ilave edilmesi mümkün olmadığı gibi, gümrük müdürlüklerinin dahilde
alınması gereken katma değer vergisinin tahsili ve teminata bağlaması konusunda
yetkileri de yoktur. Bu bakımdan, dahilde alınan özel tüketim vergisi üzerinden
hesaplanan dahilde alınması gereken katma değer vergisinin teminata
bağlanmasında yetkili olmayan davalı Gümrük Müdürlüğünce tesis edilen işlemin
katma değer vergisine dair kısmında hukuka uyarlık bulunmadığından, mahkeme
kararının buna ilişkin hüküm fıkrasında isabet
görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, mahkeme kararının özel tüketim vergisine ilişkin
hüküm fıkrasına yönelik temyiz isteminin reddi; katma değer vergisine ilişkin
hüküm fıkrasının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Emel CENGİZ'in
Düşüncesi: İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun
49'uncu maddesinin 1'inci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Yedinci Dairesince işin gereği
görüşüldü:
Dosyanın incelenmesinden; davacı Şirket adına tescilli gümrük giriş
beyannamesi ile
2710.19.87.00.00 tarife ve
istatistik pozisyonunda beyan edilen dişli yağları ve redüktör yağları isimli
eşyaya isabet eden özel tüketim vergisinin ve bu vergi üzerinden hesaplanan
katma değer vergisinin teminata bağlanması yolunda tesis edilen işlemin,
1.10.2003 tarihinde tebliği üzerine, 7.10.2003 tarihinde davalı Gümrük
Müdürlüğüne yapılan düzeltme başvurusunun reddinden sonra, Hakkari Gümrükleri
Başmüdürlüğü kaydına 4.12.2003 tarihinde giren dilekçeyle yapılan itirazın
reddine ilişkin kararın iptali istemiyle açılan davanın, Mahkemece, istemin
özeti bölümünde yazılı gerekçeyle reddedildiği anlaşılmıştır.
4458 sayılı Gümrük Kanununun 202'nci maddesinin 1'inci fıkrasında, gümrük
mevzuatı uyarınca, gümrük idarelerinin, gümrük vergilerinin ödenmesini sağlamak
üzere teminat verilmesini gerekli görmeleri halinde, bu teminatın yükümlü veya
yükümlü olması muhtemel kişi tarafından verileceği belirtilmiş; 4760 sayılı Özel
Tüketim Vergisi Kanununun 16'ncı maddesinin 3'üncü fıkrasında, bu Kanuna göre
gümrükte vergisi ödenmeyen veya eksik ödenerek ithal edilen malların hiç
alınmamış veya eksik alınmış özel tüketim vergisi ile vergiden müstesna olduğu
halde yanlışlıkla alınan veya fazla alındığı anlaşılan özel tüketim vergisi
hakkında 4458 sayılı Gümrük Kanunundaki esaslara göre işlem yapılacağı; 4'üncü
fıkrasında da, (l) sayılı listedeki malların ithalinde ödenecek özel tüketim
vergisine karşılık olmak üzere türü, tutarı ve çözümüne ilişkin usul ve esasları
Maliye Bakanlığı'nca belirlenmek suretiyle teminat alınacağı öngörülmüş; sözü
edilen fıkradaki yetkiye dayanılarak yayımlanan 1 Seri Nolu Özel Tüketim Vergisi
Genel Tebliğinin 16'ncı maddesinin birinci fıkrasında ise, l sayılı listedeki
mallar için özel tüketim vergisi tutarı kadar banka teminat mektubunun gümrük
idaresine verilmemesi halinde gümrükleme işlemi yapılmayacağı düzenlemesi yer
almış; 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 49'uncu maddesinin birinci
fıkrasında da, Gümrük Kanunu ile diğer kanunlar uyarınca gümrük vergisi teminata
bağlanarak işlem gören her türlü madde ve kıymetlere ait katma değer vergisinin
de aynı usule tabi tutulacağı hükme bağlanmıştır.
Sözü edilen hükümlere göre, (I) sayılı listede yer alan eşyaya ilişkin
özel tüketim vergisinin güvenceye alınması konusunda da yetkili kılınan gümrük
idarelerinin vergilerin teminata bağlanması için tesis ettikleri işlemler,
gümrük idarelerinin yükümlülerin hukukunu etkileyen tasarrufu olduğundan, 4458
sayılı Gümrük Kanununun 3'üncü maddesinin 5'inci fıkrasında yer alan, karar
deyiminin, bağlayıcı tarife ve menşe bilgileri de dahil olmak üzere, gümrük
idaresinin, gümrük mevzuatı ile ilgili olarak belirli bir konuda bir veya daha
fazla kişi üzerinde hukuki sonuç doğuracak idari tasarrufu olduğu yolundaki
hüküm uyarınca, gümrük idareleri tarafından alınabileceği öngörülen idari
nitelikteki karardır.
4458 sayılı Kanunun 242'nci maddesinin 1'inci fıkrasında; yükümlülerin,
kendilerine tebliğ edilen gümrük vergileri için, tebliğ tarihinden itibaren on
beş gün içinde ilgili gümrük idaresine verecekleri bir dilekçe ile düzeltme
talebinde bulunabilecekleri; 3'üncü fıkrasında; kişilerin, düzeltme taleplerine
ilişkin kararlara, idari kararlara, gümrük vergilerine ve cezalara karşı yedi
gün içinde, kararı alan gümrük idaresinin bağlı bulunduğu gümrük başmüdürlüğü
nezdinde itiraz edebilecekleri; 7'nci fıkrasında da, gümrük başmüdürlükleri
kararlarına karşı, işlemin yapıldığı gümrük müdürlüğünün bulunduğu yerdeki idari
yargı mercilerine başvurabilecekleri hükme bağlanmıştır.
Anılan düzenlemelerde öngörülen düzeltme ve itiraz başvuruları, yargı
yerlerine başvurulmadan önce ilgililerce tüketilmesi gereken zorunlu idari
başvuru yollarıdır. Bu başvurular için öngörülen ve kamu düzeniyle ilgili olan
sürelere uyulmamış olması veya bu yollar tüketilmeden dava açılması hallerinde,
bu durumların idari yargı yerlerince kendiliklerinden nazara alınması, İdari
Yargılama Hukukunun gereklerindendir. Dolayısıyla; yetkili gümrük idaresince
alınan idari kararlara karşı tebliğlerinden itibaren düzeltme yoluna değil; yedi
gün içerisinde, işlemi tesis etmiş olan gümrük müdürlüğünün bağlı bulunduğu
başmüdürlüğe itiraz yoluna gidilmesi, idari yargı yolunun açılabilmesi için
zorunludur.
Bu bakımdan; ilgili yasada açıkça düzenlenen bu başvuru yolu ve süresi
konusuda idarece ilgililere yanlış bilgi verilmiş olmasının, bu yolun
kullanılmasına ilişkin koşulları değiştirebileceği düşünülemeyeceğinden; hizmet
kusuru nedeniyle tam yargı davasına yol açabilecek nitelikteki böyle bir durum
nedeniyle, yasada öngörülmeyen idari başvuru yolunun kullanılması olanaklı
değildir.
Olayda; teminat alınmasına ilişkin idari karara karşı, tebliğinden
itibaren yedi gün içerisinde ilgili başmüdürlüğe itiraz edilmesi ve itiraz
üzerine tesis edilecek işleme karşı da, tebliğini izleyen günden itibaren, otuz
günlük dava açma süresi içerisinde dava açılması gerekirken; davacı Şirket
tarafından, önce yetkisiz makam olan gümrük müdürlüğüne düzeltme başvurusunda
bulunularak, bu başvurunun reddedilmesi üzerine, başmüdürlüğe itiraz yoluna
gidildiğinden, anılan karar için öngörülen yedi günlük itiraz süresinin
geçirildiği açıktır. Dolayısıyla; süresi geçtikten sonra yapılan söz konusu
itiraza verilen cevabın, dava hakkı doğurması olanaklı bulunmadığından, davanın,
itirazın süresinde yapılmaması nedeniyle reddi gerekirken, işin esası
incelenerek verilen kararda isabet mevcut değilse de; temyiz dilekçesinde ileri
sürülen hususlar, sonucu itibarıyla yerinde bulunan temyize konu kararın
bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
Açıklanan nedenle, temyiz isteminin reddine, 25,10-
(YirmibeşyeniTürklirasıon- yenikuruş) Yeni Türk lirası maktu karar harcının
temyiz edenden alınmasına, 28.3.2006 gününde oybirliği ile karar
verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Yedinci
Daire
Esas No : 2005/2963
Karar
No :
2006/1373
Özeti
: İflas
tarihinden sonra, önceki temsilcilerin verdiği vekaletnameye istinaden, vekil
vasıtasıyla açılan davanın ehliyet yönünden reddi gerekirken, hatalı olarak
verilmiş bulunan "kabul sebebiyle karar verilmesine yer olmadığı" yolundaki
kararla, yargılama giderlerinin davalı idareye yüklenemeyeceği
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan:
Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı adına
Gebze
Gümrük Müdürlüğü
Karşı Taraf
:…
Sabun ve Kozmetik Sanayi Anonim Şirketi
Vekili
: Av. …
İstemin Özeti : 30.10.2002
tarihinde iflasına karar verilen davacının, 19.2.1998 gün ve 98/D1-2203 sayılı
dahilde işleme izin belgesi ile geçici olarak ithal ettiği eşyaların muafiyet
kapsamından çıkarılması üzerine, eşyalara ilişkin olarak hesaplanan ve Beyoğlu
İflas Müdürlüğünce sıra cetveline alacak kaydedilen gümrük ve katma değer
vergileri, kaynak kullanımını destekleme fonu payı ile cezai faizlerine ilişkin
işlemin iptali istemiyle açılan davada; davalı İdare tarafından verilen birinci
savunma dilekçesinde, ihtilaf konusu alacağın, davacının, ithal esnasında vermiş
olduğu teminat mektuplarından tahsil edildiği, bu sebeple ortada iptal ve
terkini gereken bir alacağın kalmadığının bildirildiği, bu bildirimin ise, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 31'inci maddesiyle atıfta bulunulan Hukuk
Usulü Muhakemeleri Kanununun 92 ve 95'inci maddelerine göre,''davayı kabul''
anlamına geldiği gerekçesiyle verilen, kabul sebebiyle karar verilmesine yer
olmadığı ve yargılama giderlerinin davalı taraftan alınarak davacıya verilmesi
yolundaki Kocaeli Vergi Mahkemesinin 7.4.2005 gün ve E.2005/3; K:2005/166 sayılı kararının,
münhasıran, yargılama giderlerine ilişkin hüküm fıkrasının; yargılama giderleri
ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesi gerektiği ileri sürülerek
bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti: Savunma
verilmemiştir.
Tetkik Hakimi Çağlar IŞIK'ın
Düşüncesi: Usul Hukukunda, "davayı kabul" davayı sona erdiren ve kesin
hükmün bütün hukuki sonuçlarını doğuran taraf işlemlerinden birisidir Sözü
edilen bu müessesede, davayı kabul eden davalı, davacının, dava açmakla ulaşmak
istediği sonucu peşinen kabul etmekte, yani, davacının dava yoluyla elde etmeyi
amaçladığı sonuca, mahkeme kararına gerek kalmaksızın ulaşmasına neden
olmaktadır. Olayda, davacının dava açmakla ulaşmak istediği sonuç, adına
tahakkuk ettirilen vergilerin ortadan kaldırılması olduğundan, davanın kabulü
de, ancak sözü edilen vergilere ilişkin tahakkuk işleminin, davalı tarafından
geri alınması ile mümkün
olabilecektir. Oysa, davalı idare, tahakkuk işlemini ortadan kaldırmamış,
sadece, davacının dava açmakla iptalini istediği işleme konu vergilerin başka
bir yoldan (teminat mektuplarının irada intikali ile) tahsil edildiğini
bildirmiştir. Bu bildirimin ise, Usul Hukuku kurallarına göre "davanın kabulü"
olarak kabul edilmesi olanaklı bulunmadığından, yargılama hatası yapılmak
suretiyle verilen "kabul sebebiyle karar verilmesine yer olmadığı'' yolundaki
hüküm fıkrası yerinde değil ise de, davacı tarafından temyize gelinmemiş olması;
davalı idare tarafından ise, münhasıran yargılama giderlerine yönelik olarak temyiz isteminde bulunulmuş
olunması sebebiyle, söz konusu yanlışlık bozma sebebi olarak görülmemiştir.
Yukarıda belirtildiği üzere, hatalı olmakla birlikte, dava hakkında,
''kabul sebebiyle karar verilmesine yer olmadığına'' kararı verilmiş olduğundan,
yargılama giderlerinin de, tesis ettiği işlemle dava açılmasına sebebiyet veren
davalı idareye yükletilmesinde isabetsizlik
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenle, temyiz isteminin reddi gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Mukaddes ARAS'ın
Düşüncesi: Dosyanın incelenmesinden; 30.10.2002 tarihinde iflasına karar
verilen davacı Şirketin ithal ettiği eşyaların muafiyet kapsamından çıkarılması
üzerine eşyalara ait vergi, fon ve
cezai faizlere ilişkin işlemin iptali istemiyle, anılan Şirket yetkilileri
tarafından verilen 23.6.2003 tarihli vekaletname ile vekil tayin edilen kişi
tarafından açılan davada; Mahkemece, idarenin savunmasında, uyuşmazlık konusu
alacağın davacı Şirketin ithal işlemi sırasında vermiş olduğu teminat
mektuplarından mahsup edilmek suretiyle tahsil edildiği, bu sebeple ortada iptal
ve terkini gereken bir alacak kaydı kalmadığının ve bu hususun ilgili yerlere
bildirildiğinin belirtilmesi karşısında; bu bildirimin davanın kabulü anlamına
geldiği gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığı ve yargılama giderlerinin
davalıdan alınarak davacıya verilmesi yolunda tesis edilen mahkeme kararının;
yargılama giderlerine ilişkin hüküm fıkrası yönünden davalı idarece bozulması
istenilmektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 31'inci maddesiyle göndermede
bulunulan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 92'nci maddesinde, kabulün, iki
taraftan birinin, diğerinin neticei talebine muvafakat etmesi olarak
tanımlanmış, 95'inci maddesinde de kabulün, kati bir hükmün hukuki neticelerini
hasıl edeceği belirtilmiştir.
İdarece, dava konusu vergilerin teminat mektuplarının irada intikali ile
tahsil edildiği yolundaki bildiriminin; açılan dava ile davacı tarafından
ulaşılmak istenilen tahakkukun kaldırılması yolundaki sonucu doğurmaması
nedeniyle, bu bildirimin mahkemece davanın kabulü olarak kabul edilmek
suretiyle, karar verilmesine yer olmadığı yolunda hüküm kurulması yerinde
görülmemiş ise de, davacı tarafından temyiz isteminde bulunulmamış olması ve
idarenin temyiz isteminin de yalnızca yargılama giderlerine ilişkin olması
nedeniyle, bu husus bozma nedeni olarak görülmemiştir.
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü
Hakkında Kanunun 32'nci ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 440'ncı maddesi
hükümleri uyarınca, iflasın açılmasıyla tasfiyeye giren hükmi şahısların hak ve
yetkilerinin iflas idaresine geçmesi nedeniyle, olayda 30.10.2002 tarihinde
iflasına karar verilen şirketi temsil yetkisi iflas idaresine geçtiğinden,
şirketi temsil yetkisi kalmayan yöneticinin vermiş olduğu vekaletnameye
dayanılarak vekil tayin edilen avukatın dava açma ehliyeti
bulunmamaktadır.
Bu durumda, Mahkemece davanın 2577 sayılı Kanunun 15'inci maddesi hükmü
uyarınca ehliyet yönünden reddi ile yargılama giderlerinin davacı üzerinde
bırakılması gerekirken, yazılı gerekçeyle verilen kararda hukuka uyarlık
görülmediğinden, temyiz isteminin kabulüyle, Mahkeme kararının yargılama
giderlerine ilişkin hüküm fıkrası yönünden bozulması gerektiği
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Yedinci Dairesince gereği görüşüldü:
Dosyanın
incelenmesinden, … Sabun ve Kozmetik Sanayi Anonim Şirketinin, Beyoğlu İkinci
Asliye Ticaret Mahkemesinin 30.10.2002 gün ve E:2001/132; K:2002/501 sayılı
kararıyla iflasına karar verildiği ve aynı gün iflasın açıldığı, davalı Gümrük
Müdürlüğünün istemi üzerine, iflas işlerini yürüten Beyoğlu İflas Müdürlüğünce,
Şirkete ait olup ödenmeyen borçların sıra cetveline yazılması talebinin kabulü
ile yeniden düzenlenen sıra cetvelinin ilan edildiği; sözü edilen borçların
varlığından, sıra cetvelinin ilanı ile muttali olunduğundan bahisle, iflasa
karar verilmeden önceki Şirket temsilcilerinin verdiği (iflas kararından sonraya
rastlayan) 23.6.2003 tarihli vekaletnameye istinaden, vekil vasıtasıyla,
tahakkuk işlemlerinin iptali istemiyle dava açıldığı, Mahkemece, davalı İdare
tarafından verilen birinci savunma dilekçesinde, ihtilaf konusu alacağın,
davacının, ithal esnasında vermiş olduğu teminat mektuplarının paraya çevrilmesi
suretiyle tahsil edildiği, bu sebeple ortada iptal ve terkini gereken bir
alacağın kalmadığını bildirmesinin, ''davayı kabul'' anlamına geldiği
gerekçesiyle, kabul sebebiyle karar verilmesine yer olmadığına ve yargılama
giderlerinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verildiği anlaşılmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 31'inci maddesiyle göndermede
bulunulan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 92'nci maddesinde, ''kabul, iki
taraftan birinin, diğerinin neticei talebine muvafakat etmesidir'' şeklinde
tanımlanıp, 95'inci maddesinde de kabulün, kati bir hükmün hukuki neticelerini
hasıl edeceği belirtilmiştir.
Yukarıda yer verilen hükümlerden de
anlaşılacağı gibi, "davayı kabul" davayı sona erdiren ve kesin hükmün
bütün hukuki sonuçlarını doğuran taraf işlemlerinden birisidir. Sözü edilen bu
müessesede, davayı kabul eden davalı, davacının, dava açmakla ulaşmak istediği
sonucu peşinen kabul etmekte, yani, davacının, dava yoluyla elde etmeyi
amaçladığı sonuca, mahkeme kararına gerek kalmaksızın ulaşmasına neden
olmaktadır. Olayda, davacının dava açmakla ulaşmak istediği sonuç, adına
tahakkuk ettirilen vergilerin ortadan kaldırılması olduğundan, davanın kabulü
de, ancak sözü edilen vergilere ilişkin tahakkuk işleminin, davalı tarafından
geri alınması ile mümkün
olabilecektir. Oysa, davalı idare, tahakkuk işlemini ortadan kaldırmamış,
sadece, davacının dava açmakla iptalini istediği işlemin konusu olan vergilerin
başka bir yoldan (teminat mektuplarının irada intikali ile) tahsil edildiğini
bildirmiştir. Bu bildirimin ise, Usul Hukuku kurallarına göre "davanın kabulü"
olarak kabul edilmesi olanaklı bulunmadığından, yargılama hatası yapılmak
suretiyle verilen, "kabul sebebiyle karar verilmesine yer olmadığı'' yolundaki
hüküm fıkrası yerinde değil ise de, davacı tarafından temyize gelinmemiş olması;
davalı idare tarafından ise, münhasıran yargılama giderlerine yönelik olarak temyiz isteminde bulunulmuş
olunması sebebiyle, söz konusu yanlışlık bozma sebebi olarak görülmemiştir.
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 32'nci
maddesinde, hükmi şahısların tasfiyesinde, bunların borçlu bulundukları amme
alacaklarını ödeme ve bu Kanun hükümlerinin tatbikiyle ilgili vecibelerin
tasfiye memurlarına geçeceği; 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 437'nci
maddesinde, iflas halinde, tasfiyenin iflas idaresi tarafından , İcra ve İflas
Kanunu hükümlerine göre yapılacağı, Şirket organlarının temsil selahiyetlerinin,
ancak, Şirketin iflas idaresi tarafından temsil edilmediği hususlar için
edecekleri; 440'ıncı maddesinde de, Şirket tasfiye haline girince, organların
vazife ve salâhiyetlerinin, tasfiyenin yapılabilmesi için zaruri olan ve fakat
mahiyetleri icabı tasfiye memurlarınca yapılamayan muamelelere inhisar edeceği
hükme bağlanmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun "Dilekçeler Üzerine İlk
İnceleme" başlıklı 14'üncü maddesinin 3'üncü fıkrasında, sırasıyla incelenecek
hususlar arasında, "ehliyet" hususu da sayılmış, 15'inci maddesinin 1'inci
fıkrasının (b) bendinde ise, ehliyetsiz kişi tarafından açılan davanın reddine
karar verileceği belirtilmiştir.
Olayda, 30.10.2002 tarihinde iflasına karar verilen Şirket adına tesis
edilen işlemlerin iptalleri için, iflas tarihinden sonra, 23.6.2003 tarihinde,
Şirketi temsil yetkisi kalmayan kişilerce, Şirket adına verilen vekaletnameye
istinaden açılan davanın, ehliyet yönünden reddi ile yargılama giderlerinin
davacı üzerinde bırakılması gerekirken, bu husus irdelenmeksizin, hatalı olarak
verilen, kabul sebebiyle karar verilmesine yer olmadığı yolundaki kararda,
yargılama giderlerinin, davalı tarafa yükletilmesinde isabet
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenle, temyiz isteminin kabulüne; mahkeme kararının, temyize
konu edilen, yargılama giderlerine ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasına, bozma
kararı üzerine verilecek kararla birlikte yargılama giderleri de hüküm altına
alınacağından, bu hususta ayrıca hüküm tesisine gerek bulunmadığına,
26.4.2006 gününde oybirliği ile
karar verildi.
SEKİZİNCİ
DAİRE KARARLARI
BELEDİYE
GELİRLERİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Sekizinci
Daire
Esas No : 2005/1852
Karar
No :
2006/2747
Özeti
: Belediye
otobüs terminalinde özel araç sahiplerine sınırlı süreli ücretsiz otopark yeri
tahsis edilmemesinde hukuka uyarlık bulunmadığı hakkında.
Temyiz
İsteminde Bulunan :
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekili
: Av.
…
Karşı
Taraf
: Tüketicileri Koruma
Derneği
Vekili
: Av. …
İstemin Özeti
: Bursa Şehirlerarası Otobüs
Terminalindeki otoparkın ücretsiz hale getirilmesi yolundaki 7.5.2003 günlü
başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada; 3030
sayılı Kanunun 6. maddesi ile büyükşehir belediyelerine görev olarak verilen
terminaller ve otoparklar yapma yükümlülüğünün, 3194 sayılı İmar Kanununun 37.
maddesinde yer alan "otopark ihtiyacı bulunan... tesislere lüzumlu otopark yeri
tefrik edilmedikçe yapı izni, otopark tesis edilmedikçe de kullanma izni
verilemez" hükmü ile 1580 sayılı Kanunun 1. maddesinde, "Belediye, beldenin ve
belde sakinlerinin mahalli mahiyette müşterek ve medeni ihtiyaçlarını tanzim ve
tesviye ile mükellef hükmi bir şahsiyettir" şeklindeki ana başlıkta ifadesini
bulan belde halkının ihtiyaçlarını karşılama yükümlülüğü birlikte gözönüne
alındığında, şehirlerarası otobüs terminalleri yapmanın bir kamu görevi olduğu,
otopark ihtiyacı bulunan tesislerin, otoparktan ayrı düşünülemeyeceği, terminal
tesisi ile otoparkın bir bütün olarak belediyelerce karşılanması gereken kamusal
bir ihtiyaç niteliği taşıdığı sonucuna ulaşıldığı, dolayısıyla belde halkının
ortak ve medeni ihtiyacı olan "terminal tesisisinden" yararlanmasının da makul
sınırlar içinde ücretsiz olması gerektiği, tesisi yapma ve işletme yetkisinin
Yap-İşlet-Devret modeliyle bir kooperatife devredilmesi halinde kooperatif ile
imzalanan sözleşmede belediyece kooperatife tanınan yetkilerin, örneğin tesisten
yararlanacaklardan ücret alma yetkisinin, kanunlarda idarelere verilen görevler,
belde halkının sahip olduğu doğal ve yasal haklar ile bağdaştığı ölçüde geçerli
ve kabul edilebilir olacağının tartışmasız olduğu, dolayısıyla yerel idarelerin,
kanuni görevlerini başka şartlarla başkalarına devrettiğinden bahisle belde
halkına karşı taşıdığı yükümlülükten kurtulması olanağı bulunmadığı, dosyanın
incelenmesinden, otobüs terminali yapma ve işletme hakkının Yap-İşlet-Devret
Modeliyle 22.9.1995 tarihli sözleşmeyle BOY-KOOP'a verildiği, kira sözleşmesinin
11. maddesinde; tesise gelir getirecek diğer yerlerden faydalanma ve
semerelerinden istifade etme hakkının anılan Kooperatife bıkarıldığı, kompleksin
bir bölümünün otopark olarak ayrıldığı, 15.6.1997 tarihinde hizmete açılan
tesisten yolcu indirme-bindirme yapacak özel araçlara kısa süreli duraklama için
bu otoparktan başka bir yer bırakılmadığı, kısa süreli duraklama ihtiyacını
karşılamak için terminal önündeki geçiş güzergahının bir kısmının bölünmesi
suretiyle yapılan uygulamaların, trafiği aksatması nedeniyle başarılı bir çözüm
şekli olmadığının görüldüğü, tesisin yerleşim planında otopark olarak ayrılan
kısmın ise, kooperatif tarafından saat üzerinden ücretli hale getirildiği için
halk tarafından rahatlıkla kullanılabilir olma fonksiyonunu yerine
getiremediğinin anlaşıldığı, Belediyenin görevi kapsamında yapılan şehirlerarası
otobüs terminalinden faydalanmak isteyen belde sakinlerinin özel araçlarıyla
yolcu indirme, kısa süreli bekleme ve yolcu almak için park yeri temin edilmesi
yukarıda sözü edilen Kanunların bir gereği olduğundan talebin bu kısmının
reddedilmesinde hukuka uyarlık görülmediği, ancak, davacı, terminal otoparkının
tamamen ücretsiz hale getirilmesini istemekte ise de, bu hal, hem kanunların
tanıdığı ücretsiz yararlanma hakkının sınırlarını aştığı ve hem de kısa süreli
duraklama yerinin giderek veya zaman zaman azalması sonucunu doğuracağı için
otoparktan uzun süreli istifade etmek isteyenlerden belli bir bedel alınmasında
isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle, dava konusu işlemin, terminalde özel araç
sahiplerine sınırlı süreli ücretsiz otopark yeri tahsis edilmemesine ilişkin
kısmının iptaline, otoparkın süre sınırlaması olmaksızın tamamen ücretsiz hale
getirilmesi yönündeki davanın ise reddine karar veren Bursa 1. İdare
Mahkemesinin 15.6.2004 gün ve E:2003/1404, K:2004/1099 sayılı kararının; hukuka
aykırı olduğu öne sürülerek, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 49.
maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istemidir.
Savunmanın Özeti : Savunma
verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi İbrahim
ÖZDEMİR'in Düşüncesi : İstemin reddi gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Eren SONBAY'ın
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince
verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen
nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay
Sekizinci Dairesince işin gereği görüşüldü:
İdare ve Vergi Mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile
incelenip bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 49.
maddesinin 1. fıkrasında yazılı nedenlerin bulunmasına
bağlıdır.
İdare Mahkemesince verilen kararın dayandığı gerekçe usul ve yasaya uygun
olup, bozulmasını gerektiren bir neden bulunmadığından, temyiz isteminin reddi
ile anılan kararın onanmasına ve yargılama giderlerinin temyiz isteminde bulunan
üzerinde bırakılmasına 28.06.2006 gününde oybirliği ile karar
verildi.
KAMU
KURUMU NİTELİĞİNDE MESLEK KURULUŞLARI
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Sekizinci
Daire
Esas No : 2005/3529
Karar
No :
2006/4395
Özeti
: Özel
sağlık kuruluşlarınca verilen ilanlarda, kurumda çalışanların ismine yer
verilmiş olması ve reklam yasağına aykırı tutum nedeniyle hekimlerin sorumlu tutulmasının
cezaların şahsiliği ilkesine aykırı olacağı, dolaysıyla ilanda iradesi olmayan
hekimin hiçbir kusurunun olmayacağı, sorumlu tutulamayacağı
hakkında.
Temyiz
İsteminde Bulunan :
…
Karşı Taraf
: Türk Diş Hekimleri
Birliği
Vekili
: Av. …
İstemin Özeti
:
Antalya İlinde hizmet vermekte olan özel bir sağlık kuruluşunda diş hekimi
olarak görev yapan davacının, çalıştığı kurumun ilan yasağına aykırı
davrandığından bahisle hakkında oda asgari muayene ücretinin 50 (elli) katı para
cezası olan 975.000.000 TL para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin Antalya Diş
Hekimleri Odası Disiplin Kurulu'nun 16.10.2003 gün ve 09.04/8 sayılı kararına
karşı yaptığı itiraz üzerine, kararı oda asgari muayene ücretinin 10 (on) katı
para cezası olan 195.000.000 TL para cezası şeklinde düzelterek onayan Türk Diş
Hekimleri Birliği Yüksek Disiplin Kurulu'nun 19.02.2004 gün ve 08 sayılı
kararının iptali istemiyle açılan davada; Türk Diş Hekimleri Birliği ve Diş
Hekimleri Odalarının Disiplin Yönetmeliğinde "ilan vermek" fiilinin para
cezasını gerektirdiğinin kurala bağlandığı, bunun yanında, çalışan diş
hekimlerinin sorumlu müdürle birlikte diş hekimliği ile ilgili mevzuat
hükümlerini yerine getirmekle sorumlu olduklarının düzenlenmesi karşısında tesis
edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddeden Ankara
10. İdare Mahkemesinin 28.12.2004 gün ve E:2004/1456, K:2004/2326 sayılı
kararının; cezaya konu ilanda isminin yer almasında herhangi bir iradesinin
olmadığı ve bundan dolayı sorumluluğunun bulunmadığı öne sürülerek, 2577 sayılı
Yasanın 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması
istemidir.
Savunmanın Özeti : İstemin
reddi gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi Mevlüt
BEDEL'in Düşüncesi : İstemin kabulü ile Mahkeme kararının bozulması
gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Ekrem ATICI'nın
Düşüncesi : İdare ve vergi
mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay
Sekizinci Dairesince işin gereği görüşüldü:
Uyuşmazlık, Antalya ilinde özel bir sağlık kuruluşunda çalışan davacının,
oda asgari muayene ücretinin 10 katı para cezası olan 195.000.000 TL ile
cezalandırılmasına ilişkin Türk Diş
Hekimleri Birliği Yüksek Disiplin Kurulu kararından
doğmuştur.
Türk Diş Hekimleri Birliği ve Diş Hekimleri Odalarının Disiplin
Yönetmeliğinin 8/b maddesinde "Özel sağlık kuruluşlarının açılış, adres
değişikliği, telefon değişikliği gibi durumlarda; bu değişiklik ve açılışı
izleyen bir ay içinde, en çok üç kez ve mevzuattaki kurallara uygun biçimde
verilen ilanlar hariç, her türlü iletişim araçlarına ve sanal ortamlara ilan
vermek" fiilinin para cezasını gerektirdiği kurala bağlanmış, diğer yandan, Ağız
ve Diş Sağlığı Hizmeti Sunulan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmeliğin 9.
maddesinde, mesul müdürün sorumluluğu düzenlenmiş olup, mesul müdür; idari
işlerden bizzat sorumlu tutulurken, tıbbi işlemlerden diğer diş hekimleri ile
birlikte sorumlu tutulmuş, (m) bendinde de, "sağlık kuruluşlarında çalışan diş
hekimi ile birlikte diş hekimliği ile ilgili mevzuat hükümlerini yerine
getirmek" mesul müdürün görevleri arasında sayılmıştır.
Dava dosyasının incelenmesinden, davacının görev yaptığı Antalya İlinde
bulunan özel sağlık kuruluşunun, 7. yılını kutlamaya yönelik olarak …
Gazetesinin Akdeniz ilavesinde reklam niteliğinde ilan verildiği, ilanda
davacının hastane çalışanları arasında ismine yer verildiği, Antalya Diş
Hekimleri Odasınca yapılan incelemede, davacının ilanda ismine yer verilerek
reklam yapıldığı nedeniyle hakkında oda asgari muayene ücretinin 50 (elli) katı
olan 975.000.000.-TL para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği,
davacının bu cezaya karşı yaptığı itiraz üzerine Türk Diş Hekimliği Birliği
Yüksek Disiplin Kurulunca 10 (on) katı para cezası olarak düzeltilerek onanması
üzerine açılan davada, İdare Mahkemesince, ilanın reklam niteliğinde olduğu ve
para cezasını gerektirdiği, Ağız ve Diş Sağlığı Hizmeti Sunulan Özel Sağlık
Kuruluşları Hakkında Yönetmeliğin sorumlu müdürün sorumluluğunu düzenleyen 9.
maddesi uyarınca diş hekimlerinin, diş hekimliği ile ilgili mevzuatın yerine
getirilmesinden sorumlu olacağı, dolayısıyla hakkında tesis edilen işlemin
hukuka uygun olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği
anlaşılmıştır.
Diş hekimlerinin diş hekimleri mevzuatı hükümlerini yerine getirmekle
sorumlu tutulmuş olması, diş hekimlerinin şahsi tutumundan kaynaklanan
ihlallerini kusur ya da ihmallerini içermektedir.
Olayda, söz konusu gazete ilanında davacının adının da bulunduğu hususu
ihtilafsız olmakla beraber, ilanın davacı tarafından verildiği, ya da ilanın
verilmesinde katkısının olduğu hususunda herhangi bir iddia ve tespitin
olmaması, dolayısıyla, ilanın çalıştığı hastane yönetimince verildiği dikkate
alındığında söz konusu ilanda sadece adının yer alması nedeniyle davacıya
sorumluluk yüklenmesi, disiplin hukukunun temel ilkelerinden olan cezaların
şahsiliği ilkesiyle çelişmektedir.
Bu durumda, hastane yönetimi tarafından verilen ilan nedeniyle davacının
da sorumlu tutulmasına ilişkin Mahkeme kararında hukuki isabet
görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, Ankara 10. İdare Mahkemesi kararının bozulmasına,
yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine
15.11.2006 gününde oybirliği ile karar verildi.
ÖĞRENCİ
İŞLERİ
(YÜKSEKÖĞRETİM)
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Sekizinci
Daire
Esas No : 2006/3937
Karar
No :
2006/4549
Özeti : Gürcistan Teknik Üniversitesi
Bilgisayar Sistemleri ve Ağları Bölümünden 2001 yılında mezun olan davacının
denklik başvurusu üzerine YÖK'nun, davacının gördüğü eğitimin durumunu ODTÜ
Rektörlüğünden sorduğu, adı geçen Rektörlükçe davacının gördüğü lisans
eğitiminin ODTÜ Mühendislik Fakültesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü lisans
eğitimine eşdeğer olduğu belirtilmiş olmasına rağmen, denklik belgesi verilmesi
istemini seviye tespit sınavında başarılı olma koşuluna bağlayarak istemin
reddedilmesinde hukuka uyarlık bulunmadığı hakkında.
Temyiz
İsteminde Bulunan : …
Vekili
: Av.
…
Karşı Taraf
: Yükseköğretim Kurulu
Başkanlığı
Vekili
: Av.
…
İstemin Özeti : Gürcistan Teknik
Üniversitesi Bilgisayar Sistemleri ve Ağları Bölümünden mezun olan davacının,
denklik belgesi verilmesi istemiyle yapmış olduğu 16.09.2005 günlü başvurusunun
reddine ilişkin Yükseköğretim Kurulu Başkanlığının 31.10.2005 günlü 024514
sayılı işleminin iptali istemiyle açılan davada; davacının almış olduğu
derslerin kapsamının ve öğrencinin kazanması gereken en az bilgi düzeyinin
tespitine yönelik olarak düzenlenecek olan sınava tabi tutulmasının gerektiği
yolundaki işlemde yasal düzenlemelere ve hukuka aykırılık bulunmadığı
gerekçesiyle davayı reddeden Ankara 10. İdare Mahkemesinin 18.04.2006 gün ve
E:2005/2444; K:2006/1043 sayılı kararının; eksik incelemeye dayalı olduğu öne
sürülerek, 2577 sayılı Yasanın 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek
bozulması istemidir.
Savunmanın Özeti : İstemin
reddi gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi Özdal
ÖZEREN'in Düşüncesi : İstemin kabulünün gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Ülkü ERBÜK'ün
Düşüncesi : Gürcistan Teknik
Üniversitesi Bilgisayar Sistemleri ve Ağları Bölümünde lisans öğrenimini
tamamlayan davacının denklik belgesi verilmesi istemiyle yaptığı başvurusunun
seviye tesbit sınavında başarı olması halinde denklik işleminin yapılabileceği
yönünde cevaplandırılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davayı
reddeden Mahkeme kararı temyiz edilmektedir.
2547 sayılı Kanunun 7.maddesinin (p) fıkrasında, yurt dışındaki
yükseköğretim kurumlarından alınmış ön lisans,lisans ve lisansüstü diplomaların
denkliğini tesbit etmek Yükseköğretim Kurulunun görevleri arasında
sayılmıştır.
Dosyanın incelenmesinden, Gürcistan Teknik Üniversitesi Bilgisayar
Sistemleri ve Ağları Bölümünden 2001 yılında mezun olan davacının ilk olarak
18.7.2002 tarihinde denklik belgesi verilmesi için başvurduğu,idarece denklik
araştırmasının yapıldığı, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Rektörlüğünce 9.9.2002
tarihli yazı ile davacının bölümü ile ilgili uygun görüş belirtildiği halde
isteminin reddedildiği,davacının ikinci 16.9.2005 tarihli başvurusunun da seviye
tesbit sınavında başarılı olması halinde denklik işleminin yapılacağı
bildirilerek reddedildiği
anlaşılmaktadır.
Yükseköğretim Kurulunun yurt dışındaki yükseköğretim kurumlarından
diploma alanların denklik işlemlerini yürütmek, belge vermek, incelemek
konusunda geniş bir yetkisi bulunduğu açıktır.Bu yetkisini kullanırken
işlemlerini objektif ilkelere göre tesis etmesi gerektiği de
tartışmasızdır.
Davalı idarece, davacının başvurusu üzerine Orta Doğu Teknik
Üniversitesinden lisans eğitiminin eşdeğer olup olmadığını araştırdığı ve adı
geçen Üniversite Rektörlüğünce davacının gördüğü lisans öğreniminin ODTÜ
Mühendislik Fakültesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü lisans eğitimine eşdeğer
uygun olduğu belirtildiği halde denklik belgesi verilmesini seviye tesbit
sınavında başarılı olma koşuluna bağlayarak istemi reddetmesinde hukuka uyarlık
bulunmamaktadır.
Temyiz isteminin kabulü ile Mahkeme kararının bozulması gerekeceği
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay
Sekizinci Dairesince işin gereği görüşüldü:
Uyuşmazlık, Gürcistan Teknik Üniversitesi Bilgisayar Sistemleri ve Ağları
Bölümünden mezun olan davacının, denklik belgesi verilmesi istemiyle yapmış
olduğu 16.09.2005 günlü başvurusunun reddine ilişkin işlemden
doğmuştur.
2547 sayılı Yasanın, "Yükseköğretim Kurulunun Görevleri" başlıklı 7.
maddesinin (p) bendinde; yurtdışındaki yükseköğretim kurumlarından alınmış ön
lisans, lisans ve lisansüstü diplomaların denkliğini saptama görev ve yetkisinin
Yükseköğretim Kuruluna ait olduğu belirtilmiştir. Yasanın bu kuralı uyarınca
çıkarılmış olan Yurtdışı Yükseköğretim Diplomaları Denklik Yönetmeliğinde,
diplomaların denklik işlemlerinde uygulanacak usul ve esaslar düzenlenmiş, 6.
maddesinin (b) bendinde; lisans diplomalarının denklik işlemlerinde, diplomanın
alındığı kurumun uluslararası veya ikili anlaşmalarla tanınmış bir kurum olduğu,
eğitimin yapıldığı programın Türkiye'deki benzeri eğitim programlarına denk
olduğu, eğitim düzeyi ve öğretim alanı açıkça tespit edilenlere "denklik
belgesi" verileceği, ancak lisans eğitimi düzeyi ve içeriği konusunda bir
tereddüt hasıl olduğunda, usul ve esasları Yükseköğretim Kurulunca belirlenen ve
bir sınıf geçme, ders geçme sınavı niteliğinde olmayan ancak öğrencinin almış
olduğu derslerin kapsamının ve öğrencinin kazanması gereken en az bilgi
düzeyinin tespitine yönelik özel bir "seviye tespit sınavına" tabi
tutulabilecekleri bu sınav sonunda ya lisans denklik belgesi verileceği ya da
lisans denklik tamamlama programına devam edilebileceği kuralı yer
almıştır.
Dosyanın incelenmesinden, Gürcistan Teknik Üniversitesi Bilgisayar
Sistemleri ve Ağları Bölümünden 2001 yılında mezun olan davacının, 18.7.2002
günü davalı idareye başvurarak denklik belgesi verilmesi isteminde bulunduğu,
davalı idarece davacının öğrenimi ile ilgili belgelerin Ortadoğu Teknik
Üniversitesi Rektörlüğüne (ODTÜ) gönderilerek görüş sorulduğu, anılan
Rektörlüğün, ODTÜ Mühendislik Fakültesi Bilgisayar Mühendisliği Bölüm
Başkanlığına inceletildiği, yapılan inceleme sonucunda, davacının gördüğü lisans
öğreniminin ODTÜ Mühendislik Fakültesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü lisans
eğitimine eşdeğer olduğu görüşüne varıldığı ve bu durumun ODTÜ Rektörlüğünün
09.09.2002 gün ve 5521 sayılı yazısı ile Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına
bildirildiği, ancak, davalı idarece, davacının yapılacak Seviye Tespit Sınavında
başarılı olması durumunda denklik işleminin yapılabileceği yönünde karar
alındığı, davacının katıldığı Seviye Tespit Sınavında yeterli puanı alamadığı,
daha sonra davacının, yukarıda anılan ODTÜ Rektörlüğü yazısından söz ederek
kendisine denklik belgesi verilmesi istemiyle 16.09.2005 gününde davalı idareye
başvuruda bulunduğu, idarenin dava konusu işlemle, denklik başvurusu ile ilgili
daha önceki kararlarında değişiklik yapılmasını gerektiren bir husus bulunmadığı
bildirerek istemini reddetmesi üzerine bu davanın açıldığı
anlaşılmıştır.
Yükseköğretim Kurulunun yurt dışındaki yükseköğretim kurumlarından
diploma alanların denklik işlemlerini yürütmek, belge vermek, incelemek
konusunda geniş bir yetkiye sahip olduğu açıktır. Ancak idarenin yetkisini
kullanırken işlemlerini objektif ilke ve kurallara göre tesis etmeleri gerektiği
de tartışmasızdır.
Olayda, davacının denklik başvurusu üzerine, davalı idarenin davacının
aldığı eğitimin durumunu ODTÜ Rektörlüğünden sorduğu, adı geçen Rektörlükçe
davacının gördüğü lisans eğitiminin ODTÜ Mühendislik Fakültesi Bilgisayar
Mühendisliği Bölümü lisans eğitimine eşdeğer olduğu belirtilmiş olmasına rağmen,
denklik belgesi verilmesi istemini Seviye Tespit Sınavında başarılı olma
koşuluna bağlayarak istemin reddedilmesinde hukuka uyarlık
bulunmamamaktadır.
Bu durumda, hukuka aykırı bulunan işlemin iptali istemiyle açılan davayı
reddeden İdare Mahkemesi kararında isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenle, Ankara 10. İdare Mahkemesi kararının bozulmasına,
yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine
22.11.2006 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
A
Z L I K O Y
U
Dava, davacının ODTÜ Rektörlüğü görüşüne dayanarak denklik belgesi
verilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin 31.10.2005 gün ve 024514
sayılı işleme karşı açılmıştır.
İdare Mahkemesince, davacının almış olduğu derslerin kapsamının ve
öğrencinin kazanması gereken en az bilgi düzeyinin tespitine yönelik sınava tabi
tutulmasının gerektiği gerekçesiyle dava reddedilmiş ise de, davalı idarenin
05.02.2003 günlü işlemi ile ODTÜ Rektörlüğü görüşüne rağmen Seviye Tespit
Sınavına girmesinin istenmiş olması ve davacının bu işleme karşı yasal süre
içinde dava açmayarak girdiği sınavda yeterli puanı alamamış olması sonucu
davalı idareye yaptığı 16.09.2005 tarihli başvurunun dava süresini yeniden
başlatmayacağından, davanın süre aşımı nedeniyle reddi gerekmekte olup, sonucu
itibariyle anılan kararın onanmasının gerekeceği oyu ile aksi yönde oluşan
çoğunluk kararına katılmıyoruz.
ÖĞRENİM
İŞLERİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Sekizinci
Daire
Esas No : 2005/2542
Karar
No :
2006/3075
Özeti
: Eğitimine
başladığı tarihte YÖK tarafından tanınan ancak daha sonra tanınmama kararı
alınan Şam Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun olan davacının, kazanılmış
hakkının korunması ve diploma denklik başvurusunun yönetmelikte belirlenen
kurallar doğrultusunda incelenmesi gerektiği hakkında.
Temyiz
İsteminde Bulunan :
…
Vekili
: Av.
…
Karşı Taraf
: Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı
Vekili
: Av.
…
İstemin Özeti : Suriye
Şam Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun olan davacının, diplomasına denklik
belgesi verilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin Yükseköğretim
Kurulu Başkanlığı Yürütme Kurulunun 13.7.2001 gün ve 24 sayılı işleminin iptali
istemiyle açılan davada; Dairemizin 23.2.2004 gün ve E:2003/3772, K:2004/830
sayılı bozma kararına uyarak, Yurtdışı Yükseköğretim Diplomaları Denklik
Yönetmeliğinin 6/b maddesi uyarınca denklik işlemlerinde diplomanın alındığı
kurumun uluslararası veya ikili anlaşmalarla tanınmış olması gerektiğinin ön
şart olarak belirtildiğinden, davalı idarece denklik belgesi verilmemesine
ilişkin işlemde mevzuata aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddeden
Ankara 4. İdare Mahkemesinin 30.11.2004 gün ve E:2004/3051, K:2004/1756 sayılı
kararının; hukuka aykırı olduğu öne sürülerek, 2577 sayılı Yasanın 49. maddesi
uyarınca temyizen incelenerek bozulması istemidir.
Savunmanın Özeti : Usul ve
Yasaya uygun bulunan Mahkeme kararının onanması gerektiği
savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi Melek
ŞENDİL YAN'ın Düşüncesi : Davacının mezun olduğu okul 1998 yılına kadar
tanındığı ve davacının tanındığı dönemde kayıt yaptırmış olduğu dikkate
alındığında tanınmadığından bahisle diplomasına denklik verilmemesi hukuka uygun
olmadığından istemin kabulü gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Hüseyin
YILDIZ'ın Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların
temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay
Sekizinci Dairesince işin gereği görüşüldü:
Uyuşmazlık; Suriye Şam Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun olan
davacının, diplomasına denklik belgesi verilmesi istemiyle yaptığı başvurunun
reddine ilişkin işlemden kaynaklanmıştır.
2547 sayılı Yükseköğretim Yasasının 7. maddesinin (p) bendinde, yurt
dışındaki yükseköğretim kurumlarından alınan ön lisans, lisans ve lisans üstü
diplomaların denkliğini tesbit etmek görev ve yetkisi Yükseköğretim Kuruluna
verilmiştir.
14.7.1996 gün ve 22696 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren
Yurtdışı Yükseköğretim Diplomaları Denklik Yönetmeliğinin 5. maddesinde;
"Diploma Denklik komisyonunca,
a) Belgelerin orijinal olup olmadığı, üzerinde kazıntı, silinti ve
benzeri tahrifatın bulunup bulunmadığı,
b) Belgelerin başvuran kişiye ait olup olmadığı,
c) Diplomayı veren üniversite veya yükseköğretim kurumunun ve eğitimin
yapıldığı programın tanınmış ve itibarlı bir kurum ve program olup
olmadığı,
d) Diplomanın alındığı eğitim programının Türkiye'deki üniversitelerde
verilmekte olan hangi düzeydeki eğitim programları ile eş değer olduğu,
araştırılır.
Diplomanın uluslararası düzeyde veya ikili anlaşmalarla tanınan bir
üniversiteden alınmış olmasına rağmen, eğitim programının türü, niteliği, düzeyi
konusunda tereddüte düşüldüğü
durumlarda, kişiden
üniversitenin resmi kataloğu ve
ek belgelerle birlikte eğitimin yapıldığı ülkede hangi
tarihlerde bulunmuş olduğunun, pasaport veya diğer belgelerle kanıtlanması
istenir. Gerekirse o ülkedeki Türk Eğitim Müşavirliğinin veya Eğitim
Ataşeliğinin görüşlerine başvurulur ve ihtiyaç halinde belgeler bir
yükseköğretim kurumuna incelettirilerek görüş alınır." hükmünü
taşımaktadır.
Aynı Yönetmeliğin 6-b maddesinde, lisans diplomalarının denklik
işlemlerinde diplomanın alındığı kurumun uluslararası veya ikili anlaşmalarla
tanınmış bir kurum olduğu, eğitimin yapıldığı programın Türkiye'deki benzeri
eğitim programına denk olduğu, eğitim düzeyi ve öğrenim alanı açıkça tespit
edilenlere denklik belgesi verileceği, lisans eğitiminin düzeyi ve içeriği
konusunda bir tereddüt hasıl olduğunda öğrencinin, usul ve esasları
Yükseköğretim Kurulunca belirlenen ve bir sınıf geçme, ders geçme sınavı
niteliğinde olmayan, ancak öğrencinin almış olduğu derslerin kapsamının ve
öğrencinin kazanması gereken en az bilgi düzeyinin tespitine yönelik özel bir
seviye tespit sınavına tabi tutulabileceği belirtilmiştir.
Dava dosyasının incelenmesinden, davacının 1992-1993 öğretim yılında
Suriye Şam Üniversitesi Tıp Fakültesindeki eğitimine başladığı, 2000-2001
öğretim yılı sonunda mezun olduğu, diplomasına denklik verilmesi istemiyle
yaptığı başvurunun ise mezun olduğu yurt dışı eğitim kurumunun tanınmadığından
bahisle reddi üzerine bakılan davanın açıldığı
anlaşılmaktadır.
Davalı idarece anılan eğitim kurumunun tanınmadığı belirtilmekle beraber
dosyada bulunan belgelerden davacının eğitim aldığı Şam Üniversitesinin 1998
yılına kadar tanındığı, bu tarihten itibaren tanınmadığı, davacının ise
eğitimine başladığı 1992-1993 öğretim yılında anılan Üniversitenin tanınmakta
olduğu görülmektedir.
Alıntısı yapılan Yasa ve Yönetmeliğin verdiği yetkiye istinaden davalı
idarenin tanınmasına karar verdiği bazı yükseköğretim kurumları hakkında
sonradan tanınmama kararı verebilmesi mümkün ise de, bu uygulamanın hukuken
kabul edilebilir sebeplerinin bulunması gerektiği gibi daha önce öğrenime
başlamış olanlar kazanılmış hak sahibi olduklarından bu hakkın korunması
gerekmektedir. Bu yaklaşım, idare hukuku ilkelerinden olan idari istikrar ve
idareye güven prensibinin doğal sonucudur.
Bu durumda, Şam Üniversitesi davacının eğitime başladığı tarihte YÖK
tarafından tanındığından, 1998 yılından sonra alınan tanınmama kararının,
davacıya uygulanması ve denklik başvurusunun bu nedenle reddedilmesinde idare
hukukunun genel ilkelerine, hukuka ve hakkaniyete uyarlık bulunmamakta olup aksi
yönde verilen Mahkeme kararında hukuki isabet
görülmemiştir.
Öte yandan, davalı idarenin yine alıntısı yapılan Yasa ve Yönetmelikte
belirlenen kurallar doğrultusunda davacının denklik başvurusunu koşulları
taşıyıp taşımaması bakımından inceleme ve araştırma yetkisi bulunmakta olup,
sonucuna göre işlem yapacağı da açıktır.
Açıklanan nedenlerle, Ankara 4. İdare Mahkemesi kararının bozulmasına,
dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan Mahkemeye gönderilmesine
18.09.2006 gününde oybirliği ile karar verildi.
ÖĞRETİM
İŞLERİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Sekizinci
Daire
Esas No : 2006/970
Karar
No :
2006/2893
Özeti
: Görev
süresi sona ermiş bulunan rektörün senatoyu toplantıya çağırma ve başkanlık etme
yetkisi bulunmadığından, bu şekilde alınmış kararların hukuki geçerliği
bulunmadığı, açık ve ağır yetki gasbı olduğu hakkında.
Temyiz
İsteminde Bulunan :
… Üniversitesi Rektörlüğü
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf
: Prof.Dr. …
İstemin Özeti :
…
Üniversitesi Senatosunun 13.07.2004 gün ve 2004/55 sayılı kararının yok hükmünde
olduğundan bahisle bu kararla Üniversite Yönetim Kuruluna seçilen davacının
üyeliğinin yok sayılmasına ilişkin Rektörlüğün 06.08.2004 gün ve 5759/11500
sayılı işleminin iptali istemiyle açılan davada; kamu hizmetinin sürekliliği
açısından eski rektörün görevinin yeni rektör göreve başlayıncaya kadar devam
edeceği gibi yönetim kurulu üyesi seçme yetkisinin sadece rektörün
inisiyatifinde olan bir yetki olmadığı, davacının yönetim kurulu üyeliğine
seçilmesine 53 senato üyesinin oybirliği ile karar verildiği anlaşıldığından,
yönetim kurulu üyesi seçimine ilişkin kararda herhangi bir hukuka aykırılık
bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemi iptal eden Ankara 8. İdare
Mahkemesinin 24.11.2005 gün ve E:2004/2605, K:2005/1687 sayılı kararının, hukuka
aykırı olduğu öne sürülerek, 2577 sayılı Yasanın 49. maddesi uyarınca temyizen
incelenerek bozulması istemidir.
Savunmanın Özeti : Usul ve Yasaya uygun olan Mahkeme
kararının onanması gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi Melek
ŞENDİL YAN'ın Düşüncesi : İstemin kabulü gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Hüseyin
YILDIZ'ın Düşüncesi : … Üniversitesi Senatosunun 13.7.2004
günlü ve 2004/55 sayılı kararının yok hükmünde olduğundan bahisle, bu kararla
Üniversite Yönetim Kurulu üyeliğine seçilen davacının; üyeliğinin yok
sayılmasına ilişkin Rektörlüğün 06.08.2004 gün ve 5759/11.500 sayılı işleminin
iptali istemiyle açılan davada; senato kararında hukuka aykırılık bulunmadığı
gerekçesiyle dava konusu işlemi iptal eden Ankara 8. İdare Mahkemesinin
24.11.2005 günlü E:2004/2605 K:2005/1687 sayılı kararının temyizen incelenerek
bozulması istenilmektedir.
2547 sayılı Yasanın 13/a maddesinde; rektörün, profesör akademik ünvanına
sahip kişiler arasından görevdeki rektörün çağrısı ile toplanacak üniversite
öğretim üyeleri tarafından seçilecek adaylar arasından Cumhurbaşkanınca
atanacağı hükmüne yer verilmiş; Üniversitelerde Akademik Teşkilat Yönetmeliğinin
4 üncü maddesinde de paralel hükümler getirilmiş, ayrıca yeni rektör atanıncaya
kadar rektör ya da vekilinin göreve devam edeceği kurala
bağlanmıştır.
Anılan Yasanın 14.maddesinde ise senatonun rektörün başkanlığında,rektör
yardımcıları,dekanlar ve her fakülteden fakülte kurullarınca üç yıl için secilek
birer öğretim üyesi ile rektörlüğe bağlı enstitü ve Yüksekokul müdürlerinden
teşekkül edeceği,senatonun her eğitim-öğretim yılı başında ve sonunda olmak
üzere yılda en az iki defa toplanacağı,rektörün gerekli gördüğü hallerde
senatoyu toplantıya çağıracağı kurala bağlanmış ve üniversite yönetim kuruluna
üye seçmek de,senatonun görevleri arasında sayılmıştır.
Madde hükümlerinden doğan hukuki durumdan; rektörün Cumhurbaşkanı
tarafından atanması ile eski rektörün görev süresinin sona ereceği, senatonun
yeni rektörün başkanlığında ve rektörün çağrısı ile toplanacağı
anlaşılmaktadır.
Bakılan dava konusu olayda,Cumhurbaşkanınca … Üniversitesi Rektörlüğüne
Yükseköğretim Kurulunun önerdiği adaylar arasında Prof.Dr. …'ın ataması 5.7.2004
tarihinde yapılıp, atama kararı 6.7.2004 günlü ve 25514 sayılı Resmi Gazete'de
yayımlanmıştır. Böylece Eski Rektör Prof.Dr….'ın görev süresi bu tarihten
itibaren hukuken sona ermiş iken, Üniversite Senatosunu 13.7.2004 tarihinde
toplayıp ek gündem maddesi ile Prof.Dr. …'dan boşalan Yönetim Kurulu Üyeliğine
davacının seçildiği, ancak yeni Rektörün 6.8.2004 günlü ve 5759/11500 sayılı
işlemiyle ilgili hakkındaki kararın yok sayılması üzerine, davacı tarafından bu
işlemin iptali istemiyle dava konusu edildiği
anlaşılmıştır.
Bu durumda, görev süresi sona ermiş bulunan bir rektörün senatoyu toplama
ve başkanlık etme yetkisi bulunmadığından yasada belirlenen usul kurallarına
uyulmaksızın toplanan senatoca alınan karar ağır ve açık yetki gasbı ile malül,
yani yok hükmündedir.
Dolayısıyla Dava konusu işlemi iptal eden mahkeme kararında hukuki isabet
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle Mahkeme kararının bozulması gerekeceği
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay
Sekizinci Dairesince işin gereği görüşüldü:
Uyuşmazlık, … Üniversitesi Senatosunun 13.07.2004 gün ve 2004/55 sayılı
kararının yok hükmünde olduğundan bahisle bu kararla Üniversite Yönetim Kuruluna
seçilen davacının üyeliğinin yok sayılmasına ilişkin Rektörlüğün 06.08.2004 gün
ve 5759/11500 sayılı işleminin iptali istemine ilişkindir.
2547 sayılı Yükseköğretim Yasasının 13/a maddesinde; rektörün, profesör
akademik unvanına sahip kişiler arasından görevdeki rektörün çağrısı ile
toplanacak üniversite öğretim üyeleri tarafından seçilecek adaylar arasından
Cumhurbaşkanınca atanacağı, 14. maddesinde de; senatonun rektörün başkanlığında,
rektör yardımcıları, dekanlar ve her fakülteden fakülte kurullarınca üç yıl için
seçilecek birer öğretim üyesi ile rektörlüğe bağlı enstitü ve yüksekokul
müdürlerinden teşekkül edeceği, senatonun, her eğitim-öğretim yılı başında ve
sonunda olmak üzere yılda en az iki defa toplanacağı, rektörün gerekli gördüğü
hallerde senatoyu toplantıya çağıracağı kurala bağlanmış ve üniversite yönetim
kuruluna üye seçmek de senatonun görevleri arasında
sayılmıştır.
Üniversitelerde Akademik Teşkilat Yönetmeliğinin 4. maddesinde de paralel
düzenlemeler yer almakta olup, yeni rektör atanıncaya kadar rektör veya
vekilinin göreve devam edeceği hükme bağlanmıştır.
Alıntısı yapılan kurallardan anlaşılacağı üzere, yeni rektörün
Cumhurbaşkanı tarafından atanması ile eski rektörün görev süresi sona erecek
olup, Yasanın rektöre tanımış olduğu yetkilerde ancak yeni atanan tarafından
kullanılabilecektir.
Dava dosyasının incelenmesinden, … Üniversitesi Rektörünün Cumhurbaşkanı
tarafından 5.7.2004 tarihinde atandığı ve bu atama kararının 6.7.2004 tarihli
Resmi Gazetede yayımlandığı, eski rektörün çağrısı üzerine toplanan senatonun
13.7.2004 tarihli toplantısında davacının üniversite yönetim kurulu üyesi
seçildiği, dava konusu Rektörlük işlemi ile yönetim kurulu üyesi seçilmesine
ilişkin kararın yok sayılmasına karar verilmesi üzerine bakılan davanın açılmış
olduğu anlaşılmaktadır.
Görev süresi sona ermiş bulunan bir rektörün senatoyu toplantıya çağırma
ve senatoya başkanlık etme yetkisi bulunmadığından Yasada belirlenen usul
kurallarına uyulmaksızın toplanan senatoca alınan kararlar ağır ve açık yetki
gasbı ile malul olacaktır. Bir başka anlatımla bu şekilde alınmış olan
kararların hukuki geçerliği bulunmamakta, yok hükmünde olmaktadırlar.
Bu durumda, açık ve ağır yetki gasbı olan ve yoklukla malul bulunan
senato kararının yok hükmünde sayılmasına ilişkin işlemde hukuka aykırılık
bulunmamakta olup, aksi yönde verilen Mahkeme kararında hukuki isabet
görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, Ankara 8. İdare Mahkemesi kararının bozulmasına,
dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan Mahkemeye gönderilmesine
07.07.2006 gününde oybirliği ile karar verildi.
TAM
YARGI DAVALARI
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Sekizinci
Daire
Esas No : 2005/3527
Karar
No :
2006/4058
Özeti
: Orta
öğrenim öğrencisi olup yatılı olan davacıların çocuğunun öldürülmesi olayı;
okul, pansiyon ve eklentilerinin dışında gerçekleşmesinden dolayı idarenin
hizmet kusurundan söz edilemeyeceği hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunanlar : 1- … 2- …
Vekilleri
: Av.
…
Karşı Taraf
: Milli Eğitim
Bakanlığı
İstemin Özeti : Davacılar
tarafından, yatılı öğrenci olarak eğitim gören çocuklarının aynı yurtta yatılı
öğrenci olan iki öğrenci tarafından öldürülmesi sebebiyle zarara uğradıklarından
bahisle 25.000.000.000 - lira maddi ve 30.000.000.000 -lira manevi olmak üzere
toplam 55.000.000.000 -lira tazminat verilmesi istemiyle açılan davada;
öldürülme olayının, okul, pansiyon ve eklentilerinin dışında Yatılı Bölge
İlköğretim Okulunun
Savunmanın Özeti : İstemin reddi gerektiği
savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi Talip
KAYA'nın Düşüncesi : İstemin reddi gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Ekrem ATICI'nın
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay
Sekizinci Dairesince işin gereği görüşüldü:
İdare ve Vergi Mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile
incelenip bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 49.
maddesinin 1. fıkrasında yazılı nedenlerin bulunmasına
bağlıdır.
İdare Mahkemesince verilen kararın dayandığı gerekçe usul ve yasaya uygun
olup, bozulmasını gerektiren bir neden bulunmadığından, temyiz isteminin reddi
ile anılan kararın onanmasına ve yargılama giderlerinin temyiz isteminde bulunan
üzerinde bırakılmasına 07.11.2006 gününde oybirliği ile karar verildi.
DÜZENLEYİCİ
- GENEL İŞLEMLER
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Sekizinci
Daire
Esas No : 2005/2099
Karar
No :
2006/3165
Özeti
: İçişleri
Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğünün "5272 sayılı Kanun yürürlüğe
girdikten sonra belediye başkan ödenekleri konusunda daha önce alınan meclis
kararları geçerliliğini yitirmiştir" yolunda düzenlemeyi içeren genelgesinde
hukuka aykırılık bulunmadığı hakkında.
Davacı
: …
Vekili
: Av. …
Davalı
: İçişleri Bakanlığı
Davanın Özeti : Davacının, İçişleri Bakanlığı
Mahalli İdareler Genel Müdürlüğünün 31.12.2004 gün ve 160 sayılı Genelgesinin 4.
fıkrasının 3. cümlesinde yer alan "5272 sayılı Kanun yürürlüğe girdikten sonra
Belediye Başkan ödenekleri konusunda daha önce alınan meclis kararları
geçerliliğini yitirmiştir" şeklindeki düzenlemenin kazanılmış hakkı bulunduğu
öne sürülerek iptali ile maaş kaybının yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar
verilmesi istemidir.
Savunmanın Özeti : 5393
sayılı Belediye Yasasının 85. maddesi ile 5272 sayılı Yasanın tamamının hüküm ve
sonuçları ile ortadan kaldırıldığı, dava konusu genelgenin yasa hükümlerinin
hatırlatılması mahiyetinde olduğu, davanın reddi gerektiği savunulmuştur.
Danıştay Tetkik Hakimi Melek
ŞENDİL YAN'ın Düşüncesi : Yasal dayanaktan yoksun bulunan davanın reddi
gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Ülkü
ERBÜK'ün Düşüncesi : Davacı,
İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğünün 31.12.2004 gün ve 160
sayılı Genelgesinin 4.fıkrasının 3.cümlesinde yer alan "5272 sayılı Kanun
yürürlüğe girdikten sonra Belediye Başkan ödenekleri konusunda daha önce alınan
Meclis kararları geçerliliğini yitirmiştir." şeklindeki düzenlemenin iptalini
istemektedir.
Davacı Belediye Başkanının ödeneğinin belirlenmesine ilişkin 22.10.2004
gün ve 44 sayılı Belediye Meclis Kararının verildiği tarihte yürürlükte bulunan
1580 sayılı Belediye Kanununun 70.maddesinin 1.fıkrasında,bütçe meclisin
müzakere edeceği ve karar vereceği işler arasında sayılmıştır. Aynı Kanunun
71.maddesinde de, Yetmişinci maddenin 1,2,3,4,5,8,9,13 üncü fıkralarında
gösterilen işler ve 15 inci fıkrada mezkur belediye zabıtasına müteallik
talimatnameye ait olan belediye meclisleri mukarreratı,mahalli en büyük mülkiye
memurunun tasvibile mer'iyet kesbeder.Bu memurlar mezkur kararları bir hafta
zarfında tasdik etmedikleri takdirde belediye meclisinin tetkik talebi üzerine
Şurayı Devlet tarafından bir ay zarfında verilecek kararlar kat'idir.hükmü ile
aynı Kanunun 117.maddesinin 2.bendinde belediye heyetleri, memur ve
müstahdemlerine ilişkin ödeneklerin,maaşların,ücretlerin belediyenin giderleri
arasında yer aldığı hükmü öngörülmüştür.
Belediye Başkanları mahalli halkın seçtiği kamu görevlileri
olup,gördükleri hizmet karşılığı aldıkları para, ödenek niteliğindedir.
Başkanlara,bütçeye konulan ödenekten paraları ödenmektedir.Dolayısıyla bütçe
içinde yer alan belediye başkanı ödeneği meclisi müzakere edeceği ve karara
bağlıyacağı işler arasında yer almaktadır.
Dosyanın incelenmesinden, davacı belediye başkanının bütçeden ödenmek
üzere 15.9.2004 tarihinden geçerli olacak aylığının ve diğer giderlerinin
22.10.2004 gün ve 44 sayılı Belediye Meclisi kararı ile belirlendiği ve anılan
kararın işlem tarihinde yürürlükte bulunan 1580 sayılı Kanunun 70 ve
71.maddeleri uyarınca 17.11.2004 tarihinde Vali vekili tarafından onanarak
kesinleştiği anlaşılmaktadır.17.11.2004 tarihinde kesinleşen Belediye Meclis
Kararının,daha sonra 24.12.2004 gün ve 25680 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe giren 5272 sayılı Yasa nedeniyle geçerliliğini yitirdiğine ilişkin
dava konusu 31.12.2004 tarihli genelgede hukuka uyarlık
bulunmamaktadır.
Dava konusu genelgenin iptali gerekeceği
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm
veren Danıştay Sekizinci Dairesince
davacının, 5272 sayılı Belediye Yasasının 39. maddesinin Anayasaya aykırı olduğu
iddiası yerinde görülmeyerek işin gereği görüşüldü:
Dava, davacının, İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğünün
31.12.2004 gün ve 160 sayılı Genelgesinin 4. fıkrasının 3. cümlesinde yer alan
"5272 sayılı Kanun yürürlüğe girdikten sonra Belediye Başkan ödenekleri
konusunda daha önce alınan meclis kararları geçerliliğini yitirmiştir"
şeklindeki düzenlemenin iptali ile maaş kaybının yasal faizi ile birlikte
ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
1580 sayılı Belediye Yasasında, belediye başkan ödeneklerinin nasıl
tespit edileceği ve miktarının ne olacağı konusunda bir hüküm bulunmamakla
birlikte aylık ödenek miktarları, belediyelerin karar organları olan belediye
meclislerince anılan Yasanın 70. ve 71. maddeleri çerçevesinde tespit edilmekte
idi.
24.12.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5272 sayılı Belediye Yasasının 39.
maddesinde belediye başkanlarının ödeneklerinin hesaplanma yöntemi belirlenmiş,
nüfus durumuna göre esas alınan gösterge rakamının Devlet Memurları için
belirlenen aylık katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak tutarda aylık ödenek
ödeneceği kurala bağlanmıştır. 13.7.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5393 sayılı
Belediye Yasasının 85. maddesi ile 5272 sayılı Yasa yürürlükten kaldırılmış
olmasına karşın 5393 sayılı Yasanın 39. maddesinde de benzer bir düzenlemeye yer
verilmiştir.
Dava dosyasının incelenmesinden, 28.3.2004 tarihinde seçilmiş olan davacı
belediye başkanının ödeneğinin, 15.9.2004 tarihinden geçerli olmak üzere
22.10.2004 tarihli Tunceli Belediye Meclisi kararı ile belirlendiği ve bu
kararın 17.11.2004 tarihinde Valilikçe de onaylanarak kesinleştiği, dava konusu
Genelgenin 31.12.2004 tarihinde çıkarılmış olduğu
anlaşılmaktadır.
Hukuk devletinde güven ve istikrarın korunabilmesi içi kural olarak
yasalar, yürürlüğe girdikleri tarihten sonraki olaylara uygulanır. Yasalar
"geçmişe yürümezlik prensibi" uyarınca yürürlüğe girdiği tarihten sonraki hukuki
olaylara yönelik hüküm ve sonuç doğurmaktadır. Adaletin sağlanması, temel
hakların korunması gibi bazı durumlardan kaynaklanan zorunluluk hali hariç
yasaların geçmişe yürümesi söz konusu değildir.
1580 sayılı Yasada belediye başkan ödenekleri konusunda açık bir hüküm
bulunmaması nedeniyle belediye meclislerince takdir edilmekte ve farklı
uygulamalara sebebiyet verilmekte iken yasal düzenleme ile bu konudaki boşluk
giderilmiştir. Böylece, yerel yönetimlerin özerkliği zedelenmeden, farklı
ölçekteki belediyeler arasında adaletli bir sistem kurularak diğer kamu
görevlilerine ödenen ücretlerde dikkate alınmıştır.
Bu şekilde belediye başkanı ödeneği konusunda esas alınacak kriterler
belirlenerek uygulamada birlik sağlanmıştır. Yasanın bu hükmünün öncelikle
uygulanmasını sağlamak amacına yönelik olduğu anlaşılan dava konusu Genelge, bu
bakımdan yasanın geriye yürümezliği ilkesinin ihlali niteliği taşımadığı gibi
hukuka ve hakkaniyete aykırılık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle yasal dayanaktan yoksun bulunan davanın reddine,
yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına, 25.9.2006 gününde
oybirliği ile karar verildi.
YARGILAMA
USULÜ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Sekizinci
Daire
Esas No : 2006/4566
Karar
No :
2006/3097
Özeti
: İçme
Suyu Birliğinin feshi konusunda mevzuatta bir düzenleme bulunmadığından, hangi
içme suyu birliğinin feshi isteniyorsa, yetkili mahkemenin de o içme suyu
birliğinin bulunduğu yer idare mahkemesi olduğu hakkında.
Davacılar
: 1- … Köyü
Muhtarlığı
2- … Köyü
Muhtarlığı
3- … Köyü Muhtarlığı
4- … Köyü Muhtarlığı
Vekilleri
: Av.
…
Davalı
: … Grubu İçme Suyu
Birliği Başkanlığı
Davanın Özeti : ... Grubu İçme Suyu Birliğinin feshi
istemidir.
Danıştay Tetkik Hakimi Mesude
GÜNDÜZ'ün Düşüncesi : 2577 sayılı Yasanın 15. maddesinin 1/a bendi uyarınca
davanın görev yönünden reddedilerek dosyanın Ankara İdare Mahkemesine
gönderilmesi gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Sekizinci Dairesince işin gereği
görüşüldü:
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 3622 sayılı Yasa ile değişik
14. maddesi uyarınca dava dosyası incelendi.
2576 sayılı Yasanın 5. maddesinde, İdare Mahkemelerinin, ilk derece
mahkemesi olarak Danıştay'da çözümlenecek olanlar dışındaki davalara bakacağı
açıklanmış ve 2575 sayılı Danıştay Yasasının 24. maddesinde de ilk derece
mahkemesi olarak Danıştayda görülecek davalar sayılmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 43/1. maddesinde İdare ve
Vergi Mahkemeleri, idari yargının
görev alanına giren bir davada görevsizlik veya yetkisizlik sebebiyle davanın
reddine karar verirlerse dosyayı Danıştay'a veya görevli ve yetkili idare veya
vergi mahkemelerine gönderecekleri, (a) bendinde de, görevsizlik sebebiyle
gönderilen dosyalarda Danıştayın davayı görevi içinde görmezse dosyanın yetkili
ve görevli mahkemeye gönderilmesine karar vereceği kuralı yer
almaktadır.
Dosyanın incelenmesinden, ... Grubu İçme Suyu Birliğinin Bakanlar
Kurulunun izniyle kurulup, tüzel kişilik kazandığı anlaşılmışsa da, gerek
Mahalli İdareler Birliği Kanunu gerekse ilgili diğer mevzuatta birliğin feshi
ile ilgili bir düzenlemeye yer verilmediği gibi davacılar tarafından da hasım
olarak ... Grubu Sulama Birliği
gösterilmiştir.
Bu durumda, dava konusu edilen uyuşmazlığın görüm ve çözümü görevi, ...
Grubu Sulama Birliğinin bulunduğu yer idare mahkemesi olan Malatya İdare
Mahkemesine ait bulunmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davanın görev yönünden reddine ve dosyanın 2577
sayılı Yasanın 15/1-a maddesi uyarınca görevli Malatya İdare Mahkemesine
gönderilmesine 19.09.2006 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Sekizinci
Daire
Esas No : 2006/3622
Karar
No :
2006/3348
Özeti
: Menfaatin
etkilenmesi sürekli oturulan kentle sınırlı tutulamayacağından, davacının
tatilde gittiği ve evinin bulunduğu yerdeki mezarların kaldırılması amacıyla,
idareye ve yargıya başvurmada kişisel, güncel ve meşru bir menfaati bulunduğu
hakkında.
Temyiz
İsteminde Bulunan : …
Vekili
: Av.
…
Karşı Taraf
: 1-Pınarbaşı
Kaymakamlığı
2-Kastamonu
Valiliği
İstemin Özeti : İstanbulda ikamet eden
ve Kastamonu ili, Pınarbaşı ilçesi, Üyükören köyü, … mahallesinde tapusuz taşınmazı bulunan
davacının, Pınarbaşı ilçesi, Üyükören köyü, … mahallesindeki köy meydanı ve
çeşmenin hemen üstünde … ve …'a ait tapusuz taşınmaza ismi geçenler tarafından
gömülen mevtalara ait mezarların ve köy içindeki diğer (cami yanındaki)
mezarların kaldırılarak köyaltı mevkiindeki köy mezarlığına naklinin sağlanması
ve bundan sonra anılan yerlere yeni defin yapılmaması için gerekli yasal
yaptırımların uygulanması istemiyle 5.12.2005 tarihinde Pınarbaşı Kaymakamlığına
yapıığı başvurusu üzerine Kastamonu İl Sağlık Müdürlüğü Gıda Çevre ve Kontrol
Müdürlüğü elemanlarınca hazırlanan 30.12.2005 tarihli raporun ve raporun
davacıya bildirilmesine ilişkin 23.01.2006 gün ve 26 sayılı işlemin iptali
istemiyle açılan davada, davacının İstanbul ilinde ikamet ettiği ve kaldırılarak
naklini istediği mezarların bulunduğu taşınmazların davacıya ait olmadığı
sebebiyle menfaatinin ihlal edilmediği gerekçesiyle davayı 2577 sayılı Yasanın
15/1-b maddesi uyarınca ehliyet yönünden reddeden Kastamonu İdare Mahkemesinin
23.3.2006 gün ve E:2006/369, K:2006/314 sayılı kararının, hukuka aykırı olduğu
öne sürülerek, 2577 sayılı Yasanın 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek
bozulması istemidir.
Savunmanın Özeti : Savunma
verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi Serpil
KOÇYİĞİT ERDOĞAN'ın Düşüncesi : Davacının menfaati bulunduğundan temyiz
isteminin kabulü ile Mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Hüseyin
YILDIZ'ın Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların
temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm
veren Danıştay Sekizinci Dairesince işin gereği görüşüldü
:
Uyuşmazlık, köy mezarlığı dışında bulunan mezarların kaldırılarak köy
mezarlığına naklinin sağlanması ve anılan yerlere yeni defin yapılmaması için
gerekli işlemlerin yapılması istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin
işlemin iptali isteminden doğmuştur.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının, "İdari dava türleri ve idari
yargı yetkisinin sınırı" başlıklı 2/a
maddesinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka
aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler
tarafından açılan iptal davaları idari dava türleri arasında
sayılmıştır.
İptal davasının içtihat ve doktrinde belirlenen hukuki nitelikleri
gözönüne alındığında, idare hukuku alanında tek taraflı irade açıklamasıyla
kesin ve yürütülmesi zorunlu nitelikte tesis edilen idari işlemlerin, bu idari
işlemlerle kişisel, meşru ve güncel bir menfaat ilgisi olanlar tarafından iptal
davasına konu edilebileceğinin kabulü zorunludur.
Taraf ilişkisinin kurulması için gerekli olan kişisel, meşru ve güncel
bir menfaat alakasının varlığı, davanın niteliğine ve özelliğine göre idari
yargı yerlerince belirlenmekte, davacının idari işlemle ciddi ve makul, maddi ve
manevi bir ilişkisinin bulunduğunun anlaşılması, dava açma ehliyeti için yeterli
sayılmaktadır.
Ayrıca, iptal davaları ile idari işlemlerin hukuka uygun olup olmadığının
saptanmasına, hukukun üstünlüğünün sağlanmasına, böylece de idarenin hukuka bağlılığının belirlenmesine, sonuçta
hukuk devleti ilkesinin gerçekleştirilebilmesine olanak sağlandığından bu
davalarda menfaat ilişkisinin bu amaç doğrultusunda yorumlanması
gerekmektedir.
İdare Mahkemesince, davacının İstanbul'da ikamet etmesi ve naklini
istediği mezarların bulunduğu taşınmazların davacıya ait olmaması nedeniyle
davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmiş ise de, davacının sözü geçen
mezarların yanında evinin bulunduğu tartışmasızdır.
Bu durumda, menfaatin etkilenmesi sürekli oturulan kentle sınırlı
tutulamayacağından, İstanbul'da ikamet etse bile, davacının tatillerde gittiği
köyünde yaptırdığı evinin önünde bulunan mezarların kaldırılması amacıyla
idareye ve yargıya başvurmada kişisel, güncel ve meşru bir menfaati
bulunmaktadır.
Bu nedenle, dava açma ehliyeti olmadığı gerekçesiyle davanın reddine
karar verilmesinde usul hukukuna uyarlık görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, Kastamonu İdare Mahkemesi kararının bozulmasına,
işin esası incelenerek yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan
Mahkemeye gönderilmesine, 4.10.2006 gününde oybirliği ile karar
verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Sekizinci
Daire
Esas No : 2006/4397
Karar
No :
2006/3398
Özeti
: Vekil
tarafından takip edilen işlerde tebligatların vekile yapılması gerektiği,
doğrudan davacıya yapılan tebligatın sürelerin başlaması yönünden esas
alınamayacağı hakkında.
Temyiz
İsteminde Bulunan : …
Vekili
: Av.
…
Karşı Taraf
: Konya Valiliği
Vekili
: Av.
…
İstemin Özeti : Davacının Yunak İlçe
Emniyet Müdürlüğünden aldığı 19.11.1996 gün ve 03181 numaralı sürücü belgesinin
iptaline ilişkin 22.3.2000 gün ve 08222 sayılı işleminin iptali istemiyle açılan
davada, davanın süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin Konya 1. İdare Mahkemesinin
3.2.2006 gün ve E:2005/1106, K:2006/155 sayılı kararının davacı vekilince
temyizen incelenerek bozulması isteminde bulunulması üzerine, 18.3.2006
tarihinde tebliğ edilen Mahkeme kararına karşı (30) günlük temyiz süresi
geçirildikten bir gün sonra 18.4.2006 tarihinde temyiz talebinde bulunulduğu
gerekçesiyle 2577 sayılı Yasanın 48/6. maddesi uyarınca temyiz istemini süre
aşımı nedeniyle reddeden ilişkin Konya 1. İdare Mahkemesinin 27.4.2006 gün ve
E:2005/1106, K:2006/155, T:2006/225 sayılı kararının, Mahkeme kararının davacı
vekili yerine davacıya tebliğ edilmiş olması nedeniyle, temyiz süresinin vekilin
öğrendiği tarihten itibaren başlatılması gerekçesiyle 2577 sayılı yasanın 48/6.
maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istemidir.
Savunmanın Özeti : Savunma
verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi Gülhan
AKYÜZ'ün Düşüncesi : İstemin kabulü gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Radiye
TİRYAKİ'nin Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların
temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm
veren Danıştay Sekizinci Dairesince işin gereği görüşüldü
:
Uyuşmazlık, temyiz süre ret kararının doğrudan davacıya tebliğ
edilmesinden kaynaklanmaktadır.
2577 sayılı Yasanın 48/6. maddesinde, "Temyiz dilekçesi verilirken
gerekli harç ve giderlerin tamamının ödenmemiş olması halinde kararı veren;
mahkeme veya Danıştay daire başkanı tarafından verilecek onbeş günlük süre
içerisinde tamamlanması, aksi halde temyizden vazgeçilmiş sayılacağı hususu
temyiz edene yazılı olarak bildirilir. Verilen süre içinde harç ve giderler
tamamlanmadığı takdirde, mahkeme, ilk derece mahkemesi olarak davaya bakan
Danıştay dairesi, kararın temyiz edilmemiş sayılmasına karar verir. Temyizin
kanuni süre geçtikten sonra yapılması halinde de kararı veren mahkeme, ilk
derece mahkemesi olarak davaya bakan Danıştay dairesi, temyiz isteminin reddine
karar verir. Mahkemenin veya Danıştay dairesinin bu kararları ile bu maddenin 2
nci fıkrasında belirtilen temyiz isteminde bulunulmamış sayılmasına ilişkin
kararlarına karşı, tebliğ tarihini izleyen günden itibaren yedi gün içinde
temyiz yoluna başvurulabilir."
kuralı yer almaktadır.
7201 sayılı Tebligat Kanununun 11. maddesinde ise, vekil vasıtası ile
takip edilen işlerde tebligatın vekile yapılması hüküm altına
alınmıştır.
Dosyanın incelenmesinden, davacı ...'in 22.8.2005 tarihinde Konya İdare
Mahkemesine gönderilmek üzere Yunak Asliye Hukuk Hakimliği kaydına giren
dilekçesi ile dava açtığı, 19.8.2005 tarihinde Yunak Noterliğince düzenlenmiş
3472 yevmiye numaralı vekaletname ile Av. ...'i vekil tayin ettiği, vekilin
22.8.2005 tarihinde dava ile ilgili tüm harçları ödediği, Konya İdare
Mahkemesinde devam eden yargılama sırasında davacının vekili mevcut iken tüm
tebligatların davacı ... adına yapıldığı, son olarak anılan Mahkemenin 3.2.2006
gün ve E:2005/1106, K:2006/155 sayılı kararının da davacıya 18.3.2006 tarihinde
tebliğ edildiği, davacının 18.4.2006 tarihli temyiz talebinin 27.4.2006 gün ve
E:2005/1106, K:2006/155 sayılı karar ile süre aşımı nedeniyle reddedildiği
anlaşılmaktadır.
Yukarıda belirtildiği üzere 7201 sayılı Tebligat Kanununa göre, vekil
vasıtası ile takip edilen işlerde tebligatların vekile yapılması gerektiği hükmü
çerçevesinde Mahkeme kararının doğrudan davacıya değil davacı vekili Av....'e
yapılması gerekmekte olup, temyize ilişkin sürenin de vekile tebliğ tarihinden
başlaması gerekmektedir.
Diğer taraftan, Konya İdare Mahkemesinin 27.4.2006 tarihli temyiz süre
ret kararında da "... vekili Av.... tarafından" açılan dava ibaresi ile, davanın
vekil tarafından takip edildiğinin açıkça ifade edildiği
görülmüştür.
Bu durumda, temyiz isteminin süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin kararda
hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle Konya İdare Mahkemesi kararının bozulmasına, yeniden
bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine, 6.10.2006
gününde oyçokluğu ile karar verildi.
A
Z L I K O Y U
Dosya içeriğinden, davacının, vekaletname ile bir avukatı vekil tayin
etmesine ve vekaletnameyi de dava dilekçesine eklemesine karşın, davanın bizzat
davacı tarafından imzalanan dilekçe ile açıldığı ve yargılamanın tüm
aşamalarında tebligatın davacının bizzat kendisine yapıldığı, Mahkeme kararının
da davacıya tebliği üzerine yine davacı tarafından, temyiz dilekçesinin yasal
süreden sonra verilmesi nedeniyle Mahkemece istemin süre aşımından reddedildiği
anlaşılmıştır.
Yargılama süresince tüm tebligatların davacının bizzat kendisine
yapılması ve vekil tarafından bu duruma ilişkin herhangi bir itirazda
bulunulmaması karşısında, davacı vekilinin, Mahkeme kararının temyizi
aşamasında, tebligatın davacıya değil, kendisine yapılması gerektiği yolundaki
iddiası kabul edilemez.
Bu durumda, Mahkemece davacıya yapılan tebligat esas alınarak, istemin
süre aşımından reddi hukuka uygundur.
Belirtilen nedenle, temyiz isteminin reddi ve Mahkeme kararının onanması
gerektiği görüşü ile aksi yöndeki çoğunluk kararına
katılmıyoruz.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Sekizinci
Daire
Esas No : 2006/3778
Karar
No :
2006/4385
Özeti : Ayrı ilçelere bağlı iki köy
arasında 1933 yılında çizilmiş olan sınırın, geçiş yerlerinin taraflara toprak
üstünde gösterilmesine ilişkin 22.4.2004 günlü İl İdare Kurulu işleminin kesin
ve yürütülmesi zorunlu işlemlerden olmadığı, topraküstü uygulama işlemine karşı
açılan davanın incelenmeksizin reddi gerekirken, işin esasına girilerek verilen
kararda isabet bulunmadığı hakkında.
Temyiz
İsteminde Bulunanlar : 1- (Davalı ) Tokat Valiliği
2- Davalı Yanında Davaya Katılan
: Üçgöl Köyü
Muhtarlığı
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf (Davacı) :
Çiçekli Köyü Muhtarlığı
Vekili
: Av.
…
İstemin Özeti : Tokat İli,
Niksar İlçesi, Çiçekli Köyü ile aynı ilin Almus İlçesi, Üçgöl Köyü arasındaki
sınırın topraküstü uygulamasına ilişkin Tokat İl İdare Kurulunun 22.04.2004
günlü işleminin iptali istemiyle açılan davada; dosya kapsamı ile bilirkişi
raporu ve ek bilirkişi raporunun birlikte değerlendirilmesinden, davacı köy ile
müdahil köy arasındaki sınır noktalarının topraküstü uygulamasının ihtilafsız ve
doğru gösterilmediği kanaatine varıldığı, işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı
gerekçesiyle dava konusu işlemi iptal eden Sivas İdare Mahkemesinin 06.12.2005
gün ve E:2004/594, K:2005/1281 sayılı kararının; davanın esasının
incelenemeyeceği; hukuka aykırı olduğu öne sürülerek, 2577 sayılı Yasanın 49.
maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istemidir.
Savunmanın Özeti : İstemin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi Özdal
ÖZEREN'in Düşüncesi : İstemin kabulünün gerekeceği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Hüseyin
YILDIZ'ın Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların
temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Sekizinci Dairesince işin gereği
görüşüldü:
Uyuşmazlık; Tokat İli, Niksar İlçesi, Çiçekli Köyü ile aynı ilin Almus
İlçesi, Üçgöl Köyü arasındaki sınırın topraküstü uygulamasına ilişkin Tokat İl
İdare Kurulunun 22.04.2004 günlü işleminden doğmuştur.
442 sayılı Köy Yasasının 4. maddesinde, bir köyün sınırının ne şekilde
çizileceği tarif edilmiş; buna paralel bir düzenleme olan Sınır Anlaşmazlığı,
Mülki Ayrılma ve Birleşme İle Köy Kurulması ve Kaldırılması Hakkında
Yönetmeliğin 4. maddesinde, 5442 sayılı İl İdaresi Yasasına göre belirlenmiş
sınırların değişmezliğinin esas olduğu, mevcut sınırın değiştirilmesinin,
ancak sınır noktalarının belirginlik ve değişmezlik niteliklerini yitirmiş olması, idari
birimlerin sosyal, ekonomik idari ve coğrafi durumlarında eskiye oranla
farklılıkların meydana gelmesi ve bu sonuçların sınır anlaşmazlığına yol açmış
olduğunun Bakanlıkça tespit edilmesi halinde mümkün olduğu belirtilmiş, 5.
maddede buna ilişkin müracaat ve ilk inceleme usulü açıklanmış; sınırın toprak
üstü uygulamasına ilişkin hükümlere de 13. maddede yer verilmiş
bulunmaktadır.
Dosyanın incelenmesinden; davacı köy ile Üçgöl Köyü arasındaki sınırın
19.09.1933 gün ve 622 sayılı işlem ile tespit edildiği, Tokat İl İdare Kurulu
tarafından 22.04.2004 tarihinde sınırın topraküstü uygulamasının yapıldığı, her
iki köy muhtarı ve azalarının uygulamaya katıldığı, davacı köy muhtarı ve
azaların topraküstü uygulamayı kabul etmediklerine ilişkin itirazlarını tutanağa
geçirdikleri, "Marzu Deresi" ibaresinden anılan yerin neresi olduğu konusunda
ihtilaf bulunduğu iddiasıyla bakılmakta olan davanın açıldığı
anlaşılmıştır.
Bu durumda, dava konusu yapılan Tokat İl İdare Kurulu işlemi, ayrı
İlçelere bağlı iki köy arasında yeni sınır belirlenmesine ilişkin olmayıp, iki
köy arasında 1933 yılında çizilmiş olan sınırın geçiş yerlerinin taraflara
toprak üstünde gösterilmesine ilişkin olduğu, idari yargı yerlerinde ancak kesin
ve yürütülmesi zorunlu işlemler dava konusu edilebileceğinden, bu nitelikte bir
işlem olmayan topraküstü uygulama işlemine karşı açılan davanın incelenmeksizin
reddi gerekirken, işin esasına girilerek verilen kararda isabet
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, Sivas İdare Mahkemesi kararının bozulmasına,
yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine
15.11.2006 gününde oybirliği ile karar verildi,
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Sekizinci
Daire
Esas No : 2006/4912
Karar
No :
2006/4858
Özeti
: Maddi
hasarlı trafik kazasına karışan davacı adına, olay yerinde düzenlenen trafik
kaza tutanağının iptali istemiyle açılan davada, kaza tespit tutanağının tek
başına sonuç doğurmadığı ve icrai nitelik taşımadığından, idari davaya konu
olabilecek kesin ve yürütülmesi gerekli bir işlem olmadığı
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan : …
Vekilleri
: Av.
…
Karşı Taraf
: İçişleri
Bakanlığı
İstemin Özeti : Denizli
İl Merkezi Çınar kavşağında
04.12.2005 tarihinde meydana gelen maddi hasarlı trafik kazası ile ilgili olarak
düzenlenen kaza tespit tutanağının iptali ve gerçek olaya uygun hale
getirilmesine karar verilmesi istemiyle açılan davada; olayda davacı tarafından
iptali istenilen kaza tespit tutanağının, 2577 sayılı Yasanın 2. ve 14.
maddelerinde belirtilen hükümler çerçevesinde kesin ve doğrudan yürütülebilir
nitelikte bir işlem olmadığından işin esasının incelenmesine olanak bulunmadığı,
öte yandan tutanağın gerçek olaya uygun hale getirilmesine karar verilmesi
isteminin de, idari işlem ve eylem niteliğinde karar verilmesi niteliği taşıması
karşısında bu isteminde incelenmesine olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın
2577 sayılı Yasanın 15/1-b maddesi uyarınca incelenmeksizin reddine karar veren
Denizli İdare Mahkemesinin 18.04.2006 gün ve E:2006/752, K:2006/817 sayılı
kararının; hukuka aykırı olduğu öne sürülerek, 2577 sayılı Yasanın 49. maddesi
uyarınca temyizen incelenerek bozulması istemidir.
Savunmanın Özeti : istemin
reddi gerektiği düşünülmektedir
Danıştay Tetkik Hakimi Ayşen
BAL'ın Düşüncesi : İstemin reddi gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Hüseyin
YILDIZ'ın Düşüncesi: İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların
temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay
Sekizinci Dairesince işin gereği görüşüldü:
İdare ve Vergi Mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile
incelenip bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 49.
maddesinin 1. fıkrasında yazılı nedenlerin bulunmasına
bağlıdır.
İdare Mahkemesince verilen kararın dayandığı gerekçe usul ve yasaya uygun
olup, bozulmasını gerektiren bir neden bulunmadığından, temyiz isteminin reddi
ile anılan kararın onanmasına ve yargılama giderlerinin temyiz isteminde bulunan
üzerinde bırakılmasına 05.12.2006 gününde oybirliği ile karar
verildi.
DOKUZUNCU
DAİRE KARARLARI
EMLAK
VERGİSİ ( BİNA VERGİSİ)
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Dokuzuncu
Daire
Esas No : 2005/5384
Karar
No :
2006/1313
Özeti
: Bakanlar
Kurulu Kararı ile kendisine vergi muafiyeti tanınan davacı vakıf adına, 2003
yılı için yapılan bina ve arsa vergilerine ilişkin tarhiyatların kaldırılması
istemine ilişkin uyuşmazlıkta, arsa vergisinden muaf olmayan vakfın bina
vergisinden muaf olduğu hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan : … Vakfı
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf
: Konak
Belediye Başkanlığı
Vekili
: Av.
…
İstemin Özeti : Bakanlar
Kurulu Kararı ile kendisine vergi muafiyeti tanınan davacı vakıf adına 2003 yılı
için yapılan bina ve emlak vergilerine ilişkin tarhiyatların kaldırılması
istemiyle açılan davayı; 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanununun 4/m bendi uyarınca
Bakanlar Kurulunca vergi muafiyeti tanınan vakıflara ait binaların vakıf
senedindeki cihete tahsis edilmek şartıyla emlak vergisi muafiyetinden
faydalanacak binalar arasında sayıldığı, uyuşmazlığın çözümünde gerekli
görüldüğünden, Mahkemelerince verilen ara kararları ile getirtilen bilgi ve
belgelerin incelenmesinden, davacı vakfa ait binaların vakıf senedinde yazılı
amaca tahsis edildiği ve eğitim hizmetlerinin ifasında kullanıldığı konusunun
tartışmasız olduğu, ancak söz konusu binaların vakfın iktisadi işletmesi
konumunda bulunan … Lisesi, … Anaokulu, ve … İlköğretim Okulu'na kiraya
verildiği, karşılığında da aylar itibarıyla kira bedeli tahakkuk ettirilerek
tahsil edildiğinin anlaşıldığı, davacı vakfın söz konusu binaları kendi iktisadi
işletmelerine veya başka okullara kiraya vermesi durumu arasında kiracılık
ilişkisi açısından herhangi bir fark bulunmadığı, her ikisinde de kiracının
ticari bir işletme olarak faaliyetini sürdüren ve vergi mükellefi olan özel
öğretim kurumu olduğu, vakfın bu okullar üzerinde ayrıca yönetim ve denetim
yetkisine haiz olmasının aradaki organik ve işlevsel farklılığı etkilemediği, bu
nedenle davacı vakıfla iktisadi işletme niteliğindeki okulların bir bütünlük
oluşturduğu, bunlar gerçekte aynı kişilik oldukları ve aralarında kiracılık
ilişkisinin olamayacağı, elde edilen kira gelirlerinin bu okullara yardım için
kullanıldığı yönündeki iddiaların hukuki geçerliliği bulunmadığı, diğer taraftan
vakfa ait olan ve üzerinde uyuşmazlık konusu dönemde vakıf senedindeki amaca
tahsis edilmiş bina bulunmayan arsalarla ilgili olarak Emlak Vergisi Kanununda
herhangi bir muafiyet öngörülmediğinden söz konusu arsalarla ilgili muafiyet
iddialarının da yasal dayanağı olmadığı, bu durumda emlak vergisi muafiyetinden
yararlanmak için Yasada öngörülen koşulların gerçekleşmediği anlaşıldığından,
davacı adına ikmalen tarh edilen bina ve arsa vergilerinde yasal isabetsizlik
bulunmadığı sonucuna varıldığı gerekçesiyle reddeden İzmir 4. Vergi Mahkemesinin
15.9.2005 tarih ve E:2005/101, K:2005/665 sayılı kararının; vakıfla okullar
arasında kira akdi bulunmadığı, dolayısıyla muafiyet kapsamında olunduğu ileri
sürülerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Yasal
dayanaktan yoksun olan temyiz isteminin reddi gerektiği
savunulmaktadır.
Danıştay Savcısı Buket Oral'ın
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
Tetkik Hakimi G. Nalan
Hatipağaoğlu'nun Düşüncesi : Davacı vakfa ait arsalar nedeni ile yapılan
tarhiyat yönünden yasal düzenlemelerde herhangi bir emlak vergisi muafiyeti
öngörülmediğinden, Mahkeme kararının bu hususa ilişkin hüküm fıkrasının onanması
gerektiği, bina vergisi yönünden yapılan tarhiyat açısından ise 1319 sayılı
Emlak Vergisi Kanununun 4/m maddesinde öngörülen şartları taşıdığından davacı
vakfın muaf olduğu anlaşıldığından Vergi Mahkemesi kararının bu hususa ilişkin
hüküm fıkrasının bozulması gerektiği düşünülmüştür.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Dokuzuncu Dairesince işin gereği
görüşüldü:
Uyuşmazlık, davacı vakfa ait bir kısım taşınmaz için ikmalen salınan 2003
yılı bina ve arsa vergisi tarhiyatlarına ilişkindir.
Vergi Mahkemesi kararının, arsa vergisi tarhiyatına ilişkin hüküm
fıkrasının dayandığı hukuki ve kanuni nedenler Dairemizce de uygun
bulunduğundan, davacı tarafından ileri sürülen iddialar sözü geçen kararın bu
kısmını kusurlandıracak nitelikte görülmemiştir.
Vergi Mahkemesi kararının bina vergisi tarhiyatına ilişkin kısmına
gelince;
1319 sayılı Emlak Vergisi Kanununun "Daimi Muaflıklar" başlıklı 4.
maddesinde maddede yazılı binaların "kiraya verilmemek (24.11.1994 tarihli ve
4046 sayılı Kanun kapsamında yapılan işletme hakkı devirleri hariç) şartıyla"
bina vergisinden daimi olarak muaf olduğu, (a), (b), (s) ve (y) fıkraları için
kiraya verilmeme şartının aranmayacağı, (m) bendinde de; Bakanlar Kurulunca
vergi muafiyeti tanınan vakıflara ait binaların (vakıf senedindeki cihete tahsis
edilmek şartıyla) emlak vergisinden muaf olduğu
belirtilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden, 6.3.1990 tarih ve 20453 sayılı Resmi Gazetede
yayımlanan 90/84 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile davacı vakfa vergi muafiyeti
getirildiği bu nedenle 1990 yılından beri ilçe belediyelerine herhangi bir emlak
vergisi ödemesi yapılmadığı, 2003 yılı için uyuşmazlık konusu bina ve arsa
vergilerine ilişkin ihbarnamelerin düzenlendiği
anlaşılmaktadır.
Vergi Mahkemesince, davacı vakfın, vergisi uyuşmazlık konusu binaları
kendi okullarına kiraya vermek suretiyle kira bedeli aldığı, dolayısıyla Emlak
Vergisi Kanununun 4/m bendi uyarınca muafiyet kapsamında bulunmadığı
gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de, davacı vakfın kendisine ait
binalardan aldığı ücretin, Vakıflar Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığı'nın
tenkiti üzerine alınması öngörülen ve her yıl miktarı vakıf ekspertiz şirketince
belirlenen bir bedel olduğu, diğer bir ifade ile hukuken geçerliliği bulunan
kira sözleşmesine istinaden alınan kira bedeli olmadığı anlaşıldığından, vakfın
bina vergisi yönünden muafiyet kapsamında görülmemesinde hukuka uyarlık
bulunmamaktadır.
Bu durumda, Bakanlar Kurulu Kararıyla vergi muafiyeti tanınan davacı
vakfa ait binalar, yukarıda anılan Emlak Vergisi Kanununun 4/m maddesinde
öngörülen vakıf senedindeki cihete tahsis edilmiş ve kiraya verilmemiş olma koşullarını birlikte
taşıdığından bina vergisinden muaf olduğu açıktır.
Bu nedenle, davacı vakıf adına düzenlenen bina vergisine ilişkin
tarhiyatta hukuki isabet bulunmadığından, davacının temyiz isteminin kısmen
kabulü ile İzmir 4. Vergi Mahkemesinin 15.9.2005 tarih ve E:2005/101, K:2005/665
sayılı kararının; bina vergisi tarhiyatına ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasına,
arsa vergisi tarhiyatına ilişkin hüküm fıkrasının onanmasına 13.4.2006 tarihinde
oyçokluğu ile karar verildi.
K
A R Ş I O Y
Temyize konu İzmir 4. Vergi Mahkemesinin 15.9.2005 tarih ve E:2005/101,
K:2005/665 sayılı kararının, bina vergisi tarhiyatına ilişkin hüküm fıkrasının
da onanması gerektiği görüşü ile kararın bu kısmına
karşıyım.
KAMU
ALACAKLARININ TAHSİLİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Dokuzuncu
Daire
Esas No : 2004/4420
Karar
No :
2006/2114
Özeti
: Limited
şirketteki hisse devrinin ortak olunan döneme ilişkin vergi borçlarından
sorumluluğu kaldırmayacağı, kamu borcunun özel sözleşmelerle devrinin mümkün
olmadığı hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan : Akhisar Vergi
Dairesi Müdürlüğü
Karşı Taraf
: …
İstemin Özeti : … Otomotiv
Traktör Petrol Ür. Tic. Paz. Ltd. Şti.'nin 1998-2001 yıllarına ait vergi
borçlarının şirket ortağı olan davacıdan tahsili amacıyla 6183 sayılı Kanun 35.
maddesi uyarınca düzenlenen ödeme emirlerinin iptali istemiyle açılan davayı;
dosyanın incelenmesinden davacının %50 hisseli ortağı olduğu borçlu şirketteki
600 hissesinden 540'ını diğer ortak …'a kalan 60 hissenin de 59'unu yine … ve
1'ini de …'a devrettiğinin hisse devrine ilişkin hususların 1.10.1998, 29.3.2001
ve 18.3.2004 tarihli Türkiye Ticaret Sicil Gazetesinde yayımlandığının
anlaşıldığı, her ne kadar borçlu şirketin 1998-2001 yıllarını kapsayan ve
Mahkemelerince verilen kararla kesinleşen borçların tahsili amacıyla davacı
adına dava konusu ödeme emirlerinin düzenlendiği belirtilmişse de limited şirket
ortağının sorumluluğunun ortaklık payına bağlı bir sorumluluk olduğu, olayda ise
davacının noterde gerçekleştirilen hisse devri sözleşmeleri ile şirketteki
hisselerini devrettiğinin görüldüğü, hisseleri satın alan kişilerin de şirketin
mali durumunu bilerek bu hisseleri aldığının kabulü gerektiği, bu durumda
ortaklık payını devreden davacının şirket borçlarından dolayı artık sorumlu
olamayacağı, bu nedenle düzenlenen ödeme emirlerinde hukuka uyarlık bulunmadığı
gerekçesiyle kabul eden Manisa Vergi Mahkemesinin 23.9.2004 tarih ve E:2004/237,
K:2004/272 sayılı kararının; düzenlenen ödeme emirlerinin usul ve yasaya uygun
olduğu ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Temyiz
isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Savcısı Buket Oral'ın
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
Tetkik Hakimi İhsan Saçmalı'nın
Düşüncesi : Bir kamu borcu olan vergi borcuna ilişkin sorumluluğun özel
sözleşmelerle devri mümkün olmadığından borçlu şirketin ortağı olduğu döneme ait
vergi borçlarının davacıdan tahsili yoluna gidilmesi hukuka uygun olduğundan,
aksi görüşle verilen kararın bozulması gerekeceği düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Dokuzuncu Dairesince işin gereği
görüşüldü:
Uyuşmazlıkta … Otomotiv Traktör Petrol Ür. Tic. Paz. Ltd. Şti.'nin
1998-2001 yıllarına ait vergi borçlarının tahsili amacıyla anılan şirketin
ortağı olan davacı adına düzenlenen ödeme emirlerinin iptali istemiyle açılan
davayı; davacının borçlu şirketteki hisselerini sattığı ve sözkonusu vergi
borçlarından hisseleri satın alan yeni ortakların sorumlu olması icabettiği
gerekçesiyle kabul eden Vergi Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması
istenilmektedir.
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 4369 sayılı
Kanunun 21. maddesiyle değişik 35. maddesinde limited şirket ortaklarının,
şirketten tahsil imkanı bulunmayan amme alacağından sermaye hisseleri oranında
doğrudan doğruya sorumlu olacakları ve bu Kanun hükümleri gereğince takibe
tutulacakları hükme bağlanmıştır.
Diğer yandan 213 sayılı Vergi Usul Kanununun "mükellef ve vergi
sorumlusu" başlıklı 8. maddesinin 3. fıkrasında; vergi kanunlarıyla kabul edilen
haller müstesna olmak üzere, mükellefiyete veya vergi sorumluluğuna müteallik
özel mukavelelerin vergi dairelerini bağlamayacağı
öngörülmüştür.
Bu hükümlerin birlikte değerlendirilmesinden bir kamu borcu olan vergi
borcundan yasa gereği doğan sorumluluğun, borçlu şirketin vergi borcunun doğduğu
dönemde sahip olunan hisselerinin satışı yoluyla ortadan kaldırılamayacağı
anlaşılmaktadır.
Anılan Yasa maddeleri gereği vergisi ihtilaf konusu olan yıllarda şirket
ortağı olan davacının limited şirketin ödenmeyen vergi ve buna bağlı
alacaklarından sorumlu olup olmadığının dönemler itibarıyla incelenmesi ve bunun
sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile verilen Vergi
Mahkemesi kararında hukuka uygunluk görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle temyiz istemin kabulüne, Manisa Vergi Mahkemesinin
23.9.2004 tarih ve E:2004/237, K:2004/272 sayılı kararının bozulmasına 24.5.2006
tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.
K
A R Ş I O Y
İleri sürülen iddialar usule ve hukuka uygun Vergi Mahkemesi kararının
bozulmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığından temyiz isteminin reddi
gerektiği görüşüyle karara katılmıyorum.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Dokuzuncu
Daire
Esas No : 2005/220
Karar
No :
2006/1611
Özeti
: Menkul
kıymet aracılık faaliyetinin geçici olarak durdurulmasının, finansal faaliyet
için harcının ödenmemesini gerektirmeyeceği, harcın faaliyete değil, belgeye
bağlı olduğu hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan : Boğaziçi Kurumlar Vergi Dairesi
Başkanlığı
Karşı Taraf
: … Menkul Değerler A. Ş.
Vekili
:
Av. …
İstemin Özeti: Yükümlü şirket
adına, 1999-2001 yıllarına ilişkin olarak salınan finansal faaliyet izin belgesi
harcı ile kesilen vergi ziyaı cezası ve hesaplanan gecikme faizinin tahsili
amacıyla düzenlenen ödeme emirlerinin iptali istemiyle açılan davayı; dosyanın
incelenmesinden davacı şirketin faaliyetinin, Başbakanlık Sermaye Piyasası
Kurulunun 25.8.1999 tarih ve 8460 sayılı yazısı ile 26.8.1999 tarihinden
itibaren geçici olarak durdurulduğunun anlaşıldığı, bu durumda menkul kıymet
alım satımı durdurulan davacı şirketin
finansal faaliyet izin harcı ödemesi söz konusu olmayacağından, vergi
dairesi müdürlüğünce tarh edilen alacakların kesinleştiğinden bahisle 6183
sayılı Kanun 55. maddesi uyarınca düzenlenen ödeme emirlerinde hukuka uyarlık
bulunmadığı gerekçesiyle kabul eden İstanbul 6. Vergi Mahkemesinin 27.10.2004
tarih ve E:2004/1056, K:2004/2442 sayılı kararının; finansal faaliyet izin
harcının yetki belgesine bağlı olduğu, faaliyeti geçici olarak durdurulan davacı
şirketin yetki belgesinin halen mevcut olduğu, bu nedenle düzenlenen ödeme
emirlerinin yasal olduğu ileri sürülerek bozulması
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma
verilmemiştir.
Danıştay Savcısı Buket Oral'ın
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
Tetkik Hakimi İhsan Saçmalı'nın
Düşüncesi : İleri sürülen iddialar usule ve hukuka uygun Vergi Mahkemesi
kararının bozulmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığından temyiz isteminin
reddi gerekeceği düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Dokuzuncu Dairesince işin gereği
görüşüldü:
Uyuşmazlıkta; 1999-2001 yılları için adına salınan finansal faaliyet izin
belgesi harcını ödemeyen davacı şirket adına düzenlenen ödeme emirlerinin iptali
istemiyle açılan davayı; davacı şirketin faaliyetinin 26.8.1999 tarihinden
itibaren Sermaye Piyasası Kurulu kararıyla durdurulduğu bu nedenle istenilen
harcın yasal olmadığı ve düzenlenen ödeme emirlerinin iptali icabettiği
gerekçesiyle kabul eden Vergi Mahkemesi kararının bozulması
istenilmektedir.
492 sayılı Harçlar Kanununa bağlı 8 sayılı Tarifenin 4008 sayılı Kanunun
34. maddesiyle eklenen "Finansal Faaliyet İzin Belgesi Harçları" bölümünün 3.
maddesinde, Sermaye Piyasasında aracılık yapan kuruluşlara verilen yetki
belgelerinden (her bir belge için ayrı ayrı olmak üzere ve her yıl için) harç
alınacağı hükme bağlanmıştır.
Yasa hükmünün değerlendirilmesinden kanun koyucunun harcın konusu olarak
yetki belgesini tanımladığı ve yetki belgesine bağlı olarak harç alınmasını
öngördüğü anlaşılmaktadır. Diğer bir anlatımla söz konusu harcın faaliyetten
değil yetki belgesi üzerinden
alınmasının öngörüldüğü, yetki belgesinin yanında ayrıca faaliyet
gösterilmesi koşulunun aranılmadığı anlaşılmaktadır.
Bakılan davada ise hisse senedi alım satımı aracılık izin belgesi bulunan
davacı şirketin çeşitli mali yükümlülüklerini yerine getirmemesi nedeniyle
26.8.1999 tarihinden itibaren dava konusu harca ilişkin ödeme emirlerinin ilgili
olduğu dönemler boyunca faaliyetinin Sermaye Piyasası Kurulu kararıyla geçici
olarak durdurulduğu, ancak izin belgesinin iptal edilmeyip, mevcudiyetini
sürdürdüğü görülmektedir.
Bu durumda harcın konusunu oluşturan izin belgesi iptal edilmeyip,
varlığını sürdürdüğünden yetki belgesi nedeniyle alınan dava konusu ödeme
emirleri içeriği harcın istenilmesinde hukuka aykırılık bulunmayıp, harcın
tahsili için düzenlenen ödeme emirlerini iptal eden Vergi Mahkemesi kararında
isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulüne İstanbul 6. Vergi
Mahkemesinin 27.10.2004 tarih ve E:2004/1056, K:2004/2442 sayılı kararının
bozulmasına 27.4.2006 tarihinde oyçokluğu ile karar
verildi.
K
A R Ş I O Y
İleri sürülen iddialar usule ve hukuka uygun Vergi Mahkemesi kararının
bozulmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığından temyiz isteminin reddi
gerektiği görüşüyle karara katılmıyorum.
KATMA
DEĞER VERGİSİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Dokuzuncu
Daire
Esas No : 2005/3965
Karar
No :
2006/1504
Özeti
: Finansal
kiralamaya konu emtianın sözleşme anında teslimi gerekmediği
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan : …
Turizm ve Yat Limanı Yatırımları A.Ş.
Vekili
: Av.
…
Karşı Taraf
: Zincirlikuyu Vergi Dairesi Müdürlüğü
İstemin Özeti : Yükümlü
şirketin 2001 ve 2002 yıllarına ilişkin işlemlerinin finansal kiralama
sözleşmesi yönünden incelenmesi üzerine gerçeği yansıtmayan finansal kiralamaya
ilişkin faturalar kullanılmak suretiyle haksız yere indirim yapıldığı yolunda
düzenlenen vergi inceleme raporu sonucu düzenlenen düzeltme fişleri ile devreden
katma değer vergisinin azaltılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan
davayı; dosyanın incelenmesinden, davacı ... A.Ş. ile 2001 ve 2002 yıllarında
... A.Ş. arasında yat limanı ve deniz yapılarına ilişkin olarak finansal
kiralama sözleşmesi imzalandığı, sözleşmede satıcı firma olarak ... Marina Ltd.
Şti. 'nin yer aldığı, sözleşmede sözkonusu yat limanı ve deniz yapılarının
eksiksiz teslim edildiği belirtilmesine karşın satıcı-imalatçı-müteahhit firma
olan ... Marina Ltd. Şti. tarafından finansal kiralama şirketi olan ... Finans
A.Ş.'ne "peşin fatura" olarak adlandırılan faturaların düzenlendiği ve fatura
içeriği yapıların yaklaşık sözleşmede belirtilen tarihlerden 326-680 gün sonra teslim edildiği, anılan fatura
içeriği bedellerin ise gelecek yıllar hesabına aktarıldığının saptandığı,
finansal kiralama sözleşmesinin imzalandığı tarih itibarıyla sözleşmeye konu yat
limanı ve deniz yapılarının henüz mevcut olmadığı ve bu haliyle teslime konu
olamayacağı, anılan sözleşmenin niteliği itibarıyla bir finansal kiralama
sözleşmesi değil sözkonusu inşaatın kredi yoluyla finansmanına ilişkin olduğu,
bu nedenle sözkonusu faturalara ilişkin katma değer vergilerinin gerçeği
yansıtmadığı ve haksız indirime konu edildiği yolunda düzenlenen vergi inceleme
raporuna dayanılarak düzenlenen düzeltme fişleri ile yükümlü şirket tarafından
indirim konusu yapılan katma değer vergilerinin azaltılması üzerine dava
açıldığının anlaşıldığı, olayda davacı şirket ile ... Finans A.Ş. ve ... Marina
Ltd. Şti. arasındaki ilişkinin ve bu kapsamda yapılan ödemelerin finansal
kiralama kapsamında değerlendirilebilmesi için, finansal kiralama sözleşmesinin
imzalandığı tarih itibarıyla finansal kiralama şirketi tarafından sözleşmeye
konu yat limanı ve deniz yapılarının satın alınmak veya bir başka şekilde temin
edilmek suretiyle sözleşme tarihi itibarıyla davacı şirkete teslimi gerektiği,
halbuki sözleşmenin imzalandığı tarih itibarıyla bir teslim bulunmadığı gibi
satıcı firmaya yapılan ödemelerin de işveren ve kiracı konumunda olan davacı
şirketin yönetim kurulu başkanına aktarılmış bulunması ödemelerin bu kişi
tarafından teslimler gerçekleştikçe yapılması göz önüne alındığında işin
mahiyetinin yaptırılacak inşaat ve tesislerin finansmanına yönelik bir
kredilendirme ilişkisi olduğu sonucuna ulaşıldığı, bu durumda, ortada katma
değer vergisine tabi teslim ve hizmetler kapsamında yapılmış bir finansal
kiralama işlemi bulunmadığından düzenlenen faturalara ait katma değer vergisinin
indirim konusu yapılmasına yasal olanak bulunmadığı ve bu faturalara ilişkin katma değer
vergisi indirimlerinin reddinde isabetsizlik görülmediği gerekçesiyle reddeden
İstanbul 2. Vergi Mahkemesinin 10.5.2005 tarih ve E:2005/93, K:2005/794 sayılı
kararının; finansal kiralama sözleşmesinin yasaya uygun olduğu ve indirimlerin
usulüne uygun yapıldığı ileri sürülerek bozulması
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Temyiz
isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Savcısı Buket Oral'ın
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
Tetkik Hakimi Aydemir Saydan'ın
Düşüncesi : Olayda, sözleşme tarihinden sonra finansal kiralama sözleşmesine
konu yat limanı ve deniz yapılarının teslim edildiği ve 3226 sayılı Finansal
Kiralama Kanununda da finansal kiralamaya konu malın sözleşme tarihi itibarıyla
tesliminin zorunlu olduğu yolunda bir düzenleme bulunmadığından işin özelliği ve
niteliği dikkate alındığında finansal kiralama sözleşmesinde Kanuna aykırı bir
durum görülmediğinden yazılı gerekçe ile davayı reddeden vergi mahkemesi
kararının bozulması gerekeceği düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Dokuzuncu Dairesince işin gereği
görüşüldü:
Duruşma istemi 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 17/2. maddesi
uyarınca yerinde görülmeyerek işin esasına geçildi;
Uyuşmazlıkta, yükümlü şirketin işlemlerinin finansal kiralama sözleşmesi
yönünden incelenmesi sonucu düzenlenen vergi inceleme raporuna dayanılarak tesis
edilen katma değer vergisi indirimlerinin azaltılmasına ilişkin işlemin ve
düzenlenen düzeltme fişlerinin iptali istemiyle açılan davayı reddeden vergi
mahkemesi kararının bozulması istenilmektedir.
3226 sayılı Finansal Kiralama Kanununun 1. maddesinde, Kanunun amacının
finansman sağlamaya yönelik kiralamayı düzenlemek olduğu belirtilmiş, 4.
maddesinde de sözleşmenin; kiralayanın, kiracının talebi ve seçimi üzerine
üçüncü kişiden satın aldığı veya başka suretle temin ettiği bir malın
zilliyetliğinin, her türlü faydayı sağlamak üzere ve belli bir süre
feshedilmemek şartı ile kira bedeli karşılığında kiracıya bırakmasını öngören
bir sözleşme olduğu, 5. maddesinde ise, sözleşmeye taşınır veya taşınmaz
malların konu olabileceği, patent gibi fikri ve sınai hakların bu sözleşmeye
konu olamayacağı hükme bağlanmıştır.
Anılan yasal düzenlemelerde, finansal kiralama sözleşmelerinin kapsamı ve
niteliği düzenlenmiş ve sözleşmeye konu taşınır veya taşınmaz malların sözleşme
tarihi itibarıyla teslimi gerekip gerekmediği veya mevcut olup olmadığı
konularında bir düzenlemeye yer verilmemiştir.
Vergi inceleme elemanınca, sözleşme tarihi itibarıyla finansal kiralama
sözleşmesine konu yat limanı ve deniz yapılarının mevcut olmadığı ve bu tarih
itibarıyla teslim edilmediği gibi sözkonusu yapıların inşaat aşamasında
sözleşmede öngörülen bedelin Finansal Kiralama Şirketi tarafından bedelin bir
kısmının avans olarak müteahhit firmaya verilmesi kalan kısmın yükümlü şirketin
yönetim kurulu başkanına aktarılması ile sözkonusu yapıların teslimi üzerine
bedelinin kısım kısım müteahhit firmaya ödenmesi öngörüldüğünden bu tip bir
ödeme şeklinin finansal kiralama sözleşmesine uygun olmadığı ve inşaatın
finansmanına yönelik olduğu kabul edilmiş ise de, 3226 sayılı Kanunda,
sözleşmenin imzalandığı tarihte sözleşmeye konu malın tesliminin gerçekleşeceği
yolunda bir hüküm bulunmadığı gibi inşa edilerek sonradan teslimini engelleyici
bir düzenlemede bulunmamaktadır.
Öte yandan, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 10. maddesi
uyarınca mal ve hizmet tesliminden önce fatura düzenlenmesi halinde fatura
düzenlenen kısım için vergi doğuran olayın meydana geldiği belirtilmiş olup,
peşin fatura düzenlenmesinde de vergi kanunlarına aykırı bir durum
bulunmamaktadır.
Kaldı ki, fatura içeriği malların öngörülen sürelerde teslim edildiği ve
bu faturalara ilişkin vergisel yükümlülüklerinde yerine getirildiği
ihtilafsızdır.
Fatura bedellerinin ödenme şekline gelince, finansman şirketi olan ...
Finans A.Ş.'nin sözkonusu yapıları satın alma ve başka bir surette edinmesi
mümkün olup, adı geçen firma tarafından sözleşmeye konu yapıların müteahhit
firmaya inşa ettirilmesi ve bu esnada yapı inşaat bedelinin bir kısmının
sözkonusu yapıları kiracı olan yükümlü şirketin yönetim kurulu başkanına
aktarmak suretiyle inşası biten kısımların kiralayan adına bedellerinin kısım
kısım ödenerek devr alınmasında da hukuka aykırı bir durum
görülmemiştir.
Bu durumda sözkonusu finansal kiralama sözleşmesinde ve buna dayanılarak
yapılan işlemlerde yasal düzenlemelere aykırı bir husus bulunmadığından yazılı
gerekçe ile davayı reddeden Vergi Mahkemesi kararında isabet
görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, temyiz istemlerinin kabulüne, İstanbul 2. Vergi
Mahkemesinin 10.5.2005 tarih ve E:2005/93, K:2005/794 sayılı kararının
bozulmasına 20.4.2006 tarihinde oyçokluğu ile karar
verildi.
K
A R Ş I O Y
Temyiz konusu vergi mahkemesi kararı, usul ve hukuka uygun olup ileri
sürülen temyiz sebepleri bozulmasını sağlayacak nitelikte bulunmadığından temyiz
isteminin reddi gerekeceği oyu ile Dairemiz kararın
katılmıyorum
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Dokuzuncu
Daire
Esas No : 2005/903
Karar
No :
2006/4001
Özeti
: Hurda
metal alımlarına katma değer vergisinden istisna tutarı 5035 sayılı Kanunun
yürürlüğünden önce tevkif yoluyla hurda metal alımları sırasında ödenen katma
değer vergisinin, yasanın yürürlük tarihi olan 1.1.2004'ten sonra ihraç edilmesi
nedeniyle iadesinin gerektiği hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan :
Dış Ticaret Vergi Dairesi Müdürlüğü
Karşı Taraf : … Paslanmaz
Çelik Geri Dönüşüm Tesisleri San. Tic. A.Ş
İstemin Özeti : Yükümlü
şirketin ihtirazi kayıtla verdiği düzeltme beyannamesi üzerine katma değer
vergisi iadesinin yapılmaması işleminin iptali istemiyle açılan davayı; dosyanın
incelenmesinden davacı şirketin 31.12.2003 tarihine kadar yaptığı hurda metal
alımlarına ilişkin olarak tevkif yoluyla ödediği ancak 1.1.2004 tarihinden sonra
ihraç ederek iadesi istediği katma değer vergisinin, 1.1.2004 tarihinden
itibaren yürürlüğe giren 5035 sayılı Yasa uyarınca hurda metal alımlarının katma
değer vergisinden istisna edildiği, buna göre bu tarihten sonra yapılacak hurda
metal ihracatları nedeniyle katma değer vergisi iadesine hak kazanılamayacağı,
nitekim 5035 sayılı Yasanın geçici 20/2. maddesinde bu Kanunun yayımı tarihine
kadar gerçekleşen işlemlere ilişkin olarak yüklenilen katma değer vergisinin
3065 sayılı Yasanın 32. maddesi uyarınca iadesinin yapılacağının öngörüldüğü,
gerekçesiyle iade edilmemesi üzerine bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı,
ancak 5035 sayılı Yasanın geçici 20/2. maddesinde öngörülen gerçekleşen işlemler
ifadesinden yapılan ihracatların değil, emtia alımı sırasında tevkif suretiyle,
yapılan katma değer vergisi ödenmesinin anlaşılması gerektiği, zira 31.12.2003
tarihine kadar yapılan ihracatları nedeniyle katma değer vergisi iadesi
yapılmasının zaten mümkün olduğu, aksi halde katma değer vergisinin genel
ilkelerine ve mantığına aykırı şekilde yükümlülerin ek mali külfet ile karşı
karşıya kalmalarının söz konusu olacağı bu durumda 31.12.2003 tarihli bilançoda
stok olarak bulunan hurda metal alımları nedeniyle tevkif suretiyle ödenen katma
değer vergisinin söz konusu emtianın 1.1.2004 tarihinden sonra ihraç edilmesi
nedeniyle istenilen katma değer vergisi iadesinin reddinde isabet bulunmadığı
gerekçesiyle kabul eden İstanbul 4. Vergi Mahkemesinin 7.1.2005 tarih ve
E:2004/1112, K:2005/37 sayılı kararının; 5035 sayılı Yasa ile 1.1.2004
tarihinden itibaren hurda metal alım satımının katma değer vergisinden istisna
edildiği ve bu işlemler nedeniyle katma değer vergisi iadesinin de söz konusu
olamayacağı, ödenen katma değer vergisinin maliyet unsuru olarak kabul edilmesi
gerektiği ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Yasal
dayanaktan yoksun olan temyiz isteminin reddi gerektiği
savunulmaktadır.
Danıştay Savcısı Zerrin Güngör'ün
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
Tetkik Hakimi İhsan Saçmalı'nın
Düşüncesi : İleri sürülen iddialar usule ve hukuka uygun Vergi Mahkemesi
kararının bozulmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığından temyiz isteminin
reddi gerekeceği düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Dokuzuncu Dairesince işin gereği
görüşüldü:
Dayandığı hukuki ve kanuni nedenlerle gerekçesi yukarıda açıklanan Vergi
Mahkemesi kararı, aynı gerekçe ve nedenlerle Dairemizce de uygun görülmüş olup,
temyiz istemine ilişkin dilekçede ileri sürülen iddialar, sözü geçen kararın
bozulmasını sağlayacak durumda bulunmadığından, temyiz isteminin reddine ve
kararın onanmasına 19.10.2006
tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Dokuzuncu
Daire
Esas No : 2005/622
Karar
No :
2006/3714
Özeti
: 3065
sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun geçici 15. maddesi uyarınca, bu kanunun
yayımlandığı tarihten önce bina inşaat ruhsatı alınmış olan inşaatlara ilişkin
olarak, konut yapı kooperatifine yapılan inşaat taahhüt işlerinin istisna
kapsamında bulunduğu hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan
: Korkuteli Vergi Dairesi
Müdürlüğü
Karşı Taraf
:
…
İstemin Özeti: Marangozluk yapan davacının, inşaat ruhsatı olmayan konut yapı kooperatifine düzenlediği faturalarda katma değer
vergisi hesaplamadığından bahisle 1999/Haziran, Aralık, 2000/Aralık,
2001/Haziran, Ağustos, Eylül, Aralık dönemleri için re'sen tarh edilen vergi
ziyaı cezalı katma değer vergisinin kaldırılması istemiyle açılan davayı; 3065
sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 1.1.1998 tarihinden geçerli olmak üzere
29.7.1998 tarihinden itibaren yürürlüğe giren geçici 15. maddesinde, bu Kanunun
yayımlandığı tarihten önce bina inşaat ruhsatı alınmış olan inşaatlara ilişkin
olarak; konut yapı kooperatiflerine yapılan inşaat taahhüt işleri ile sadece
150m²yi aşmayan konutlara münhasır olmak üzere kanunla kurulmuş sosyal güvenlik
kuruluşları ve belediyelere yapılan inşaat taahhüt işlerinin katma değer
vergisinden müstesna olduğunun belirtildiği, olayda, arsa sahipleri ile … Yapı
Konut Kooperatifi arasında 27.1.1995 tarihinde kat karşılığı inşaat sözleşmesi
imzalandığı, inşaat ruhsatlarının 13.12.1995 ve 25.7.1996 tarihli olduğu,
ruhsatlarda yapı sahibinin adı bölümünde arsa sahiplerinin isimleri ile
kooperatif başkanının isminin yazdığı, yapı müteahhidinin adı bölümünde ise …
Yapı Konut Kooperatifi adının yazdığının tespit edildiği, yukarıda anılan
Kanunun ilgili hükmü ile bu Kanunun yayımlandığı tarihten önce bina inşaat
ruhsatı alınmış olan inşaatlara ilişkin olarak konut yapı kooperatifine yapılan
inşaat taahhüt işlerinin istisna kapsamında bulunduğu kuralının getirildiği,
inşaat ruhsatının konut yapı kooperatifi adına alınmasının koşullar arasında
sayılmadığı, istisnadan yararlanabilmek için, Kanunun yayımı tarihinden önce
inşaata ruhsat alınmasının icap ettiği, olayda da, inşaat ruhsatlarının Kanunun
yayımı tarihinden önce 13.12.1995 ve 25.7.1996 tarihlerinde alındığı, bu nedenle
yapılan cezalı tarhiyatta isabet görülmediği gerekçesiyle kabul eden Antalya
Vergi Mahkemesinin 21.10.2004 tarih ve E:2004/542, K:2004/955 sayılı kararının;
katma değer vergisi hesaplanmaması için inşaat ruhsatının kooperatif adına
alınmasının icap ettiği, Katma Değer Vergisi Kanununun geçici 15.maddesinin sadece konut yapı
kooperatifleri için getirildiği ileri sürülerek bozulması
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Temyiz
isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Savcısı Yakup Kaya'nın
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
Tetkik Hakimi Güneş Kurtoğlu
Karacık'ın Düşüncesi : İleri sürülen iddialar usule ve hukuka uygun Vergi
Mahkemesi kararının bozulmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığından, temyiz
isteminin reddi gerekeceği düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Dokuzuncu Dairesince işin gereği
görüşüldü:
Dayandığı hukuki ve kanuni nedenlerle gerekçesi yukarıda açıklanan Vergi
Mahkemesi kararı, aynı gerekçe ve nedenlerle Dairemizce de uygun görülmüş olup,
temyiz istemine ilişkin dilekçede ileri sürülen iddialar, sözü geçen kararın
bozulmasını sağlayacak durumda bulunmadığından, temyiz isteminin reddine ve
kararın onanmasına 10.10.2006 tarihinde oybirliği ile karar
verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Dokuzuncu
Daire
Esas No : 2005/1639
Karar
No :
2006/3559
Özeti
: Kendi
iade alacağının kendi borçlarına mahsubunu isteyen davacı şirketin, mahsubunu
istediği yılda sahte ve muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge düzenleyip
kullandığı hususunda herhangi bir tespit yapılmadığından, mahsup talebinin
reddinde isabet bulunmadığı hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan : … Malzemeleri Sanayi
ve Ticaret A. Ş.
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf :
Hasan Tahsin Vergi Dairesi Müdürlüğü
İstemin Özeti: Davacı şirketin, 1998 yılına ait mahsup
talebine cevap verilmemesi nedeniyle yapılan başvurunun yerine getirilmemesi
işlemine karşı açılan davayı;
olayda, davacı şirketin 1998/Mayıs ve Kasım dönemlerinde alıp ihraç ettiği
emtialar için yüklendiği ve indirim konusu yapamadığı katma değer vergileri için
iade talebinde bulunduğu, bu talebinin sahte ve muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı
belge kullandığı ve düzenlediği yönünde inceleme raporları tanzim edildiğinden
bahisle yerine getirilmediğinin anlaşıldığı, dosyanın incelenmesinden, davacı
şirketin 1996/Kasım-Aralık ve 1997/Ocak, Nisan dönemlerine ait hesaplarının
incelenmesi sonucu düzenlenen inceleme raporları ile davacı şirketin … ve …'in
yasal veya gizli ortağı olduğu şirketlerle ilgili irtibatının bulunduğu,
1995-1998 yılları arasında holding görüntüsü altında çalışan … firmasıyla
organizasyon halinde olduğu, … firması bünyesindeki ihracatçı şirketlere sahte
fatura düzenleme ve fiktif ihracat işlemleri yapma hizmeti verdiği tespit
edildiğinden, mahsup işleminin yerine getirilmemesinde isabetsizlik görülmediği
gerekçesiyle reddeden İzmir 1.Vergi Mahkemesinin 10.2.2005 tarih ve E:2003/453,
K:2005/124 sayılı kararının; mahsup talebinde bulunulan 1998 yılı için
haklarında düzenlenmiş herhangi bir raporun bulunmadığı, mahsup taleplerine
davalı idarece olumlu ya da olumsuz bir cevap verilmediği ileri sürülerek
bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma verilmemiştir.
Danıştay Savcısı Yakup Kaya'nın
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
Tetkik Hakimi Güneş Kurtoğlu
Karacık'ın Düşüncesi : Kendi iade alacağının kendi borçlarına mahsubunu
isteyen davacı şirketin, 1998 yılında sahte ve muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı
belge düzenleyip kullandığı hususunda herhangi bir tespit yapılmadığından,bu
yıla ilişkin mahsup talebinin reddinde
isabet bulunmadığından,
Vergi Mahkemesi kararının bozulması gerektiği
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Dokuzuncu Dairesince işin gereği
görüşüldü:
Dosyanın incelenmesinden, davacı şirketin 1998/Mayıs ve Kasım
dönemlerinde aynen alıp ihraç ettiği emtialar için yüklendiği ve indirim konusu
yapamadığı katma değer vergileri için iade talebinde bulunduğu, bu talebinin
yerine getirilmemesi üzerine 16.4.2003 tarihinde mahsup talebiyle idareye başvurduğu, bu başvurusuna
süresinde cevap verilmemesi nedeniyle de iş bu davayı açtığı, davalı idarenin
Mahkemeye sunduğu savunma dilekçesinde davacı şirketin 1996/Kasım-Aralık ve
1997/Ocak-Nisan dönemlerine ilişkin hesaplarının incelenmesi sonucu düzenlenen
vergi inceleme raporları ile sahte ve muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge
kullandığı ve düzenlediği hususların tespiti üzerine mahsup talebinin yerine
getirilmediğinin belirtildiği anlaşılmıştır.
3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 11/1-a maddesinde, ihracat
teslimleri ve bu teslimlere ilişkin hizmetler ile yurt dışındaki müşteriler için
yapılan hizmetlerin katma değer vergisinden müstesna olduğu, ihraç edilen mal ve
hizmetlerin meydana getirilmesi ile ilgili her türlü mal ve hizmet alımları
dolayısıyla yüklenilen katma değer vergisinin, ihracat teslimlerinin yapıldığı
ve hizmetin ifa edildiği vergilendirme döneminde yapılan vergiye tabi işlemler
üzerinden hesaplanacak katma değer vergisinden indirileceği hükme
bağlanmıştır.
3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 32. maddesinde, ihraç kaydıyla teslim edilen
emtianın bünyesine giren katma
değer vergisinin, yükümlülerin vergiye tabi işlemleri üzerinden hesaplanacak katma değer vergisinden indirileceği, vergiye
tabi işlemlerin mevcut olmaması
veya hesaplanan verginin indirilecek vergiden az olması hallerinde, indirilemeyen verginin Maliye ve
Gümrük Bakanlığınca tespit edilecek esaslara göre bu işlemleri yapanlara
iade olunacağı hükme bağlanmıştır. Bu maddenin verdiği yetkiye dayanılarak
yayımlanan ve olay tarihinde yürürlükte olan 28 nolu Katma Değer Vergisi Genel
Tebliğinde; ihracatçıların ve ihraç kaydıyla mal teslim edenlerin lehlerine
doğacak katma değer vergisi iadelerinin, kendilerinin veya kendilerine mal veya hizmet satanların vergi borçlarına mahsubunu
talep edebilecekleri, mahsup taleplerinin inceleme raporu ve teminat aranmaksızın, istenilen belgelerin
ibrazı şartıyla yerine getirileceği, sahte veya muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı
belge düzenlediği veya kullandığı inceleme raporuyla tespit edilmiş
mükelleflerin iade ve mahsup taleplerinin ise verecekleri teminat karşılığında
yerine getirileceği belirtilmiş, 39, 81 ve 84 nolu Genel Tebliğlerde de bu
konuya yer verilmiştir.
Bu düzenlemelerden, katma değer vergisi iade alacağının hak sahibi
mükelleflerin kendi borçlarına mahsubunun talep edilmesi halinde mahsup
talebinde bulunulduğu dönemde sahte ve muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge
düzenlediği veya kullandığı inceleme raporuyla tespit edilen mükellefler hariç
bu talebin miktarına bakılmaksızın inceleme raporu ve teminat aranılmadan yerine
getirileceği, aksi durumda ise, iade ve mahsup taleplerinin teminat karşılığında
yerine getirileceği sonucu çıkmaktadır.
Olayda, davacı şirketin 1998/Mayıs, Kasım dönemlerinde kendi iade
alacağının kendi vergi borçlarına mahsup edilmesine ilişkin talebinin yerine
getirilmemesine bu şirket hakkında 1996 ve 1997 yıllarında sahte ve muhteviyatı
itibariyle yanıltıcı fatura düzenleme ve kullanmaktan dolayı düzenlenen vergi
inceleme raporlarının bulunmasının gerekçe gösterildiği, ancak bunun dışında
mahsup talebinde bulunulan 1998 yılına ilişkin olarak herhangi bir iddia ileri
sürülmediği görülmüş olup, sözkonusu dönemde katma değer vergisi iade alacağının
olduğu hususunda ihtilaf bulunmayan davacı şirketin, 1998 yılında sahte ve
muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge düzenlediği veya kullandığı hususu
inceleme raporu ile tespit edimediğinden ve davacı şirketin 1996 ile 1997
yıllarında sahte fatura düzenleyip kullandığı yönünde düzenlenen raporlar, bu
şirketin 1998 yılında da sahte fatura düzenleyip kullandığını
göstermeyeceğinden, ilgili Genel Tebliğ hükmüne uyulmadan davacı şirketin mahsup
talebinin yerine getirilmemesinde isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulüne, İzmir 1. Vergi
Mahkemesinin 10.2.2005 tarih ve E:2003/453, K:2005/124 sayılı kararının
bozulmasına 3.10.2006 tarihinde oybirliği ile karar
verildi
VERGİ
USULÜ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Dokuzuncu
Daire
Esas No : 2003/856
Karar
No :
2006/3972
Özeti
: Anonim
şirketin vergi borçlarından dolayı düzenlenen ihbarnamelerin, şirketin yönetim
kurulu üyesinin özel vekaletname ile kendisine vekil tayin ettiği kişiye
tebliğinin, hukuka uygun olmadığı hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan : … Tekstil Sanayi
ve Ticaret A.Ş.
Karşı Taraf :
Güngören Vergi Dairesi Müdürlüğü
İstemin Özeti : Katma değer
vergisi, ağır kusur ve özel usulsüzlük
cezası ile gecikme faizinin tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emirlerinin
iptali istemiyle açılan davayı; dava dosyasının incelenmesinden, davacı şirket
adına tarh edilen katma değer vergileri ile kesilen ağır kusur ve özel
usulsüzlük cezalarına ilişkin ihbarnameler yönetim kurulunda münferit imza
yetkilisi ...'in vekili ...'e memur eliyle 14.12.2000 tarihinde tebliğ edilmiş,
tebliğ edilen ihbarnamelere karşı dava açılmadığı ve herhangi bir mercie
başvurulmadığının anlaşılması üzerine usulüne uygun olarak kesinleşen ve
vadesinde ödenmeyen kamu alacağının tahsili amacıyla düzenlenen dava konusu
ödeme emirlerinde isabetsizlik görülmediği gerekçesiyle reddeden İstanbul 6.
Vergi Mahkemesinin 17.12.2002 tarih ve E:2002/632, K:2002/2469 sayılı kararının;
1998 yılından itibaren ...'in şirketle herhangi bir hukuki bağının kalmadığı, bu
şahsın ...'e şirketi temsile yönelik bir vekaletname vermediği ileri sürülerek
bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Yasal
dayanaktan yoksun olan temyiz isteminin reddi gerektiği
savunulmaktadır.
Danıştay Savcısı Zerrin Güngör'ün
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
Tetkik Hakimi Ömer Faruk Ateş'in
Düşüncesi : İleri sürülen iddialar usule ve hukuka uygun Vergi Mahkemesi
kararının bozulmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığından temyiz isteminin
reddi gerekeceği düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Dokuzuncu Dairesince işin gereği
görüşüldü:
İstem; yükümlü şirket adına düzenlenen ödeme emirlerine karşı açılan
davayı reddeden Vergi Mahkemesi kararının
temyizen incelenerek bozulmasına ilişkindir.
213 sayılı Vergi Usul Kanununun "Tebliğ Esasları" başlıklı 93.
maddesinde, tahakkuk fişinden gayri, vergilendirme ile ilgili olup, hüküm ifade
eden bilumum vesikaların ve yazıların adresleri bilinen gerçek ve tüzel kişilere
posta vasıtasıyla ilmühaberli taahhütlü olarak, adresleri bilinmeyenlere ilan
yolu ile tebliğ edileceği, aynı Kanunun "Tebliğ Evrakının Teslimi" başlıklı 102.
maddesinde de, muhatabın zarf üzerinde yazılı adresini değiştirmesinden dolayı
bulunamamış olması halinde posta memurunun durumu zarf üzerine yazacağı ve
mektubun posta idaresince derhal tebliği yaptıran daireye geri gönderileceği,
muhatabın geçici olarak başka bir yere gittiği, bilinen adresinde bulunanlar
veya komşuları tarafından bildirildiği takdirde keyfiyet ve beyanda bulunanın
kimliğinin tebliğ alındısına yazılarak altının beyanı yapana imzalattırılacağı,
imzadan imtina ederse tebliği yapanın bu ciheti şerh ve imza ederek tebliğ
edilemeyen evrakın çıkaran mercie iade olunacağı, bunun üzerine tebliği çıkaran
mercii tarafından tayin olunacak münasip bir süre sonra yeniden tebliğe
çıkarılacağı, ikinci defa çıkarılan tebliğ evrakı da aynı sebeple tebliğ
edilemeyerek iade olunursa tebliğin ilan yoluyla yapılacağı ve son fıkrasında
da, yukarıdaki fıkralarda yazılı işlemlerin komşularından bir kişi veya muhtar
veya ihtiyar heyeti üyelerinden veyahut bir zabıta memuru huzurunda icra ve
keyfiyeti taahhüt ilmuhaberine
yazılarak tarih ve imza vazedilmek ve hazır bulunanlara da imzalattırmak
suretiyle tesbit olunacağı hükmü yer almıştır.
Olayda davacı şirket adına inceleme raporuna istinaden yapılan cezalı
tarhiyata ilişkin ihbarnameler davacı şirketin yönetim kurulu üyesi ...'in
vekili ...'e tebliğ edilerek bu şekilde kesinleşen kamu alacağının tahsili
amacıyla dava konusu ödeme emirlerinin düzenlendiği anlaşılmakta ise de,
Şanlıurfa 2. Noterliğinde düzenlenen 12.12.2000 tarih ve 26987 nolu
vekaletnamenin incelenmesinden davacı şirketin yönetim kurulu üyesi ...'in ...'e verdiği vekaletnamenin bu şahsın
şahsi işlerinin yürütülmesi amacıyla verilen özel vekaletname niteliğinde olduğu
anlaşılmaktadır. Bu nedenle davacı şirket yönetim kurulu üyesinin şahsi işleri
nedeniyle vekaletname verdiği kişiye ihbarnamelerin tebliği suretiyle kamu
alacağının kesinleştiğinden bahisle düzenlenen anonim şirkete ait dava konusu
ödeme emirlerinde isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulüne İstanbul 6. Vergi
Mahkemesinin 17.12.2002 tarih ve E:2002/632, K:2002/2469 sayılı kararının
bozulmasına 17.10.2006 tarihinde oybirliği ile karar
verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Dokuzuncu
Daire
Esas No : 2005/679
Karar
No :
2006/3400
Özeti
: Araba
kiralama faaliyeti ile uğraşan davacı şirketin, aktifinde bulunan iki adet aracı
oto kiralama faaliyetinde kullanmaması halinde, bu otomobillerin alış
faturalarında gösterilen katma değer vergisinin indirim konusu yapılamayacağı
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan: …
Yaş Sebze Meyve İthalat İhracat Endüstri ve Ticaret Ltd.
Şti.
Karşı Taraf : Kurumlar Vergisi Dairesi Başkanlığı
İstemin Özeti : 2002/Nisan-Temmuz, Aralık dönemleri için
ikmalen tarh edilen vergi ziyaı cezalı katma değer vergisinin kaldırılması
istemiyle açılan davayı; 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 29.
maddesinde, mükelleflerin, yaptıkları vergiye tabi işlemler üzerinden hesaplanan
katma değer vergisinden, bu Kanunda aksine
hüküm olmadıkça, faaliyetlerine ilişkin olarak indirebilecekleri vergiler
sayılmış, aynı Kanunun 30. maddesinin (b) fıkrasında da; faaliyetleri kısmen
veya tamamen binek otomobillerin kiralanması veya çeşitli şekillerde işletilmesi
olanların bu amaçla kullandıkları hariç olmak üzere işletmelere ait binek
otomobillerinin alış vesikalarında
gösterilen katma değer vergisinin mükellefin vergiye tabi işlemleri
üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden indirilemeyeceğinin hükme
bağlandığı, dosyanın incelenmesinden, araba kiralama faaliyeti ile uğraşan
davacı şirketin, aktifinde bulunan iki adet aracın oto kiralama faaliyetlerinde
kullanılmadığının tespiti üzerine, otomobillerin alış faturalarında gösterilen
katma değer vergilerinin indirim konusu yapılamayacağı gerekçesiyle dava konusu
cezalı tarhiyatın yapıldığının anlaşıldığı, olayda sözkonusu otomobillerin şirket aktifinde
kayıtlı bulunduğu süre içinde kiralandığına ilişkin olarak herhangi bir fatura
bulunmadığından, kiralama faaliyetleri için düzenlenen faturaların farklı
plakalı araçlara ait olduğu tespit edildiğinden ve şirket yetkilisi de bu iki
aracın şirket ihtiyaçlarında kullanıldığını ifade ettiğinden, oto kiralama
faaliyetinde kullanılmayan araçlara ilişkin faturalarda yer alan katma değer
vergisinin indiriminin kabul edilmemesinde isabetsizlik görülmediği gerekçesiyle
reddeden Antalya Vergi Mahkemesinin 22.9.2004 tarih ve E:2004/117, K:2004/738
sayılı kararının; araçların kiralamak için satın alındığı, aktifte bulundukları
sürece kiralanmamış olmalarının, bu araçların başka amaçlar için alındığını
göstermeyeceği, zaman zaman şirketin diğer faaliyetlerinde kullanılmalarının
olayın niteliğini değiştirmeyeceği ileri sürülerek bozulması
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Temyiz isteminin reddi gerektiği
savunulmaktadır.
Danıştay Savcısı Buket Oral'ın
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
Tetkik Hakimi Güneş Kurtoğlu
Karacık'ın Düşüncesi : Vergi Usul Kanununun 344'üncü maddesinin 2'nci
fıkrası uyarınca tarhiyata uygulanan vergi ziyaı cezasının hesabında gecikme
faizinin dikkate alınmasına ilişkin kuralın Anayasa Mahkemesince iptali
karşısında vergi ziyaı cezası hakkında yeniden karar verilmesi gerektiğinden
temyiz isteminin kısmen kabulü ile kararın bu yönden bozulması gerektiği
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Dokuzuncu Dairesince işin gereği
görüşüldü:
Davacı tarafından verilen temyiz dilekçesinde, Vergi Mahkemesi kararının
katma değer vergisine ilişkin hüküm fıkrası yönünden, ileri sürülen iddialar
kararın bozulmasını sağlayacak nitelikte görülmemiştir.
Davacının Vergi Mahkemesi kararının kesilen bir kat tutarlı vergi ziyaı
cezasına ilişkin hüküm fıkrasına yönelik temyiz istemine gelince;
Vergi Usul Kanununun olay tarihinde yürürlükte olan 4369 sayılı Kanunla
değişik 344 üncü maddesinin birinci fıkrasında, vergi ziyaı suçu; mükellef ve
sorumlu tarafından 341 inci maddede yazılı hallerle vergi ziyaına sebebiyet
verilmesi olarak tanımlanmış, maddenin ikinci fıkrasında ise; vergi ziyaı suçu
işleyenlere vergi ziyaı cezası kesileceği ve bu cezanın, ziyaa uğratılan
verginin bir katına, bu verginin kendi kanununda belirtilen normal vade
tarihinden cezaya ilişkin ihbarnamenin düzenlendiği tarihe kadar geçen süre
için, 213 sayılı Kanunun 112 nci maddesine göre ziyaa uğratılan vergi tutarı
üzerinden hesaplanan gecikme faizinin yarısının eklenmesi suretiyle bulunacağı
kurala bağlanmıştır.
Görülmekte olan bir dava sırasında vergi mahkemesince sözü edilen 2 nci
fıkranın Anayasaya aykırılığı iddiasıyla iptali için başvurulması üzerine
Anayasa Mahkemesinin 20.10.2005 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan 6.1.2005
günlü ve E:2001/3, K:2005/4 sayılı kararıyla; vergi ziyaı cezasının, vergi,
resim, harç ve benzeri mali yükümlülük karakteri taşımayan, ancak vergi ziyaı
suçu işleyenlere öngörülen bir yaptırım olduğu, bu durum gözetildiğinde, cezanın
hesaplanmasında esas alınacak olan oranların yasayla belirlenmesi gerektiğinin
kuşkusuz olduğu; kuralda, ziyaa uğratılan verginin bir katına eklenecek olan
cezanın hesaplanmasında esas alınacak olan gecikme zammı oranının Bakanlar
Kurulu tarafından ne zaman belirleneceğinin bilinmemesi ve bu durumun sonuçta
öngörülecek ceza miktarında belirsizliğe yol açacak olmasının, Anayasa'nın 38
inci maddesinde sözü edilen "ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak
kanunla konulur" ve 2 nci maddesindeki, "hukuk devleti" ilkelerine aykırılık
oluşturduğu sonucuna varılarak Vergi Usul Kanununun 344 üncü maddesinin 2 nci
fıkrasında yer alan "... bu ceza ziyaa uğratılan verginin bir katına, bu
verginin kendi kanununda belirtilen normal vade tarihinden cezaya ilişkin
ihbarnamenin düzenlendiği tarihe kadar geçen süre için, bu Kanunun 112 nci
maddesine göre ziyaa uğratılan vergi
tutarı üzerinden hesaplanan gecikme faizinin yarısının eklenmesi
suretiyle bulunur" bölümünün iptaline ve iptal hükmünün doğuracağı hukuksal
boşluk kamu yararını ihlal edici nitelikte görüldüğünden, Anayasanın 153 üncü
maddesi ile 2949 sayılı Kanunun 53 üncü maddesi gereğince, iptal hükmünün
kararın Resmi Gazete'de yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe
girmesine karar verilmiştir.
Anayasa Mahkemesi iptal kararının gerekçesi incelendiğinde, vergi ziyaı
cezası konusunda Anayasaya aykırı bulunan hususun, vergi ziyaına yol açan
eylemlerin vergi ziyaı cezası ile cezalandırılmasına ilişkin yasal düzenleme
olmayıp, cezanın miktarı hesaplanırken ziyaa uğratılan vergi üzerinden
hesaplanan gecikme faizinin, maddenin dolaylı olarak 6183 sayılı Kanuna yaptığı
atıf nedeniyle Bakanlar Kurulunca ne zaman belirleneceği belli olmayan gecikme
zammı oranlarına göre saptanması hususu olduğu anlaşılmaktadır. Yüksek Mahkeme,
ayrıca iptal hükmünün doğuracağı hukuksal boşluğun kamu yararını ihlal edici
nitelikte görülmesi nedeniyle iptal kararının Resmi Gazete'de yayımlanmasından
altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar vererek yasama organına saptadığı
gerekçeye uygun biçimde düzenleme yapması olanağını
sağlamıştır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi kararıyla belirlenen süre dolmadan 8.4.2006
tarih ve 26133 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 5479 sayılı Kanunla, iptal
edilen hükmün yaratacağı hukuki boşluğu doldurmak üzere 344 üncü maddenin 2 nci
fıkrası değiştirilerek vergi ziyaı suçu işleyenlere, ziyaa uğrattıkları verginin
bir katı tutarında vergi ziyaı cezası kesileceği öngörülmüş, öte yandan, anılan
Kanunun 13 üncü maddesiyle de 213 sayılı Vergi Usul Kanununa eklenen geçici 27
nci madde ile 1.1.2006 tarihinden önceki dönemlere ilişkin olarak bu tarihten
sonra ortaya çıkan ve vergi ziyaı cezası kesilmesini gerektiren fiiller için
idarece tesis edilecek işlemler yönünden, ziyaa uğratılan verginin bir katı
tutarında vergi ziyaı cezası kesileceği yolunda hüküm getirilmiştir. Böylece
Anayasa Mahkemesince verilen kararın gerekçesine ve amacına uygun bir düzenleme
yapılmıştır.
Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararı ve yapılan yasal düzenlemeler
birlikte değerlendirildiğinde; görülmekte olan uyuşmazlıkta, Anayasaya
aykırılığı saptanmış olan kurala göre hüküm kurulması, Anayasanın üstünlüğü ve
hukuk devleti ilkesine aykırı olup, yüksek mahkemenin kararında, vergi ziyaı
cezasının hesaplanış biçimi yönünden kurduğu gerekçe ile kamu yararının
korunması yönünden belirttiği gerekçe göz önüne alınarak olayın niteliğine göre
cezanın ziyaa uğratılan verginin sadece bir katı veya üç katı oranında
uygulanması, diğer bir ifade ile cezanın, ziyaa uğratılan vergi tutarına,
üzerinden hesaplanan gecikme faizinin yarısının eklenmemesi suretiyle
hesaplanması hukuka uygun olacaktır.
Yapılan tüm bu açıklamalar karşısında, Vergi Mahkemesince, oluşan bu yeni
hukuki duruma göre yukarıda belirtilen gerekçemiz doğrultusunda vergi ziyaı
cezası hakkında yeniden bir karar verilmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kısmen reddine, kısmen kabulüne,
Antalya Vergi Mahkemesinin 22.9.2004 tarih ve E:2004/117, K:2004/738 sayılı
kararının vergi aslına ilişkin hüküm fıkrasının onanmasına, vergi ziyaı cezasına
ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasına, 492 sayılı Harçlar Kanununa bağlı 3 sayılı
Tarife uyarınca hesaplanacak ilam harcının temyiz isteminde bulunandan
alınmasına 26.9.2006 tarihinde oybirliği ile karar
verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Dokuzuncu
Daire
Esas No : 2006/4712
Karar
No :
2006/4601
Özeti
: Ulaşım
alt yapısından yararlanma payının dayanağı yönetmelik maddesinin iptalinin,
tahsil edilmiş payların iadesi istemi ile düzeltme ve şikayet konusu
oluşturabilecek açık bir vergilendirme hatası olarak değerlendirilemeyeceği
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan : …
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf
: Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekili
: Av. …
İstemin Özeti : Özel halk otobüsü işletmecisi olan
davacı adına kayıtlı araç nedeniyle 2000/Ocak-2005/Nisan dönemleri için tahakkuk
ettirilerek tahsil edilen ulaşım alt yapısından yararlanma payının düzeltme
yoluyla iadesi istemiyle davalı idareye yapılan başvurunun reddine ilişkin
işlemin iptali istemiyle açılan davayı; 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 122.
maddesinde, mükelleflerin vergi muamelelerindeki hataların düzeltilmesini vergi
dairesinden yazı ile isteyebilecekleri, 116. maddesinde vergi hatasının, vergiye
müteallik hesaplarda veya vergilendirmede yapılan hatalar yüzünden haksız yere
fazla veya eksik vergi istenmesi veya alınması olarak tanımlandığı, 117. ve 118.
maddelerinde, hesap hataları ile vergilendirme hatalarının neler olduğunun
gösterildiği, yine aynı Kanunun 122-124. maddelerinde yer alan düzeltme ve
şikayet yoluna başvurulabilmesi için vergilendirme işlemleri sırasında yapılmış
bir vergilendirme hatasının bulunması gerektiği; dosyanın incelenmesinden,
Eskişehir Büyükşehir Belediye Meclisince kabul edilerek çıkarılan Otobüsle Toplu
Taşımacılık Esaslarına Dair Yönetmeliğin "Büyükşehir belediyesi sınırları
içerisinde çalışan özel halk otobüsü işleticilerinin aylık 2.400 adet tam bilet
karşılığı ulaşım alt yapısından yararlanma payı olarak ödeme yapacakları"na
ilişkin 17. maddesinin, Mahkemelerinin 15.9.2005 tarih ve 2005/493 sayılı kararı
ile iptal edildiği ve bu kararın Danıştay tarafından onandığı, bu karar ile
iptal edilen yönetmelik maddesine istinaden davacı tarafından davalı belediye
başkanlığına 18.10.2005 tarihinde yapılan başvuru ile kendisinden tahsil edilen
ulaşım alt yapısından yararlanma payının iadesinin talep edildiği, bu talebin
24.10.2005 tarihli davalı idare işlemi ile reddi üzerine ret işleminin iptali
ile 2000/Ocak-2005/Nisan dönemleri için tahakkuk ettirilerek tahsil edilen ulaşım alt yapısından yararlanma payı ve
hesaplanan faizlerinin iadesi istemiyle dava açıldığı, ancak, davacı adına
tahakkuk ettirilen payın 2000/Ocak-2004/Aralık dönemlerine ilişkin kısmının
ihtilaf konusu yapılmadan kesinleştiği, ilgili dönemde tahakkuk ettirilerek
tahsil edilen yararlanma payında düzeltme ve şikayet konusu olabilecek bir
vergilendirme hatasının bulunmadığı, ayrıca tahakkuk ettirilen yararlanma
payının dayanağı yönetmelik maddesinin iptal edilmesinin de açık bir
vergilendirme hatası olarak değerlendirilemeyeceği, bu nedenle düzeltme ve
şikayet yoluyla yapılan başvurunun reddi üzerine açılan davada işin esasına
yönelik iddiaların incelenmesine olanak bulunmadığı; ulaşım alt yapısından
yararlanma payının dayanağı yönetmelik maddesi ile 2005 yılı Ocak, Şubat ve Mart
dönemleri için araç sahipleri adına yapılan tahakkukların Mahkemelerince iptal
edilmiş olması nedeni ile 2005 yılı aylık dönemlerine ilişkin olarak davacıdan
tahsil edildiği anlaşılan payların başvurulması halinde ilgililere iadesi
gerekmekte iken bu döneme ilişkin talebin reddinde yasal isabet görülmediği,
davacıya iadesi gereken paylara ilişkin faiz talebinin ise 213 sayılı Vergi Usul
Kanununun 122. maddesinde belirtilen şartların gerçekleşmediği sebebiyle reddi
gerekeceği gerekçeleriyle kısmen kabul, kısmen reddeden Eskişehir 1. Vergi
Mahkemesinin 27.6.2006 tarih ve E:2005/986, K:2006/540 sayılı kararının;
yönetmeliğin iptal edilmesi ile ulaşım altyapısı yararlanma payının ortadan
kalktığı, bu nedenle dava konusu yararlanma payının tahakkukunda vergilendirme
hatasının bulunduğu, idare hukuku ilkelerine göre bir idari işlem hakkında
verilen iptal kararı işlemi tesis edildiği tarihten itibaren ortadan
kaldıracağından yönetmelik hükmünün iptali ile hukuki dayanağı ortadan kalkan
dava konusu işlemin muhafazasının hukuka aykırı olduğu, 2005 yılı aylık
dönemlerine ilişkin olarak davacıdan tahsil edilen paylara ilişkin faiz
talebinin reddinde de hukuka uyarlık bulunmadığı ileri sürülerek reddine yönelik
kısımlarının bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma
verilmemiştir.
Danıştay Savcısı Yakup Kaya'nın
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
Tetkik Hakimi Seran Karatarı'nın
Düşüncesi : İleri sürülen iddialar usule ve hukuka uygun Vergi Mahkemesi
kararının bozulmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığından temyiz isteminin
reddi gerekeceği düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Dokuzuncu Dairesince işin gereği
görüşüldü:
Dayandığı hukuki ve kanuni nedenlerle gerekçesi yukarıda açıklanan Vergi
Mahkemesi kararı, aynı gerekçe ve nedenlerle Dairemizce de uygun görülmüş olup,
temyiz istemine ilişkin dilekçede ileri sürülen iddialar, sözü geçen kararın
bozulmasını sağlayacak durumda bulunmadığından, temyiz isteminin reddine ve
kararın onanmasına, 25.10 YTL ilam harcının temyiz isteminde bulunandan
alınmasına 16.11.2006 tarihinde oybirliği ile karar
verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Dokuzuncu
Daire
Esas No : 2005/5205
Karar
No :
2006/3461
Özeti
: 213
sayılı Kanunun 10. maddesi uyarınca kanuni temsilcinin şirketin ödenmeyen vergi
borçları nedeniyle takip edilebilmesi için, şirketin mevcut mal varlığının borcu
karşılayıp karşılamadığının ortaya konulması gerektiği
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan
: …
Karşı Taraf
: Sinop Vergi Dairesi Müdürlüğü
İstemin Özeti : Davacının
ortağı ve yönetim kurulu üyesi olduğu … Örme Konfeksiyon San. Tic. A.Ş.'den
tahsil imkanı kalmayan vergi borçlarının tahsili amacıyla adına düzenlenen ödeme
emrinin iptali istemiyle açılan davayı: olayda, davacının kanuni temsilci olduğu
dönemde adı geçen şirketin vergisel yükümlülüklerinin yerine getirilmemesi,
vergi borcunun tarh dönemi itibarıyla davacının sorumlu olduğu dönem olması
nedeniyle şirketten tahsil imkanı kalmayan söz konusu vergi borçlarının tahsili
amacıyla davacı adına düzenlenen ödeme emrinde isabetsizlik bulunmadığı
gerekçesiyle reddeden Samsun Vergi Mahkemesinin 21.9.2005 tarih ve E:2004/727,
K:2005/412 sayılı kararının; kendisinin hiç bir zaman temsil yetkisi
bulunmadığı, şirket hakkında tüm takip yollarının tüketilmediği gibi söz konusu
vergi borcuna karşılayacak mal varlığı da bulunduğu, vergi borcunun zamanında
tahsil edilmemesinin vergi dairesi müdürlüğünün kusurundan kaynaklandığı ödeme
emrinin kanuna aykırı düzenlendiği, olayda zaman aşımı bulunduğu ileri sürülerek
bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Temyiz isteminin reddi
gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Savcısı Yakup Kaya'nın Düşüncesi :
Uyuşmazlık, yükümlünün ortağı ve yönetim kurulu üyesi olduğu … Örme Konfeksiyon
San. Tic. A.Ş. nin ödenmeyen vergi borçlarının tahsili amacıyla düzenlenip
tebliğ edilen ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davayı reddeden Samsun Vergi
Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istemine ilişkin
bulunmaktadır.
Yükümlü temyiz dilekçesinde borçlarından sorumlu tutulduğu şirketin ödeme
gücü bulunmadığı hakkındaki tüm başvuru yollarının tüketilmediğini şirketin söz
konusu borcu karşılayarak malvarlığının bulunduğunu ve bunun da vergi dairesince
teminat altında tutulduğunu ileri sürmektedir.
Bu durumda, yükümlünün ileri sürdüğü hususlar doğrultusunda bir inceleme
yapılarak hasıl olarak durum göre yeniden bir karar verilmesi
gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulü ile temyiz konusu mahkeme
kararının bozulması gerekeceği düşünülmektedir.
Tetkik Hakimi Aydemir Saydan'ın Düşüncesi :
Dosyanın incelenmesinden davacının kanuni temsilcisi olduğu şirketten vergi
borçlarının tahsil imkanının kalmadığı hususunda şirketin fabrika binası ile
makine ve teçhizatı bulunduğu ve bunların satılması suretiyle vergi borcuna
karşılayıp karşılamadığı ortaya konulmadığından bu safhada kanuni temsilcinin
takip edilmesine yasal olanak bulunmadığından yazılı gerekçeyle davayı reddeden
Vergi Mahkemesi kararının bozulması gerekeceği düşünülmektedir
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Dokuzuncu Dairesince işin gereği
görüşüldü:
Kanuni temsilcisi olduğu şirketten tahsil imkanı kalmayan vergi
borçlarının davacıdan tahsil amacıyla 213 sayılı kanunun 10. maddesi uyarınca
düzenlenen ödeme emrine karşı açılan davayı reddeden Vergi Mahkemesi kararının
temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
213 sayılı Vergi Usul Kanununun 10. maddesinde, tüzel kişilerle
küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan
teşekküllerin mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen
ödevlerin kanuni temsilcileri tarafından yerine getirileceği, yukarıda yazılı
olanların bu ödevleri yerine getirmemeleri yüzünden mükellef veya vergi
sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen alınamayan vergi ve buna bağlı
alacakların, kanuni ödevleri yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınacağı
hükme bağlanmıştır.
Dosyanın incelenmesinden, adı geçen şirketin fabrika binası ve
müştemilatı bulunduğu ve bir kısım menkulünde şirketin vergi borcuna karşılık
teminat gösterildiğinin anlaşıldığı halde, davalı idarece bunların satılarak
paraya çevrilmesi suretiyle vergi borcunu karşılayıp karşılamadığı hususu ortaya
konulmaksızın, vergi borcunun şirketten tahsil imkanı kalmadığından bahisle
doğrudan kanuni temsilci adına ödeme emri düzenlenmesinde 213 sayılı Kanunun 10.
maddesine uyarlık bulunmadığından Vergi Mahkemesince dava konusu ödeme emrinin
iptaline karar verilmesi gerekirken davanın reddine karar verilmesinde isabet
görülmemiştir.
Her ne kadar vergi dairesi müdürlüğünce söz konusu mallar üzerinde
başkaca hacizler bulunduğu ileri sürülmekte ise de; söz konusu malların değer
tespiti yaptırılarak satılmasından sonra diğer hacizlerle birlikte vergi borcunu
karşılayıp karşılamadığı ortaya çıkacağından, yanlızca söz konusu mallar
üzerinde başka hacizlerin bulunması nedeniyle vergi borcunun şirketten tahsil imkanı
kalmadığının kabulüne yasal olanak bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulüne, Samsun Vergi Mahkemesinin
21.9.2005 tarih ve E:2004/727. K:2005/412 sayılı kararının bozulmasına 27.9.2006
tarihinde oybirliği ile karar verildi
YARGILAMA
USULÜ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Dokuzuncu
Daire
Esas No : 2006/2651
Karar
No :
2006/3101
Özeti
: Arsa
m2 birim değerlerine ilişkin takdir komisyonu kararlarına karşı, ziraat
odalarının herhangi bir menfaat şartı aranmaksızın dava açabilecekleri
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan
: Eyüp Ziraat Odası
Başkanlığı
Vekili
:Av. …
Karşı Taraf
: Bağcılar Belediye
Başkanlığı
Vekili
:Av. …
İstemin Özeti : Bağcılar İlçesi, Bağlar
Mahallesinde bulunan Koçman Caddesi ile Gamze ve Şebboy Sokaklarındaki arsalar
için asgari ölçüde m² birim değer tespitine ilişkin takdir komisyonu kararının
iptali istemiyle açılan davayı; dosyanın tetkikinden, Türkiye Ziraat Odaları
Birliğinin 29.6.2004 tarih ve 3221 sayılı yazıları ile Bağcılar İlçesi Ziraat
Odası'nın tüzel kişiliğinin sona ermesi nedeniyle Bağcılar İlçesinin Eyüp Ziraat
Odası Başkanlığına bağlandığı, ziraat odalarının 213 sayılı Vergi Usul Kanununun
mükerrer 49.maddesinde belirtilen dava açabilmeye yetkili kuruluşlar içinde yer
aldığı, söz konusu maddede takdir kararlarının adı geçen kuruluşlara tebliğ
edileceğinin belirtildiği, ancak 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2.
maddesinin 1.fıkrasının (a) bendi hükmü uyarınca iptal davası açılabilmesi için
davacının davanın konusunu oluşturan işlemle hukuken korunması gereken bir
menfaat bağının bulunması gerektiği, olayda, odaya bağlı ve zirai faaliyette
bulunan üyelerin Bağcılar Belediyesi hudutları içerisinde zirai faaliyetlerinin
bulunmadığı ve böylece açılan davanın zirai faaliyet alanlarını kapsamadığı
anlaşıldığından davacının bu davayı açmakta ehliyetinin bulunmadığı sonucuna
ulaşıldığı gerekçesiyle ehliyet yönünden reddeden İstanbul 6.Vergi Mahkemesinin
11.4.2006 tarih ve E:2005/1592 K:2006/827 sayılı kararının; 213 sayılı Vergi
Usul Kanun'unun mükerrer 49.maddesi uyarınca dava açma ehliyetinin olduğu ileri sürülerek
bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Temyiz
isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Savcısı Yakup Kaya'nın
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
Tetkik Hakimi Gönül Sayın'ın
Düşüncesi : 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 49. maddesine göre arsa
m2 birim değerlerine karşı ilçe ziraat odaları dava açabileceğinden, davayı
ehliyet yönünden reddeden vergi mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Dokuzuncu Dairesince işin gereği
görüşüldü:
Dosyanın incelenmesinden, İstanbul ili, Bağcılar ilçesi, Bağlar
Mahallesinde bulunan arsalar için asgari ölçüde m² birim değer tespitine ilişkin
takdir komisyonu kararının Bağcılar ilçesi Ziraat Odasının tüzel kişiliğinin
sona ermesi nedeniyle Eminönü Ziraat Odası Başkanlığına tebliğ edildiği, davacı
Eyüp Ziraat Odası'nın takdir komisyonu kararına muttali olması üzerine Türkiye
Ziraat Odaları Birliğinin 29.6.2004 tarih ve 3221 sayılı yazıları ile Bağcılar
İlçesinin odalarına bağlanması nedeniyle kararın Koçman Caddesi ile Gamze ve
Şebboy Sokaklarındaki arsalar için belirlenen asgari m² birim değerlerine
ilişkin kısmının iptali istemiyle dava açıldığı, Vergi Mahkemesince Eyüp Ziraat
Odasının 213 sayılı Vergi Usul Kanun'unun 49. maddesi uyarınca dava açabileceği
kabul edilmekle beraber davacının hukuken korunması gereken bir menfaatinin
bulunmadığı gerekçesiyle davanın ehliyet yönünden reddedilmesi üzerine de
mahkeme kararının bozulması istemiyle temyize başvurulduğu
anlaşılmıştır.
213 sayılı Vergi Usul Kanununun 4751 sayılı kanunun 1/A maddesiyle
değişen mükerrer 49. maddesinde; Takdir komisyonlarının arsalara ve araziye ait
asgari ölçüde birim değer tespitine ilişkin dört yılda bir yapacakları
takdirler, tarh ve tahakkuk işleminin yapılacağı sürenin başlangıcında en az
altı ay önce karara bağlanarak, arsalara ait olanların takdirin ilgili bulunduğu
il ve ilçe merkezlerindeki ticaret odalarına, ziraat odalarına ve ilgili mahalle
ve köy muhtarlıkları ile belediyelere, araziye ait olanların il merkezlerindeki
ticaret ve ziraat odasına ve belediyelere imza karşılığında verileceği, takdir
komisyonlarının kararlarına karşı kendilerine karar tebliğ edilen daire, kurum,
teşekküller, ve ilgili mahalle ve köy muhtarlıklarının onbeş gün içinde ilgili
vergi mahkemesi nezdinde dava
açabilecekleri, vergi mahkemelerince verilecek kararlar aleyhine onbeş gün
içinde Danıştaya başvurulabileceği hükme bağlanmıştır.
Anılan Kanun'un 72. maddesinde ise, arsalara ait asgari ölçüde birim
değer tespitinde takdir komisyonunun belediye başkanı veya tevkil edeceği
memurun başkanlığı altında belediyenin yetkili bir memuru ile tapu sicil müdürü
veya tevkil edeceği bir memur ve ticaret odasınca seçilmiş bir üye ile ilgili
mahalle ve köyün muhtarından kurulacağı belirtilmiştir.
Kanun koyucu arsalara ait asgari ölçüde birim değer tespiti için
oluşturulan takdir komisyonunda ziraat odasınca seçilmiş bir üyenin bulunmasını
zorunlu kılmamış ise de arsalara ait takdirlerin, takdirin ilgili bulunduğu il
ve ilçe merkezlerindeki ziraat odalarına imza karşılığında verilmesini öngörmüş,
kendilerine takdir komisyonu kararı tebliği edilen teşekküllerin vergi
mahkemesinde dava açabileceklerini açıkça belirtmiştir.
Bu durumda arsa m² birim değerlerine ilişkin takdir komisyonu kararlarına
karşı ziraat odalarının herhangi bir menfaat şartı aranmaksızın dava
açabilecekleri yasa ile öngörüldüğüden işin esası inelenerek karar verilmesi
gerekirken davayı ehliyet yönünden reddeden vergi mahkemesi kararında yasal
isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulüne, İstanbul 6.Vergi
Mahkemesinin 11.4.2006 tarih ve E:2005/1592, K;2006/827 sayılı kararının
bozulmasına 13.7.2006 tarihinde
oybirliği ile karar verildi.
ONUNCU
DAİRE KARARLARI
ATEŞLİ
SİLAHLAR VE BIÇAKLAR
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onuncu
Daire
Esas No : 2003/2134
Karar
No :
2006/5462
Özeti
: Kuru-sıkı
ve gaz tabancasının, 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler
Hakkındaki Kanunun kapsamında yer bulunmadığı hakkında.
Temyiz Eden (Davacı ) : …
Vekili
: Av.
…
Karşı Taraf ( Davalı ) : İzmir Valiliği
İstemin Özeti
: Davacının silah taşıma ruhsatı verilmesi istemiyle yaptığı
başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davada, İzmir 1.
İdare Mahkemesince, davanın reddi yolunda verilen kararın temyizen incelenerek
bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti :
İstemin reddi gerektiği savunulmaktadır.
D.Tetkik Hakimi
: Erkan Yılmaz
Düşüncesi
: Olayda kullanılan silahın gaz tabancası olduğu Ceza Mahkemesi
kararı ile belirlendiğinden, davacının ateşli silahla işlenmiş bir cürümden
dolayı mahkûm olduğundan söz edilemeyeceği, dolayısı ile ateşli silahla işlenen
cürümden mahkûm olduğundan bahisle davacı isteminin reddi yolunda tesis edilen
işlemde hukuka uyarlık bulunmadığından, davanın reddi yolunda verilen mahkeme
kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : Zümrüt
Öden
Düşüncesi : Temyiz
dilekçesinde öne sürülen hususlar, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun
49. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen nedenlerden hiçbirisine uymayıp İdare
Mahkemesince verilen kararın dayandığı hukuki ve yasal nedenler karşısında
anılan kararın bozulmasını gerektirir nitelikte
görülmemektedir.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin reddiyle İdare Mahkemesi kararının
onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği
görüşüldü:
Dava, silah taşıma ruhsatı verilmesi istemiyle davacı tarafından yapılan
başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle
açılmıştır.
İzmir 1. İdare Mahkemesince, 6136 sayılı Yasa ve ilgili Yönetmeliğin 16/a
maddesine göre, ateşli silahla işlenen cürümlerden dolayı mahkûm olanlara ruhsat
verilmeyeceğinin kurala bağlandığı, davacı ile ilgili olarak 6136 sayılı Yasaya
muhalefet ve kavgada korkutmak amacıyla silah çekmek suçundan Ceza Mahkemesinde
açılan davada, adli tıp kurumuna yaptırılan incelemede, olayda kullanılan gaz
tabancasının 6136 sayılı Yasa kapsamına girmediği belirlendiğinden, 6136 sayılı
Yasaya muhalefet suçundan davacının beraatine, kavgada korkutmak amacıyla silah
çekmek suçundan bir ay süreyle hapis cezası ile cezalandırılmasına karar
verildiği, bu suçun silahla işlenmiş olması karşısında, Yönetmeliğin 16/a
maddesi uyarınca davacının silah taşıma ruhsatı verilmesi yönündeki isteğinin
reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın
reddine karar verilmiştir.
Davacı tarafından hukuka aykırı olduğundan bahisle anılan mahkeme
kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
6136 sayılı Yasaya dayanılarak çıkarılan Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle
Diğer Aletler Hakkında Yönetmeliğin Tanımlar başlıklı 2/e maddesinde ateşli
silahın; mermi çekirdeği veya saçma tabir edilen özel şekil ve nitelikteki
maddeleri, barut gazı veya bu neviden patlayıcı ve itici güç ile uzak mesafelere
kadar atabilen silahları ifade edeceği belirtilmiş, aynı Yönetmeliğin 16.
maddesinde silah ruhsatı verilmesini engelleyen haller sayılmış, bu kapsamda
maddenin (a) bendinde "Ateşli silahla işlenen cürümlerden hükümlü bulunanlara"
da silah ruhsatı verilemeyeceği kurala bağlanmıştır.
Davalı idarece, kavgada korkutmak amacıyla silah çekmek suçundan dolayı
almış olduğu mahkûmiyet nedeniyle davacıya silah taşıma ruhsatı verilmeyeceği
ileri sürülmekte ise de, söz konusu suçta kullanılan silahla ilgili olarak Ceza
Mahkemesince adli tıp kurumuna yaptırılan incelemede, silahın 6136 sayılı Yasa
kapsamına girmediği, bir başka anlatımla ateşli silah değil, gaz tabancası
olduğu tespit edilmiştir.
Olayda, kavgada korkutmak amacıyla silah çekmek suçundan dolayı mülga
Türk Ceza Kanununun 466. maddesi uyarınca davacının mahkumiyetine karar verilmiş
ise de, söz konusu suçta kullanılan silahın ''ateşli silah'' olmadığı, bir başka
ifadeyle bahsi geçen suçun ateşli silahla işlenmediği, dolayısı ile ortada
ateşli silahla işlenmiş bir cürümden bahsedilemeyeceği Ceza Mahkemesi kararı ile
belirlendiği gibi, davacının 6136 sayılı Yasaya muhalefet suçundan da beraatine
karar verildiği anlaşıldığından, davacının isteminin Yönetmeliğin 16/a maddesi
uyarınca reddine ilişkin işlemde hukuka uyarlık
bulunmamaktadır.
İdare Mahkemesince, dava konusu işlemin iptaline karar verilmesi
gerekirken, davanın reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet
görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davacı
temyiz isteminin kabulü ile İzmir 1. İdare Mahkemesinin 18.12.2002 tarih ve
E:2002/536, K:2002/1178 sayılı kararının BOZULMASINA, yeniden karar verilmek üzere dosyanın
adı geçen İdare Mahkemesine gönderilmesine 9.10.2006 tarihinde oybirliği ile
karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onuncu
Daire
Esas No : 2003/2919
Karar
No :
2006/6899
Özeti
: Baroya
kayıtlı serbest avukatlar hariç, kamu kurum ve kuruluşlarında hukuk müşaviri
veya avukat olarak çalışan kamu görevlilerine silah ruhsatı verilemeyeceği
hakkında.
Temyiz Eden (Davalı ) : Kırıkkale Valiliği
Karşı Taraf ( Davacı ) : …
Vekili
: Av.
…
İstemin Özeti
: Orman Genel Müdürlüğünde, 657 sayılı Yasaya tabi, avukatlık
sıfatını haiz hukuk müşaviri olan davacının, silah taşıma ruhsatının iptali ve
silahın başka bir şahsa devri yapılıncaya kadar emanete alınması yolundaki
işleme karşı açtığı dava sonucunda, Kırıkkale İdare Mahkemesince, dava konusu
işlemin iptali yolunda verilen kararın, davalı idarece temyizen incelenip
bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Yerinde
olmadığı ileri sürülen temyiz isteminin reddi gerektiği
savunulmaktadır.
D.Tetkik Hakimi : Erkan Yılmaz
Düşüncesi : 6136 sayılı
Yasanın 6. maddesi ve adıgeçen Yönetmeliğin 16/i maddesinde, ruhsatların veriliş
nedenleri ortadan kalktığı halde durumu ruhsat veren makama altı ay içinde
bildirmeyen ilgililerin ruhsatlarının iptal edileceği ve bir daha kendilerine
silah ruhsatı verilmeyeceği kurala bağlanmıştır.
Kırıkkale Barosuna kayıtlı serbest avukat olarak çalışmakta iken silah
taşıma ruhsatı alan, ancak Orman Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliğinde 657 sayılı
Yasaya tabi kadrolu avukat olarak çalışmaya başlayan ve baro levhasından kaydını
sildiren davacının hukuki statüsünde meydana gelen bu değişiklik sonucunda kamu
görevlisi olduğu hususunda bir duraksama bulunmamaktadır. Bu itibarla kamu
görevlisi olan davacıya silah taşıma ruhsatı verilmesini gerektiren neden
(baroya kayıtlı serbest avukat) ortadan kalkmıştır. Bu hususu altı ay içinde
ruhsatı veren makama bildirmeyen davacının silah taşıma ruhsatının iptali ve
silahın başka bir şahsa devri yapılıncaya kadar emanete alınması yolundaki
işlemde, 6136 sayılı Yasanın 6'ıncı ve adıgeçen Yönetmeliğin 16/i maddesine
aykırılık bulunmamaktadır.
Yönetmeliğin, silah taşımalarına izin verilen kamu görevlilerini
belirleyen 8. maddesinde, kamu kurum ve kuruluşlarında hukuk müşaviri veya
avukat olarak çalışan kamu görevlilerine yer
verilmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davalı idare temyiz isteminin kabulüne, hukuka
uygun bulunan dava konusu işlemin iptali yolunda verilen mahkeme kararının
bozulması düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : Zümrüt
Öden
Düşüncesi : İdare ve vergi
mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar ,söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi
ile temyiz edilen mahkeme kararının
onanmasınınuygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği
görüşüldü:
Dava, silah taşıma ruhsatının iptali ve silahın başka bir şahsa devri
yapılıncaya kadar emanete alınması yolundaki işlemin iptali istemiyle
açılmıştır.
Kırıkkale İdare Mahkemesince; 1136 sayılı Avukatlık Kanununun EK 1.
maddesinde, kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüslerinde asli ve
sürekli olarak avukatlık görevinde çalışanların baro levhasına yazılmalarının
isteğe bağlı olduğu kuralına yer verildiği, Kırıkkale Barosuna kayıtlı olarak
serbest avukatlık yapan davacıya 6136 sayılı Yasaya dayanılarak çıkarılan Ateşli
Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmeliğin 9/ş maddesi
uyarınca 22.9.1998 tarihinde silah taşıma ruhsatı verildiği, 21.8.1998 tarihinde
Orman Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliğinde 657 sayılı Yasaya tabi kadrolu avukat
olarak çalışmaya başlayan davacının 12.5.1999 tarihinde isteği ile barodan
kaydını sildirdiği, davacının hukuk müşaviri olması nedeniyle bahsi geçen
Kanunun EK 1. maddesi uyarınca baro kayıtlı olma zorunluluğunun bulunmadığı ve
baroya kayıtlı avukatların hak ve yükümlülüklerine sahip olduğu, baro kaydını
sildiren davacının bildirim yükümlülüğünden söz edilemeyeceği, kurum avukatı
olarak çalışan davacının silah taşıma ruhsatının iptaline ilişkin işlemde hukuka
uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle iptaline karar vermiştir.
Davalı idarece, anılan idare mahkemesi kararının temyizen incelenerek
bozulmasını istenilmektedir.
6136 sayılı Yasanın 7.maddesinde, ateşli silahları kimlerin taşıyacakları
beş bent halinde belirlenmiş, 5. bendinde "Bakanlar Kurulunca çıkarılacak
yönetmelikte belirlenecek esaslara göre valiler tarafından verilecek izin
vesikası alanların" da ateşli silahları taşıyabilecekleri veya mesken ya da
işyerinde bulundurabilecekleri kuralına yer verilmiştir.
Söz konusu Yasaya dayanılarak çıkarılan ve 91/1779 sayılı Bakanlar Kurulu
Kararı ile yürürlüğe giren Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler
Hakkında Yönetmeliğin taşıma ruhsatı verilebilecek diğer meslek mensupları
başlıklı 9. maddesinde, silah taşıma ruhsatı verilebilecek meslek mensupları tek
tek sayılmak suretiyle belirlenmiş, aynı maddenin (ş) bendi ile barolara kayıtlı
bulunan avukatlar da madde kapsamına alınmıştır. Bu madde uyarınca, Kırıkkale
Barosuna kayıtlı serbest avukat olarak mesleğini yaptığı dönemde davacıya
22.9.1998 tarihinde dava konusu işlem ile iptal edilen silah taşıma ruhsatı
verilmiştir.
Davacının; 5.5.1998 tarihi başvurusu üzerine silah taşıma ruhsatı
verilmesi yönündeki işlemler devam etmekte iken, serbest avukatlık mesleğini
bıraktığı, dava dilekçesinde de belirtildiği üzere, Orman Genel Müdürlüğü Hukuk
Müşavirliğinde, 657 sayılı Yasaya tabi, kadrolu avukat olarak 21.8.1998
tarihinden itibaren çalışmaya başladığı ve 12.5.1999 tarihinde de Kırıkkale
Barosu levhasından kaydını sildirdiği anlaşılmaktadır.
6136 sayılı Yasanın 6. maddesi ve adıgeçen Yönetmeliğin 16/i maddesinde,
ruhsatların veriliş nedenleri ortadan kalktığı halde durumu ruhsat veren makama
altı ay içinde bildirmeyen ilgililerin ruhsatlarının iptal edileceği ve bir daha
kendilerine silah ruhsatı verilmeyeceği kurala
bağlanmıştır.
Görüldüğü üzere, Kırıkkale Barosuna kayıtlı serbest avukat olarak
çalışmakta iken silah taşıma ruhsatı alan, ancak Orman Genel Müdürlüğü Hukuk
Müşavirliğinde 657 sayılı Yasaya tabi kadrolu avukat olarak çalışmaya başlayan
ve baro levhasından kaydını sildiren davacının hukuki statüsünde meydana gelen
bu değişiklik sonucunda kamu görevlisi olduğu hususunda bir duraksama
bulunmamaktadır. Bu itibarla davacıya silah taşıma ruhsatı verilmesini
gerektiren neden (baroya kayıtlı serbest avukat) ortadan kalkmıştır. Bu hususu
altı ay içinde ruhsatı veren makama bildirmeyen davacının silah taşıma
ruhsatının iptali ve silahın başka bir şahsa devri yapılıncaya kadar emanete
alınması yolundaki işlemde, 6136 sayılı Yasanın 6'ıncı ve adıgeçen Yönetmeliğin
16/i maddesine aykırılık bulunmamaktadır.
Öte yandan, adıgeçen Yönetmeliğin, silah taşımalarına izin verilen kamu
görevlilerini tek tek saymak suretiyle belirleyen 8. maddesinde, kamu kurum ve
kuruluşlarında hukuk müşaviri veya avukat olarak çalışan kamu görevlilerine yer
verilmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davalı idare temyiz isteminin kabulüne, hukuka
uygun bulunan dava konusu işlemin iptali yolunda verilen Kırıkkale İdare
Mahkemesinin 7.11.2002 tarih ve E:2001/762, K:2002/681 sayılı kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar
verilmek üzere dosyanın adıgeçen mahkemeye gönderilmesine, 28.11.2006 oybirliği
ile karar verildi.
HAKİM
VE SAVCILAR
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onuncu
Daire
Esas No : 2004/10337
Karar
No :
2006/4726
Özeti
: Adli
yargı yerince verilen kitap toplatma kararı nedeniyle, uğranıldığı ileri sürülen
maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle açılan davada; Adalet Bakanlığının
ajanı konumunda olmayan hakimlerin verdiği kararlardan dolayı, Adalet
Bakanlığının tazminle sorumlu tutulamayacağı hakkında.
Temyiz Eden (Davacı ) : 1-… Yayıncılık
A.Ş.
2-
…
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf ( Davalı ) : Adalet
Bakanlığı
İstemin Özeti
: Davacıların "Korku Tapınağı" isimli kitabı hakkında İstanbul 2.
Sulh Ceza Mahkemesince verilen toplatma kararı nedeniyle uğranıldığı ileri
sürülen toplam 18.750.000.000.-TL maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle
açılan davanın incelenmeksizin reddi yolunda verilen Ankara 3. İdare Mahkemesi
kararının, temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Yerinde olmadığı ileri
sürülen temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
D.Tetkik Hakimi : Elmas
Mucukgil
Düşüncesi : Davacıların
temyiz isteminin reddi ile anılan mahkeme kararının; yargılama görevi kapsamında
yürütülen hizmet nedeniyle Adalet Bakanlığının ajanı konumunda olmayan
hakimlerin verdiği kararlar nedeniyle yürütme fonksiyonu içinde yer alan Adalet
Bakanlığının sorumlu tutulamayacağı dolayısıyla Adalet Bakanlığının kusurlu
davranışından söz etme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle, onanması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : Nevzat
Özgür
Düşüncesi : İdare ve vergi
mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne
sürülen hususlar ,söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi
ile temyiz edilen mahkeme kararının
onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği
görüşüldü:
Dava, davacıların "Korku Tapınağı" isimli kitabı hakkında İstanbul 2.
Sulh Ceza Mahkemesince verilen toplatma kararı nedeniyle uğranıldığı ileri
sürülen toplam 12.750.000.000.-TL maddi, 6.000.000.000.-TL manevi zararın
tazmini istemiyle açılmıştır.
İdare Mahkemesince, davacıların uğradıklarını ileri sürdükleri zararın,
yayıncısı ve yayın sorumlusu oldukları kitabın mahkemece verilen toplatma
kararından doğduğu, bu nedenle idari davaya konu olabilecek idari bir işlem veya
eylemden bahsedilemeyeceği, dolayısıyla idari dava türleri arasında sayılmamış
olan uyuşmazlığın idari yargı yerince çözümlenemeyeceği gerekçesiyle davanın
incelenmeksizin reddine karar verilmiştir.
Davacılar, hukuka uyarlık bulunmadığını ileri sürerek anılan mahkeme
kararının temyizen incelenip bozulmasını istemektedir.
T.C.Anayasasının 9. maddesinde, yargı yetkisinin Türk Milleti adına bağımsız mahkemeler tarafından
kullanılacağı, 125. inci maddesinin
1. fıkrasında ise idarenin
her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı
yolunun açık olduğu, aynı maddenin
son fıkrasında da, idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı
ödemekle yükümlü olduğu kuralı yer almaktadır.
Yukarıda anılan Anayasa hükümlerine göre, idarenin hukuki sorumluluğunun
kendi işlem ve eylemleriyle sınırlı olduğu, mahkemelerin ise, idari fonksiyonun dışında yer alan ve yargı
yetkisi kullanan bağımsız organlar oldukları ve bu haliyle hakimlerin yargılama
fonksiyonu kapsamında yaptıkları görev nedeniyle idarenin ajanı
sayılamayacakları sonucuna ulaşılmaktadır.
Diğer taraftan, idarenin hukuki sorumluluğundan söz edebilmek için, bir
zararın varlığı, zararı doğuran işlem veya eylemin idareye yüklenebilir olması,
zararla işlem veya eylem arasında illiyet bağının bulunması gerekmektedir. Bu
genel koşullardan birinin yokluğu halinde kural olarak idarenin sorumluluğu
ortadan kalkar. Gerçekten ortada
bir zarar yoksa idarenin tazminat
ödemesi söz konusu olamayacağı
gibi, idare veya idari faaliyetle ilgisi olmayan bir zararı idareye ödettirme olanağından da söz edilemez. Zararla idari faaliyet birbaşka deyişle idari
eylem veya işlem arasında doğrudan doğruya bir ilişkinin yokluğu halinde
idarenin hukuki sorumluluğu bulunmamaktadır.
Olayda, tazmini istenilen zarar, davacıların yayıncısı ve yayın sorumlusu
oldukları kitabın toplatılması
yolundaki mahkeme kararının, gerekli inceleme yapılmadan haksız olarak
verilmesinden kaynaklandığı iddiasına dayandırılmaktadır.
Bu itibarla, yargılama görevi kapsamında yürütülen hizmet nedeniyle
Adalet Bakanlığının ajanı konumunda olmayan hakimlerin verdiği kararlardan
dolayı, yürütme fonksiyonu içinde yer alan
Adalet Bakanlığının sorumlu
tutulma olanağı bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davacılar tarafından ileri sürülen temyiz nedenleri
İdare Mahkemesi kararının bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğinden
Ankara 3. İdare Mahkemesinin 9.2.2004 tarih ve E:2003/862, K:2004/130 sayılı
kararının, yukarıda anılan gerekçeyle ONANMASINA, 30.6.2006 tarihinde oybirliğiyle
karar verildi.
İHALE
İŞLERİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onuncu
Daire
Esas No : 2003/6177
Karar
No :
2006/5802
Özeti
: Devletin
hüküm ve tasarrufu altındaki taşınmazın kiralanmasına ilişkin kira sözleşmesinde
yer alan, sözleşme süresi sona erdiği halde kiracının taşınmazı tahliye etmemesi
halinde idarece tahliye edileceğine ilişkin kuralın, ecrimisil istenilmesine
engel teşkil etmeyeceği hakkında.
Temyiz Eden (Davalı ) : Alanya Mal
Müdürlüğü
Karşı Taraf ( Davacı ) : …
Vekili
: Av.
…
İstemin Özeti
: Antalya 1. İdare Mahkemesince verilen 4.2.2003 tarihli ve
E:2001/1185, K:2003/140 sayılı kararın hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek
temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Cevap
verilmemiştir.
D.Tetkik Hakimi
: Birgül Kurt
Düşüncesi
: Davalı idare ile davacı arasında yapılan kira sözleşmesinin sona erdiği 1.11.2000
tarihinden, tahliyenin sağlandığı 31.3.2001 tarihine kadar geçen dönem için
davacıdan ecrimisil istenilmesinde yasa ve yönetmelik hükümlerine aykırılık
bulunmadığından,davacının istenilen ecrimisil tutarının fahiş olduğu iddiası da
dikkate alınarak karar verilmesi gerekirken, davacıdan ecrimisil istenilmesinde
mevzuata uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle
dava konusu ecrimisil düzeltme ihbarnamesinin iptali yolunda verilen
kararın bozulması gerektiği düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı
: Mehmet Karaoğlu
Düşüncesi
: İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne
sürülen hususlar ,söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi
ile temyiz edilen mahkeme kararının
onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği
görüşüldü:
Dava, Antalya İli, Alanya İlçesi, Çarşı Mahallesi, … Caddesi mevkiinde
bulunan Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taşınmazın
Antalya 1. İdare Mahkemesince, davacı ile idare arasında yapılan kira
sözleşmesinin 3.3.2000- 1.11.2000 tarihleri arasında geçerli olduğu,söz
konusu kira sözleşmesine göre kiralama süresinin sona erdiği 1.11.2000 tarihinden
itibaren taşınmazın 2886 sayılı Kanunun 75. maddesi uyarınca tahliyesi
gerekirken tahliye yapılmayıp, davacıdan ecrimisil istenilmesinde mevzuata
uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar
verilmiştir.
Davalı idare, anılan kararın temyizen incelenerek bozulmasını
istemektedir.
1.1.1984 tarihinde yürürlüğe giren 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu'nun 1.
maddesi birinci fıkrasında; genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli
idarelerin, özel idare ve belediyelerin alım, satım, hizmet yapım, kira, trampa,
mülkiyetin gayri ayni hak tesisi ve taşma işlerinin bu Kanunda yazılı hükümlere
göre yürütüleceği, 51. maddesinin (g) bendinde; Devletin özel mülkiyetindeki
taşınır ve taşınmaz malların kiralanmasının, pazarlık usulünde ihale
edilebileceği belirtilmiş, 64. maddesinde ise kiralama sözleşme süresine ilişkin
hükümlere yer verilmiştir.
Anılan Kanunun ecrimisil ve tahliye başlıklı 75. maddesiyle; "Devletin
özel mülkiyetinde veya hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmaz malların,
gerçek ve tüzel kişilerce işgali üzerine, fuzuli şagilden, bu Kanunun 9.
maddesindeki yerlerden sorulmak suretiyle, 13 üncü maddesinde gösterilen
komisyonca takdir ve tespit edilecek ecrimisil istenir. Ecrimisil talep
edilebilmesi için, Hazinenin işgalden dolayı bir zarara uğramış olması gerekmez
ve fuzuli şagilin kusuru aranmaz.
Ecrimisil fuzuli şagil tarafından rızaen ödenmez ise, 6183 sayılı Amme
Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil
olunur.
Kira sözleşmesinin bitim tarihinden itibaren, işgalin devam etmesi
halinde, sözleşmede hüküm varsa ona göre hareket edilir. Aksi halde ecrimisil
alınır.
İşgal edilen taşınmaz mal, idarenin talebi üzerine, bulunduğu yer mülkiye
amirince en geç 15 gün içinde tahliye ettirilerek idareye teslim edilir."
düzenlemesi yapılmıştır.
Devlete Ait Taşınmaz Mal Satış, Trampa, Kira Verme, Mülkiyetin Gayri Ayni
Hak Tesisi, Ecrimisil ve Tahliye Yönetmeliğinin 2. maddesinde, ecrimisil "Bir
malın sahibinin rızası dışında ve onun bu malı kullanmamakla bir zarara uğrayıp
uğramayacağı söz konusu edilmeksizin bu maldan işgal, tasarruf veya her ne
şekilde olursa olsun yararlanılması sebebiyle fuzuli şagil tarafından ödenen
veya idarece talep edilen tazminatı",fuzuli şagil ise ''Kusuru aranmaksızın
kendisine ait olmayan ve sahibinin de rızası veya muvafakatı bulunmayan bir
malın zilyedliğini eline geçiren, elinde tutan veya her ne şekilde olursa olsun
bu maldan tasarrufta bulunan kimseleri " ifade eder şeklinde
tanımlanmıştır.
Yönetmeliğin 79. maddesinde ise, kira ve mülkiyetin gayri ayni hak
tesisinde sözleşme veya taahhütname ile resmi senette, sürenin bitim tarihinden
itibaren işgalin devam etmesi halinde yapılacak işleme ait bir hüküm var ise ona
göre, aksi halde ecrimisil tespit, takdir ve tahsilatı yapılacağı
belirtilmiştir.
Aktarılan kanun ve
yönetmelik hükümleri ile ecrimisil istenilmesine ve istenilecek kişiye ilişkin
koşullar belirlenmiştir. Bu kapsamda; Devletin hüküm ve tasarrufu altında
bulunan taşınmaz malı, rıza veya muvafakata dayanmaksızın kullanan kişinin
kusuru bulunup bulunmadığına bakılmaksızın fuzuli şagil sayılacağı, Devletin
hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmazların işgal edilmesi halinde
ilgililerden bu işgal nedeniyle ecrimisil istenilmesinin idare için yasal bir
zorunluluk olduğu, ancak işgalin devamı nedeniyle ecrimisil alınmasının,
yukarıda sözü edilen Yasa ve Yönetmelik hükümleri uyarınca işgalin devamına
meydan verilmeden yetkililerce yasal işlemlerin öncelikle yapılmasına engel
teşkil etmeyeceği de kuşkusuzdur.
Dosyanın incelenmesinden; ecrimisil istemine konu taşınmazın restoran ve
kafe olarak kullanılmak üzere 1.11.1995-1.11.2000 dönemi için davalı idarece
davacıya kiralandığı, kira sözleşmesinin özel şartlar bölümünde; kira dönemi
sonunda herhangi bir tebligata gerek kalmadan kiracının taşınmazı tahliye
edileceği, aksi halde 2886 sayılı Kanunun 75. maddesi uyarınca tahliyesinin
sağlanacağının kurala bağlandığı ve bu hususun taraflarca kabul edildiği,
dördüncü yılın kira bedeli
nedeniyle taraflar arasında uyuşmazlık çıkması üzerine , Maliye Bakanlığı Milli
Emlak Genel Müdürlüğünce, kiracının belirlenen kirayı ödemek istememesi halinde
2886 sayılı Kanunun 62. maddesi uyarınca sözleşmenin fesh edilmesinin
istenildiği, Antalya Defterdarlığınca
da Alanya Mal Müdürlüğüne bu yönde işlem yapmasının bildirdiği, kira
sözleşmesinin feshedildiğinin 3.3.2000 tarihli, 471 sayılı işlemle
bildirilmesinden sonra davacının bu
kira sözleşmesinin tespiti, müdahalenin men-i ve muarazanın önlenmesi için
Alanya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davada; kiracılık hakkına yönelik her
türlü müdahalenin muaraza giderilinceye kadar tedbir yolu ile önlenmesine karar
verildiği,davalı idarece 3.3.2000-31.3.2001 dönemi için hesaplanan ecrimisilin
davacıdan istenildiği, davacı itirazının dava konusu işlemle reddedildiği,
6.6.2001 tarihinde ise taşınmazdan tahliyenin sağlandığı
anlaşılmıştır.
Olayda davalı idarece, kiralama süresi olarak belirlenen 1.11.1995 -
1.11.2000 dönemi içinde kalacak şekilde
3.3.2000 tarihinde kira sözleşmesi feshedilmiş ise de, yargı kararı ile
sözleşmenin geçerli olduğunun saptandığı dikkate alındığında,
1.11.1995-1.11.2000 dönemi için kira ödeneceğinden, bu döneme ilişkin olarak
ecrimisil istenemeyeceği açıktır.
Kira sözleşmesindeki sözleşmenin bitiminden itibaren taşınmazın kiracı
tarafından kendiliğinden tahliyesi
aksi halde 2886 sayılı Kanunun 75. maddesinin uygulanacağı kuralı; kiracının
taşınmazı kendiliğinden tahliye etmemesi halinde tahliyenin idarece
gerçekleştirileceğine ilişkin olduğundan, kiracının kira süresi sonunda
taşınmazı tahliye etmemesi halinde , idarece tahliyenin sağlanacağı tarihe kadar
geçen dönem için ecrimisil istenilmeyeceği şeklinde yorumlanmasına olanak
bulunmadığı gibi kira sözleşmesinin sona ermesiyle fuzuli şagil durumuna düşen
davacıdan ecrimisil istenilmesi 2886 sayılı Kanun uyarınca idarenin
görevidir.
Bu durumda, kira sözleşmesinin sona erdiği 1.11.2000 tarihinden
tahliyenin sağlandığı 31.3.2001 tarihine kadar geçen dönem için davacıdan
ecrimisil istenilmesinde yasa ve yönetmelik hükümlerine aykırılık
bulunmadığından,davacının istenilen ecrimisil tutarının fahiş olduğu iddiası da
dikkate alınarak karar verilmesi gerekirken, davacıdan ecrimisil istenilmesinde
mevzuata uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle
dava konusu ecrimisil düzeltme ihbarnamesinin iptali yolunda verilen
kararda hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle davalı idarenin temyiz isteminin kabulü ile 2577
sayılı Kanunun 49. maddesi uyarınca Antalya 1. İdare Mahkemesinin 4.2.2003
tarihli, E:2002/1185, K:2003/140 sayılı kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar
verilmek üzere dava dosyasının anılan Mahkemeye gönderilmesine, 18.10.2006
tarihinde oybirliği ile karar verilmiştir.
SIKIYÖNETİM
İŞLERİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onuncu
Daire
Esas No : 2003/3265
Karar
No :
2006/5765
Özeti
: Uzun
yıllardır yurt dışında ikamet eden ve yurt dışına çıkmadan önce ülkede aranır
konuma düştüğü bildirilen davacının, aradan geçen uzun zaman ve yasalardaki
değişiklikler nedeniyle, hakkındaki soruşturmanın zamanaşımı nedeniyle düşmüş
olması ve aranıyorsa gıyabi tutukluluğunun kaldırılması gerektiğinden bahisle
yaptığı başvurusunun, davacı hakkında mevcut bilgilerin verilmesinin ilgili
mevzuat gereği uygun görülmediği gerekçesiyle reddine ilişkin davalı idare
işlemlerinin iptali hakkında.
Temyiz Eden (Davalılar )
: 1-İçişleri Bakanlığı -
2-Ankara Valiliği
Karşı Taraf ( Davacı ) : …
Vekili
: Av.
…
İstemin Özeti
: Uzun yıllardır yurt dışında ikamet eden ve yurt dışına çıkmadan
önce ülkede aranır konuma düştüğü bildirilen davacının aradan geçen uzun zaman
ve yasalardaki değişiklikler nedeniyle hakkındaki soruşturmanın zamanaşımı
nedeniyle düşmüş olması ve aranıyorsa gıyabi tutukluluğunun kaldırılması
gerektiğinden bahisle yaptığı
başvurusunun davacı hakkında mevcut bilgilerin verilmesinin ilgili mevzuat
gereği uygun görülmediği gerekçesiyle reddine ilişkin davalı idare işlemlerinin
iptali istemiyle açılan dava sonucunda, Ankara 10. İdare Mahkemesince; olayda, davacının, hakkında yapılan
arşiv araştırması sonucunda yasa dışı terör örgütü mensubu olmak ve örgütsel
faaliyetlerde bulunmak suçundan aranan şahıslar arasında olduğu görülmekte ise
de, Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığı 2 Nolu Askeri Mahkemesince giyabi tevkif
müzekkeresinin … adına düzenlendiği, davacı hakkında verilmiş bir yargı kararı
olmadığı ve 1982 yılında … olarak aslında davacı adına düzenlendiği ileri
sürülen bu giyabi tevkif müzekkeresinin de güncelliğini yitirdiği, tek başına
hukuki niteliğininde bulunmadığı ve kişilerin üzerine atılı suçlardan yargı
kararı olmaksızın uzun süre zan altında bırakılamayacağı dikkate alınacak
olursa, hakkında giyabi tevkif kararı olup olmadığı, varsa hangi Mahkeme
tarafından verildiği ile ilgili olarak yapılan başvuruya hazırlık
soruşturmasının gizliliğinden bahisle bilgi verilmemesi sonucu yasal hak ve
menfaatlerini etkileyen ve kişi hukukunu ilgilendiren bu konularda davacının
bilgi sahibi olamadığı ve bu durumun hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmadığının
açık olduğu, bu durumda davalı idareye yapılan başvurunun dava konusu işlemler
ile henüz adli makamlara intikal etmemiş olaylarla ilgili olan davacının,
yakalanabilmesi ve yurt dışına çıkışının önlenebilmesi için suçun hazırlık
soruşturması safhasında arama kayıtlarına alındığından bahisle ve hazırlık
soruşturmasının gizliliği ilkesinden hareketle reddi yolunda tesis edilen
işlemlerde hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle işlemlerin iptaline karar
verilmiştir.
Davalı idareler tarafından, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek anılan
mahkeme kararının temyizen
incelenip bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Yerinde olmadığı ileri
sürülen temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
D.Tetkik Hakimi : Demet
Ünal
Düşüncesi : Temyiz
istemlerinin reddi ile usul ve hukuka uygun bulunan mahkeme kararının onanması
gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : Mehmet
Karaoğlu
Düşüncesi : İdare ve vergi
mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne
sürülen hususlar ,söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi
ile temyiz edilen mahkeme kararının
onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği
görüşüldü:
İdare ve Vergi Mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozulması 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49.maddesinde yer alan sebeplerden
birinin varlığı halinde mümkündür.
Temyizen incelenen karar, usul ve hukuka uygun olup, dilekçelerde ileri
sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte
görülmediğinden davalı idarelerin temyiz istemlerinin reddi ile Ankara 10. İdare Mahkemesi'nin
28.2.2003 tarih ve E:2002/609,
K:2003/223 sayılı kararının ONANMASINA
17.10.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
TAM
YARGI DAVALARI
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onuncu
Daire
Esas No : 2003/4153
Karar
No :
2006/5848
Özeti
: Tıp
Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalında uzmanlık yapan davacının, görevi
sırasında muz kabuğuna basıp kayması sonucu merdiven boşluğuna düşerek sakat
kalmasında, davalı idarenin hizmet kusurunun bulunduğu
hakkında.
Temyiz Eden (Davalı) : Ondokuz Mayıs
Üniversitesi Rektörlüğü
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf (Davacı) : …
Vekilleri
: Av. …, Av.
…
İstemin Özeti
: Davacının, Tıp
Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalında uzmanlık yapmakta iken muz kabuğuna basıp
kayması sonucu merdiven boşluğuna düşerek sakat kalmasında davalı idarenin
hizmet kusurunun bulunduğu ileri sürülerek uğranılan 12.000.000.000- TL maddi ve
5.000.000.000- TL manevi zararın tazmini istemiyle açılan dava sonucunda; Samsun
İdare Mahkemesince, idarelerin görmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerini
sunarken, hizmetin gereklerine uygun hareket etmeleri gerektiği, olayda,
davacının, davalı idareye ait hastanede görev yapmakta iken nöbetçi olduğu
9.2.1995 tarihinde, kattaki görev yerinden zemin katta bulunan acil hastaya
müdahale için, bu kata inerken, kullandığı merdivende bulunan muz kabuğuna
basması sonucu 7 kat aşağıya düştüğü ve ağır yaralandığının olay anında görevli
hastane doktor ve çalışanlarının noterce tespitli ifadeleriyle sabit olduğu,
davacının görev yaptığı hastanenin temizliğinde ve merdivenlerin
aydınlatılmasında davalı idarenin gerekli dikkat ve özeni göstermemesi nedeniyle
hizmet kusurunun bulunduğu ve davacının uğradığı zararı tazmini gerektiği
gerekçesiyle, mahkemelerince yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu hazırlanan
ve hükme esas alınacak nitelikte görülen rapor doğrultusunda 11.818.705.000-TL
maddi tazminatın davalı idareye başvuru
tarihinden itibaren
işletilecek yasal faiziyle birlikte kabulü, davacının duyduğu elem ve
ızdırâbının karşılığı olarak 5.000.000.000-TL manevi tazminatın kabulü,
11.818.705.000-TL'yi aşan tazminat isteminin ve manevi tazminata yönelik faiz isteminin
ise reddi yolunda verilen kararın, kabule ilişkin kısmının davalı idarece
temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti: Savunma
verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi : Aydın Akgül
Düşüncesi : Temyiz isteminin
reddi ile usul ve hukuka uygun bulunan mahkeme kararının onanması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı: Mehmet Karaoğlu
Düşüncesi: İdare ve vergi
mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar , söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine
uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen mahkeme kararının onanmasının uygun
olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği
görüşüldü:
İdare ve Vergi Mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozulması 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinde yer alan sebeplerden
birinin varlığı halinde mümkündür.
Temyizen incelenen karar, usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri
sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte
görülmediğinden temyiz isteminin reddi
ile Samsun İdare Mahkemesi'nin 26.5.2003 tarih ve E:2001/392, K:2003/551
sayılı kararının onanmasına 20.10.2006
tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onuncu
Daire
Esas No : 2003/3146
Karar
No :
2006/5850
Özeti
: Davacılar
yakınından doğum sonrası alınan kan örneğinin, ilgili sağlık birimine
ulaştırılması ve tahlili aşamalarında, kamu hizmetinin kötü işlemesi nedeniyle,
davacıların uğradığı zararın davalı idarece tazmini gerektiği
hakkında.
Temyiz Eden (Davalı) : Sağlık Bakanlığı
Karşı Taraf (Davacılar) : 1- … (kendisine asaleten çocukları
…, …, … ve …'ye
velayeten)
2- …
Vekilleri
: Av.
…
İstemin Özeti : Davacılar yakını
…'den doğum sonrası alınan kan örneğinin ilgili sağlık birimine ulaştırılması ve
tahlili aşamalarındaki aksaklık veya ihmal sonucu "fenilketonüri" hastalığının
teşhis edilemediğinden bahisle uğranıldığı ileri sürülen toplam 10.000.000.000.-
TL. maddi zararın yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılan dava
sonucunda; Sivas İdare Mahkemesince,
davacılar yakınının doğumundan iki ay sonra kan örneğinin alınarak ilgili
tanı merkezine gönderilmesine rağmen hastalığın o aşamada teşhis edilemediği,
hastalığa ilişkin kan örneklerinin alınması, bu örneklerin toplanması ve tanı
merkezlerinde incelenmesi aşamalarında, her bir örnek açısından detaylı bir
kayıt örneğinin uygulanmadığı, örneklerin öznel hale getirilmediği; dolayısıyla,
erken ve sınırlı bir zaman diliminde teşhis edilip tedavisine başlanması gereken
"fenilketonüri" hastalığının mücadele biçimine ilişkin kamu hizmetinin kötü
işlemesi nedeniyle davacıların uğradığı zararın davalı idarece tazmini gerektiği
gerekçesiyle, mahkemelerince yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu hazırlanan
ve hükme esas alınacak nitelikte görülen rapor doğrultusunda 9.250.000.000-TL
maddi tazminatın davalı idareye başvuru
tarihinden itibaren
işletilecek yasal faiziyle birlikte kabulü, bu kısmı aşan miktarın ise reddi
yolunda verilen kararın, kabule ilişkin kısmının davalı idarece temyizen
incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti
: Savunma
verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi : Aydın Akgül
Düşüncesi
: Temyiz isteminin reddi ile usul ve hukuka uygun bulunan mahkeme
kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : Zümrüt Öden
Düşüncesi
: İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne
sürülen hususlar , söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi
ile temyiz edilen mahkeme kararının
onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği
görüşüldü:
İdare ve Vergi Mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozulması 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinde yer alan sebeplerden
birinin varlığı halinde mümkündür.
Temyizen incelenen karar, usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri
sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte
görülmediğinden temyiz isteminin reddi
ile Sivas İdare Mahkemesi'nin 30.4.2003 tarih ve E:2002/31, K:2003/373
sayılı kararının onanmasına 20.10.2006
tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
TAŞINMAZA
TECAVÜZ İŞLERİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onuncu
Daire
Esas No : 2003/2335
Karar
No :
2006/5567
Özeti
: Sahil
düzenleme inşaat işini ihale ile belediyeden alan davacının, düzenleme işini
yaparken denizden dolgu niteliğindeki alan üzerine şantiye kurarak, hafriyat
dökmek suretiyle işgalinden dolayı ecrimisil alınmayacağı
hakkında.
Temyiz Eden (Davalı ) : İstanbul Defterdarlığı
Karşı Taraf ( Davacı ) : … İnşaat San. Tic. Ltd.
Şti.
Vekili
: Av.
…
İstemin Özeti
: İstanbul, …-… arası … sahil düzenleme inşaat işini ihale ile
İstanbul Büyükşehir Belediyesinden alan davacı şirketin, bu düzenleme işini
yaparken denizden dolgu niteliğindeki alan üzerine şantiye kurmak ve yeşil alan
hafriyat sahası olarak kullanmak suretiyle
Savunmanın Özeti : Yerinde olmadığı ileri
sürülen temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
D.Tetkik Hakimi : Ergün
Özcan
Düşüncesi : Temyiz isteminin reddi ile
usul ve hukuka uygun bulunan mahkeme kararının onanması
gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : Emin Celalettin
Özkan
Düşüncesi : İdare ve vergi
mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne
sürülen hususlar ,söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi
ile temyiz edilen mahkeme kararının
onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği
görüşüldü:
İdare ve Vergi Mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozulması 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49.maddesinde yer alan sebeplerden
birinin varlığı halinde mümkündür.
Temyizen incelenen karar, usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri
sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte
görülmediğinden temyiz isteminin reddi
ile İstanbul 6. İdare Mahkemesi'nin 30.10.2002 tarih ve E:2001/826, K:2002/1297 sayılı kararının
ONANMASINA 11.10.2006 tarihinde oybirliğiyle karar
verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onuncu
Daire
Esas No : 2003/5194
Karar
No :
2006/5570
Özeti
: Davacının
tapu tahsis belgesine istinaden kullandığı taşınmaz nedeniyle, tapudaki şerhin terkininden önceki dönem
için ecrimisil alınamayacağı hakkında.
Temyiz Eden (Davalı ) : İstanbul Defterdarlığı Milli
Emlak Daire Başkanlığı
Karşı Taraf ( Davacı ) : … Plastik Sanayi ve Tic.
Ltd.Şti.
Vekili
: Av.
…
İstemin Özeti
: Davacının 1985 yılında aldığı tapu tahsis belgesine istinaden
kullandığı, İstanbul, Kağıthane İlçesi,Sanayi Mahallesi sınırları dahilinde
bulunan mülkiyeti hazineye ait
taşınmazın
Savunmanın Özeti : Yerinde olmadığı ileri
sürülen temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
D.Tetkik Hakimi : Ergün
Özcan
Düşüncesi : Temyiz isteminin
reddi ile usul ve hukuka uygun bulunan mahkeme kararının onanması
gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : Zümrüt
öden
Düşüncesi : İdare ve vergi
mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne
sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine
uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen mahkeme kararının onanmasının uygun
olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği
görüşüldü:
İdare ve Vergi Mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozulması 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49.maddesinde yer alan sebeplerden
birinin varlığı halinde mümkündür.
Temyizen incelenen karar, usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri
sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte
görülmediğinden temyiz isteminin reddi
ile İstanbul 3. İdare Mahkemesi'nin 21.1.2003 tarih ve E: 2002/49, K:2003/37 sayılı kararının ONANMASINA
11.10.2006 tarihinde oybirliğiyle
karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onuncu
Daire
Esas No : 2003/2204
Karar
No :
2006/5608
Özeti
: Davacıların
Hazine ile paydaş olduğu taşınmazın işgali nedeniyle istenilen ecrimisilin;
paydaşlardan herbiri paydaşlık giderilmediği sürece taşınmazın her noktası
üzerinde payı oranında hak sahibi olduklarından, davacı tarafından payından
fazla kulllanıldığı belirlenen kısmın, diğer hissedarlara ait olabileceği
görüşünde buludurulmaksızın, olabileceği idarenin kendi payını gerekçe
göstererek ecrimisil isteyemeyeceği hakkında.
Temyiz Eden (Davalı) :
İstanbul Defterdarlığı
Karşı Taraf (Davacı) : …
Vekili
: Av.
…
İstemin Özeti : Davacıların
Hazine ile paydaş oldukları İstanbul Kağıthane İlçesi Seyrantepe Mahallesi, …
ada, … parselde kayıtlı taşınmazın işgali nedeniyle 1.1.1989-31.5.2001 dönemi
için 24.956.000.000.-TL ecrimisil istenilmesine ilişkin 1.8.2001 tarih ve 31998
sayılı işlemin iptali istemiyle açılan dava sonucunda İstanbul 5. İdare
Mahkemesince; davanın kısmen reddi, dava konusu işlemin kısmen iptali yolunda
verilen kararın, davalı idarece iptale ilişkin kısmının temyizen incelenerek
bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Yerinde olmadığı ileri sürülen
temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
D.Tetkik Hakimi : Elmas
Mucukgil
Düşüncesi : Temyiz isteminin
reddi ile mahkeme kararının onanması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : Bilgin
Arısan
Düşüncesi : Temyiz
dilekçesinde öne sürülen hususlar, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun
49.maddesinin 1.fıkrasında belirtilen nedenlerden hiçbirisine uymayıp idare
mahkemesince verilen kararın dayandığı hukuki ve yasal nedenler karşısında
anılan kararın bozulmasını gerektirir nitelikte görülmemektedir.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin reddiyle idare mahkemesi kararının
onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince, gereği görüşüldü :
Dava, davacıların Hazine ile paydaş oldukları İstanbul İli, Kağıthane
İlçesi, Seyrantepe Mahallesi, … ada, … parselde kayıtlı taşınmazın işgali
nedeniyle 1.1.1989-31.5.2001 dönemi için 24.956.000.000.-TL ecrimisil
istenilmesine ilişkin 1.8.2001 tarih ve 31998 sayılı işlemin iptali istemiyle
açılmıştır.
İdare Mahkemesince, 1.1.1989-31.5.2001 dönemi için ecrimisil tahakkuk
ettirildiği, on yıllık süre için ecrimisil tahakkuk ettirilebileceği, 2 yıl 5 ay
süre için fazladan yapılan ecrimisil tahakkukunun zamanaşımı nedeniyle davacıdan
istenilemeyeceği, 10 yıllık süre için bilirkişi incelemesiyle davacıdan
istenilecek miktarın,
Davalı idarece, anılan Mahkeme kararının iptale yönelik kısmının temyizen
incelenerek bozulması istenilmektedir.
2886 sayılı Devlet İhale Yasasının 75. maddesinin 1. fıkrasında, Devletin
özel mülkiyetinde veya hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmaz malların,
gerçek ve tüzel kişilerce işgali üzerine, fuzuli şagilden ecrimisil isteneceği,
son fıkrasında da, işgal edilen taşınmaz malın, idarenin talebi üzerine,
bulunduğu yer mülkiye amirince en geç 15 gün içinde tahliye ettirilerek, idareye
teslim edileceği hükme bağlanmış, ayrıca, Devlete ait veya Devletin hüküm ve
tasarrufundaki taşınmaz mallara yapılan tecavüz veya müdahalelerin süre şartı
aranmaksızın önlenmesi, tasarrufa ilişkin güvenliği ve kamu düzenini sağlamayı
amaçlayan 3091 sayılı Yasa kapsamına alınmış, aynı mütecaviz tarafından ikinci
defa veya onun yararına başkaları tarafından yapılacak tecavüz veya müdahalelere
altı aydan iki yıla kadar hapis cezası getirilmiştir.
Aynı Yasanın 74. maddesine dayanılarak Maliye Bakanlığı'nca çıkarılan
Devlete Ait Taşınmaz Mal Satış Trampa, Kiraya Verme, Mülkiyetin Gayri Ayni Hak
Tesis, Ecrimisil ve Tahliye Yönetmeliğinin Tanımlar başlıklı 2. maddesinde,
Ecrimisil: Bir malın, sahibinin rızası dışında ve onun bu malı kullanmamakla bir
zarara uğrayıp uğramayacağı söz konusu edilmeksizin bu maldan işgal, tasarruf
veya her ne şekilde olursa olsun yararlanılması sebebiyle şagil tarafından
ödenen veya idarece talep edilen tazminat; Fuzuli Şagil ise, kusuru aranmaksızın
kendisine ait olmayan ve sahibinin de rızası veya muvafakatı bulunmayan bir
malın zilyetliğini eline geçiren, elinde tutan veya her ne şekilde olursa olsun
bu maldan tasarrufta bulunan kimseler olarak tanımlanmıştır. Aynı yönetmeliğin
78. maddesinde, Hazinenin özel mülkiyetinde ve Devletin hüküm ve tasarrufu
altındaki taşınmaz malların milli emlak servislerince bir program dahilinde
fiili durumları mahallinde tesbit edilerek, tesbitten önceki sürelere ait işgal
ve tasarruf sebebi ile ecrimisil tesbit, takip ve tahsilatı yapılacağı, sonraki
sürelere ait fuzuli işgal ve tasarrufun devamına meydan verilmeden denetim ve
idare altına alınacağı açık bir şekilde hükme
bağlanmıştır.
Dosyanın incelenmesinden, uyuşmazlık konusu taşınmazın tapu kayıtlarına
göre 7389/14266 payının Hazine, 1000/14266 payın davacı ve geri kalan payların
da muhtelif paydaşlar adına kayıtlı bulunduğu, taşınmazın tapuda arsa olarak
kayıtlı olmasına rağmen
Davalı idarece taşınmazın 7389/14266 hissesinin Hazineye ait olduğu
gerekçesiyle ecrimisil tahakkuk ettirilmiş ise de; olay tarihinde yürürlükte
bulunan 743 sayılı Türk Medeni Kanununun 623 ila 631 inci maddelerinde müşterek
mülkiyet ile iştirak halinde mülkiyete ilişkin esaslar düzenlenmiş olup; anılan
Yasa maddeleri uyarınca paydaşlardan her biri, paydaşlık giderilmediği sürece
taşınmazın her noktası üzerinde payı oranında hak sahibi olduklarından, davacı
tarafından payından fazla kullanıldığı belirlenen kısmın diğer hissedarlara ait
olabileceği, idarenin hissedarı olduğu taşınmazdaki kendi payını gerekçe
göstererek diğer paydaşları işgalci olarak kabul etmesi ve paylı taşınmazın
kendisine göre belirlediği bir bölümünü kullanma olanağının bulunmaması
karşısında, mahkemece ecrimisil ihbarnamesinin kısmen iptaline ilişkin olarak
verilen kararın bu kısmında sonucu itibariyle isabetsizlik bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenle, davalı idarenin temyiz isteminin reddi ile İstanbul 5.
İdare Mahkemesinin 26.12.2002 tarih ve E:2001/1178, K:2002/1614 sayılı
kararının, iptale ilişkin kısmının yukarıda belirtilen gerekçeyle ONANMASINA, 13.10.2006 tarihinde oybirliğiyle
karar verildi.
VATANDAŞLIK
İŞLERİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onuncu
Daire
Esas No : 2003/2636
Karar
No :
2006/5764
Özeti
: Türk
Vatandaşlığı Yasasında öngörülen koşulları taşıyan ve hakkında yapılan
tahkikatta güvenlik bakımından kişisel sakıncası tespit edilmeyen davacının,
yönergede öngörülen koşulu taşımadığı gerekçesiyle reddi yönünde tesis edilen
işlemde, hukuka uyarlık bulunmadığı hakkında.
Temyiz Eden (Davalı ) : İçişleri
Bakanlığı
Karşı Taraf ( Davacı ) : …
İstemin Özeti
: Davacının Türk Vatandaşlığına alınma isteminin reddine ilişkin
işlemin iptali istemiyle açılan dava sonucunda; Ankara 2. İdare Mahkemesince;
dosyanın incelenmesinden, Alman uyruklu olan davacının 1977 yılında Türk
vatandaşı ile evlendiği ve 18.10.1980 tarihinden itibaren kesintisiz olarak
Antakya’da ikamet ettiği, Türk vatandaşlığına alınma başvurusu üzerine hakkında
yapılan tahkikatta güvenlik bakımından kişisel sakıncasının tespit edilemediği,
ancak Bakanlar Kurulu kararıyla uygulamaya konulan yönergenin 19. maddesindeki,
özellikli illerde oturmak veya bu bölge ile ilişki kurmak isteyen Türk soylu
olmayan yabancıların vatandaşlığa alınamayacakları kuralı nedeniyle vatandaşlığa
alınma başvurusunun reddedildiğinin anlaşılması karşısında vatandaşlığa alınmak
için 403 sayılı Türk Vatandaşlığı Yasasında öngörülen koşulları taşıyan ve
hakkında yapılan tahkikatta güvenlik bakımından kişisel sakıncası tespit
edilmeyen davacının, vatandaşlığa alınma isteminin, vatandaşlığa alınmasının
sakıncalı olduğu yönünde somut hiçbir bilgi ve belgeye dayanılmadan sadece
Yönergede öngörülen koşulu taşımadığı gerekçesiyle reddi yönünde tesis edilen
dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle işlemin iptaline
karar verilmiştir.
Davalı idare tarafından, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek anılan
kararın temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti :
Yerinde olmadığı ileri sürülen temyiz isteminin reddi gerektiği
savunulmaktadır.
D.Tetkik Hakimi
: Demet Ünal
Düşüncesi
: Temyiz isteminin reddi ile usul ve hukuka uygun bulunan mahkeme
kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı
: Mehmet Karaoğlu
Düşüncesi
: Almanya uyruklu olup, 1977 yılında T.C. vatandaşı ile evlenen ve
18.10.1980 tarihinden itibaren kesintisiz olarak Antakya’da ikamet eden
davacının Türk vatandaşlığına alınması için yaptığı başvurunun reddine ilişkin
işlemin iptaline dair idare mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması
istenilmektedir.
403 sayılı Kanunun 5.maddesinde, bir türkle evlenen yabancı kadının Türk
Vatandaşlığına geçmek istediğini 42.maddede gösterilen şekilde bildirdiği
takdirde Türk Vatandaşlığını kendiliğinden kazanacağının kurala bağlandığı,
42.maddede ise, evlenmenin, evlendirmeye yetkili Türk Makamları Önünde yapılması
halinde Türk vatandaşlığına geçme beyanının evlenme sırasında o makama yazılı
olarak yapılacağının belirtildiği, 1977 yılında yapılan evlilik sırasında
davacının Türk vatandaşlığına geçmek istediği yolunda yazılı beyanı bulunmadığı
anlaşılmaktadır.
Bakanlar Kurulunun 10.10.1983 gün ve 83/7229 sayılı kararı ile uygulamaya
konulan Yönergenin 19.maddesinde, “özellikli illerde oturmak veya bu bölge ile
ilişki kurmak isteyen Türk soylu olmayan yabancılarla, Türk kültürüne bağlı
olmayan yabancılar”ın vatandaşlığımıza alınmayacağı belirtilmiş olup, yönergenin
değişik 11.maddesinde de, davacının ikamet ettiği il, “özellikli iller” arasında
sayılmıştır.
Bu durumda, evlilik sırasında vatandaşlığa geçmek istediği yolunda yazılı
beyanı bulunmayan ve özellikli illerden birisinde ikamet eden davacının
vatandaşlığa geçme talebinin reddine dair işlemde hukuka aykırılık
bulunmadığından, anılan işlemin iptaline ilişkin idare mahkemesi kararında
hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulüyle temyize konu mahkeme
kararının bozulması gerekeceği düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği
görüşüldü:
İdare ve Vergi Mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozulması 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49.maddesinde yer alan sebeplerden
birinin varlığı halinde mümkündür.
Temyizen incelenen karar, usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri
sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte
görülmediğinden temyiz isteminin reddi
ile Ankara 2. İdare Mahkemesi’nin 26.2.2003 tarih ve E:2002/861,
K:2003/229 sayılı kararının ONANMASINA 17.10.2006 tarihinde oybirliğiyle karar
verildi.
YARGILAMA
USULÜ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onuncu
Daire
Esas No : 2004/9784
Karar
No :
2006/2598
Özeti
: 2577
sayılı Yasa'nın 13. maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürenin, eylemin
idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması gerektiği; dava
konusu olayda eylemin idariliğinin, kötü muamelede bulunduğu iddia edilen sanık
polislerin yargılanması sonucu, ceza mahkemesi kararının sonucunda ortaya
çıktığı; dava süresinin de buna göre araştırılıp, dava süresinde ise
uyuşmazlığın esasının incelenmesi gerektiği hakkında.
Temyiz Eden (Davacı) : …
Vekili
: Av.
…
Karşı Taraf (Davalı) : İçişleri
Bakanlığı
İstemin Özeti : Davacının, ifade vermek üzere
götürüldüğü karakolda görevli polis memurlarından kötü muamele gördüğü iddia
edilerek uğranıldığı öne sürülen 50.000.000.000-TL manevi zararın 4.12.1998
tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılan dava sonucunda; Malatya İdare
Mahkemesince davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen kararın, davacı
tarafından temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Yerinde olmadığı ileri
sürülen temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
D.Tetkik Hakimi : Aydın Akgül
Düşüncesi
: Dava, davacının ifade vermek üzere götürüldüğü karakolda görevli
polis memurlarından kötü muamele gördüğü iddia edilerek uğranıldığı öne sürülen
manevi zararın yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle
açılmıştır.
2577 sayılı Yasayla öngörülen tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle
uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle tam yargı
davasının açılabilmesi için eylemin
idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması
zorunludur.
İdarenin yürüttüğü faaliyet alanındaki eylemlerin idariliği ve bu
eylemlerden doğan zarar, bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken,
bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları
sonucu ortaya çıkabilmektedir.
Bu itibarla, 2577 sayılı
Yasa'nın 13. maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürenin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten
itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara yol açan eylemin
idariliğinin ortaya çıkmasıyla kulanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama
özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır.
Olayda, eylemin idariliği kötü muamelede bulunduğu iddia edilen sanık
polislerin yargılanması sonucu, ceza mahkemesi kararının sonucunda ortaya
çıkmıştır. Dolayısıyla dava süresinin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarih
olan sanık polislerin yargılandığı ceza mahkemesi kararının sonucunun, davaya
müdahil olan davacıya hangi tarihte tebliğ edildiği veya davacı tarafından
öğrenildiği tarihten itibaren hesaplanması gerekmekte; davacının 11.2.2002
tarihli başvurusunun ceza mahkemesi kararının tebliği veya söz konusu kararın
öğrenilmesi tarihinden itibaren 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca 1 yıl
içerisinde yapılıp yapılmadığı araştırılarak, dava süresinde ise uyuşmazlığın
esasının incelenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenle, İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : Nevzat
Özgür
Düşüncesi : İdare ve Vergi
Mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 49.
maddesinin 1. fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, sözkonusu maddede belirtilen
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile bozma
kararına uyularak verilen temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun
olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği görüşüldü:
Dava, davacının, ifade vermek üzere götürüldüğü karakolda görevli polis
memurlarından kötü muamele gördüğü iddia edilerek uğranıldığı öne sürülen
50.000.000.000-TL manevi zararın 4.12.1998 tarihinden itibaren işleyecek yasal
faiziyle birlikte tazmini istemiyle istemiyle açılmıştır.
Malatya İdare Mahkemesince; davacının 5.12.1998 tarihinde ifadesi alınmak
üzere karakola götürüldüğü sırada kötü muameleye uğraması nedeniyle manevi
zararın da aynı tarihte öğrendiğinin kabulü gerekeceği, bu tarihten itibaren bir
yıl içinde idareye başvuruda bulunulmadığından, bu süre geçtikten sonra yapılan
11.2.2002 tarihli başvurunun zımnen reddi üzerine açılan davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle; davanın süre aşımı yönünden reddine karar
verilmiştir.
Davacı tarafından, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek anılan mahkeme
kararının temyizen incelenerek bozulmasını
istenilmektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 13. maddesinde, idari eylemlerden hakları ihlal edilen
ilgililerin, idari eylemleri
öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve herhalde idari eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine
getirilmesini istemeleri gerektiği hükme bağlanmıştır.
Anılan Yasa hükmünde idareye başvuru için öngörülen en geç beş yıllık
sürenin hangi tarihten itibaren
başlatılacağı zaman zaman duraksamalara yol açtığından, bu hususun irdelenmesi
gerekmektedir.
Yasayla öngörülen tam yargı
davaları idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu
nedenle, tam yargı davasının
açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya
çıkması zorunludur.
İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir davranışı, bir tutumu veya
hareketsizliği; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde
bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları ifade
etmektedir.
Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin
yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma,
inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya
çıkabilmektedir.
Özellikle kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın,
üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin
kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek
boyutta ve biçimde, ancak yine de resmi yetki, görev ve olanaklardan
yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden
tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan
zararların tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği,
bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu yoksa görev kusuru
sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra
saptanabilmektedir.
Bu itibarla, 2577 sayılı Yasa'nın 13. maddesinde
öngörülen 1 ve 5 yıllık sürenin, eylemin
idariliğinin ortaya çıktığı
tarihten itibaren
hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara yol açan eylemin
idariliğinin ortaya çıkmasıyla kulanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle
bağdaşmayacağı açıktır.
Dava ve temyiz dosyasının birlikte incelenmesinden; davacının 5.12.1998
tarihinde sevk ve idaresinde bulunan kamyoneti bir bayanın üzerine sürdüğünden
bahisle yapılan şikayet üzerine … Karakoluna götürüldüğü, davacının burada
görevli polis memurlarının kötü muamelesine maruz kaldığı ve hakkında 15 gün iş
ve gücüne mani olduğuna ilişkin 14.12.1998 tarihli kati raporun verildiği,
davacının 7.12.1998 tarihli şikayet dilekçesi sonrası Bingöl Cumhuriyet
Savcılığınca kötü muamelede bulunduğu iddia edilen polisler hakkında kamu davası
açıldığı ve davacının 5.4.1999 tarihinde davaya müdahil olduğu, Bingöl Asliye
Ceza Mahkemesinin E:1996/36 sayılı dosyasında görülen davada, anılan Mahkemenin
25.1.2001 tarih ve E:1996/36, K:2001/171 sayılı kararı ile sanık polisler
hakkında açılmış bulunan kamu davasının 4616 sayılı Yasa uyarınca Şartla
Ertelenmesine karar verildiği, davacı tarafından uğranıldığı ileri sürülen
manevi zararın tazmini istemiyle 11.2.2002 tarihli dilekçe ile davalı idareye
yapılan başvurunun zımnen reddi üzerine bu davanın açıldığı
anlaşılmaktadır.
Dava konusu olayda tazmini istenen zarar, kötü muamele sonucu uğranılan
zarar olduğuna göre, davacının zararının kötü muamele nedeniyle meydana gelip
gelmediğinin, kötü muamele eylemini idarenin personelinin resmi görev ve
yetkisini kullanarak gerçekleştirip gerçekleştirmediğinin belirlenmesine
bağlıdır. Bu itibarla olayda, eylemin idariliği, kötü muamelede bulunduğu iddia
edilen sanık polislerin yargılanması sonucu, ceza mahkemesi kararının sonucunda ortaya
çıkmıştır.
Dolayısıyla, olayda eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarih olan sanık
polislerin yargılandığı ceza mahkemesi kararının sonucunun, davaya müdahil olan
davacıya hangi tarihte tebliğ edildiğinin veya davacı tarafından öğrenildiğinin
tespiti gerekmekte olup; davacının 11.2.2002 tarihli başvurusunun, ceza
mahkemesi kararının tebliği veya söz konusu kararı öğrenmesi tarihinden itibaren
2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca 1 yıl içerisinde yapılıp yapılmadığı
araştırılarak, dava süresinde ise uyuşmazlığın esasının incelenmesi
gerekmektedir.
Bu durumda, yukarıda belirtilen hususlar araştırılarak davanın süresinde
olup olmadığının tespit edilmesi, davanın süresinde olması durumunda ise
esasının incelenerek bir karar verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı
nedeniyle reddi yolunda verilen temyize konu İdare Mahkemesi kararında hukuki
isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Yasa'nın 49. maddesine uygun bulunan
davacı temyiz isteminin kabulüyle Malatya İdare Mahkemesinin 16.1.2004 tarih ve
E:2002/879, K:2004/22 sayılı kararının
BOZULMASINA, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan mahkemeye
gönderilmesine 21.4.2006 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
K
A R Ş I O
Y
Usul ve hukuka uygun bulunan idare mahkemesi kararının onanması gerektiği
görüşüyle aksi yöndeki çoğunluk kararına katılmıyorum.
ONBİRİNCİ
DAİRE KARARLARI
AFET
İŞLERİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onbirinci
Daire
Esas No : 2006/289
Karar
No :
2006/3901
Özeti
: Afete
maruz kalan bir gayrimenkulün emlak vergisi muafiyetinden yararlanabilmesi için,
afetin "toplumun genelini etkileyecek derecede" olması gerektiği, davacıya ait
gayrimenkulün çıkan yangında oturulamayacak derecede hasar görmesi bu kapsamda
değerlendirilemeyeceğinden, söz konusu gayrimenkul için muafiyet belgesi
verilmemesi yolundaki işlemde mevzuata aykırılık görülmediği
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davalı)
: İstanbul Valiliği
Karşı Taraf (Davacılar) : 1- … 2- … 3- …4- … 5- …
Vekili
: Av. …
İsteğin Özeti
: Dava, davacıların 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanununun 5.
maddesindeki muafiyetten yararlanmak amacıyla maliki oldukları gayrimenkulün
yandığı ve afete maruz kaldığı hakkında belge verilmesi yolundaki taleplerinin
reddine dair işlemin iptali istemiyle açılmıştır. İstanbul 1. İdare Mahkemesi
31.1.2005 gün ve E:2005/27, K:2005/72 sayılı kararıyla; dosyanın
incelenmesinden, davacılara ait "…"da bulunan binanın 28.7.2000 tarihinde çıkan
yangın sonucunda tamamen yandığı ve acilen yıkılması gerektiğinin Zeytinburnu 2.
Asliye Hukuk Mahkemesinin 2000/230 D. İş sayılı tespit davası nedeniyle
düzenlenen raporla tespit edilmesi üzerine davacılar tarafından, sözkonusu
binanın, 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanununda belirtilen "Emlak Vergisi
muafiyeti" kapsamına alınması amacıyla yapılan başvurularının, davalı idarece,
yangının genel afet kapsamında değerlendirilmesinin yasal açıdan mümkün olmadığı
belirtilmek suretiyle reddine dair dava konusu işlemin tesis edildiğinin
anlaşıldığı, olayda, davalı idarece, her ne kadar yangının genel afet kapsamında
değerlendirilemeyeceği ileri sürülmekte ise de, anılan Kanunun incelenmesinden,
Kanunun birinci tümcesinde belirtilen "veya yangın, su baskını, yer kayması,
kaya düşmesi, çığ ve benzeri afetlerle zarar gören şeklindeki" ibaresi
karşısında, esasen sadece tabii afet değil, bu olayların münferiden meydana
gelmesinin yeterli görüldüğü sonucuna varıldığından, aksi yönde tesis edilen
işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemi iptal
etmiştir. Davalı idare tarafından, usul yönünden, davacıların ilk müracaatları
üzerine davalı idarece verilen cevap üzerine davanın süresinde açılmadığı, esas
yönünden ise, söz konusu yangın olayının 7269 sayılı Kanun kapsamına girmediği
ileri sürülerek kararın bozulması istenilmiştir.
Savunmanın Özeti :
Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi : Ahmet Pesen
Düşüncesi : Temyiz
dilekçesinde ileri sürülen iddialar, 2577 sayılı Kanunun 49. maddesinin 1.
fıkrasında sayılan bozma nedenlerine uymadığından, temyiz isteminin reddi ile
kararın onanması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı :
Mehmet Ali Samur
Düşüncesi : İdare ve vergi
mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onbirinci Dairesince işin gereği
görüşüldü:
1319 sayılı Emlak Vergisi Kanununun "Geçici muaflıklar" başlıklı 5.
maddesinin (c) bendinde, deprem, su basması, yangın gibi tabii afetler sebebiyle
binaları yanan, yıkılan veya kullanılmaz hale gelen veya yangın, su baskını, yer
kayması, kaya düşmesi, çığ ve benzeri (Deprem hariç) afetlerle zarar görmesi
muhtemel yerlerdeki binaların vergi mükellefleri tarafından afetin vukubulduğu
veya afete maruz bulunduğunun yetkili kuruluşça tebliği tarihinden itibaren en
geç 5 yıl içinde afetin vuku bulduğu yerde veya kamu kuruluşlarınca gösterilen
yerlerde inşa edilen binaların inşalarının sona erdiği yılı, kamu kuruluşlarınca
ilgili kanunlarına göre inşa olunup hak sahiplerine teslim edilen binaların
devredildikleri yılı takip eden bütçe yılından itibaren 10 yıl süreyle geçici
muafiyetten faydalandırılacağı, muafiyetten faydalanacak mükelleflerin, İmar ve
İskan Bakanlığından veya bu Bakanlığın yetkili kıldığı kuruluşlardan afete maruz
kaldıklarına dair alacakları bir belgeyi vergi dairesine ibraz etmeye mecbur
oldukları belirtilmiştir.
Öte yandan, 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyle Alınacak
Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanunun 1. maddesinde, deprem (Yer
sarsıntısı), yangın, su baskını, yer kayması, kaya düşmesi, çığ ve benzeri
afetlerde; yapıları ve kamu tesisleri genel hayata etkili olacak derecede zarar
gören veya görmesi muhtemel olan yerlerde alınacak tedbirlerle yapılacak
yardımlar hakkında bu kanun hükümlerinin uygulanacağı, afete uğrayan meskun
yerlerin büyüklüğü o yerin tamamında veya bir kesiminde yıkılan, oturulamaz hale
gelen bina sayısı, zarar gören yapı ve tesislerin genel hayata etki derecesinin,
mahallin ekonomik ve sosyal özelliklerinin, zararın kamuoyundaki tepkisinin,
normal hayat düzenindeki aksamaların ve benzeri hususların gözönünde tutulmak
suretiyle afetlerin genel hayata etkililiğine ilişkin temel kuralların, İçişleri
ve Maliye Bakanlıklarının mütalaaları da alınarak İmar ve İskan Bakanlığınca
hazırlanacak bir yönetmelikle belirtileceği, yukarıda yazılı afetlerin meydana
gelmesinde veya muhtemel olması halinde zararın o yerin genel hayatına etkili
olup olmadığına, yönetmelik esasları gereğince, İmar ve İskan Bakanlığı
tarafından karar verileceği, şu kadar ki, afetin meydana gelmesi halinde bu
kanun gereğince alınması lazım gelen acil tedbirlerin ittihazına afetin meydana
geldiği bölgenin valisinin yetkili olduğu hüküm altına
alınmıştır.
Yukarıda anılan Kanun hükümlerinin birlikte incelenmesinden, yangın ve
benzeri olayların, toplumun genelini etkileyen afetlerin sonuçlarının, yine
toplumun bütünü tarafından
elbirliği ile giderilmesi amacını taşıyan bu Kanunlar kapsamında bir
"afet" olarak nitelendirilebilmesi için, toplumun genel hayat düzenini olumsuz
yönde etkileyecek boyutlarda olması gerekmektedir.
Dosyanın incelenmesinden, davacılara ait "…"da bulunan binanın 28.7.2000
tarihinde çıkan yangın sonucunda tamamen yandığı ve acilen yıkılması
gerektiğinin Zeytinburnu 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2000/230 D. İş sayılı
tespit davası nedeniyle düzenlenen raporla tespit edilmesi üzerine davacılar
tarafından, sözkonusu binanın, 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanununda belirtilen
"Emlak Vergisi muafiyeti" kapsamına alınması amacıyla yapılan başvurularının,
davalı idarece, yangının genel afet kapsamında değerlendirilmesinin yasal açıdan
mümkün olmadığı belirtilmek suretiyle reddine dair tesis edilen dava konusu
işlemin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı, idare mahkemesince, 1319
sayılı Emlak Vergisi Kanununun birinci tümcesinde belirtilen "veya yangın, su
baskını, yer kayması, kaya düşmesi, çığ ve benzeri afetlerle zarar gören
şeklindeki" ibaresi karşısında, esasen sadece tabii afet değil, bu olayların
münferiden meydana gelmesinin yeterli görüldüğü gerekçesiyle dava konusu işlemin
iptal edildiği anlaşılmıştır.
Bu durumda, sadece davacılara ait binanın kullanılamaz hale gelmesi
sonucunu doğuran yangının, toplumun genel hayat düzenini olumsuz etkileyecek
boyutta olmaması nedeniyle, Umumi
Hayata Müessir Afetler Dolayısıyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara
Dair Kanun kapsamında bir afet olarak nitelendirilemeyceğinden, dava konusu
işlemde hukuka aykırılık, bu işlemi iptal eden mahkeme kararında hukuka uyarlık
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulüyle İstanbul 1. İdare
Mahkemesinin 31.1.2005 gün ve E:2005/27, K:2005/72 sayılı kararının bozulmasına,
yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine,
7.7.2006 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onbirinci
Daire
Esas No : 2006/232
Karar
No :
2006/1710
Özeti
: Yasal
süresi içinde talep ve taahhütname verilmeksizin, adli yargıda yaptırılan delil
tespitine dayanılarak hak sahibi sayılmak için idareye yapılan başvurunun
reddine ilişkin işlemde, hukuka aykırılık bulunmadığı
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan
(Davalı) : Bayındırlık ve
İskan Bakanlığı - ANKARA
Karşı Taraf (Davacı) :
…
Vekili
: Av. …
İsteğin Özeti
: Erzurum ili ve
çevresinde 25-28 Mart 2004 tarihlerinde meydana gelen depremlerde taşınmazında
oluştuğu ileri sürülen ve idarece tespiti yapılmayan hasarın adli yargı yerinde
ağır hasarlı olarak tespit edilmesi üzerine davacı tarafından idareye
başvurularak hak sahibi sayılması isteminin reddine ilişkin işlem ile idarece
tesis edilen hasar tespit kararının iptali istemiyle açılan davada, davalı
idarenin usule ilişkin itirazlarını ciddi görmeyip, yapıda meydana gelen hasar
durumunun tespiti amacıyla mahallinde yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucu
düzenlenen bilirkişi raporunda, taşınmazda oluşan hasarın depremden
kaynaklandığı ve orta hasarlı olduğunun tespit edildiği, orta hasarlı yapıdan
dolayı davacının hak sahibi
sayılması gerektiği, aksi yönde
tesis edilen dava konusu işlemde
yasal isabet görülmediği gerekçesiyle dava konusu işlemi iptal eden
Erzurum 2. İdare Mahkemesinin 15.7.2005 gün ve E:2004/378, K:2005/1023 sayılı
kararının; mevzuatta öngörülen
şartlara haiz olmayan veya
usule uygun başvuruda bulunmayan ilgililerin
hak sahibi sayılmalarına yasal
imkan bulunmadığı, hasar tespit raporlarının objektif ve bilimsel kriterler esas alınarak düzenlendiği
ileri sürülerek bozulması
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma
verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi : Mehmet Ali Gümüş
Düşüncesi : Temyiz isteminin
kabulü ile mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : Dr. Ülkü Özcan
Düşüncesi : İdare ve vergi
mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onbirinci Dairesince işin gereği
görüşüldü:
7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak
Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara
Dair Kanunun 13. maddesine 29.5.2003 gün ve 4864 sayılı Yasanın 1. maddesiyle
eklenen fıkrada "Yapılacak asıl
işlemlere esas olmak üzere
fen kurulları tarafından düzenlenen teknik mahiyetteki hasar tespit
raporlarına mahalli ilan tarihinden
itibaren otuz gün içinde itiraz
edilebilir ve hasar tespit raporları ancak asıl işlemlerle birilikte dava konusu edilebilir. Gayrimenkulleri kesin bir
şekilde hasarsız olarak tespit
edilenlerin veya gayrimenkullerinin
hasar tespiti hiç yapılmayanların, yargı
yoluna gitmeden önce,
mahalli ilan tarihinden itibaren otuz gün içinde ilgili idareye başvurmaları"nın zorunlu
olduğu hükme bağlanmıştır.
Anılan hükümle hasar tespit raporlarına 30 gün içinde ilgililerin itiraz
etmelerine olanak tanınmış olup, bu raporlara karşı doğrudan dava açma hakkı
bulunmamaktadır. İlgililerin hasar tespit raporu nedeniyle doğrudan
menfaatlerini etkileyen hak kaybı
veya hak kazanımı şeklinde, yıkım, hak sahipliğinden yararlanma veya yararlanmama gibi bir
işlem söz konusu olduğunda, hasar tespit raporu ile asıl işleme ancak
birilikte dava açılabilecektir.
Ayrıca maddede gayrimenkulleri kesin
bir şekilde hasarsız olarak tespit edilenlerin veya hiç hasar
tespiti yapılmayanların yargı
yoluna gitmeden önce, mutlak surette mahalli ilan tarihinden itibaren otuz
gün içinde idareye başvurmaları
zorunluluğu getirilmiş, idareye başvurulmadığı takdirde, asıl işlemle de olsa
yargı yoluna başvurulması önlenmiştir. Bu hükmün getirilişindeki temel amaç,
afetten hemen sonra idareye taşınmazın gerçek hasar durumunu tespit ettirmek,
yapılacak yardımlar ve alınacak tedbirler konusunda idareyi harekete geçirerek, yasada
öngörülen usulü bir şekilde başlatmaktır.
Öte yandan, 7269 sayılı Yasanın 28. maddesine 29.5.2003 gün ve 4864
sayılı Yasanın 2. maddesiyle
eklenen değişik birinci fıkra hükmünde, " Bu Kanundan faydalanmak suretiyle inşaat kredisi verilmesini yada bina yaptırılmasını isteyenlerin
Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca yapılacak yardıma ilişkin olarak mahalli ilan
tarihinden itibaren iki ay içinde mahallin en büyük mülki amirine yazılı
başvuruda bulunmaları ve
taahhütname vermeleri zorunludur.
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı bu süreyi bir ay uzatmaya yetkilidir. Bu
müracaatın yapılmasında hasar tespit raporlarında yer alan hasar oranlarına bakılmaz" denilmektedir.
Bu hükümle, ilgililere hasar tespitinden bağımsız olarak talep ve
taahütname vermek suretiyle asıl
işlem olan hak sahipliği talebinde bulunma imkanı sağlanmış, asıl işlemle ilgili
ve idarece belirlenen hasar tesbit raporlarına göre hak kayıpları önlenmek istenmiştir.
Ayrıca, 7269 sayılı Yasanın 29. maddesi uyarınca hazırlanan Afet
Sebebiyle Hak Sahibi Olanların Tespiti Hakkındaki Yönetmelik Hükümleriyle de,
afet sebebiyle, kendilerine bina yapılacak veya inşaat kredisi verilecek malik
ve hissedarlarla, ebeveyni ile
birlikte oturan evli kişilerin hak sahipliği yönünden tayin ve tespiti
düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerle, idarece kanunda ve yönetmelikte öngörülen
çerçevede gerçek anlamda hak sahibi olma koşullarına haiz olanların tespitine
imkan tanınmış, haksız yere hak sahibi olunması önlenmek istenmiştir. Bunun da
gerçekleştirilmesi için, ilgililerin yasal ve ek süreler için de talep ve
taahhütname vermesi, idarenin de bu talep ve taahhütnameleri mevzuatta öngörülen
çerçevede değerlendirerek işlem
tesis etmesi, söz konusu işlemin ilgililer aleyhine sonuç yaratması durumunda da ilgililerin
istemeleri halinde bu işlemleri idari yargıda dava konusu etmeleri
gerekmektedir.
Aksi takdirde, idareye, talep ve taahhütname vermeden yasa ve
yönetmelikte öngörülen usule
uymadan dava konusu olayda olduğu gibi yapılan başvurunun hak sahipliği için talep ve
taahhütname vermek suretiyle yapılan başvuru olarak
değerlendirilmesine yasal imkan bulunmamaktadır.
Dava dosyası ile Dairemize intikal
eden aynı nitelikteki uyuşmazlıklarla ilgili dava dosyalarında yer alan
bilgi ve belgelerin birlikte
incelenmesinden, Erzurum ve çevresinde 25-28 Mart 2004 tarihlerinde meydana
gelen depremlerde ilk kesin hasar
tespit listelerinin 14.4.2004- 17.5.2004
tarihleri arasında mahallinde ilan
edildiği, 12.4.2004- 10.6.2004 tarihleri arasında da ilgililere hak
sahipliği için 2 aylık talep ve
taahhütname verme süresi
tanındığı, davacının belirlenen
süreler içinde talep ve taahhütname vermeden, taşınmazın hasarlı olduğunu
adli yargıda tespit ettirdikten
sonra idarece yapılan hasar tespitine ilişkin işleminin hatalı olduğundan ve
kendisinin de hak sahibi kabul edilmesi gerektiğinden bahisle adli yargı yerinde
yaptırılan tesbite göre hak sahibi sayılması amacıyla idareye yaptığı başvurunun
reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle davanın açıldığı
anlaşılmaktadır.
Bu durumda, davacının yukarıda hükümlerine yer verilen mevzuatta
öngörülen usule uygun olarak yasal süreler içerisinde idareye zorunlu olarak
yapılması gereken başvurularını yapmadan, doğrudan adli yargı tespit kararı
üzerine idarece yapılan hasar tesbitine ilişkin işleminin hatalı olduğundan
bahisle adli yargı yerinde yaptırılan tesbite göre hak sahibi sayılması amacıyla
idareye yaptığı başvuru sonucu tesis edilen ve adli yargı yerinde yaptırılan
bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen hasar tesbit raporuna göre idarece
yapılacak bir işlem olmadığı yolundaki işlemde mevzuata aykırılık
bulunmadığından, dava konusu işlemin iptaline ilişkin idare mahkemesi kararında
usul ve mevzuata uyarlık görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulü ile Erzurum 2. İdare Mahkemesinin
15.7.2005 gün ve E:2004/378, K:2005/1023 sayılı kararının bozulmasına, yeniden
bir karar verilmek üzere dosyanın
adı geçen mahkemeye gönderilmesine 10.4.2006 gününde oybirliği ile karar
verildi.
EMEKLİLİK
VE EMEKLİ SANDIĞI İŞLERİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onbirinci
Daire
Esas No : 2004/5586
Karar
No :
2006/5763
Özeti
: Emekli
Sandığına tabi olarak 30 yıldan fazla hizmeti bulunan ve 30 yıl üzerinden emekli
ikramiyesi ödenen davacının; daha önce kıdem tazminatı ödemesine esas alınan
sürelerin, emekli ikramiyesi ödemesine esas alınan süreden mahsubu suretiyle
adına borç çıkarılarak, aylıklarından kesilmesi yolunda tesis edilen işlemde,
mevzuata uyarlık bulunmadığı hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan
(Davalı) : Sosyal
Güvenlik Kurumu Başkanlığı
(Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü)
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf (Davacı) :
…
İsteğin Özeti
: Dava, Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumunda görev yapmakta iken
emekliye ayrılan ve 30 yıl 1 ayı Emekli Sandığına tabi olmak üzere 42 yıl 4 ay
üzerinden emekli aylığı bağlanarak 30 yıl üzerinden emekli ikramiyesi ödenen
davacının, kıdem tazminatı ödenmiş hizmet sürelerinin mahsubu suretiyle 21 yıl
hizmet süresi esas alınarak hesaplanan emekli ikramiyesi üzerinden adına borç
çıkarılan ve emekli ikramiyesi tutarının emekli aylıklarından kesilmesine
ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır. Ankara 10. İdare Mahkemesi
17.9.2004 gün ve E:2003/1634, K:2004/1637 sayılı kararıyla; 2829 sayılı Sosyal
Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında
Kanunun 12. maddesinde, son defa Emekli Sandığına tabi bir görevden emekliye
ayrılanlara, Sandığa tabi olarak geçen hizmetleri üzerinden ikramiye ödeneceği,
ancak, her ne suretle olursa olsun evvelce kıdem tazminatı veya emekli ikramiye
ödenmiş sürelerin, emekli ikramiyesinin ödenmesinde dikkate alınmayacağının
belirtildiği, 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanununun Ek 20. maddesinde ise, emekli
ikramiyesinin hesabında 30 hizmet yılını aşan sürelerin ikramiyenin
hesaplanmasında dikkate alınmayacağı hükmüne yer verildiği, bu yasa hükümlerinin
incelenmesinden, daha önce kıdem tazminatı ödemesine esas alınan ve bu nedenle
ikramiyenin hesabında dikkate alınmayacak olan sürenin, 30 hizmet yılını Sandığa
tabi olarak geçiren ilgililerin hizmet süresinden düşülmesi sonucu
doğurmayacağı, bu nedenle Emekli Sandığına tabi olarak 30 yıldan fazla hizmeti
bulunduğu anlaşılan davacının, daha önce kıdem tazminatı aldığından bahisle
emekli ikramiyesinin, kıdem tazminatı aldığı hizmet sürelerinin mahsubu
suretiyle hesaplanan hizmet süresi üzerinden adına borç çıkarılarak,
aylıklarından kesilmesi yolunda tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı
gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Davalı idare
tarafından, mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek bozulması
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti :
Temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmuştur.
Danıştay Tetkik Hakimi
:
Metin Gürz
Düşüncesi : Temyiz
dilekçesinde ileri sürülen iddialar, 2577 sayılı Kanunun 49. maddesinin 1.
fıkrasında sayılan bozma nedenlerine uymadığından, temyiz isteminin reddi ile
kararın onanması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : Ali Kemal
Terlemezoğlu
Düşüncesi : İdare ve vergi
mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onbirinci Dairesince işin gereği
görüşüldü:
İdare mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile
incelenerek bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49.
maddesinde belirtilen nedenlerden birinin bulunması halinde mümkündür. Ankara
10. İdare Mahkemesince verilen 17.9.2004 gün ve E:2003/1634, K:2004/1637 sayılı
karar ve dayandığı gerekçe, hukuk ve usule uygun olup bozulmasını gerektirecek
bir sebep de bulunmadığından temyiz isteminin reddi ile anılan kararın
onanmasına, gereksiz olarak alınan 15.30.- YTL temyiz başvuru harcının istemi
halinde davalı idareye iadesine, temyiz giderlerinin istemde bulunan üzerinde
bırakılmasına, 8.12.2006 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.
A
Z L I K O Y U
Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumunda görev yapmakta iken 2829 sayılı
Kanun hükümleri uyarınca hizmetleri birleştirilmek suretiyle emekliye ayrılan ve
33 yıl 5 ayı Emekli Sandığına tabi olmak üzere 42 yıl 4 ay üzerinden emekli
aylığı bağlanan davacının, daha önce 9 yıl hizmet süresi yönünden kıdem
tazminatı aldığının anlaşılması üzerine, 5434 sayılı Kanunun, hizmet süresi 30
senenin üzerinde olanlara en fazla 30 maaş ikramiye ödeneceği yolundaki Ek 20.
maddesi hükmü uyarınca, kıdem tazminatı alınan süreler düşülerek 21 yıl hizmeti
üzerinden ikramiye ödenmesi yerinde ve kanuna uygundur.
Zira 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanununun Ek 20. maddesi ile 2829 sayılı
Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi
Hakkında Kanunun 12. maddesi birlikte incelendiğinde, her halukarda 30 fiili
hizmet süresini aşan hizmet süresi yönünden ikramiye ödenmesi mümkün
görülmemektedir. Aksi halde, sigortaya ve Sandığa tabi olarak 30 yıldan fazla
hizmeti bulunanlar ile sadece Sandığa tabi olarak 30 yıldan fazla hizmeti olan
arasında eşitsizlik doğacağı açıktır.
Açıklanan nedenlerle, temyize konu kararın bozulması ve davanın reddine
karar verilmesi gerektiği oyu ile karara karşıyım.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onbirinci
Daire
Esas No : 2004/5058
Karar
No :
2006/5350
Özeti
: Emekliye
ayrıldıktan sonra özel bir üniversitede çalışmaya başlayan davacının, (kamu
kurumunda çalıştığından bahisle) emekli aylığı kapsamında ödenen temsil
tazminatının kesilmesi yolundaki işlemde, mevzuata uyarlık görülmediği
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davalı) : Sosyal
Güvenlik Kurumu Başkanlığı
( T.C. Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü )-ANKARA
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf (Davacı) :
…
İsteğin Özeti
: Dava, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu üyesi olarak görev
yapmakta iken, emekliye ayrılan ve 21.6.2001 tarihi itibarıyla emekli aylığı
bağlanan davacının, Atılım Üniversitesinde öğretim üyesi olarak görev yaptığının
saptanması üzerine temsil tazminatının kesilerek 1.7.2001-31.12.2002 tarihleri
arasında ödenen temsil tazminatı tutarlarının yasal faiziyle birlikte adına borç
çıkarılarak, emekli aylıklarından kesilmesine ilişkin işlemin iptali ile tahsil
edilen tutarın geri ödenmesi istemiyle açılmıştır. Ankara 4. İdare Mahkemesi
25.3.2004 gün ve E:2003/436, K:2004/402
sayılı kararıyla; 631 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile değişik 5434
sayılı Yasanın 68. maddesinin 4. fıkrasında temsil ve görev tazminatlarının
yönetim ve denetim kurulu üyelikleri de dahil olmak üzere kamu kesiminde her ne
suretle olursa olsun aylık ve ücret alıp almadıklarına bakılmaksızın görev
alanlara bu durumları devam ettiği sürece ödenmeyeceğinin hüküm altına alındığı,
kamu hizmeti olan eğitim ve öğretim faaliyetinde bulunan kurumların mali, idari
ve ekonomik konularda gözetim ve denetime tabi olmasının verilen hizmetin
niteliği ve devamlılığı bakımından zorunlu olduğu, Atılım Üniversitesinin eğitim
öğretim faaliyeti bir kamu hizmeti ise de söz konusu üniversitesinin kamuya ait
bütçe içinde yer almaması, gelirlerinin kamu gelirleri, giderlerinin kamu
harcamaları arasında gösterilmemesi karşısında kamu kurumu olarak kabul
edilmesine olanak bulunmadığından, hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle dava
konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Davalı idare tarafından, 2809 ve 2547
sayılı Yasalardaki hükümlere göre söz konusu üniversite bir kamu kurumu olduğu,
bu nedenle 5434 sayılı Yasanın 68. maddesinin 4. fıkrası uyarınca temsil
tazminatının kesilerek davacı adına borç çıkarılmasına ilişkin işlemde hukuka
aykırılık bulunmadığı ileri sürülerek bozulması
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Temyiz
isteminin reddi ile kararın onanması gerektiği yolundadır.
Danıştay Tetkik Hakimi
:
Metin Gürz
Düşüncesi : Anayasa'nın 130.
maddesinin 1.fıkrasında, kamu tüzel kişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip
üniversitelerin Devlet tarafından, kanunla kurulacağı hüküm altına alındıktan
sonra, 2. fıkrasında, kanunla gösterilen usul ve esaslara göre, kazanç amacına
yönelik olmamak şartı ile vakıflar tarafından,Devletin gözetim ve denetimine
tabi yükseköğretim kurumları kurulabileceği, 10. fıkrasında da, vakıflar
tarafından kurulan yükseköğretim kurumlarının, mali ve idari konuları dışındaki
akademik çalışmaları, öğretim elemanlarının sağlanması ve güvenlik yönlerinden
Devlet eliyle kurulan yükseköğretim kurumları için Anayasa'da belirtilen
hükümlere tabi olduğu kuralına yer verilmiştir.
2809 sayılı Yükseköğretim Teşkilatı Hakkındaki Kanuna 4281 sayılı Yasa
ile eklenen ek 40. maddesi ile vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlere
tabi olmak üzere kamu tüzel kişiliğine sahip olarak kurulan vakıf
üniversitesinin anılan kanun ve 2547 sayılı Yasa hükümlerinde belirtilen kamu
hizmetini yürütmekle görevlendirilmiş olması, dolayısıyla, özel hukuk tüzel
kişilerine oranla üstün ve ayrıcalıklı kamu gücüne sahip olması nedenleriyle
kamu kurumu olarak değerlendirilmesi gerektiğinden, 5434 sayılı Yasanın 68.
maddesinin 4. fıkrası uyarınca temsil tazminatının kesilerek davacı adına borç
çıkarılmasına ilişkin işlemde hukuka aykırılık
bulunmamıştır.
Açıklanan nedenle, temyiz isteminin kabulü ile kararın bozulması
gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı
: Dr. Ülkü Özcan
Düşüncesi
: İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onbirinci Dairesince işin gereği
görüşüldü:
İdare mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile
incelenerek bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49.
maddesinde belirtilen nedenlerden birinin bulunması halinde mümkündür. Ankara 4.
İdare Mahkemesince verilen 25.3.2004 gün ve E:2003/436, K:2004/402 sayılı karar
ve dayandığı gerekçe, hukuk ve usule uygun olup bozulmasını gerektirecek bir
sebep de bulunmadığından temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanmasına,
gereksiz olarak alınan 15.30.- YTL temyiz başvuru harcının istemi halinde davalı
idareye iadesine, temyiz giderlerinin istemde bulunan üzerinde bırakılmasına,
20.11.2006 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onbirinci
Daire
Esas No : 2004/440
Karar
No :
2006/2280
Özeti
: Türk
vatandaşı olmadan önce Bulgaristan vatandaşı olan davacının, bu ülke ordusunda
geçen askerlik hizmeti süresinin borçlandırılarak emeklilikte
değerlendirilmemesine ilişkin işlemde mevzuata aykırılık görülmediği
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan
(Davacı) :
…
Karşı Taraf (Davalı) :
Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü
Vekili
: Av.
…
İsteğin Özeti
: Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Sivil Savunma
Uzmanlığında memur olarak görev yapan davacı tarafından, 5.10.1982-4.11.1984
tarihleri arasında yurt dışında Bulgaristan Ordusunda geçen askerlik hizmetinin
borçlandırılarak emeklilik hizmetine sayılması istemiyle yapılan başvurunun
reddine ilişkin işlemin iptali ile yoksun kaldığı maddi haklarının ödenmesi
istemiyle açılan davayı; 5434 sayılı Kanun'un 12. maddesinde ancak 18 yaşını
bitirmiş ve Türk uyruğunda olanlardan Emekli Sandığı'na tabi bir göreve atanarak
iştirakçi statüsünü kazananların 5434 sayılı Yasada tanınan haklardan
faydalanabileceği, dolayısıyla iştirakçi statüsünü kazandıktan sonra
borçlanabilecek hizmet sürelerinin de 18 yaşın bitiminden sonra ve Türk
vatandaşları olarak geçmiş olması şartlarının aranması gerektiği, davacının ise
Türk vatandaşı olmadan önce Bulgaristan vatandaşı olarak ve Bulgaristan
ordusunda geçen askerlik hizmetinin borçlandırılması isteminin reddedilmesinde
hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle reddeden Ankara 4. İdare Mahkemesinin
7.10.2003 gün ve E:2002/1687, K:2003/1218 sayılı kararının; davacı tarafından,
hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek bozulması
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : İstemin
reddi gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi : Sevil Karakaya
Düşüncesi : Temyiz
dilekçesinde ileri sürülen iddialar, 2577 sayılı Kanunun 49. maddesinin 1.
fıkrasında sayılan bozma nedenlerine uymadığından, temyiz isteminin reddi ile
kararın onanması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : Dr. Ülkü
Özcan
Düşüncesi : Davacının Türk
Vatandaşlığına geçmeden önce Bulgaristan ordusunda geçen askerlik hizmetinin
borçlandırılması isteminin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan
davanın reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararını davacı temyiz
etmektedir.
5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu'nun sandıktan faydalanacakları
belirleyen 12. maddesinde, bu Kanunla tanınan haklardan aşağıda (I) işaretli
fıkrada yazılı yerlerde çalışanlardan Türk uyruğunda olmak ve 18 yaşını bitirmiş
bulunmak şartıyla, (II) işaretli fıkrada gösterilenlerin yararlanacakları
belirtilmiş; aynı Kanunun ek 8. maddesinin c fıkrasında muvazzaf ve ihtiyat
askerlikte er olarak geçen sürelerin, geçici 161. maddesinde de Emekli Sandığı
iştirakçilerinin muvazzaf askerlikte geçen sürelerinin borçlanma yolu ile
emeklilikte fiili hizmetlerine ekleneceği kuralı yer
almıştır.
1111 sayılı Askerlik Kanunun 10. maddesi uyarınca, Türk vatandaşlığına
geçmeden önce yurt dışında askerlik yapmış olan kişiler Türk vatandaşlığına
geçtikten sonra muaf tutulmaktadırlar. Anılan yasa hükmü uyarınca davacının
Bulgaristan ordusunda geçen askerlik hizmeti kabul edilerek Türk vatandaşlığına
geçtikten sonra askerlikten muaf tutulması karşısında davacının yurt dışında
geçen askerlik hizmetlerinin kabul edilerek borçlanma işleminin yapılması
gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle davanın reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararının
bozulması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onbirinci Dairesince işin gereği
görüşüldü:
İdare mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile
incelenerek bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49.
maddesinde belirtilen nedenlerden birinin bulunması halinde mümkündür. Ankara 4.
İdare Mahkemesince verilen 7.10.2003 günlü, E:2002/1687, K:2003/1218 sayılı
karar ve dayandığı gerekçe, hukuk ve usule uygun olup bozulmasını gerektirecek
bir sebep de bulunmadığından temyiz isteminin reddi ile anılan kararın
onanmasına, gereksiz olarak alınan 11,97.- YTL temyiz başvuru harcının istemi
halinde davacıya iadesine, temyiz giderlerinin istemde bulunan üzerinde
bırakılmasına, 16.5.2006 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onbirinci
Daire
Esas No : 2004/1837
Karar
No :
2006/4632
Özeti
: Re'sen
emekli edilmesinin ardından, bu işlem geri alınarak göreve döndürülen davacıya,
emekliye sevk edildiği tarih ile göreve döndürüldüğü tarih arasındaki süre için,
elde edilmesine fiilen katkı sağlamadığından döner sermaye payı ödenemeyeceği
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davalı)
: Sağlık Bakanlığı
Karşı Taraf (Davacı) :
…
İsteğin Özeti
: … Devlet Hastanesinde doktor olarak görev yapan davacının 61 yaşını
doldurması üzerine re'sen emekliye sevk edilmesine ilişkin işlemin iptali ve bu
işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal ve özlük haklarının ödenmesi istemiyle
açtığı davada, İzmir 1. İdare Mahkemesinin 12.12.2003 gün ve E:2003/611,
K:2003/1392 sayılı kararıyla, dava konusu işlemin davalı idarece geri alınması
nedeniyle, işlem yönünden konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer
olmadığına, açıkta kalınan dönemlere ilişkin maaş ve döner sermaye paylarının
davacıya ödenmesine hükmedilmiştir. Davalı idare tarafından, döner sermaye payı
ödemesinin görevin fiilen yapılması durumunda hak kazanıldığı ileri sürülerek
mahkeme kararının davacıya döner sermaye payının ödenmesine ilişkin kısmının
temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma
verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi : Hakan Baş
Düşüncesi : Sağlık
Hizmetlerinin İyileştirilmesi, Kalitesi ve Verimli Hizmet Sunumunun Sağlanması
Amacıyla Pilot Olarak Belirlenen Sağlık Bakanlığına Bağlı Sağlık Kurumlarında
Uyulacak Esaslar Hakkında Yönergenin "Temel Esaslar" başlıklı 5. maddenin (c)
bendinde Ek ödeme, personelin kuruma fiilen katkı sağladığı sürece verilebilir.
Nöbet izni hariç yıllık izin, mazeret izni, hastalık izni ile benzeri ve diğer
nedenlerle sürecinden ayrı kalan personelin bu dönemlerde fiilen katkı
sağlamadığı kabul edilir kuralı düzenlendiği, Dava konusu olayda, re'sen emekli
edildiği tarih ile davalı idarece işlemin geri alındığı tarihe kadar fiilen
çalışmadığı tartışmasız olan davacının yukarıda yer verilen düzenlemeler
uyarınca bu döneme ilişkin döner sermaye payı ödemesinden yararlandırılması
mümkün bulunmadığından, idare mahkemesi kararının, davacıya fiilen çalışmadığı
döneme ilişkin olarak döner sermaye payı ödenmesi yolundaki hüküm fıkrasının
bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : Ünal
Demirci
Düşüncesi : İdare ve vergi
mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onbirinci Dairesince işin gereği
görüşüldü;
Dosyanın incelenmesinden, Bergama Devlet Hastanesinde doktor olarak görev
yapan davacının 61 yaşını doldurması üzerine re'sen emekliye sevk edilmesine
ilişkin işlemin iptali ve bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal ve özlük
haklarının ödenmesi istemiyle açılan davada, İzmir 1. İdare Mahkemesinin
12.12.2003 gün ve E:2003/611, K:2003/1392 sayılı kararıyla, dava konusu işlemin
davalı idarece geri alınması nedeniyle, işlem yönünden konusu kalmayan dava hakkında
karar verilmesine yer olmadığına, işlem nedeniyle açıkta kalınan dönemlere
ilişkin olarak maaş ve döner sermaye payının ödenmesine karar verildiği,
anlaşılmaktadır.
Dava konusu işlem tarihinde yürürlükte bulunan Sağlık Hizmetlerinin
İyileştirilmesi, Kalitesi ve Verimli Hizmet Sunumunun Sağlanması Amacıyla Pilot
Olarak Belirlenen Sağlık Bakanlığına Bağlı Sağlık Kurumlarında Uyulacak Esaslar
Hakkında Yönergenin "Temel Esaslar" başlıklı 5. maddenin (c) bendinde ek ödeme,
personelin kuruma fiilen katkı sağladığı sürece verilebilir. Nöbet izni hariç
yıllık izin, mazeret izni, hastalık izni ile benzeri ve diğer nedenlerle
görevinden ayrı kalan personelin bu dönemlerde fiilen katkı sağlamadığı kabul
edilir kuralı düzenlenmiştir.
Dava konusu olayda, davacının, re'sen emekli edildiği tarih ile davalı
idarece işlemin geri alındığı tarihe kadar fiilen çalışmadığı sabit olup,
yukarıda yer verilen düzenlemeler uyarınca bu döneme ilişkin döner sermaye payı
ödemesinden yararlandırılması mümkün bulunmadığından, idare mahkemesi kararının,
davacıya fiilen çalışmadığı döneme ilişkin olarak döner sermaye payı ödenmesi
yolundaki hüküm fıkrasında hukuka ve ilgili mevzuata uyarlık
görülmemiştir.
Açıklanan nedenle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulü ile, İzmir 1.
İdare Mahkemesinin 12.12.2003 gün ve E:2003/611, K:2003/1392 sayılı kararının
davacıya döner sermaye payının ödenmesine ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasına,
dosyanın bozma kararı üzerine yeniden bir karar verilmek üzere adı geçen
Mahkemeye gönderilmesine, 9.10.2006 tarihinde oybirliği ile karar
verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onbirinci
Daire
Esas No : 2004/1810
Karar
No :
2006/4572
Özeti
: Hepatit-C
hastası olmadığı halde bu hastalığın tedavisinde kullanılan ilaçları doktorlara
yazdırarak eczaneden alan ve başka şahıslara satmak suretiyle davalı Emekli
Sandığını zarara uğratan davacı hakkında, adli yargı yerince verilmiş bir karar
olmadan, davalı idarece borç miktarı tespit edilerek 5434 sayılı Yasanın 121.
maddesi hükmü uyarınca re'sen emekli aylıklarından kesilmesi yolunda tesis
edilen işlemde, mevzuata uyarlık bulunmadığı hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan
(Davacı) :
…
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf (Davalı)
:
Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı
(Emekli Sandığı Genel
Müdürlüğü) -
ANKARA
Vekilleri
: Av. …, Av. …
İsteğin Özeti
: Emekli Sandığından emekli aylığı almakta olan davacının hepatit C
hastası olmadığı halde bu hastalığın tedavisinde kullanılan ilacı muhtelif
hastanelerde muhtelif doktorlara reçetesine yazdırıp eczaneden alarak başka
şahıslara satma suretiyle davalı idareyi zarara uğrattığından bahisle adına borç çıkartılarak bu ilaç
bedellerinin tahsili yoluna gidilmesine ilişkin işlemin iptali ile 2003/1. devre
mart dönemi aylığından kesilen
327.450.000.- TL. ' nin yasal
faiziyle birlikte iadesine karar
verilmesi istemiyle açtığı davada; Ankara 5. İdare Mahkemesi 31.10.2003
günlü ve E:2003/477, K:2003/1460
sayılı kararıyla, 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunun 121. maddesinde, her ne
surette olursa olsun istihkaklardan fazla yapılan ödemelerin ilgililerin varsa
sonraki her çeşit istihkaklarından hüküm alınmaksızın kesilmek suretiyle geri
alınacağı hükmüne yer verildiği,
2.10.1998 tarih ve 23481 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren
Emekli Sandığı Genel Müdürlüğünce İlgililere İstihkaklardan Fazla veya
Yersiz Olarak Yapılan Ödemelerin
Tahsili Hakkında Yönetmeliğin 4. maddesinde de, Sandık tarafından herhangi bir
nedenle ilgililere istihkaklardan fazla veya yersiz olarak yapılan ödemelerin bu
hatalı işlemin düzeltildiği tarihten geriye doğru hesap edilecek 5 yıllık
tutarının ilgili hayatta ise onun adına, ölmüş ise kanuni varisleri adına borç
kaydedileceği hükmünün yer aldığı; olayda ise, hepatit-C hastası olmadığı halde
bu hastalığın tedavisinde kullanılan ilacı muhtelif hastanelerde muhtelif
doktorlara muayene anında söyleyerek reçetesine yazdırmak suretiyle eczaneden
alıp başka şahıslara satarak davalı idareyi zarara uğratan davacı adına borç
çıkartılarak bu ilaç bedellerinin tahsili yoluna gidilmesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı
gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Davacı vekili, mahkemenin müvekkilinin
gerçekten hepatit-C hastası olup olmadığı hususunu araştırmadan yanlı davalı idare raporunu
esas almak suretiyle karar
verdiğini ileri sürerek mahkeme kararının bozulmasını
istemektedir.
Savunmanın
Özeti : İstemin
reddi gerektiği savunulmuştur.
Danıştay Tetkik Hakimi
:
Fatma Özlü
Düşüncesi : 5434 sayılı
Yasanın 121. maddesinin ilgililere hak olarak tanınan ödemelerin fazla yapılması
halinde uygulanması gerektiği,
ilgililerin Sandığı zarara uğratması durumunda talep edilecek tazminatın ise ilgililer aleyhine adli yargı mercilerinde
açılacak davada zarar ve kusur oranı
belirlenerek Sandık lehine hüküm
verilmesi halinde hükmün uygulanması suretiyle tahsil
edilebileceğinden dava konusu
işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle aksi yöndeki mahkeme kararının
bozulması gerektiği düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı : Ünal
Demirci
Düşüncesi : İdare ve vergi
mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onbirinci Dairesince işin gereği
görüşüldü:
Dava, Emekli Sandığından emekli aylığı aylığı almakta olan davacının
hepatit-C hastası olmadığı halde bu hastalığın tedavisinde kullanılan ilacı muhtelif
hastanelerde muhtelif doktorlara reçetesine yazdırıp eczaneden alarak başka
şahıslara satma suretiyle davalı idareyi zarara uğrattığından bahisle adına borç
çıkartılarak bu ilaç bedellerinin tahsili yoluna gidilmesine ilişkin işlemin
iptali ile 2003/1. devre mart
dönemi aylığından kesilen 327.450.000.- TL. ' nin yasal faiziyle birlikte iadesine
karar verilmesi istemiyle
açılmıştır.
5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunun 121. maddesinde, her ne suretle olursa
olsun istihkaklardan fazla yapılan
ödemelerin ilgililerin varsa sonraki her çeşit istihkaklardan hüküm alınmaksızın
kesilmek suretiyle geri alınacağı, ancak ilgilinin Sandıkça yapılan bu
muamelenin yersizliği hakkında Danıştay'da dava açabileceği, herhangi bir
nedenle Sandık tarafından
ilgililere istihkaklardan fazla veya yersiz olarak yapılan ödemelerin bu hatalı
işlemlerin düzeltildiği tarihten geriye doğru hesap edilecek beş yıllık
tutarının tahsil edileceği, tahsilin ne şekilde yapılacağının Yönetmelikle
düzenleneceği hükümlerine yer
verilmiştir.
Yukarıda belirtilen maddede yer alan ''her ne suretle olursa olsun
istihkaklardan fazla yapılan
ödemelerin ilgililerin varsa sonraki her çeşit istihkaklardan hüküm alınmaksızın
kesilmek suretiyle geri alınacağı'' yolundaki hükmün 5434 sayılı Yasada
ilgililere hak olarak tanınan ödemelerin fazla yapılması halinde uygulanabileceği,
olayda olduğu gibi ilgililerin herhangi bir yolla Sandığı zarara uğratması
durumunda Sandıkça talep edilecek tazminatın ise ilgililer aleyhine adli yargı
mercilerinde açılacak davada zarar ve kusur oranı belirlenerek Sandık lehine
hüküm verilmesi halinde hükmün
infazı suretiyle tahsili yoluna gidilebileceği açıktır.
Dosyanın incelenmesinden, Emekli Sandığından emekli aylığı almakta olan
ve hepatit C hastası olmadığı halde bu hastalığın tedavisinde kullanılan ilacı
muhtelif hastanelerde muhtelif doktorlara muayene anında yazdıran ve eczaneden
alarak başka şahıslara satmak suretiyle davalı idareyi zarara uğrattığı tespit
edilen davacı adına sözü edilen ilaç bedellerinin borç çıkartılıp tahsili yoluna
gidilmeye başlanılması üzerine görülen davanın açıldığı
anlaşılmaktadır.
Bu durumda, hak olarak verilmiş bir ödemenin fazla yapılmasından değil
Sandığın zarara uğratılmasından kaynaklandığı anlaşılan istirdat işlemine
ilişkin uyuşmazlıkta yukarıda sözü edilen 5434 sayılı Yasanın 121. maddesinin
uygulama olanağı bulunmadığından
adli yargı yerince verilmiş bir hüküm olmaksızın davalı idarece re'sen
borç miktarı tespit edilerek davacının emekli aylığının söz konusu borca
mahsuben kesilmesi yolunda tesis
edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığından bu işleme karşı
açılan davanın reddi yolundaki mahkeme kararında hukuki isabet
görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle davacının temyiz isteminin kabulü ile Ankara 5.
İdare Mahkemesinin 31.10.2003 günlü
ve E:2003/477, K:2003/1460 sayılı kararının bozulmasına, gereksiz olarak alınan
11,97.- YTL. temyiz başvuru harcının istemi halinde davacıya iadesine 6.10.2006 tarihinde oybirliği ile karar
verildi.
MEMURLAR
VE DİĞER KAMU GÖREVLİLERİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onbirinci
Daire
Esas No : 2004/3562
Karar
No :
2006/4996
Özeti
: Makam
ve görev tazminatına hak kazanılabilmesi için makam tazminatı alınmasını
gerektiren görev unvanının kazanılmış, diğer bir değişle kadroya asaleten
atanmış olmak gerektiği, vekaleten yürütülen görevler için makam ve görev
tazminatı ödenemeyeceği hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan
(Davalı) : Aksaray Valiliği
Karşı Taraf (Davacı) : …
İsteğin Özeti : Tarım Reformu
… Bölge Müdürlüğü görevini
vekaleten yürüten davacının, makam ve görev tazminatı ödenmesi için
yaptığı başvurunun reddine dair işlemin iptali istemiyle açılan davada; Konya 1.
İdare Mahkemesi 11.2.2004 gün ve E: 2003/311, K:2004/64 sayılı kararıyla;
davacının vekaleten yürüttüğü ve sorumluluğunu taşıdığı Bölge Müdürlüğü
görevinde bulunması ve 657 sayılı Yasanın makam tazminatlarını düzenleyen Ek 26.
maddesinin 527 sayılı KHK ile değişik (a) fıkrasında anılan görevde bulunma
biçiminin tanımlanmaması ve vekilin asil memurun tüm yetkilerini ve
sorumluluğunu taşıması karşısında davacıya makam ve görev tazminatı ödenmesi
gerekirken aksine tesis edilen işlemde mevzuata uyarlık görülmediği gerekçesiyle
işlemin iptaline ödenmeyen makam ve görev tazminatı tutarının başvurudan
itibaren tazminine karar vermiştir. Davalı idare tarafından, mahkeme kararının
hukuka aykırı olduğu ileri
sürülerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : İstemin reddi gerektiği
savunulmuştur.
Danıştay Tetkik Hakimi :
Erhan Çiftçi
Düşüncesi : Temyiz
dilekçesinde ileri sürülen iddialar, 2577 sayılı Kanunun 49. maddesinin 1.
fıkrasında sayılan bozma nedenlerine uymadığından, temyiz isteminin reddi ile
kararın onanması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı :
Ali Kemal Terlemezoğlu
Düşüncesi : İdare ve vergi
mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onbirinci Dairesince işin gereği
görüşüldü:
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 527 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 10. maddesiyle değişik Ek 26. maddesinde, bu Kanuna ekli (IV)
sayılı Cetvelde unvanları yazılı görevlerde bulunanlara hizalarında gösterilen
gösterge rakamlarının memur aylıklarına uygulanan katsayı ile çarpımı sonucu
bulunan miktarda makam tazminatı ödeneceği hükmü yer almış olup, Kanuna ekli
(IV) sayılı cetvelde Bölge müdürleri de bu kapsama
alınmıştır.
Öte yandan, aynı Yasanın 33. maddesinde, kadrosuz memur
çalıştırılamayacağı, genel ve katma bütçeli kuruluşlarla, bunlara bağlı döner sermayeli kuruluşlar; kanunlarla kurulan fonlar, kefalet sandıkları ve
Beden Terbiyesi Bölge Müdürlüklerinde memur deyimine giren kişilere gördürülen
hizmetlerin gerektirdiği görevler için tespit olunan kadroların Genel Kadro Kanununda
gösterileceği kuralına yer verilmiştir.
Personel hukukunda kadro, kamu hizmeti yapan kurumların örgütünü, kamu
personelinin örgüt içindeki görevlerini, yetki ve sorumluluklarını ve özlük
haklarını gösteren ve düzenleyen bir kavramdır. Memur güvenliğinin önemli bir
unsuru olan kadro kavramı kişilerden ayrılmakla birlikte, doğrudan hizmetlere
bağlanmıştır. Böylece her kurumda yürütülen hizmetlerin ve hizmetleri gören
personelin özlük hakları atandıkları kadrolarla belirlenmiştir. Buna göre, 657
sayılı Yasanın oluşturduğu personel rejiminde memurların görev ve yetkileri ile
aylık ve ödenekleri doğrudan doğruya işgal ettikleri kadrolarla ilgili olup, bir
görevin vekaleten yürütülmesi halinde ise talep edilecek mali haklar 657 sayılı
Yasanın 175. maddesinde düzenlenmiştir. Öte yandan gerek anılan maddede gerekse
ek 26. maddede Kanuna ekli (IV) sayılı cetvelde ünvanları yazılı görevleri
vekaleten yürütenlere de makam tazminatı ödeneceği yolunda bir düzenleme yer
almamıştır.
Bu durumda, Tarım Reformu … Bölge Müdürlüğü görevini vekaleten yürüten davacının yukarıda
açıklanan kanun hükmü uyarınca makam ve görev tazminatına hak kazanabilmesi için
makam tazminatı alınmasını gerektiren görev ünvanını almış olması diğer bir
deyişle kadroya asaleten atanmış bulunması gerekmekte olup, davacıya makam ve
görev tazminatı ödenmemesi yolundaki işlemde mevzuata aykırılık bulunmadığından
işlemin iptali ve hesaplanacak makam ve görev tazminatı tutarının tazminine
hükmeden mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir..
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulü ile, Konya 1. İdare
Mahkemesinin 11.2.2004 gün ve E: 2003/311, K:2004/64 sayılı kararının
bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye
gönderilmesine 6.11.2006 tarihinde oybirliği ile karar
verildi.
YARGILAMA
USULÜ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onbirinci
Daire
Esas No : 2004/3715
Karar
No :
2006/1761
Özeti
: Ağır
hasarlı işyerinden dolayı talep ve taahhütname vererek, hak sahipliği
başvurusunda bulunan davacıya, hak sahibi kabul edilmediğinin yazılı olarak
bildirilmemiş olması nedeniyle, bu işleme karşı itiraz süresinin, hak sahibi
kabul edilmediğini öğrendiği tarihten itibaren başlayacağı
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan
(Davacı) :
…
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf (Davalılar) : 1. Bayındırlık ve İskan
Bakanlığı
2. Kocaeli Valiliği
İsteğin Özeti
:17.8.1999 ve 12.11.1999 tarihlerinde meydana gelen depremlerde
işyeri ağır hasar gören davacının,
hak sahibi kabul edilmemesine ilişkin işleme karşı yaptığı itirazın,
süresi içinde yapılmadığı gerekçesiyle reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle
açılan davada, Kocaeli İdare Mahkemesinin 20.5.2004 gün ve E:2004/123,
K:2004/776 sayılı kararıyla, 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler
Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun'un 28. maddesi
uyarınca, hak sahibi olabilmek için talep ve taahhütname verilmesinin zorunlu
olduğu, ancak, Afet Sebebiyle Hak Sahibi Olanların Tespiti Hakkında Yönetmeliğin
16. ve 17. maddelerinde öngörülen iki aylık talep ve taahhütname verme süresi
içinde başvurmayanların hukuken geçerli bir mazeretleri olması durumunda,
başvurunun süresinde kabul edilmesi gerektiği, olayda, iki aylık talep ve
taahhütname verme süresinde başvuruda bulunmadığı anlaşılan davacının, hukuken
kabul edilebilir bir mazeretinin de bulunmaması karşısında, hak sahibi olabilmek
için yaptığı başvurunun süresinde yapılmaması nedeniyle reddine ilişkin işlemde
hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
Davacı vekili tarafından mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri
sürülerek bozulması
istenilmiştir.
Savunmanın Özeti :
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından istemin reddi gerektiği savunulmuş,
Kocaeli Valiliği tarafından ise savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi : Burakhan Melikoğlu
Düşüncesi : Afet Sebebiyle
Hak Sahibi Olanların Tespiti Hakkında Yönetmelik'in 22. maddesinde hak sahibi
olmadıkları anlaşılanlara durumun yazılı olarak tebliğ edileceğinin öngörülmesi
karşısında, ağır hasarlı işyerinden dolayı ilan edilen süre içinde talep ve
taahhütname vererek hak sahipliği başvurusunda bulunan davacıya, hak sahibi
kabul edilmediğinin yazılı olarak bildirilmemesi nedeniyle, durumu öğrendiği gün
yaptığı itiraz süresinde yapılmış
bir başvuru olarak kabul edilmesi gerekirken, ilan edilen sürede talep ve
taahhütname verilmediği gerekçesiyle davayı reddeden mahkeme kararının bozulması
gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : Mahmet Ali
Samur
Düşüncesi : İdare ve vergi
mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onbirinci Dairesince işin gereği
görüşüldü:
7269 Sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle
Yapılacak Yardımlara Dair Kanunun 29. maddesi gereğince yürürlüğe konulan "Afet
Sebebiyle Hak Sahibi Olanların Tespiti Hakkında Yönetmelik'in 16. maddesinde, bu
Yönetmelikte belirtilen esaslara ve kıstaslara göre hak sahibi niteliğini
taşıyanların, talep ve taahhütname vermelerini sağlamak üzere durumun mahallinde
ilan olunacağı, 20. maddesinde, talep ve taahhütnamelerin, ilgili mülkiye
amirinin veya tevkil edeceği bir memurun başkanlığında kurulacak bir komisyon
tarafından incelenerek değerlendirileceği, 21. maddesinde, komisyonun talep ve
taahhütnameleri en kısa zamanda inceleyip değerlendirerek hak sahipleri
listesini düzenleyeceği, 22. maddesinde, hak sahibi olmadıkları anlaşılanlara
durumun yazılı olarak tebliğ olunacağı, bu tebligattan itibaren 15 günlük süre
içinde ilgililerin itirazda bulunabileceği, itirazın komisyonca incelenerek
karara bağlanacağı, hak sahipliği ve itiraz konusunda nihai kararın Bayındırlık
ve İskan Bakanlığı'nca verileceği öngörülmüştür.
Anılan hükümlerin birlikte değerlendirilmesinden, hak sahipliğinden
yararlanabilmek için talep ve taahhütname vermenin zorunlu olduğu, talep ve
taahhütnamelerin incelenip hak sahibi olmayanlara durumun yazılı olarak tebliğ
olunacağı, bu tebligattan itibaren 15 gün içinde itirazda bulunulabileceği, bu
itirazın mahalli komisyonca (Hak Sahipliği İnceleme Komisyonu) incelenip karara
bağlanacağı, ancak hak sahipliği ve itiraz konusunda verilen kararlarla ilgili
nihai kararın Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'nca verileceği sonucuna
ulaşılmaktadır.
Dosyanın incelenmesinden, 17.8.1999 ve 12.11.1999 tarihlerinde meydana
gelen depremlerde konut ve işyeri ağır hasarlı olarak tespit edilen davacının,
ilan edilen süreler içinde talep ve taahütname vererek hak sahipliği
başvurusunda bulunduğu, ağır
hasarlı konutundan dolayı hak sahibi kabul edilmesine karşın, işyeri için hak
sahibi kabul edilmediği, hak sahipliği inceleme komisyonunun bu kararının
mahalle muhtarlığında ilan edilerek 7 günlük itiraz süresi tanındığı, depremden
sonra Kocaeli dışında ikamet etmeye başlayan davacının bu kararı Kocaeli'ne
dönmesinden sonra 7.5.2003 tarihinde öğrendiği, aynı gün yaptığı itirazın , 7
günlük itiraz süresi içinde itiraz edilmediği gerekçesiyle reddedilmesi üzerine
incelenen davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda, hak sahibi olmadıkları anlaşılanlara durumun yazılı olarak
tebliğ edilmesinin zorunlu olması karşısında, ağır hasarlı işyerinden dolayı
ilan edilen süre içinde talep ve taahhütname vererek hak sahipliği başvurusunda
bulunan davacıya, hak sahibi kabul edilmediğinin yazılı olarak bildirilmemesi
nedeniyle, durumu öğrendiği gün yaptığı itiraz, süresinde yapılmış bir itiraz olarak
kabul edilmesi gerekirken, aksi yönde tesis edilen işlemde ve ilan edilen sürede
talep ve taahhütname verilmediği gerekçesiyle davayı reddeden mahkeme kararıda
hukuka uyarlık görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulüyle Kocaeli İdare
Mahkemesinin 20.5.2004 gün ve E:2004/123, K:2004/776 sayılı kararının yukarıda
belirtilen hususlar gözetilerek yeniden bir kara verilmek üzere bozulmasına,
gereksiz olarak alınan 15,30.- YTL temyiz başvuru harcının istemi halinde
davacıya iadesine, dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 10.4.2006 tarihinde oybirliği ile karar
verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onbirinci
Daire
Esas No : 2006/6070
Karar
No :
2006/4283
Özeti
: "İstanbul
İli"nde idare mahkemesi bulunduğundan, "Kadıköy İlçesi"nin 2577 sayılı Kanunun
4. maddesinde belirtilen "idare ve vergi mahkemesi bulunmayan yer" olarak
değerlendirilemeyeceği, bu nedenle Ankara İdare Mahkemesine gönderilmek üzere
Kadıköy Asliye Hukuk Mahkemesine verilen karar düzeltme dilekçesiyle ilgili süre
hesaplanırken, dilekçenin Ankara İdare Mahkemesi kayıtlarına girdiği tarihin
esas alınacağı hakkında.
Kararın Düzeltilmesini İsteyen
(Davacı) : …
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf (Davalı) :
Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı
(T. C. Emekli Sandığı Genel
Müdürlüğü)
Vekili
: Av. …
İsteğin Özeti
: İstanbul Üniversitesinde okutman olarak görev yapmakta olan
davacının 5434 sayılı Yasanın 39/j maddesi uyarınca emekli olmak için yaptığı
başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davayı reddeden
Ankara 10. İdare Mahkemesi kararını onayan Danıştay 11. Dairesinin 13.3.2006
tarih ve E:2003/4401, K:2006/1165 sayılı kararının; dava konusu işlemin davalı
idarenin tek taraflı hukuka aykırı işlemi olduğu, müvekkilinin iş gücü kaybının
%56 olduğunun sağlık kurulu raporu ile tespit edildiği ileri sürülerek
düzeltilmesi istenilmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onbirinci Dairesince 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu'nun 14. maddesi
gereğince ilk inceleme ile görevli Tetkik Hakimi Yasemin Buyuran'ın açıklamaları
dinlendikten sonra işin gereği görüşüldü:
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 54. maddesinde Danıştay dava
daireleri ve İdari veya Vergi Dava Daireleri Kurullarının temyiz üzerine
verdikleri kararları ile bölge idare mahkemelerinin itirazı üzerine verdikleri
kararlar hakkında, bir defaya mahsus olmak üzere kararın tebliğ tarihini izleyen
15 gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceği hükme bağlanmış, aynı
Yasanın "Dilekçelerin verileceği yerler" başlıklı 4. maddesinde ise, "
Dilekçeler ve savunmalar ile davalara ilişkin her türlü evrakın, Danıştay veya
ait olduğu mahkeme başkanlıklarına veya bunlara gönderilmek üzere idare veya
vergi mahkemesi başkanlıklarına, idare veya vergi mahkemesi bulunmayan yerlerde
asliye hukuk hakimliklerine veya yabancı memleketlerde Türk konsolosluklarına
verilebileceği, 48. maddesinin 3. fıkrasında da "Temyiz dilekçelerinin ilgisine
göre kararı veren mahkemeye, Danıştay'a veya 4. maddede belirtilen mercilere
verilebileceği ve kararı veren mahkeme veya Danıştay'ca karşı tarafa tebliğ
edileceği hükmüne yer verilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden Danıştay 11. Dairesinin 13.3.2006 tarih ve
E:2003/4401, K:2006/1165 sayılı kararının davacı vekiline 11.5.2006 tarihinde
tebliği üzerine, davacı vekili tarafından, 2577 sayılı Yasa'nın 54. maddesinde
belirtilen 15 günlük yasal sürenin son günü 26.5.2006 tarihinde Ankara 10. İdare Mahkemesi
Başkanlığına gönderilmek üzere Kadıköy 2. Asliye Hukuk Mahkemesi kayıtlarına
giren dilekçe ile anılan kararın
düzeltilmesinin istenildiği, karar düzeltme dilekçesinin 02.06.2006 tarihinde,
15 günlük yasal süre geçtikten sonra idare mahkemesi kayıtlarına girdiği
anlaşılmaktadır.
İstanbul ilinde idare mahkemelerinin bulunması nedeniyle Kadıköy
ilçesinin 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 4. maddesinde belirtilen
idare ve vergi mahkemesi bulunmayan yer olarak değerlendirilemeyecek olması
karşısında, 26.5.2006 tarihinde Kadıköy 2. Asliye Hukuk Mahkemesi kayıtlarına
giren karar düzeltme dilekçesinin 15 günlük yasal süreden sonra 02.06.2006
tarihinde idare mahkemesi kayıtlarına girdiği anlaşıldığından karar düzeltme
isteminin süre aşımı nedeniyle inceleme olanağı bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle,2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 55/5 ve
48/7 maddeleri hükmü uyarınca karar düzeltme isteminin süre aşımı yönünden
reddine, 18.9.2006 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.
K
A R Ş I O Y
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun Dilekçelerin Verileceği
Yerler başlıklı 4. maddesinde, "Dilekçeler ve savunmalar ile davalara ilişkin
her türlü evrak, Danıştay veya ait olduğu mahkeme başkanlıklarına veya bunlara
gönderilmek üzere idare veya vergi mahkemesi başkanlıklarına, idare veya vergi
mahkemesi bulunmayan yerlerde asliye hukuk hakimliklerine veya yabancı
memleketlerde Türk konsolosluklarına verilebilir." hükmü yer
almıştır.
Dava dilekçelerinin kural olarak ait oldukları mahkeme başkanlıklarına
verilmesi gerekmekte ise de; söz konusu hükümle, kanun koyucunun idare ve vergi
mahkemelerinin ülkenin birçok yerinde bulunmaması durumunu gözönünde tutarak ve
ilgililere bu yönden kolaylık sağlayarak gereksiz harcamalardan kurtarmak
amacıyla dava dilekçelerinin, savunmaların ve davalara ilişkin her türlü evrakın
verilebileceği diğer yerleri de göstermiş ve bunların arasında Asliye Hukuk
Hakimliklerine de yer vermiş bulunmaktadır.
Bu nedenle, bakılan uyuşmazlıkta, karar düzeltme istemli dilekçenin Ankara 10. İdare Mahkemesine
gönderilmek üzere, müstakil bir ilçe olan, ayrı bir asliye hukuk mahkemesi yargı
çevresi niteliğinde bulunan Kadıköy 2. Asliye Hukuk Hakimliğine verilmesini,
2577 sayılı Kanun'un 4. maddesine aykırı kabul etmeye olanak bulunmamakta ve
11.5.2006 tarihinde tebliğ edilen kararın düzeltilmesi istemiyle 26.5.2006
tarihinde Kadıköy 2. Asliye Hukuk Mahkemesi kayıtlarına giren dilekçe ile
yapılan karar düzeltme başvurusunun süresinde olduğunun kabulü
gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle davacının karar düzeltilmesi isteminin süresinde
olduğu oyuyla, karara karşıyız.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onbirinci
Daire
Esas No : 2006/171
Karar
No :
2006/4684
Özeti
: İdare mahkemesi kararı üzerine emekliye
sevk edilen, ancak söz konusu kararın Danıştay Onbirinci Dairesince bozulması
üzerine tekrar göreve başlatılan davacının, emekli olarak geçirdiği sürede
aldığı emekli aylıkları yargı kararı üzerine ödendiğinden, geri istenilmesi
yolunda tesis edilen işlemde hukuka uyarlık görülmediği
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan
(Davacı) :
…
Karşı Taraf (Davalı) :
Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı
(Emekli Sandığı Genel
Müdürlüğü)
Vekili
: Av. …, Av. …
İsteğin Özeti
: Bolu ili … ilçesi halk kütüphanesinde memur olarak görev yapmakta
iken, sakatlığı sebebiyle 5434 sayılı Yasanın 39/j maddesi hükmü uyarınca emekli
edilmesi yolundaki başvurusunun reddine ilişkin işlemin iptali üzerine emekliye
ayrılan ancak, söz konusu iptal kararının Danıştay Onbirinci Dairesince
bozulması üzerine tekrar göreve başlatılan davacının, bu şekilde yararlandığı
emekli aylıklarının adına borç çıkarılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle
açtığı davada, Ankara 4. İdare Mahkemesinin 31.5.2005 gün ve E:2004/282,
K:2005/732 sayılı kararıyla, mahkeme kararlarının temyiz merciince bozulması
halinde, kararın hukuksal sonuçlarının ortadan kalkacağının tabii olduğu, buna
göre, davacının emekliye ayrılmasına dayanak olan iptal kararının Danıştay
Onbirinci Dairesince temyizen incelenerek bozulması üzerine, emeklilik işleminin
iptal edilerek emekli aylıklarının adına borç çıkarılmasında hukuka aykırılık
görülmediği gerekçesiyle davanın reddine hükmedilmiştir. Davacı tarafından,
mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek bozulması
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Temyiz
isteminin reddi gerektiği savunulmuştur.
Danıştay Tetkik Hakimi
:
Abdurrahman Şimşeksoy
Düşüncesi : Temyiz
dilekçesinde ileri sürülen iddialar, 2577 sayılı Kanunun 49. maddesinin 1.
fıkrasında sayılan bozma nedenlerine uymadığından, temyiz isteminin reddi ile
kararın onanması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : Ünal
Demirci
Düşüncesi : İdare ve vergi
mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onbirinci Dairesince işin gereği
görüşüldü:
Dosyanın incelenmesinden, Bolu ili ... ilçesi halk kütüphanesinde memur
olarak görev yapan davacının, sakatlığı sebebiyle 5434 sayılı Yasanın 39/j
maddesi hükmü uyarınca emekli edilmesi yolundaki başvurusunun reddine ilişkin
Emekli Sandığı işleminin iptali üzerine emekliye ayrıldığı ancak, söz konusu
iptal kararının Danıştay Onbirinci Dairesince bozulması üzerine tekrar göreve
başlatıldığı, emekli olarak geçirilen 15.8.2000 - 31.8.2003 tarihleri arasındaki
döneme ilişkin emekli aylıklarının adına borç çıkarılmasına ilişkin işlemin
iptali istemiyle açtığı davada, idare mahkemesince; mahkeme kararlarının temyiz
merciince bozulması halinde, kararın hukuksal sonuçlarının ortadan kalkacağının
tabii olduğu gerekçesiyle verilen ve davanın reddine ilişkin bulunan kararın
temyizen incelenerek bozulmasının istenildiği
anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık, ilgililerce, haklı olduklarını iddia ettikleri bir konuda ve
bu inançla hakkında bir işlem yapılması istemiyle yapılan başvuruların reddine
ilişkin olarak tesis olunan idari işlemlerin yargı kararıyla iptalini müteakip,
iptal kararının hukuki sonuçlarından yararlanılmakta iken, temyiz merciinde söz
konusu iptal kararının bozulmasına karar verilmesi veya bozma kararına uyularak
ilk derece mahkemesince davanın reddedilmesi hallerinde, iptal kararının
hukuksal sonuçlarının bütünüyle ortadan kalkıp kalmayacağı, diğer bir anlatımla,
somut olayda olduğu gibi iptal kararına dayalı olarak idarece yapılmış olan
emekli aylığı ödemelerinin istirdadı yoluna gidilip gidilemeyeceği noktasında
toplanmaktadır.
Anayasanın 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin hukuk devleti olduğu
vurgulanmış, 36 ncı maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma
hakkına sahip olduğu belirtilmiş, 138 inci maddesinin son fıkrasında, yasama ve
yürütme organları ile idarenin, mahkeme kararlarına uymak zorunda oldukları, bu
organların ve idarenin mahkeme kararlarını hiçbir şekilde değiştiremeyeceği ve
bunların yerine getirilmesini geciktiremeyeceği öngörülmüştür. Buna uygun olarak
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 28 inci maddesinin 1inci bendinde,
"Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve
yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare,
gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur." denilmek
suretiyle idarenin yargı kararlarını aynen ve gecikmeksizin yerine getirmesi
zorunluluğu bir kez daha vurgulanmıştır.
Bu anayasal ve yasal düzenlemeler dikkate alındığında, idarelerin, yargı
kararlarına uygun olarak davranmaları ve bu kararları yasada öngörülen sürede
yerine getirmek zorunda oldukları, yargı kararı lehine olan kişilerden de, yargı
kararının sonuçlarından yararlanmak için, karara karşı başvurulacak kanun
yollarının tüketilmesinin beklenilmesinin istenilemeyeceği
açıktır.
Memur olarak görev yapan davacı tarafından, sağlık kurulu raporuyla sakat
olduğu belgelendirilip, 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanununun 39/j maddesinde
öngörülen asgari hizmet yılını da tamamladığı öne sürülerek yapılan emeklilik
talebinin reddine ilişkin işlemin yargı kararıyla iptali üzerine, iptal
kararının bir gereği olarak emekliye ayrıldığı, ayrılış tarihinden itibaren
emeklilik statüsüne girdiği ve emekli aylıklarının da bu statünün bir gereği
olarak ödendiği açıktır. İptal kararının bozulması ve daha sonra davanın
reddedilmiş olması, yapılan bu ödemelerin davacı yönünden haksız bir edinim
oluşturduğu düşünülemez. Çünkü emekli aylıklarının ödendiği dönemde, ödemelerin
dayanağı vardır ve bu dayanak, idare mahkemesince verilmiş olan iptal
kararıdır.
Bu itibarla, davacının emekliye ayrılmasına dayanak olan idare mahkemesi
kararının temyiz merciince bozulması; davacının emeklilik statüsünün sona
erdirilerek, tekrar göreve başlatılması sonucunu yaratacağından, bozmaya konu
iptal kararının uygulanması suretiyle girilen emeklilik statüsünün bir gereği
olarak yararlanılan, diğer bir ifadeyle iptal kararına dayalı olarak ödenen
emekli aylıklarının istirdadını doğurmaz.
Her ne kadar yargı kararının uygulaması sonucunda davacı emekliye
ayrılmış, başka bir deyimle davacının emekliye ayrılmasında idarenin bir kusuru
bulunmamakta ise de, kendine özgü olarak gelişen somut olayda davacının da bir
kusuru bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, yargı mercilerinin, hukuk kurallarının yorumu ve
uygulanmasındaki isabetsizlikleri sonucunda meydana gelen külfetlerin, anayasal
güvence altında bulunan hak arama özgürlüğünü kulanan ilgililer üzerinde
kalması, hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayacağı açıktır.
Bu durumda, davacının emekliye ayrılmasına ve bu buna bağlı olarak emekli
aylıklarının ödenmesine dayanak oluşturan iptal kararının, temyiz merciince
bozulması üzerine, ödenen emekli aylıklarının dayanaksız kaldığından bahisle,
davacı adına borç çıkarılarak istirdadı yoluna gidilmesine dair dava konusu
işlemde ve bu işlemin iptali istemiyle açılan davanın reddi yolundaki idare
mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmamıştır.
Açıklanan nedenlerle davacının temyiz isteminin kabulüyle Ankara 4. İdare
Mahkemesinin 31.5.2005 gün ve E:2004/282, K:2005/732 sayılı kararının
bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye
gönderilmesine, 10.10.2006 tarihinde oyçokluğu ile karar
verildi.
K
A R Ş I O
Y
Dava,
Bolu ili ... ilçesi halk kütüphanesinde memur olarak görev yapmakta iken,
sakatlığı sebebiyle 5434 sayılı Yasanın 39/j maddesi hükmü uyarınca emekli
edilmesi yolundaki başvurusunun reddine ilişkin işlemin iptali üzerine emekliye
ayrılan ancak, söz konusu iptal kararının Danıştay Onbirinci Dairesince
bozulması üzerine tekrar göreve başlatılan davacının, bu şekilde yararlandığı
emekli aylıklarının adına borç çıkarılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle
açılmıştır.
T.C. Anayasasının 138. ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 28.
maddeleri hükümlerine göre, idare, bir işlemin iptaline ilişkin yargı kararına
uymaya ve bu kararın amaç ve kapsamı doğrultusunda işlem tesis etmeye ya da
eylemde bulunmaya mecburdur.
Olayda, davacının emekliye sevkedilmemesine ilişkin işlemin idare
mahkemesince iptal edilmesi üzerine, idarece bu kararın gereğinin yerine
getirildiği ve davacının anılan idare mahkemesi kararının sonucu olarak ve
isteği üzerine emekliye ayrıldığı, durum böyle olunca söz konusu iptal kararının
Danıştay'ca bozulması ve buna bağlı olarak kararın hukuksal sonuçlarının ortadan
kalkması nedeniyle davacının tekrar göreve başlatılmasının yasal bir zorunluluk
olarak ortaya çıktığı görülmektedir.
Mahkeme kararlarına karşı kanun yoluna başvurulması halinde, bu başvuruyu
inceleyecek olan yargı merciince kararın bozulmasına karar verilebileceği
ihtimalinin, davanın taraflarınca öngörülebilir bir husus olduğu açıktır. Bu
itibarla davacının, emekliye sevkedilmemesi yolundaki işlemin iptaline ilişkin
mahkeme kararı, şekli anlamda kesinlik kazanmadan, diğer bir ifadeyle bu karara
karşı yapılacak kanuni başvuru yolları henüz tükenmeden kararın sonuçlarından
yararlanılmasının, kararın bozulmasıyla geçmişe yönelik olarak ortadan kalkacağı
tabidir.
Her ne kadar davacının emekliye ayrılmasında bir kusuru bulunmamakta ise
de, olayda idarenin de bir kusuru bulunmamaktadır. Zira ilgililerin haklarını
ihlal edici bir işlem ya da eylemden ötürü idarenin sorumluluğundan
bahsedebilmek için, ortada idarenin hukuka aykırılığı mahkeme kararıyla
saptanmış bir işleminin veya hizmet kusuru ya da kusursuz sorumluluk esasına
dayandırılabilecek bir durumunun bulunması gerekir. Olayda ise böyle bir durumun
söz konusu olmadığı açıktır.
Bu durumda, davacının emekli edilmesine dayanak olan iptal kararının
Danıştay Onbirinci Dairesince bozulması üzerine, dayanaktan yoksun kalan emekli
aylığı ödemelerinin davacı adına borç çıkarılmasında hukuka aykırılık
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle idare mahkemesi kararının belirtilen gerekçeyle
onanması gerektiği oyu ile, kararın bozulması yönündeki çoğunluk kararına
katılmıyorum.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onbirinci
Daire
Esas No : 2006/7974
Karar
No :
2006/5418
Özeti
: İdari
yargıda terditli (birden fazla istemle açılıp, birisi olmadığı takdirde diğerine
karar verilmesi yolunda) dava açılmasına imkan bulunmadığından, bu şekilde
açılan davalarda dilekçenin reddine karar verileceği
hakkında.
Davacı
: Büro Emekçileri Sendikası
Vekili
: Av. …, Av. ..
Davalı
: Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı
(T.C.Emekli Sandığı Genel
Müdürlüğü)
Davanın Özeti
: Davacı sendika tarafından, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı
(T.C.Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü)'nün 25.9.2006 tarih ve 13469 sayılı genel
yazısı ekindeki Kurum Yönetim Kurulunun 28.7.2006 tarih ve 385 sayılı Kararı ile
uygun görülen İkramiye Yönergesinin tamamının, eğer bu mümkün değilse adı geçen
Yönetmeliğin 5,6,7,12,14 ve 15. maddeleri ile 9. maddesinin "birim amirinin
teklifi üzerine ödenir" ibaresinin ve 11. maddesinin 1'inci,2'nci ve 4'üncü
fıkraları ile 3'üncü fıkrada yer alan "ikramiyeleri birim amirinin teklifi
üzerine ödenir" ibaresinin iptali istenilmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onbirinci Dairesince 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanununun 14. maddesi uyarınca ilk inceleme ile görevli Tetkik Hakimi
Süleyman Kurt'un açıklamaları dinlenildikten ve dosyadaki belgeler incelendikten
sonra işin gereği görüşüldü:
2577 sayılı Kanunun "İdari Davaların Açılması" başlıklı 3. maddesinin 2.
fıkrasında, dava dilekçelerinde bulunması gereken unsurlar beş bent halinde
sayılmış olup, (b) bendinde, davanın konusu ve sebepleri ile dayandığı
delillerin dava dilekçesinde gösterileceği,15. maddesinin (1/d) bendinde ise,
otuz gün içinde 3. maddeye uygun olmayan dilekçelerin yeniden düzenlenmek üzere
reddine karar verileceği öngörülmüş bulunmaktadır.
Dava dilekçesinin incelenmesinden, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı
(T.C.Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü) İkramiye Yönergesinin tamamının, eğer bu
mümkün değilse adı geçen Yönetmeliğin 5,6,7,12,14 ve 15. maddeleri ile 9.
maddesinin "birim amirinin teklifi üzerine ödenir" ibaresinin ve 11. maddesinin
1'inci,2'nci ve 4'üncü fıkraları ile 3'üncü fıkrada yer alan "ikramiyeleri birim
amirinin teklifi üzerine ödenir" ibaresinin iptali istemleriyle davanın açıldığı
anlaşılmaktadır.
Danıştayın yerleşik içtihatlarına göre idari yargıda açılan davalarda
terdili (birden fazla istemle açılıp, birisi olmadığı takdirde diğerine karar
verilmesi yolunda) istemde bulunulması ve bu şekilde dava açılması olanağı
bulunmadığından, davacının, alternatif istemle açtığı işbu dava dilekçesinin,
2577 sayılı Kanunun 3. maddesi uyarınca reddi
gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 3.
maddesi hükmüne uygun bulunmayan dava dilekçesinin, aynı Kanunun 15. maddesinin
değişik (1/d) bendi uyarınca bu kararın bildirim tarihinden itibaren otuz gün
içinde, belirtilen hususlara göre düzenlenerek yeniden dava açılmak üzere
reddine, sözü edilen Kanunun 15. maddesinin 3. fıkrası uyarınca yeni dilekçe
düzenlenerek açılacak dava için ayrıca harç alınmamasına, yeniden verilen
dilekçede aynı yanlışlıklar yapıldığı takdirde aynı maddenin 5. fıkrası uyarınca
davanın reddedileceği hususunun davacıya bildirilmesine, dava dilekçesinin
yenilenmemesi halinde artan posta giderlerinin istemi halinde davacıya iadesine,
22.11.2006 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
ONİKİNCİ DAİRE
KARARLARI
MEMURLAR
VE DİĞER KAMU GÖREVLİLERİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onikinci
Daire
Esas No : 2005/5406
Karar
No :
2006/1392
Özeti
: Askerliğe
elverişli olmadığına karar verilen davacının fiilin askerliğini yapmadığından
bahisle, infaz ve koruma memurluğuna atamasının onaylanmamasına ilişkin işlemde
hukuka uyarlık bulunmadığı hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı):
…
Karşı Taraf
:
Adalet Bakanlığı-ANKARA
İsteğin Özeti
: Ankara 11. İdare Mahkemesince verilen 31.3.2005 günlü E:2004/2881,
K: 2005/549 sayılı kararın dilekçede yazılı nedenlerle temyizen incelenerek
bozulması isteminden ibarettir.
Savunmanın Özeti
:
Temyizi istenen kararın usul ve kanuna uygun olduğu, ileri sürülen nedenlerin
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesine uymadığı, bu nedenle
istemin reddi gerekeceği yolundadır.
Danıştay Tetkik Hakimi
:
Metin Çağlar
Düşüncesi
:
İdare Mahkemesince verilen karar ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup,
bozulmasını gerektirecek bir neden de bulunmadığından anılan kararın onanması
gerektiği düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı
:
Erkan Cantekin
Düşüncesi
: İdare
ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onikinci Dairesince, dosyanın tekemmül ettiği
görüldüğünden yürütmenin durdurulması istemi hakkında karar verilmeyerek işin
gereği düşünüldü:
Dava; İnfaz ve Koruma Memuru olarak Sakarya Adli Yargı Adalet
Komisyonunca ataması yapılan davacının, Adalet Bakanlığı Memur Sınav, Atama ve
Nakil Yönetmeliğinin 6. maddesinin 5/b bendinde yer alan askerlikle ilgili şartı
taşımadığı anlaşıldığından bahisle atama kararının iptal edilmesinin Adli Yargı
Adalet Komisyonu Başkanlığına bildirilmesine ilişkin 4.10.2004 günlü Ceza ve
Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü işleminin iptali, yoksun kaldığı parasal
haklarının tazmini istemiyle açılmıştır.
Ankara 11. İdare Mahkemesinin 31.3.2005 günlü, E:2004/2881, K: 2005/549
sayılı kararıyla; olayda; davacının, Sakarya Adli Yargı Adalet Komisyonunun
19.8.2004 tarih ve 375 sayılı kararı ile İnfaz ve Koruma Memuru olarak
atamasının yapıldığı, dava konusu
4.10.2004 gün ve 70302 sayılı işlem ile, fiilen askerlik görevini
tamamlamadığı gerekçesiyle atama işleminin iptal edilmesinin istenildiği,
11.2.1998 tarihinde askere sevk edildiği, 16.11.1999 tarihinde aldığı raporla,
geçirilmiş akciğer tüberkülozu nedeniyle "Askerliğe Elverişli değildir", kararı
verilerek erken terhis edildiğinin anlaşıldığı, bu durumda; İnfaz ve Koruma Memuru olarak
atanabilmek için aranılan "askerlik hizmetini fiilen tamamlamış olmak" özel
koşulunu taşımadığı sabit olan davacı hakkında tesis edilen işlemde hukuka
aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar
verilmiştir.
Davacı; askerlik hizmetini yapmak amacıyla askere sevk edildiğini, oniki
ay askerlik yaptığını, hasta olması nedeniyle hava değişimi aldığını ve sonra
terhis edildiğini, askerlik hizmetini tamamladığını öne sürmekte ve İdare
Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını
istemektedir.
657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 48. maddesinde, Devlet memurluğuna
alınacaklarda aranılacak genel ve özel koşullar tek tek belirtilmiş, A-6
bendinde ise; askerlik durumu itibariyle; a) Askerlikle ilgisi bulunmamak, b)
Askerlik çağına gelmemiş bulunmak, c) Askerlik çağına gelmiş ise muvazzaf
askerlik hizmetini yapmış yahut erteletmiş veya yedek sınıfa geçirilmiş olmak
askerlikle ilgili genel şartlar olarak gösterildikten sonra, B-2 bendinde de;
kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranılan şartları taşımak özel
koşul olarak öngörülmüştür.
10.7.2003 günlü, 25164 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Adalet Bakanlığı
Memur Sınav, Atama ve Nakil Yönetmeliğinin 6. maddesinin 5/b bendinde; İnfaz ve
koruma memurluğu kadrolarına atanabilmek için; "Erkek adaylar için, 1111 sayılı
Askerlik Kanununun 10. maddesinin (9) nolu bendi kapsamına girenler hariç olmak
üzere, onay tarihinde askerlik hizmetini fiilen tamamlamış olmak." şartını
taşımak kuralına yer verilmiş bulunmaktadır.
1111 sayılı Askerlik Kanununun 10. maddesinin 9. bendinde;" Bir baba veya
dul ananın oğullarından birisi,barışta veya savaşta askerlik hizmetini yerine
getirmekte iken ölmüş veya görev sırasında ve kendilerine 5434 sayılı T. C.
Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine göre maluliyet aylığı bağlanmasını
gerektirecek biçimde malul olmuş veyahut savaşta akibeti meçhul kalmış veya
hakkında gaiplik kararı alınmışsa, ondan sonra gelen ilk oğlu istekli olmadıkça
silah altına alınmaz." hükmüne yer verilmiştir.
Dava dosyasının incelenmesinden; davacının; 17.10.1999 tarihinde yapılan
Devlet Memurluğu Sınavında 81.562 puan aldığı, Sakarya Adli Yargı Adalet
Komisyonu tarafından 26.4.2004 tarihinde yapılan İnfaz ve Koruma Memurluğu
sınavına katıldığı ve sözlü sınav ve mülakatta başırılı olduğu, sözkonusu
Komisyonun 19.8.2004 günlü, 375 sayılı kararı ile, Akyazı Cezaevi İnfaz ve
Koruma Memurluğuna atanmasına karar verildiği ve onay için Adalet Bakanlığı Ceza
ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne gönderildiği, yapılan inceleme sonucu; onay
tarihinde fiilen askerlik hizmetini tamamlamadığının anlaşıldığı gerekçesiyle
dava konusu işlemle, açıktan atama kararının iptal edilerek, yerine başarı
sırasına göre yeniden atama yapılmasının istenildiği, bu işlemin iptali
istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı, davacının 18 aylık askerlik
hizmetini tamamlamak üzere 11.2.1998 tarihinde askere sevk edildiği, 200 Yataklı
İskenderun Deniz Hastanesi Komutanlığının 10.11.1999 günlü, 99/895 sayılı,
"geçirilmiş akciğer tüberkülozu, askerliğe elverişli değildir.", raporu üzerine
16.11.1999 tarihinde terhis edildiği, Sakarya Devlet Hastanesi Sağlık Kurulunun
13.5.2004 günlü, 5045 sayılı raporuyla, "İnfaz ve Koruma Memuru olarak işe
girer." raporu verildiği anlaşılmıştır.
Uyuşmazlık; davacının 18 aylık askerlik hizmetini yapmak amacıyla askere
gitmesine rağmen, askerlige elverişli olmadığından bahisle, askerlik süresini
tamamlamadığı, dolayısıyla Adalet Bakanlığı Memur Sınav, Atama ve Nakil
Yönetmeliğinin 6. maddesinin 5/b bendinde aranılan koşulu taşımadığı
gerekçesiyle atamasının yapılmamasından kaynaklanmış
bulunmaktadır.
Yukarıda hükümleri aktarılan Kanun ve Yönetmelik hükümlerinin birlikte
değerlendirilmesi sonucu; anılan Yönetmeliğin 6. maddesinin 5/b fıkrasında
aranılan koşuldan anlaşılması gereken, " 18 aylık askerlik hizmetinin tamamını"
yapmış olmak değil, atanma onayı tarihi itibariyle ilişkisinin
bulunmamasıdır.
Bu durumda; davacının askerlik hizmetini yapmak amacıyla askere sevk
edilmesi ve 1111 sayılı Kanun hükümleri uyarınca terhis belgesi alması nedeniyle
askerlikle ilişiğinin kesildiği ve fiilen askerlik hizmetini yapmış olduğu
cihetle Yönetmelikte ataması için öngörülen şartı taşıması, Sakarya Devlet
Hastanesi Sağlık Kurulunca, sağlam olduğu ve İnfaz ve Koruma Memurluğu
yapabileceğinin ortaya konulması ve davacının atanmasına engel olabilecek
başkaca nedenler de ortaya konulmaması karşısında tesis edilen işlemde hukuka
uyarlık bulunmadığından, aksi yöndeki İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet
görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüyle Ankara 11.
İdare Mahkemesince verilen 31.3.2005 günlü E:2004/2881, K: 2005/549 sayılı
kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1/b fıkrası
uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Yasa ile değişik 3. fıkrası
gereğince ve yukarıda belirtilen nedenler gözetilmek suretiyle yeniden bir karar
verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, 12.4 2006 tarihinde
oyçokluğu ile karar verildi.
K
A R Ş I O
Y
Hukuk ve usule uygun bulunan İdare Mahkemesi kararının aynen onanması
gerektiği görüşü ile çoğunluk kararına karşıyım.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onikinci
Daire
Esas No : 2003/1513
Karar
No :
2006/1549
Özeti
: Aynı
derecede cezayı gerektiren ayrı fiil ve haller nedeniyle verilen disiplin
cezalarının, üçüncü uygulamasında bir derece ağır ceza verilebilecek olup;
önceki cezaya konu eylem ile bu davaya konu eylemin ayrı fiiller olması
nedeniyle, davacı hakkında tekerrür hükmü uygulanarak verilen aylıktan kesme
cezasında hukuki isabet bulunmadığı hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı):
…
Karşı Taraf :
İller
Bankası Genel Müdürlüğü
Vekili
:
Av. …
İsteğin Özeti
:
Samsun İdare Mahkemesinin 1.11.2002 günlü, E:2002/63, K:2002/1939 sayılı
kararının dilekçede yazılı nedenlerle temyizen incelenerek bozulması isteminden
ibarettir.
Savunmanın Özeti : Temyizi istenen kararın usul ve kanuna
uygun olduğu, bu nedenle istemin reddi gerekeceği
yolundadır.
Danıştay Tetkik Hakimi
:
Zuhal Öztaş
Düşüncesi
:
İdare Mahkemesince verilen karar ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup,
bozulmasını gerektirecek bir neden de bulunmadığından anılan kararın onanması
gerektiği düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı :
Erkan Cantekin
Düşüncesi
:İdare
ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onikinci Dairesince işin gereği
düşünüldü:
İnşaat mühendisi olan davacı, 1/30 oranında aylıktan kesme cezası ile
cezalandırılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle dava
açmıştır.
Samsun İdare Mahkemesinin 1.11.2002 günlü, E:2002/63, K:2002/1939 sayılı
kararıyla; aynı fiil ve haller nedeniyle verilen disiplin cezalarının ikinci
uygulamasında bir derece ağır ceza
uygulamasına gidilebileceğinden davacıya tekerrürden dolayı aylıktan kesme
cezası uygulanmasında hukuki isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle dava
reddedilmiştir.
Davacı, işlemin hukuka aykırı olduğunu öne sürmekte ve İdare Mahkemesi
kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.
İller Bankası Disiplin Yönetmeliğinin 3/B-a maddesinde, verilen emir ve
görevlerin tam ve zamanında yapılmasında görev mahallinde bankaca belirlenen
usul ve esasların yerine getirilmesinde kusurlu davranmak fiilinin kınama
cezasını gerektirdiği, 17.maddesinde de ;
disiplin cezası verilmesine sebep olmuş bir fiil veya halin, cezaların
sicilden silinmesine ilişkin süre içinde tekerrüründe bir derece ağır ceza
uygulanacağı,aynı derecede cezayı
gerektiren
fakat
ayrı fiil ve haller nedeniyle verilen disiplin cezalarının 3 'üncü uygulamasında
bir derece ağır ceza verileceği
hükme bağlanmıştır.
Dosyanın incelenmesinden; davacının İller Bankası 11.Bölge Müdürlüğünde
(Diyarbakır) görev yaptığı sırada, Bismil kanalizasyon işinin kontrol mühendisi
olarak herhangi bir kasıt veya maddi menfaat karşılığı olmaksızın hatalı hakediş
düzenleyerek fazla ödemeye sebebiyet verdiği tespit edildiğinden Disiplin
Yönetmeliğinin 3/B-a maddesi uyarınca
kınama cezası ile cezalandırılması yolunda getirilen öneri üzerine, disiplin amirince davacının
daha önce 31.10.2001 günlü işlemle kınama cezası almış olduğundan bahisle
Yönetmeliğin 17.maddesi uyarınca bir derece ağır ceza olan aylıktan kesme cezası
ile cezalandırıldığı anlaşılmıştır.
Davacıya 31.10.2001 günlü
işlemle verilen kınama cezasının Nusaybin, Sason içme suyu inşaatlarında kontrol
mühendisliği döneminde, Nusaybin içme suyu inşaatında şantiye şefi bulunmamasına
rağmen yüklenicinin ikaz edilmemiş olması ve Sason içme suyu inşaatında da işin keşif aşamasından başlayarak
geçici kabul aşamasına kadar gayri ciddi bir uygulamaya tabi tutuması, boruların yükleniciye teslim
edilerek zimmetlendiğine dair
herhangi bir tutanağın olmaması dolayısıyla işin kontrolü esnasında mevzuat hükümlerine aykırı uygulamaları
nedeniyle Yönetmeliğin 3.maddesinin (B) bendinin (a) fıkrası uyarınca verilmiş olduğu
anlaşılmaktadır.
Bu durumda yukarıda anılan
Yönetmelik maddesi uyarınca aynı derecede cezayı gerektiren fakat ayrı fiil ve
haller nedeniyle verilen disiplin cezalarının
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz talebinin kabulü ile Samsun İdare
Mahkemesinin 1.11.2002 günlü, E:2002/63, K:2002/1939 sayılı kararının 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1/b fıkrası uyarınca
bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Yasa ile değişik 3. fıkrası gereğince ve
yukarıda belirtilen nedenler gözetilmek suretiyle yeniden bir karar verilmek
üzere dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine 19.4.2006 tarihinde oybirliği ile
karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onikinci
Daire
Esas No : 2003/1501
Karar
No :
2006/2542
Özeti
: Türkiye
Halk Bankasında Fon Yönetim Müdürü olan davacının aylıktan kesme cezası ile
cezalandırılmasına dair işlemin disiplin kurulunca değil, yetkili disiplin
amirince tesis edildiği anlaşıldığından, işlemin disiplin kurulunca tesis
edildiğinden bahisle verilen iptal kararında hukuki isabet bulunmadığı
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davalı):
T. Halk Bankası A.Ş. Genel Müdürlüğü
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf
: …
Vekili
: Av. …, Av…,
İsteğin Özeti
:
Ankara 3. İdare Mahkemesince verilen 31.12.2002 günlü, E:2002/135, K:2002/1879
sayılı kararın dilekçede yazılı nedenlerle temyizen incelenerek bozulması
isteminden ibarettir.
Savunmanın Özeti
:
Temyizi istenen kararın usul ve kanuna uygun olduğu, ileri sürülen nedenlerin
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesine uymadığı, bu nedenle
istemin reddi gerekeceği yolundadır.
Danıştay Tetkik Hakimi
:
Şengül Güler
Düşüncesi
:
İdare Mahkemesince verilen karar ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup,
bozulmasını gerektirecek bir neden de bulunmadığından anılan kararın onanması
gerektiği düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı
:
Erkan Cantekin
Düşüncesi
: İdare
ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onikinci Dairesince işin gereği
düşünüldü:
T. Halk Bankası A.Ş. Genel Müdürlüğü emrinde Fon Yönetim Müdürü olarak
görev yapan davacının T. Halk Bankası Disiplin Yönetmeliğinin 7/a maddesi
uyarınca 1/8 oranında aylıktan kesme cezası ile cezalandırılmasına ilişkin
işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
Ankara 3. İdare Mahkemesinin 31.12.2002 günlü, E:2002/135, K:2002/1879
sayılı kararıyla; davacıya verilen aylıktan kesme cezası Disiplin Kurulu kararı
üzerine Genel Müdür tarafından onaylanmış ise de; Türkiye Halk Bankası A.Ş.
Disiplin Amirleri ve Disiplin Kurulları Yönetmeliğinin 4. maddesi gereğince
aylıktan kesme cezasının disiplin amiri tarafından verileceğinin öngörülmüş
olması karşısında aylıktan kesme cezasını vermeye yetkili olmadığı açık bulunan
Disiplin Kurulu tarafından verilen disiplin cezasında yetki yönünden hukuka
uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar
verilmiştir.
Davalı idare; dava konusu işlemin usule ve hukuka uygun olduğunu ileri
sürmekte ve İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını
istemektedir.
Türkiye Halk Bankası A.Ş Disiplin Amirleri ve Disiplin Kurulları
Yönetmeliğinin 4.maddesinde, uyarma, kınama ve aylıktan kesme cezalarının
disiplin amirleri tarafından, kademe ilerlemesinin durdurulması cezasının da
Disiplin Kurulunun kararı alındıktan sonra Yönetim Kurulu veya bu yetkinin devri
halinde Genel Müdür tarafından verileceği kurala bağlanmış, anılan Yönetmeliğin
5. maddesinde de; Genel Müdürün, Bankanın bütün personelinin en süt disiplin
amiri olduğu hükme bağlanmıştır.
Dosyanın incelenmesinden; Fon Yönetim Müdürü olarak görev yapan davacı
hakkında yapılan soruşturma sonucunda düzenlenen 8.6.2001 günlü soruşturma
raporunda; Köroğlu Şubesinden 22.2.2001 tarihinde yapılan döviz satış işlemi ile
ilgili olarak yapılan incelemede, davacının iki firmaya düşük kurdan döviz
sattığının tespit edildiği, bu eylemiyle Fon Yönetim Müdürlüğü Görev ve Yetki
Yönetmeliğinin 4.1. maddesinde yer alan "Bankaların günlük TL ve döviz
ihtiyaçlarını ve kullanılabilir fazlalarını belirlemek, ihtiyaçları ve fazlaları
piyasadaki en iyi koşullarla sağlamak ve değerlendirmek" hükmüne aykırı
davrandığından bahisle Disiplin Yönetmeliğinin 7/a maddesi uyarınca "aylıktan
kesme" cezası ile cezalandırılmasının teklif edildiği, 27.7.2001 günlü Disiplin
Kurulu kararıyla adı geçenin Disiplin Yönetmeliğinin 8/t maddesine göre kademe
ilerlemesinin durdurulması cezası ile cezalandırılması, öğrenim durumu nedeniyle
yükselebileceği kadronun son kademesinde bulunduğundan brüt aylığının 1/4'ünün
kesilmesine karar verildiği, ancak Yönetim Kurulunun 7.8.2001 günlü oturumunda
Banka zararının oluşumuna ilişkin hesapların Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından
yeniden yapılması, ardından konunun tekrar Yönetim Kurulunda görüşülmesi yolunda
aldığı karara doğrultusunda düzenlenen Ek Rapor ile Teftiş Kurulu Başkanlığının
görüşünün Disiplin Kurulunun 12.10.2001 günlü toplantısında görüşülmesi
sonucunda, davacının Disiplin Yönetmeliğinin 7/a maddesi uyarınca aylıktan kesme
cezası ile cezalandırılması görüşünün aynen benimsenmesine karar verildiği ve bu
ceza ile cezalandırılmasının Genel Müdür tarafından uygun bulunduğu
anlaşılmıştır.
Yukarıda anılan Yönetmeliğin 4. maddesi uyarınca aylıktan kesme cezasının
disiplin amirince verilmesi gerektiği açıktır.
Olayda da;12.10.2001 günlü Disiplin Kurulu kararıyla davacıya aylıktan
kesme cezası verilmeyip, bu cezanın verilmesi yolundaki görüşün benimsenmesine
karar verilerek dosya aylıktan kesme cezasını vermeye yetkili disiplin amiri
olan Genel Müdüre sunulmuş olup, dava konusu cezanın da yetkili disiplin amiri
olan Genel Müdür tarafından verilmiş olduğu sonucuna
varılmıştır.
Bu nedenle; uyuşmazlığın esasının incelenerek bir karar verilmesi
gerekirken, İdare Mahkemesince dava konusu işlemin yetki yönünden hukuka aykırı
olduğu gerekçesiyle işlemin iptaline karar verilmesinde hukuki isabet
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulüyle Ankara
3. İdare Mahkemesince verilen 31.12.2002 günlü, E:2002/135, K:2002/1879 sayılı
kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1/b fıkrası
uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Yasa ile değişik 3. fıkrası
gereğince ve yukarıda belirtilen nedenler gözetilmek suretiyle yeniden bir karar
verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, 21.6.2006 tarihinde
oybirliğ ile karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onikinci
Daire
Esas No
:
2003/4620
Karar
No :
2006/4153
Özeti
: Sosyal
Sigortalar Kurumunda mühendis olarak görev yapan davacının, yetkili disiplin
amiri yerine Merkez Disiplin Kurulunca aylıktan kesme cezası ile
cezalandırılmasında, hukuka uyarlık bulunmadığı hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı):
…
Karşı Taraf
: Sosyal
Sigortalar Kurumu Başkanlığı
Vekili
:
Av. …
İsteğin Özeti
:
Ankara 8.İdare Mahkemesinin 27.5.2003 günlü, E:2002/1479, K:2003/582 sayılı
kararının dilekçede yazılı nedenlerle temyizen incelenerek bozulması isteminden
ibarettir.
Savunmanın Özeti
: Temyizi istenen kararın usul ve kanuna
uygun olduğu, ileri sürülen nedenlerin 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 49. maddesine uymadığı, bu nedenle istemin reddi gerekeceği
yolundadır.
Danıştay Tetkik Hakimi
:
Müjgan Karyağdı
Düşüncesi
:
SSK Personel Yönetmeliğinin ilgili maddelerinin incelenmesinden uyarma, kınama,
aylıktan kesme ve kademe ilerlemesinin durdurulması cezalarını vermede disiplin
kurullarının yetkili olduğu, ancak bu cezalardan uyarma, kınama ve aylıktan
kesme cezalarını disiplin amirlerinin doğrudan verebileceği sonucuna
ulaşıldığından dava konusu işlemin yetki açısından hukuka uygun tesis edildiği,
bu açıdan işlemde hukuka aykırılık görülmediği, uyuşmazlığın esasının
incelenmesinden de mahkeme kararının onanması gerektiği
düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı
:
Ünal Demirci
Düşüncesi
: İdare
ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onikinci Dairesince davacının 5525 sayılı Yasa
uyarınca davaya devam edilmesi
istemini içeren 1.8.2006 günlü dilekçesi dikkate alınarak işin gereği
düşünüldü:
Dava, davalı idare bünyesinde mühendis olarak görev yapan davacının Kurum Personel Yönetmeliğinin
124/C-d maddesi uyarınca aylıktan kesme cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin
16.9.2002 günlü işlemin iptali, bu nedenle yoksun kaldığı parasal haklarının
yasal faiziyle tazminine hükmedilmesi istemiyle
açılmıştır.
Ankara 8.İdare Mahkemesinin 27.5.2003 günlü, E:2002/1479, K:2003/582
sayılı kararıyla; SSK Sağlık İşleri Genel Müdürlüğü İnşaat ve Taşınmaz Mallar
Daire Başkanlığı'nda İnşaat
Mühendisi olarak görev yapan davacının, Çankırı Dispanseri Röntgen Laboratuar
düzenleme işi ve Beyşehir Lamia
Gökmenoğlu Dispanseri yer teslim
işi görevlerine müteahhide ait
vasıta ile gidip geldiği halde
otobüsle seyehat etmiş gibi
görev yolluğu bildirimi düzenlendiğinden bahisle hakkında yapılan soruşturma sonucu isnat
edilen fiil subuta erdiğinden bahisle Merkez Disiplin Kurulunun 31.1.2001 gün ve
2001/20 sayılı kararı ile Personel Yönetmeliğinin 124/D-f maddesi uyarınca
verilen kademe ilerlemesinin durdurulması cezasının iptali istemiyle açılan
davada; Ankara 3. İdare Mahkemesinin 14.3.2002 gün ve E:2001/451, K.2002/549
sayılı kararıyla davacı fiilinin Personel Yönetmeliğinin 124/C-d maddesi
kapsamında değerlendirilmesi gerekirken 124/D-f maddesi kapsamında
değerlendirilerek verilen disiplin cezasında madde tatbiki bakımından hukuka
aykırılık görülerek iptal edildiği, bu mahkeme kararı uyarınca davacının durumu
Merkez Disiplin Kurulunca yeniden değerlendirilip Mahkeme kararını uygulamak
amacıyla davacıya Personel Yönetmeliğinin 124/C-d maddesi uyarınca aylıktan
kesme cezası verilmesi üzerine görülmekte olan davanın açıldığının anlaşıldığı
idarelerin Mahkeme kararlarının icaplarına göre işlem ve eylemde bulunmalarının
Anayasal ve yasal zorunluluk olduğu dava konusu işlemin de; davacıya daha önce
verilen kademe ilerlemesinin
durdurulması cezasını iptal eden Mahkeme kararını uygulamak amacıyla
tesis edildiği anlaşıldığından dava konusu işlemde bu yönüyle hukuka aykırılık
görülmediği gerekçesiyle davanın reddine karar
verilmiştir.
Davacı, Personel Yönetmeliğinin 127.maddesinin uygulanarak kınama cezası
verilmesi gerektiğini öne sürmekte ve kararın temyizen incelenerek bozulmasını
istemektedir.
Yetki kurallarının dar ve özel anlamda kamu düzenine ilişkin hükümlerden
olduğu, idari işlemlerin en önemli unsurları arasında yer aldığı, yetki
unsurundaki sakatlığın idari işlemi de sakatlayacağı idare hukukunun bilinen
ilkelerindendir. Bu konuda yetki devrinin hukuken geçerli olabilmesi kurum
ilgili mevzuatında açıkça öngörülmüş bulunmasına bağlıdır.
Sosyal Sigortalar Kurumu Personel Yönetmeliğinin olay tarihinde geçerli
haliyle 130. maddesinde disiplin cezası vermeye yetkili amir ve kurullar
belirtilerek, a fıkrasında personelin ekli cetvelde belirtilen disiplin
amirlerinin ilgili hakkında uyarma kınama ve aylıktan kesme cezalarını doğrudan
doğruya verebilecekleri, b fıkrasında da Merkez Disiplin Kurulu ve Ünite
Disiplin Kurullarının kurum personeli hakkında kademe ilerlemesinin durdurulması
cezasını verebileceği hüküm altına alınmıştır. Ayrıca aynı maddenin c fıkrasında
Disiplin Kurullarınca verilen uyarma ve kınama cezalarına karşı ilgililerin
Yüksek Disiplin Kuruluna başvurabileceklerine işaret
edilmiştir.
Tüm bu hükümlerin değerlendirilmesinden, Disiplin Kurullarının aylıktan
kesme cezası vermeye yetkisinin olmadığı, bu cezanın ancak disiplin amirlerince
verilebileceği, bu konuda disiplin kuruluna da yetki verildiği hususunda açık
hüküm bulunmadığı sonucuna ulaşılmış olup, dava konusu olayda da davacı hakkında
verilen aylıktan kesme cezasının Merkez Disiplin Kurulunca görüşülüp karara
bağlandığı görüldüğünden yetkisiz disiplin kurulunca verilen cezada hukuka
uyarlık, bu husus gözardı edilerek verilen mahkeme kararında da hukuki isabet
görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüyle Ankara 8.İdare
Mahkemesinin 27.5.2003 günlü, E:2002/1479, K:2003/582 sayılı kararın 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1/b fıkrası uyarınca bozulmasına,
aynı maddenin 3622 sayılı Yasa ile değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda
belirtilen nedenler gözetilmek suretiyle yeniden bir karar verilmek üzere
dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine 20.10.2006 tarihinde oyçokluğu ile
karar verildi.
K
A R Ş I O
Y
Usul ve hukuka uygun bulunan mahkeme kararının onanması gerektiği
görüşüyle çoğunluk kararına katılmıyorum.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onikinci
Daire
Esas No : 2004/792
Karar
No :
2006/5532
Özeti
: Polis
memuru olan davacının görevi sırasında kullandığı araçta meydana gelen zararın,
adliye mahkemesinde açılacak tazminat davası sonucuna göre davacıdan tazmin ettirilmesi gerekeceği
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davalı):
Tunceli Valiliği
Karşı Taraf
:
…
İsteğin Özeti :
Antalya 2. İdare Mahkemesince verilen 11.6.2003 günlü, E:2002/862, K:2003/862
sayılı kararın dilekçede yazılı nedenlerle temyizen incelenerek bozulması
isteminden ibarettir.
Savunmanın Özeti
:
Temyizi istenen kararın usul ve kanuna uygun olduğu, ileri sürülen nedenlerin
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesine uymadığı, bu nedenle
istemin reddi gerekeceği yolundadır.
Danıştay Tetkik Hakimi
:
Tufan Teke
Düşüncesi
:
Polis memuru olarak görev yapan davacının, görevinin ifası sırasında sevk ve
idaresindeki resmi araçta meydana gelen hasar sebebiyle Emniyet Örgütü Disiplin
Tüzüğünün 6/B-6 ve 15. maddesi uyarınca 4 gün aylık kesimi cezası ile
cezalandırılmasına ve araçta meydana gelen zararın tazminine ilişkin 18.4.2002
günlü Tunceli Valiliği İl Polis Disiplin Kurulu işleminin iptali yolunda verilen
İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması
istenilmektedir.
Dava konusu işlemin, davacının 4 gün aylık kesimi cezası ile
cezalandırılmasına ilişkin kısmı; 5525 sayılı Yasa uyarınca af kapsamında
bulunduğundan karar verilmesine yer olmadığına hükmetmek gerektiği, araçta
meydana gelen zararın tazminine ilişkin kısmı ise, davacının kusur, ihmal veya
tedbirsizliği sonucu idare zarara uğratılmışsa, bu zararın davacıdan genel
hükümler uyarınca adli mahkemelerde dava açılmak suretiyle tazmini gerekirken,
işin esasına girilerek işlemi iptal eden İdare Mahkemesi kararında gerekçe
bakımından hukuki isabet bulunmamakla birlikte sonucu itibariyle yerinde
görüldüğünden kararın gerekçe değiştirilerek onanması gerektiği
düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı
:
Erkan Cantekin
Düşüncesi
:İdare
ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onikinci Dairesince işin gereği
düşünüldü:
Dava, polis memuru olarak görev yapan davacının, görevinin ifası
sırasında sevk ve idaresindeki resmi araçta meydana gelen hasar sebebiyle
Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğünün 6/B-6 ve 15. maddesi uyarınca 4 gün aylık
kesimi cezası ile cezalandırılmasına ve araçta meydana gelen zararın tazminine
ilişkin 18.4.2002 günlü Tunceli Valiliği İl Polis Disiplin Kurulu işleminin
iptali istemiyle açılmıştır.
Antalya 2. İdare Mahkemesinin 11.6.2003 günlü, E:2002/862, K:2003/862
sayılı kararıyla; davacının Mazgirt İlçe Emniyet Amirliğinde görevli iken
14.10.2002 tarihinde görevi nedeniyle kullandığı Akrep Land araçla gittiği
Mazgirt köprüsü Jandarma noktasında ilçeye dönüşünden sonra aracın kızılötesi
farının ve sol çamurluğunun hasar gördüğünün saptanması üzerine soruşturmacının
teklifi doğrultusunda dava konusu işlemin tesis edildiği, geçmiş hizmetleri ve
sicili dikkate alınarak bir alt ceza verildiği, dosya içeriğine göre davacının
olaydaki kusurunu ve aracın hasarına sebep olan illiyet bağını kanıtlayan bilgi
ve belge bulunmadığı, zararın parasal değerinin kararda yer almaksızın doğrudan
tahsili yoluna gidilmesi biçiminde tesis edilen dava konusu işlemde hukuka
uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle iptaline karar
verilmiştir.
Davalı idare, davacının görevi sırasında kullandığı araçta meydana gelen
hasarın yapılan soruşturma neticesinde sabit olduğu, bu nedenle davacı hakkında
tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığını öne sürmekte ve İdare
Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını
istemektedir.
5525 sayılı Memurlar ile Diğer Kamu Görevlilerinin Bazı Disiplin
Cezalarının Affı Hakkında Kanun'un 1.maddesi ile; Devletin şahsiyetine karşı
işlenen suçlarla basit veya nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık,
dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz
kızartıcı veya şeref ve haysiyet kırıcı suçlar veya istimal ve istihlak
kaçakçılığı dışında kalan kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlarına fesat
karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma suçları sebebiyle görevleriyle sürekli
olarak ilişik kesilmesi sonucunu doğuran disiplin cezaları ile 2802 sayılı
Hakimler ve Savcılar Kanununun 68. maddesinin ikinci fıkrasının (e) ve (f)
bentlerine göre verilmiş yer değiştirme cezaları ve 69. maddesine göre verilmiş
meslekten çıkarma cezaları ile emniyet hizmetleri sınıfına dahil personel ile
çarşı ve mahalle bekçileri hakkında verilen meslekten çıkarma cezaları hariç
olmak üzere; kanun, tüzük ve yönetmelikler gereğince memurlar ve diğer kamu
görevlileri ile bu görevlerde bulunmuş olanlar hakkında 23.4.1999 tarihinden
14.2.2005 tarihine kadar işlenmiş fiillerden dolayı verilmiş disiplin
cezalarının bütün sonuçları ile affedildiği hükme bağlanmış; aynı Yasanın
2.maddesinde ise, bu yasa kapsamına giren disiplin cezalarına karşı bu Yasanın
yürürlüğe girdiği tarihten önce yargı merciilerine başvurmuş olanlardan yürürlük
tarihinden itibaren 30 gün içinde davaya devam etmek istemeyenlerin davaları
hakkında, görülmekte olan davalarda ilgili mahkemece, karar temyiz edilmiş ise
Danıştayca, "karar verilmesine yer olmadığına" ve tarafların yaptıkları
masrafların üzerlerinde bırakılmasına karar verileceği, vekalet ücretine
hükmedilmeyeceği belirtilmiştir.
Bu durumda davacıya, 18.4.2002 günlü işlem ile verilen 4 gün aylıktan
kesme cezası, yukarıda anılan Yasa uyarınca af kapsamında olduğundan ve davacı
tarafından anılan Yasada öngörülen sürede davaya devam talebinde de
bulunulmadığından karar verilmesine yer olmadığına hükmetmek
gerekmektedir.
Dava konusu işlemin, araçta oluşan zararın tazmini istemine
gelince;
657 sayılı Devlet memurları Kanununun 12. maddesinin ikinci fıkrasında;
Devlet memurunun kasıt, kusur, ihmal veya tedbirsizliği sonucu idare zarara
uğratılmışsa, bu zararın ilgili memur tarafından rayiç bedeli üzerinden
ödenmesinin esas olduğu, aynı maddenin üçüncü fıkrasında da; zararların
ödettirilmesinde bu konudaki genel hükümlerin uygulanacağı hükmüne yer
verilmiştir.
Dava dosyasının incelenmesinden; Tunceli İli Mazgirt İlçe Emniyet
Amirliğinde polis memuru olarak görev yapan davacının, 14.10.2002 tarihinde İlçe
Kaymakamının Elazığ iline gidiş geliş güzergahında güvenliğin sağlanması görevi
sırasında sevk ve idaresindeki Akrep Land araçta hasar meydana gelmesi olayıyla
ilgili olarak yapılan soruşturma neticesinde fiilin sabit olması nedeniyle
soruşturmacının teklifi doğrultusunda Tunceli Valiliği İl Polis Disiplin
Kurulunun 18.4.2002 gün, 2001/90 Esas ve 2002/47 Karar sayılı kararıyla, Emniyet
Örgütü Disiplin Tüzüğünün 6/B-6 ve 15. maddesi uyarınca 4 gün aylık kesimi
cezası ile cezalandırılmasına ve araçta meydana gelen zararın tazminine ilişkin
işlemin tesis edildiği anlaşılmaktadır.
Dava konusu işlemde, davacıdan araçta meydana gelen zararı tazmin etmesi
istenilmiş ise de; memurun görevi sırasında meydana gelen bu zarar için idarece
Adliye Mahkemesinde tazminat davası açılıp bu davanın sonucuna göre sözkonusu
zarar miktarının tazmin ettirilmesi mümkün bulunmaktadır.
Bu nedenle, Mahkemece belirtilen husus gözardı edilerek zararla eylem
arasında illiyet bağı bulunmadığından bahisle işlemin iptaline hükmedilmesinde
gerekçe yönünden hukuki isabet bulunmamakla birlikte karar, sonucu itibariyle
yerinde görülmüştür.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin davacının 4 günlük aylık kesimi
cezası ile cezalandırılmasına ilişkin disiplin cezası kısmı, 5525 sayılı Af
Yasası kapsamında olduğundan ve davaya devam talebinde de bulunulmadığından bu
kısım yönünden karar verilmesinde yer olmadığına, araçta meydana gelen zararın
tazminine ilişkin kısmı yönünden ise davalı idarenin temyiz isteminin reddi ile
Antalya 2. İdare Mahkemesinin 11.6.2003 günlü, E:2002/862, K:2003/862 sayılı
kararının bu kısmının yukarıda belirtilen gerekçe ile sonucu itibariyle
onanmasına, masrafların taraflar üzerinde bırakılmasına, 28.11.2006 tarihinde
oybirliği ile karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onikinci
Daire
Esas No : 2006/1955
Karar
No :
2006/3359
Özeti
: Davacının
dolandırıcılık suçundan dolayı aldığı ağır hapis cezası Yargıtay'da temyiz
aşamasında olduğundan, henüz kesinleşmeyen bu karar nedeniyle 657 sayılı Yasanın
48/A-5. ve 98/b maddesi uyarınca görevine son verilemeyeceği
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı):
…
Vekili
:
Av. …
Karşı Taraf
:
İçişleri Bakanlığı
İsteğin Özeti
:Diyarbakır
2. İdare Mahkemesinin 27.12.2005 günlü, E:2005/920, K:2005/1333 sayılı kararının
dilekçede yazılı nedenlerle 2577 sayılı Kanunun 49. maddesi hükmü uyarınca
temyizen incelenerek bozulması
istenilmektedir
Savunmanın Özeti :
Temyizi istenen kararın usul ve kanuna uygun olduğu, ileri sürülen nedenlerin
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesine uymadığı, bu nedenle
istemin reddi gerekeceği yolundadır.
Danıştay Tetkik Hakimi
:
M.Önder Tekin
Düşüncesi :Davacı
hakkında "dolandırıcılık" suçundan verilen mahkumiyet kararının temyiz edilmiş
olması ve Yargıtayca temyiz hakkında henüz bir karar verilmemiş olması
karşısında,657 sayılı Kanunun 48/A-5. maddesinde yer alan hükümlü olma şartının
gerçekleşemediği anlaşıldığından,göreve son verme işlemine karşı açılan davanın
reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararının
bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : E.Nur
Necef
Düşüncesi : Diyarbakır
2 nci İdare Mahkemesinin 27.12.2005 günlü, E:2005/920, K:2005/1333 sayılı
kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Uyuşmazlık ... İlçe Nüfus Müdürlüğünde Vergi Hazırlama ve Kontrol
İşletmeni olarak görev yapan davacının, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa
98/b maddesi uyarınca görevine son verilmesine ilişkin işlemle
ilgilidir.
... İli … İlçesi Nüfus Müdürlüğünde Veri Hazırlama ve Kontrol İşletmeni
olarak görev yapan davacı … Bankası Batman Şubesi zirai krediler servisinde
görev yaptığı dönemde üçüncü bir kişi adına bankadan kredi alımı için sahte
belge düzenleyerek desise ile dolandırıcılık suçunu işlediği iddiasıyla açılan
dava sonucunda Batman Ağır Ceza Mahkemesinin 31.12.2004 günlü ve E:1999/115,
K:2004/316 sayılı kararıyla 3.800.000.000 lira ağır para cezası ile
cezalandırılmasına karar verildiği bu kararın davacı tarafından temyiz edildiği
ve kesinleşmediği, 657 sayılı Kanunun 48/A-5 maddesinde aranılan şartı
kaybettiğinden bahisle aynı Kanunun 98/b maddesi uyarınca görevine son verilmesi
üzerine iş bu davanın açıldığı anlaşılmakta ise de davacı hakkında Batman Ağır
Ceza Mahkemesince verilen mahkumiyet hükmünün Yargıtay incelemesi aşamasında
olması dolayısıyla kesinleşmemesi karşısında 657 sayılı Kanunun 48/A-5
maddesinde belirtilen hükümlü olma şartı gerçekleşmeyen davacı hakkında tesis
edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Belirtilen nedenlerle temyiz isteminin kabulüyle aksi yöndeki mahkeme
kararının bozulmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onikinci Dairesince işin gereği
düşünüldü:
Dava,... İlçe Nüfus Müdürlüğünde Veri Hazırlama ve Kontrol İşletmeni
olarak görev yapan davacının, 657 sayılı Kanunun 98/b maddesi uyarınca görevine
son verilmesine ilişkin işlemin iptali, açıkta kaldığı sürede ödenmeyen maaş ve
diğer özlük haklarının tazmini istemiyle açılmıştır.
Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin 27.12.2005 günlü, E:2005/920,
K:2005/1333 sayılı kararıyla; ... İli ... İlçe Nüfus Müdürlüğü'nde veri
hazırlama kontrol işletmeni olarak görev yapan davacının Batman Ağır Ceza
Mahkemesinin 31.12.2004 tarih ve E:1999/115,K:2004/316 sayılı kararıyla Türk
Ceza Kanununun 504/1. maddesi gereğince "dolandırıcılık" suçundan dolayı 2 yıl 6
ay ağır hapis ve 3.800.-YTL ağır para cezası ile cezalandırıldığı,bu durumun ...
Valiliğinin 4.4.2005 tarih ve 147 sayılı yazısıyla İçişleri Bakanlığı'na
bildirildiği,bunun üzerine 10.5.2005 olur tarihli davalı idare işlemiyle 657
sayılı Yasanın 98/b maddesi gereğince davacının görevine son verildiği,bu
işlemin iptali istemiyle dava açıldığının anlaşıldığı; davacı herne kadar
kendisi hakkında verilen cezanın kesinleşmediğini ve bundan dolayı görevine son
verilemeyeceğini ileri sürmekte ise de; mahkeme kararları verilmekle hukuki
sonuç doğuracağından davacının bu iddiasına itibar edilemeyeceği; bu durumda,657
sayılı Yasanın 48/A-5. maddesinde yer alan memur olma koşulunu kaybeden davacının aynı Yasanın 98. maddesinin
(b) bendi uyarınca görevine son verilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı,hukuka
uygun işlemden kaynaklanan tazminatın da ödenemeyeceği gerekçesiyle davanın
reddine karar verilmiştir.
Davacı,hakkında açılan bir disiplin soruşturmasının
bulunmadığını,dolandırıcılık suçundan verilen mahkumiyet kararının temyiz
edildiğini,Yargıtay incelemesinden geçmeyen kararın kesinleşmediğini,
kesinleşmeyen bir mahkumiyet hükmüne dayanılarak 657 sayılı Devlet Memurları
Kanununun 98/b maddesi hükmüne göre,görevine son verilemeyeceğini ileri sürmekte
ve İdare mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını
istemektedir.
Olayda; ... İli ... İlçesi Nüfus Müdürlüğü'nde veri hazırlama ve kontrol
işletmeni olarak görev yapan davacının ... Bankası Batman Şubesi zirai krediler
servisinde görev yaptığı dönemde
üçüncü bir kişi adına bankadan kredi alımı için sahte belge düzenleyerek desise
ile dolandırıcılık suçunu işlediği iddiasıyla açılan dava sonucunda Batman Ağır Ceza Mahkemesinin 31.12.2004
günlü ve E:1999/115,K:2004/316 sayılı kararıyla Türk Ceza Kanununun 504/1.
maddesi hükmü uyarınca 2 yıl 6 ay ağır hapis ve 3.800.000.000.- lira ağır para
cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, bu kararın davacı tarafından temyiz edildiği ve kesinleşmediği, 657
sayılı Kanunun 48/A-5.maddesinde aranılan şartı kaybettiğinden bahisle aynı
Kanunun 98/b maddesi uyarınca görevine son verilmesi üzerine bakılmakta olan davayı açtığ ı anlaşılmış olup; davacı hakkında Batman Ağır Ceza Mahkemesince
verilen mahkumiyet hükmünün Yargıtay incelemesi aşamasında olması dolayısıyla
kesinleşmemesi karşısında 657 sayılı Kanunun 48/A-5 maddesinde belirtilen
hükümlü olma şartı gerçekleşmeyen
davacı hakkında tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığından aksi yöndeki
İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.
Öte yandan; davacı hakkında 657 sayılı Kanunun 48/A-5 maddesinde
belirtilen nitelikte bir mahkumiyet kararının kesinleşmesi halinde ise yeniden
görevine son verilmesi yolunda
işlem tesis edilebileceği de açıktır.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz talebinin kabulü ile Diyarbakır 2.
İdare Mahkemesinin 27.12.2005 günlü, E:2005/920, K:2005/1333 sayılı kararının
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1/b fıkrası uyarınca
bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Yasa ile değişik 3. fıkrası gereğince ve
yukarıda belirtilen nedenler gözetilmek suretiyle yeniden bir karar verilmek
üzere dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine,kullanılmayan 2.00.- YTL posta
pulunun istemi halinde davacıya iadesine, 29.9.2006 tarihinde oyçokluğu ile
karar verildi.
KARŞI
OY
İdare Mahkemesince verilen karar ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule
uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir neden de bulunmadığından kararın
onanması gerektiği görüşüyle, Dairemiz çoğunluk kararına
karşıyım.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onikinci
Daire
Esas No : 2003/3171
Karar
No :
2006/4641
Özeti
: Polis
yurdunda kalan bir polis memuruna ait olup çalınan piyade tüfeğinin, davacının
eniştesinin evinde bulunması üzerine; davacının, Emniyet Örgüt Disiplin
Tüzüğünün 8/6.maddesi uyarınca cezalandırılmasında hukuka aykırılık bulunmadığı
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı):
…
Vekili
:
Av. …
Karşı Taraf
: İçişleri
Bakanlığı
İsteğin Özeti
:
Davacının polis memuru iken meslekten çıkarma cezası ile cezalandırılmasına
ilişkin 12.9.2000 günlü 311 sayılı
Yüksek Disiplin Kurulu kararının iptali isteğiyle açtığı davanın polis
yurdunda kalan bir başka polis memuruna ait olup çalınan piyade tüfeğinin
davacının eniştesinin evinde bulunması üzerine Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğünün
8/6 maddesi uyarınca cezalandırılmasında hukuka aykırılık bulunmadığı
gerekçesiyle reddi yolunda Bursa 2.
İdare Mahkemesinin 26.2.2003 günlü, E: 2001/668, K:2003/101 sayılı
kararının davacının dilekçede yazılı nedenlerle 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanununun 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması isteminden
ibarettir.
Savunmanın Özeti
:Temyizi
istenen kararın usul ve kanuna uygun olduğu, ileri sürülen nedenlerin 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesine uymadığı, bu nedenle
istemin reddi gerekeceği yolundadır.
Danıştay Tetkik Hakimi
:
Müjgan Karyağdı
Düşüncesi
:
İdare Mahkemesince verilen karar ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup,
bozulmasını gerektirecek bir neden de bulunmadığından anılan kararın onanması
gerektiği düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı
:
Yaşar Uğurlu
Düşüncesi
: İdare
ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onikinci Dairesince işin gereği
düşünüldü:
İdare ve Vergi Mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile
incelenerek bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49.
maddesinde belirtilen nedenlerden birinin bulunması halinde mümkündür. Bursa 2.
İdare Mahkemesince verilen 26.2.2003 günlü, E:2001/668 , K:2003/101
sayılı karar ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup bozulmasını
gerektirecek bir sebep de bulunmadığından temyiz isteminin reddi ile anılan
kararın onanmasına, temyiz giderlerinin istemde bulunan davacı üzerinde
bırakılmasına,13.11.2006 tarihinde oybirliği ile karar
verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onikinci
Daire
Esas No : 2003/2308
Karar
No :
2006/1416
Özeti
: Trabzon
Eğitim Araçları ve Donatım Merkezi Müdürlüğü Döner Sermaye Saymanı olan
davacının, Maliye Bakanlığınca açılacak soruşturma sonucu düzenlenecek rapora
göre yine bu bakanlığın kurul ya da disiplin amirlerince cezalandırılması
gerektiğinden, Milli Eğitim Bakanlığınca tesis edilen işlemde hukuka uyarlık
bulunmadığı hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı):
…
Vekilleri
:1-Av. …
2-Av. …
Karşı Taraf :
Milli
Eğitim Bakanlığı
İsteğin Özeti
:
Trabzon İdare Mahkemesinin 27.2.2003 günlü, E:2002/832, K:2003/110 sayılı
kararının dilekçede yazılı nedenlerle temyizen incelenerek bozulması
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti
:Temyizi
istenen kararın usul ve kanuna uygun olduğu, ileri sürülen nedenlerin 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesine uymadığı, bu nedenle
istemin reddi gerekeceği yolundadır.
Danıştay Tetkik Hakimi
:
M.Önder Tekin
Düşüncesi
:
İdare Mahkemesince verilen karar ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup,
bozulmasını gerektirecek bir neden de bulunmadığından anılan kararın onanması
gerektiği düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı :
Yaşar Uğurlu
Düşüncesi
:İdare
ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onikinci Dairesince işin gereği
düşünüldü:
Dava,davacının Trabzon Eğitim Araçları ve Donatım Merkezi Müdürlüğü Döner
Sermaye Saymanlığı görevini yürüttüğü dönemde işlediği iddia edilen fiiller
nedeniyle 657 sayılı Kanunun 125/C-a maddesi uyarınca "1/30 oranında aylıktan
kesme" cezası ile cezalandırılmasına ilişkin 1.8.2002 günlü,63358 sayılı işlemin
iptali istemi ile açılmıştır.
Trabzon İdare Mahkemesinin 27.2.2003 günlü, E:2002/832, K:2003/110 sayılı
kararıyla; Trabzon Eğitim Araçları ve Donatım Merkezi Döner Sermaye Saymanı
olarak görev yapan davacının,Ordu ve Bayburt İl Özel İdare Müdürlüklerince
Trabzon Eğitim Araçları ve Donatım Merkezi Müdürlüğü'ne verilen sipariş
karşılığı olarak gönderilen paraları muhasebe kayıtlarında sanki hiç tahsil
edilmemiş gibi(veresiye) göstererek Döner Sermaye Saymanlığı'nın T.C. Ziraat
Bankası Trabzon Hükümet Konağı Şubesi nezdinde bulunan hesabı yerine,yine aynı
banka şubesinde açılan "Eğitim Araçları Merkezi Sınav Hizmetleri Karşılığı"
hesabına yatırarak buradan da kendi hesabına açtığı hesaplara aktarmak suretiyle
mevzuata aykırı şekilde nemalandırdığı ve sarf ettiği,sarf edilen paraların bir
bölümünün ödemelerde kullanıldığını
kanıtlayan belgelerle ispat edilemediği ve davacının bu işlemleri
nedeniyle 657 sayılı Yasanın 125/C-a maddesi uyarınca cezalandırılması yönünde
getirilen teklif doğrultusunda 2001 yılı içerisinde almış olduğu "kınama" cezası
da dikkate alınarak bir alt ceza uygulanmamak suretiyle dava konusu işlem ile
cezalandırıldığının anlaşıldığı davacının; Yasa,yönetmelik ve yönergeler ile
belirlenen çerçeve dışına çıkarak bilerek ve isteyerek usulsüz işlemler
gerçekleştirdiğinin yapılan disiplin soruşturması sonucu anlaşılmış olması
karşısında,daha önce disiplin cezası ile cezalandırılması da gözönünde
bulundurularak fiilnin karşılığı olan disiplin cezası ile cezalandırılmasında
hukuka ve mevzuata aykırılık görülmediği gerekçesiyle davanın reddine karar
verilmiştir.
Davacı, isnad olunan müsnet suçtan dolayı hakkında Trabzon Ağır Ceza
Mahkemesi'nde açılan davanın henüz sonuçlanmadığını,bu dava sonuçlanmadan
verilen kararın eksik incelemeye dayalı olduğunu,657 sayılı Devlet Memurları
Kanununun genel ilkeleri uyarınca bir Devlet memurunun işlediği fiilin üzerinden
15 gün geçtikten sonra cezalandırılamayacağını,aynı suçtan dolayı mükerrer
cezalandırıldığını ileri sürmekte ve İdare Mahkemesi kararının temyizen
incelenerek bozulmasını istemektedir.
178 sayılı Maliye Bakanlığı'nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun
Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesinin (d) bendi uyarınca,Devlet hesaplarını
tutmak ve saymanlık hizmetlerini yapmak görevi anılan Bakanlığa verilmiş,aynı
K.H.K.'nin 11 nci maddesinin son paragrafında,Genel bütçeli daireler nezdindeki
merkez saymanlıkları ile kadroları Bakanlıkta olan diğer sermaye ve fon
saymanlıklarının Muhasebat Genel Müdürlüğü'ne bağlı olduğu
belirtilmiştir.
11.3.1983 tarih ve 17984 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe
giren Maliye Bakanlığı Disiplin Yönetmeliği'nin olay tarihinde yürürlükte
bulunan 2. maddesinde,Yönetmelik hükümlerinin Maliye Bakanlığı merkez,taşra ve
yurt dışı teşkilatında çalışan memurlara uygulanacağı,Yönetmelik ekinde yer alan
"Disiplin Amirlerini Gösterir Cetvel"in Muhasebat Genel Müdürlüğü'ne Bağlı Diğer
Daireler bölümünde de,Döner Sermaye Saymanları'na da yer verildiği
anlaşılmaktadır.
Yukarıda yer verilen mevzuat hükümlerinde açıklandığı üzere,Devlet
hesaplarını tutmak ve saymanlık hizmetlerini yapmak görevinin Maliye
Bakanlığı'na ait bulunması,bu görevin saymanlar eliyle yürütülmesi
karşısında,Döner Sermaye Saymanları'nın diğer Bakanlıklara bağlı idarelerde
görev yapmaları durumunda disiplin suçu işlediklerinin öğrenilmesi durumunda
Maliye Bakanlığı durumdan haberdar edilerek disiplin soruşturmasının açılmasının
sağlanması,disiplin cezası verilmesi gereken fiillerin tespiti halinde de
verilmesi gereken disiplin cezası türüne göre Maliye Bakanlığı Disiplin
Yönetmeliği'nde yer alan disiplin amir ve kurullarının disiplin cezasını
vermeleri gerekmektedir.
Nitekim,20.11.1995 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan "Sağlık Bakanlığı
Disiplin Amirleri Yönetmeliğine Ek Çizelgeye Bazı Ünvanların Eklenmesine Dair
Yönetmelik" uyarınca Sağlık
Bakanlığı kadrolarında görev yapan saymanların anılan çizelgeye
eklenmesi üzerine; Maliye
Bakanlığı'nca,kadroları diğer kurumlarda olup,atamaları Maliye Bakanlığı'nca
yapılan döner sermaye saymanı,fon saymanı ve sorumlu saymanlar hakkında,disiplin
ve sicil amirlikleri ile görevden uzaklaştırma,Memurin Muhakematı Hakkında
Kanunun Muvakkat ve 3628 sayılı Kanuna göre soruşturma açma yetkisi konusunda
istenilen istişari düşünce istemini görüşen Danıştay 1. Dairesinin 7.6.1996
günlü,E:1996/18,K:1996/124 sayılı kararıyla; bu kişiler hakkında soruşturma açma
yetkisinin Maliye Bakanlığı'nda olduğu belirtilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden,davacının Ordu ve Bayburt İl Özel İdare
Müdürlükleri tarafından verilen sipariş bedellerini,muhasebe kayıtlarında sanki
hiç tahsil edilmemiş gibi göstererek,Döner Sermaye Saymanlığının T.C. Ziraat
Bankası Hükmet Konağı Şubesi nezdindeki hesabı yerine,yine aynı Şubede açılan
hesaplara aktarmak suretiyle nemalandırılmasını sağladığı,elde edilen faiz
gelirlerinin keyfi incelenmesine sebebiyet verdiği iddiaları üzerine,hakkında
açılan soruşturmayı yürüten Milli Eğitim Bakanlığı Müfettişlerince düzenlenen
raporda; iddiaların sübuta erdiği,bu eylemine uyan 657 sayılı Kanunun 125/C-a
maddesi hükmü uyarınca "1/30 oranında aylıktan kesme" cezası ile
cezalandırılmasının teklif edildiği,teklif doğrultusunda tesis edilen Milli
Eğitim Bakanlığı'nın 1.8.2002 günlü ve 63358 sayılı işleminin iptali istemiyle
dava açıldığı anlaşılmaktadır.
Olayda, döner sermaye saymanı olandavacının "aylıktan kesme" cezası ile
cezalandırılmasına neden olan fiili işlediğinin, görev yaptığı birimde
öğrenilmesi üzerine Maliye Bakanlığı durumdan haberdar edilerek açılacak
disiplin soruşturması sonucunda düzenlenecek rapora göre Maliye Bakanlığında
yetkili kurul ya da amirlerince disiplin cezası verilmesi gerekirken,davacı
hakkında soruşturma açma yetkisi bulunmayan Milli Eğitim Bakanlığı'nca açılan
soruşturma sonucunda düzenlenen raporda yer alan teklif dikkate alınarak verilen
"1/30 oranında aylıktan kesme" cezasında yetki yönünden hukuka uyarlık
bulunmadığından,İdare Mahkemesince, davacının fiili sübuta erdiğinden,fiilinin
karşılığı olan disiplin cezası ile cezalandırılmasında hukuka ve mevzuata
aykırılık görülmediği gerekçesiyle davanın reddi yolunda verdiği kararında da
hukuki isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle,
davacının temyiz isteminin kabulü ile Trabzon İdare Mahkemesince verilen
27.2.2003 günlü, E:2002/832, K:2003/110
sayılı kararın 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinin 1/b fıkrası uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622
sayılı yasa ile değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen nedenler
gözetilmek suretiyle yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen
Mahkemeye gönderilmesine,14.4.2006 tarihinde oybirliği ile karar
verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onikinci
Daire
Esas No : 2003/2277
Karar
No :
2006/1584
Özeti
: Anadolu
Lisesinde Fizik Öğretmeni olarak görev yapan davacı hakkında, ilköğretim
müfettişleri tarafından yapılan soruşturma sonucunda tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı):
…
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf
:
Kırıkkale Valiliği
İsteğin Özeti
: Kırıkkale İdare Mahkemesinin 19.11.2002 günlü, E:2002/177,
K:2002/785 sayılı kararının dilekçede yazılı nedenlerle temyizen incelenerek bozulması
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti
: Temyizi istenen kararın usul ve kanuna uygun olduğu, ileri sürülen
nedenlerin 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesine uymadığı,
bu nedenle istemin reddi gerekeceği yolundadır.
Danıştay Tetkik Hakimi :
M.Önder Tekin
Düşüncesi : İdare
Mahkemesince verilen karar ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup,
bozulmasını gerektirecek bir neden de bulunmadığından anılan kararın onanması
gerektiği düşünülmüştür.
Öte yandan,disiplin cezası verilmesine neden olan soruşturmanın
İlköğretim Müfettişi tarafından yapılmış olması hususuna
gelince;
657 sayılı Devlet Memurları Kanununun disiplin bölümü içinde yer alan
çeşitli hükümlerinde soruşturmadan ve soruşturmacıdan söz edilmekle
birlikte,soruşturmacı tayini,soruşturmacının nitelikleri,soruşturmanın yürütülme
biçimi gibi hususları açıkça düzenleyen kurallar yer almamaktadır.Disiplin
soruşturmasında uygulanacak usul kurallarının bir kısmı idari teamüllere göre,bir
kısmı ise zaman içinde oluşturulan içtihatlara göre
yürütülmektedir.
Kamu idarelerinde disiplin soruşturmalarını yürütmek üzere özel bir örgüt
oluşturulmamıştır.Disiplin soruşturmaları genellikle,idarelerin danışma ve
denetim birimleri içinde yer alan müfettişler,kontrolörler,hukuk müşavirleri
gibi personel tarafından yürütülmektedir.Bazen uygulamada bu sayılanlar dışında
idari hiyerarşi içinde yer alan kamu görevlilerinin de soruşturmacı olarak
görevlendirilmeleri mümkün olmaktadır.Soruşturmacı belirlenmesinde amirin
takdiri sözkonusudur.Danıştay,soruşturmacı olarak görevlendirilecek kişinin
ünvan ve kadro bakımından
soruşturma yapılandan daha üst ya da en azından aynı statüye sahip olmasını
gerekli görmektedir.
Nitekim; bir çok kamu kurumunda fiillerin işlenildiğinin öğrenilmesi
üzerine,denetim elemanları dışında ve daha önce hiçbir disiplin soruşturması
yapmamış kişiler soruşturmacı olarak görevlendirilebilmektedir.Bu kişiler
tarafından yapılan soruşturma sonucu hazırlanan raporlarda yer alan teklifler
üzerine verilen disiplin cezalarının iptali istemiyle açılan davalarda,İdare
mahkemeleri ve Danıştay bir çok kararında,soruşturmacının statüsünün
soruşturulan ile aynı ya da daha üst düzeyde olması ve soruşturulan
olayla ilgisinin
bulunmaması
dışında bir özel şart aramamaktadir.
Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu'nun 1.4.1988
günlü,E:1988/20,K.1988/25 sayılı kararında;5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 9.
maddesinin "d" bendinde Valilerin,Bakanlıkların İl Teşkilatında yer alan Daire
ve kurumların ayrı ayrı denetim ve teftişlerini yapabilecekleri veya memurları
aracılığı ile yaptırabilecekleri hükmü uyarınca; uyuşmazlıkta,soruşturmayı yapan
İlköğretim müfettişinin görevleri arasında orta dereceli okul öğretmen ve
yöneticilerinin teftiş ve denetleme yetkisinin belirtilmemiş olmasının Valilerin
İlköğretim Müfettişlerine orta dereceli, okul öğretmen ve yöneticileri hakkında
soruşturma yapma görevi verilmesine engel teşkil etmediği görüşüne yer
verilmiştir.
Uyuşmazlık konusu olayda,disiplin soruşturması yapmakla görevlendirilen
ve soruşturmayı yürüterek rapora bağlayan kişi İlköğretim müfettişidir.Diğer
kamu kurumlarında olduğu gibi İlköğretim müfettişlerinin İlköğretim Okulları
dışındaki Okullarda çalışan kamu görevlilerinin tamamı hakkında soruşturma
yapamayacaklarının kabul edilmesi öncelikle Anayasanın 10. maddesinde yer alan
"Kanun önünde eşitlik" ilkesine aykırılık teşkil eder.İlköğretim Müfettişleri
dışındaki kamu görevlilerinin soruşturmacı olarak görevlendirilmelerinde,statü
ve olayın tarafı olmama dışında özel bir koşul aranmaz iken, İlköğretim
Müfettişleri için bu şekilde bir kısıtlama kabul edilemez.657 sayılı Kanunda yer
almayan ve Kanunun hiçbir şekilde izin vermediği düzenlemenin kısıtlayıcı bir
şekilde Yönetmelikte yer alması "Hukuk Devleti" ilkesine de aykırı
düşecektir.Çünkü; disiplin soruşturmasını yıllarca yapmış bir İlköğretim
müfettişinin görevlendirilebileceği bir Lise öğretmeninin disiplin
soruşturmasının,İlköğretim müfettişinin soruşturmacı olarak atanamayacağı kabul
edilerek aynı Okulda bulunan bir öğretmen tarafından yapılabileceğinin kabul
edilmesi,disiplin soruşturması usul ve esaslarını bilen birisi yerine bu konuda
hiçbir deneyimi olmayan kişinin yapacağı soruşturma ve hazırlayacağı rapora
itibar edilmesi anlamına gelir ki; bu durum "hukuki güvenlik" ilkesine de ters
düşer.
Ayrıca,her kamu görevlisinin yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetleri
ile ilgili bir görev alanları vardır.Doktor sağlık hizmeti,öğretmen ise, eğitim
hizmetinin yürütülmesinde belirlenen görev alanları çerçevesinde kamu görevini
yerine getirirler.Bu görevlilerin,görev alanlarında yer almadığı halde
soruşturmacı olarak atanmalarına bir engel bulunmamaktadır.İlköğretim
müfettişlerinin de görev alanlarında yer almayan yerlerde soruşturmacı olarak
tayin edilmelerine engelleyen bir düzenleme bulunmamaktadır.Görev alanlarını
düzenleyen Yönetmelik İlköğretim Müfettişlerinin olağan zamanlarda yürütmekle
yükümlü oldukları teftiş, inceleme, değerlendirme ve soruşturma yapabilecekleri
yerlere ilişkindir. Bu yerler dışında amirlerce gerek görüldüğü durumlarda,
konumlarına uygun yerlerde soruşturmacı olarak görevlendirilmelerini engelleyen
bir hüküm bulunmamaktadır.Kaldı ki; Yönetmeliğin 42/t maddesinde yer alan;
Valilikçe denetimi uygun görülen diğer okul ve kurumların görev alanlarını
oluşturduğuna yönelik hükümde,İlköğretim Müfettişlerinin Yönetmelikte sayılmayan
Okul ve kurumlarda da Valilikçe görevlendirilmeleri durumunda görev
yapabileceklerinin kabulü anlamına gelmektedir.
Diğer taraftan, anılan Yönetmeliğin 43. maddesinin (d) bendinin 1.
fıkrasında,İlköğretim Müfettişlerinin,İl İdaresi Kanunu hükümlerine
göre,Valilikçe verilecek soruşturma emirleri gereğince resmi ve özel okul ve
kurumlarda görevli öğretmen, yönetici ve diğer personel hakkında soruşturma
yapma görev ve yetkilerinin bulunduğu belirtilmiştir.
Yapılan açıklamalar çerçevesinde,İlköğretim müfettişleri tarafından
davacı hakkında soruşturma yapılmış olmasının tek başına işlemi kusurlandıracak
bir usul noksanlığı olmadığı kanaatine varılmaktadır.
Danıştay Savcısı : Yaşar
Uğurlu
Düşüncesi
: İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onikinci Dairesince işin gereği
düşünüldü:
Dava,davacının Kırıkkale Anadolu Lisesi'nde Fizik öğretmeni olarak görev
yaptığı dönemde işlediği fiil nedeniyle İlköğretim müfettişleri tarafından
yapılan soruşturma sonucunda düzenlenen rapora istinaden 657 sayılı Kanunun
125/C-ı maddesi hükmü uyarınca "1/30 oranında aylıktan kesme " cezası ile
cezalandırılmasına dair 11.3.2002 günlü ve 410-4 sayılı işlemin iptali ile bu
işlem nedeniyle aylığından yapılan kesintinin kesinti tarihinden itibaren işleyecek yasal
faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
Kırıkkale
İdare Mahkemesinin 19.11.2002 günlü, E:2002/177, K:2002/785 sayılı kararıyla;
davacıya isnad edilen fiillerden,öğrencileri çalıştığı Maraton dersanesine
yönlendirmek ve telkinde bulunmak,öğrenciler arasında dersaneye giden-gitmeyen
ayrımı yapmak,okulda huzursuzluğa neden olmak fiillerinin soruşturma raporunda
bulunan şikayetçi ve tanık ifadeleriyle sübut bulduğunun anlaşıldığı,fiillerine
uygun olarak 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125/C-ı maddesi uyarınca
cezalandırılmasında hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine
karar verilmiştir.
Davacı,hakkında açılan soruşturmanın dersanede çalışan bir öğretmenin
yönlendirmesi ile yürütüldüğünü,ifadelerine başvurulan öğrencilerin kendi
öğrencisi olmadığını,not çizelgelerinin incelenmesi durumunda gerçeğin ortaya
çıkacağını,bu hususlar dikkate alınmadan verilen kararın eksik incelemeye dayalı
olduğunu ileri sürmekte ve İdare mahkemesi kararının temyizen incelenerek
bozulmasını istemektedir.
13.8.1999 günlü, 23785 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Milli Eğitim
Bakanlığı İlköğretim
Müfettişleri
Başkanlıkları
Yönetmeliğinin
işlem tarihinde yürürlükte bulunan42.maddesinde, müfettiş ve
müfettiş yardımcılarının görev alanları düzenlenmiştir. Buna göre, müfettiş ve
müfettiş yardımcılarının rehberlik ve iş başında yetiştirme, teftiş ve değerlendirme,
inceleme, soruşturma hizmetlerine yönelik olarak;
a) İlköğretim Okulları,
b) Yetiştirici ve tamamlayıcı
sınıflar ve kurslar,
c) Özel eğitime muhtaç çocuklar için açılmış okullar ve
sınıflar,
d) Okul öncesi eğitim kurumları, uygulama sınıfları ve tamamlayıcı
sınıflar ve kurslar,
e) Halk eğitim merkezi ve akşam sanat okulları ile bunlara bağlı
kurslar,
f) Çıraklık eğitim merkezleri,
g) Eğitim araçları ve donatım merkezi ve akşam sanat okulu
müdürlükleri,
h) Rehberlik ve araştırma merkezlerinde ve akşam sanat okulu
müdürlükleri,
i) Öğretmen ve akşam sanat okulları, öğretmen evi, lokalleri ve sosyal
tesisleri,
j) Milli eğitim yayın evleri,
k) Sağlık eğitim merkezleri,
I) Hizmetiçi eğitim enstitüleri ve akşam sanat okulları ile hizmetiçi
eğitim merkezleri,
m) Spor ve izcilik merkezleri,
n) Gençlik ve izcilik eğitim tesisleri,
o) Öğrencileri yetiştirme ve sınavlara hazırlama
kursları,
p) Özel eğitim kurumlarına bağlı, dershane ve okullar ile her türlü özel
yaygın eğitim kursları,
r) Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı kur-an
kursları,
s) Dernek ve vakıflarca açılan
ve Bakanlığın denetimi ve gözetimi altında bulunan gerçek ve tüzel
(şirket) kişilere ait öğrenci
yurtları,
t) Valilikçe denetimi uygun görülen
diğer okul ve kurumların, görev alanlarını oluşturduğu hükme
bağlanmıştır.
Yukarıda yer alan düzenleme uyarınca İlköğretim müfettişlerinin teftiş
değerlendirme, inceleme ve soruşturma yapma yetkileri Yönetmelikte sayılan okul
ve kurumlarla sınırlı olup,bu kapsamda yer almayan liselerin denetimi hakkında
soruşturma yapma yetkisi Bakanlığa
ait bulunmaktadır.
Dosyanın incelenmesinden; davacının Kırıkkale Anadolu Lisesi'nde Fizik
öğretmeni olarak görev yaptığı dönemde işlediği fiil nedeniyle İlköğretim
müfettişleri tarafından yapılan soruşturma sonucunda düzenlenen 9.1.2002 günlü
ve 410/2-1 sayılı rapora istinaden, Kırıkkale Milli Eğitim Eğitim Müdürlüğü'nün
11.3.2002 günlü ve 410-04 sayılı
işlemi
ile
657 sayılı Kanunun 125/C-ı maddesi hükmü uyarınca "1/30 oranında aylıktan kesme"
cezası ile cezalandırıldığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda,davacının Kırıkkale Anadolu Lisesi'nde Fizik öğretmeni olarak
görev yaptığı dönemde işlediği iddia
olunan fiilleri ile ilgili
olarak Liselerde denetim yapma yetkisi bulunmayan İlköğretim müfettişleri
tarafından düzenlenen soruşturma raporuna dayanılarak tesis edilen işlemle
cezalandırılmasında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
İlköğretim müfettişleri tarafından yapılan soruşturma üzerine dava konusu
işlem ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125/C-ı maddesi hükmü uyarınca
davacı "1/30 oranında aylıktan kesme" cezası ile cezalandırıldıktan sonra,Milli
Eğitim Bakanlığı Müfettişleri'nce fiillerle ilgili yeni bir inceleme ve
soruşturma yapılarak rapor düzenlenmiş ise de; bu rapor uyarınca davacıya
disiplin cezası verilmemiş olması,uyuşmazlığın konusunun İlköğretim
müfettişlerince yapılan soruşturma neticesinde verilen disiplin cezası olması ve
uyarma ve kınama cezalarına yapılan itirazlar dışında bir kamu görevlisine
verilen disiplin cezasının idari tasarrufla ortadan kaldırılma olanağının
bulunmaması karşısında; bu hususun, yetkili bulunmayan soruşturmacı tarafından
düzenlenen rapordaki tespitler esas alınarak hukuka aykırı olarak tesis edilen
işleme hukuksallık kazandırmayacağı açıktır.
Öte yandan,davacı hakkında yeniden yapılacak soruşturma sonucunda
düzenlenecek raporda ve bu rapor uyarınca disiplin cezası ile cezalandırılması
durumunda,işlediği fiillerin niteliği de dikkate alınarak,1702 sayılı İlk ve
Orta Tedrisat Muallimlerinin Terfi ve Tecziyeleri Hakkında Kanun hükümlerinin
disiplin cezası teklifinde ve ceza verilmesinde gözönünde bulundurulması
gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz talebinin kabulü ile Kırıkkale
İdare Mahkemesince verilen 19.11.2002 günlü, E:2002/177, K:2002/785 sayılı
kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1/b fıkrası
uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Yasa ile değişik 3. fıkrası gereğince ve
yukarıda belirtilen nedenler gözetilmek suretiyle yeniden bir karar verilmek
üzere dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine,21.4.2006 tarihinde oybirliği
ile karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onikinci
Daire
Esas No : 2003/4179
Karar
No :
2006/4649
Özeti
: 2.sınıf
Emniyet Müdürü olan davacının, 2002 yılı terfi döneminde kıdem ve liyakat
yönünden yeterli olduğu halde, 1.
sınıf Emniyet Müdürlüğüne yükseltilmemesine ilişkin işlemde hukuka uyarlık görülmediği
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davalı):
İçişleri Bakanlığı
Karşı Taraf
:
…
Vekili
:
Av. …
İsteğin Özeti
:
2. sınıf Emniyet Müdürü olan davacının 2002 yılında 1. sınıf Emniyet Müdürlüğü
rütbesine terfi ettirilmemesine ilişkin işlemin iptali, bu nedenle yoksun
kaldığı maaş ve yan ödemelerinin tümünün tarafına ödenmesine ve özlük haklarının
tanınmasına karar verilmesi istemiyle açtığı davada, davacının bir üst rütbeye
yükselmek için gerekli kıdeme sahip olduğu, liyakatının yeterli olmadığı
konusunda somut ve inandırıcı hiçbir delil sunulmadığı, bu nedenle tesis edilen
işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptali,
işlem nedeniyle meydana gelen maddi kayıplarının davacıya ödenmesi yolunda
Ankara 7. İdare Mahkemesinin 31.3.2003 günlü E:2002/804, K:2003/425 sayılı
kararının davalı idarece dilekçede yazılı nedenlerle 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanununun 49 maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması isteminden
ibarettir.
Savunmanın Özeti
:
Temyizi istenen kararın usul ve kanuna uygun olduğu, ileri sürülen nedenlerin
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesine uymadığı, bu nedenle
istemin reddi gerekeceği yolundadır.
Danıştay Tetkik Hakimi
:
Müjgan Karyağdı
Düşüncesi
:
İdare Mahkemesince verilen karar ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup,
bozulmasını gerektirecek bir neden de bulunmadığından anılan kararın onanması
gerektiği düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı
:
E. Nur Necef
Düşüncesi
: İdare
ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onikinci Dairesince işin gereği
düşünüldü:
İdare ve Vergi Mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile
incelenerek bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49.
maddesinde belirtilen nedenlerden birinin bulunması halinde mümkündür. Ankara 7.
İdare Mahkemesinin 31.3.2003 günlü E:2002/804, K:2003/425 sayılı karar ve
dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup bozulmasını gerektirecek bir
sebep de bulunmadığından temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanmasına,
temyiz giderlerinin istemde bulunan -davalı idare üzerinde bırakılmasına,
13.11.2006 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.
K
A R Ş I O
Y
Davacının terfiyi hakeden 412 kişilik 2. sınıf emniyet müdürleri
içerisinde 136. sırada olduğu ve o yıl için 80 tane 2. sınıf emniyet müdürünün
bir üst rütbeye terfi ettiği anlaşıldığından terfi için gerekli kıdem koşulunu
taşımadığı açık olup, aksi yoldaki kararın bozulması gerektiği oyuyla çoğunluk
kararına karşıyım.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onikinci
Daire
Esas No : 2006/507
Karar
No :
2006/2268
Özeti
: Ücretsiz
izin talebinin idarece kabul edilmemesi üzerine görevinden istifa eden
davacının, ücretsiz izin talebinin reddine dair işlemin idare mahkemesince
iptali üzerine, açıkta kaldığı sürelerle ilgili maddi ve manevi tazminat
talebinin reddi gerektiği hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davalı) :
Kültür ve Turizm Bakanlığı
Karşı Taraf
: …
İsteğin Özeti
:
İstanbul 6. İdare Mahkemesinin 23.5.2005 günlü, E:2004/1897, K:2005/1069 sayılı
kararının dilekçede yazılı nedenlerle temyizen incelenerek bozulması
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti
:
Temyizi istenen kararın usul ve kanuna uygun olduğu, ileri sürülen nedenlerin
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesine uymadığı, bu nedenle
istemin reddi gerekeceği yolundadır.
Danıştay Tetkik Hakimi
:
M.Önder Tekin
Düşüncesi
:
İdare Mahkemesince verilen karar ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup,
bozulmasını gerektirecek bir neden de bulunmadığından anılan kararın onanması
gerektiği düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı
:
Yaşar Uğurlu
Düşüncesi
: İdare
ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi
için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci
fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar,söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından,istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onikinci Dairesince 2577 sayılı Kanunun 17/2.
maddesi hükmü uyarınca davacının duruşma istemi yerinde görülmeyerek işin gereği
düşünüldü:
Dava,Yalova Merkez Fatih Sultan Mehmet Lisesi'nde Din Kültürü ve Ahlak
Bilgisi dersi öğretmeni olarak görev yapmakta iken,İstanbul Valiliği Kültür
Müdürlüğü Şube Müdürlüğü'ne atanan davacının 6 ay süreli ücretsiz izin talebinin
reddine dair işlemin yargı kararı ile iptalinden sonra göreve başlatılması
üzerine,bu işlem nedeniyle istifa etmek zorunda kaldığı iddiasıyla açıkta
kaldığı 21.10.1997-7.11.2001 tarihleri arasındaki maddi zararlarının yasal
faiziyle birlikte ödenmesi,ayrıca 20.000.000.000.- lira manevi tazminata
hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.
İstanbul
6. İdare Mahkemesinin 23.5.2005 günlü, E:2004/1897, K:2005/1069 sayılı
kararıyla; İstanbul İl Kültür Müdürlüğü'nde Şube Müdürü olarak görev yaparken
ücretsiz izin talebinin kabul edilmemesi nedeniyle istifa eden davacının,izin
verilmemesi işleminin iptali istemiyle İstanbul Valiliği ve Kültür Bakanlığı'na
karşı açtığı dava neticesinde,işlemin İstanbul 6. İdare Mahkemesinin 29.6.2001
tarih ve 2001/860 sayılı kararı ile iptal edildiği, bu kararın Danıştay 12.
Dairesinin 18.9.2002 günlü ve 2002/2697 sayılı kararı ile onanarak
kesinleştiği,memuriyetten ayrı kaldığı 21.10.1997-7.11.2001 tarihleri arasında
ödenmemiş olan maaş ve özlük haklarına ilişkin maddi zararı ile 20.000.000.000.- lira manevi
tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle dava açıldığının
anlaşıldığı; hukuka aykırı bir işlemin genel olarak idari bir kusur teşkil
ettiğinin tartışmasız olduğu,buna göre,davacının aylıksız izin talebinin usulüne
uygun yerine getirilmeyerek davacının istifasına sebep olması nedeniyle görevden
ayrıldığı,aylıksız izin talebinin reddi işlemi hukuka aykırı bulunarak iptal
edildiğinden,idarece yeniden göreve başlatıldığı ve iptal edilen işlemin neden
olduğu görevden ayrılmasının da haksız olduğu sonucuna ulaşıldığı; bu
durumda,davacının 21.10.1997 tarihinden, yeniden göreve başlatıldığı 7.11.2001
tarihine kadar kendisine görevde bulunması halinde ödenmesi gereken maaş ve sair
özlük haklarının dava tarihi olan 8.5.2003 tarihinden itibaren hesaplanarak
yasal faiziyle birlikte ödenmesi gerektiği,iptale konu davalı idare işlemiyle
davacının duyduğu üzüntü,elem ve kederin vermiş olduğu zararı azaltma amacıyla
manevi tazminat verilmesi gerektiğinden,davacının tazminatla karşılanacak bir
manevi zarara uğradığının kabul edilemeyeceği gerekçesiyle maddi tazminat
isteminin kabulüne ve görevden ayrı kaldığı süreler için yoksun kaldığı maaş ve
özlük haklarının hesaplanarak 8.5.2003 tarihinden itibaren işletilecek yasal
faiziyle birlikte ödenmesine manevi tazminat isteminin ise reddine karar
verilmiştir.
Davalı idare,657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 147/a
bendinde,aylığın,bu Kanuna tabi kurumlarda çalışanlara hizmetlerinin
karşılığında,kadroya dayanılarak ay itibarıyle ödenen parayı ifade edeceğinin hükme
bağlanmış olduğunu,davacıya izin verilmemesine dair işlemin yargı kararı ile
iptalinden sonra mali haklarına ilişkin bir işlem tesis edilmesine hukuken
olanak bulunmadığını,davacının zarara uğraması sözkonusu olmadığından,kusursuz
sorumluluk ve hizmet kusuru ilkeleri gereğince bir tazmin sorumluluğunun
bulunmadığını,Anayasa'nın 125. maddesi hükmü uyarınca tazminat istenilebilmesi
için zararın varlığının ispatlanması gerektiğini ileri sürmekte ve İdare
Mahkemesi kararının maddi tazminata dair kısmının temyizen incelenerek
bozulmasını istemektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 12.maddesinde; ilgililerin,
haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya idare ve vergi
mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı
davalarını birlikte açabilecekleri gibi, ilk önce iptal davası açarak bu davanın
karara bağlanması üzerine bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması
halinde verilecek kararın tebliği tarihinden itibaren dava süresi içinde tam
yargı davası açabilecekleri, bu halde de ilgililerin 11.madde uyarınca idareye
başvurma haklarının saklı olduğu hükme bağlanmıştır.
Yukarıda yer verilen hüküm uyarınca kamu görevlilerinin uğradıklarını
iddia ettikleri zararın tazmini istemiyle dava açabilmeleri,Anayasa'nın 125.
maddesi gereği ve Türkiye Cumhuriyetinin "Sosyal hukuk devlet" niteliğinin doğal
bir sonucudur.
Kural olarak idare,kamu görevlileri hakkında tesis ettiği işlemin
doğrudan sonucu olan nedensellik bağı
kurulabilen zararları tazminle yükümlüdür.Yargı kararı ile iptal edilmiş olsabile,işlem
ile uğranıldığı iddia edilen zarar arasında nedensellik bağının kurulamadığı
durumlarda idarenin tazmin sorumluluğu bulunduğundan sözedilemez.
Dosyanın incelenmesinden,Yalova Merkez … Lisesi'nde Din Kültürü ve Ahlak
Bilgisi dersi öğretmeni olarak görev yapmakta iken,İstanbul Valiliği Kültür
Müdürlüğü Şube Müdürlüğü'ne 13.5.1997 tarihinde atanan davacının 28.7.1997
tarihinde verdiği dilekçe ile,eşinin rahatsızlığı nedeniyle 18.8.1997 tarihinden
itibaren 6 ay süreli ücretsiz izin talebinde bulunduğu,eşinin rahatsızlığının
refakati gerektirdiğine dair sağlık kurulu raporu istenilen davacının,Yalova
Devlet Hastanesinden eşinin devamlı
bakıma ve tedaviye muhtaç olduğuna dair 27.8.1997 tarihli sağlık kurulu raporunu
sunduğu,eşinin tedavisinin devamlı refakati gerektirdiğine dair sağlık kurulu
raporu sunamadığından,ücretsiz izin talebinin reddedildiği,davacının eşinin
rahatsızlığını ileri sürerek görevinden istifa ettiğine dair 21.10.1997 tarihli
dilekçesinin 17.11.1997 tarihli onay ile kabul edildiği,davacının ücretsiz izin
talebinin reddine ilişkin işleme karşı açtığı davanın reddi yolundaki İdare
mahkemesi kararının Dairemizin 29.6.2000 günlü,E:1999/3504,K:2000/3014 sayılı
kararı ile bozulduğu,İdare Mahkemesinin bozmaya uyma kararının da Dairemizin
18.9.2002 günlü,E:2001/4965,K:2002/2697 sayılı kararı ile onanarak
kesinleştiği,25.10.2001 tarihli onay ile İstanbul Atatürk Kültür Merkezi
Müdürlüğü'ne Şube Müdürü olarak atanan davacının Dairemiz kararının kendisine
tebliği üzerine 17.4.2003 günlü dilekçesi ile davalı idareye başvuruda bulunarak
istifa etmek zorunda kaldığı tarihten mahkeme kararı ile göreve başladığı tarih
arasında alamadığı maaş ve diğer özlük haklarının ödenmesi isteminde
bulunduğu,olumlu bir yanıt alamaması üzerine yargı kararıyla iptal edilen işlem
nedeniyle istifa etmek zorunda kaldığı iddiasıyla açıkta kaldığı
21.10.1997-7.11.2001 tarihleri arasındaki maddi zararlarının yasal faiziyle
birlikte ödenmesi,ayrıca 20.000.000.000.- lira manevi tazminata hükmedilmesi
istemiyle dava açıldığı anlaşılmaktadır.
657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 94. maddesi hükmüne göre,Devlet
memuru bağlı olduğu kuruma yazılı olarak müracat etmek suretiyle memurluktan
çekilme isteğinde bulunabilir.Davacı da,bu madde kapsamında memurluktan çekilme
isteğinde bulunmuş ve kurumunca
17.11.1997 günlü onay ile istemi kabul edilerek görevinden
ayrılmıştır.Dava konusu tazminat isteminin dayanağı olan işlem çekilme istemine
ilişkin işlem değildir.Tam yargı davasının açılmasının dayanağı olarak
gösterilen ve yargı kararıyla iptal edilen işlem davacının ücretsiz izne ayrılma
isteminin reddine ilişkin işlemdir.Bu işlemin tesisi ile davacı 6 ay süreli
ücretsiz izin kullanma hakkından mahrum kalmıştır.Ücretsiz izin kullanma hakkını
engelleyen işlemin iptaline dair yargı kararının hukuki sonucu davacının
ücretsiz izin kullanmasıdır.
Hukuki sonucu ücretsiz izne ayrılma olan bir yargı kararı
neticesinde,ücretsiz izin kullanma hakkı doğan kamu görevlisinin maddi kaybının
bulunduğundan sözedilemez. Olayda,yargı kararı ile iptal edilen işlem ile
doğduğu iddia edilen zarar arasında nedensellik bağı kurulmadan tazminat
isteminde bulunulmuştur. Davacının, davalı idarece göreve yeniden atanmış olması
işlem ile doğduğu iddia edilen zarar arasındaki nedensellik bağını
kuramamaktadır.
Bu durumda,yargı kararı ile iptal edilen işlem ile tazmini istenilen
zarar arasında nedensellik bağı kurulamaması nedeniyle,davacının açıkta kaldığı
21.10.1997-7.11.2001 tarihleri arasındaki maddi zararlarının yasal faiziyle
birlikte ödenmesi isteminin de reddi gerekirken,bu döneme ilişkin olarak görevde
bulunması halinde ödenmesi gereken maaş ve sair özlük haklarının dava tarihi
olan 8.5.2003 tarihinden itibaren hesaplanarak yasal faiziyle birlikte ödenmesi
yolundaki İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet
görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz talebinin kabulü ile
İstanbul 6. İdare Mahkemesince verilen 23.5.2005 günlü, E:2004/1897, K:2005/1069
sayılı kararın maddi tazminata ilişkin kısmının 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1/b fıkrası uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Yasa ile değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen nedenler
gözetilmek suretiyle yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine,kullanılmayan
2.00.- YTL posta ücretinin istemi halinde davalı idareye iadesine,6.6.2006
tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onikinci
Daire
Esas No : 2003/2833
Karar
No :
2006/1968
Özeti
: Usule
uygun düzenlenen sicil raporu olumsuz olan davacının, bu nedenle kademe
ilerlemesinin yapılmaması işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı):
…
Vekili
:
Av. …
Karşı Taraf
: Başbakanlık
Diyanet İşleri Başkanlığı
İsteğin Özeti
:
İmam hatip olan davacının 2001 yılı sicil raporunun olumsuz olması nedeniyle
kademe ilerlemesinin 1 yıl durdurulmasına ilişkin 12.6.2002 günlü işlemin iptali
istemiyle açılan davanın, sicil raporunun usulüne uygun doldurulmuş olması
nedeniyle dava konusu kademe ilerlemesinin 1 yıl süreyle durdurulması işleminde
hukuka aykırılık görülmediği gerekçesiyle reddi yolunda Ordu İdare Mahkemesince
verilen 28.1.2003 günlü, E:2002/622, K:2003/64 sayılı kararın, dilekçede yazılı
nedenlerle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesi uyarınca
temyizen incelenerek bozulması isteminden ibarettir.
Savunmanın Özeti
:Temyizi
istenen kararın usul ve kanuna uygun olduğu, ileri sürülen nedenlerin 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesine uymadığı, bu nedenle
istemin reddi gerekeceği yolundadır.
Danıştay Tetkik Hakimi
:
Müjgan Karyağdı
Düşüncesi
:
İdare Mahkemesince verilen karar ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup,
bozulmasını gerektirecek bir neden de bulunmadığından anılan kararın onanması
gerektiği düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı
:
Yaşar Uğurlu
Düşüncesi
: İdare
ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onikinci Dairesince işin gereği
düşünüldü:
İdare ve Vergi Mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile
incelenerek bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49.
maddesinde belirtilen nedenlerden birinin bulunması halinde mümkündür. Ordu
İdare Mahkemesince verilen 28.1.2003 günlü, E:2002/622, K:2003/64 sayılı karar
ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup bozulmasını gerektirecek bir
sebep de bulunmadığından temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanmasına,
temyiz giderlerinin istemde bulunan davacı üzerinde bırakılmasına, 15.5.2006
tarihinde oybirliği ile karar verildi.
ONÜÇÜNCÜ
DAİRE KARARLARI
BANKALAR
VE ŞİRKETLER
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onüçüncü
Daire
Esas No : 2006/1573
Karar
No :
2006/3988
Özeti
: -
5020 sayılı Kanun'un Geçici 3. maddesinde; 4389 sayılı Kanun'un 15/7-b
maddesinin yürürlüğe girdiği tarihe kadar temettü hariç ortaklık hakları ile
yönetim ve denetimi Fon'a intikal eden ve/veya bankacılık işlemleri yapma ve
mevduat kabul etme izin ve yetkileri ilgili Bakan, Bakanlar Kurulu veya Kurul
tarafından kaldırılarak tasfiyeleri Fon eliyle yürütülen veya Fon tarafından
tasfiye işlemleri başlatılan bankalar hakkında da 4389 sayılı Kanun'un 15/7-b
maddesinin uygulanacağının öngörüldüğü,
-
Egebank A.Ş.'nin %90 oranındaki payına sahip olan ve davacının da hâkim ortağı
olduğu Otomotiv ve Ticaret A.Ş.'nin ortaklık paylarının, Bayraktar grubundan
Demirel grubuna geçmesini sağlayan 04.05.1998 tarihli pay devir sözleşmesinden
kaynaklanan uyuşmazlığı sona erdiren (taraflarca imzalanan) sulh sözleşmesinin
İstanbul 5. Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 01.11.2000 günlü kararıyla tasdiki
nedeniyle bankanın Demireller grubuna geçtiğinin bir mahkeme kararıyla sabit
olduğu ve pay devir sözleşmelerinin imzalandığı tarihte yürürlükte olan 3812
sayılı Bankalar Kanunu'na göre bankalar hakkında denetim ve gözetim yükümlülüğü
olan Hazine Müsteşarlığı'nın söz konusu pay devirlerine muvafakat vermesiyle
bankanın mülkiyetinin devredildiğinin idarece de kabul edildiği, bu nedenle
Egebank A.Ş.'nin kaynaklarının haksız fiil teşkil eden işlemlerle aktarılarak
oluşan kamu zararının takip ve tahsilinin, ancak, İstanbul 5. Asliye Ticaret
Mahkemesi'nin 01.11.2000 günlü kararından sonraki sorumlular hakkında yapılması
gerektiği gerekçesiyle 4389 sayılı Kanun'un 15/7-b maddesi uyarınca davacı
hakkında düzenlenen dava konusu ödemeye çağrı işlemini iptal eden mahkeme
kararında hukuka uyarlık bulunmadığı, mahkemece, ödemeye çağrı mektubunda sözü
edilen Fon (kamu) alacağının banka kaynaklarının davacı tarafından Bankalar
Kanunu'nun 15/7-b maddesinde belirtildiği şekilde edinilerek veya edindirilerek
oluşup oluşmadığı hususunun araştırılarak karar verilmesi gerektiği
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan :
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu
Vekili
: Av. …
Karşı Taraf :
…
Vekilleri
: Av. …
İstemin Özeti : İstanbul 2. İdare
Mahkemesi'nin 28.12.2005 tarihli ve E:2005/986, K:2005/2660 sayılı kararının;
4389 sayılı Kanunun 15/7-b maddesi uyarınca banka kaynağının edindirilip
edindirilmediğinin mahkemece araştırılmadığı, dosyanın bu yönüyle eksik
incelendiği, 5020 sayılı Kanunun geçici 3. maddesi uyarınca yukarıda sözü edilen
maddenin, Bayraktarlar Grubu ile Demirel Grubu arasında imzalanan 21.07.1998
tarihli Sulh sözleşmesinin İstanbul 5. Asliye Ticaret Mahkemesi tarafından
onaylandığı tarih olan 01.11.2000 tarihinden önceki işlemlere de
uygulanabileceği, Hazine Müsteşarlığı'nın pay devri ile ilgili muvafakat (izin)
verirken payı devralanların yüz kızartıcı suç işleyip işlemediği, müflis veya
konkardato ilân edip etmediği yönünden araştırma yaptığı, satış sözleşmesinin
hükümleri veya satış bedelinin ne şekilde ödeneceği veya taraflar arasındaki
diğer hukukî ilişkiler veya bankanın malî yapısının Müsteşarlık tarafından
incelemeye tabi tutulmadığı, Hazine Müsteşarlığı'nın, bankanın riskini oluşturan
nakdî ve gayrinakdî kredileri incelemesi ve bu inceleme sonrası payların devrine
izin vermesinin söz konusu olmadığı, mahkeme kararında sözü edilen yargı
kararlarının karara gerekçe teşkil edemeyeceği, bankanın Bayraktarlar Grubunca
kötü yönetildiği ileri sürülerek bozulması
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : 4389
sayılı Bankalar Kanunu'nun 15/7-b maddesinin davacı hakkında
uygulanamayacağı,maddenin bankanın Fona devrine neden olan hakim ortaklar için
uygulanabilir nitelikte olduğu ve davacının da bankanın hakim ortak sayılmasının
mümkün olmadığı, Banka eski sahiplerince Demirel grubu şirketlerine
kullandırılan kredilerde dolanlı
bir amaçtan söz edilemeyeceği, kendilerine kredi açılan şirketlerin mali gücü
olmayan paravan şirket olmadıkları, davaya konu işlemin şekil ve neden unsurları
bakımından hukuka aykırı olduğu belirtilerek temyiz isteminin reddi ile usul ve
yasaya uygun olan idare mahkemesi kararının onanması gerektiği
savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hâkimi Erhan
DEMİR'in Düşüncesi : Davacı hakkında 6183 sayılı Kanununun 37. maddesine göre düzenlenen ve
104.079.964,06 YTL borcun 1 ay içerisinde ödenmesi ve ödenmediği takdirde 6183 sayılı Kanun
hükümlerine göre işlem yapılacağının bildirilmesine ilişkin tesis edilen
25.11.2004 gün ve 44027 sayılı ödemeye çağrı işleminin iptali istemiyle Tasarruf
Mevduatı Sigorta Fonu'na karşı açılan davada,İdare Mahkeme'since; Egebank
A.Ş.'nin ortaklık paylarının Bayraktar grubundan Demirel grubuna geçmesini
sağlayan 04.05.1998 tarihli pay devir sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlığı
sona erdiren (taraflarca imzalanan) sulh sözleşmesinin İstanbul 5. Asliye
Ticaret Mahkemesinin 01.11.2000 günlü kararıyla tasdiki nedeniyle bankanın
Demireller grubuna geçtiğinin bir mahkeme kararıyla tespiti karşısında Egebank
A.Ş.'nin kaynaklarının haksız fiil teşkil eden işlemlerle aktarılarak oluşan
kamu zararının takip ve tahsilinin ,ancak, İstanbul 5. Asliye Ticaret
Mahkemesinin 01.11.2000 günlü kararından sonraki sorumlular hakkında yapılması
gerektiği, bu nedenlerle 4389 sayılı Bankalar Kanununun 15.inci maddenin (7)
numaralı fıkrasının (b)
bendinin Ticaret Mahkemesi
kararından öncesine kadar geriye yürütülerek işlem tesisinde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle
dava konusu ödemeye çağrı mektubunun iptaline karar
verilmiştir.
4389 sayılı Kanun'un 15/7-b maddesinde; "Hisseleri kısmen veya tamamen
Fon'a intikal eden bir bankanın yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı
olarak tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortaklarının veya
yöneticilerinin, yönetim kurulu, kredi komiteleri, şubeler, diğer yetkili ve
görevliler aracılığıyla veya sair suretlerle banka kaynaklarını ve varlıklarını
doğrudan veya üçüncü kişilere rehnetmek, teminat göstermek, ekonomik gücü
olmayan kişilere kredi vermek karşılığında kredi temin etmek amacıyla kredi
kullandırmak, yurt içi veya yurt dışı banka ve malî kuruluşlar nezdinde depo
veya sair adlarla hesap açtırmak veya bu hesapları teminat göstermek ve sair
şekillerde kullanmak suretiyle veya başkaca dolanlı işlemlerle edindikleri veya
bu suretle üçüncü kişilere edindirdikleri para, mal, her türlü hak ve
alacakların temininde kullanılan banka kaynakları ve varlıkları nedeniyle doğan
alacak Fon alacağı sayılır. Bu alacaklar hakkında 6183 sayılı Amme Alacaklarının
Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uygulanır. Fon, bu para, mal, her türlü
hak ve alacaklara ihtiyatî haciz koymaya, muhafaza altına almaya ve bunlardan
değeri Fon tarafından belirlenemeyenleri 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 72.
maddesine göre kurulan takdir komisyonlarının Fon tarafından belirlenecek kurum
ve kuruluşlarca hazırlanacak raporları da dikkate alarak tespit edeceği değer
üzerinden, alacağına ve/veya bu bankaların Fon tarafından devralınan zararlarına
mahsuben devralmaya yetkilidir. Bu alacaklara zararın ve/veya alacağın doğmasına
sebebiyet veren haksız işlemin yapıldığı tarihten itibaren 6183 sayılı Amme
Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un 51. maddesinde belirtilen oranda
gecikme zammı uygulanır." hükmünün yer aldığı,5020 sayılı Kanunun Geçici
3.maddesinde ise ''... 4389 sayılı Bankalar Kanununun15.inci maddenin (7)
numaralı fıkrasının (b) bendine eklenen paragraflar..., bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihe kadar temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi Fona
intikal eden ve/veya bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izin ve
yetkileri ilgili bakan, Bakanlar Kurulu veya Kurul tarafından kaldırılarak
tasfiyeleri Fon eliyle yürütülen veya Fon tarafından tasfiye işlemleri
başlatılan bankalar hakkında uygulanacağı'' hükmüne yer verilmiştir.
Yukarıda sözü edilen Kanun hükümlerinden de anlaşılacağı üzere hisseleri kısmen
veya tamamen Fon'a intikal eden bir bankanın yönetim ve denetimini doğrudan veya
dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortaklarının banka
yetkilileri veya görevlileri aracılığıyla veya değişik şekillerde banka
kaynaklarını veya varlıklarını dolanlı şekilde edinmeleri veya edindirmeleri
halinde, dolanlı şekilde edindirdikleri ve edindikleri para,mal, her türlü hak ve alacakların temininde
kullanılan banka kaynakları ve varlıkları nedeniyle doğan bu alacakların Fon
alacağı sayılacağının kabulü karşısında, mahkemece; ödemeye çağrı mektubunda
sözü edilen kamu alacağının , davacı tarafından Banka kaynaklarının kullanılarak
edinildiği veya edindirildiği hususu araştırılmaksızın verilen kararda hukuka
uyarlık bulunmadığı,bu nedenle de bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Ünal DEMİRCİ'nin
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49
uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi'nce Tetkik Hâkiminin açıklamaları
dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği
görüşüldü:
Dava, davacı hakkında 6183 sayılı Yasa'nın 37. maddesine göre düzenlenen
ve 104.079.964,06 YTL borcun 1 ay içerisinde ödenmesi ve ödenmediği takdirde 6183 sayılı Kanun
hükümlerine göre işlem yapılacağının bildirilmesine ilişkin tesis edilen
25.11.2004 gün ve 44027 sayılı ödemeye çağrı işleminin iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesi'nce; dava
dosyasında bulunan bilgi ve belgelere göre , Egebank A.Ş.nin %90 oranındaki
payına sahip Otomobilcilik ve Ticaret A.Ş.nin 04.05.1998 tarihinden önceki
ortaklarından olan davacının 04.05.1998 tarihli pay devir sözleşmesiyle ortaklık
payını alıcı Demirel grubuna devrettiği, bu sözleşmeyle ilgili olarak çıkan
uyuşmazlığın, taraflar arasında imzalanan sulh sözleşmesini tasdik eden İstanbul
5. Asliye Ticaret Mahkemesinin 01.11.2000 günlü ve E:1998/1496, K:2000/1115
sayılı kararıyla uzlaşmayla sona erdiği, devir işlemlerinin gerçekleştiği
tarihte yürürlükte olan Mülga 3182 sayılı Bankalar Kanunu'nun 5. maddesi
uyarınca hisse devrinin Hazine Müsteşarlığı'nın 03.11.1998 günlü ve 73169 sayılı
kararıyla uygun bulunduğu, satıcı Bayraktar Grubunun Egebank A.Ş. ile
ilişkisinin sona ermesinden yaklaşık 1 yıl sonra banka hakkında Mülga 3182
sayılı Bankalar Kanununun 64. maddesine göre işlem yapılmaya başlandığı,
15.04.1999 tarihinde Hazine Müsteşarlığı temsilcisinin banka yönetim kurulu
üyeliğine atandığı, pay devrinden 19 ay sonra 21.12.1999 tarihinde Egebank'ın
yönetim ve denetiminin TMSF'ye devredildiği, 4389 sayılı Bankalar Kanununa göre
kesinleştiğinden bahisle 35.000.000 USD (x 1.438.393.-TL MB Döviz alış kuru) ve
53.736.208.061.862.-TL gecikme zammı toplamından oluşan 104.079.964,06 YTL
(104.079.964.061.862.-TL) amme alacağının ödenmesinin 6183 sayılı Yasaya göre
davacıdan istenilmesine ilişkin ödemeye çağrı mektubunun iptali istemiyle
davanın açıldığı, dava konusu olayda, Bayraktar grubunun Demirel grubuna Egebank
A.Ş.'nin pay devir işlemlerinin; alıcı-satıcı taraf olarak serbest iradeleriyle
imzaladıkları sözleşmeyle yapıldığı, bu sözleşmeyle ilgili olarak çıkan
anlaşmazlığın taraflarca imzalanan sulh sözleşmesini tasdik eden İstanbul 5.
Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 01.11.2000 günlü ve E:1998/1496, K:2000/1115 sayılı
kararıyla uzlaşmayla sonuçlandığının anlaşıldığı,bu durumda; 21.12.1999 tarih ve
99/13765 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile yönetim ve denetimi Tasarruf Mevduatı
Sigorta Fonu'na devredilen Egebank A.Ş.'nin hâkim ortağı şirketin hisselerini
elinde bulunduran davacıların hisse ve pay devirlerine ilişkin taraflar arasında
04.05.1998 tarihinde yapılan sözleşmenin mer'i 3182 sayılı Bankalar Kanunu'nun
5. maddesi çerçevesinde 16.10.1998 gün ve 69461 sayılı Hazine Müsteşarlığı
işlemi ile uygun görülmesi ve hisse devrine izin (muvafakat) verilmesi ve
taraflar arasında çıkan uyuşmazlığın da taraflarca 21.07.1998 tarihinde
imzalanan Sulh sözleşmesinin İstanbul 5. Asliye Ticaret Mahkemesi'nin yukarıda
anılan kararı ile onanarak sona ermesi karşısında Egebank A.Ş.'nin olağan ticarî
bir münasebet çerçevesinde Bayraktar grubundan Demirel grubuna devredildiğinin
kabulünün hukuksal bir zorunluluk olduğu,bilindiği üzere kanunların kural olarak
Resmî Gazete'de yayımlandıkları tarihte yürürlüğe konulduğu ve yürürlüğe girdiği
tarihten sonraki olaylara uygulandığı, ancak istisna olarak kazanılmış haklara
dokunulmaması ve genel hukuk kurallarına aykırı olmaması şartıyla uygulama
tarihi konusunda yasa hükmüyle farklı yürürlük tarihi belirlenmesinin mümkün
olduğu, istisna olan bu durumda; kazanılmış haklara dokunulmaması ve Anayasa'nın
138. maddesine öngörülen yasama ve yürütme organları ve idarenin mahkeme
kararlarına uymak zorunda olduğu, hiçbir şekilde mahkeme kararını
değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesini geciktiremeyeceği kuralının
ihlâl edilemeyeceği,her ne kadar, davalı idarece 5020 sayılı Kanun'un Geçici 3.
maddesinde yer alan, iş bu Kanunla, 4389 sayılı Bankalar Kanunu'nun 15.
maddesinin (7) numaralı fıkrasının (b) bendine eklenen paragrafların bu Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihe kadar temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve
denetimi Fon'a intikal eden bankalar hakkında da uygulanacağı hükmü uyarınca
yasa hükümlerinin geriye yürütüldüğü ve banka kaynaklarını haksız fiil teşkil
eden işlemleriyle kullandırarak kamu tarafından üstlenilen zararların doğmasına
sebebiyet veren davacılar hakkında 6183 sayılı Yasa uyarınca dava konusu
işlemlerin tesis edildiği savunulmakta ise de 04.05.1998 tarihli pay devir
sözleşmesiyle ortaklık payları Bayraktar grubundan Demirel grubuna geçen Egebank
A.Ş.'nin banka kaynaklarının haksız fiil teşkil eden işlemlerle aktarılarak kamu
zararına sebebiyet verildiği iddiasının yukarıda belirtilen gerekçelerle
İstanbul 5. Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 01.11.2000 günlü kararından sonraki
işlemler için ileri sürülmesi ve sorumlularının takibi ve amme alacağının
tahsili işlemlerinin de bu tarihten itibaren yapılması hukuka uygun olacağından
Bankalar Kanunu hükmünün Ticaret Mahkemesi kararından öncesine kadar geriye
yürütülerek işlem tesisinin açıkça hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle davaya konu
ödemeye çağrı mektubunun iptaline karar verilmiş, bu karar davalı idare
vekilince temyiz edilmiştir.
4389 sayılı Kanun'un 15/7-b maddesinde; "Hisseleri kısmen veya tamamen
Fon'a intikal eden bir bankanın yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı
olarak tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortaklarının veya
yöneticilerinin, yönetim kurulu, kredi komiteleri, şubeler, diğer yetkili ve
görevliler aracılığıyla veya sair suretlerle banka kaynaklarını ve varlıklarını
doğrudan veya üçüncü kişilere rehnetmek, teminat göstermek, ekonomik gücü
olmayan kişilere kredi vermek karşılığında kredi temin etmek amacıyla kredi
kullandırmak, yurt içi veya yurt dışı banka ve malî kuruluşlar nezdinde depo
veya sair adlarla hesap açtırmak veya bu hesapları teminat göstermek ve sair
şekillerde kullanmak suretiyle veya başkaca dolanlı işlemlerle edindikleri veya
bu suretle üçüncü kişilere edindirdikleri para, mal, her türlü hak ve
alacakların temininde kullanılan banka kaynakları ve varlıkları nedeniyle doğan
alacak Fon alacağı sayılır. Bu alacaklar hakkında 6183 sayılı Amme Alacaklarının
Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uygulanır. Fon, bu para, mal, her türlü
hak ve alacaklara ihtiyatî haciz koymaya, muhafaza altına almaya ve bunlardan
değeri Fon tarafından belirlenemeyenleri 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 72.
maddesine göre kurulan takdir komisyonlarının Fon tarafından belirlenecek kurum
ve kuruluşlarca hazırlanacak raporları da dikkate alarak tespit edeceği değer
üzerinden, alacağına ve/veya bu bankaların Fon tarafından devralınan zararlarına
mahsuben devralmaya yetkilidir. Bu alacaklara zararın ve/veya alacağın doğmasına
sebebiyet veren haksız işlemin yapıldığı tarihten itibaren 6183 sayılı Amme
Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un 51. maddesinde belirtilen oranda
gecikme zammı uygulanır." hükmüne ,5020 sayılı Kanunun Geçici 3.maddesinde ise
''... 4389 sayılı Bankalar Kanununun 15.inci maddenin (7) numaralı fıkrasının
(b) bendine .eklenen paragraflar..., bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar
temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi Fona intikal eden ve/veya
bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izin ve yetkileri ilgili bakan,
Bakanlar Kurulu veya Kurul tarafından kaldırılarak tasfiyeleri Fon eliyle
yürütülen veya Fon tarafından tasfiye işlemleri başlatılan bankalar hakkında
uygulanır'' hükmüne yer
verilmiştir.
Yukarıda sözü edilen Kanun hükümlerinden de anlaşılacağı üzere hisseleri kısmen
veya tamamen Fon'a intikal eden bir bankanın yönetim ve denetimini doğrudan veya
dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortaklarının banka
yetkilileri veya görevlileri aracılığıyla veya değişik şekillerde banka
kaynaklarını veya varlıklarını dolanlı şekilde edinmeleri veya edindirmeleri
halinde, dolanlı şekilde edindirdikleri ve edindikleri para,mal, her türlü hak ve alacakların temininde
kullanılan banka kaynakları ve varlıkları nedeniyle doğan bu alacakların Fon
alacağı sayılacağının kabulü karşısında, mahkemece; ödemeye çağrı mektubunda
sözü edilen kamu alacağının , davacı tarafından Banka kaynaklarının kullanılarak
edinildiği veya edindirildiği hususu araştırılmaksızın verilen kararda hukuka
uyarlık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulü ile İstanbul 2. İdare
Mahkemesi'nin 28.12.2005 tarihli ve E:2005/986, K:2005/2660 sayılı kararının
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49.maddesi uyarınca bozulmasına,
yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine
16.10.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
BASIN
İŞLERİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onüçüncü
Daire
Esas No : 2005/920
Karar
No :
2006/4017
Özeti
: Reklam
ve kampanyanın amaç ve işlevleri ile yöneldiği hedef kitle dikkate alındığında,
yönetmelikle her çeşit alkol ve alkollü içkinin televizyon, kablolu yayın, radyo
ve kamu yayın araçları ile reklamının yapılmasının yasaklanmasının; bunlar
haricinde yapılacak reklam ve tanıtımın da ürün özelliklerinin tanıtılarak ve
tüketicinin doğru bilgilendirilerek marka seçimini kolaylaştırmaya yönelik olmak
koşuluyla sınırlandırılmasının; gençleri hedef alan ve sportif faaliyetler ile
alkol kullanımını teşvik eden reklam yapılamayacağının kurala bağlanmasının,
Anayasa'nın 58. maddesine ve yasal düzenlemelere uygun bulunduğu hakkında.
Davacılar
:
1- … Bira ve Malt Sanayi A.Ş.
2- … Bira ve Meşrubat Pazarlama A.Ş.
Vekilleri
: Av. … - Av. …
Davalı :
Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme
Kurumu
Vekili :
Av. …
İstemin Özeti : Davalı kurum
tarafından düzenlenen ve 06.06.2003 günlü, 25130 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan Alkol ve Alkollü İçkilerin İç ve Dış Ticaretine İlişkin Usul ve
Esaslar Hakkında Yönetmelik'in 19. maddesinin; 4250 sayılı Yasa'nın 19.
maddesinin 2. ve 3. fıkralarında, Anayasa'nın 58. maddesinin Devlet'e yüklediği
yükümlülük çerçevesinde gerekli tedbirlerin alındığı, alkollü içkilerin satış ve
sunumunun belli kurallara bağlandığı; reklâm yasağın mutlak olmadığı, belli
vasıtalarla yapılacak reklâmın yasaklanması ile sınırlı olduğu, anılan maddede
sayılanların dışındaki vasıtalarla yapılacak reklâmlara ilişkin herhangi bir
sınırlamanın öngörülmediği, 4207 sayılı Yasa'nın 3. maddesinde tütün ve tütün
mamulleri yönünden öngörülen yasaklayıcı hükmün, 4250 sayılı Yasa'nın 19.
maddesinde yer almamasının da bu görüşü doğruladığı, yasa koyucunun alkollü
içkilerle ilgili reklâm, tanıtım ve kampanya yasağı koyma iradesi taşıması
halinde, 4207 sayılı Yasa hükümlerine veya dava konusu Yönetmelik hükümlerine
benzer bir düzenlemeyi 4250 sayılı Yasa'da da yapmasına engel bir durum
olmadığı; dava konusu düzenlemenin iptali istenilen 19. maddesinin 1. fıkrasının
1. cümlesinde, 4250 sayılı Yasa'nın 19. maddesine paralel bir düzenleme
yapılmasına karşın, 2. cümlesinde yapılan düzenleme ile reklâm ve tanıtım
faaliyetinin imkansız hale getirildiği, Yasa'da sadece, alkollü içkilerin
reklâmının yer alamayacağı yayın araçları hakkında kısıtlama mevcut iken
Yönetmelik'te, reklâmın hangi nitelikte olamayacağına ilişkin, reklâmın işlevini
yok eden, geniş kısıtlamalar da getirildiği; buna ek olarak, Yasa'da
kampanyalarla ilgili bir sınırlamaya yer verilmediği halde kamyanya düzenleme
yasağı adı altında yeni bir yasak icat edildiği; üretilmesine yasak getirilmeyen
bir ürünü iktisadî amaçla üreten bir firmanın, ürettiği malın satışını artırıcı
faaliyetlerde bulunmasının doğal olduğu, bu faaliyetlerin "tanıtım", "reklâm" ve
"kampanya" şeklinde ortaya çıktığı, özellikle monopol ve oligopol özellikler
gösteren sektörlerde yeni üreticilerin piyasaya girişlerinde bu faaliyetlerin
önemli olduğu, reklâmın tüketici sayısının toplamda artması sonucunu doğurmasına
karşın, kampanyanın mevcut tüketicilerin, markalar arası dağılımını değiştirici
bir etki yarattığı, kampanya, düzenleyen firmanın piyasa payını diğer üreticiler
aleyhine artırması sonucunu yaratmakla birlikte, piyasaya yeni tüketici girişine
yol açıcı etkisinin sınırlı olduğu; kampanyanın reklâm gibi ele alınarak
yasaklama yoluna gidilmesinin, sektörde hakim durumda bulunan aktörün konumunu
güçlendirdiği, piyasaya yeni müteşebbislerin girmesini zorlaştırdığı, rekabet
ortamının bozulmasına yol açtığı; düzenlemenin 2. fıkrasındaki "reklâm" ve
"kampanya" için getirilen sınırlamanın gerekçesini oluşturan "Alkollü içkilerin
kullanılmasını teşvik ve özendirici ..." ibaresinin muğlak bir ibare olduğu, her
türlü reklâm ve kampanyanın, son tahlilde tüketimi artıracağından hareketle
yasağın mutlak bir şekilde uygulandığı; diğer taraftan, yüzbinlerle ifade edilen
perakendecilerin kusurları sonucu doğan zararlar nedeniyle üretici, ithalatçı,
dağıtıcı firmalara da eşdeğer sorumluluk yükleyen hükmün, cezaların şahsiliği
ilkesine aykırı olduğu, üretici ve dağıtıcılar, perakendecileri istihdam eden
konumunda olmadıklarından, kusurlu eylemleri nedeniyle objektif sorumluluk
ilkelerine göre sorumlu tutulmalarının mümkün olmadığı, idarenin sorumluluğu
üretici ve dağıtıcıların üzerine yıktığı öne sürülerek iptali istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Dava
konusu yönetmeliğin 19. maddesinin 1. fıkrasının ilk cümlesinin, 4250 sayılı
Yasa'nın 19. maddesinin içeriğinde yer aldığı, düzenlemenin devamının bir reklâm
yasağı getirmediği, alkollü içkilere ilişkin reklâmın hangi ilkelere uyularak
yapılması gerektiğini düzenlediği, yasak alanının genişletilmesinin mümkün
olmadığı, bu sınıra riayet edilmek şartıyla, reklâm serbestisi bulunan alan ve
araçlarla yapılacak alkollü içki reklâmlarının içeriğinin nasıl olması gerektiği
hususunun da 4733 sayılı Yasa'yla Kurum'a verilen bir görev ve yetki olduğu;
günlük gazetelerde, haftalık ve aylık dergilerde bilboardlarda, sinema
salonlarında, internette yapılan alkollü içki reklâmlarının halka mutluluğu,
sağlığı, kuvveti, neşeyi, cazibeyi, başarıyı popülerliği, enerjiyi açık
ifadelerle vaad ettiği ya da bilinçli olarak bu sanıyı uyandırdığı, diğer mal ve
hizmetler için sakınca yaratmayan ve reklâmın ana unsuru gibi görülen bu
özendirmenin, alkollü içki ürünleri için arzu edilmeyen bir özendirme ve teşvik
olduğu; sınırlandırmanın reklâmı ilân niteliğine dönüştürmediği; alkollü içki
reklâmının özendirmeden ve teşvik etmeden yapılmasının da mümkün ve etkili
olduğu öne sürülerek davanın reddi
gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hâkimi Muammer
TOPAL'ın Düşüncesi : Dava, 06.06.2003 tarih ve 25130 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan Alkol ve Alkollü İçkilerin İç ve Dış Ticaretine İlişkin Usul ve
Esaslar Hakkında Yönetmelik'in 19. maddesinde yer alan hükmün iptali istemiyle
açılmıştır.
Anayasa'nın 58. maddesinin 2. fıkrasında Devlet'in, gençleri alkol
düşkünlüğünden korumak için gerekli tedbirleri alacağı hüküm altına
alınmıştır.
4733 sayılı Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel
Müdürlüğü'nün Yeniden Yapılandırılması ile Tütün ve Tütün Mamullerinin
Üretimine, İç ve Dış Alım ve Satımına, 4046 sayılı Kanunda ve 233 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 1. maddesinde,
Kanun'un amacı; Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel
Müdürlüğü'nün yeniden yapılandırılması ile Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü
İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu'nun kurulması, bu Kurum'un görev ve
yetkilerinin düzenlenmesi ile tütün ve tütün mamullerinin Türkiye'de üretimi, iç
ve dış alım ve satımına ilişkin usul ve esasları düzenlemek olarak öngörülmüş;
2. maddesinde, bu Kanunla ve diğer kanunlarla verilen görevleri yerine getirmek
ve yetkileri kullanmak üzere kamu tüzel kişiliğini haiz, idari ve mali özerkliğe
sahip, Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu'nun
kurulduğu belirtilmiş; 3. maddenin (d) fıkrasında, 4207 sayılı Tütün
Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine Dair Kanunda yer alan hükümler saklı
kalmak kaydıyla, tütün ve alkol tüketiminden kaynaklanan kamusal, toplumsal ya
da tıbbî nitelikteki her türlü zararlı etkileri önleyecek düzenlemeleri yapmak,
bunlarla ilgili kararları almak; (e) fıkrasında, bu Kanun'un uygulanmasıyla
ilgili sektörel düzenlemeleri yapmak; (k) fıkrasında, 4250 sayılı İspirto ve
İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu ile Genel Müdürlüğe verilmiş olan görevleri
yürütmek Kurul'un görev ve yetkiler arasında sayılmış; Kanun'un 9. maddesinin
(B) fıkrasında, tütün ve tütün mamulleri ile alkol ve alkollü içkilerin iç ve
dış ticareti, sigara fabrikalarının kurulmasının izin ve şartlarının, üretilecek
tütün mamullerinin teknik özelliklerinin belirlenmesinin, üretim şartını
karşılamayan firma mamullerinin fiyatlandırılmasının, dağıtılmasının, satışı ve
kontrolü ile bayilikler verilmesinin, üretici tütünlerinin yazılı sözleşme esası
veya açık artırma yöntemi ile alınıp satılmasının, açık artırma başlangıç
fiyatının teknik olarak saptanmasının, Dünya'da ve Türkiye'deki gelişmeler
dikkate alınarak açık artırma başlangıç fiyatını tespitte kullanılan oranın
yüzde elliye kadar artırılmasının ve 4250 sayılı Kanun ile bu Kanun'un
uygulanmasıyla ilgili diğer usul ve esasların, Kurum tarafından çıkarılacak
yönetmeliklerle düzenleneceği hüküm altına alınmıştır.
4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu'nun 1.
maddesinde, her türlü ispirto ve ispirtolu içkilerin üretimi, iç ve dış alım ve
satımı, dağıtımı ve fiyatlandırılmasına ilişkin usul ve esasları düzenlemek
amacıyla bu Yasa'nın hazırlandığı belirtildikten sonra, kamu kurum ve
kuruluşlarına mer'i mevzuatla denetim, kontrol ve diğer hususlarda verilen
yetkiler saklı kalmak kaydıyla, yukarıdaki faaliyetlere ilişkin iş ve işlemlerin
Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel Müdürlüğü tarafından
yürütüleceği kurala bağlanmış; 19. maddesinin 1. fıkrasında, ispirto ile bira ve
şarap dahil her çeşit ispirtolu içki satmak isteyenlerin İnhisarlar İdaresinden
ruhsat almaya mecbur oldukları, 4. fıkrasında da, alkol, bira ve şarap dahil her
çeşit alkollü içkinin televizyon, kablolu yayın, radyo ve kamu yayın araçlarıyla
reklâmının yapılması, ayrıca içki satış yerleri ile tüm ticari ve kamuya açık
yerlerde, tüketilmek veya beraberinde götürülmek üzere onsekiz yaşından
küçüklere alkollü içecek satılması veya sunulmasının yasak olduğu hükme
bağlanmıştır.
Dava konusu Yönetmelik'in 1. maddesinde, yönetmeliğin amacının, alkol ve
alkollü içkilerin iç ve dış ticaretine ilişkin usul ve esasları belirlemek,
alkol tüketiminden kaynaklanan kamusal, toplumsal ve tıbbî nitelikteki her türlü
zararları önleyecek düzenlemeleri yapmak olduğu; 2. maddesinde, yönetmeliğin
alkol, alkollü içkiler ve metanolün iç ve dış ticareti, dağıtımı ve
fiyatlandırılması ile izin, izleme ve denetim usul ve esaslarını kapsadığı; 3.
maddesinde ise, yönetmeliğin 4250 ve 4733 sayılı Kanunlar ile 4703 sayılı
Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve Uygulanmasına Dair Kanun
hükümlerine dayanılarak hazırlandığı belirtilmiştir.
Düzenleyici kurumların ilgili bulundukları sektörde düzenleme, denetleme
görevi üstlendikleri, bu kuruluşların temel işlevinin, toplumsal ve ekonomik
yaşamın temel hak ve özgürlükler ile yakından ilişkili alanlarındaki kamusal ve
özel kesim etkinliklerini, bir takım kurallar koyarak düzenlemek, konulan
kurallara uyulup uyulmadığını izlemek ve denetlemek görevinin bulunduğu
tartışmasızdır. Bu bağlamda Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası
Düzenleme Kurumu, Yasa'nın gösterdiği çerçevede tütün, tütün mamulleri ve
alkollü içkiler piyasası ile ilgili düzenlemeler yapma yetkisine sahiptir.
Söz
konusu Yönetmelik'in davaya konu 19.
maddesinin 1. fıkrasının 1. cümlesinin, 4250 sayılı Yasa'nın 4. fıkrasının 1.
cümlesinin tekrarı mahiyetinde olduğu; 1. cümleden sonra gelen hükümde ise,
reklâm yapılması yasak olan araçların dışında yapılacak reklâmın içeriğinin
belirlendiği anlaşılmaktadır. Dava konusu düzenlemenin anılan hükmü ile alkollü
içki reklâmının tümüyle yasaklanması yönünde bir yol izlenmediği, piyasada
faaliyet gösteren kuruluşların toplum sağlığı açısından zararlı etkileri bulunan
alkollü içkilere yönelik bir tüketici kitlesi oluşturmak ve pazar payını
artırmak için yoğun bir şekilde reklâm ve tanıtım yöntemlerini kullanabileceği
gözönünde bulundurularak, davalı Kurum'a, 4733 sayılı Yasa ile verilen görev ve
yetki kullanılmak suretiyle, birbirinden farklı özellikler taşıyan alkollü
içkileri tanıtarak, tüketiciyi doğru bilgilendirecek ve marka seçimini
kolaylaştıracak tarzda, sınırlı reklâma izin verildiği; bu konuda gençleri hedef
alan ve içeriğinde sportif faaliyetler bulunan reklâm yapılması yasaklanmak
suretiyle de reklâmın yöneleceği hedef kitlenin seçiminde Anayasa hükmü gereği
seçici davranılması yönünde düzenleme yapıldığı; alkollü içkilere yönelik
kampanyaların, alkol tüketimini artıracağı düşüncesinden hareketle, yasaklandığı
anlaşıldığından reklâm ve tanıtımın, alkollü içki tüketicisinin
bilgilendirilmesiyle sınırlandırılmasında, gençlerin hedef kitlenin dışında
tutulmasında ve sportif faaliyetlerle alkol tüketimini teşvik eden reklâmın ve
bu ürünlere yönelik kampanyaların yasaklanmasında kanun koyucunun amacına ve
anılan Yasa hükümlerine aykırılık bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, davaya konu Yönetmelik maddesinin 2. fıkrasında yer alan
üretim, ithalat, dağıtım ve perakende satış faaliyetinde bulunan firmaların,
faaliyet sahalarına giren ürünler üzerinde eşdeğer sorumluluk taşıdıklarına
ilişkin hükmün, içeriği itibarıyla sağlığa zararlı olduğu kabul edilen alkollü
içkilerin, imalatı, taşınması, depolanması, perakende satışı sırasında üründe
meydana gelebilecek hasarlar nedeniyle, tüketici haklarının korunması amacıyla
yapılmış, ürün odaklı bir düzenleme olduğu, üretimden başlayıp, ürünün
tüketiciye teslimiyle sona eren süreçte herhangi bir nedenle üründe meydana
gelebilecek bir kusur veya zarar nedeniyle, tüketicinin mağdur olmasını önleme
amacını taşıdığı, düzenlemenin dağıtıcı veya perakende satıcının kusuru
nedeniyle salt üreticiyi cezalandırmak amacını taşımadığı anlaşılmaktadır.
Anılan yasal düzenleme uyarınca ürettiği alkollü içkinin güvenilir olmasından
sorumlu üreticinin, bu sorumluluğu, ürünün tüketiciye teslimine kadar devam
ettiğinden ve davalı Kurum da her aşamada ürünün güvenilir olup olmadığının
denetlenmesinden sorumlu olduğundan, dava konusu düzenlemenin anılan kısmında
hukuka aykırılık görülmemiştir.
Öte yandan söz konusu 19. maddenin 3. fıkrasında yer alan hükmün, 4733
sayılı Yasa'nın 3/d maddesinin tekrarı niteliğinde olduğu anlaşıldığından,
davaya konu düzenlemenin bu kısmında da hukuka aykırılık görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle davanın reddi gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Emin Celâlettin
ÖZKAN'ın Düşüncesi : Dava; 6.6.2003 tarih ve 25130 sayılı Resmi Gazetede
yayımlanan, Alkol ve Alkollü İçkilerin İç ve Dış Ticaretine İlişkin Usul ve
Esaslar Hakkında Yönetmeliğin 19. maddesinin iptali istemiyle
açılmıştır.
Tütün,Tütün Mamülleri,Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel Müdürlüğünün yeniden
yapılandırılması ile Tütün,Tütün Mamülleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme
Kurumunun kurulmasına,bu kurumun görev ve yetkilerinin düzenlenmesine ve tütün
mamüllerinin Türkiye'de üretimine,iç ve dış alım satımına iişkin usul ve
esasları düzenlemek amacıyla yürürlüğe konulan 4733 sayılı Kanunun 2.maddesiyle;
bu Kanunla ve diğer kanunlarla verilen görevleri yerine getirmek ve yetkileri
kullanmak üzere kamu tüzel kişiliğine haiz, idari ve mali özerkliğe sahip,
Tütün, Tütün Mamülleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurulu kurulmuş, 3.
maddesinde, Bu kanun gereğince Kurum tarafından yürütülecek görevler ile ilgili
düzenlemeleri yapmak, satış ve uygunluk belgesi başına alınacak tutarların
tespiti ile tescil, izin ve ruhsat harçlarının kurum tarafından tahsiline
ilişkin işlemleri yürütmek, tütün ve alkol tüketiminden kaynaklanan kamusal,
toplumsal ya da tıbbı nitelikteki her türlü zararlı etkileri önleyecek
düzenlemeleri yapmak, bunlarla ilgili kararları almak, bu kanunun uygulanmasıyla
ilgili sektörel düzenlemeleri yapmak, 4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler
İnhisarı Kanunu ve diğer kanunlar ile Genel Müdürlüğe verilmiş olan görevleri
yapmak Kurul'un görev ve yetkileri arasında sayılmıştır.
Bu haliyle, adıgeçen Kurum, Yasa'nın gösterdiği çerçevede tütün, tütün
malülleri ve alkollü içkiler piyasası ile ilgili düzenlemeler yapma yetkisine
sahiptir.
4733 sayılı Yasa'nın 9/B maddesinde, tütün ve tütün mamülleri ile alkol
ve alkollü içkilerin iç ve dış ticareti .... bayilikler verilmesi..... 4250
sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu ile bu Kanunun
uygulanmasıyla ilgili diğer usul ve esasların kurum tarafından çıkarılacak
yönetmeliklerle düzenleneceği hükme bağlanmıştır.
4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu'nun 4619 sayılı
Kanunla değişik 1. maddesinde, her türlü ispirto ve ispirtolu içkilerin üretimi,
iç ve dış alım ve satımı, dağıtımı ve fiyatlandırılmasına ilişkin usul ve
esasları düzenlemek Kanunun amacı olarak belirtilmiştir.
Dava konusu yönetmelik de, yasaların verdiği açık yetki çerçevesinde
alkol ve alkollü içkilerin iç ve dış ticaretine ilişkin usul ve esasları
belirlemek, alkol tüketiminden kaynaklanan kamusal, toplumsal ve tıbbi
nitelikteki hertürlü zararları önleyecek düzenlemeleri yapmak amacıyla 4733,
4250 ve 4703 sayılı kanunlara
dayanılarak hazırlanmıştır.
4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu'nun 4619 sayılı
Kanunla değişik 19 ncu maddesinin 4.fıkrası "Alkol, bira ve şarap dahil her
türlü içkinin, televizyon, kablolu yayın, radyo ve kamu yayın araçlarıyla
reklamının yapılması yasaktır." hükmünü taşımaktadır.
T.C. Anayasasının 58.maddesinde devletin gençleri alkol düşkünlüğünden
korumak için gerekli tedbirleri alacağı hükme
bağlanmıştır.
Yönetmeliğin 19.maddesinde yer alan, her çeşit alkol ve alkollü içkinin
televizyon, kablolu yayın, radyo ve kamu yayın araçları ile reklamının
yapılmasının yasak olduğu, bunlar
haricinde yapılacak reklam ve tanıtımın, alkollü içki tüketiminden
kaynaklanan kamusal, toplumsal ve tıbbi herhangi bir zararlı etki oluşturmayacak
içerikte, ürünün özelliklerini tanıtarak ve tüketiciyi doğru bilgilendirerek
marka seçimini kolaylaştırmaya yönelik olması gerektiği, alkollü içkilerin
kullanılmasını teşvik ve özendirici kampanyalar düzenlenemiyeceği, gençleri
hedef alan ve sportif faaliyetler ile alkol kullanımını teşvik eden reklam
yapılamıyacağı, üretim, ithalat, dağıtım ve perakende satış faaliyetinde bulunan
firmaların, faaliyet sahalarına giren ürünler üzerinde eşdeğer sorumluluk
taşıyacağı Kurumun alkollü içki tüketiminden kaynaklanan kamusal, toplumsal ve
tıbbi nitelikteki her türlü zararlı
etkileri önleyecek düzenlemeleri yaparak
bunların uygulanmasına yönelik kararları alacağı yolunda getirilen
düzenlemede, Anayasanın 58.maddesine ve yasalarda öngörülen bireyleri ve
özelliklede gençleri alkolün zararlı etkilerinden koruma amacına aykırılık
bulunmamaktadır.
Bu durumda, insan ve toplum sağlığı açısından önemli bir yere sahip
bulunan alkollü içki piyasasının düzenlenmesinden ve denetiminden sorumlu olan
idarece getirilen düzenlemede kamu yararı ve hizmet gereklerine aykırılık
görülmemiştir.
Belirtilen nedenle, yasal dayanaktan yoksun bulunan davanın reddine karar
verilmesi gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Karar
veren Danıştay Onüçüncü Dairesi'nce Tetkik Hâkimi'nin açıklamaları dinlendikten
ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü;
Dava, 06.06.2003 tarih ve 25130 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Alkol
ve Alkollü İçkilerin İç ve Dış Ticaretine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında
Yönetmelik'in 19. maddesinde yer alan "Her çeşit alkol ve alkollü içkinin
televizyon, kablolu yayın, radyo ve kamu yayın araçları ile reklâmının yapılması
yasaktır. Bunlar haricinde yapılacak reklâm ve tanıtımın, alkollü içki
tüketiminden kaynaklanan kamusal, toplumsal ve tıbbî herhangi bir zararlı etki
oluşturmayacak içerikte, ürünün özelliklerini tanıtarak ve tüketiciyi doğru
bilgilendirerek marka seçimini kolaylaştırmaya yönelik olması gerekir. Alkollü
içkilerin kullanılmasını teşvik ve özendirici kampanyalar düzenlenemez, gençleri
hedef alan ve sportif faaliyetler ile alkol kullanımını teşvik eden reklâm
yapılamaz. Üretim, ithalat, dağıtım ve perakende satış faaliyetinde bulunan
firmalar, faaliyet sahalarına giren ürünler üzerinde eşdeğer sorumluluk
taşırlar. Kurum, alkollü içki tüketiminden kaynaklanan kamusal, toplumsal ve
tıbbî nitelikteki her türlü zararlı etkileri önleyecek düzenlemeleri yaparak
bunların uygulanmasına yönelik kararları alır." hükmünün iptali istemiyle
açılmıştır.
Anayasa'nın 58. maddesinin ikinci fıkrasında Devlet'in, gençleri alkol
düşkünlüğünden korumak için gerekli tedbirleri alacağı hüküm altına
alınmıştır.
4733 sayılı Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel
Müdürlüğü'nün Yeniden Yapılandırılması ile Tütün ve Tütün Mamullerinin
Üretimine, İç ve Dış Alım ve Satımına, 4046 sayılı Kanunda ve 233 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 2. maddesinde, bu
Kanunla ve diğer kanunlarla verilen görevleri yerine getirmek ve yetkileri
kullanmak üzere kamu tüzel kişiliğini haiz, idari ve mali özerkliğe sahip,
Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu'nun
kurulduğu belirtilmiş; 3. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinde, 4207
sayılı Tütün Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine Dair Kanun'da yer alan
hükümler saklı kalmak kaydıyla, tütün ve alkol tüketiminden kaynaklanan kamusal,
toplumsal ya da tıbbî nitelikteki her türlü zararlı etkileri önleyecek
düzenlemeleri yapmak, bunlarla ilgili kararları almak; (e) bendinde, bu Kanun'un
uygulanmasıyla ilgili sektörel düzenlemeleri yapmak; (k) bendinde, 4250 sayılı
İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu ile Genel Müdürlüğe verilmiş olan
görevleri yürütmek Kurul'un görev ve yetkiler arasında sayılmış; Kanun'un 9.
maddesinin (B) fıkrasında, 4250 sayılı Kanun ile bu Kanun'un uygulanmasıyla
ilgili diğer usul ve esasların, Kurum tarafından çıkarılacak yönetmeliklerle
düzenleneceği hüküm altına alınmıştır.
4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu'nun 19.
maddesinin 4. fıkrasında, alkol, bira ve şarap dahil her çeşit alkollü içkinin
televizyon, kablolu yayın, radyo ve kamu yayın araçlarıyla reklâmının yapılması,
ayrıca içki satış yerleri ile tüm ticari ve kamuya açık yerlerde, tüketilmek
veya beraberinde götürülmek üzere onsekiz yaşından küçüklere alkollü içecek
satılması veya sunulmasının yasak olduğu hükme
bağlanmıştır.
4703 sayılı Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve
Uygulanmasına Dair Kanun'un 3. maddesinde, güvenli ürünün, kullanım süresi
içinde, normal kullanım koşullarında risk taşımayan veya kabul edilebilir
ölçülerde risk taşıyan ve temel gerekler bakımından azamî ölçüde koruma sağlayan
ürünü; 5. maddesinde, piyasaya arz edilecek yeni ürünlerin ilgili teknik
düzenlemeye uygun olması gerektiği, üreticinin piyasaya sadece güvenli ürünleri
arz etmesinin zorunlu olduğu, teknik düzenlemelere uygun ürünlerin güvenli
olduğunun kabul edileceği, üreticinin, güvenli olmadığı saptanan ürünün kendisi
tarafından piyasaya arz edilmediğini veya ürünün güvenli olmaması halinin ilgili
teknik düzenlemeye uygunluktan kaynaklandığını ispatladığı takdirde
sorumluluktan kurtulacağı, dağıtıcının faaliyetleri çerçevesinde, ürünlerin
taşıdığı riskler ve bu risklerden korunmak için alınması gereken önlemler
hakkında ilgililere bilgi vermesi gerektiği, üreticinin tespit edilemediği
durumlarda, yetkili kuruluşça belirlenecek süre içinde üreticinin veya malı
tedarik ettiği kişinin kimliğini bildirmeyen dağıtıcının, üretici olarak kabul
edilmesi gerektiği hükümlerine yer verilmiştir.
Düzenleyici kurumların ilgili bulundukları sektörde düzenleme, denetleme
görevi üstlendikleri, bu kuruluşların temel işlevinin, toplumsal ve ekonomik
yaşamın temel hak ve özgürlükler ile yakından ilişkili alanlarındaki kamusal ve
özel kesim etkinliklerini, bir takım kurallar koyarak düzenlemek, konulan
kurallara uyulup uyulmadığını izlemek ve denetlemek olduğu, Tütün, Tütün
Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu'nun da, Yasa'nın
gösterdiği çerçevede tütün, tütün mamulleri ve alkollü içkiler piyasası ile
ilgili düzenlemeler yapma yetkisine sahip bulunduğu tartışmasızdır.
Söz
konusu Yönetmelik'in davaya konu 19.
maddesinin 1. fıkrasının 1. cümlesinin, 4250 sayılı Yasa'nın 4. fıkrasının 1.
cümlesinin tekrarı mahiyetinde olduğu; 1. cümleden sonra gelen hükümde ise,
reklâm yapılması yasak olan araçların dışında yapılacak reklâmın içeriğinin
belirlendiği anlaşılmaktadır. Dava konusu düzenlemenin anılan hükmü ile alkollü
içki reklâmının tümüyle yasaklanması yönünde bir yol izlenmediği, piyasada
faaliyet gösteren kuruluşların toplum sağlığı açısından zararlı etkileri bulunan
alkollü içkilere yönelik bir tüketici kitlesi oluşturmak ve pazar payını
artırmak için yoğun bir şekilde reklâm ve tanıtım yöntemlerini kullanabileceği
gözönünde bulundurularak, davalı Kurum'a, 4733 sayılı Yasa ile verilen görev ve
yetki kullanılmak suretiyle, birbirinden farklı özellikler taşıyan alkollü
içkileri tanıtarak, tüketiciyi doğru bilgilendirecek ve marka seçimini
kolaylaştıracak tarzda, sınırlı reklâma izin verildiği; bu konuda gençleri hedef
alan ve içeriğinde sportif faaliyetler bulunan reklâm yapılması yasaklanmak
suretiyle de reklâmın yöneleceği hedef kitlenin seçiminde Anayasa hükmü gereği
seçici davranılması yönünde düzenleme yapıldığı; alkollü içkilere yönelik
kampanyaların, alkol tüketimini artıracağı düşüncesinden hareketle, yasaklandığı
belirlenmektedir.
Reklâmın ve kampanyanın amaç ve işlevleri ile yöneldiği hedef kitle
dikkate alındığında, " ... alkol ve alkollü içkinin televizyon, kablolu yayın,
radyo ve kamu yayın araçları ile reklâmının ..." yasaklanması ile korunmak
istenilen değerin, Yasa'da açıkça sayılanlar dışındaki yayın araçları ile
yapılacak reklâmlardan ve bu ürünlere yönelik kampanyalardan da olumsuz şekilde
etkileneceği, zedeleneceği, zarar göreceği açık olduğundan, reklâm ve tanıtımın,
alkollü içki tüketicisinin bilgilendirilmesiyle sınırlandırılmasında, gençlerin
hedef kitlenin dışında tutulmasında ve sportif faaliyetlerle alkol tüketimini
teşvik eden reklâmın ve bu ürünlere yönelik kampanyaların yasaklanmasında kanun
koyucunun amacına ve anılan Yasa hükümlerine aykırılık bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, dava konusu Yönetmelik maddesinin 4. cümlesinde yer alan
üretim, ithalat, dağıtım ve perakende satış faaliyetinde bulunan firmaların,
faaliyet sahalarına giren ürünler üzerinde eşdeğer sorumluluk taşıdıklarına
ilişkin hükmün, içeriği itibarıyla sağlığa zararlı olduğu kabul edilen alkollü
içkilerin, imalatı, taşınması, depolanması, perakende satışı ve benzeri durumlar
sırasında üründe meydana gelebilecek hasarlar nedeniyle, tüketici haklarının
korunmasına yönelik, ürün odaklı bir düzenleme olduğu, üretimden başlayıp,
ürünün tüketiciye teslimiyle sona eren süreçte herhangi bir nedenle üründe
meydana gelebilecek bir kusur veya zarar nedeniyle, tüketicinin mağdur olmasını
önleme amacını taşıdığı, düzenlemenin 4703 sayılı Yasa'da belirlenen sorumluluk
dışında dağıtıcı veya perakende satıcının kusuru nedeniyle salt üreticiyi
cezalandırmak amacıyla yapılmadığı anlaşılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu yönetmelik hükmünde hukuka aykırılık
bulunmadığından yasal dayanaktan yoksun davanın reddine, yargılama giderlerinin
davacı üzerinde bırakılmasına, kararın verildiği tarihte yürürlükte olan
Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 400,00.-YTL avukatlık ücretinin
davacılardan alınarak davalı idareye verilmesine, artan posta ücretinin istemi
halinde davacıya iadesine, 17.10.2006 tarihinde oybirliğiyle karar
verildi.
ELEKTRİK
İŞLERİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onüçüncü
Daire
Esas No : 2005/10033
Karar
No :
2006/4032
Özeti
: 4628
sayılı Elektrik Piyasası Kanunu'nda üretim lisansı alınması konusunda mevcut
tesisler ile yeni kurulacak üretim tesisleri arasında herhangi bir ayrıma yer
verilmediği, Elektrik Piyasasında Üretim Faaliyetinde Bulunmak Üzere Su Kullanım
Hakkı Anlaşması İmzalanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin
Geçici 4. maddesi gereği, yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihten önce 3096
sayılı Kanun kapsamında yap-işlet-devret ve otoprodüktör modeline göre yapılmış
başvuruların, yeni bir başvuruya gerek bulunmamakla birlikte yönetmelikte yer
alan şartların yerine getirilmesi halinde işleme konulacağı, bu başvurulara da
yönetmelikte belirlenen esasların uygulanacağı, düzenlemeyle sözleşmesi
imzalanmış projelere hak tanındığı; buna göre Karakuz Barajı ve HES projesiyle
ilgili su kullanım hakkı anlaşması
başvurusu bulunan davacı şirket dışında, su kullanım hakkı imzalanmak üzere
başka firma isimlerinin de Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu'na bildirilmesine
ilişkin Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı,
işlemin iptaline karar veren mahkeme kararının bozulması
hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan : Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü -
ANKARA
Vekilleri
: Av. …, Av. …
Karşı Taraf
:… … Müş. Taah. Tic. A.Ş.
Vekili
: Av.
…
Davalı İdare Yanında Müdahil
: … Elek. Sant. Tes. İşl. Tic. A.Ş.
Vekilleri
: Av. …, Av…, Av. …
İstemin Özeti : Ankara 6. İdare
Mahkemesi'nin 24.11.2005 tarihli ve E:2005/468, K:2005/1708 sayılı kararının;
4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu yürürlüğe girdikten sonra 3096 sayılı
Kanuna istinaden yapılan başvurular uyarınca geliştirilmesine izin verilen ve
inceleme ve değerlendirmeye alınan ancak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nca
proje için sözleşme yapılmayan projeler için herhangi bir kazanılmış hak
tanınmadığı ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Temyiz
isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hâkimi Aytaç
KURT'un Düşüncesi : Temyize konu mahkeme kararının bozulması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Ünal DEMİRCİ'nin
Düşüncesi : 3096 sayılı Kanuna dayanılarak çıkartılan ve 23.02.1987 tarih ve
19381 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe konulan Türkiye Elektrik
Üretim İletim Anonim Şirketi ve Türkiye Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi
Dışındaki Kuruluşlara Elektrik Enerjisi Üretimi, İletimi, Dağıtım ve Ticareti
Konusunda Görev Verilmesi Esasları Hakkında Yönetmeliğin 3. maddesinde görev
sözleşmesi; Bakanlar Kurulunca onaylanan görev bölgesinde elektrik enerjisi
üretimi, iletimi, dağıtımı ve ticareti görevlerinin tamamının veya bölgedeki
tesislerin özelliğine göre bazılarının yapılması hususunda görevli şirket ile
bakanlık (Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı) arasında düzenlenen sözleşme
olarak tanımlanmıştır.
03.03.2001 tarih ve 24335 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe
konulan 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanununun 1. maddesinde mevcut
sözleşmelerin; bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 04.12.1984 tarihli ve
3096 sayılı Kanun, 08.06.1994 tarihli ve 3996 sayılı Kanun, 16.07.1997 tarihli
ve 4283 sayılı Kanun, 21.01.2000 tarihli ve 4501 sayılı Kanun hükümleri ve
ilgili yönetmeliklere göre imzalanan sözleşmeleri, imtiyaz sözleşmelerini ve
uygulama sözleşmelerini ifade ettiği belirtilmiş, 3. maddesinin birinci
fıkrasının (c) bendinin (1) numaralı alt bendinin birinci paragrafında da,
mevcut ve kurulacak olan üretim tesisleri için üretim şirketlerinin elektrik
enerjisi üretimi ve üretilen elektriğin satışına yönelik olarak, her bir üretim
tesisi için Kurumdan almak zorunda oldukları üretim lisansının, alınma usul ve
esaslarının yönetmelikle belirleneceği öngörülmüştür.
Görüldüğü üzere 4628 sayılı Kanunda üretim lisansı alınması konusunda
mevcut tesisler ile yeni kurulacak üretim tesisleri arasında herhangi bir ayrıma
yer verilmemiştir.
26.06.2003 tarih ve 25150 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe
giren Elektrik Piyasasında Üretim Faaliyetinde Bulunmak Üzere Su Kullanım Hakkı
Anlaşması İmzalanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin geçici 4.
maddesinde: "Bu Yönetmeliğin 5 inci maddesi gereğince yayımlanan projelere;
04/12/1984 tarihli ve 3096 sayılı Elektrik Kurumu Dışındaki Kuruluşların
Elektrik Üretimi, İletimi, Dağıtımı ve Ticareti ile Görevlendirilmesi Hakkında
Kanun kapsamında yap işlet devret ve otoprodüktör modelinde daha önce Bakanlığa
fizibilite raporu teslim edilerek başvuruda bulunulanlardan bu Yönetmeliğin
yayımı tarihinden önce Su Kullanım Hakkı Anlaşmasını imzalamak için DSİ'ye
yapılan müracaatlar ile 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu hükümleri
çerçevesinde üretim, otoprodüktör ve otoprodüktör grubu lisansı almak üzere
gereken Su Kullanım Hakkı Anlaşmasını imzalamak için DSİ'ye yapılan müracaatlar,
bu Yönetmelikteki müracaat esaslarına uygun olması ve Yönetmelik hükümleri
çerçevesindeki yükümlülüklerin yerine getirilmesi halinde işleme konulur."
hükmüne yer verilmiştir.
Buna göre, anılan Yönetmeliğin geçici 4. maddesi ile ilân edilecek
projelere, bu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihten önce 3096 sayılı Kanun
kapsamında yap işlet devret ve otoprodüktör modeline göre yapılmış başvuruların,
Yönetmelikte yer alan şartların yerine getirilmesi halinde işleme konulacağı ve
yeni bir başvuruya gerek bulunmadığı, bu başvurulara da Yönetmelikte belirlenen
esasların uygulanacağı sonucuna varılmaktadır.
Dosyanın incelenmesinden, Adana-Seyhan Havzası Master Plan Raporunda
"Korkun Projesi" olarak belirlenen ve 1997 yılında hazırlanan Karakuz Barajı HES
projesine ilişkin tesisi işletmek üzere yapılan başvuruların Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanlığı tarafından değerlendirmeye alındığı, söz konusu
başvurulardan davacı şirketin başvurusu kabul edilerek sözleşme görüşmelerine
başlanıldığı, Bakanlıkça yapılan ön değerlendirme sonucunda görülen
eksikliklerin giderilmesine yönelik revize fizibilite raporunun hazırlanması
aşamasında 4628 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği, davacı şirket tarafından
lisans verilmesi istemiyle Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'na başvurulduğu,
anılan Kurumca Yönetmelikte öngörülen su kullanım hakkı anlaşması veya
anlaşmanın imzalanacağına dair taahhüdün sunulması halinde talebin
değerlendirileceğinin bildirilmesi üzerine davalı idareye su kullanım hakkı
anlaşmasının imzalanması için müracaatta bulunduğu, davalı idarece, Elektrik
Piyasasında Üretim Faaliyetinde Bulunmak Üzere Su Kullanım Hakkı Anlaşması
İmzalanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik hükümleri uyarınca
gerekli görülen fizibilite raporunun 2.6.2004 tarihinde sunulmasının
istenildiği, davacı şirketçe sunulan fizibilite raporunun incelenmesi sonucunda
bir kısım eksikliklerin giderilmesi suretiyle Enerji Piyasası Düzenleme
Kurumu'na lisans başvurusunda bulunulması gerektiğinin 01.10.2004 tarihinde
bildirildiği, davacı şirket tarafından Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'na
yapılan lisans başvurusundan sonra, aynı proje için … firmasıyla da su kullanım
hakkı anlaşması imzalanacağının ve lisans başvurusunda bulunulabileceğinin
Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'na bildirildiğinin öğrenilmesi üzerine,
06.01.2005 tarihinde itirazda bulunulduğu, davalı idarece, söz konusu projenin
diğer başvurulara da açık olduğu belirtilerek 26.01.2005 tarihli işlemle
başvurunun reddi üzerine bakılan davanın açıldığı, idare mahkemesince, enerji
üretim lisansı almak için Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'na yaptığı başvuru
şartları arasında yer alan su kullanım hakkı anlaşması imzalanması amacıyla
davalı idareye başvuran davacı şirketin, bu başvurusunun kabulü üzerine su
kullanım hakkı anlaşması imzalanma taahhüdünü içeren yazının Enerji Piyasası
Düzenleme Kurumu'na bildirilmesinden sonra aynı hakkın bir başka firmaya da
tanınarak bu firmanın da Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'na bildirilmesine
ilişkin işlemde hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle dava konusu işlemin
iptaline karar verildiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda, Yönetmeliğin geçici 4. maddesi uyarınca Bakanlıkla daha önce
3096 sayılı Kanun kapsamında sözleşmesi imzalanmış projelere hak verilmekte
olması ve Bakanlık ile davacı şirket arasında imzalanmış mevcut bir sözleşmenin
bulunmaması karşısında, DSİ Genel Müdürlüğü tarafından tesis edilen işlemde
hukuka aykırılık görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulüyle idare mahkemesi kararının
bozulmasına karar verilmesinin uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi'nce Tetkik Hâkiminin açıklamaları
dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği
görüşüldü:
Davacı şirket tarafından Karakuz Barajı ve HES projesiyle ilgili su
kullanım hakkı anlaşması imzalanmak üzere başka firma isimlerinin Enerji
Piyasası düzenleme Kurulu'na bildirilmesine ilişkin işlem ile bu işlemin geri
alınması istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali ve kendi
şirketleriyle su kullanım hakkı anlaşması imzalanmasına karar verilmesi
istemiyle dava açılmış, İdare Mahkemesi'nce; Adana-Seyhan Havzası Master Plan
Raporunda "Korkun Projesi" olarak belirlenen ve 1997 yılında hazırlanan Karakuz
Barajı HES projesine ilişkin tesisi işletmek üzere yapılan başvuruların Enerji
ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından değerlendirmeye alındığı, söz konusu
başvurulardan davacı şirketin başvurusunun kabul edilerek sözleşme görüşmelerine
başlanıldığı, Bakanlıkça yapılan ön değerlendirme sonucunda görülen
eksikliklerin giderilmesine yönelik revize fizibilite raporunun hazırlanması
aşamasında 4628 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği, davacı şirket tarafından
lisans verilmesi istemiyle Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'na başvurulduğu,
anılan Kurumca Yönetmelikte öngörülen su kullanım hakkı anlaşması veya
anlaşmanın imzalanacağına dair taahhüdün sunulması halinde talebin
değerlendirileceğinin bildirilmesi üzerine davalı idareye su kullanım hakkı
anlaşmasının imzalanması için müracaatta bulunduğu, davalı idarece, Elektrik
Piyasasında Üretim Faaliyetinde Bulunmak Üzere Su Kullanım Hakkı Anlaşması
İmzalanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik hükümleri uyarınca
gerekli görülen fizibilite raporunun 2.6.2004 tarihinde sunulmasının
istenildiği, davacı şirketçe sunulan fizibilite raporunun incelenmesi sonucunda
bir kısım eksikliklerin giderilmesi suretiyle Enerji Piyasası Düzenleme
Kurumu'na lisans başvurusunda bulunulması gerektiğinin 01.10.2004 tarihinde
bildirildiği, davacı şirket tarafından Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'na
yapılan lisans başvurusundan sonra, aynı proje için … firmasıyla da su kullanım
hakkı anlaşması imzalanacağının ve lisans başvurusunda bulunulabileceğinin
Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'na bildirildiğinin öğrenilmesi üzerine,
06.01.2005 tarihinde itirazda bulunulduğu, davalı idarece, söz konusu projenin
diğer başvurulara da açık olduğu belirtilerek 26.01.2005 tarihli işlemle
başvurunun reddi üzerine bakılan davanın açıldığı, enerji üretim lisansı almak
için Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'na yaptığı başvuru şartları arasında yer
alan su kullanım hakkı anlaşması imzalanması amacıyla davalı idareye başvuran
davacı şirketin, bu başvurusunun kabulü üzerine su kullanım hakkı anlaşması
imzalanma taahhüdünü içeren yazının Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'na
bildirilmesinden sonra aynı hakkın bir başka firmaya da tanınarak bu firmanın da
Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'na bildirilmesine ilişkin işlemde hukuka
uyarlık görülmediği gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiş, bu
karar davalı idare tarafından temyiz edilmiştir.
3096 sayılı Kanuna dayanılarak çıkartılan ve 23.02.1987 tarih ve 19381
sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe konulan Türkiye Elektrik Üretim
İletim Anonim Şirketi ve Türkiye Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi Dışındaki
Kuruluşlara Elektrik Enerjisi Üretimi, İletimi, Dağıtım ve Ticareti Konusunda
Görev Verilmesi Esasları Hakkında Yönetmeliğin 3. maddesinde görev sözleşmesi;
Bakanlar Kurulunca onaylanan görev bölgesinde elektrik enerjisi üretimi,
iletimi, dağıtımı ve ticareti görevlerinin tamamının veya bölgedeki tesislerin
özelliğine göre bazılarının yapılması hususunda görevli şirket ile bakanlık
(Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı) arasında düzenlenen sözleşme olarak
tanımlanmıştır.
03.03.2001 tarih ve 24335 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe
konulan 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanununun 1. maddesinde mevcut
sözleşmelerin; bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 04.12.1984 tarihli ve
3096 sayılı Kanun, 08.06.1994 tarihli ve 3996 sayılı Kanun, 16.07.1997 tarihli
ve 4283 sayılı Kanun, 21.01.2000 tarihli ve 4501 sayılı Kanun hükümleri ve
ilgili yönetmeliklere göre imzalanan sözleşmeleri, imtiyaz sözleşmelerini ve
uygulama sözleşmelerini ifade ettiği belirtilmiş, 3. maddesinin birinci
fıkrasının (c) bendinin (1) numaralı alt bendinin birinci paragrafında da,
mevcut ve kurulacak olan üretim tesisleri için üretim şirketlerinin elektrik
enerjisi üretimi ve üretilen elektriğin satışına yönelik olarak, her bir üretim
tesisi için Kurumdan almak zorunda oldukları üretim lisansının, alınma usul ve
esaslarının yönetmelikle belirleneceği öngörülmüş, üretim lisansı alınması
konusunda mevcut tesisler ile yeni kurulacak üretim tesisleri arasında herhangi
bir ayrıma yer verilmemiştir.
26.06.2003 tarih ve 25150 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe
giren Elektrik Piyasasında Üretim Faaliyetinde Bulunmak Üzere Su Kullanım Hakkı
Anlaşması İmzalanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin geçici 4.
maddesinde: "Bu Yönetmeliğin 5 inci maddesi gereğince yayımlanan projelere;
04/12/1984 tarihli ve 3096 sayılı Elektrik Kurumu Dışındaki Kuruluşların
Elektrik Üretimi, İletimi, Dağıtımı ve Ticareti ile Görevlendirilmesi Hakkında
Kanun kapsamında yap işlet devret ve otoprodüktör modelinde daha önce Bakanlığa
fizibilite raporu teslim edilerek başvuruda bulunulanlardan bu Yönetmeliğin
yayımı tarihinden önce Su Kullanım Hakkı Anlaşmasını imzalamak için DSİ'ye
yapılan müracaatlar ile 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu hükümleri
çerçevesinde üretim, otoprodüktör ve otoprodüktör grubu lisansı almak üzere
gereken Su Kullanım Hakkı Anlaşmasını imzalamak için DSİ'ye yapılan müracaatlar,
bu Yönetmelikteki müracaat esaslarına uygun olması ve Yönetmelik hükümleri
çerçevesindeki yükümlülüklerin yerine getirilmesi halinde işleme konulur."
hükmüne yer verilmiştir.
Buna göre, anılan Yönetmeliğin Geçici 4. maddesi ile ilân edilecek
projelere, bu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihten önce 3096 sayılı Kanun
kapsamında yap - işlet - devret ve otoprodüktör modeline göre yapılmış
başvuruların, Yönetmelikte yer alan şartların yerine getirilmesi halinde işleme
konulacağı ve yeni bir başvuruya gerek bulunmadığı, bu başvurulara da
Yönetmelikte belirlenen esasların uygulanacağı öngörüldüğünden, başka bir
deyişle Yönetmelik uyarınca dana önce 3096 sayılı Kanun kapsamında sözleşmesi
imzalanmış projelere hak tanınması, mevcut sözleşmesi bulunmayanların
başvurularının yeni kurallara göre değerlendirilebilecek olması karşısında dava
konusu işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığından dava konusu işlemin iptali
yolunda verilen temyize konu kararda hukukî isabet
görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulü ile, dava konusu işlemin
yukarıda özetlenen gerekçeyle iptali yolundaki temyize konu Ankara 6. İdare
Mahkemesi'nin 24.11.2005 tarihli ve E:2005/468, K:2005/1708 sayılı kararının
bozulmasına, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere adı geçen Mahkemeye
gönderilmesine, 18.10.2006 tarihinde oyçokluğuyla karar
verildi.
K
A R Ş I O
Y
Ankara 6. İdare Mahkemesinin 24.11.2005 günlü E:2005/468, K:2005/1708
sayılı kararının usul ve hukuka uygun bulunduğu ve davalı idarenin temyiz
dilekçesinde öne sürülen hususların, bu kararın bozulmasını gerektirecek
nitelikte olmadığı anlaşılmaktadır.
Diğer taraftan 26.06.2003 günlü, 25150 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanarak yürürlüğe giren Elektrik Piyasasında Üretim Faaliyetinde Bulunmak
Üzere Su Kullanım Hakkı Anlaşması İmzalanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında
Yönetmeliğin geçici 4. maddesinde; "bu yönetmeliğin 5'inci maddesi gereğince
yayımlanan projelere; 04.12.1984 tarihli ve 3096 sayılı Türkiye Elektrik Kurumu
Dışındaki Kuruluşların Elektrik Üretimi, İletimi, Dağıtım ve Ticareti ile
Görevlendirilmesi Hakkında Kanun kapsamında Yap-İşlet-Devret ve otoprodüktör
modelinde daha önce Bakanlığın fizibilite raporu tanzim edilerek başvuruda
bulunanlardan bu yönetmeliğin yayım tarihinden önce Su Kullanım Hakkı
Anlaşmasının imzalamak için DSİ'ye yapılan müracaatlar ile 4621 sayılı Elektrik
Piyasası Kanunu hükümleri çerçevesinde üretim, otoprodüktör ve otoprodüktör
grubu lisansı almak üzere gereken Su Kullanım Anlaşması imzalamak için DSİ'ye
yapılan müracaatlar, bu yönetmelikteki müracaat esaslarına uygun olması ve
Yönetmelik hükümleri çerçevesindeki yükümlülüklerin yerine getirilmesi halinde
işleme konulur." hükmünü taşımakta olup; durumu bu maddeye uygun olan davacı
şirketin müracaatının işleme konulması ve sonradan yapılan diğer başvuru veya
başvuruların işleme konulmaması gerekirken, aynı hakkın, Geçici 4. madde
kapsamında olmayan bir başka firmaya da tanınması sonucunu doğuran dava konusu
işlemde hukuka uyarlık görülmemiştir.
Aksine bir yaklaşım, bir diğer ifade ile yönetmeliğin Geçici 4. maddesi
kapsamında olan başvurular ile, sonradan yapılmış olan ve bu kapsamda bulunmayan başvurular
arasında herhangi bir fark gözetmeyerek anlamına gelir ki; bu da Yönetmeliğin
geçici 4. maddesini işlersiz kılmakta ve böyle bir düzenleme yapılmasının
gereğini ortadan kaldırmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesi kararının onanması oyuyla;
bozulmasına ilişkin karara karşıyız.
ELEKTRONİK
HABER ARAÇLARI
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onüçüncü
Daire
Esas No : 2005/1754
Karar
No :
2006/3981
Özeti
: Türk
Telekomünikasyon A.Ş. tarafından hazırlanıp, Telekomünikasyon Kurulu kararı ile
onaylanan ŞirketHATT, KonuşkanHATT, StandartHATT, HesaplıHATT ve YazlıkHATT
olmak üzere beş ayrı seçeneği öngören yeni ücret tarifesinin, mevzuata ve kamu
hizmetinin özelliklerine uygun olarak hazırlandığı anlaşıldığından, iptali
istemiyle açılan davanın reddi hakkında.
Davacı
: Tüketici Dernekleri Federasyonu Başkanlığı
Vekili
: Av.
…
Davalılar
: 1-Telekomünikasyon Kurumu
Vekili
: Av.
…
2-
Türk Telekomünikasyon A.Ş.
Vekilleri
: Av. …, Av. …, Av. …,
Av. …,
İstemin Özeti : Türk
Telekomünikasyon A.Ş. tarafından hazırlanarak Telekomünikasyon Kurulu'nun
29.06.2004 tarih ve 2004/347 sayılı kararı ile onaylanan yeni ücret tarifesinin;
tarifenin kamuoyuna "Türk Telekom'dan sabit telefon abonelerine hediye: %80'e
varan indirimler" başlıklı reklamlarla tanıtıldığı, Reklam Kurulu'nun 10.08.2004
tarih ve 107 sayılı kararıyla, sözü edilen reklam hakkında 3 ay tedbiren
durdurma cezası verildiği, aslında tarifenin %80'lere varan oranlarda bir
indirimi içermediği, tarifeyle indirime gidilmediği, bir iş veya hizmet
karşılığında alınması gereken sabit ücretin yeni tarifeyle bazı paketlerden,
kontür verilmeden kaldırılması nedeniyle, bu durumun 406 sayılı Telgraf ve
Telefon Kanunu'nun Ek 18. maddesine aykırılık teşkil ettiği, 406 sayılı Kanun'da
asgari hizmetin "herkesin karşılayabileceği şekilde makul bedel karşılığında"
alınması gerekirken, yeni tarifeyle makul bedelin aşıldığı, bu durumun aynı
zamanda Kanun'un 4(k) maddesinde belirtilen makul ölçüde kârı da aştığı, dava
konusu tarifeyle 406 sayılı Kanun'un 29. ve 30. maddelerinde öngörülen ücret
alımı konusundaki ilkelerin ihlâl edildiği, örneğin ücretin adil olması ve
benzer konumdaki aboneler arasında haklı olmayan nedenlerle ayırım gözetilmemesi
ilkesine aykırı hareket edildiği, böylece benzer konumdaki abonelerin
kategorilere bölündüğü, belirlenen tarihe kadar seçim yapmayan abonelerin
StandartHATT'ı seçmiş sayılacağı yönündeki duyuruyla, bu kişilerin sözleşme
yapmaya zorlandığı ileri sürülerek iptali istenilmektedir.
Davalı Telekomünikasyon
Kurumu'nun Savunmasının Özeti : Davanın, Danıştay'ın değil, idari yargıda
genel görevli mahkemeler olan idare mahkemelerinin görev alanına girdiği, bu
itibarla davanın öncelikle görev yönünden reddi gerektiği, Türk Telekomünikasyon
A.Ş.'nin sunmakta olduğu hizmetlerin tarifelerini, gerek yürürlükteki mevzuat
gerekse rekabetçi pazarın sonucu olarak maliyetlerinin altında sunma
serbestisine sahip olmadığı, bunun istisnasının, 406 sayılı Kanun ve
Telekomünikasyon Kurumu ile akdedilmiş görev sözleşmesi ile Türk
Telekomünikasyon A.Ş.'ye getirilmiş asgari hizmet yükümlülüğü olduğu, telefon
aboneliğine sahip bir tüketicinin, arama hizmetlerini kullanmasa bile aranabilme
hizmetini alması nedeniyle, bu durumun 406 sayılı Kanun'un Ek 18. maddesi ile
ifade edilen "... bir iş ve hizmet karşılığı alınan ücret..." kapsamında
değerlendirilmesi gerektiği, 406 sayılı Kanun'un 29. ve 30. maddeleri uyarınca,
Kurum'a işletmeci tarafından onaya sunulan tarifelerin, yürürlükteki kanun,
yönetmelik, tebliğ ve sair düzenlemeler kapsamında incelendiği, Türk
Telekomünikasyon A.Ş.'nin yeni tarife sisteminde StandartHATT'ın eski tarifenin
değiştirilmiş halini içerdiği, diğer dört tarife paketinin ise müşterilere
sunulan seçenekler olduğu ileri sürülerek hukukî dayanaktan yoksun bulunan
davanın usul ve esastan reddi gerektiği savunulmaktadır.
Davalı Türk Telekomünikasyon
A.Ş.'nin Savunmasının Özeti : Görevli yargı yerinin, idari yargı değil, adli
yargı olduğu, dava dilekçesinde yer alan iddiaların, bir iltihak sözleşmesi
niteliğindeki abonman sözleşmesine ilişkin hususlara yönelik olduğu göz önünde
bulundurulduğunda, işbu davanın tüketici mahkemelerinde açılması gerektiği, bu
nedenle davanın öncelikle görev yönünden reddine karar verilmesi gerektiği,
sabit ücretin dayanağının, 406 sayılı Kanun'un Ek 18. maddesinde yer aldığı, söz
konusu hükmün Anayasa'ya aykırılık teşkil etmediği, bununla birlikte bugüne
kadar ki içtihatlarda da sabit ücretin alınabileceğinin hüküm altına alındığı,
sabit ücretin alınmamasının, çok arayan abonenin çok daha fazla ücret ödemesi,
arama yapmayan ve kendisi arandığında konuşan abonenin ücret ödememesi, ama
hizmetten yararlanması gibi adaletsiz bir duruma yol açabilmesi yanında, aboneye
verilen hizmetin bir kısmının şirketleri tarafından karşılanması sonucunu
doğuracağı, 31.12.2004 tarihinden itibaren telekomünikasyon sektörünün
serbestleşme dönemine girdiği, uzak mesafe telefon lisanslarının dağıtılmasıyla
birlikte bu sektörde rekabetin kendisini hissettirmeye başladığı, dava konusu
tarifenin de bu sürecin bir ürünü olduğu, yeni StandartHATT tarifesinin, eski
tarifenin değiştirilmiş hali, diğer dört tarife paketinin ise tüketiciye
sunulmuş seçenek olduğu, farklı tarife paketinde, farklı konuşma ücretlerine ve
farklı oranda sabit ücrete yer verilmesinin, tamamıyla şirketin abonelerini, bir
başka deyişle farklı kullanıcı gruplarını düşünerek getirdiği bir yapılanma
olduğu, tarifenin, gerek 406 sayılı Kanun'daki tarifeyle ilgili hükümlere, gerek
Tarife Yönetmeliği'ndeki, gerekse Türk Telekomünikasyon A.Ş. Tarifelerine Tavan
Fiyat Yönteminin Uygulanmasına Yönelik Usul ve Esaslara İlişkin Tebliğ'deki
hükümlere uygun biçimde hazırlandığı ve Telekomünikasyon Kurumu'nun onayı ile
yürürlüğe konulduğu ileri sürülerek davanın usul ve esastan reddi gerektiği
savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hâkimi Ahmet
EĞERCİ'nin Düşüncesi : Bakılan davanın konusunu, Türk Telekomünikasyon A.Ş.
tarafından hazırlanan, Telekomünikasyon Kurumu tarafından Tarife Yönetmeliği ve
Türk Telekomünikasyon A.Ş. Tarifelerine Tavan Fiyat Yönteminin Uygulanmasına
Yönelik Usul ve Esaslara İlişkin Tebliğ çerçevesinde incelenen tarifenin iptali
istemi oluşturmaktadır.
Dava konusu tarifenin; Türk Telekomünikasyon A.Ş. tarafından
telekomünikasyon sektörünün serbestleşme dönemine girmesi ve tarifelerin
dengelenmesi gibi hususlar göz önünde bulundurularak, 406 sayılı Kanun'un 29. ve
30. maddelerine, Tarife Yönetmeliği ve Telekomünikasyon Kurumu tarafından Türk
Telekomünikasyon A.Ş. Tarifelerine Tavan Fiyat Yönteminin Uygulanmasına Yönelik
Usul ve Esaslara İlişkin Tebliğ hükümlerine göre hazırlandığının ve
incelendiğinin, Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin yeni tarife sisteminde
StandartHATT'ın eski tarifenin değiştirilmiş halini içerdiğinin ve diğer dört
tarife paketinin ise müşterilere sunulan seçenekler olduğunun, başka bir
anlatımla diğer konuşma seçeneklerinin yapılmaması halinde StandartHATT'ın
seçilmiş sayılacağının, bu itibarla ilgili mevzuata aykırı bir yönünün
görülmediğinin anlaşılması ve abonelerin mevzuata uygun biçimde ve kamu
hizmetinin özelliklerine ters düşmeyecek şekilde gerçekleştirilen tarife
değişikliğine karşı, bu değişikliği kabul etmek ya da söz konusu hizmeti
almaktan vazgeçmek dışında bir tercihlerinin bulunmaması karşısında, dava konusu
tarife paketinin, mevzuata uygun olarak hazırlanıp, onaylandığı, kamu yararı ve
hizmet gereklerine uygun bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Diğer yandan davacı tarafından, bir iş veya hizmet karşılığında alınması
gereken sabit ücretin, yeni tarifeyle bazı paketlerden kontür verilmeden
kaldırılması nedeniyle, bu durumun 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu'nun Ek
18. maddesine aykırılık teşkil ettiği ileri sürülmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nin ve Yargıtay'ın çeşitli kararlarında da belirtildiği
üzere sabit ücretin; her an konuşma hakkı sağlanmasının, bir başka deyişle
görüşme zamanlarının dışında oluşan bilgi alışverişi hizmetinin, arayan
numaranın abone tarafından görülmesi gibi ek hizmetlerin ve sistemin çalışır
durumda bulunması için yapılan işletme maliyetinin karşılığı olarak alınması
nedeniyle, tüm bu hususları da kapsayacak şekilde hizmet karşılığı olarak
değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu itibarla, davacının sabit telefon abonelerinden hiçbir hizmet veya iş
karşılığı olmaksızın sabit ücret alındığı iddiasının dayanağı
bulunmamaktadır.
Davacının diğer iddiaları da, dava konusu işlemin iptalini gerektirecek
nitelikte bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle davanın reddine karar verilmesi gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Emin Celâlettin
ÖZKAN'ın Düşüncesi : Dava; Türk Telekomünikasyon A.Ş. Genel Müdürlüğü
tarafından hazırlanarak Telekomünikasyon Kurulu'nun 29.6.2004 tarih ve 2004/347
sayılı kararı ile onaylanan yeni ücret tarifesinin iptali istemiyle
açılmıştır.
2813 sayılı Telsiz Kanunu'nun 4502 sayılı Kanun'la değişik 5. maddesinde,
bu Kanun ile 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu'nda belirtilen genel esaslar
çerçevesinde, Kanunlar'la öngörülen yetki ve sorumlulukları uygulamak ve verilen
diğer görevleri yapmak üzere kamu tüzel kişiliğini ve idari ve mali özerkliği
haiz özel bütçeli Telekomünikasyon Kurumu kurulmuş, Kurum'un karar organının
Telekomünikasyon Kurulu olduğu hükme bağlanmıştır. 2813 sayılı Kanun'un 4502
sayılı Kanun'la değişik 7. maddesinde ise Telekomünikasyon Kurumu'nun görevleri
belirlenmiştir. Buna göre, Kanun'un 7. maddesinin (h) bendinde;
"Telekomünikasyon hizmetlerinden ve altyapısından yararlanacak kullanıcılara ve
telekomünikasyon şebekeleri arasındaki ara bağlantılar bakımından diğer
işletmecilere uygulanacak ücret tarifelerine ve sözleşme hükümlerine ve teknik
hususlara ilişkin genel kriterleri ve görev alanına giren diğer konularda
uygulama usul ve esaslarını belirlemek, tarifeleri incelemek, değerlendirmek,
gerekenleri onaylamak ve bunların uygulanmasını izlemek" Kurum'un görevleri
arasında sayılmıştır. Kurum tarafından tarifelerin onaylanmasına ve
denetlenmesine yönelik usul ve esasların tespiti amacıyla düzenlenen Tarife
Yönetmeliği 28.08.2001 tarihli, 24507 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak
yürürlüğe konulmuştur.
Dava dosyasının incelenmesinden; Türk Telekomünikasyon A.Ş.Genel
Müdürlüğü tarafından telefon tarifesinin 01.08.2004 tarihinden itibaren geçerli
olmak üzere, şirket HATT, Konuşkan HATT, StandartHATT, HesaplıHATT ve YazlıkHATT
olmak üzere beş ayrı tarife biçiminde yapılandırılmasına ve yeni tarife
sistemine geçilmesine Türk Telekom Yönetim Kurulunun 5.5.2004 tarih ve 69/2
sayılı kararıyla karara bağlandığı, adıgeçen tarifenin Telekomünikasyon
Kurulu'nun 29.6.2004 tarih ve 2004/347 sayılı kararıyla onaylandığı
anlaşılmaktadır.
406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanununun Ek 18 inci maddesine 4502 sayılı
Kanunun 12.maddesi ile eklenen son fıkrası; "Bir iş ve hizmetin karşılığı olarak
alınan ücret; abonman ücreti, sabit ücret,konuşma ücreti,hat kirası ve benzeri
kira ücretler ve bunlar gibi değişik ücret kalemlerinden birisi veya birkaçı
olarak tespit edilebilir." hükmünü taşımaktadır.
Anayasa Mahkemesinin ve Yargıtay'ın çeşitli kararlarında sabit ücretin;
her an konuşma hakkı sağlanmasının,bir başka deyişle görüşme zamanlarının
dışında oluşan bilgi alışverişi hizmetinin,arayan numaranın abone tarafından
görülmesi gibi ek hizmetlerin ve sistemin çalışır durumda bulunması için yapılan
işletme maliyetinin karşılığı olarak alındığı belirtilmiş ve tüm bu hususlar da
hizmet karşılığı olarak değerlendirilmiştir.
Bu itibarla, davacının sabit telefon abonelerinden hiçbir hizmet veya iş
karşılığı olmaksızın sabit ücret alındığı iddiasının dayanağı
bulunmamaktadır.
Abonelerin kullanımı alışkanlıkları gözönünde tutularak,beş farklı tarife
paketi içinden kendilerine uygun olanını seçme imkanı tanınmak suretiyle müşteri
memnuniyetinin azamileştirilmeye çalışıldığı anlaşıldığından aksi yöndeki davacı
iddialarına itibar etmeye olanak bulunmamaktadır.
Bu haliyle, 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunundaki tarifeyle ilgili
hükümlere, Telekomünikasyon Kurumu tarafından çıkarılan Tarife Yönetmeliği ve
yine aynı Kurum tarafından çıkarılan Telekomünikasyon A.Ş.nin Bazı hizmetlerine
İlişkin Tarifelerinin Tavan Fiyat Yöntemi ile Onaylanmasına Yönelik Usul ve
Esaslara İlişkin hükümlere uygun biçimde hazırlanarak Telekomünikasyon Kurumunun
onayı ile yürürlüğe konulan tarifede hukuka aykırılık
görülmemiştir.
Belirtilen nedenle, yasal dayanaktan yoksun bulunan davanın reddine karar
verilmesi gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi'nce Tetkik Hâkiminin açıklamaları
dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği
görüşüldü:
Dava, Türk Telekomünikasyon A.Ş. tarafından hazırlanarak Telekomünikasyon
Kurulu'nun 29.6.2004 tarih ve 2004/347 sayılı kararı ile onaylanan yeni ücret
tarifesinin iptali istemiyle açılmıştır.
Davalıların usule yönelik itirazları yerinde
görülmemiştir.
29.01.2000 tarihli, 23948 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe
giren 4502 sayılı Kanun'un 14. maddesi ile değişik 2813 sayılı Telsiz Kanunu'nun
5. maddesiyle; bu Kanun ile 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu'nda belirtilen
genel esaslar çerçevesinde, Kanunlarla öngörülen yetki ve sorumlulukları
uygulamak ve verilen diğer görevleri yapmak üzere kamu tüzel kişiliğini ve idari
ve mali özerkliği haiz özel bütçeli "Telekomünikasyon Kurumu" kurularak, Türk
telekomünikasyon sektöründe genel anlamda düzenleme, denetleme ve yaptırım
uygulama görevleri verilmiş, daha sonra da, 23.05.2001 tarihli, 24410 sayılı
Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 4673 sayılı Kanun'un 7. maddesi ile
406 sayılı Kanun'a Ek 27. madde eklenmiş ve bu maddenin birinci fıkrasında, "Bu
kanunda ve diğer mevzuatta Ulaştırma Bakanlığına, görev sözleşmesi veya imtiyaz
sözleşmesi yapma veya telekomünikasyon ruhsatı veya genel izin verme yetkisi ile
bu yetkiye ilişkin yapılacak düzenlemeler ile ilgili her türlü göreve yönelik
yapılan atıflar Kuruma yapılmış sayılır." hükmüne yer verilerek,
Telekomünikasyon Kurumu'nun yetkileri genişletilmiştir.
2813 sayılı Telsiz Kanunu'nun, 4502 sayılı Kanun'un 16. maddesi ile
değişik ve Telekomünikasyon Kurumu'nun görevlerinin düzenlendiği 7. maddesinin
1. fıkrasının (h) bendinde, "Telekomünikasyon hizmetlerinden ve altyapısından
yararlanacak kullanıcılara ve telekomünikasyon şebekeleri arasındaki ara
bağlantılar bakımından diğer işletmecilere uygulanacak ücret tarifelerine ve
sözleşme hükümlerine ve teknik hususlara ilişkin genel kriterleri ve görev
alanına giren diğer konularda uygulama usul ve esaslarını belirlemek, tarifeleri
incelemek, değerlendirmek, gerekenleri onaylamak ve bunların uygulanmasını
izlemek" Telekomünikasyon Kurumu'nun görevleri arasında sayılmış, anılan
maddenin 2. fıkrasında da; "Kurum telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesi ve
alt yapısının işletilmesi ile ilgili hususları ve ayrıca hem bu hizmetlerde hem
de genel olarak telekomünikasyon sektöründe rekabete aykırı davranış, plan ve
uygulamaları re'sen veya şikâyet
üzerine incelemeye ve görev alanına giren konularda bilgi ve dokümanların
sağlanmasını talep etmeye yetkilidir. Kurum, telekomünikasyon hizmetleri ve alt
yapısı ile ilgili yönetmeliklerin ve diğer genel idari işlemlerin
yayınlanmasından önce ilgili tarafların yorum yapabileceği görüşlerini
bildirmesine imkan verebilmek için gerekli tedbirleri alabilir. Kurum tüketici
menfaatlerinin korunması için de gerekli tedbirleri alır" hükümleri yer
almıştır.
406 sayılı Telgraf ve Telefon Kununu'nun değişik 4. maddesinde ise,
telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesinde ve/veya telekomünikasyon altyapısı
işletiminde ve bu hususlarda yapılacak düzenlemelerde nitelik ve nicelik
itibariyle gözönünde bulundurulacak
ilkeler belirlenmiş olup, maddenin (k) bendinde, "İlgili mevzuat, imtiyaz
sözleşmesi veya telekomünikasyon ruhsatında açıkca belirlenen durumlar
haricinde, ara bağlantı ücretleri ile hat ve devre kiraları da dahil
telekomünikasyon hizmetleri karşılığı alınacak ücretlerin, yatırım ve işletme
maliyetlerini ve genel masraflardan ilgili payını, amortisman ve makul ölçüde
kârı mümkün olduğu ölçüde yansıtması" gerektiği kurala
bağlanmıştır.
Yine Kanun'un 29. maddesinde, telekomünikasyon hizmetlerinin ücret
esasları "İşletmeciler, telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesi ve/veya
altyapı işletilmesi karşılığında alacakları ücretleri ilgili mevzuat, tabi
oldukları görev veya imtiyaz sözleşmesi, telekomünikasyon ruhsatı veya genel
izin ile Kurum düzenlemelerine aykırı olmayacak şekilde serbestçe
belirleyebilirler. Aşağıdaki hallerde Kurum, hat ve devre kiraları da dahil
olmak üzere ücretlerin hesaplanma yöntemlerini ve üst sınırlarını, makul ve
ayırım gözetmeyen şartlarla, 30 uncu maddede belirlenen genel ilkeler
çerçevesinde çıkarılacak yönetmelikler, tebliğler ve sair idari düzenlemeler,
imtiyaz sözleşmeleri ve telekomünikasyon ruhsatlarının hüküm ve şartları da
gözetilerek tayin ve tespit etmeye yetkilidir:
a) Türk Telekom veya başka bir işletmecinin, vermekle yükümlü olduğu
evrensel hizmet dahil, bazı hizmetlerin maliyetini başka hizmetlerin
ücretlerinden karşılamak zorunda olduğu haller,
b) İlgili telekomünikasyon hizmetlerinde, bir işletmecinin hukuki veya
fiili bir tekel olduğunun veya ilgili hizmet veya coğrafi piyasada hakim konumda
bulunduğunun Kurum tarafından belirlendiği haller,
c) Ücretlerin Kurum düzenlemelerine aykırı işlem ve eylemlerle
belirlendiğinin tespit edildiği haller,
d) Kurum'un çıkaracağı yönetmeliklerde belirleyeceği diğer durumlar"
olarak belirlenmiştir.
Kanun'un 30. maddesinde de, Kurum'un, telekomünikasyon hizmetlerinin
yürütülmesi ve/veya altyapı işletilmesi karşılığında alınacak ücretlere ilişkin
düzenlemelerinin, maddede sayılan genel ilkelerin gerçekleştirilmesi hususunu
gözönünde tutarak yapacağı öngörülmüş, genel ilkeler "a) Ücretler adil olmalı ve
benzer konumdaki kişiler arasında haklı olmayan nedenlerle ayırım
gözetmemelidir. Bu genel ilke, toplumdaki ihtiyaç sahibi kesimlere özel ve
kapsamı açıkca ve sınırlı olarak belirlenmiş kolaylıklar sağlanmasını
engellemez,
b) 29 uncu madde kapsamına giren durumlarda; ücretlerin 4 üncü maddenin
(k) bendinde öngörülen şekilde yatırım ve işletme maliyetleri de dahil olmak
üzere, mümkün olduğunca ilgili hizmetin maliyetlerini yansıtacak şekilde
belirlenerek tarifelerin dengelenmesi esas olup, bir hizmetin maliyetinin diğer
bir hizmetin ücreti yoluyla desteklenmesinden veya karşılanmasından
kaçınılır,
c) Ücretler; kendisine bir maliyet yükleyen ve anılan ücretin kapsamında
olan her hizmet kalemini ayrı ayrı gösterir,
d) Ücretlerin, uygun olduğu ölçüde, gelişen teknolojik şartlar
çerçevesinde uluslararası standartlara ve ölçeklere yaklaştırılması
esastır.
e) Ücretlerin, değişik hizmet türü ve kategorileri için, teknolojik
gelişmeyi ve yeni yatırımları teşvik etmeye yönelik düzeyde olması
gözetilir.
f) Ücretlerin belirlenmesinde, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası
anlaşmalar ve uluslararası kuruluşların tavsiyeleri uygun olduğu ölçüde dikkate
alınır.
g) Haklı gerekçelerin varlığı halinde, ücretlere zorunlu maliyetleri ve
makul bir ölçüde kârı da yansıtmak kaydıyla üst sınır konulabilir" olarak
belirlenmiştir.
Kurum tarafından 406 sayılı Kanun'un değişik 4., 29. ve 30. maddeleri ile
2813 sayılı Kanun'un değişik 7. maddesine dayanılarak, tarifelerin onaylanmasına
ve denetlenmesine yönelik usul ve esasların tespiti amacıyla düzenlenen Tarife
Yönetmeliği de 28.08.2001 tarihli, 24507 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak
yürürlüğe konulmuştur.
Yönetmeliğin 7. maddesinde, Telekomünikasyon Kurulu'nun, her bir hizmet
için hizmetin etkin olarak sağlanması maliyetine dayalı yöntem ile belli bir
dönemde bir hizmet sepetindeki tarife değişikliklerinin ortalamasına uygulanacak
tavan fiyat yöntemini ayrı ayrı veya her ikisini birden uygulayarak tarifeleri
onaylayacağı belirtildikten sonra, Yönetmeliğin 11. maddesinde herhangi bir
tarifenin tavan fiyat yöntemine göre onaylanması için işletmeci tarafından
istenilen bilgi ve belgeler sayılmış, 12. maddesinde de tarifelerin tavan fiyat
yöntemine göre onaylanması durumunda göz önünde bulundurulacak hususlar
belirlenmiş, Yönetmeliğin 13. maddesinde ise, tarifelerin onaylanma süreci
kurala bağlanmıştır.
Tarife Yönetmeliği'nin 7. maddesinin (a) bendinin (2) numaralı alt bendi
gereğince, Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin kullanıcılara sunduğu bazı
telekomünikasyon hizmetlerinde uygulanacak tarifelerin "Tavan Fiyat Yöntemi"ne
göre onaylanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemek amacıyla Telekomünikasyon
Kurumu tarafından Türk Telekomünikasyon A.Ş. Tarifelerine Tavan Fiyat Yönteminin
Uygulanmasına Yönelik Usul ve Esaslara İlişkin Tebliğ hazırlanarak 31.12.2003
tarih ve 25333 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmıştır.
Bakılan davanın konusunu da, Türk Telekomünikasyon A.Ş. tarafından
hazırlanan, Telekomünikasyon Kurumu tarafından Tarife Yönetmeliği ve sözü edilen
Tebliğ çerçevesinde incelenen ve onaylanan tarifenin iptali istemi
oluşturmaktadır.
Dava dosyasının incelenmesinden; Türk Telekomünikasyon A.Ş. tarafından
telekomünikasyon sektörünün serbestleşme dönemine girmesi ve tarifelerin
dengelenmesi gibi hususlar göz önünde bulundurularak, telefon tarifesinin
01.08.2004 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere, ŞirketHATT, KonuşkanHATT,
StandartHATT, HesaplıHATT ve YazlıkHATT olmak üzere beş ayrı tarife biçiminde
yapılandırılmasına ve yeni tarife sistemine geçilmesine Türk Telekom Yönetim
Kurulu'nun 05.05.2004 tarih ve 69/2 sayılı kararıyla karar verildiği, sözü
edilen tarifenin Telekomünikasyon Kurulu'nun 29.06.2004 tarih ve 2004/347 sayılı
kararıyla onaylandığı anlaşılmaktadır.
Dava konusu tarifenin; Türk Telekomünikasyon A.Ş. tarafından
telekomünikasyon sektörünün serbestleşme dönemine girmesi ve tarifelerin
dengelenmesi gibi hususlar göz önünde bulundurularak, 406 sayılı Kanun'un 29. ve
30. maddelerine, Tarife Yönetmeliği ve Telekomünikasyon Kurumu tarafından
hazırlanan Türk Telekomünikasyon A.Ş. Tarifelerine Tavan Fiyat Yönteminin
Uygulanmasına Yönelik Usul ve Esaslara İlişkin Tebliğ hükümlerine göre
hazırlandığı ve incelendiği, Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin yeni tarife
sisteminde StandartHATT'ın eski tarifenin değiştirilmiş halini içerdiği ve diğer
dört tarife paketinin ise müşterilere sunulan hizmet seçenekleri olduğu, başka
bir anlatımla diğer konuşma seçeneklerinin yapılmaması halinde StandartHATT'ın
seçilmiş sayılacağı, bu itibarla ilgili mevzuata aykırı bir yönünün görülmediği
anlaşıldığından ve abonelerin mevzuata uygun biçimde ve kamu hizmetinin
özelliklerine ters düşmeyecek şekilde gerçekleştirilen tarife değişikliğine
karşı, bu değişikliği kabul etmek ya da söz konusu hizmeti almaktan vazgeçmek
dışında bir seçenekleri de bulunmadığından, dava konusu tarife paketinin,
mevzuata uygun olarak hazırlanıp, onaylandığı, kamu yararı ve hizmet gereklerine
uygun bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Diğer yandan davacı tarafından, bir iş veya hizmet karşılığında alınması
gereken sabit ücretin, yeni tarifeyle bazı paketlerden kontür kullanımı hakkı
verilmeden kaldırılması nedeniyle, bu durumun 406 sayılı Telgraf ve Telefon
Kanunu'nun Ek 18. maddesine aykırılık teşkil ettiği ileri
sürülmektedir.
406 sayılı Kanun'un Ek 18. maddesine 4502 sayılı Kanun'un 12. maddesiyle
eklenen son fıkrasında, bir iş ve hizmetin karşılığı olarak alınan ücretin;
abonman ücreti, sabit ücret, konuşma ücreti, hat kirası ve benzeri kira,
ücretler ve bunlar gibi değişik ücret kalemlerinden birisi veya birkaçı olarak
tespit edilebileceği öngörülmüştür.
Anayasa Mahkemesi'nin ve Yargıtay'ın çeşitli kararlarında da belirtildiği
üzere sabit ücretin; her an konuşma hakkı sağlanmasının, bir başka deyişle
görüşme zamanlarının dışında oluşan bilgi alışverişi hizmetinin, arayan
numaranın abone tarafından görülmesi gibi ek hizmetlerin ve sistemin çalışır
durumda bulunması için yapılan işletme maliyetinin karşılığı olarak alınması
nedeniyle, tüm bu hususları da kapsayacak şekilde hizmet karşılığı olarak
değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu itibarla, davacının sabit telefon abonelerinden hiçbir hizmet veya iş
karşılığı olmaksızın sabit ücret alındığı iddiasının dayanağı
bulunmamaktadır.
Davacının, tarifenin kamuoyuna "Türk Telekom'dan sabit telefon
abonelerine hediye: %80'e varan indirimler" başlıklı reklamlarla tanıtılmasına
karşın, bunun gerçeği yansıtmadığı, aslında tarifeyle indirime gidilmediği
yönündeki iddialarının da bu davada incelenmesi olanağı
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle davanın reddine, aşağıda dökümü yapılan 92,30.-YTL
yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına, yürürlükte bulunan
Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca davalı vekilleri için ayrı ayrı olmak
üzere takdir olunan 400,00.-YTL avukatlık ücretinin davacıdan alınarak
davalılara verilmesine 16.10.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
ENERJİ
PİYASASI İŞLERİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onüçüncü
Daire
Esas No : 2005/9752
Karar
No :
2006/4387
Özeti
: Akaryakıt
ticaretiyle uğraşan davacının, iş yerinde bayilik lisansını ibraz etmediğinden
bahisle tutulan mühürleme tutanağına dayanılarak, Enerji Piyasası Düzenleme
Kurulu'nca idari para cezası verilmesine karar verilmişse de, mühürleme
tutanağının tutulduğu tarihte davacı adına lisans düzenlendiği, mühürleme
tarihinden önce faaliyette bulunduğu yolunda bir kanıt da sunulmadığı
anlaşıldığından, işlemin hukuka aykırı bulunduğu hakkında.
Davacı
: …
Davalı
: Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu
Vekili
: …
İstemin Özeti : Davacıya idarî para
cezası verilmesine ilişkin Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu'nun 13.10.2005 tarih
ve 563/503 sayılı kararının iptali istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Lisanssız
piyasa faaliyeti yaptığı mühürleme tutanağı ile tespit edilen davacı hakkında
5015 saylı Petrol Piyasası Kanunu hükümleri uyarınca kesilen cezanın hukuka
uygun olduğu ileri sürülerek istemin reddi gerektiği savunulmuştur.
Danıştay Tetkik Hâkimi Suat
DURSUN'un Düşüncesi : Dosyanın incelenmesinden, akaryakıt ticaretiyle
uğraşan davacının, bayilik lisansını ibraz etmediğinden bahisle, iş yerinde
18.07.2005 tarihinde mühürleme tutanağının tutulduğu; bu tutanağa dayanılarak,
Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu'nun 13.10.2005 tarih ve 563/503 sayılı kararı
ile davacı adına, 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu'nun 19'uncu maddesinin
2'nci fıkrasının (b) bendi uyarınca, dava konusu edilen idari para cezasının
kesildiği; davacıya mühürleme tutanağının tutulduğu 18.07.2005 tarihinde, 1 yıl
süreli lisans verildiği anlaşılmakta olup, mühürleme tarihi itibarıyla lisansı
olan davacının, bu tarihten önce lisanssız olarak faaliyette bulunduğu yolunda,
davalı idarece hukuken geçerli bir bilgi ve belge sunulamadığından, 5015 sayılı
Kanun'da düzenlenen ve lisans almak için son gün olan 20.03.2005 tarihinden
sonra faaliyette bulunduğu varsayımıyla kesilen cezada yasal isabet
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenle, davanın kabulü ile dava konusu işlemin iptali
gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Mehmet
KARAOĞLU'nun Düşüncesi : Dava, lisans almadan petrol piyasasında faaliyette
bulunduğu gerekçesiyle davacıya verilen idari para cezasının iptali istemiyle
açılmıştır.
5015 sayılı Petrol Piyasası Kanununun 3/1-(b) maddesinde; "Akaryakıt
dağıtımı,taşıması ve bayilik faaliyetlerinin yapılması için lisans alınması
zorunludur." hükmü yer almış, 20/3.maddesinde,akaryakıt istasyonu kapsamında
sürdürülen bayilik faaliyetlerinin, bu Kanuna veya bu Kanuna istinaden çıkarılan
düzenlemelere aykırılığının kurumca tespiti halinde,anılan istasyonda yapılan
akaryakıt ikmalinin kurumca geçici veya süresiz olarak mühürleme suretiyle
durdurulacağı belirtilmiş,Kanunun Geçici 1.maddesinde de "Bu Kanunun yürürlüğe
girmesinden önce; 6326 sayılı Petrol Kanununa göre belge sahibi olan kişiler ile
Bakanlıkça yapılan düzenlemelere istinaden faaliyetlerine izin verilen akaryakıt
dağıtım ve pazarlama kuruluşlarının ilgili mevzuat kapsamında tanınan hak ve
menfaatleri ile yükümlülükerine ilişin hükümler,bu Kanunda belirlenen süre ve
esaslar dahilinde faaliyeti ile ilgili lisans verilinceye kadar
saklıdır.
Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte fiilen, bu Kanunla yapılması için
lisans alınması gereken faaliyetleri yürüten kişiler, bu Kanunun yayımı
tarihinden (20.12.2003) sonra bir yıl içinde durumlarını bu Kanuna uygun hale
getirerek, Kurum Tarafından istenecek bilgi ve belgelerle Kuruma başvurmak
zorundadır. Başvurusunu yapmış ancak işlemleri tamamlayamayan kişilerin
faaliyetlerinin devamı için, üç ayı aşmamak üzere ek süre verilmesinde kurum
yetkilidir.
Süresinde başvurmayan veya süresinde başvurduğu halde süresinde durumunu
bu Kanuna uygun hale getirmeyenlerin faaliyetleri, sürenin bitim tarihi
itibarıyla durdurulur. Daha önce verilen hak, izin ve yetki doğurucu her türlü
karar, işlem ve evrak başkaca bir işleme gerek kalmaksızın hükümsüz hale gelir."
hükmüne yer verilmiş bulunmaktadır.
Anılan Yasanın "İdari para cezaları" başlıklı 19.maddesinde ise; lisans
alınmaksızın lisansa tabi faaliyetlerin yapılması ve sahip olunan lisansın
verdiği haklar dışında faaliyet gösterilmesi halinde,sorumluları hakkında Yasada
öngörülen miktarda idari para cezası uygulanacağı
belirtilmiştir.
Dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesinden; davacının
mevzuaatta öngörülen süre içerisinde lisans almaksızın akaryakıt piyasası
faaliyetinde bulunduğu ve bu hususun yetkililerce tutanakla tespit edilip
mühürleme işlemi yapıldığı anlaşılmakta olup; davacının sabit olan bu faaliyeti
nedeniyle verilen dava konusu idari para cezasında mevzuata aykırılık
bulunmamaktadır.
Davacının diğer iddiaları ise yerinde
görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle davanın reddine karar verilmesinin uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi'nce, Tetkik Hakiminin açıklamaları
dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği
görüşüldü:
Dava, davacıya idari para cezası verilmesine ilişkin Enerji Piyasası
Düzenleme Kurulu'nun 13.10.2005 tarih ve 563/503 sayılı işlemin iptali istemiyle
açılmıştır.
5015 sayılı Petrol Piyasası Kanununun 3.maddesinin (a) fıkrasında, petrol
ile ilgili; rafinaj, işleme, madeni yağ üretimi, depolama, iletim, serbest
kullanıcı ve ihrakiye faaliyetlerinin yapılmasının ve bu amaçla tesis
kurulmasının ve/veya işletilmesinin, (b) bendinde; akaryakıt dağıtımı, taşıması
ve bayilik faaliyetlerinin yapılması için lisans alınmasının zorunlu olduğu;
19/2-b/1 maddesinde; lisans almaksızın hak konusu yapılan tesislerin yapımına
ve/veya işletimine başlanması ile bunlar üzerinde tasarruf hakkı doğuracak
işlemlerin yapılmasının birinci derece kusur sayılarak, sorumluları hakkında
idarî para cezası uygulanacağı; geçici 1.maddesinin 2.fıkrasında, Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihte fiilen, bu Kanunla yapılması için lisans alınması
gereken faaliyetleri yürüten kişilerin, bu Kanunun yayımı tarihinden sonra 1 yıl
içinde durumlarını bu Kanuna uygun hale getirerek Kurum tarafından istenecek
bilgi ve belgelerle Kuruma başvurmak zorunda olduğu, başvurusunu yapmış ancak
işlemleri tamamlayamayan kişilerin faaliyetlerinin devamı için üç ayı aşmamak
üzere ek süre verilmesinde Kurumun yetkili olduğu, 3 üncü fıkrasında; süresinde
başvurmayan veya süresinde başvurduğu halde süresinde durumunu bu Kanuna uygun
hale getirmeyenlerin faaliyetlerinin, sürenin bitim tarihi itibarıyla
durdurulacağı, daha önce verilen hak, izin ve yetki doğurucu her türlü karar,
işlem ve evrakın başkaca bir işleme gerek kalmaksızın hükümsüz hale geleceği;
17.06.2004 tarih ve 25495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Petrol Piyasası
Lisans Yönetmeliği'nin 5.maddesinin 1. ve 2.fıkralarında; lisansın, bir gerçek
veya tüzel kişinin piyasada faaliyet gösterebilmek için Kurumdan almak zorunda
olduğu izin belgesi olarak tanımlandığı, her bir piyasa faaliyeti ve piyasa
faaliyeti yürütülen her bir tesis için ayrı lisans alınacağı hükme
bağlanmıştır.
Bu kuralların birlikte değerlendirilmesi sonucunda, yasa koyucunun,
akaryakıt dağıtımı, taşıması ve bayilik faaliyetlerinin yapılması için lisans
alma zorunluluğunu getirdiği ve lisanssız faaliyet halinde idarî para cezası
verilmesini öngördüğü tartışmasızdır.
Bakılan uyuşmazlıkta, akaryakıt ticaretiyle uğraşan davacının iş yerinde,
bayilik lisansını ibraz etmediğinden bahisle, 5015 sayılı Kanun ve bu Kanuna
dayanılarak çıkarılan Petrol Piyasasında Yapılacak Denetimler ile Ön Araştırma
ve Soruşturmalarda Takip Edilecek Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik ile Petrol
Piyasasında Yapılacak Denetimler için Kamu Kurum ve Kuruluşları ile Özel Denetim
Kuruluşlarından Hizmet Alımına İlişkin Usul ve Esaslar ve İçişleri Bakanlığı ile
Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu Arasında Petrol Piyasasında Yapılacak Denetimlere İlişkin İşbirliği
Protokolü hükümleri doğrultusunda, petrol piyasasında lisans sahibi olmaksızın
bayilik faaliyetinde bulunulup bulunulmadığının tespiti amacıyla görevlendirilen
kamu personeli tarafından 18.07.2005 tarihinde mühürleme tutanağının tutulduğu;
bu tutanağa dayanılarak, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu'nun 13.10.2005 tarih
ve 563/503 sayılı kararı ile davacı adına, 5015 sayılı Petrol Piyasası
Kanunu'nun 19'uncu maddesinin 2'nci fıkrasının (b) bendi uyarınca, dava konusu
edilen idari para cezasının kesildiği; davacıya mühürleme tutanağının tutulduğu
18.07.2005 tarihli 519-17 sayılı, 1
yıl süreli lisans verildiği; davacının lisansın verildiği tarihten önce
faaliyette bulunduğu yolunda bir bilgi ve belge sunulamadığı
anlaşılmaktadır.
Bu durumda, olay, yukarıda yer alan Kanun maddeleriyle birlikte
değerlendirildiğinde, mühürleme tarihi itibarıyla davacının bir yıl süreli
bayilik lisansının olduğu, bu tarihten önce lisanssız olarak faaliyette
bulunduğu yolunda, davalı idarece hukuken geçerli bir bilgi ve belge
sunulamadığı göz önüne alındığında, davacının, 5015 sayılı Kanunda düzenlenen ve
lisans almak için son gün olan 20.03.2005 tarihinden lisansı aldığı tarihe kadar
faaliyette bulunduğu varsayımıyla, yeterli tespite dayalı olmadan 13.10.2005
tarih ve 563/503 sayılı Kurul kararı ile verilen idarî para cezasında hukuka
uyarlık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu'nun
13.10.2005 tarih ve 563/503 sayılı işleminin iptaline, aşağıda dökümü yapılan
toplam 83.60 YTL yargılama giderinin, davalı idare Enerji Piyasası Düzenleme
Kurumu'ndan alınarak davacıya verilmesine, artan 24.50 YTL posta giderinin
istemi halinde davacıya iadesine, 20.11.2006 tarihinde oybirliğiyle karar
verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onüçüncü
Daire
Esas No : 2005/9730
Karar
No :
2006/4394
Özeti
: Bayilik
lisansı almaksızın lisansa tabi faaliyette bulunan davacı hakkında, 5015 sayılı
Petrol Piyasası Kanunu'nun 19. maddesi uyarınca idarî para cezası uygulanmasına
ilişkin Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu kararında, hukuka aykırılık görülmediği
hakkında.
Davacı
: …
Vekileri
: Av. …
Davalı
: Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu
Vekili
: Av. …
İstemin Özeti : Davacıya idari para
cezası verilmesine ilişkin Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu'nun 13.10.2005 tarih
ve 563/591 sayılı kararının; lisans almak için üzerine düşen yükümlülükleri
süresinde tamamladığını; ancak, davalı idarenin yavaş çalışması sonucu, tamamen
idarenin kusurundan kaynaklanan gecikme nedeniyle zamanında lisans alamadığını;
tutulan mühürleme tutanağına dayanılarak bayilik lisansının olmadığından bahisle
kesilen cezanın hukuka uygun olmadığını ileri sürerek, iptali istenilmektedir.
Savunmanın Özeti: 5015 sayılı
Petrol Piyasası Kanunu ile bu Kanuna dayanılarak çıkarılan Petrol Piyasası
Lisans Yönetmeliği hükümleri uyarınca, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu'nca
kesilen dava konusu idari para cezasının hukuka uygun olduğu ileri sürülerek
davanın reddi gerektiği savunulmuştur.
Danıştay Tetkik Hâkimi Suat
DURSUN'un Düşüncesi : Dava bayilik lisansı almaksızın akaryakıt satışı
yaptığından bahisle tutulan tutanağa dayanılarak, davacıya idari para cezası
verilmesine ilişkin Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu'nun kararının iptali
istemiyle açılmıştır.
20.12.2003 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5015
sayılı Petrol Piyasası Kanunu'nun "Tanımlar ve Kısaltmalar" başlıklı 2.
maddesinde, bayilik faaliyeti için gerekli donanıma sahip gerçek ve tüzel
kişiler bayi olarak, bu Kanuna göre gerçek ve tüzel kişilere piyasada faaliyet
gösterebilmeleri için Kurul tarafından izin verildiğini gösterir belge de lisans
olarak tanımlanmış, aynı Kanun'un 3. maddesinin (b) fıkrasında da, akaryakıt
dağıtımı, taşıması ve bayilik faaliyetlerinin yapılması için lisans alınmasının
zorunlu olduğu düzenlenmiştir.
Öte yandan, 5015 sayılı Kanunun geçiçi 1. maddesinin 2. fıkrasında,
lisans alınması gereken faaliyetleri yürüten kişilerin, bu Kanunun
yayınlanmasından itibaren bir yıl içinde durumlarını bu Kanuna uygun hale
getirerek Kurum tarafından istenen bilgi ve belgelerle lisans almak için Kuruma
başvurmak zorunda oldukları düzenlenmiş, başvurusunu süresinde yapmış ancak
işlemlerini tamamlayamayan kişiler için üç ayı aşmamak üzere faaliyetlerinin
devamı için ek süre verme konusunda Kurum yetkili kılınmıştır. Bu yetkiye
istinaden 14.12.2004 gün ve 394/82 sayılı Kurul kararı ile lisans almak için
başvurulması için son gün olan 20.12.2004 tarihine kadar başvurmaları koşulu ile
işlemlerini tamamlayamayanlara 20.3.2005 tarihine kadar lisanssız olarak
faaliyetlerine devam etmeleri yolunda üç aylık ek süre
verilmiştir.
Ayrıca, 5015 sayılı Kanun'un "İdari Para Cezaları" başlıklı 19.
maddesinin 2. fıkrasının (b) bendinin (1) numaralı alt bendinde, lisans
almaksızın hak konusu yapılan tesislerin yapımına ve/veya işletimine başlanması
ile bunlar üzerinde tasarruf doğuracak işlemlerin yapılması hali birinci derece
kusur sayılarak ikiyüz milyar Türk Lirası ile cezalandırılacağı; aynı maddenin
4. fıkrasında da, anılan cezaların bayiler için beşte birinin uygulanacağı hüküm
altına alınmıştır.
Yukarıda yer alan Kanunun maddelerinin birlikte değerlendirilmesinden,
5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu yürürlüğe girmeden önce, bu Kanununun lisans
alınmasını zorunlu kıldığı bir faaliyeti yürüten gerçek ve tüzel kişilerin, bu
Kanunun yayımı tarihinden itibaren bir yıl içinde ve en son 20.12.2004 tarihine
kadar Kurum tarafından istenen bilgi ve belgelerle Kuruma başvurmak zorunda
oldukları, böyle bir başvurunun bulunması halinde işlemlerini
tamamlayamayanların Kurulca verilen üç aylık ek sürenin sonu olan 20.3.2005
tarihine kadar lisans almaksızın faaliyetlerine davam edebilecekleri, bu
tarihten sonra hiç bir şekilde lisans olmaksızın lisansa tabi bir faaliyetin
yürütülemeyeceği, yürütülmesinin tespit edilmesi halinde de Kanunda öngörülen
cezanın uygulanacağı anlaşılmaktadır.
Olayda ise, davacının, … adresinde 02.05.2001 tarihinden itibaren
akaryakıt istasyonu çalıştırdığı; anılan istasyon için 03.01.2005 tarihinde
lisans başvurusunda bulunduğu; 29.03.2005 tarihinde Enerji Piyasası Düzenleme
Kurulu'nca, davacının nüfus cüzdan sureti, istasyonun inşaat ruhsatı, ticaret
sicil kaydı ile bayilik sözleşmesinin eksik olduğundan bahisle davacıya eksik
evrak bildiriminin yapıldığı; davacının yukarıdaki adreste bulunan akaryakıt
istasyonunda tutulan, 19.07.2005 gün ve Seri A 001665 sayılı mühürleme
tutanağıyla bayilik lisansı olmadan faaliyette bulunduğunun tespit edildiği;
davacıdan istenilen eksik belgelerden oda sicil kaydının 22.07.2005, Delta
Petrol Ürünleri ile yapılan bayilik sözleşmesinin ise, 29.07.2005 tarihli
olduğu; davacının 11.08.2005 tarihinde de bayilik lisansı aldığı
anlaşılmaktadır.
Bu durumda, Kanun maddeleriyle olayın birlikte yorumlanmasından,
süresinde bayilik lisansı başvurusunda bulunmayan, mühürleme tutanağının
düzenlediği tarihte lisansı olmayan davacı hakkında kesilen idari para cezasında
mevzuata aykırılık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenle, dava konusu işlem Kanuna uygun olarak tesis
edildiğinden, davanın reddi gerektiği düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı Emin Celâlettin
ÖZKAN'ın Düşüncesi : Dava, lisans almadan petrol piyasasında faaliyette
bulunduğu gerekçesiyle davacıya verilen idari para cezasının iptali istemiyle
açılmıştır.
5015 sayılı Petrol Piyasası Kanununun 3/1-(b) maddesinde; "Akaryakıt
dağıtımı,taşıması ve bayilik faaliyetlerinin yapılması için lisans alınması
zorunludur." hükmü yer almış, 20/3.maddesinde,akaryakıt istasyonu kapsamında
sürdürülen bayilik faaliyetlerinin, bu Kanuna veya bu Kanuna istinaden çıkarılan
düzenlemelere aykırılığının Kurumca tespiti halinde,anılan istasyonda yapılan
akaryakıt ikmalinin Kurumca geçici veya süresiz olarak mühürleme suretiyle
durdurulacağı belirtilmiş,Kanunun Geçici 1.maddesinde de "Bu Kanunun yürürlüğe
girmesinden önce; 6326 sayılı Petrol Kanununa göre belge sahibi olan kişiler ile
Bakanlıkça yapılan düzenlemelere istinaden faaliyetlerine izin verilen akaryakıt
dağıtım ve pazarlama kuruluşlarının ilgili mevzuat kapsamında tanınan hak ve
menfaatleri ile yükümlülüklerine ilişin hükümler,bu Kanunda belirlenen süre ve
esaslar dahilinde faaliyeti ile ilgili lisans verilinceye kadar
saklıdır.
Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte fiilen, bu Kanunla yapılması için
lisans alınması gereken faaliyetleri yürüten kişiler, bu Kanunun yayımı
tarihinden (20.12.2003) sonra bir yıl içinde durumlarını bu Kanuna uygun hale
getirerek, Kurum tarafından istenecek bilgi ve belgelerle Kuruma başvurmak
zorundadır. Başvurusunu yapmış ancak işlemleri tamamlayamayan kişilerin
faaliyetlerinin devamı için, üç ayı aşmamak üzere ek süre verilmesinde kurum
yetkilidir.
Süresinde başvurmayan veya süresinde başvurduğu halde süresinde durumunu
bu Kanuna uygun hale getirmeyenlerin faaliyetleri, sürenin bitim tarihi
itibarıyla durdurulur. Daha önce verilen hak, izin ve yetki doğurucu her türlü
karar, işlem ve evrak başkaca bir işleme gerek kalmaksızın hükümsüz hale gelir."
hükmüne yer verilmiş bulunmaktadır.
Anılan Yasanın "İdari para cezaları" başlıklı 19.maddesinde ise; lisans
alınmaksızın lisansa tabi faaliyetlerin yapılması ve sahip olunan lisansın
verdiği haklar dışında faaliyet gösterilmesi halinde,sorumluları hakkında Yasada
öngörülen miktarda idari para cezası uygulanacağı
belirtilmiştir.
Dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesinden; davacının
mevzuatta öngörülen süre içerisinde lisans almaksızın akaryakıt piyasasında
faaliyette bulunduğu ve bu hususun yetkililerce tutanakla tespit edilip
mühürleme işlemi yapıldığı anlaşılmakta olup; davacının sabit olan bu faaliyeti
nedeniyle verilen dava konusu idari para cezasında mevzuata aykırılık
bulunmamaktadır.
Davacının diğer iddiaları ise yerinde
görülmemiştir.
Belirtilen nedenlerle, davanın reddine karar verilmesinin uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi'nce, Tetkik Hâkiminin açıklamaları
dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği
görüşüldü:
Dava, bayilik lisansı olmaksızın akaryakıt satışı yaptığından bahisle
tutulan tutanağa dayanılarak, davacıya idari para cezası verilmesine ilişkin
Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu'nun 13.10.2005 gün ve 563/591 sayılı kararının
iptali istemiyle açılmıştır.
5015 sayılı Petrol Piyasası Kanununun 3.maddesinin (a) fıkrasında, petrol
ile ilgili; rafinaj, işleme, madeni yağ üretimi, depolama, iletim, serbest
kullanıcı ve ihrakiye faaliyetlerinin yapılmasının ve bu amaçla tesis
kurulmasının ve/veya işletilmesinin, (b) bendinde; akaryakıt dağıtımı, taşıması
ve bayilik faaliyetlerinin yapılması için lisans alınmasının zorunlu olduğu;
19/2-b/1 maddesinde; lisans almaksızın hak konusu yapılan tesislerin yapımına
ve/veya işletimine başlanması ile bunlar üzerinde tasarruf hakkı doğuracak
işlemlerin yapılmasının birinci derece kusur sayılarak, sorumluları hakkında
idarî para cezası uygulanacağı; geçici 1.maddesinin 2.fıkrasında, Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihte fiilen, bu Kanunla yapılması için lisans alınması
gereken faaliyetleri yürüten kişilerin, bu Kanunun yayımı tarihinden sonra 1 yıl
içinde durumlarını bu Kanuna uygun hale getirerek Kurum tarafından istenecek
bilgi ve belgelerle Kuruma başvurmak zorunda olduğu, başvurusunu yapmış ancak
işlemleri tamamlayamayan kişilerin faaliyetlerinin devamı için üç ayı aşmamak
üzere ek süre verilmesinde Kurumun yetkili olduğu, 3 üncü fıkrasında; süresinde
başvurmayan veya süresinde başvurduğu halde süresinde durumunu bu Kanuna uygun
hale getirmeyenlerin faaliyetlerinin, sürenin bitim tarihi itibarıyla
durdurulacağı, daha önce verilen hak, izin ve yetki doğurucu her türlü karar,
işlem ve evrakın başkaca bir işleme gerek kalmaksızın hükümsüz hale geleceği;
17.06.2004 tarih ve 25495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Petrol Piyasası
Lisans Yönetmeliği'nin 5.maddesinin 1. ve 2.fıkralarında; lisansın, bir gerçek
veya tüzel kişinin piyasada faaliyet gösterebilmek için Kurumdan almak zorunda
olduğu izin belgesi olarak tanımlandığı, her bir piyasa faaliyeti ve piyasa
faaliyeti yürütülen her bir tesis için ayrı lisans alınacağı hükme
bağlanmıştır.
Bu kuralların birlikte değerlendirilmesi sonucunda, yasa koyucunun,
akaryakıt dağıtımı, taşıması ve bayilik faaliyetlerinin yapılması için lisans
alma zorunluluğunu getirdiği ve lisanssız faaliyet halinde idarî para cezası
verilmesini öngördüğü tartışmasızdır.
Bakılan uyuşmazlıkta, akaryakıt ticaretiyle uğraşan davacının iş yerinde,
bayilik lisansını ibraz etmediğinden bahisle, 5015 sayılı Kanun ve bu Kanuna
dayanılarak çıkarılan Petrol Piyasasında Yapılacak Denetimler ile Ön Araştırma
ve Soruşturmalarda Takip Edilecek Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik ile Petrol
Piyasasında Yapılacak Denetimler için Kamu Kurum ve Kuruluşları ile Özel Denetim
Kuruluşlarından Hizmet Alımına İlişkin Usul ve Esaslar ve İçişleri Bakanlığı ile
Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu Arasında Petrol Piyasasında Yapılacak Denetimlere İlişkin İşbirliği
Protokolü hükümleri doğrultusunda, petrol piyasasında lisans sahibi olmaksızın
bayilik faaliyetinde bulunulup bulunulmadığının tespiti amacıyla görevlendirilen
kamu personeli tarafından 19.07.2005 tarihinde mühürleme tutanağının tutulduğu;
bu tutanağa dayanılarak, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu'nun 13.10.2005 gün ve
563/591 sayılı kararı ile davacı adına, 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu'nun
19'uncu maddesinin 2'nci fıkrasının (b) bendi uyarınca, dava konusu edilen idari
para cezasının kesildiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda, davacının mevzuatta öngörülen süre içerisinde lisans
almaksızın akaryakıt piyasasında faaliyette bulunduğu ve bu hususun yetkililerce
tutanakla tespit edilip mühürleme işlemi yapıldığı anlaşılmakta olup; davacının
lisansa tabi olan bu faaliyeti nedeniyle lisans almaksızın faaliyette bulunduğu
açık olduğundan, dava konusu idari para cezasında mevzuata aykırılık
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle davanın reddine, aşağıda dökümü yapılan toplam 83,60
YTL yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına, ayrıca Avukatlık Asgari
Ücret Tarifesi uyarınca 400,00 YTL vekâlet ücretinin davacıdan alınarak davalı
idare vekiline verilmesine, artan 24.50 YTL posta giderinin istemi halinde
davacıya iadesine, 20.11.2006 tarihinde oybirliğiyle karar
verildi.
İHALE
İŞLERİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onüçüncü
Daire
Esas No : 2006/1168
Karar
No :
2006/4189
Özeti
: Hastane
temizlik hizmetinin; ameliyathane, yoğun bakım, yeni doğan gibi hijyenin üst
derecede sağlanması gereken üniteler bulunması ve tıbbi atık toplama ve bunları
depolama gibi apayrı uzmanlık gerektiren hizmetler içermesi nedeniyle, bina
temizlik hizmetlerinden nitelik, büyüklük, teçzihat, ekipman, malî güç, uzmanlık
ve personel organizasyonu açısından farklılık gösterdiği açık olduğundan, benzer
işi "hastane temizlik hizmetleri" ile sınırlandıran davalı idare işleminde
hukuka aykırılık bulunmadığı hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunanlar :
1- Kamu İhale Kurumu
Vekili : Av. …
2-Ankara Üniversitesi Rektörlüğü
Vekili : Av. …
Karşı Taraf :
… Otomotiv İnşaat Elektronik Gıda Ürünleri Özel Güvenlik ve
Koruma Hizmetleri Temizlik
Hizmetleri İlaç San. Ticaret Ltd. Şti.
Vekilleri
: Av. …, Av. …
İstemin Özeti : Ankara 3. İdare Mahkemesi'nin
09.12.2005 tarih ve E:2005/589,
K:2005/2020 sayılı kararının; idarece yapılan "benzer iş" belirlemesinin 4734
sayılı Yasaya aykırılık teşkil etmediği sonucuna varıldığından, davacının
itirazen şikâyetinin reddine yönelik dava konusu işlemde hukuka aykırılık
bulunmadığı ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma
verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hâkimi Erkan
DEMİRTAŞ'ın Düşüncesi : Hastane
temizlik hizmetinin; ameliyathane, yoğun bakım, yeni doğan gibi hijyenin üst
derecede sağlanması gereken üniteler bulunması ve tıbbi atık toplama ve bunları
depolama gibi apayrı uzmanlık gerektiren hizmetler içermesi nedeniyle,bina
temizlik hizmetlerinden nitelik, büyüklük, teczihat, ekipman, malî güç, uzmanlık
ve personel organizasyonu açısından farklılık gösterdiği
açıktır.
Açıklanan nedenle,benzer işi "hastane temizlik hizmetleri" ile
sınırlandıran davalı idare işleminde hukuka aykırılık bulunmadığından, davacının
itirazen şikâyetinin Kamu İhale Kurulunca reddedilmesine ilişkin işleme karşı
açılan davanın reddi gerekirken dava konusu işlemin iptaline ilişkin İdare
Mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Gülen
AYDINOĞLU'nun Düşüncesi : Kamu İhale Kurulu'nun itirazen şikayetin reddine
ilişkin işlemi ile Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İbn-i Sina Hastanesinin
muhtelif bölümlerinin genel temizlik hizmetleri satın alma ihalesinin iptali
istemiyle açılan davada, işlemin iptaline ilişkin idare mahkemesi kararının
temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Bakılan davada;
Davacı kurumun, iş deneyim belgesinin "Hastane temizlik hizmetlerine"
ilişkin bulunmadığı, Türk Telekomünikasyon A.Ş Genel Müdürlüğü ile ilgili
olduğu, hastane temizlik hizmetlerinin niteliği gereği, diğer temizlik
hizmetlerinden büyük farklılıklar gösterdiği, bu bakımdan hastane temizliğine
ilişkin kriterlerin esas alınması suretiyle şartnamede "benzer işin" hastane
temizlik hizmeti olarak sınırlandırıldığı görüldüğünden dava konusu ihale
işleminde ve davacının itirazen şikayet başvurusunun reddine ilişkin işlemde
isabetsizlik bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, temyize konu İdare Mahkemesi kararının bozulmasına
karar verilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi'nce Tetkik Hâkiminin açıklamaları
dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği
görüşüldü:
Dava, Kamu İhale Kurulunun 15.03.2005 tarih ve 2005/UH.Z-528 sayılı
itirazen şikâyetin reddine ilişkin kararı ile 2005 yılı 1000 Kişi ile Malzemeli
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İbn-i Sina Hastanesi-Morfoloji (Dekanlık)
Yönetim Blokları-İntaniye Binaları, Cebeci Hastanesi, Kalp Merkezi Dahil Tüm
Binalar Genel Temizlik Hizmetleri Satın Alma İhalesinin iptali istemiyle
açılmış, İdare Mahkemesi'nce; ihalelerde isteklilerin ekonomik ve malî
yeterliklerinin saptanması bakımından istenilecek iş deneyim belgelerinin ihale
konusu iş ya da benzer işe ilişkin olabileceği, dava konusu ihaleye ilişkin
Şartnamenin 7/4. maddesinde "hastane temizlik hizmetleri"nin benzer iş olarak
kabul edileceğinin belirtildiği ve bunun ihale konusu iş ile aynı nitelikte
deneyime işaret ettiği, Hizmet Alımı İhaleleri Uygulama Yönetmeliğindeki benzer
iş tanımına uygun bir belirleme yapılmadığı, ihale bedelinin yüksekliği ve işin
niteliği dikkate alındığında söz konusu yeterlik kriterinin ihalede geçerli
olması gereken temel ilkelerden olan rekabeti kısıtlayıcı sonuç doğurduğu,
nitekim 5 isteklinin teklif verdiği ihalede 7.785.000.000.000 lira teklif veren
davacı şirketin de değerlendirme dışı kalması sonucu teklif veren 3 firmanın
değerlendirmeye alındığı ve ihaleyi 8.338.706.240.000 lira teklif veren şirketin
kazandığı, diğer yandan davalı Ankara Üniversitesi Rektörlüğünce hastane
temizlik hizmetlerinin özel niteliği gereği benzer iş tanımında esneklik
gösterilmediği ileri sürülmekte ise de, bu özelliğin Şartnamenin teknik kısmında
öngörülen ve davacı şirket tarafından da yerine getirilmesi taahhüt edilen
koşullarla işin yapılması sürecinde dikkate alınacağının açık olduğu, bu
durumda, ihaleye ilişkin Şartnamede ihale konusu işle aynı nitelikte işi benzer
iş olarak tanımlayan Ankara Üniversitesi Rektörlüğü'nce, davacı şirketin Türk
Telekomünikasyon A.Ş. Genel Müdürlüğü'nde gerçekleştirdiği bedel yönünden de
yeterli olan işle ilgili iş deneyim belgesi geçersiz kabul edilerek ve sonucunda
değerlendirme dışı bırakılarak
yapılan ihalede ve bu ihale ile ilgili davacının itirazen şikâyet başvurusunun
reddedilmesine ilişkin 15.03.2005 tarih ve 2005/UH.Z-528 sayılı Kamu ihale
Kurulu kararında hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle dava konusu işlemin
iptaline karar verilmiş, bu karar davalı idareler tarafından temyiz
edilmiştir.
4734 sayılı Kamu İhale Kanunu'nun "Temel İlkeler" başlıklı 5. maddesinde,
idarelerin bu Kanuna göre yapılacak ihalelerde saydamlığı, rekabeti, eşit
muameleyi, güvenilirliği, kamuoyu denetimini, ihtiyaçların uygun şartlarla ve
zamanında karşılanmasını ve kaynakların verimli kullanılmasını sağlamakla
sorumlu olduğu belirtilmiş, aynı Kanunun 10. maddesinde, ihaleye katılacak
isteklilerden ekonomik ve mali yeterlik ile mesleki ve teknik yeterliklerinin
belirlenmesi için istenilecek bilgi ve belgeler arasında b/2 bendinde,
isteklinin ihale konusu veya benzer işlerde mal ve hizmet alımları için son beş
yıl içinde, yapım işleri için ise son on beş yıl içinde kamu veya özel sektörde
o işe ait sözleşme bedelinin en az %70'i oranında gerçekleştirdiği veya %50'si
oranında denetlediği veyahut gözettiği idarece kusursuz kabul edilen benzeri
işlerle ilgili deneyimini gösteren belgeler sayılmıştır.
Hizmet Alım İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinin "Tanımlar" başlıklı 3.
maddesinde, Benzer İş; ihale konusu hizmet veya hizmetin bölümleriyle nitelik ve
büyüklük bakımından benzerlik gösteren aynı veya benzer usullerle
gerçekleştirilen teçhizat, ekipman, mali güç ve uzmanlık ile personel ve
organizasyon gerekleri bakımından benzer özellik taşıyan hizmetler, İş Deneyim
Belgesi ise; isteklinin ihale konusu hizmet veya benzer hizmetlerdeki mesleki
deneyimini ortaya koyan ve bu Yönetmelikte yazılı esas ve usullere göre
düzenlenen, verilen ve değerlendirilen iş bitirme belgesi, iş denetleme belgesi
ve iş yönetim belgesi şeklinde tanımlanmıştır. Yönetmeliğin "yeterliğin
belirlenmesinde uyulacak ilkeler" başlıklı 35. maddesinin birinci fıkrasında;
"İsteklilerin ekonomik ve mali yeterlikleri ile mesleki ve teknik
yeterliklerinin değerlendirilmesi amacıyla idarelerce istenilecek her türlü
bilgi, belge, doküman ve değerlendirme kriterleri rekabeti engelleyici sonuç
doğuracak şekilde belirlenemez. Ayrıca yeterlik değerlendirmesinde kullanılacak
kriterler, ihale konusu işin özelliğine göre söz konusu hizmetin istekli
tarafından gerçekleştirilebilirliğini ölçecek nitelikte olmalıdır", 42/5.
maddesinde "İş deneyiminde değerlendirilecek benzer işler; ihale konusu hizmet
veya hizmetin bölümleriyle nitelik ve büyüklük bakımından benzerlik gösteren,
aynı veya benzer usullerle gerçekleştirilen, teçhizat, ekipman, mali güç ve
uzmanlık ile personel ve organizasyon gerekleri bakımından benzer özellik
taşıyan hizmetlerdir." kuralları getirilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden, Ankara Üniversitesi Döner Sermaye İşletme
Müdürlüğü'nce 28.02.2005 tarihinde açık ihale usulü ile yapılan 2005 yılı 1000
kişi ile Malzemeli İbn-i Sina Hastanesi Yönetim Blokları, Morfoloji, İntaniye
Binaları, Cebeci Hastanesi, Kalp Merkezi Dahil Tüm Binalar Genel Temizlik Hizmet
Alımı İşi İhalesinde İdarî Şartname'de benzer iş olarak "hastane temizlik
hizmetleri" ibaresine yer verildiği, davacı şirketin başvurusuna ilişkin ihale
dosyasında sunduğu iş deneyim belgelerinden birinin Türk Telekomünikasyon A.Ş.
Genel Müdürlüğü ile ilgili olması ve Şartnamede benzer iş olarak belirtilen
"Hastane Genel Temizlik Hizmetleri" kapsamında olmaması nedeniyle
değerlendirmeye alınmadığı, diğer belgenin ise bedel yönünden yetersiz olması
nedeniyle davacı şirketin teklifinin değerlendirme dışı bırakıldığı, Kamu ihale
Kurumu'na yaptığı itirazen şikâyet başvurusunun da Kurulun 15.03.2005 tarih ve
2005/UH.Z-528 sayılı kararıyla reddedilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı
anlaşılmaktadır.
Hastane temizlik hizmetinin; ameliyathane, yoğun bakım, yeni doğan gibi
hijyenin üst derecede sağlanması gereken üniteler bulunması ve tıbbi atık
toplama ve bunları depolama gibi apayrı uzmanlık gerektiren hizmetler içermesi
nedeniyle,bina temizlik hizmetlerinden nitelik, büyüklük, teçzihat, ekipman,
malî güç, uzmanlık ve personel organizasyonu açısından farklılık gösterdiği açık
olduğundan, benzer işi "hastane temizlik hizmetleri" ile sınırlandıran davalı
idare işleminde hukuka aykırılık bulunmaması nedeniyle, davacının itirazen
şikâyetinin Kamu İhale Kurulunca reddedilmesine ilişkin işleme karşı açılan
davanın reddi gerekirken dava konusu işlemin iptaline ilişkin İdare Mahkemesi
kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49.
maddesi uyarınca temyiz isteminin kabulüne, Ankara 3. İdare Mahkemesi'nin
09.12.2005 tarih ve E:2005/589,
K:2005/2020 sayılı kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere
dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, 03.11.2006 tarihinde oybirliğiyle
karar verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onüçüncü
Daire
Esas No : 2006/1694
Karar
No : 2006/4188
Özeti
: Aralarında
davacı şirketin ortağı olan diğer davacı … de bulunduğu 7 kişi hakkında ihaleye
fesat karıştırmak suçundan dolayı haklarında kamu davası açıldığının ve ihale
günü meydana gelen olaylarda davacı şirket yanlılarının ihaleye katılan diğer
firma elamanlarını zor kullanarak baskı altına almak istediklerinin anlaşılması
karşısında, ihaleye katılmamış olsa bile davacı şirket ve şirketin %88 hissesine
sahip ortağı … hakkında iki yıl süre ile kamu ihalelerine katılmaktan yasaklama
kararı verilmesine dair dava konusu işlemde, hukuka ve mevzuata aykırılık
bulunmadığı hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunanlar :
1-… Yemek Gıda Tem. San. ve Tic. A.Ş.
2- …
Vekilleri
: Av. …
Karşı Taraf :
Milli Savunma Bakanlığı - ANKARA
Vekili
: Av. …
İstemin Özeti : Ankara 3. İdare
Mahkemesi'nin 16.05.2005 tarih ve E:2004/2048, K:2005/760 sayılı kararının;
şirketle ve şahısla ilgisi bulunmayan ...'in fiilinden dolayı, salt haklarında
kamu davası açılmış olması ve 4734 sayılı Yasa ile düzenlenen üst sınırlardan
yasaklama kararı verilmesinin hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek bozulması
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Temyiz
isteminin reddi ile usul ve yasaya uygun olan idare mahkemesi kararının onanması
gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hâkimi Erkan
DEMİRTAŞ'ın Düşüncesi : Temyiz isteminin reddi gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Mehmet
KARAOĞLU'nun Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların
temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması
gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı
nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme
kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi'nce Tetkik Hâkiminin açıklamaları
dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği
görüşüldü:
Dava davacı şirket ve ortağının iki yıl süre ile kamu ihalelerine
katılmaktan yasaklanmasına ilişkin 11.06.2004 tarih ve 25489 sayılı işlemin
iptali istemiyle açılmış, idare mahkemesince; dava dosyasının incelenmesinden;
Bursa İç Tedarik Başkanlığınca 21.04.2004 tarihinde yapılan sıcak yemek hizmet
alımı ihalesine ... San. Tic. Ltd. Şti., ... Yemek Üretim A.Ş., ... Yemek San.
ve Tic. Ltd. Şti.'nin istekli olarak katıldıkları ve teklif verdikleri ihale
öncesinde (saat 9:45'te) nizamiye önünde ihaleye girmek isteyenlerin
toplandığının, bazı kişilerin aralarında hararetli konuşmalar yaparak
tartıştıklarının bölge başkanlığına bildirilmesi üzerine nizamiye bölgesinde
gerekli güvenlik tedbirlerinin alınarak ve
ihaleye istekli ve gözlemci olarak katılmak isteyenlerin içeri alınarak
Ordu Donatım Okulu ve Eğitim Merkez Komutanlığının sıcak yemek hizmet alımı işi
ihalesinin yapıldığının, nizamiye önünde yaşanan tartışma ve tartaklama olayına
ilişkin olarak tutanak tutulduğunun, ... San. Tic. Ltd. Şti.'nin şikâyeti
üzerine konunun incelenmesi neticesinde Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
davacı firma temsilcileri hakkında ihaleye fesat karıştırmak ve bu suça iştirak
etmek suçlarından Bursa 1. Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası açıldığının,
davacı firma temsilcilerinin fiillerinin 4734 sayılı Kanun'un 17. maddesi
kapsamında değerlendirilerek davacı şirket ve şirketin %88 hissesine sahip
ortağı ... hakkındaki iki yıl süre ile Kamu ihalelerine katılmaktan yasaklama
kararı verilmesi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığının anlaşıldığı,
21.04.2004 tarihinde meydana gelen olay hakkında Bursa Emniyet Müdürlüğünce
yürütülerek Cumhuriyet Başsavcılığına sunulan soruşturma evrakı ve eki
ifadelerde olaya karışanlar arasında yer alan ve davacı şirket ortaklarının
kardeşi olan ... Yemek San. çalışanı ...'in ifadelerinde; ... Firmasının
temsilcisi olan ... aracılığıyla telefonla görüşmek istediği Necati isimli
şahsın kendisi ile görüşmek istememesi ve kötü sözler safetmesi sonrasında
kendisine ters baktığından dolayı çok rahatsız olduğunu belirterek ...'nun
boğazını sıktığını kabul ettiği beyanında bulunduğu görülürken, davacı şirket
adına olaya katılan diğer şahısların da vermiş olduğu ifadelerde ...'in ...'yu
tartakladığı ve boğazını sıktığı yönünde ifadelerinin yer aldığı, bu durumda;
4734 sayılı Yasa hükümlerine göre ihaleye ilişkin işlemlere fesat karıştırmak
veya buna teşebbüs etmek fiil ve davranışlarında bulundukları tespit edilenler
hakkında bir yıldan az olmamak üzere iki yıla kadar ihalelerden yasaklama kararı
verilebileceği dikkate alındığında, Bursa 1. Asliye Ceza Mahkemesinin E:2004/355
esasında kayıtlı olarak görülmekte olan davada, aralarında davacı ...'in de
bulunduğu 7 kişi hakkında ihaleye fesat karıştırmak suçundan dolayı haklarında
kamu davası açıldığının ve ihale günü meydana gelen olaylarda davacı şirket
yanlılarının ihaleye katılan diğer firma elemanlarını zor kullanarak baskı
altına almak istediklerinin anlaşılması karşısında, davacı şirket ve şirketin
%88 hissesine sahip ortağı ... hakkında iki yıl süre ile kamu ihalelerine
katılmaktan yasaklama kararı verilmesine dair dava konusu işlemde hukuka ve
mevzuata aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş bu
karar davacılar tarafından temyiz edilmiştir.
Davanın yukarıda özetlenen gerekçeyle reddi yolundaki temyize konu Ankara
3. İdare Mahkemesi'nin 16.05.2005 tarih, E:2004/2048, K:2005/760 sayılı
kararında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49.maddesinin
1.fıkrasında sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, bozma istemi
yerinde görülmeyerek anılan Mahkeme kararının onanmasına, dosyanın adı geçen
Mahkemeye gönderilmesine 03.11.2006 tarihinde oyçokluğu ile karar
verildi
K
A R Ş I O
Y
Davacı şirketin ve bu şirketin ortağı olan Atilla Deniz'in 4734 sayılı
Kanun'un 58. maddesi uyarınca iki yıl süre ile kamu ihalelerine katılmaktan
yasaklanmasına ilişkin uyuşmazlık üzerine oluşturulan dosyanın incelenmesinden
ihaleye bizzat katılmayan davacı şirket ile yasak davranışta bulunan bir kişinin
davacı şirket ile ilgisinin bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Bu nedenle Kanunun 17. ve 58. maddelerinin davacılara uygulanamayacağı,
dolayısıyla İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği görüşüyle, karara
karşıyım.
ÖZELLEŞTİRME
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onüçüncü
Daire
Esas No : 2006/363
Karar
No :
2006/4219
Özeti
: - Limanların
4046 sayılı Kanun'un öngördüğü ekonomide verimlilik artışı ve kamu giderlerinde
azalma sağlama amacına uygun olarak, işletme hakkının verilmesi veya kiralanması
ve mülkiyetin devri dışındaki benzeri yöntemlerle özelleştirilmesinin mümkün
bulunduğu,
- TCDD Genel
Müdürlüğü'ne ait Mersin Limanı'nın özelleştirme programına alınmasına ve
özelleştirme yönteminin belirlenmesine ilişkin Özelleştirme Yüksek Kurulu'nun
30.12.2004 tarih ve 2004/128 sayılı kararında hukuka aykırılık görülmediği
hakkında.
Davacı
: Liman İş Sendikası
Vekili
: Av … - Av. …
Karşı Taraf :
Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı
Vekili
: Av… - Aynı
adreste
İstemin Özeti : TCDD Genel Müdürlüğü'ne
ait Mersin Limanı'nın özelleştirme programına alınmasına ve özelleştirme
yönteminin belirlenmesine ilişkin Özelleştirme Yüksek Kurulu'nun (Kurul)
30.12.2004 tarih ve 2004/128 sayılı kararının; söz konusu Limanın stratejik ve
verimli limanlar arasında olduğu, 4046 sayılı Kanunun 1. maddesinde öngörülen
ekonomide verimlilik artışı ve kamu giderlerinde azalma sağlamak amacına aykırı
olarak özelleştirme kapsamına alındığı, özelleştirme yönteminin muğlak
ifadelerle belirlenmesinin 4046 sayılı Kanunun 15 ve 37. maddelerine,
özelleştirme ile elde edilecek gelirlerin Bakanlar Kurulu Kararıyla belirlenecek
usul ve esaslar çerçevesinde TCDD Genel Müdürlüğü'ne (TCDD) devredilmesinin
anılan Kanunun 9. ve 10. maddelerine aykırılık teşkil ettiği ileri sürülerek
iptali istemiyle dava açılmıştır.
Savunmanın Özeti : Davacı
sendikanın dava açma ehliyetinin olmadığı, dava konusu işlemin kesin ve
yürütülmesi zorunlu bir işlem niteliği taşımadığı ve davanın süresinde
açılmadığı, uyuşmazlığa konu kararın eki gerekçede belirtilen gerekçelerle 4046
sayılı Kanun'un 1. maddesinde öngörülen özelleştirme amacı doğrultusunda Limanın
özelleştirme programına alındığı, anılan Kanunda belirtilen yöntemler dışında
bir usulün benimsenmediği, Limanın özelleştirilmesinde stratejik öneminin
dikkate alındığı ve konuyla ilgili düzenlemeler getirildiği, elde edilecek
gelirin TCDD Genel Müdürlüğü'ne aktarılmasında 4046 sayılı Kanuna aykırılık
bulunmadığı ileri sürerek davanın usul ve esastan reddi gerektiği
savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hâkimi Fikret ERKAN'ın Düşüncesi :
TCDD Genel Müdürlüğü'ne ait Mersin Limanı'nın özelleştirme programına alınmasına
ve özelleştirme yönteminin belirlenmesine ilişkin uyuşmazlık konusu Özelleştirme
Yüksek Kurulu'nun 30.12.2004 tarih ve 2004/128 sayılı kararının, söz konusu
Limanın özelleştirme programına alınmasına, özelleştirme yönteminin
belirtilmesine ve özelleştirme işlemleri için süre belirlenmesine yönelik
kısmının, dosyanın incelenmesi ve 4046 sayılı Özellleştirme Uygulamaları
Hakkında Kanunda öngörülen kapsam, amaç, ilke ve özelleştirme yöntemlerinin
birlikte değerlendirilmesinden, anılan Kanunda yer alan ilkelere ve özelleştirme
yöntemine uygun olarak, ekonomide verimlilik artışı ve kamu giderlerinde azalma
sağlamak amacına uygun şekilde tesis edildiği, anılan Kanun'un Özelleştirme
İdaresi Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri başlıklı 4.maddesi ile 17/C
maddesinde ifade edilen kamu iktisadî kuruluşlarının ve bunların müessese, bağlı
ortaklık, işletme ve işletme birimleri ile varlıklarının özelleştirme programına
alınmasına Kurulca karar verileceği, bunların mülkiyetin devri dışındaki
yöntemlerle yapılacak özelleştirme işlemlerinin idare tarafından yürütüleceği,
ancak bunların mülkiyetinin bağlı bulundukları kurum ve/veya kuruluşlara
aidiyeti ve statülerinin aynen devam edeceği hükmü dikkate alındığında
Limanın özelleştirme işlemleri
tamamlanıncaya kadar TCDD'nin yönetiminde kalmasına, özelleştirme sonrası bu
limanları devralacak yatırımcıların bakım, onarım ve diğer yükümlülüklerine
ilişkin denetim ve kontrollerin TCDD tarafından yerine getirilmesine ilişkin
kısmında hukuka aykırılık bulunmadığı, Limanın özelleştirilmesi sonucu elde
edilecek ve Kanunun 9. maddesi gereği yasal zorunluluk olarak Özelleştirilme
Fonuna aktarılacak gelirin ne kadarlık kısmının Hazineye aktarılmasını ifade
eden Mersin Limanının özelleştirilmesinden elde edilecek gelirin TCDD Genel
Müdürlüğüne devredilmesini teminen Hazineye aktarılmasına karar verilmesine
ilişkin kısmında da hukuka aykırı bir durum bulunmadığı gerekcesiyle davanın
reddi gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Ünal DEMİRCİ'nin
Düşüncesi : Dava, TCDD Genel Müdürlüğü'ne ait Mersin Limanının özelleştirme
programına alınmasına ve özelleştirme yönteminin belirlenmesine ilişkin
Özelleştirme Yüksek Kurulu'nun 30.12.2004 tarih ve 2004/128 sayılı kararının
iptali istemiyle açılmıştır.
Davalı idarenin usule ilişkin itirazları yerinde
görülmemiştir.
İşin esasına gelince;
4046 sayılı Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine ve Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 1. maddesinin
(A) fıkrasında, Kanunun amacının, bu maddede belirtilen ve Kanunun
uygulanmasında kuruluş adı ile anılacak olan kuruluşların ekonomide verimlilik
artışı ve kamu giderlerinde azalma sağlamak için özelleştirilmelerine ilişkin
esasları düzenlemek olarak belirtilmiş, aynı fıkranın (f) bendinde, bu Kanunun
35 inci maddesinin (B) fıkrasında belirtilen kamu iktisadi kuruluşlarının temel
kuruluş amaçlarına uygun mal ve hizmet üretim birimlerinin işletilmesi
haklarının, ekonomide verimlilik artışı ve kamu giderlerinde azalma sağlamak
için özelleştirilmelerine ilişkin esasları düzenlemek olduğu vurgulanmış, aynı
Kanunun 3. maddesinin 2. fıkrasının (a) bendinde de, bu Kanunun 1. maddesinde
sayılan "Özelleştirme Kapsamına" alınmasının Özelleştirme Yüksek Kurulunun
görevleri arasında sayıldığı, 15. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde, bu
Kanunun 35 inci maddesinin (B) bendinde belirtilen ve kamu hizmeti gören tekel
niteliğindeki mal ve hizmetleri üreten kamu iktisadi kuruluşları ile bunların
müessese, bağlı ortaklık, işletme ve işletme birimlerinin, işletme hakkının
verilmesi veya kiralanması ve mülkiyetin devri dışındaki benzeri diğer
yöntemlerle özelleştirilmesinin bu Kanun hükümleri çerçevesinde yapılacağı
kuralına yer verilmiş, 18. maddesinde, özelleştirme programına alınan
kuruluşların özelleştirilmesine ilişkin olarak özelleştirme yöntemleri, değer
tespiti ve ihale usulleri düzenlenmiş, 37. maddesinin (a) bendinde de, limanlar
hakkında mülkiyetin devri suretiyle özelleştirme yapılamayacağı
öngörülmüştür.
Yukarıda yer alan hükümlerin birlikte değerlendirilmesinden, Özelleştirme
Yüksek Kurulunca, kamu iktisadi kuruluşu niteliğini haiz TCDD Genel Müdürlüğü
tarafından işletilen limanların ekonomide verimlilik artışı ve kamu giderlerinde
azalma sağlamak amacıyla işletme hakkının verilmesi veya kiralanması yöntemiyle
ya da mülkiyetin devri dışındaki diğer yöntemlerle özelleştirme programına
alınabileceği sonucuna varılmaktadır.
Dosyanın incelenmesinden, Özelleştirme Yüksek Kurulu'nun 30.12.2004 tarih
ve 2004/128 sayılı kararıyla TCDD'ye ait Bandırma, İzmir, Samsun, Derince,
Mersin ve İskenderun limanlarının
özelleştirme programına alındığı, söz konusu limanların "işletme hakkı
verilmesi", "kiralama" ve/veya mülkiyetin devri dışındaki yöntemlerle
özelleştirilmelerine, özelleştirme işlemlerinin 12 ay içerisinde
gerçekleştirilmesine, anılan limanların özelleştirme işlemleri tamamlanıncaya
kadar TCDD'nin yönetiminde kalmasına, özelleştirme sonrası bu limanları
devralacak yatırımcıların bakım onarım ve diğer yükümlülüklerine ilişkin denetim
ve kontrollerinin TCDD tarafından yerine getirilmesine, bu limanların
özelleştirilmesi ile elde edilecek gelirlerin, Bakanlar Kurulu Kararıyla
belirlenecek usul ve esaslar çerçevesinde TCDD Genel Müdürlüğü'ne devredilmesini
teminen Hazineye aktarılmasına karar verildiği
anlaşılmaktadır.
Davacı sendika tarafından, söz konusu limanların stratejik ve verimli
limanlar olduğu, 4046 sayılı Kanunun 1. maddesinde öngörülen ekonomide
verimlilik ve kamu giderlerinde azalma sağlamak amacına aykırı olarak alelacele
özelleştirme kapsamına alındıkları, özelleştirme yönteminin muğlak ifadelerle
belirlenmesinin 4046 sayılı Kanunun 15 ve 37. maddelerine aykırılık teşkil
ettiği, özelleştirme ile elde edilecek gelirlerin, Bakanlar Kurulu Kararıyla
belirlenecek usul ve esaslar çerçevesinde TCDD Genel Müdürlüğü'ne
devredilmesinin 4046 sayılı Kanunun 9. maddesine aykırı olduğu ileri sürülerek
Özelleştirme Yüksek Kurulu kararının iptali istenilmekte ise de, söz konusu
limanın kârlı bir işletme olmasının tek başına özelleştirme programına
alınmasına engel teşkil etmeyeceği, limanların uluslararası rekabete açık olup
olmadığı hususunun da önem arz ettiği, özelleştirme yönteminin alternatifli
olarak belirlenmesinde de yasaya aykırılık olmadığı gibi, Mersin Limanının TCDD
Genel Müdürlüğü ile bağlantısının ve statüsünün devam etmesi nedeniyle
özelleştirmeden elde edilen gelirin TCDD Genel Müdürlüğüne aktarılmasını öngören
düzenlemede de yasaya aykırılık bulunmamaktadır.
Bu itibarla, Özelleştirme Yüksek Kurulunca 4046 sayılı Kanunun verdiği
yetkiye ve özelleştirme ilkelerine dayanılarak Mersin Limanının özelleştirme
programına alınmasında ve özelleştirme yönteminin belirlenmesine ilişkin
düzenlemede hukuka aykırı bir yön görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle davanın reddine karar verilmesinin uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi'nce Tetkik Hâkiminin açıklamaları
dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra uyuşmazlık, 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 38. maddesi uyarınca Dairemizin E:2005/9308 ve
2005/9561 esaslarına kayıtlı dosyalar ile bağlantılı görülerek işin gereği
görüşüldü:
Dava, TCDD Genel Müdürlüğü'ne ait Mersin Limanı'nın özelleştirme
programına alınmasına ve özelleştirme yönteminin belirlenmesine ilişkin
Özelleştirme Yüksek Kurulu'nun 30.12.2004 tarih ve 2004/128 sayılı
kararının iptali istemiyle
açılmıştır.
Davalı idarenin usüle ilişkin itirazı yerinde görülmemiştir.
Anayasa'nın "Devletleştirme ve Özelleştirme" başlıklı 47. maddesinin
üçüncü fıkrasında, "Devletin, kamu
iktisadi teşebbüslerinin ve diğer kamu tüzel kişilerinin mülkiyetinde bulunan
işletme ve varlıkların özelleştirilmesine ilişkin esas ve usuller kanunla
gösterilir." hükmü bulunmaktadır.
4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun'un "Amaç ve Kapsam" başlıklı 1.maddesinin
(A) fıkrasında, bu Kanunun amacının, bu maddede sayılan kuruluşların ekonomide
verimlilik artışı ve kamu giderlerinde azalma sağlamak için özelleştirilmesine
ilişkin esasları düzenlemek olduğu belirtilmiş, aynı fıkranın (f) bendinde; genel ve katma bütçeli
idarelerle bunlara bağlı döner sermayeli kuruluşların, mal ve hizmet üretim
birimleri ve varlıkları (baraj, gölet, otoyol, yataklı tedavi kurumları,
limanlar ve benzeri diğer mal ve hizmet üretim birimleri) ile bu Kanunun 35.
maddesinin (B) fıkrasında belirtilen kamu iktisadî kuruluşlarının temel kuruluş
amaçlarına uygun mal ve hizmet üretim birimlerinin işletilmesi hakları
özelleştirilebilecek kuruluşlar arasında sayılmıştır.
Kanun'un 2. maddesinde ise, özelleştirme uygulamalarındaki ilkeler
düzenlenmiş, kuruluşların özelliklerine ve içinde bulundukları şartlara göre
özelleştirme yöntemlerinin belirlenmesi, tekelci bir yapının olumsuz etkilerinin
önlenmesi, stratejik konularda devletin sahip olacağı imtiyazlı hisse
oluşturulması, özelleştirme işlemlerinin değer saptanması da dahil aleniyet içinde yürütülmesi
ilkeleri maddenin (b), (d), (g) ve (ı) fıkralarında sayılmıştır. Maddenin son
fıkrasında, Kanundaki amaç ve ilkeler doğrultusunda alınacak kararlarda
öncelikler ile bunların tabi olacağı özelleştirme uygulamalarına ilişkin esas ve
usullerin, kuruluşların nitelikleri ve ülke ekonomisinin gerektirdiği şartlar da
dikkate alınarak Kurul'ca saptanacağı hükme bağlanmıştır. Kanun'un 3/c
maddesinde de, kuruluşların; satış, kiralama, işletme hakkı devri, mülkiyetin
gayri aynî hakların tesisi ve işin gereğine uygun sair hukukî tasarruflar ile
devredilmelerine ilişkin özelleştirme yöntemlerinden hangisi ile
özelleştirileceğini belirlemenin Kurul'un görevleri arasında olduğu kuralına yer
verilmiştir. Anılan Kanun' un 15. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde, bu
Kanun'un 35. maddesinin (B) bendinde belirtilen ve kamu hizmeti gören tekel
niteliğinde mal ve hizmetleri üreten kamu iktisadî kuruluşları ile bunların
müessese, bağlı ortaklık, işletme ve işletme birimlerinin, işletme hakkının
verilmesi veya kiralanması ve mülkiyetin devri dışındaki benzeri diğer
yöntemlerle özelleştirilmesinin, bu Kanun hükümleri çerçevesinde yapılacağı, 37.
maddesinin (a) bendinde, limanlar hakkında mülkiyetin devri suretiyle
özelleştirme yapılamayacağı öngörülmüştür.
Kanun'un "Özelleştirme Fonu ve Kaynakları" başlıklı 9. maddesinde;
özelleştirme uygulamaları sonucu sağlanan tüm gelirler ile idareye devredilen
kuruluşlardan elde edilen temettüler ve özelleştirme uygulamaları çerçevesinde
ihraç edilecek her türlü menkul kıymet ile diğer kıymetli evrakın satışından
sağlanan gelirler, idareye devredilen kuruluşlara sağlanan finansmandan elde
edilen gelirler ve diğer mevzuat ile tahsis edilen kaynaklar ve sair gelirlerin,
ilgili kuruluşların bütçeleri dışında T.C. Ziraat Bankasında kurulacak
Özelleştirme Fonunda toplanacağı belirtilmiş, Fon'un kullanım alanları ise,
Kanun'un 10. maddesinde düzenlenerek anılan maddenin 23.05.2000 tarih ve
4568/2.maddesi ile değişik 3. fıkrasında, Fon'un nakit fazlasının, Hazinenin iç
ve dış borç ödemelerinde kullanılmak üzere Hazine hesaplarına intikal
ettirileceği, Fon'dan diğer
herhangi bir fona aktarma yapılamayacağı belirtilmiştir.
Yukarıda belirtilen mevzuat hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden,
Kanun'da "kuruluş" olarak sayılanların, Kurul'ca, belirtilen usul ve esaslar
çerçevesinde ekonomide verimlilik artışı ve kamu giderlerinde azalma sağlamak
için özelleştirilmesi yoluna gidebileceği, limanların da işletme hakkının
verilmesi veya kiralanması ve mülkiyetin devri dışındaki benzeri yöntemlerle
özelleştirilmesinin mümkün olduğu görülmektedir.
Uyuşmazlığa konu Kurul'un 30.12.2004 tarih ve 2004/128 sayılı kararıyla;
TCDD'ye ait Bandırma, İzmir, Samsun, Derince, Mersin ve İskenderun limanlarının
özelleştirme programına alındığı, söz konusu limanların "işletme hakkı
verilmesi", "kiralama" ve/veya mülkiyetin devri dışındaki yöntemlerle
özelleştirilmelerine, özelleştirme işlemlerinin 12 ay içerisinde
gerçekleştirilmesine, anılan limanların özelleştirme işlemleri tamamlanıncaya
kadar TCDD'nin yönetiminde kalmasına, özelleştirme sonrası bu limanları
devralacak yatırımcıların bakım onarım ve diğer yükümlülüklerine ilişkin denetim
ve kontrollerinin TCDD tarafından yerine getirilmesine, bu limanların
özelleştirilmesi ile elde edilecek gelirlerin, Bakanlar Kurulu Kararıyla
belirlenecek usul ve esaslar çerçevesinde TCDD'na devredilmesini teminen
Hazineye aktarılmasına karar verilmiştir. Bu kararda gerekçe olarak, "Ulaştırma
zincirinin bir halkası olan limanlar kara taşımacılık sistemi ile denizi
birleştiren noktalar olup, bir ülkenin sosyo-ekonomik gelişmesine katkı
sağlamakta ve bölgedeki endüstrinin büyümesine ve ticaretin gelişmesine yardımcı
olmaktadır. Ülkemizde ithalatın yaklaşık %90'ı, ihracatın ise %73'ü limanlar
vasıtasıyla yapılmaktadır. Dünyada değişen ekonomik şartlar, siyasi olaylar ve
teknolojik gelişmelere paralel olarak dünya ticaretinin ve ulaştırma sektörünün
rekabetçi bir pazar içerisinde olması nedeniyle limanlarda verilen hizmetlerin
etkinlik ve verimliliğini arttırmak ve dünya limanları ile rekabet edebilecek
şekilde rasyonel ve çağdaş işletmecilik esasları içerisinde çalışmak gereklidir.
1990'dan günümüze konteyner taşımacılığının yaklaşık 2,5 kat arttığı
görülmektedir. Dünya konteyner trafiğinin %25'i Akdeniz koridorunu
kullanmaktadır. Uzakdoğu ülkeleri ile Avrupa ülkeleri arasındaki uzun mesafe
konteyner taşımacılığında etkin olan taşımacılık firmaları Doğu Akdeniz'de
Damietta, Port Sait, Limasol, Larnaka, Valetta Pire, Ravenna gibi limanlarını
kullanmaktadır. Bu limanlar, sadece bir dağıtım merkezi olarak hizmet verdikleri
aktarma konteynerlerden büyük kazanç sağlamaktadırlar. Türkiye, Limanlarının
Akdeniz'deki konumunun ortaya koyduğu şansı henüz kullanamamıştır. Limanlarımız
önümüzdeki 10-15 yıl içerisinde artacak olan konteyner trafiğine cevap verecek
yeterli altyapı ve üst yapıya sahip olmamakta, gelişen teknolojiye ve taşıma
şekillerine zamanında ayak uyduramamakta, limanlarımızın rasyonel ve çağdaş
işletmecilik esasları içerisinde etkin ve verimli olarak çalıştırılamaması
nedeniyle liman hizmetleri zamanında ve gerektiği şekilde verilememekte, dünya
standartlarında çalışamamakta ve dolayısıyla bölge limanları ile rekabet şansı
düşük olmaktadır. Limanlarımızın gelişen teknoloji ve taşıma şekillerine ayak
uydurarak ülke ekonomisine daha fazla katkı sağlaması için Türkiye'nin ithalat
ve ihracat yüklerinin etkin, verimli, güvenilir ve hızlı olarak elleçlenmesini
sağlayacak şekilde geliştirilmesi, modernleştirilmesi, kapasitelerinin
arttırılması, transit taşımacılık trafiğinin geçiş koridoru olma özelliğini
kazanması, Akdeniz üzerinden yapılan taşımacılıkta konteyner trafiğine hizmet
veren Mersin ve Türkiye'nin batıya açılan en büyük ihracat limanı olan İzmir
Limanı'nın bölge limanlarıyla rekabet edebilecek bir ana aktarma limanı ve
dağıtım merkezi konumuna getirilmesi gerekmektedir. Orta Asya Cumhuriyetleri ile
yapılacak ekonomik işbirliği çerçevesinde ülkemizin bu alanda daha etkin bir rol
üstlenme amacına yönelik olarak Samsun Limanı önemli bir işlev üstlenecektir.
Son yıllarda artan konteyner trafiğine paralel olarak deniz taşımacılığında
önemli bir paya sahip ve uluslararası ticaret için lojistik bir platform olan
Türk Limanlarının özelleştirilmesi ile liman operasyonlarının etkinliği ve
verimliliği artacak, üst ve alt yapı yatırım gereksinimleri karşılanacak,
limanlar çağdaş işletmecilik anlayışı ve ticarî esaslara göre işletilecek, İzmir
ve Mersin Limanları ana aktarma ve dağıtım merkezi konumuna gelebilecek ve bunun
sonucunda da limanların bölge limanları ile rekabet şansı artacak olup, bölgesel
ve ulusal ekonomiye daha fazla katkı sağlayacak ayrıca istihdam artışı sağlanmış
olacaktır. Bu çerçevede TCDD'na ait Bandırma, İzmir, Samsun, Derince, Mersin ve
İskenderun limanlarının özelleştirme programına alınarak özelleştirilmesi uygun
görülmüştür." denilmiştir. Daha sonra değer tespit amacıyla danışmanlık hizmeti
veren Türkiye Sınaî Kalkınma Bankası A.Ş. tarafından hazırlanan değerleme
raporunda ise; gerek Mersin ili, gerekse Türkiye ekonomisi için önemli bir
işletme olan Mersin Limanının faaliyet performansının bölgedeki diğer sektörleri
de doğrudan etkilediği, halihazırda Mersin Limanının önemini koruduğu, ancak bu
öneme rağmen alt yapısal, teknolojik ve yönetimsel sorunlarla boğuşan bir yapı
içerisinde bulunduğu, günümüz rekabet şartlarında, sorunların ertelenmesi veya
çözüm bulunmaması durumunda, gerekli yatırımların yapılmayarak teknolojik olarak
geride kalma, yüksek ücretli ancak vasıfsız işgücü istihdam etme, nitelikli
hizmet vermeme, yasal çerçeve ve mevzuat eksikliği, mal ve hizmet güvenliğini
sağlayamama, finansal ödenek yetersizliği, merkezi ve bürokratik yapı diğer
unsurların etkisiyle işletmenin ekonomik öneminin de zaman içerisinde azalmaya
mahkûm olduğu, bu nedenlerden dolayı, yasal altyapı da oluşturacak çözüme
yönelik adımların bir an önce atılmasının ülkemiz ekonomisi için öncelik
taşıdığı belirtilmiştir.
Görüldüğü gibi, Mersin Limanının özelleştirme programına alınmasına ve
özelleştirme yönteminin belirlenmesine ilişkin dava konusu işlem, 4046 sayılı
Kanun'un öngördüğü, ekonomide verimlilik artışı ve kamu giderlerinde azalma
sağlamak amacıyla ve özelleştirme ilkesiyle uyumludur. Ayrıca anılan Limanın
işletme hakkı verilmesi yöntemiyle özelleştirilmesi de Kanuna uygun
bulunmaktadır.
Ayrıca, Kanun'un 17/C maddesinde; kamu iktisadî kuruluşlarının ve
bunların müessese, bağlı ortaklık, işletme ve işletme birimleri ile
varlıklarının özelleştirme programına alınmasına Kurulca karar verileceği,
bunların mülkiyetin devri dışındaki yöntemlerle yapılacak özelleştirme
işlemlerinin idare tarafından yürütüleceği, bunların mülkiyetinin bağlı
bulundukları kurum ve/veya kuruluşlara aidiyeti ve statülerinin aynen devam
edeceği hükmü ile Limanın özelleştirme yöntemi ve Kanunda Özelleştirme İdaresi
Başkanlığının kuruluş ve görevleri ve işletme hakkı devri süresi bitimi sonrası
limanın bağlı olduğu kuruluşa dönmesi zorunluluğu dikkate alındığında,
uyuşmazlık konusu işlemin, Limanın özelleştirme işlemleri tamamlanıncaya kadar
TCDD'nın yönetiminde kalmasına, özelleştirme sonrası bu limanları devralacak
yatırımcıların bakım, onarım ve diğer yükümlülüklerinin denetim ve kontrollerin
TCDD tarafından yerine getirilmesine ilişkin kısmında da hukuka aykırılık
görülmemiştir. Öte yandan, Kanun'un yukarıda anılan 9. maddesi gereği,
özelleştirme uygulamaları sonucu sağlanan tüm gelir ve kaynaklarının
Özelleştirme Fonu'nda toplanmasının zorunlu olmasına ve yine Kanunun 10.
maddesinde gösterilen Özelleştirme Fonu'nun kullanım alanları ile Özelleştirme
Fonu'nun nakit fazlasının, Hazinenin iç ve dış borç ödemelerinde kullanılmak
üzere Hazine hesabına intikal ettirileceği kuralı ve Limanın özelleştirme
programına alınmış olmakla birlikte, TCDD ile bağlantısının ve statüsünün devam
etmesi durumu birlikte değerlendirildiğinde, ilgili kuruluş olan TCDD'na nakit
devrinin gerçekleştirilebilmesini sağlamak için elde edilecek ve esasen Fon'da
toplanacak gelirlerin ne kadarlık
kısmının ilgili kuruluşa devri anlamında Hazineye aktarılmasına karar
verilmesinde de hukuka aykırılık saptanmamıştır.
Açıklanan nedenlerle, yasal dayanağı bulunmayan davanın reddine,
yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına, yürürlükte bulunan
Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca belirlenen 400.00.-YTL avukatlık
ücretinin davacıdan alınarak davalı idareye verilmesine, artan posta giderinin
istemi halinde davacıya iadesine, 07.11.2006 tarihinde oybirliğiyle karar
verildi.
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onüçüncü
Daire
Esas No : 2005/9561
Karar
No :
2006/4222
Özeti
: TCDD
Genel Müdürlüğü'ne ait Mersin
Limanı'nın 36 yıl süre ile "işletme hakkı verilmesi" yöntemiyle özelleştirilmesi
amacıyla davalı idarece 12.08.2005 tarihinde yapılan ihale sonucu İhale Şartları
Belgesi çerçevesinde işletme hakkının devrine ilişkin 07.11.2005 tarih ve
2005/120 sayılı Özelleştirme Yüksek Kurulu kararının; 4046 sayılı Kanunda
öngörülen düzenlemelere uygun olarak yapılan özelleştirme ve ihale sürecinin
onanmasına ilişkin olması, Rekabet Kurulu tarafından ihaleye katılan ortak
girişim gruplarından herhangi birinin Mersin Limanı'nın işletme hakkını
devralması işlemine izin verilmesi ve Rekabet Kurulu kararı idarî davaya konu
edilmediğinden toplantı ve karar yeter sayısına ilişkin davacı iddialarının bu
aşamada incelenmesine olanak bulunmaması nedeniyle hukuka uygun bulunduğu
hakkında.
Davacı
: Liman İş Sendikası
Vekili
: Av. … - Av. …
Karşı Taraf :
Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı
Vekili
: Av. …
İstemin Özeti : TCDD Genel Müdürlüğü'ne (TCDD) ait Mersin
Limanı'nın 36 yıl süre ile "işletme hakkı verilmesi" yöntemiyle özelleştirilmesi
amacıyla davalı idarece 12.08.2005 tarihinde yapılan ihale sonucu İhale Şartları
Belgesi çerçevesinde işletme hakkının devrine ilişkin 07.11.2005 tarih ve
2005/120 sayılı Özelleştirme Yüksek Kurulu (Kurul) kararının; Mersin Limanı'nın
Rekabet Kurulu görüşü doğrultusunda iki kısım halinde özelleştirilmesi
gerekirken, tek parça olarak ihale açıldığı, sonradan verilen iznin sakat işleme
sıhhat kazandıramayacağı, Limanının
ihaleye çıkarılmasına ilişkin davalı idare işleminin iptali istemiyle açılan
davada Mersin İdare Mahkemesince yürütmenin durdurulması kararı verilmesine
karşın ihale sürecine devam edilerek yargı kararına uyulmadığı, söz konusu
Limanın işletme hakkının devri imtiyaz sözleşmesi ile yapılacağından Danıştay'ın
düşüncesini bildirmesinden sonra Taslak olmaktan çıkmasına karşın, uyuşmazlık
konusu kararın 2. bendinde, Mersin Limanının işletme hakkının devrine ilişkin
her türlü işlemin, İhale Şartları Belgesi ve ekleri ile Nihaî İşletme Hakkı
Devri Sözleşmesi Taslağı çerçevesinde gerçekleştirileceğinin belirtildiği,
Mersin Limanının özelleştirme yoluyla devredilmesine izin veren Rekabet Kurulu
kararının verilmesi sırasında 4054 sayılı Kanunda öngörülen toplantı ve karar
yeter sayısına uyulmadığı ileri sürülerek iptali
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Davacı
sendikanın dava konusu işleme ilişkin dava açma ehliyetinin bulunmadığı, Mersin
İdaresi Mahkemesi tarafından Limanın ihaleye açılmasına ilişkin işleme yönelik
verilen yürütmenin durdurulması kararının itiraz üzerine Adana Bölge İdare
Mahkemesi tarafından kaldırıldığı, Mersin Limanı İşletme Hakkı Devir Sözleşmesi
imtiyaz sözleşmesi niteliğinde olduğundan, sözleşme taslak metninin taraflarca
paraflanarak Danıştay'ın görüşüne sunulduğu, davacının bu hususlara yönelik
iddialarının dayanağı bulunmadığı dava konusu işlemin Kanun ve usule uygun
olarak tesis edildiği ileri sürülerek davanın usul ve esastan reddi gerektiği
savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hâkimi Fikret ERKAN'ın Düşüncesi :
4046 sayılı Kanunda öngörülen düzenlemelere uygun olarak yapılan özelleştirme ve ihale sürecinin
onaylanmasına ilişkin dava konusu Özelleştirme Yüksek Kurulu kararında hukuka
aykırı bir yön bulunmadığından davanın reddi gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Ünal DEMİRCİ'nin
Düşüncesi : Dava, TCDD Genel Müdürlüğü'ne ait Mersin Limanının 36 yıl süre
ile işletme hakkı verilmesi yöntemiyle özelleştirilmesi amacıyla 12.8.2005
tarihinde yapılan ihale sonucu İhale Şartları Belgesi çerçevesinde işletme
hakkının devrine ilişkin Özelleştirme Yüksek Kurulu'nun 7.11.2005 tarih 2005/120
sayılı kararının iptali istemiyle açılmıştır.
Davalı idarenin usule ilişkin itirazları yerinde
görülmemiştir.
İşin esasına gelince;
4046 sayılı Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine ve Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 1. maddesinin
(A) fıkrasında, Kanunun amacının, bu maddede belirtilen ve Kanunun
uygulanmasında kuruluş adı ile anılacak olan kuruluşların ekonomide verimlilik
artışı ve kamu giderlerinde azalma sağlamak için özelleştirilmelerine ilişkin
esasları düzenlemek olarak belirtilmiş, aynı fıkranın (f) bendinde, bu Kanunun
35 inci maddesinin (B) fıkrasında belirtilen kamu iktisadi kuruluşlarının temel
kuruluş amaçlarına uygun mal ve hizmet üretim birimlerinin işletilmesi
haklarının, ekonomide verimlilik artışı ve kamu giderlerinde azalma sağlamak
için özelleştirilmelerine ilişkin esasları düzenlemek olduğu vurgulanmış, 3.
maddesinin (c) fıkrasında, kuruluşların, satış, kiralama, işletme hakkı devri,
mülkiyetin gayri aynî hakların tesisi ve işin gereğine uygun sair tasarruflar
ile devredilmesine ilişkin özelleştirme yöntemlerinin hangisi ile
özelleştirileceğini belirlemenin Özelleştirme Yüksek Kurulu'nun görevleri
arasında olduğu hükme bağlanmış, 15. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde,
bu Kanunun 35 inci maddesinin (B) bendinde belirtilen ve kamu hizmeti gören
tekel niteliğindeki mal ve hizmetleri üreten kamu iktisadi kuruluşları ile
bunların müessese, bağlı ortaklık, işletme ve işletme birimlerinin, işletme
hakkının verilmesi veya kiralanması ve mülkiyetin devri dışındaki benzeri diğer
yöntemlerle özelleştirilmesinin bu Kanun hükümleri çerçevesinde yapılacağı
kuralına yer verilmiş, 18. maddesinde, özelleştirme programına alınan
kuruluşların özelleştirilmesine ilişkin olarak özelleştirme yöntemleri, değer
tespiti ve ihale usulleri düzenlenmiş, 37. maddesinin (a) bendinde de, limanlar
hakkında mülkiyetin devri suretiyle özelleştirme yapılamayacağı
öngörülmüştür.
Yukarıda yer alan hükümlerin birlikte değerlendirilmesinden, Özelleştirme
Yüksek Kurulunca, kamu iktisadi kuruluşu niteliğini haiz TCDD Genel Müdürlüğü
tarafından işletilen limanların mülkiyetin devri dışında bir yöntemle
özelleştirebileceği, bu bağlamda işletme hakkı verilmesi suretiyle özelleştirme
yoluna gidebileceği sonucuna varılmaktadır.
Dosyanın incelenmesinden, Özelleştirme Yüksek Kurulu'nun 30.12.2004 tarih
ve 2004/128 sayılı kararıyla TCDD Genel Müdürlüğü'ne ait Mersin Limanının
özelleştirme programına alınmasına, işletme hakkı verilmesi, kiralama ve/veya
mülkiyetin devri dışındaki diğer yöntemlerle özelleştirilmesine karar verildiği,
Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'nın 10.02.2005 tarih ve 1469 sayılı yazısıyla
Rekabet Kurumu Başkanlığı'na başvurularak ihale şartları belgesinin hazırlığına
esas olacak Rekabet Kurumu görüşünün bildirilmesinin istenildiği, Rekabet Kurumu
tarafından 1.4.2004 tarih ve 1040 sayılı yazı ile Rekabet Kurumu 4. Daire
Başkanlığınca hazırlanan Mesleki Daire Görüşü Özelleştirme İdaresi Başkanlığına
gönderilerek bu görüşe yönelik görüşlerinin sorulduğu, Özelleştirme İdaresi
Başkanlığının 14.04.2005 tarih ve 5217 sayılı yazısıyla Mesleki Daire Görüşüne
yönelik görüşünü Rekabet Kurumuna bildirdiği, Rekabet Kurulu'nun 6.5.2005 tarih
ve 05-31 sayılı, "Mersin Limanının, konteyner elleçlemeye ayrılmış rıhtımlar ve
geri alanlarının tek teşebbüs hakimiyetinde olmamasını teminen, konteyner
rıhtımlarının bütünlüğünü bozmayacak bir biçimde 7-8-9-10-11 ile 12-13 numaralı
rıhtımların geri alanları ile birlikte bir paket halinde ve 20-21 numaralı
rıhtımlar ve geri alanları ile Sahil Güvenlik tarafından kullanılan alana
bitişik, alan betonlama ve tarama işlemleri tamamlanmış rıhtım ve geri alanının
ise ayrı bir paket olarak iki farklı teşebbüs ve/veya teşebbüs birliğinin
işletmesine verilmek üzere özelleştirilmesine, ... Alıcı adayları belli olduktan
sonra 4054 sayılı Kanunun 7. maddesi ile 1997/1 ve 1998/4 sayılı Tebliğler
uyarınca konunun tekrar değerlendirileceğine" dair kararının 24.05.2005 tarih ve
1785 sayılı yazı ile Rekabet Kurulu görüşü olarak Özelleştirme İdaresi
Başkanlığı'na bildirdiği, Özelleştirme Yüksek Kurulu'nun 2.6.2005 tarih ve
2005/54 sayılı kararı ile Mersin Limanının işletme hakkının verilmesi yöntemiyle
özelleştirilmesine karar verildiği, Değer Tespit Komisyonunca Mersin Limanının
36 yıl süre ile işletme hakkı değerinin 4046 sayılı Kanunda öngörülen değer
tespit yöntemlerden ikisi (indirgenmiş nakit akımları ve amortize edilmiş
yenileme değeri) uygulanmak suretiyle belirlendiği, Özelleştirme İdaresi
Başkanlığı'nın 8.6.2005 tarih ve 836 sayılı oluru ile Mersin Limanının 36 yıl
süreyle işletme hakkının verilmesi yöntemiyle özelleştirilmesi amacıyla kapalı
zarf içinde teklif almak ve sonrasında görüşmeler yapmak suretiyle pazarlık
usulü ile ihaleye çıkarılmasına karar verildiği, 12.8.2005 tarihinde yapılan
ihale sonucunda Mersin Limanının özelleştirildiği, Rekabet Kurulu tarafından
15.9.2005 tarih ve 05-58/855-231 sayılı toplantıda alınan kararla; ihalede en
yüksek teklif veren ... ile ikinci en yüksek teklif veren ... ortak girişim
gruplarından herhangi birisinin Mersin Limanının işletme hakkını devralması
işlemine izin verildiği, dava konusu kararla en yüksek teklifi veren ...
firmasına İhale Şartları Belgesi çerçevesinde işletme hakkının 36 yıl süre ile
verilmesi yöntemiyle özelleştirme işleminin gerçekleştirildiği
anlaşılmaktadır.
Dava konusu olayda, davacı sendika tarafından, Mersin Limanının Rekabet
Kurulu'nun kararı doğrultusunda iki kısım halinde özelleştirilmesi gerekirken,
tek parça olarak ihaleye çıkartıldığı, Rekabet Kurulu'nun ön bildirimde verdiği
karara aykırı olarak yapılan başvuruyu karara bağlayamayacağı, sonradan verilen
onayın sakat işleme sıhhat kazandıramayacağı, ihale prosedürüne ve Kamu İhale
Kanununa aykırı bir yöntem izlendiği, ihale şartlarının sözleşme ile
değiştirilmesinin öngörüldüğü ileri sürülerek ihalenin iptali
istenilmektedir.
Bu durumda, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'nın 8.6.2005 tarih ve 836
sayılı oluru ile Mersin Limanının 36 yıl süreyle işletme hakkının verilmesi
yöntemiyle özelleştirilmesi amacıyla kapalı zarf içinde teklif almak ve
sonrasında görüşmeler yapmak suretiyle pazarlık usulü ile ihaleye çıkarılmasına
karar verilmesi üzerine Özelleştirme İdaresi Başkanlığınca 12.8.2005 tarihinde
yapılan ihale sonucunda Değer Tespit Komisyonunca belirlenen işletme hakkı
değerinin çok üstünde teklif sunan firmalardan en yüksek teklifi veren firmaya
İhale Şartları Belgesi çerçevesinde işletme hakkının devrine ilişkin
Özelleştirme Yüksek Kurulu kararında yasaya ve hukuka aykırı bir yön
görülmemiştir.
Davacı sendikanın diğer iddiaları da işlemi kusurlandıracak nitelikte
görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle davanın reddine karar verilmesinin uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi'nce Tetkik Hâkiminin açıklamaları
dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği
görüşüldü:
Dava, TCDD Genel
Müdürlüğü'ne ait Mersin Limanı'nın 36 yıl süre ile "işletme hakkı verilmesi"
yöntemiyle özelleştirilmesi amacıyla davalı idarece 12.08.2005 tarihinde yapılan
ihale sonucu İhale Şartları Belgesi çerçevesinde işletme hakkının devrine
ilişkin 07.11.2005 tarih ve 2005/120 sayılı Özelleştirme Yüksek Kurulu kararının
iptali istemiyle açılmıştır.
Davalı idarenin usule ilişkin itirazı yerinde görülmeyerek işin esasına
geçildi.
4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun'un "Amaç ve Kapsam"
başlıklı 1.maddesinin (A) fıkrasında, bu Kanunun amacının, bu maddede sayılan
kuruluşların ekonomide verimlilik artışı ve kamu giderlerinde azalma sağlamak
için özelleştirilmesine ilişkin esasları düzenlemek olduğu belirtilmiştir.
Kanun'un 2. maddesinde özelleştirme uygulamalarındaki ilkeler sayıldıktan sonra,
3/c maddesinde de, kuruluşların; satış, kiralama, işletme hakkı devri,
mülkiyetin gayrî ayni hakların tesisi ve işin gereğine uygun sair hukukî tasarruflar ile
devredilmelerine ilişkin özelleştirme yöntemlerinden hangisi ile
özelleştirileceğini belirlemenin Kurul'un görevleri arasında olduğu kuralı yer almıştır. Anılan Kanun'un 15.
maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde de, bu Kanun'un 35. maddesinin (B)
bendinde belirtilen ve kamu hizmeti gören tekel niteliğinde mal ve hizmetleri
üreten kamu iktisadî kuruluşları ile bunların müessese, bağlı ortaklık, işletme
ve işletme birimlerinin, işletme hakkının verilmesi veya kiralanması ve
mülkiyetin devri dışındaki benzeri diğer yöntemlerle özelleştirilmesinin, bu
Kanun hükümleri çerçevesinde yapılacağı belirtilerek, 18. maddesinde,
özelleştirme programına alınan kuruluşların özelleştirilmesine ilişkin olarak
özelleştirme yöntemleri, değer tespiti ve ihale usulleri düzenlenmiş, 37.
maddesinin (a) bendinde de, limanlar hakkında mülkiyetin devri suretiyle
özelleştirme yapılamayacağı kurala bağlanmıştır.
Dava dosyasının incelenmesinden, Kurul'un 30.12.2004 günlü, 2004/128
sayılı kararıyla; TCDD'na ait İzmir, Mersin, Derince, İskenderun, Bandırma ve
Samsun limanlarının özelleştirme programına alındıktan sonra İhale Şartları
Belgesinin hazırlığına esas olacak Rekabet Kurulu görüşünün bildirilmesi
istemiyle Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'nın 10.02.2005 günlü, 1469 sayılı yazı
ile Rekabet Kurumu Başkanlığına başvurduğu,1998/4 no.lu Tebliğde öngörülen süreç
sonucunda Rekabet Kurulunun 06.05.2005 günlü, 05-31 sayılı toplantısında yaptığı
değerlendirmede; Mersin Limanının, A) Konteyner elleçlemeye ayrılmış rıhtımlar
ve geri alanlarının tek teşebbüs hakimiyetinde olmamasını teminen, konteyner
rıhtımlarının bütünlüğünü bozmayacak bir biçimde 7-8-9-10-11 ile 12-13 numaralı
rıhtımların geri alanları ile birlikte bir paket halinde ve 20-21 numaralı
rıhtımlar ile geri alanları ile Sahil Güvenlik tarafından kullanılan alana
bitişik, alan betonlama ve tarama işlemleri tamamlanmış rıhtım ve geri alanının
ise ayrı bir paket olarak iki farklı teşebbüs ve/veya teşebbüs birliğinin
işletmesine verilmek üzere özelleştirilmesine; B) Konvansiyonel yük elleçlemeye
ayrılmış rıhtımlar ve geri alanları ile yolcu gemileri için ayrılmış olan rıhtım
ve ilgili tesislerinin aynı teşebbüs ve/veya teşebbüs birliğinin işletmesine
verilmesinde sakınca bulunmadığı, bu sebeple birlikte özelleştirilebileceği,
alıcı adayları belli olduktan sonra 4054 sayılı Kanun'un 7. maddesi ile 1997/1
ve 1998/4 sayılı Tebliğler uyarınca konunun tekrar değerlendirileceği yolunda
görüş oluşturulduğu, Rekabet Kurumu tarafından da bu görüşün 24.05.2005 tarih ve
1785 sayılı yazı ile Özelleştirme İdaresi Başkanlığına bildirildiği, ancak,
Özelleştirme Yüksek Kurulu'nun 02.06.2005 günlü, 2005/54 sayılı kararıyla Mersin
Limanının tamamının bir bütün olarak
işletme hakkının verilmesi yöntemiyle özelleştirilmesine karar verilmesi
üzerine Özelleştirme İdaresi Başkanlığının 08.06.2005 günlü, 836 sayılı oluru
ile Mersin Limanının 36 yıl süreyle
işletme hakkının verilmesi yöntemiyle özelleştirilmesi amacıyla ihaleye
çıkarılmasına karar verildiği, ihale şartnamesinde belirtilen usul ve koşullarla
yukarıda anılan Kanun hükümlerine uygun olarak ihaleye çıkarıldığı,Yasaya uygun
oluşturulan değer tespit komisyonunca, danışmanlık hizmeti veren Türkiye Sınaî
Kalkınma Bankası A.Ş.'ne yaptırılan değerleme raporu ve değer tespit sonuç
raporundaki veriler esas alınarak, indirgenmiş nakit akımı uygulamasıyla bulunan
36 yıllık sınırlı süreli işletme hakkı devri değerinin 298 milyon ABD Doları
tespit edildiği, bu değer esas alınarak ihale aşamasında uygulanan pazarlık
usulü ile yapılan ihaleye üç teklif sahibinden kapalı zarf içeresinde teklif
alınmak suretiyle başlandığı, bir elemesiz turdan oluşan pazarlık görüşmeleri
sonucu,açık artırmaya geçildiği, İhale Komisyonu tarafından 12.08.2005 tarihinde
açık artırma suretiyle yapılan görüşmelerde, en son turda ve nihaî olarak
755.000.000 ABD Doları ile en yüksek teklifi veren ... Ortak Girişim Grubuna
İhale Şartları Belgesi çerçevesinde işletme hakkının devredilmesine, ... Girişim
Grubunun devir sözleşmesini imzalamaktan imtina etmesi veya diğer
yükümlülüklerini yerine getirmemesi halinde, teminatın İdare lehine irat
kaydedilerek 750.000.000 ABD Doları bedelle ikinci teklifi veren ...'e ihale
şartları belgesi çerçevesinde işletme hakkının devredilmesine, ...'nin devir
sözleşmesi imzalamaktan imtina etmesi veya değer yükümlülükleri yerine
getirmemesi halinde, teminatın idare lehine irat kaydedilmesine ve ihalenin
iptal edileceği yolunda karar verildiği, bu ihalede en yüksek teklifi veren ...
Ortak Girişim Grubu ve ... için Rekabet Kurulu'ndan izin alınması istemiyle
başvurulduğu ve Rekabet Kurulu'nun 15.09.2005 günlü, 05-58/855-231 sayılı
kararıyla adları belirtilen Ortak Girişim Gruplarından herhangi birisinin
Limanın işletme hakkını devralması işlemine izin verdiği
anlaşılmaktadır.
Dava konusu işlemle de, "Kurulumuzun 30.12.2004 tarih ve 128 sayılı
kararı ile özelleştirme programına alınan ve Kurulumuzun 02.06.2005 tarih ve
2005/54 sayılı kararı ile "İşletme Hakkının Verilmesi" yöntemiyle
özelleştirilmesine karar verilen T.C. Devlet Demiryolları İşletme Genel
Müdürlüğü'ne ait Mersin Limanının, bahse konu kararlar çerçevesinde "İşletme
Hakkının Verilmesi" yöntemiyle özelleştirilmesi amacıyla Özelleştirme İdaresi
Başkanlığı tarafından yapılan ihale
sonucunda,
1-Mersin Limanının;
-755.000.000 (Yediyüzellibeşmilyon) ABD Doları bedelle en yüksek teklifi
veren ... Ortak Girişim Grubu'na İhale Şartları Belgesi çerçevesinde işletme
hakkının devredilmesine, ... Ortak Girişim Grubu'nun devir sözleşmesini
imzalamaktan imtina etmesi veya diğer yükümlülüklerini yerine getirmemesi
halinde 15.000.000 (Onbeşmilyon) ABD Doları geçici teminatının İdare lehine irat
kaydedilmesine,
-750.000.000 (Yediyüzellimilyon) ABD Doları bedelle ikinci teklifi veren
...'ye İhale Şartları Belgesi çerçevesinde işletme hakkının devredilmesine,
...'nin devir sözleşmesini imzalamaktan imtina etmesi veya diğer
yükümlülüklerini yerine getirmemesi halinde 15.000.000 (Onbeşmilyon) ABD Doları
geçici teminatının İdare lehine irat kaydedilmesine ve Mersin Limanı'nın
özelleştirilmesi ihalesinin iptal edilmesine,
2-Mersin Limanının işletme hakkının devrine ilişkin her türlü işlemin,
İhale Şartları Belgesi ve ekleri ile Nihaî İşletme Hakkı Devri Sözleşme Taslağı
çerçevesinde gerçekleştirilmesine ve bu karara ilişkin gereklerin yerine
getirilmesi hususunda İdare'nin yetkili kılınmasına" karar
verilmiştir.
Diğer taraftan, dava konusu işlemden önce tesis edilen Mersin Limanı'nın
özelleştirme programına alınmasına ve özelleştirme yönteminin belirlenmesine
ilişkin Özelleştirme Yüksek Kurulu'nun 30.12.2004 tarih ve 2004/128 sayılı
kararının iptali istemiyle açılan
davada; Dairemizin 01.11.2006 tarih
ve E:2005/363, K:2006/4219 sayılı kararıyla; söz konusu Limanın özelleştirme
programına alınmasına, özelleştirme yönteminin belirtilmesine ve özelleştirme
işlemleri için süre belirlenmesine yönelik kısmının, Kanunda yer alan ilkelere ve
özelleştirme yöntemine uygun olarak, ekonomide verimlilik artışı ve kamu
giderlerinde azalma sağlamak amacına uygun tesis edildiği,anılan Kanun'un
Özelleştirme İdaresi Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri başlıklı 4.maddesi ile
17/C maddesinde ifade edilen kamu iktisadi kuruluşlarının ve bunların müessese,
bağlı ortaklık, işletme ve işletme birimleri ile varlıklarının özelleştirme
programına alınmasına Kurulca karar verileceği, bunların mülkiyetin devri
dışındaki yöntemlerle yapılacak özelleştirme işlemlerinin idare tarafından
yürütüleceği, ancak bunların mülkiyetinin bağlı bulundukları kurum ve/veya
kuruluşlara aidiyeti ve statülerinin aynen devam edeceği hükmü dikkate
alındığında Limanın özelleştirme
işlemleri tamamlanıncaya kadar TCDD'nin yönetiminde kalmasına, özelleştirme
sonrası bu limanları devralacak yatırımcıların bakım, onarım ve diğer
yükümlülüklerine ilişkin denetim ve kontrollerin TCDD tarafından yerine
getirilmesine ilişkin kısmında hukuka aykırılık bulunmadığı, Kanun'un yukarıda
anılan 9. maddesi gereği, özelleştirme uygulamaları sonucu sağlanan tüm gelir ve
kaynaklarının Özelleştirme Fonu'nda toplanmasının zorunlu olmasına ve yine
Kanunun 10. maddesinde gösterilen Özelleştirme Fonu'nun kullanım alanları ile
Özelleştirme Fonu'nun nakit fazlasının, Hazinenin iç ve dış borç ödemelerinde
kullanılmak üzere Hazine hesabına intikal ettirileceği kuralı ve Limanın
özelleştirme programına alınmış olmakla birlikte, TCDD ile bağlantısının ve
statüsünün devam etmesi durumu birlikte değerlendirildiğinde, ilgili kuruluş
olan TCDD'na nakit devrinin gerçekleştirilebilmesini teminen, elde edilecek ve
esasen Fon'da toplanacak gelirlerin ne kadarlık kısmının ilgili kuruluşa devri
anlamında Hazineye aktarılmasına karar verilmesinde de hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçeleriyle
reddedilmiştir. Yine, Mersin Limanının 36 yıl süre ile "işletme hakkı verilmesi"
yöntemiyle özelleştirilmesi amacıyla ihaleye çıkarılmasına ilişkin davalı idare
kararının iptali istemiyle açılan davada, Dairemizin 07.11. 2006 tarih E:2006/365 ve K:2006/4220 sayılı kararıyla; 4054
sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun ile ilgili mevzuatında yer alan
düzenlemelerin birlikte değerlendirilmesinden, önbildirimde bulunulması zorunlu
olan özelleştirme yolu ile devralma işlemlerinde Rekabet Kurulundan alınan
görüşün ihale koşullarını hazırlamakla görevli ve yetkili olan Özelleştirme
İdaresi Başkanlığı'nın almak zorunda olduğu bir hazırlık işlemi niteliğinde
olduğu, kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem niteliğinde olmadığı, Rekabet
Kurulunca, ön bildirim üzerine oluşturulan görüşte; Limanın bölünmesine ilişkin
ortaya konulan gerekçelerin idare tarafından dikkate alındığı, bu nedenle
ihalede en yüksek teklifi veren Ortak Girişim Grupları yönünden 4054 sayılı
Kanun'un 7. maddesi anlamında hâkim durum yaratılması veya mevcut bir hâkim
durumun güçlendirilmesinin söz konusu olmayacağı kanaatine varıldığını
belirtilerek izin için başvurulan
Ortak Girişim Gruplarından herhangi birisine Mersin Limanının işletme hakkını
devralması işlemine izin verildiği, kaldı ki, 4054 sayılı Kanun'un 7.
maddesinde, bir ya da birden fazla teşebbüsün hâkim durum yaratmaya veya hâkim
durumlarını daha da güçlendirmeye yönelik olarak, ülkenin bütünü yahut bir
kısmında herhangi bir mal veya hizmet piyasasındaki rekabetin önemli ölçüde
azaltılması sonucunu doğuracak şekilde birleşmeleri veya herhangi bir teşebbüsün
ya da kişinin diğer bir teşebbüsün mal varlığını yahut ortaklık paylarının
tümünü veya bir kısmını ya da kendisine yönetimde hak sahibi olma yetkisi veren
araçları devralmasının hukuka aykırı ve yasak olduğunun ifade edilmesine, 1998/4
nolu Tebliğin 3. maddesinde de, maddede belirtilen şartların varlığı durumunda
Rekabet Hukuku açısından ilgili pazarda böyle bir özelleştirmenin ne gibi
sonuçlar doğuracağının değerlendirilmesi amacıyla Rekabet Kurulu'nun görüşünün
alınması zorunluluğu getirilmesine karşın, Mersin Limanına ilişkin Rekabet
Kurulu görüşünde ilgili mevzuatında öngörülen kurallar çerçevesinde
özelleştirmenin ilgili pazarda hâkim durum yaratılması veya hâkim durumun daha
da güçlendirilmesi sonucunu doğurup, doğurmayacağı yönünde bir
değerlendirmesinin yapılmasından çok,Limanın özelleştirme sonuçları tartışılıp,
ilgili pazardaki denetim ve regülasyon eksikliği sebebiyle ortaya çıkması olası
düzensizlikler dikkate alınarak Limanın bölümlendirilerek iki ayrı teşebbüs
ve/veya teşebbüs birliğinin işletilmesine verilmesinin önerilmesi niteliğinde
olduğu görüldüğünden, davacı Sendika'nın Limanın tek parça özelleştirilmesinin
hukuka aykırı olduğu yolundaki iddiasının Rekabet Hukuku yönünden dayanağı
bulunmadığı, ihale prosedürünün belirlenmesine ve işin ihaleye çıkarılmasına
iddiaları yönünden ise, Mersin Limanının Özelleştirme Yüksek Kurulu'nun
30.12.2004 tarih ve 2004/128 sayılı kararıyla özelleştirme programına alındığı
ve 02.06.2005 tarih ve 2005/54 sayılı kararıyla da "işletme hakkı verilmesi"
yöntemiyle özelleştirilmesine karar verildiği ve bunu teminen ihaleye
çıkarılması için 09.06.2005 tarihli ihale ilânı yayımlanarak, aynı tarihli ihale
şartnamesinin de kamuoyuna açıklandığı anlaşılmakta, söz konusu ihaleye çıkarma
kararında ve ihale ilânında aykırılık bulunmadığı, İhale Şartları Belgesinde
özelleştirme yöntemi, ihale usul ve yönteminin 4046 sayılı Kanuna uygun olarak
belirlendiği ve kuruluşun hizmet sunumunun devamını sağlayacak üretim ve
yatırımını gözeten şartların da gözetildiği gerekçeleriyle
reddedilmiştir.
Bu durumda, yukarıda anılan yasal düzenlemelere uygun özelleştirme ve
ihale sürecinin onaylanmasına ilişkin dava konusu Kurul kararında hukuka aykırı
bir yön bulunmadığı ve Limanın
ihaleye açılmasına ilişkin işleme yönelik Mersin İdare Mahkemesi tarafından
verilen "yürütmenin durdurulması" kararının davalı idarece yapılan itiraz
üzerine Adana Bölge İdare Mahkemesi tarafından kaldırıldığından ve "Mersin
Limanı İşletme Hakkı Devir Sözleşmesi" imtiyaz sözleşmesi niteliğinde
olduğundan, sözleşme taslak metnin Danıştay'ın incelemesinden geçtikten sonra
kesinleşecek olması karşısında davacı sendikanın özelleştirme ve ihale sürecine
ilişkin iddiaları hukukî bulunmamaktadır.
Davacı sendikanın Rekabet Hukuku yönünden iddialarına gelince; 4046
sayılı Kanun'un "İlkeler" başlıklı 2/d maddesinde oluşabilecek tekelci bir
yapının olumsuz etkilerinin önlenmesi ilkesi özelleştirme uygulamalarında esas
alınacak ilkeler arasında sayılmış,
bu kapsamda yapılan incelemede mevcut Mersin Limanının 36 yıllık işletme
hakkının verilmesi yöntemiyle özelleştirilmesi işlemine izin verilmesi talebine
yönelik 15.09.2005 tarih ve 05-58/855-231 sayılı Rekabet Kurulu kararı ile,
ihalede en yüksek teklifleri veren ... ve ...'nin ilgili ürün pazarında
faaliyetinin bulunmaması nedeniyle devir işlemi sonucunda pazar yapısı
değişmeyeceğinden, 4054 sayılı
Kanun'un 7. maddesi anlamında hâkim durum yaratılması veya mevcut bir hâkim
durumun güçlendirilmesinin söz konusu olmayacağı kanaati uyandığından, yukarıda
adları belirtilen Ortak Girişim Gruplarından herhangi birisinin Mersin Limanının
işletme hakkını devralması işlemine izin verdiği anlaşıldığından, davaya konu
Mersin Limanının işletme hakkının devrini onaylayan Özelleştirme Yüksek Kurulu
kararında 4046 sayılı Kanunun 2/d maddesinde öngörülen özelleştirme ilkelerine
aykırılık bulunmamaktadır.
Öte yandan, idarî davaya konu olmayan söz konusu Rekabet Kurulu kararının
toplantı ve karar yeter sayısına ilişkin davacı iddialarının ise bu aşamada
incelenmesine olanak bulunmadığından bu husus dava konusu işlemi kusurlandıracak
nitelikte görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, yasal dayanağı bulunmayan davanın reddine,
yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına, yürürlükte bulunan
Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca belirlenen 400.00.-YTL avukatlık
ücretinin davacıdan alınarak davalı idareye verilmesine, artan posta giderinin
istemi halinde davacıya iadesine, 07.11.2006 tarihinde oybirliğiyle karar
verildi.
REKABET
KURULU İŞLERİ
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onüçüncü
Daire
Esas No : 2006/883
Karar
No :
2006/4435
Özeti
: 5388
sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 13.07.2005 tarihinden itibaren yedi üyeden
teşekkül eden Rekabet Kurulu'nun, bu sayının üzerinde toplantı ve karar yeter
sayısı oluşturarak karar almasında hukuka uyarlık görülmediği
hakkında.
Davacı
: … Alçı ve Blok Sanayi A.Ş.
Vekili
: Av. …
Davalı
: Rekabet Kurumu
İstemin Özeti : 4054
sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun'un 4. maddesinin ihlâl edildiğinden
bahisle, Rekabet Kurulu'nun 24.11.2005 tarih ve 05-79/1085-311 sayılı kararının
hukuka aykırı olarak verildiği ileri sürülerek davacıya yönelik kısmının iptali
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Dava
konusu işlemin hukuka uygun olduğu, davanın reddi gerektiği
savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hâkimi Ahmet
EĞERCİ'nin Düşüncesi : Rekabetin Korunması Hakkında Kanunun Bazı
Maddelerinin Değiştirilmesine Dair 5388 sayılı Kanun'un 7. maddesinde bu
Kanun'un yayımı tarihinde yürürlüğe gireceği hükme bağlandığından, Kanun'un
yürürlüğe girdiği 13.07.2005 tarihinden itibaren yedi üyeden teşekkül eden
Kurul'un bu sayının üzerinde toplantı ve karar yeter sayısı oluşturarak karar
alınmasında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Dava konusu işlemin yasayla zorunlu görülen şekil kuralına uyulmadan, 8
üyeyle toplanıp alınması nedeniyle 4054 sayılı Kanun'a aykırı olduğundan, iptali
gerektiği düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı Gülen
AYDINOĞLU'nun Düşüncesi : Dava, davacı Kurumun, 4054 sayılı Rekabetin
Korunması Hakkında Kanunun 4. maddesini ihlal ettikleri gerekçesiyle aynı
Kanunun 16. maddesi uyarınca para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin
24.11.2005/günlü ve 05-79/1085-311 sayılı Rekabet Kurulu Kararının iptali
istemiyle açılmıştır.
4054 sayılı Kanunun 4. maddesinin 1. fıkrasında; belirli bir mal veya
hizmet piyasasında doğrudan veya dolaylı olarak rekabeti engelleme, bozma ya da
kısıtlama amacını taşıyan veya bu etkiyi doğrunan yahut doğurabilecek nitelikte
olan teşebbüsler arası anlaşmaların, uyumlu eylemlerin ve teşebbüs birliklerinin
bu tür karar ve eylemlerinin hukuka aykırı ve yasak olduğu hükmüne yer
verilmiştir.
Buna göre, 4. maddede belirtilen ve doğrudan veya dolaylı olarak rekabeti
engelleme, bozma ya zda kısıtlama amacını taşıyan anlaşmaların hukuka aykırı ve
yasak olduğu, keza bu amacı taşımasa dahi rekabeti engelleme, bozma ya da
kısıtlama etkisi doğuran yahut doğurabilme olasılığı bulunan anlaşmaların yasak
olduğu açıktır.
Aynı Kanunun 16. maddesinde ise, bu Kanunun 4 ve 6. maddesinde
yasaklanmış olan davranışları gerçekleştirdiği kurul kararı ile sabit olanlara
yasada öngörülen miktardan aşagı olmamak üzere para cezası verileceği hükme
bağlanmıştır..
Bu düzenlemeler uyarınca, Kanunun 4. maddesinde yasaklanan davranışlardan
birinin işlenmesi halinde saptanan bu davranış para cezasının konusunu
oluşturacaktır.
Bakılan davada, alçı sektörtünde faaliyet gösteren ve davacı şirketin
aralarında bulunduğu şirketlerin ürün satış fiyatlarını birlikte belirledikleri
yolundaki şikayet üzerine yapılan soruşturma sonucu, ürün fiyatını birlikte
belirledikleri iddia edilen şirketlerin (Deban, Tep-Knauf ve ABS) alçı pazarında
yüksek pazar paylarını sahip oldukları, adı geçen şirketlerin toz alçı ve türev
ürünlerinin fiyatını belirledikleri yolunda şirket içi yazışmaların mevcut
olduğu, Tepe Knauf Şirketince Yönetim Kurulu üyesine yollanan 7.10.1997 tarihli
yazıda bu hususta açık beyanların yer aldığı, keza şirketler arası yazışmalarda
da fiyat belirlemeyi hedefleyen ifadelere yer verildiği, firmalardan talep
edilen bilgi ve belgelerden fiyat anlaşmasına işaret eden sonuçlara
ulaşıldığının tespit edildiği anlaşılmıştır.
Bu durumda, oligopol piyasa niteliğinde bulunan ürün (alçı) pazarında
fiyat anlaşması yoluna gittikleri yapılan soruşturma ile saptanan davacı şirket
hakkında alınan dava konusu kararda mevzuata aykırılık
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davanın reddine karar verilmesinin uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi'nce Tetkik Hâkiminin açıklamaları
dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği görüşüldü.
Dava, 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun'un 4. maddesinin
ihlâl edildiğinden bahisle, Rekabet Kurulu'nun 24.11.2005 tarih ve
05-79/1085-311 sayılı kararının davacıya yönelik kısımlarının iptali istemiyle
açılmıştır.
4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun'un 22. maddesinde, Rekabet
Kurulu'nun biri Başkan, biri ikinci Başkan olmak üzere toplam 11 üyeden teşekkül
edeceği, 47. maddesinde, sözlü savunma toplantısının, Kurul Başkanı veya ikinci
Başkan ile en az 7 Kurul üyesinin katılımı ile yapılacağı, 51. maddesinde
de, Kurul'un, nihaî kararlarında Başkan ya da ikinci Başkan dahil en
az 8 üyenin katılımı ile
toplanacağı ve en az 6 üyenin aynı yönde oy kullanması ile karar vereceği, ilk
toplantıda karar için gerekli nisabın sağlanamadığı durumlarda, Başkan'ın ikinci
toplantıya tüm üyelerin iştirakini sağlayacağı, ancak bunun mümkün olmaması
halinde kararın toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile alınacağı, bu durumda
da toplantı nisabının birinci fıkrada belirtilenden az olmayacağı, ikinci
toplantıda oylarda eşitlik olması halinde Başkan'ın bulunduğu tarafın oyunun
üstün sayılacağı, nihaî karar haricindeki diğer kararların ve özellikle tedbir
ve tavsiye niteliğindeki kararlar ve işlemler için Kurul üyelerinden en az üçte
birinin toplanmasının ve toplantıya katılanların salt çoğunluğunun kararının
gerekeceği hükmü yer almıştı.
4054 sayılı Kanun'da değişiklik yapan ve 13.07.2005 tarihinde yürürlüğe
giren 5388 sayılı Kanun'un 3. maddesinde, Rekabet Kurulu'nun biri Başkan biri
ikinci Başkan olmak üzere toplam
yedi üyeden teşekkül edeceği hükmüne yer verilmiş, 5. maddesinde, 4054 sayılı
Kanun'un 47. maddesinin ikinci fıkrasında geçen "7" ibaresi "dört" olarak, 51.
maddesinin birinci fıkrasındaki "8" ibaresi "beş" olarak ve "6" ibaresi "dört"
olarak değiştirilmiş, 4054 sayılı Kanun'a eklenen Geçici 4. madde ile de, Kurul
üye sayısı yediye ininceye kadar boşalan üyelikler için seçim ve atama
yapılmayacağı hükme bağlanmıştır.
Bu kuralların birlikte değerlendirilmesi sonucunda; kanun koyucunun,
Kurul'un üye sayısını yediye indirdiği, toplantı ve karar yeter sayılarını
yeniden belirlediği ve üye sayısının halen yediden fazla olduğunu gözönüne
alarak Geçici 4. madde ile de, Kurul'un üye sayısı yediye ininceye kadar boşalan
üyelikler için seçim ve atama yapılmamasını düzenlediği, madde hükmü ile
Kurul'un bu dönemde toplantı ve karar sayısına yönelik herhangi bir düzenleme
getirilmediği görülmektedir.
Olayda, dava konusu Rekabet Kurulu kararının sekiz üyenin katılımı ile
alındığı görülmektedir.
Kollektif işlem niteliğinde olan Rekabet Kurulu kararlarının; 4054 sayılı
Kanun uyarınca, Kurul'un inceleme ve araştırmalarında uyulması zorunlu usulleri
ayrıntılı olarak saptayan usule uygun olarak, elde edilen bilgi ve belgelerin
yapılan toplantı ve müzakerelerde değerlendirilmesi üzerine, tarafların iddia ve
savunmaları ile ileri sürülen delillerinin, Kurul'u oluşturanlarca ortaya
konulan görüş ve karşı görüşlerin tartışılması sonunda, birden çok iradenin
katılımı ile oluştuğu gözönüne alındığında, Kurul'un üye sayısının belirsiz
olmayıp, en çok ve en az kaç üyeyle toplanacağının ve karar alacağının yasayla
getirilen düzenlemeye uygun olması, işlemin şekil unsuru yönünden esaslı bir
koşuldur.
Bu bağlamda 5388 sayılı Kanun'un 7. maddesinde bu Kanun'un yayımı
tarihinde yürürlüğe gireceği hükme bağlandığından, Kanun'un yürürlüğe girdiği
13.07.2005 tarihinden itibaren yedi üyeden teşekkül eden Kurul'un, bu sayının
üzerinde toplantı ve karar yeter sayısı oluşturarak karar almasında hukuka
uyarlık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, Rekabet Kurulu'nun 24.11.2005 tarih ve
05-79/1085-311 sayılı kararının davacıya yönelik kısımlarının iptaline, aşağıda
dökümü yapılan 62,70.-YTL yargılama giderleri ile Avukatlık Asgari Ücret
Tarifesi uyarınca belirlenen 400,00.-YTL avukatlık ücretinin davalı idareden
alınarak davacıya verilmesine, artan posta ücretinin istemi halinde davacıya
iadesine, 22.11.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
DÜZENLEYİCİ
- GENEL İŞLEMLER
T.C.
D
A N I Ş T A Y
Onüçüncü
Daire
Esas No : 2005/9124
Karar
No :
2006/4117
Özeti
: Dava
konusu yönetmeliğin dayanağı olan ve tütün, tütün mamulleri ile alkol ve alkollü
içkilerin iç ve dış ticareti, dağıtımı, satışı, kontrolü ile bayilikler
verilmesine ilişkin konuların, Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler
Piyasası Düzenleme Kurumu tarafından çıkarılacak yönetmeliklerle düzenlenmesini
öngören 4733 sayılı Kanun'da tütün mamulleri ve alkollü içkilerin satış
belgesinde yazılı işyerinden tüketicilere doğrudan satılması gerektiği yolunda
bir düzenlemeye yer verilmediği; yönetmeliğin işyerlerinden veya sanal bir
işyerinden internet, televizyon, faks ve telefon gibi elektronik ticaret
araçları kullanılarak her türlü tütün mamulü ve alkollü içki satışı ve bu
yöntemle satılan ürünün kapıda teslim edilmesi şeklindeki uygulamalar
yapılamayacağı yolundaki hükümlerinin yasal dayanağının bulunmadığı
hakkında.
Davacı
:
… Gıda ve İhtiyaç Maddeleri T.A.Ş.
Vekili
: Av. …
Davalı
: Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme
Kurumu
Vekili
: Av.
… - Av. …
Davanın Özeti : Davalı Kurum
tarafından düzenlenen ve 24.08.2005 günlü, 25916 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan "Tütün Mamulleri, Alkol ve Alkollü İçkilerin Toptan ve Perakende
Satışı ile Satış Belgelerine İlişkin Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair
Yönetmelik"in 6. maddesinde yer alan hükmün; Anayasa'nın ticaret hayatı ile
haberleşme hürriyetine ilişkin maddelerine aykırı olduğu; bu yasakların sadece
Türk şirketlerine uygulanabileceği; sektörün faaliyetinin %99'unun faks ve
telefon iletişimi ile yapıldığı; davalı Kurum'un dava konusu düzenlemeyle
getirilen yasaklamadan sadece internet yasağının denetimini yapabildiği, bu
yasağın da sektöre büyük bir darbe vurduğu, telefon ve faks yoluyla yapılan
ticari faaliyeti yasaklama hakkını da elinde tuttuğu; davalı idarenin dava
konusu düzenlemeyle yetkisini aşarak ve ölçülülük kavramını da yok sayarak
internet, telefon ve faks cihazlarının kullanılmasını yasaklamak suretiyle,
alkollü içki ticaretini fiilen imkansız hale getirdiği; idarenin düzenleme
yetkisini ancak alkolün toplumsal ve tıbbi yönden zararlı etkilerini önleme
görevi çerçevesinde kullanabileceği; asli görevi düzenlemek olan bir kamu
kurumunun yasaklamak yerine internet sitelerini belgelendirebilecek ya da
teslimat anında fatura altına kimlik fotokopisi almayı zaruri kılacak önlemler
alabileceği; konuya dair AB düzenlemelerinde ürün satışında kullanılan iletişim
yollarının yasaklanması bir yana televizyon ve radyodan alkollü içki reklâmı
yapmanın bile mümkün olduğu; uydu vasıtasıyla ulaşılan yabancı kanallardan bu
reklâmların Türk halkına doğrudan ulaşabildiği; tütünle alkollü içkilerin ve
alkollü içkilerin kendi arasında bir tutulmaması gerektiği; AB ülkelerinde tütün
mamullerinin kullanılmasının kesin yasak olduğu yerlerde şarabın, alkolsüz
içkilerle ve suyla aynı yerde satılabildiği; Danıştay Birinci Dairesi'nin bir
kararında, 4250 sayılı Yasa'nın 19. maddesinde yer alan kamu yayın araçları
ibaresinin gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerine ait gazete, dergi,
sinema salonları, bilboardlar, internet, afiş ve benzeri yayın araçlarını
kapsamadığı görüşüne yer verildiği öne sürülerek iptali istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Dava
konusu düzenlemenin 4733 sayılı Yasa'nın 3. maddesinin verdiği tütün ve alkol
tüketiminden kaynaklanan zararlı etkileri önlemeye yönelik düzenleme yapma görev
ve yetkisi kapsamında olduğu; Tütün Mamulleri, Alkol ve Alkollü İçkilerin Toptan
ve Perakende Satışı İle Satış Belgelerine İlişkin Yönetmelik'in diğer
maddelerinde, tütün mamulü ve alkollü içkilerin, perakende satışının, Kurum
tarafından şartları belirlenmiş bir iş yerinden doğrudan yapılmasına ve doğrudan
(elden) teslimi esasına ilişkin kurallar getirildiği; bu ürünlerin mesafeli
satışı ile ürünlerin kapıda teslimi şeklinde uygulamaların mümkün bulunmadığı;
anılan Yönetmelik'in 5. maddesinin (d) fıkrası, 7. maddesinin son fıkrası ve 13.
maddesinde yer alan hükümlerle getirilen şartlar ve raf düzenine ilişkin
kuralların tamamen, tüketicinin satın almak istediği ürünü görmesi esasına
dayandırıldığı; ürünün satışının doğrudan tüketicilere yapılmasına yönelik
düzenlemenin, sadece perakende satış noktalarını kapsadığı, bu düzenleme
kapsamına üreticinin dağıtıcı ve toptancı ile toptancının da perakende satıcı
ile ticari ilişkileri, aralarında yapacakları sözleşmeler ve bu sözleşme gereği
ürünlerin teslimine ilişkin faaliyetlerin girmediği, bu nedenle davacı iddiaları
değerlendirilirken düzenlemenin sadece perakende satış noktalarını kapsadığı
hususunun göz önünde bulundurulması gerektiği; tütün mamulleri ve alkollü
içkiler piyasasında kayıt dışı üretim ve ticaretden doğacak rantın çok büyük
olduğu; oldukça kolay gerçekleştirilebilen kaçak, kayıt dışı ve sahte üretim ile
ticareti önlemek amacıyla, sektördeki tüm faaliyetlerin koşul ve kurallarla
düzenlendiği; ticari sınırlamaların kaldırılmasının rekabetin büyümesine ve
dolayısıyla fiyatların düşmesine, daha fazla reklâm ve promosyon yapılmasına ve
talebi pekiştiren etkinliklerin artırılmasına yol açtığı; sigara ve alkol
alışkanlığı ile mücadele edilirken bunun yaygınlaşması için çaba gösteren çok
güçlü bir endüstrinin "karşı taraf" olarak mücadelede yer aldığı, 4207 ve 4250
sayılı Yasa'larda 18 yaşından küçüklere ürün satışı yapılamayacağına dair hüküm
bulunduğu, mesafeli satışların tütün mamulü ve alkollü içkilerin tüketiminden
kaynaklanan zararları ortadan kaldırmak için alınan tedbirleri etkisiz hale
getirecek riskler taşıdığı; davalı Kurum tarafından, tebliğle yapılan dava
konusu düzenlemenin yürütülmesinin Danıştay kararıyla durdurulması üzerine aynı
konunun dava konusu Yönetmelik'le düzenlenmesinde hukuka ve mevzuata aykırılık
bulunmadığı öne sürülerek davanın reddi gerektiği
savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hâkimi Muammer
TOPAL'ın Düşüncesi : Dava, "Tütün Mamulleri, Alkol ve Alkollü İçkilerin
Toptan ve Perakende Satışı ile Satış Belgelerine İlişkin Yönetmelikte Değişiklik
Yapılmasına Dair Yönetmelik"in 6. maddesinde yer alan, "İşyerlerinden veya sanal
bir işyerinden internet, televizyon, faks ve telefon gibi elektronik ticaret
araçları kullanılarak her türlü tütün mamulü ve alkollü içki satışı ve bu
yöntemle satılan ürünün kapıda teslim edilmesi şeklindeki uygulamalar
yapılamaz." hükmünün iptali istemiyle açılmıştır.
Anayasa'nın 58. maddesinin 2. fıkrasında, gençleri alkol düşkünlüğünden,
uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve
cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alma görevi Devlete
verilmiştir.
4733 sayılı Kanun'un 1. maddesinde, Kanun'un amacı; Tütün, Tütün
Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu'nun kurulması, bu
Kurum'un görev ve yetkilerinin düzenlenmesi ile tütün ve tütün mamullerinin
Türkiye'de üretimi, iç ve dış alım ve satımına ilişkin usul ve esasları
düzenlemek olarak öngörülmüş; 2. maddesinde, bu Kanunla ve diğer kanunlarla
verilen görevleri yerine getirmek ve yetkileri kullanmak üzere kamu tüzel
kişiliğini haiz, idari ve mali özerkliğe sahip, Tütün, Tütün Mamulleri ve
Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu'nun kurulduğu belirtilmiş; 3. maddenin
(d) fıkrasında, 4207 sayılı Tütün Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine Dair
Kanunda yer alan hükümler saklı kalmak kaydıyla, tütün ve alkol tüketiminden
kaynaklanan kamusal, toplumsal ya da tıbbi nitelikteki her türlü zararlı
etkileri önleyecek düzenlemeleri yapmak, bunlarla ilgili kararları almak; (e)
fıkrasında, bu Kanun'un uygulanmasıyla ilgili sektörel düzenlemeleri yapmak; (k)
fıkrasında, 4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu ile Genel
Müdürlüğe verilmiş olan görevleri yürütmek Kurul'un görev ve yetkiler arasında
sayılmış; Kanun'un 9. maddesinin (B) fıkrasında, tütün ve tütün mamulleri ile
alkol ve alkollü içkilerin iç ve dış ticareti, sigara fabrikalarının
kurulmasının izin ve şartları, üretilecek tütün mamullerinin teknik
özelliklerinin belirlenmesi, üretim şartını karşılamayan firma mamullerinin
fiyatlandırılması, dağıtılması, satışı ve kontrolü ile bayilikler verilmesi ve
4250 sayılı Kanun ile bu Kanun'un uygulanmasıyla ilgili diğer usul ve esasların,
Kurum tarafından çıkarılacak yönetmeliklerle düzenleneceği hüküm altına
alınmıştır.
4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu'nun 1.
maddesinde, her türlü ispirto ve ispirtolu içkilerin üretimi, iç ve dış alım ve
satımı, dağıtımı ve fiyatlandırılmasına ilişkin usul ve esasları düzenlemek
amacıyla bu Yasa'nın hazırlandığı belirtildikten sonra, kamu kurum ve
kuruluşlarına mer'i mevzuatla denetim, kontrol ve diğer hususlarda verilen
yetkiler saklı kalmak kaydıyla, yukarıdaki faaliyetlere ilişkin iş ve işlemlerin
Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel Müdürlüğü tarafından
yürütüleceği kurala bağlanmış, 19. maddesinin 4. fıkrasında da, alkol, bira ve
şarap dahil her çeşit alkollü içkinin televizyon, kablolu yayın, radyo ve kamu
yayın araçlarıyla reklamının yapılması, ayrıca içki satış yerleri ile tüm ticari
ve kamuya açık yerlerde, tüketilmek veya beraberinde götürülmek üzere onsekiz
yaşından küçüklere alkollü içecek satılması veya sunulmasının yasak olduğu hükme
bağlanmıştır.
Tütün ve tütün mamulleri ile alkol ve alkollü içkilerin iç ve dış
ticareti, dağıtımı, satışı, kontrolü konularının Tütün, Tütün Mamulleri ve
Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu tarafından çıkarılacak yönetmeliklerle
düzenlenmesini öngören, 4733 sayılı Kanunun 9. maddesinin (B) hükmü esas
alınarak, yürürlüğe konulan "Tütün Mamulleri, Alkol ve Alkollü İçkilerin Toptan
ve Perakende Satışı İle Satış Belgelerine İlişkin Yönetmelik"in diğer
maddelerinde, yurt içinde üretilen ve ithal edilen tütün mamulü, alkol ve
alkollü içkilerin toptan ve perakende satışları ile satış belgelerine ilişkin
usul ve esaslar düzenlenmiş bulunmaktadır.
Anılan
Yönetmelik hükümlerinden; tütün mamulü, alkol ve alkollü içkileri toptan,
perakende ve açık olarak satmak isteyenlerin, açık ve tam adresi belli bir
işyerine sahip olmalarının ve bu işyerinden satış yapabilmeleri için Kurum'dan
satış belgesi almalarının zorunlu olduğu ve Yönetmelik'in 7. maddesinin, son
fıkrasında "Satış belgeleri alındığı yıl için geçerli olup satış belgesinde
belirtilen işyeri ve dağıtım alanları dışında satış yapılamaz." hükmüne yer
verilerek, alkollü içkilerin, satış belgesinde yazılı işyerinden doğrudan
tüketicilere satılması esasının benimsendiği anlaşılmaktadır.
Ayrıca anılan Yönetmelik'İn "Yasaklar" başlıklı 12. maddesinde; tütün
mamulü ve alkollü içki satıcılarının 4250 ve 4733 sayılı Kanunlar ile Kurum
tarafından yapılan düzenlemelere uymalarının zorunlu olduğu, içki satış yerleri
ile tüm ticari ve kamuya açık yerlerde, tüketilmek veya beraberinde götürülmek
üzere 18 yaşından küçüklere alkollü içecek satılmasının ve sunulmasının yasak
olduğu hükmüne yer verilmiştir.
Söz konusu düzenlemelerde, tütün mamulü ve alkollü içkilerin satışı
konusunun, 4733 ile 4250 sayılı Yasa'nın verdiği yetki çerçevesinde ayrıntılı
olarak düzenlendiği ve öncelikli olarak bu ürünlerin satışının yapılabilmesi
için belli bir işyerinin olması ve bu işyeri için Kurum'dan, satış izin
belgesinin alınması gerektiğinin ilkeye bağlandığı ve satış yöntemi olarak da
doğrudan işyerinden tüketicilere satış yönteminin benimsendiği açıktır.
Dava konusu Yönetmelik hükmünde de; işyerlerinden veya sanal bir
işyerinden internet, televizyon, faks ve telefon gibi elektronik ticaret
araçları kullanılarak her türlü tütün mamulü ve alkollü içki satışı ve bu
yöntemle satılan ürünün kapıda teslim edilmesi şeklindeki uygulamalar
yapılamayacağının belirtilmesi ile Yönetmelik'in diğer maddelerinde yer alan,
tütün mamulü ve alkollü içkilerin, Kurum'dan satış izin belgesi almış
işyerlerinden tüketicilere doğrudan satışına ilişkin yöntemi "açıklayıcı"
hükümler taşıdığı, işyerinden doğrudan satış yöntemi dışında kapıda teslim gibi
bir yöntemle satışın mümkün olmadığını ortaya koyduğu anlaşıldığından, bu
düzenleme ile tütün mamulü ve alkollü içkilerin satışı konusunda yeni bir yöntem
getirildiğinden ya da satış yeri ve yöntemi ile ilgili yeni bir düzenleme
yapıldığından söz edilmesi mümkün değildir.
Diğer taraftan, 4207 ve 4250 sayılı Yasalar ile 18 yaşından küçüklere
tütün mamulü ve alkollü içkilerin satışının yasaklanmış olması nedeniyle söz
konusu Yönetmelik'in davalı Kurum'un toplumu alkollü içkilerin zararlı
etkilerinden koruma hedefine uygun bir nitelik taşıdığı, Yönetmelik'in bu açıdan
da hukuka uygun olduğu görülmektedir.
Bu durumda, işyerlerinden veya sanal bir işyerinden internet, televizyon,
faks ve telefon gibi elektronik ticari araçları kullanılarak, her türlü tütün
mamulü ve alkollü içki satışı ile satılan ürünün kapıda teslim edilmesi
şeklindeki uygulamaların mümkün bulunmadığının dava konusu Yönetmelik'le
öngörülmesinde, dayanağı mevzuata aykırılık görülmemektedir.
Açıklanan nedenlerle davanın reddi gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Mehmet
KARAOĞLU'nun Düşüncesi : Dava, Tütün Mamülleri, Alkol ve Alkollü İçeceklerin
Toptan ve Perakende Satışı ile Satış Belgelerine İlişkin yönetmeliğin 12.
maddesinin 6. fıkrasına 24.8.2005 gün ve 25916 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan
yönetmeliğin 6. maddesi ile eklenen fıkranın iptali istemiyle
açılmıştır.
31.12.2002 tarih ve 24941 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe
giren "Tütün Mamulleri, Alkol ve Alkollü İçkilerin Toptan ve Perakende Satışı
İle Satış Belgelerine İlişkin Yönetmelik"in 1. maddesinde, bu yönetmeliğin
amacının, yurt içinde üretilen ve ithal edilen tütün mamulleri ile alkol ve
alkollü içkilerin toptan ve perakende satışları ve satış belgelerine ilişkin
usul ve esasları düzenlemek olduğu; 2. maddesinde, bu yönetmeliğin tütün
mamulleri, alkol ve alkollü içkilerin toptan ve perakende satışı ile alkollü
içkilerin açık satışına ait satış belgelerinin verilmesi, sürelerinin
uzatılması, yenilenmesi, iptali ve satıcıların uymaları gereken esaslar ile
satış yerlerinin haiz olmaları gereken hükümleri kapsadığı; 3. maddesinde bu
yönetmeliğin, 4733 sayılı Kanun ve 4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler
İnhisarı Kanunu'na dayanılarak hazırlandığı, dava konusu yönetmeliğin 6. maddesi
ile eklenen 12. maddesinin 7. fıkrasında ise, işyerlerinden veya sanal bir
işyerinden internet, televizyon, faks ve telefon gibi elektronik ticaret
araçları kullanılarak her türlü tütün mamulü ve alkollü içki satışı ve bu
yöntemle satılan ürünün kapıda teslim edilmesi şeklindeki uygulamaların
yapılamayacağı belirtilmiştir.
İdarelerin ilgili bulundukları sektörde düzenleme, denetleme görevi
üstlendikleri, bu kuruluşların temel işlevinin, toplumsal ve ekonomik yaşamın
temel hak ve özgürlükler ile yakından ilişkili alanlarındaki kamusal ve özel
kesim etkinliklerini, bir takım kurallar koyarak düzenlemek, konulan kurallara
uyulup uyulmadığını izlemek ve denetlemek görevinin bulunduğu
kuşkusuzdur.
Anayasa'nın 58. maddesinin 2. fıkrasında, gençleri alkol düşkünlüğünden,
uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve
cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alma görevi Devlete
verilmiştir.
Anılan
mevzuat ile idareye verilen görev
çerçevesinde, yasal düzenleme ile belirlenen tütün mamulleri ve alkollü
içkilerin satıcılığının ayrıntılarının davalı kurum tarafından düzenlenmesi,
4733 ve 4250 sayılı Kanunların anılan hükümleriyle davalı idareye verilen açık
yetkiye dayanmaktadır.
Dava konusu düzenleme ile getirilen kuralların anılan kamu hizmetinin
gereklerine, kamu yararına ve dayanağı yasa hükümlerine uygun bulunduğu
anlaşılmaktadır.
Davacının diğer iddiaları ise yerinde
görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle davanın reddine karar verilmesinin uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK
MİLLETİ ADINA
Karar
veren Danıştay Onüçüncü Dairesi'nce Tetkik Hâkimi'nin açıklamaları dinlendikten
ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği
görüşüldü:
Dava, 24.08.2005 günlü, 25916 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan "Tütün
Mamulleri, Alkol ve Alkollü İçkilerin Toptan ve Perakende Satışı ile Satış
Belgelerine İlişkin Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik"in 6.
maddesinde yer alan, "İşyerlerinden veya sanal bir işyerinden internet,
televizyon, faks ve telefon gibi elektronik ticaret araçları kullanılarak her
türlü tütün mamulü ve alkollü içki satışı ve bu yöntemle satılan ürünün kapıda
teslim edilmesi şeklindeki uygulamalar yapılamaz." hükmünün iptali istemiyle
açılmıştır.
4733 sayılı Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel
Müdürlüğü'nün Yeniden Yapılandırılması ile Tütün ve Tütün Mamullerinin
Üretimine, İç ve Dış Alım ve Satımına, 4046 sayılı Kanunda ve 233 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 1. maddesinde,
Kanun'un amacı; Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme
Kurumu'nun kurulması, bu Kurum'un görev ve yetkilerinin düzenlenmesi ile tütün
ve tütün mamullerinin Türkiye'de üretimi, iç ve dış alım ve satımına ilişkin
usul ve esasları düzenlemek olarak öngörülmüş; 2. maddesinde, bu Kanunla ve
diğer kanunlarla verilen görevleri yerine getirmek ve yetkileri kullanmak üzere
kamu tüzel kişiliğini haiz, idari ve mali özerkliğe sahip, Tütün, Tütün
Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu'nun kurulduğu
belirtilmiş; 3. maddenin (d) fıkrasında, 4207 sayılı Tütün Mamullerinin
Zararlarının Önlenmesine Dair Kanunda yer alan hükümler saklı kalmak kaydıyla,
tütün ve alkol tüketiminden kaynaklanan kamusal, toplumsal ya da tıbbî
nitelikteki her türlü zararlı etkileri önleyecek düzenlemeleri yapmak, bunlarla
ilgili kararları almak; (e) fıkrasında, bu Kanun'un uygulanmasıyla ilgili
sektörel düzenlemeleri yapmak; (k) fıkrasında, 4250 sayılı İspirto ve İspirtolu
İçkiler İnhisarı Kanunu ile Genel Müdürlüğe verilmiş olan görevleri yürütmek
Kurul'un görev ve yetkiler arasında sayılmış; Kanun'un 9. maddesinin (B)
fıkrasında, tütün ve tütün mamulleri ile alkol ve alkollü içkilerin iç ve dış
ticareti, üretim şartını karşılamayan firma mamullerinin fiyatlandırılması,
dağıtılması, satışı ve kontrolü ile bayilikler verilmesi, 4250 sayılı Kanun ile
bu Kanun'un uygulanmasıyla ilgili diğer usul ve esasların, Kurum tarafından
çıkarılacak yönetmeliklerle düzenleneceği hüküm altına
alınmıştır.
4250 sayılı Yasa'nın 1. maddesinde, her türlü ispirto ve ispirtolu
içkilerin üretimi, iç ve dış alım ve satımı, dağıtımı ve fiyatlandırılmasına
ilişkin usul ve esasları düzenlemek amacıyla bu Yasa'nın hazırlandığı
belirtildikten sonra, kamu kurum ve kuruluşlarına mer'i mevzuatla denetim,
kontrol ve diğer hususlarda verilen yetkiler saklı kalmak kaydıyla, yukarıdaki
faaliyetlere ilişkin iş ve işlemlerin Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol
İşletmeleri Genel Müdürlüğü tarafından yürütüleceği kurala bağlanmış, 19.
maddesinin 4. fıkrasında da, içki satış yerleri ile tüm ticari ve kamuya açık
yerlerde, tüketilmek veya beraberinde götürülmek üzere onsekiz yaşından
küçüklere alkollü içecek satılması veya sunulmasının yasak olduğu; 4207 sayılı
Yasa'nın 3/2. maddesinde ise, onsekiz yaşından küçüklere tütün ve tütün
mamulleri satışı yapılamayacağı hükme bağlanmıştır.
Düzenleyici kurumların ilgili bulundukları sektörde düzenleme, denetleme
görevi üstlendikleri, bu kuruluşların temel işlevinin, toplumsal ve ekonomik
yaşamın temel hak ve özgürlükler ile yakından ilişkili alanlarındaki kamusal ve
özel kesim etkinliklerini, bir takım kurallar koyarak düzenlemek, konulan
kurallara uyulup uyulmadığını izlemek ve denetlemek görevinin bulunduğu
aşikardır. Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme
Kurumu'nun, tütün, tütün mamulleri ve alkollü içkiler piyasası ile ilgili
düzenlemeler yapma konusunda sahip olduğu bu yetkiyi Yasa'nın gösterdiği
çerçevede kullanabileceği hususu da tartışmasızdır.
Dava konusu Yönetmelik hükmünde sayılan elektronik ticaret araçları
kullanılarak satılan ürünün kapıda teslim edilmesinin yasak olduğunun
belirtilmesinden, düzenlemenin, tütün, tütün mamulleri ve alkollü içkiler
piyasasında faaliyet gösteren perakende satıcılara yönelik olduğu, bu
düzenlemenin toptan satıcıları kapsamadığı anlaşılmaktadır.
Anılan
Yönetmelik'in dayanağı olan ve tütün ve tütün mamulleri ile alkol ve alkollü
içkilerin iç ve dış ticareti, dağıtımı, satışı, kontrolü ile bayilikler
verilmesine ilişkin konuların Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası
Düzenleme Kurumu tarafından çıkarılacak yönetmeliklerle düzenlenmesini öngören
4733 sayılı Kanunun 9. maddesinin (B) fıkrasında, tütün mamulleri ve alkollü
içkilerin, satış belgesinde yazılı işyerinden doğrudan tüketicilere satılması
gerektiği yolunda bir düzenlemeye yer verilmediği
anlaşılmaktadır.
Diğer taraftan, dava konusu değişikliğin yapıldığı, Tütün Mamulleri,
Alkol ve Alkollü İçkilerin Toptan ve Perakende Satışı ile Satış Belgelerine
İlişkin Yönetmelik'te, yurt içinde üretilen ve ithal edilen tütün mamulleri ile
alkol ve alkollü içkilerin toptan ve perakende satışları ve satış belgelerine
ilişkin usul ve esaslar düzenlenerek, alkol ve alkollü içkileri toptan,
perakende ve açık olarak satmak isteyenlerin, açık ve tam adresi belli bir
işyerine sahip olmalarının ve bu işyerinden satış yapabilmeleri için Kurum'dan
satış belgesi almalarının zorunlu olduğu hükmüne yer verilmiş olup, bu
düzenlemede de elektronik ticaret araçları kullanılarak satılan ürünün kapıdan
teslim edilmesini engelleyen bir hükme yer verilmediği anlaşılmaktadır.
Bu durumda, işyerlerinden veya sanal bir işyerinden internet, televizyon,
faks ve telefon gibi elektronik ticaret araçları kullanılarak her türlü tütün
mamulü ve alkollü içki satışı ve bu yöntemle satılan ürünün kapıda teslim
edilmesi şeklindeki uygulamalar yapılamayacağı yolundaki dava konusu
düzenlemenin yasal dayanağı bulunmamaktadır.
Davalı idarece, dava konusu Yönetmelik'in diğer maddelerinde yer alan
hükümlerle getirilen şartlar ve raf düzenine ilişkin kuralların tamamen,
tüketicinin satın almak istediği ürünü görmesi esasına dayandırıldığı öne
sürülmekte ise de, tüketicinin, tütün mamulü ve alkollü içkileri tanımadan ve
bilmeden, söz konusu elektronik araçları kullanarak ürün siparişi veremeyeceği
kuşkusuzdur. Diğer taraftan, mesafeli satışların tütün mamulü ve alkollü
içkilerin tüketiminden kaynaklanan zararları ortadan kaldırmak için alınan
tedbirleri etkisiz hale getirecek riskler taşıdığı öne sürülmekte ise de,
düzenlemede belirtilen elektronik ticaret araçları kullanılarak yapılacak
satışın da, Yönetmelik'te belirtildiği gibi, Kurum'dan satış belgesi almış, açık
ve tam adresi belli bir işyerine sahip bir perakende satıcı tarafından yapılması
gerektiği gibi, söz konusu araçlar kullanılarak yapılacak satış yöntemi
düzenlenirken, tütün mamulü ve alkollü içkilerin 18 yaşından küçükler tarafından
satın alınmasını engelleyecek düzenlemelerin yapılması gerektiği hususunda da
kuşku bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davanın kabulü ile Tütün Mamulleri, Alkol ve
Alkollü İçkilerin Toptan ve Perakende Satışı ile Satış Belgelerine İlişkin
Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik'in dava konusu 6. maddesinde
yer alan "İşyerlerinden veya sanal bir işyerinden internet, televizyon, faks ve
telefon gibi elektronik ticaret araçları kullanılarak her türlü tütün mamulü ve
alkollü içki satışı ve bu yöntemle satılan ürünün kapıda teslim edilmesi
şeklindeki uygulamalar yapılamaz." hükmünün iptaline, aşağıda dökümü gösterilen
92,10.-YTL yargılama giderinin davalı idareden alınarak davacıya, kararın
verildiği tarihte yürürlükte olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca
belirlenen 400,00.-YTL avukatlık ücretinin de davalı idareden alınarak davacı
vekiline verilmesine, artan posta ücretinin istemi halinde davacıya iadesine,
31.10.2006 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
K
A R Ş I O
Y
Dava, 24.08.2005 günlü, 25916 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan "Tütün
Mamulleri, Alkol ve Alkollü İçkilerin Toptan ve Perakende Satışı ile Satış
Belgelerine İlişkin Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik"in 6.
maddesinde yer alan, "İşyerlerinden veya sanal bir işyerinden internet,
televizyon, faks ve telefon gibi elektronik ticaret araçları kullanılarak her
türlü tütün mamulü ve alkollü içki satışı ve bu yöntemle satılan ürünün kapıda
teslim edilmesi şeklindeki uygulamalar yapılamaz." hükmünün iptali istemiyle
açılmıştır.
Anayasa'nın 124. maddesinde, Başbakanlık, bakanlıklar ve kamu
tüzelkişilerinin, kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve tüzüklerin
uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler
çıkarabileceği hükme bağlanmış; 58. maddesinin 2. fıkrasında ise, gençleri alkol
düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü
alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alma görevi
Devlete verilmiştir.
Tütün Mamulleri, Alkol ve Alkollü İçkilerin Toptan ve Perakende Satışı
ile Satış Belgelerine İlişkin Yönetmelik hükümlerinden; alkol ve alkollü
içkileri toptan, perakende ve açık olarak satmak isteyenlerin, açık ve tam
adresi belli bir işyerine sahip olmalarının ve bu işyerinden satış yapabilmeleri
için Kurum'dan satış belgesi almalarının zorunlu olduğunun kurala bağlandığı ve
Yönetmelik'in 7. maddesinin, 13.11.2004 tarihli, 25642 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan Yönetmelik'in 1. maddesiyle değişik son fıkrasında "Satış belgeleri
alındığı yıl için geçerli olup, satış belgesinde belirtilen işyeri ve dağıtım
alanları dışında satış yapılamaz." hükmüne yer verilerek, alkollü içkilerin,
satış belgesinde yazılı işyerinden doğrudan tüketicilere satılması esasının
benimsendiği anlaşılmaktadır.
4207 ve 4250 sayılı Yasalar ile 18 yaşından küçüklere tütün mamullerinin
ve alkollü içkilerin satışının yasaklanmış olması nedeniyle, söz konusu
Yönetmelik ile uygulamaya konulan "tüketicilere işyerinden doğrudan satış
yöntemi"nin, anılan yasağın denetiminin sağlanması amacıyla kabul edilmiş ve üst
hukuk normlarına aykırılık taşımayan bir yöntem olduğu dikkate alındığında, dava
konusu Yönetmelik'le, bu satış yöntemi dışında internet, televizyon, faks ve
telefon gibi elektronik ticaret araçları ile alkollü içki satışının, satılan
ürünün kapıda teslim edilmesi şeklindeki uygulamanın mevzuata göre mümkün
olmadığı yolunda yapılan açıklamanın, davalı Kurum'un toplumu tütün mamulleri
ile alkollü içkilerin zararlı etkilerinden koruma hedefine uygun bir nitelik
taşıdığı, dava konusu Yönetmelik'in bu nedenle hukuka uygun olduğu
görülmektedir.
Diğer taraftan, davacı tarafından dava konusu düzenlemenin, Anayasa'nın
özel teşebbüslerin çalışma özgürlüğü ile haberleşme hürriyetine ilişkin
maddelerine aykırı olduğu öne sürülmekte ise de, Anayasa'nın 58. maddesi hükmü
ile alkolün insan sağlığı, çevre ve ekonomi üzerindeki olumsuz etkileri
gözetilerek, çalışma özgürlüğü ve haberleşme hürriyeti ile toplum sağlığı
arasında denge kurulduğu, bu konuda ölçülü bir sınırlama yapıldığı, yapılan
sınırlamanın demokratik toplum düzeninin gereklerine ters düşmediği gibi
öngörüldüğü amaç dışında kullanılmadığı da anlaşıldığından, dava konusu
düzenlemede bu yönden de hukuka aykırılık görülmemiştir.
Bu durumda, piyasayı düzenlemek, denetlemek ve kural koymakla
görevlendirilen idarenin, toplumu tütün mamulleri ile alkollü içkilerin zararlı
etkilerinden koruyabilme hedefi, her aşamada denetimin gerçekleştirilmesini
zorunlu kıldığından, tütün mamulleri ve alkollü içkilerin satış yönteminin
belirlenmesi hususundaki düzenlemenin takdirinin idareye tanınmasında ve bu
doğrultuda, her türlü tütün mamulü ve alkollü içkinin perakende satışının,
Kurum'dan satış belgesi almış olanlar tarafından, satış belgelerinde yazılı
işyerlerinde doğrudan tüketicilere yapılması, işyerlerinden veya sanal bir
işyerinden internet, televizyon, faks ve telefon gibi elektronik ticaret
araçları kullanılarak her türlü tütün mamulü ve alkollü içki satışı ve bu
yöntemle satılan ürünün kapıda teslim edilmesi şeklindeki uygulamaların
yapılamayacağının dava konusu Yönetmelik'le öngörülmesinde, dayanağı mevzuata
aykırılık görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle davanın reddi gerektiği oyuyla, aksine verilen
çoğunluk kararına katılmıyoruz.